Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!


Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!

portresi2

 

Necdet Saraç
necdetsarac@ilerihaber.org, 04.12.14
http://ilerihaber.org/yazarlar/necdet-sarac/konu-alevilik-olunca-oyun-bitmiyor/519/

Türkiye “normal” bir ülke olsa, siyasetin kuralları da “normal” işlese,
dünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararından sonra Alevilerin en önemli istemi olan Cemevleri’nin yasal olarak “ibadethane” olarak kabul edilmesi ile ilgili bütün tartışmanın hemen bitmesi gerekirdi. Ancak memleket Türkiye olunca
işler siyasetin klasik öngörüsüne göre şekillenmiyor.

Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, aralarındaki farka karşın
bütün Alevilerin ortak istemiydi… Cemevlerinin “yasal statü” dışında elektrik – su parası, altyapı gibi ortak sorunları vardı… CEM Vakfı, 2006 yılında Yenibosna Cemevi‘nin,
tıpkı cami gibi, kilise gibi elektrik faturalarını ödemekten bağışık (muaf) tutulması için başvurmuştu. Bu başvuru, 2008 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “bilirkişi” raporu ile “Aleviliğin bir din, cemevinin ise ibadet yeri olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş,
daha sonra bu karar 2009 yılında Yargıtay tarafından da onaylanmıştı.

Türkiye’de hukuksal yollar bitince, CEM Vakfı davayı AİHM’e taşıdı.
AİHM önceki gün aldığı kararla Cemevlerinin camiler gibi ibadet yerlerinden farklı olarak elektrik faturalarından bağışık tutulmamasını,

– İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi ve
– düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9. maddesine aykırı buldu.

Türkiye’yi mahkum etti. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
‘Ayrımcılık yasağını’ düzenleyen 14. maddesi çok açık hükümlü:

  • “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya başkaca kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, serbest, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından
    hiçbir ayrımcılık yapmadan sağlanır…”

Yani AİHM dedi ki; “Camilerden, kiliselerden, sinagoglardan elektrik faturası almıyorsan Cemevi’nden de alamazsın”! Cemevi’ne ”ibadethane” dedi.

Böylece aynı zamanda “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cemevlerinin dini ibaret yeri olmadığı görüşünü” de reddederek Türkiye’yi “ayrımcı”olarak mahkum etti.
Ayrımcılığın altını da kalınca çizdi ve Cemevini elektrik faturalarından bağışık tutmayan sistemin din temelli bir ayrımcılık olduğuna vurgu yaptı, “farklı muamelenin,
objektif ve makul bir gerekçesinin bulunmadığını” belirtti.

AİHM burada da durmadı ve “Elektrik faturalarının ödenmesi sorunu, aslında devletin tarafsızlığı ilkesinin ihlal edilmesiyle yakından ilgilidir.” dedi ve ekledi:

“İhlal, ayrımcılık karşıtı bakış açısıyla ele alındığında Cemevinin elektrik faturalarının ödenmesiyle onarılamaz. Bu çözüm, Alevi toplumunun ve dininin, dahası ibadethanelerinin statüsüyle ilgili özel ve eşitlikçi bir yaklaşımın olmadığı sorununu cevapsız bırakmaktadır.” dedi. Davanın tazminat boyutunu bir sonraki duruşmaya bırakan AİHM, oybirliği ile aldığı kararda Türkiye’ye 6 ay süre tanıdı! 6 ayda bu işi düzelt dedi.

ANAYASA ve 90. Madde

Hadi Anayasanın 2., 10. ve 24. maddelerini geçtik.. 90. maddesi AİHM’in bu kararını uygulmayı zorunlu kılıyor. Anayasanın 90. maddesi diyor ki (AS: son fıkra):

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır…”

DAVUTOĞLU BİZİ ETKİLEMEZ

Bu denli açık yasal bir gerçeğe karşın Hacıbektaş’ta, Dersim’de ağzından “eşitliği” ve “kardeşliği” düşürmeyen Başbakan bildiğini okuyor. Cemevinde, Alevilerin yanında; “Allah Alevilerle Sünnileri eşit yaratmıştır.” diyor, “Erenlerin, pirlerin adları, parlak ve güzel sözleri” arka arkaya sıralıyor, dışarı çıkınca bu sözler orada kalıyor…
Çünkü konu Alevilik olunca dün Osmanlı’da, bugün de AKP’de oyun bitmiyor
Eşitlik onlar için yalnızca lafta kalıyor. Cami ile Cemevi’nin eşit olabileceğini akıllarının ucuna bile getirmek istemiyorlar…

Bu yüzden Davutoğlu, “Bu karar çalışmalarımızı etkileyecek bir durum değil” diyor!
Dün akşam adları henüz açıklanmayan “Alevi temsilcileri” ile yapılan yemekli toplantıda Davutoğlu halen işin etrafında dolaşmaya devam ediyor. “Alevi İslam geleneğinin yaşatılması”ndan sözediyor. “Samimiyetimizi koruyabilirsek çok önemli adımlar atabiliriz. Hepimizin empati yapması gerek” diyor. İşi sulandırmak için elindne geleni yapıyor. Tıpkı AİHM’in zorunlu din dersleri kararında olduğu gibi…

Oysa karar ortada. Bunun için ne özel bir empatiye, ne de samimiyete ihtiyaç var!
Kararı uygula yeter! “Kargadan başka kuş tanımam” tavrını terk et!

AKP İÇİN DENİZ BİTTİ!

Görüşmeden ve müzakereden yana olan Alevi federasyonlarını (ABF – ADF – AVF) dışlayarak “kendi belirlediği Alevileri ile yemeğe çıkması” ve bu yemek sonrası
halen laf kalabalığı yapması kendisini de, AKP’yi de kurtaramaz! Deniz bitti!
Yapılması gereken bellidir: Bu işi daha çok uzatmadan Cemevleri başta olmak üzere kayıtsız koşulsuz Alevilerin istemlerini tanımak!

========================================

Dostlar,

Sn. Necdet araç’ın yazdıklarına katılarak paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DİYARBAKIRLI BİR TÜRKMEN’İN İSYANI


DİYARBAKIRLI BİR TÜRKMEN’İN İSYANI

Fahrettin Aslan dostumuz göndermiş…æ

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

***

DİYARBAKIRLI BİR TÜRKMEN’İN İSYANI 

Son yıllarda yaşananlar insanlarımızda ne akıl bıraktı ne mantık.
Beyinlerimiz sürekli kirli bilgi bombardımanı ile tahrip edilmekte.

Düşünüp, okuyup araştırmak sorgulamak yerine bize sunulanları “Allah’ın takdiri” diyerek büyük bir tevekkülle kabul etmekteyiz. Tembelliğimizi, aymazlığımızı, cehaletimizi, tevekkül halısının altına süpürmekteyiz…

Birileri bizim adımıza konuşmakta, kaç çocuk yapacağımıza bile karar vermekteler… Ve dudaklarından dökülen her şey otomatik olarak beyinlerimize yerleşmekte, var olan doğru bilgileri bile ezip geçmekte, değer yargılarımız değişmekte…

Ama tüm bu şartlara rağmen hala eğilmez başlar var çok şükür…
Öz benliğine sahip çıkanlar, dağdan gelip bağdakini kovmak isteyenlere
“Höst” diyebilen yürekli kalemler var…

İşte onlardan biri, Diyarbakırlı Türkmen Koray Elbeyli
Aşağıdaki satırlar O’na ait. Biraz uzunca olması sizi tedirgin etmesin.
Bir solukta okuyacağınıza eminim.

Fahrettin Aslan

***

BİN YILLIK TARİHİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ YOK SAYDINIZ

Koray Elbeyli

Yıkın On Gözlü Körpüyü, Diyarbakır’da, nefret ettiğiniz Türk(men)ler’e ait bir şey kalmasın. Ak Koyunlu Hükümdarı öz be öz Diyarbakırlı Uzun Hasan’ı,
yine Diyarbakırlı Kara Yülük Osman’ı, zaten bilmiyorsunuz ama bilseniz de kahramanlıklarını sakın anlatmayın.

300 yıl Orta Doğu’ya hükmettiklerini resmi tarih bize anlatmadı.
Aksine, Diyarbakır merkezli öz be öz Türkmen devleti olan Ak Koyunlular
resmi tarihe göre, Osmanlı’yı arkadan vuran hain barbarlardı.

YA ARTUKLULAR? (ALTUĞLULAR)

Her gün kadim şehirde onlarcasını gördüğümüz eserleri bırakan ve Diyarbakır’ı başkent yapan Artuklular’ı hiç yaşamamış sayın. Diyarbakır ile ilgili en kapsamlı tarihi araştırma olan, 15. Yüzyılda yaşamış İranlı tarihçi Ebubekir Tıhrani’ye ait “Kitab’ı Diyarbekiriye” yi bulduğunuz yerde yakın, çünkü o kitapta, Diyarbakır’ın dağını taşını yurt edinen Bayındır Türkmenlerinden dolayı yüzyıllarca Bayındıriye diye bilindiğini anlatır.

BU BİLGİ SİZİN İÇİN SAKINCALIDIR

Yakın! Osmanlı kayıt defterlerini de yakın; çünkü aşiret aşiret, ad ad kayıtları vardır Diyarbakır’lıların. Sizi şaşırtacaktır oradaki bilgiler, belki de kızdıracaktır.
Ulu Cami’nin, Anadolu coğrafyasının Orta Asya Türk mimarisine göre Kilise’den Cami’ye çevrilen ilk eseri olduğunu ancak sanat tarihçileri bilir, o nedenle pek tehlikeli bir bilgi değildir; Ama yine de sizin için tehlikeli ise orayı da yıkın. Yedi Kardeş burcunu
mutlaka yıkın. Çünkü orada öz Türkçe adları ile esere konu olan Diyarbakırlı
7 kardeşin adı var, hem de taşa kazılı.

AYDIN GEÇİNEN CAHİLLER

Kendini Türk zanneden bazı Batılı cahillerin dalga geçtiği, karaladığı Diyarbakır ağzını yasaklayın kimse konuşmasın.

Çünkü; tekmeye tepik, beze çapıt, merdivene gezemek, amcaya emmi, yiğit’e igit, düğüne toy, tencereye kuşkana gibi Diyarbakır’a özgü en az bin yıllık yüzlerce bozulmamış söcük, aslında Türkçe’nin bozulmuş hali olan İstanbul ağzına göre
çok daha öz Türkçedir. Diyarbakır ağzının en güzel örneklerini veren Diyarbakırlı büyüklerimizi taşlayın gördüğünüz yerde.

Mektup yazdım yaz idi,
Kalemim kir- yaz idi,
Da çok yazacaktım,
Mürekkebim az idi…

benzeri binlerce Diyarbakır manisini yasaklayın, unutturun öğretmeyin çocuklarınıza çünkü Dede Korkut’un Türk(men) dili ile söylenir.

ÖZ TÜRKÇE ADLAR YASAK

Hep yakındığınız sistem, Kürtçe adları yasaklattı siz de en az bin yıllık Türkçe adları yasaklayın Diyarbakır’da. Örneğin değiştirin Karacadağ adını, Türkçedir, tehlikelidir. Değiştirin Bismil’in adını, çünkü akrabaları hala Orta Asya Harzem’de yaşayan Basmıl Türkmenleri‘nden alır adını. Her gün küfredin Çermikli Ziya Gökalp‘e, Süleyman Nazif‘e çünkü onlar sürgün pahasına emperyalizme karşı Diyarbakır duruşu sergilemişlerdi. Yok sayın Seyyid Nuh‘u. Klasik Türk musikisine yüzlerce yapıt vermiş Diyarbakırlıdır. Yok olmaya yüz tutmuş Türkçe’nin asli kaynaklarını tekrar kazandıran Diyarbakırlı Ali Emiri’yi de küfürle hatırlayın. İhanet ile suçlayın Celal Güzelses’i,
Cahit Sıtkı‘yı, Orhan Asena’yı, Adnan Binyazar‘ı, Özer Ozankaya‘yı sizden farklı düşündükleri için.

TÜRKMEN YOK SAYILIYOR

KÜLLİYEN reddedin Diyarbakır’ın en azından bin yıllık tarihini, dost edinin elinden
kan damlayan İngiliz’in, Fransız’ın sözüm ona size dost görünenlerini.
Sisteme olan haklı öfkenizi, tarihinize ihanet ile gösterin. Unutturun Diyarbakır’ı, Diyarbakır yapan renklerinden dikkat buyurun Türk değil TÜRKMEN’e ait ne varsa külliyen yok sayın. Size göre Diyarbakır’da Kürtler, Zazalar, Suryaniler, Keldaniler, Ermeniler herkes yaşadı da, yalnızca bir Türk(men)ler uğramadı bu kadim şehre, burayı Başkent yaparak dört devlet kurmalarına karşın.

Bu devletleri kuran (Artuklular, İnallar, Akkoyunlular…) on binlerce çadırlık
Türkmen aşiretleri buhar oldu uçtu.

O zaman soralım; 18. – 19. yüzyılda yaşayan Ermeni ozanlar neden Diyarbakır ağzı ile Türkçe yazdı, Türkçe söyledi. Diyarbakır ağzı dediğimiz o görkemli dilde örneğin İstanbul Türkçesinde olmayan ama Oğuz diline ait yüzlerce kelime ve deyim var.

Çocuğu olmayan ailelere neden bir Diyarbakırlı ‘kör ocak’ der tıpkı Divan-ı Lugat’i-Türk‘de olduğu gibi. Neden bir Diyarbakırlı, kelime başına gelen -Y- sesini okumaz. Mesela yılan değil “ılan”, yüksek değil “üskek”, yıldız değil “ulduz” der tıpkı
Kaşgarlı Mahmut gibi?

Hatta bu satırların yazarı hemşerinize küfredin, önemli değil,
O sizi Tarihe havale edecektir…

Açıkoturum : ATATÜRK ve KADIN


Açıkoturum : ATATÜRK ve KADIN..

Dostlar,

5 Aralık 1934, Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkının tanındığı” gündür.

2 gün sonra 80. yılını kutlayacağız.
Büyük ATATÜRK‘ün dünyada pek çok ülkeden önce ve daha kapsamlı olmak üzere, üstelik çok daha az eğitimli Türk kadınına bu hakları tanıması devrim niteliğindedir.

Günümüzde bu görkemli kazanımlar, siyasal iktidarın doğrudan tehdidi ve saldırısı altındadır ve aşamalı olarak geri alınmakta, sınırlandırılmaktadır. 4+4+4 ucube yasası tipik bir örnektir bu yasanın kabul edildiği TBMM kabulü 30.3.2012, 6287 sayılı yasa; RG 11.4.2012)) 2,5 yılda onbinlerce kız öğrencinin okuldan dışlandığına ilişkin veriler yayımlanıyor..

Erken yaşta evlilikler, doğallıkla erken yaşta annelik ve dahası çok sayıda çocuğa boğulma, kadını eğitimden, dolayısıyla sosyal ve ekonomik yaşamdan dışlıyor.
Eğitimi yeteriz ya da dinci koşullandırma ile imam veya hatip olamayacakları halde
bu okullarda okutularak başları ve bilinçleri bohçalanan yavrularımız gelecek kuşakları anne olarak eğitecekler!? Hangi donanım ve hangi bilinçle??

Dolayısıyla Cumhuriyetin hedefi olan aydınlık bir yurttaş kitlesi yaratmak yerine kalabalık, dinci, niteliksiz bir tebaa – ümmet kalabalığı – güruhu hatta Abdülhamit’in deyimiyl “sürüsü” yetiştirmek hedef oluyor.. Kolayca yönlendirmek, sadaka kültürüne mahkum etmek, tarikat – cemaat – parti kulu yapmak, oy deposuna dönüştürmek..

Türkiye’de sahnelenen iğrenç oyun budur..
Kadınlarımız bu uyunları bozmada öncü olmak zorundadır.

Sayın Cemil Denk (E. Albay) Atatürk ve Din – Laiklik – Kadın hakları konusunda uzmanlaşmış bir araştırmacı yazardır. Basılı ürünler vermiştir.
O’nun ve Buse İnalcı’nın birikimlerinden yararlanmak gerekiyor.

ADD Çankaya Şubemizin etkinlik programı aşağıda..

Bekleriz..

Üstelik kız ve erkek çocuklarınızla birlikte..

Sevgi ve saygı ile.
03 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================================

DAVETLİMİZSİNİZ! 

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanlığı Çankaya Şubesi adına, ATATÜRK ve KADIN konulu GÖRSEL SUNUM yapılacaktır

Tüm Atatürkçüler davetlidir..

Konu: ATATÜRK ve KADIN
Yer: Mithat Paşa Cad. 16/ 2 Kızılay
Tarih: 5. Aralık 2014
Saat: 14. 00

Konuşmacılar:
Cemil DENK ve Buse İNALCI

Dünya Engelliler Günün – 2012 : Engelli kardeşlerimize saygıyla..


Dünya Engelliler Günün – 2012 : Engelli kardeşlerimize saygıyla..

Engalliler_gunu_3.12.14

  • Ülkemizde engelli oranı % 12,5’lerde.. Neden böyle yüksek?
    Neden her 8 kişiden 1’inin ortopedik, duyusal,
    mental ya da metabolik bir engeli var??
  • %20’lerde son derece yüksek akraba evlilikleri,
  • kanyollarına dönüşen karayolları trafik kazaları (ve cinayetleri),
  • dünyada öncü olduğumuz iş kazaları (ve cinayetleri!),
  • bölücü örgüt yüzünden yaşadığımız emperyalist şiddet,
  • siyasal iktidarın polis devleti uygulaması ve halka yönelik şiddeti,
  • kan davaları..??
  • NE YAPMALI??

Sevgi ve saygı ile.
03.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

21. Yüzyılda Okul Sağlığı Sorunları..


21. Yüzyılda Okul Sağlığı Sorunları..

AD_konferans_1 08.12.2014

 

Dostlar,

Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı‘ndan ihtisas eğitimi arakadaşımız (1978-81; o zamanki adı Toplum Hekimliği Bölümü idi)
sevgili Prof. Dr  Çağatay Güler,

“21. Yüzyılda Okul Sağlığı Sorunları”

başlıklı bir konferans verecek 8 Aralık günü…

Duyuru yukarıda..

Hacettepe Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı’daki çalışkan ve üretken sevgili arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza çabaları için teşekkür ederek
bu duyuruyu sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Not : Bu konferanslar halka açık olmayıp, uzmanlık düzeyindedir…

Sevgi ve saygı ile.
03.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Engelliler günü düşünceleri

Engelliler Günü Düşünceleri

Dostlar,

Duyarlı ve birikimli aydın Sn. Onur Öymen, bu gün, 3 Aralık Dünya Engelliler günü ile ilgili düşüncelerini paylaşıyor.. Aşağıda sunuyoruz.. Ancak oldukça önemli bir maddi hata var, onu dğzeltmemiz gerek.. Üstelik bu konuları profesyonel olarak çalışan bir uzman olarak..

Türkiye’de kişi başına yıllık (pc/pa) sağlık giderini “3.322 dolar” olarak veriyor
hem de rakamın başına “yalnızca” derece sıfarını koyarak..

Bu rakam olanaksız, Sayın Öymen’in kendi rakamlarıyla açalım:

Ulusal gelirin (GSMH) % 6,1’inin sağlığa harcandığını belirtiyor Sn. Öymen.
Bu oran yaklaşık olarak doğru. Kişi başına yıllık gelirimiz de 10 bin Dolar dolayında olduğuna göre, kişi başına yıllık sağlık gideri 600+ Dolar olmaktadır. Sn. Öymen
bunun 5 katını da aşan bir rakam veriyor. 3222 Dolar / kişi / yıl sağlık gideri Türkiye için doğru kabul edilecek olursa, Türkiye ulusal gelirinin 1/3’ünü sağlık sektöründe tüketiyor demektir ki, böyle bir oran ve ülke yeryüzünde yoktur. ABD ulusal gelirinin %15-16’sını sağlık sektöründe -sağlık düzeyi göstergelerinde Dünyada 37. sırada yer alarak-
son derece verimsiz olarak- tüketen, bu bağlamda rakipsiz Dünya 1. si olan ülkedir
ve kişi başına yıllık sağlık gideri 9 bin Dolara yaklaşmaktadır.

Bu düzeltme dışında Sayın Öymen’in özlü değerlendirmesi çok yerinde ve paylaşıyoruz içerik olarak..

Bir de not düşelim :

“Sakat” sözcüğü 87 yasada geçtiği yerden yasal düzenleme ile çıkarılarak
yerine “engelli” sözcüğü konmuştur.

Salt Anayasa’da 1 maddede ( md. 61, .. sakatların korunmalarını…) “sakat” sözcüğü geçmektedir, onun düzeltimi ancak bir anayasa değişikliği ile olanaklıdır.

Sevgi ve saygı ile.
03.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Engelliler Günü Düşünceleri

Portresi_ATA_ile

 

Onur ÖYMEN

 


Dünya Engelliler Günü
nde bütün dünyadaki ve ülkemizdeki engelli vatandaşlarımızın  duygularını paylaşıyoruz.

Birleşmiş Milletlerin ENABLE örgütünün rakamlarına göre

Dünya nüfusunun % 15’i engellilerden oluşuyor.
Engellilerin % 80’i gelişme yolundaki ülkelerde yaşıyor.
Bu ülkelerdeki engelli çocukların % 90’ı okula gitmiyor.
Düşük gelirli kesimlerde engellilerin oranı daha yüksek.

OECD ülkelerindeki engelliler arasında kadınların oranı erkeklerden daha yüksek.
Dünyadaki en yoksul insanların % 20’si engelli.
Dünyadaki sokak çocuklarının % 30’u engelli.
Dünyada yalnızca 45 ülkede engellilere ayırım yapılmasını önleyen yasalar var.

*****

Türkiye’deki engelli vatandaşlarımızın durumu çok üzüntü verici.
Toplam nüfusumuzun % 12’sini engelliler oluşturuyor. (AS: 8,5 milyon engelli!)

216 bin vatandaşımız görme özürlü

156 bin vatandaşımız işitme özürlü

321 bin vatandaşımız ortopedik özürlü

482 bin vatandaşımız zihinsel özürlü

Trafik ve iş güvenliği gibi alanlardaki eksikliklerimiz ve yetersizliklerimiz
engellilerin sayısını artırıyor.

*****

Engellilerimizin durumlarını iyileştirmek için sağlık standartlarımızı yükseltmemiz gerek. Ne yazık ki, Türkiye’de kişi başına sağlık gideri yalnızca 3.322 dolar.
(AS, düzeltme : Bu rakam 600 Dolar / kişi / yıl dolayındadır; yukarıda kapsamlı açıklama yapılmıştır..)
Bu OECD ülkelerindeki en düşük rakam.
OECD ülkelerinde sağlık giderlerinin Gayrı Safi Milli Hasılaya oranı ortalama % 9.4 Türkiye’de ise % 6.1.

İşte bu kaygı verici tabloyu düzeltmek, öncelikli hedeflerimizden olmalı.
Türk halkı hem bu alanda hem de bunun dışındaki pek çok alanda daha iyi yönetilmeyi hak ediyor.

Saygılar, sevgiler. 03.12.14

ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ?


ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ?
 


Dostlar
,

AKP iktidarı ülkemizi yozlaştırarak dönüştürmeyi sürdürüyor..
İnat, ısrar ve kararlılıkla..
Geri dönüştürülmemek üzere koyu bir totaliter rejim adım adım inşa ediliyor.

Yaşamın hemen her alanına sistematik olarak el atarak..

Yasamayı bir Noter dönüştürerek..
Anaysal suç işleyerek, erkler ayrımını ortadan kaldırarak..
İstediği her düzenlemeyi dilerse “yasa” olarak TBMM’den mutlak çoğunluğuyla çıkarıyor. Biçimsel hukuk bakımından da uyulmasını istiyor, bizleri bağlıyor.
Beğenmezse hemen değiştiriyor ya da çiğniyor..
Kamu İhale Yasası 100’den (yüz!) çok kez değiştirildi örneğin..
Meşruiyet diye bir kaygıları asla yok.

Açık söyleyelim :

  • Ülke dar-ül harp alanı olarak görülüyor ve “kutsal cihat” (!) ile
    kale kale düşürülerek teslim alınıyor; Hedef 2023!
    Bu bilinç kuşatması ile her türlü yolsuzluk bile halka yutturuluyor..

Ülkemiz tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor..
Ülke ayakta ama polis devleti de tüm ceberrutluğuyla, direnen insanımızın üstüne sürülüyor. Hükümet şiddeti gözükara, çok sayıda adam öldürme pahasına bilerek sürdürülüyor; toplum gözdağı ile korkutularak baskılanmaya çalışılıyor.

Örnekler öyle çok ki..
Son bir tanesi de Ekonomik ve Sosyal Konsey..

Bu kurumun yasasında son derece tehlikeli, geriye giden ve kesinlikle anti-demokratik değişiklikler tasarlanıyor. Sözde 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması ile
Anayasanın 26 maddesi “toptan” değiştirildi ve bu Kurum (ESK) Anayasa’ya alındı.

Bu dönemde 1’den çok sendikaya üyelik hakkı tuzağı da ustaca (….?!) kuruldu ve
“ileri demokrasi” (!?) diye sunularak eğitimsiz halk yığınları aldatıldı. Satılık – kiralık sözde uzmanlar kalem oynatarak bu ilkel düzenlemeyi de ileri bir hak olarak sunma utanmazlığını sergilediler. Süreç içinde emek sendikaları ufalandı, hükümet yanlısı
HAK İŞ büyütüldü ve DİSK‘ten daha çok üye sahibi 2. büyük konfederasyon yapıldı.

Memur sendikalarına (!) toplu sözleşme ve grev hakkı gene verilmedi bu kapsamlı anayasa değişikliği ile. Hükümetle memur sendikalarının –siz toplu sözleşme ve
grev hakkı olmayan örgüte sendika diyebiliyorsanız!
– ücretler, sosyal haklar… görüşmeleri hep tıklandı ve son sözü Hükümet ağırlıklı ESK, AKP hükümetlerinin öngördüğü biçimde “kesin” olarak sonlandırdı (Anayasa md. 166).

Şimdi, bu yapısıyla gerçekte tümüyle hükümet güdümünde olmasına karşın,
bu da AKP iktidarına yetmiyor ve ipleri daha da sıkılaştırarak eline almak istiyor.

Gerisini Sn. Prof. Oğuz Oyan ustalıkla açıklıyor..

Bu tehlikeli girişimin mut-la-ka durdurulması gerek..

  • AKP AİHM kararlarını da dinlemiyor..
    (Örn. son AİHM kararı zorunlu din derslerinin kaldırılması..)

Böyle giderse, Avrupa Konseyi başta olmak üzere Batı ile kurumsal – hukuksal bağlarımız kesilecek ve Türkiye yalnızlık içinde Ortadoğu’da olabildiğince yeşil bir
şeriat kuşağına itilecek.. Federe bir İslam Devleti çatısı altında.. Suudi Arabistan’a benzer, bu coğrafyada emperyalizmin çıkarlarının bekçiliğin yapma karşılığında
ölene dek onlarca yıl iktidarda kalma / tutulma pazarlığı karşılığında
işbirlikçi siyasal kadrolar eliyle karanlığa sürükleniş..

Yüce ATATÜRK‘ün Cumhuriyet tasarımı asla bu değildi..
Çağdaş uygarlık düzeyinin üstü idi..
Değil ki çağdışı şeriatçı Ortadoğu rejimlerinin mide bulandıran bir versiyonu!

Cumhuriyet kuşakları bu lanetli kuşatmayı yaracaklardır;
bundan hiç ama hiç kuşku yok!

Sevgi ve saygı ile.
03 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ? 

portresi_CHP'li

 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
İzmir Mv. (CHP)

 

 

Bugünlerde Meclis komisyonlarında görüşülen “Ekonomik ve Sosyal Konseyin (ESK’nın) Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı”, hazırlanış koşulları ve içeriği bakımından mevcut düzenlemeyi aratacak gözükmektedir.

UYDURMA GEREKÇELER 

Tasarının gerekçesi, yürürlükteki 4641 sayılı yasanın “hem etkin çalışma için gerekli fonksiyonel yapıyı sağlayamadığı hem de toplumun tüm kesimlerini içermediğini” ileri sürmekte ve “bu durum, Konseyin temel amacı olan sosyal diyalog fonksiyonunun aksamasına neden olmakta ve Avrupa Komisyonu’nca eleştiri konusu yapılmaktadır.” demektedir. Bu gerekçe tümüyle temelsizdir.

Bir kere, 12 yıldır tek başına iktidarda olan bir Hükümetin, istediği şekilde değiştirebileceği bir yasayı mazeret olarak öne sürmesi kabul edilemez. Kaldı ki, yürürlükteki yasa Başbakana istediği kadar STK temsilcisini Konseye dahil etme yetkisini verdiği için de bu gerekçenin altı boştur.

İkincisi, yasayı düzenli işletmeye teşebbüs bile etmeden işlemediğine hükmedilemez. Sorunun daha çok bir siyasal niyet ve irade sorunu olduğu, ESK’nın bir yasal dayanağa sahip olmadığı dönemlerde bile daha sık toplanmış olmasından bellidir. 1995’te bir Başbakanlık Genelgesiyle kurulan ESK, 1995-2001 arasında tam 12 kez toplanırken, 2001’de çıkarılan 4641 sayılı yasadan sonra yani 12 yıllık AKP döneminde yalnızca 8 kez toplanabilmiş ve 5 Şubat 2009’den sonra ise hiç toplanmamıştır. Daha vahimi, 12 Eylül 2010 referandum aldatmacasıyla bir anayasal kurum haline getirilen ESK, bu tarihten sonra hiç çağrılmamıştır. AB eleştirilerinin merkezinde de bu vardır.

GERÇEK GEREKÇELER 

AKP’nin ESK mekanizmasını işletmemesinin gerçek gerekçelerini, bilinçli siyasal tercihleri bağlamında değerlendirmek doğru olur:

Birincisi, ESK’nın AKP döneminde çalıştırılmamasının asıl gerekçesini, Hükümetin kendi iktidarını hiçbir kurumsal güçle paylaşmama niyetlerinde aramak gerekir.

İkincisi, AKP iktidarı, yürürlükteki düzenlemenin içerdiği sosyal dengeleri ve kurumsal temsil edilişleri benimsememiştir. Nitekim yasadan farklı olarak tasarıda işçi ve işveren örgütleri ismen sayılmayarak kurumsal temsil güvencesine son verilmektedir. İktidar, çağırılacakları bir yönetmelikle belirleyecektir. Partizanlığın, siyasal kliantelizmin (AS: sözcük anlamıyla müştericilik, müşteri odaklılık) tepe yaptığı bir dönemde yönetmeliğe bırakılacak her yarı-mamul düzenleme, yeni keyfiliklere yol açacaktır. Yönetmeliğin hangi sürede çıkarılacağına ilişkin bir kayıt da yoktur.

Kritik bir konu da, 2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun, ESK üyesi işçi konfederasyonlarına bağlı sendikalar için işkolu düzeyinde yetki koşulunu %3’ten %1’e düşürmesi; ayrıca, çerçeve sözleşme yapma yetkisini de münhasıran (AS: salt) ESK’da temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikalarına tanımasıdır. Bu durumda Hükümet, ESK üyeliğini “Demokles’in kılıcı” gibi sendikaların tepesinde tutma, bunu bir cezalandırma/ödüllendirme aracı olarak kullanma olanağını ele geçirmektedir.

Üçüncüsü, gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de varolan üçlü denge (İşçi-işveren-STK veya STK yerine Hükümet) bu tasarıyla ortadan kaldırılmaktadır. ESK’yı STK’larla kalabalıklaştırarak temsili artırdığını iddia eden Hükümet, aslında işçi/memur ve işverenin temsil oranını düşürmekte ve Avrupa ESK uygulamasına uyumsuz bir yapı oluşturmaktadır. Bu, eldeki duruma göre bile bir geriye gidiştir ve etkisi emek kesimleri açısından daha belirgin olacaktır; çünkü sermaye örgütleri sistemde baskı aracı olarak her zaman ağırlıklıdır; AKP iktidarıyla ideolojik yakınlık kuranlar açısından daha da belirleyici olmak üzere…

Dördüncüsü, Konsey’in görev ve yetkilerinin tasarıyla önemli ölçüde budanması; özellikle de çalışma kurulları oluşturma yetkisinin, kimi yasa tasarıları ve kalkınma planı ile yıllık programların hazırlanması sırasında görüş bildirme yetkisinin kaldırılması, iktidarın sistem içinde sürekliliği olacak bir danışma-diyalog yapısıyla yetki paylaşmaktan özenle kaçınmak istediğini göstermektedir. Nitekim, bu sözde diyalog tasarısını hazırlanırken bile sosyal tarafların görüş ve önerileri dikkate alınmamıştır.***

Sonuç olarak, bugünkü girişim, içerde sosyal taraflarla bir diyalog arayışından ziyade, genel seçimler öncesinde AB görüşmelerinde yeni fasıllar açılmasına yönelik taktik bir göz boyama çabasının parçası gibi gözükmektedir. Ama çok iyi biliyoruz ki; totaliterleşen iktidarlar, her düzenlemeyi, kendi çıkardıkları kısıtlayıcı yasalar dahil, giderek bir ayakbağı olarak görme eğilimine girerler. (Cumhuriyet, 03.12.14)

SAĞLIK BAKANLIĞI AÇIKLAMASI : “1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ”

SAĞLIK BAKANLIĞI AÇIKLAMASI : “1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ”

Dostlar,

Sağlık Bakanlığı’nın 1 Aralık Dünya AIDS günü ile ilgili açıklaması aşağıda.
Önceki yıllarda Bakanlık HIV / AIDS olgularının sayısal dökümünü verir,
yaş ve cinsiyet dağılımı ile risk etmenlerine göre tablolarını da verirdi. Bu kez yok..

Kayda alınabilen –diyelim bu yıl 7500 dolayında– olgunun yaş dağılımlarına bakılarak
en çok 25-34 yaş diliminde yığılma görülür ve yayımlanan raporlarda
“Türkiye’de HIV / AIDS’in en çok 25-34 yaş diliminde görüldüğü..” yorumu yapılırdı.

Biz de yıllarca bu yorumdaki Epidemiyolojik hataya (Berkson yanılgısı) dikkat çekerek düzeltilmesini isterdik. Tıp Fakültesindeki derslerimizde de de sorunu işlerdik.
Bu yıl bu yüzden mi verilmedi acaba sayılar?
Bunun yerine doğru yorulma verilseydi daha yararlı olmaz mıydı?

Bu hatayla HIV/AIDS savaşım politikaları, hatalı olarak, en yalın Epidemiyoloji ilkeleri
göz ardı edilerek belki de bu çıkarıma dayandırılmaktadır. Bu yüzden,
sınırlı kaynakların, akılcı risk yönetimi bağlamında öncelikli alanlara yönlendirilmesi aksamaktadır. Oysa yalnızca “kayda girenler” için bu böyledir..

Buzdağının altındasaptanamayan asıl kitlede yaş dağılımı acaba nasıldır?
Salt sağlık kurumlarına başvuranlara dayanarak, açık-saklı tüm HIV-AIDS olguları için
genelleyici yorum yapılamaz. İşte burada Epidemiyoloji katkı koyar ve toplum içinde riskli kümelere dönük tarama çalışmaları ile HIV-AIDS’in dağılımını, yaş-cins-eğitim.. özelliklerini kişi, yer, zaman boyutlarını aydınlatır. Bu çaba, sağlık kuruluşları dışında, toplumun içinde, alanda-sahada sergilenir; toplum sağlığını iyileştirir!

Sevgi ve saygıyla
01.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================

1 Aralık Dünya AIDS Günü
ANKARA/01.12.2014

T.C. SAĞLIK BAKANLIĞINDAN : “1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ”

AIDS, korunmasız cinsel temas, ortak paylaşılan enjektörler, damar içi madde kullanımı, kan transfüzyonu gibi yollarla ve gebelik ya da doğum sırasında anneden bebeğe bulaşabilen bir hastalıktır. Geçiş yolları nedeni ile HIV enfeksiyonu,
erişkinlerin yanı sıra, tüm yaş gruplarında görülebilmektedir.

Önlenebilir bir hastalık olan HIV/AIDS ile mücadelenin en etkili yolu,
korunma önlemlerini uygulamaktır. Tek eşliliğin yanı sıra, cinsel temasta
doğru kondom kullanımı, hastalığın cinsel yolla bulaşmasına karşı en güvenli ve
basit korunma yollarıdır.

Hastalığın tam anlamıyla tedavisi bulunmamakla birlikte uygulanan ilaç tedavileri ile ölümler azalmakta ve kişiler yaşantılarına devam edebilmektedir. Uygulanan
ilaç tedavisi ile bulaşıcılık azalmakta, gebelik sırasında uygulanan tedavi ile birlikte anneden hastalık bulaşması engellenmektedir.

Hastalıktan korunmak için henüz aşı bulunmamaktadır.

Birleşmiş Milletler 2014 yılı raporuna göre; Dünyada 2013 yılı içinde yaklaşık
2,1 milyon kişinin HIV’e yakalandığı, 35 milyon taşıyıcının bulunduğu ve
1,5 milyon kişinin bu hastalıktan öldüğü tahmin edilmektedir.

Ülkemizde de farkındalığın ve test imkânlarının artmış olması ile birlikte,
tanı alan vaka sayısında göreceli bir artış olmasına rağmen, Türkiye HIV/AIDS açısından hastalığın az sıklıkta görüldüğü ülkeler arasında değerlendirilmektedir.

Bakanlığımız; akademik çevreler, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar ile işbirliği içinde hastalığın azaltması hatta ortadan kaldırılması için çalışmalarını sürdürmektedir.

“AIDS hastalığının olmadığı bir dünya”

World AIDS Day – Closing the gap in HIV prevention and treatment services

World AIDS Day – Closing the gap in HIV prevention and treatment services
1 December 2014

Dostlar,

Bu gün “Dünya AIDS Günü“… (World’s AIDS Day)

Trakya Üniversitesi’nde çalışırken, bir bölük arkadaş
AIDS Savaşım Derneği Edirne Şubesini kurmuş ve yönetiminde çalışmaktaydık..

Tıp Fakültesi’nde de Halk Sağlığı dersleri kapsamında “HIV / AIDS Epidemiyolojisi” konulu bir dersi vermekteydik.

Yıllarca yaptık bu görevi (2004’te Ankara Üniversitesine geçene dek..)..

1988’den bu yana 26. kez DÜNYA AIDS GÜNÜ yaşanıyor..

Bu gün sitemize, bizim de üyesi olduğumuz HASUDER‘in
(Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) konuya ilişkin açıklamayı ve uyarıları koyduk..

Ayrıca Hacettepe Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD’nın halka dönük sağlık eğitimi iletisini de paylaştık. Bu dosya 3. oluyor..

DSÖ‘nün (Dünya Sağlık Örgütü) web sitesinde de epey kaynak var..
BM de bir özel örgütlenmeye giderek, DSÖ ile bağlantılı UNAIDS birimini oluşturdu.

DSÖ sitesindeki yazılar ne yazık ki Türkçe değil.. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Arapça yayınlar yapılıyor genellikle. Tüm mtinleri çevirecek zamanımız da üzgünüz ama yok..

Yine de yararlı olacağını düşünüyoruz ve aşağıda seçtiklerimizi paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
01.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

World AIDS Day – Closing the gap in HIV prevention and treatment services
1 December 2014

1_December_2014

As the global efforts to achieve the ambitious HIV targets accelerate, the World Health Organization issues new recommendations for countries to address important gaps in HIV prevention and treatment services. On December 1, WHO releases
a new update to recommend antiretrovirals as an emergency prevention following HIV exposure, and to prevent infections that affect a large number of people living with HIV.

In 2013, WHO published consolidated guidelines on the use of antiretrovirals that promote earlier, simpler and less toxic interventions. Since then, more than three quarters of WHO priority countries with high burdens of HIV have adopted these recommendations. A record 13 million out of 28 million people in need received treatment in 2013.

However, WHO remains concerned about the majority of people living with HIV who do not have access to comprehensive prevention and treatment services. The new update includes recommendations on post-exposure prophylaxis and the use of cotrimoxazole prevention. The update is the second supplement of the WHO consolidated guidelines on the use of antiretroviral drugs for treating and preventing HIV infection, released in June 2013.

11.7 million At the end of 2013, 11.7 million people had access to antiretroviral therapy in low- and middle-income countries.

35 million At the end of 2013, 35 million people were living with HIV.

28 million Over 28 million people are eligible for antiretroviral therapy,
under WHO 2013 consolidated ARV guidelines.

10 facts on HIV/AIDS

Updated November 2014

Portrait of a woman smiling

© WHO/James Oatway 2009

HIV/AIDS remains one of the world’s most significant public health challenges, particularly in low- and middle-income countries.

As a result of recent advances in access to antiretroviral therapy (ART), HIV-positive people now live longer and healthier lives. In addition, it has been confirmed that ART prevents onward transmission of HIV.

At the end of 2013, 11.7 million people were receiving ART in low- and middle-income countries; this represents 36% [34–38%] of the 32.6 million [30.8–34.7 million] people living with HIV in low- and middle-income countries.

Progress has also been made in preventing mother-to-child transmission and keeping mothers alive. In 2013, close to 7 out of 10 pregnant women living with HIV – 970 000 women – received antiretrovirals (ARVs).

WHO has released a set of normative guidelines and provides support to countries in formulating and implementing policies and programmes to improve and scale up HIV prevention, treatment, care and support services for all people in need.

This fact file provides current data on the disease, and ways to prevent and treat it.

Read 10 facts on HIV/AIDS

Related links

*****************************

HIV/AIDS

Fact sheet N°360
Updated November 2014


Key facts

  • HIV continues to be a major global public health issue, having claimed more than 39 million lives so far. In 2013, 1.5 [1.4–1.7] million people died from HIV-related causes globally.
  • There were approximately 35.0 [33.2–37.2] million people living with HIV at the end of 2013 with 2.1 [1.9–2.4] million people becoming newly infected with HIV in 2013 globally.
  • Sub-Saharan Africa is the most affected region, with 24.7 [23.5–26.1] million people living with HIV in 2013. Also sub-Saharan Africa accounts for almost 70% of the global total of new HIV infections.
  • HIV infection is usually diagnosed through blood tests detecting the presence or absence of HIV antibodies.
  • There is no cure for HIV infection. However, effective treatment with antiretroviral (ARV) drugs can control the virus so that people with HIV can enjoy healthy and productive lives.
  • In 2013, 12.9 million people living with HIV were receiving antiretroviral therapy (ART) globally, of which 11.7 million were receiving ART in low- and middle-income countries. The 11.7 million people on ART represent 36% [34–38%] of the 32.6 [30.8–34.7] million people living with HIV in low- and middle-income countries.
  • Paediatric coverage is still lagging in low- and middle-income countries. In 2013 less than 1 in 4 children living with HIV had access to ART, compared to over 1 in 3 adults.

The Human Immunodeficiency Virus (HIV) targets the immune system and weakens people’s surveillance and defence systems against infections and some types of cancer. As the virus destroys and impairs the function of immune cells, infected individuals gradually become immunodeficient. Immune function is typically measured by CD4 cell count. Immunodeficiency results in increased susceptibility to a wide range of infections and diseases that people with healthy immune systems can fight off.

The most advanced stage of HIV infection is Acquired Immunodeficiency Syndrome (AIDS), which can take from 2 to 15 years to develop depending on the individual. AIDS is defined by the development of certain cancers, infections, or other severe clinical manifestations.

Signs and symptoms

The symptoms of HIV vary depending on the stage of infection. Though people living with HIV tend to be most infectious in the first few months, many are unaware of their status until later stages. The first few weeks after initial infection, individuals may experience no symptoms or an influenza-like illness including fever, headache, rash or sore throat.

As the infection progressively weakens the person’s immune system, the individual can develop other signs and symptoms such as swollen lymph nodes, weight loss, fever, diarrhoea and cough. Without treatment, they could also develop severe illnesses such as tuberculosis, cryptococcal meningitis, and cancers such as lymphomas and Kaposi’s sarcoma, among others.

Transmission

HIV can be transmitted via the exchange of a variety of body fluids from infected individuals, such as blood, breast milk, semen and vaginal secretions. Individuals cannot become infected through ordinary day-to-day contact such as kissing, hugging, shaking hands, or sharing personal objects, food or water.

Risk factors

Behaviours and conditions that put individuals at greater risk of contracting HIV include:

  • having unprotected anal or vaginal sex;
  • having another sexually transmitted infection such as syphilis, herpes, chlamydia, gonorrhoea, and bacterial vaginosis;
  • sharing contaminated needles, syringes and other injecting equipment and drug solutions when injecting drugs;
  • receiving unsafe injections, blood transfusions, medical procedures that involve unsterile cutting or piercing; and
  • experiencing accidental needle stick injuries, including among health workers.

Diagnosis

An HIV test reveals infection status by detecting the presence or absence of antibodies to HIV in the blood. Antibodies are produced by an individual’s immune system to fight off foreign pathogens. Most people have a “window period”, usually 3 to 6 weeks, during which antibodies to HIV are still being produced and are not yet detectable.

This early period of infection represents the time of greatest infectivity, but transmission can occur during all stages of the infection. If someone has had a recent possible HIV exposure, retesting should be done after 6 weeks to confirm test results, which enables sufficient time to pass for antibody production in infected individuals.

Testing and counselling

HIV testing should be voluntary and the right to decline testing should be recognized. Mandatory or coerced testing by a health-care provider, authority or by a partner or family member is not acceptable as it undermines good public health practice and infringes on human rights.

Some countries have introduced, or are considering, self-testing as an additional option. HIV self-testing is a process whereby a person who wants to know his or her HIV status collects a specimen, performs a test and interprets the test results in private. HIV self-testing does not provide a definitive diagnosis; instead, it is a screening test for HIV.

All testing and counselling services must include the 5 C’s recommended by WHO: informed Consent, Confidentiality, Counselling, Correct test results and linkage to Care, treatment and other services.

Prevention

Individuals can reduce the risk of HIV infection by limiting exposure to risk factors. Key approaches for HIV prevention, which are often used in combination, include:

1. Male and female condom use

Correct and consistent use of male and female condoms during vaginal or anal penetration can protect against the spread of sexually transmitted infections, including HIV. Evidence shows that male latex condoms have an 85% or greater protective effect against HIV and other sexually transmitted infections (STIs).

2. Testing and counselling for HIV and STIs

Testing for HIV and other STIs is strongly advised for all people exposed to any of the risk factors so that they can learn of their own infection status and access necessary prevention and treatment services without delay. WHO also recommends offering testing for partners or couples.

3. Voluntary medical male circumcision

Medical male circumcision, when safely provided by well-trained health professionals, reduces the risk of heterosexually acquired HIV infection in men by approximately 60%. This is a key intervention in generalized epidemic settings with high HIV prevalence and low male circumcision rates.

4. Antiretroviral (ART) use for prevention

4.1 ART as prevention

A 2011 trial has confirmed if an HIV-positive person adheres to an effective ART regimen, the risk of transmitting the virus to their uninfected sexual partner can be reduced by 96%. For couples in which one partner is HIV-positive and the other HIV-negative, WHO recommends offering ART for the HIV-positive partner regardless of her/his CD4 count.

4.2 Pre-exposure prophylaxis (PrEP) for HIV-negative partner

Oral PrEP of HIV is the daily use of ARV drugs by HIV-uninfected people to block the acquisition of HIV. Studies have demonstrated the effectiveness of PrEP in reducing HIV transmission among serodiscordant heterosexual couples (where one partner is infected and the other is not), men who have sex with men, transgender women, high-risk heterosexual couples, and people who inject drugs. WHO encourages countries to undertake projects to gain experience in implementing PrEP safely and effectively.

In July 2014, WHO released “Consolidated guidelines on HIV prevention, diagnosis, treatment and care for key populations” which recommended PrEP as an additional HIV prevention choice within a comprehensive HIV prevention package for men who have sex with men.

4.3 Post-exposure prophylaxis for HIV (PEP)

Post-exposure prophylaxis (PEP) is the use of ARV drugs within 72 hours of exposure to HIV in order to prevent infection. PEP includes counselling, first aid care, HIV testing, and administering of a 28-day course of ARV drugs with follow-up care.

In its updated guidelines to be issued in December 2014, WHO recommends PEP use for both occupational and non-occupational exposures and for adults and children. The new recommendations provide simpler regimens using ARVs already being used in treatment. The implementation of the new guidelines will enable easier prescribing, better adherence and increased completion rates of PEP to prevent HIV in people who have been accidentally exposed to HIV such as health workers or through unprotected sexual exposures or sexual assault.

5. Harm reduction for injecting drug users

People who inject drugs can take precautions against becoming infected with HIV by using sterile injecting equipment, including needles and syringes, for each injection. A comprehensive package of interventions for HIV prevention and treatment includes:

  • needle and syringe programmes;
  • opioid substitution therapy for people dependent on opioids and other evidence based drug dependence treatment;
  • HIV testing and counselling;
  • HIV treatment and care;
  • access to condoms; and
  • management of STIs, tuberculosis and viral hepatitis.

6. Elimination of mother-to-child transmission of HIV (eMTCT)

The transmission of HIV from an HIV-positive mother to her child during pregnancy, labour, delivery or breastfeeding is called vertical or mother-to-child transmission (MTCT). In the absence of any interventions during these stages, rates of HIV transmission from mother-to-child can be between 15-45%. MTCT can be nearly fully prevented if both the mother and the child are provided with ARV drugs throughout the stages when infection could occur.

WHO recommends options for prevention of MTCT (PMTCT), which includes providing ARVs to mothers and infants during pregnancy, labour and the post-natal period, and offering life-long treatment to HIV-positive pregnant women regardless of their CD4 count.

In 2013, 67% [62–73%] of the estimated 1.4 [1.3-1.6] million pregnant women living with HIV in low- and middle-income countries received effective antiretroviral drugs to avoid transmission to their children, up from 47% in 2009.

Treatment

HIV can be suppressed by combination ART consisting of 3 or more ARV drugs. ART does not cure HIV infection but controls viral replication within a person’s body and allows an individual’s immune system to strengthen and regain the capacity to fight off infections. With ART, people living with HIV can live healthy and productive lives.

Approximately 11.7 million people living with HIV in low- and middle-income countries were receiving ART at the end of 2013. About 740 000 of those were children.

In 2013, there was a large increase in number of people on ART in low- and middle-income countries –2 million– in a single year.

Paediatric coverage is still lagging behind with 1 in 4 children on ART, compared to 1 in 3 adults. Of all adults living with HIV, 37% were receiving treatment however just 23% of all children living with HIV were receiving these lifesaving medicines in 2013.

WHO response

As the world moves towards reaching the target date for the Millennium Development Goals, WHO is working with countries to implement the Global Health Sector Strategy on HIV/AIDS for 2011-2015. WHO has identified six operational objectives for 2014–2015 to support countries most efficiently in moving towards the global HIV targets. These are to support:

  • strategic use of ARVs for HIV treatment and prevention;
  • eliminating HIV in children and expanding access to paediatric treatment;
  • an improved health sector response to HIV among key populations;
  • further innovation in HIV prevention, diagnosis, treatment and care;
  • strategic information for effective scale up;
  • stronger links between HIV and related health outcomes.

WHO is a cosponsor of the Joint United Nations Programme on AIDS (UNAIDS). Within UNAIDS, WHO leads activities on HIV treatment and care, HIV and tuberculosis co-infection, and jointly coordinates with UNICEF the work on the elimination of mother-to-child transmission of HIV.

Suay Karaman: SUÇLULAR

SUÇLULAR..

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) genel yazmanı olan sevgili dostumuz – kardeşimiz Suay Karaman‘ın “Rennan Pekünlü kumpası” hakkındaki gerçek SUÇLULARI teşhir eden aşağıdaki yazısını biz de altına imza atarak paylaşmak istiyoruz..

Bu süreçlerde TÜMÖD genel başkanının da üzerine düşeni yapmamış olmasından
büyük üzüntü duyuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
01 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

portresi_Anit_Kabir'de

Suay KARAMAN
TÜMÖD Genel Yazmanı

 

27 Kasım 2014 Perşembe günü, ülkemiz ve özellikle İzmir için önemli bir gündü. Önemliydi çünkü Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü emekli öğretim üyesi Profesör Doktor Esat Rennan Pekünlü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na uyduğu ve yüksek mahkeme kararlarını uyguladığı için ceza alarak, Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu’na teslim oldu. Ortaçağ artıklarının yönettiği ülkemizde, laiklik ilkesine, demokrasiye ve cumhuriyete sahip çıktığı için
ceza verilen bir bilim insanı hapse atılmıştır. Türbanla derse girmek isteyen öğrencileri uyaran ve tutanak tutan Rennan Pekünlü’ye, türbanlı öğrencilerin eğitim haklarını engellediği nedeniyle, iki yıl bir ay hapis cezası verilmiştir.
Ancak türbanlı öğrenciler derslere devam etmişler ve derslerden geçmişlerdir. Yani eğitim haklarının engellenmesi gibi bir durum söz konusu değildir,
buna karşın ceza verilmiştir.

27 Kasım Perşembe günü Rennan Pekünlü hapse girmeden önce Bornova Belediyesi Nikah Salonu’nda büyük bir kalabalığa “Evren ve Evrim” konulu bir ders verdi. Herkesin sevgi ve saygı dolu bakışları ile alkışlar arasında dersini tamamlayan
Rennan Pekünlü, Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu bir kez daha kanıtladı. Dersini

  • “Rennan Hoca Gururumuzdur”, “Karanlığa Boyun Eğmeyeceğiz”

sloganları eşliğinde bitiren Rennan Pekünlü, aynı gün öğleden sonra teslim olmak üzere, dostları eşliğinde Foça’ya doğru yola çıktı.

Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu’na gelmeden önce yaklaşık iki km yolu sevenleri ile birlikte şakalaşarak yürüyen Rennan Pekünlü, hüzünlü ama aynı zamanda yarınlar için umut dolu bakışlar eşliğinde, kendisine verilen iki yıl bir ay hapis cezasını çekmek üzere cezaevine girdi. Hapse girmesinin gerçek bir ayrılık olmadığını söyleyen Rennan Pekünlü,

“Bu ayrılık, bütünleştirici anlamda bir ayrılık. Karanlığa boyun eğmeyeceğiz, mücadeleye devam!” sözleriyle sevenlerine veda etti.

Yargılanan, ceza verilen ve hapse atılan Rennan Pekünlü değildir;
laik hukuk devletidir, demokratik cumhuriyettir, üniversitedir, aydınlanmadır, Atatürk ilke ve devrimleridir.

Yaklaşık üç yılı aşkın süren ve Rennan Pekünlü’ye hapis cezası verilmesine neden olan bu süreçte;
– YÖK,
– Ege Üniversitesi Rektörlüğü,
– İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi,
– Yargıtay,
– Anayasa Mahkemesi ve
– türbanlı öğrenciler

anayasayı ihlal suçu işlemişlerdir.

Bu olayın asıl suçluları, süreçteki tüm kişi ve kurumlardır. Üç yılı aşkın süredir devam eden bu davayı bugüne dek görmeyenler, duymayanlar ve
ilgilenmeyenler de bu suça ortaktır.

Anayasa Mahkemesi verdiği kararda;

“Türban dini bir simgedir, laiklik ilkesine aykırıdır, yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılamaz.” demektedir.

Bunun yanında “türbanı yükseköğretim kurumlarında ve kamu kurum ve kuruluşlarında serbest bırakmaya çalışmak ve bunda ısrarcı olmak,
siyasal partiler yönünden kapatma nedenidir.”
şeklinde karar vermiştir ve bu karara göre kimi siyasal partileri kapatmıştır. 2008’de AKP için “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” derken de, bu karara gönderme yapmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği
bu kararlar yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı davranmak,
bu kararların gereğini yapmamak, Türk Ceza Yasası uyarınca suç oluşturmaktadır.

Rennan Pekünlü olayında Anayasa Mahkemesi kararı, dolayısıyla Anayasa
yok sayılarak suç işlenmiş; YÖK, üniversite yöneticileri, savcılar ve yargıçlar
bu suça ortak olmuşlardır. İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, Yargıtay ve
bireysel başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi üyeleri,
açıkça Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe sayan
hukuk dışı bir tutum sergilemişlerdir.

Bütün bu hukuksuzluklar yaşanırken Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’ın gerçeklere aykırı olarak yayınladığı 5 Nisan 2011 tarihli türbanla ilgili gizli genelgesinde “Anayasanın türbana izin verecek şekilde değiştiği” ile savcılığa gönderdiği 21 Kasım 2011 tarihli yazıdaki “YÖK’ün ve üniversitenin
türban yasağına ilişkin bir uygulama talimatı olmadığı”
şeklindeki gerçek dışı bildirimi, Rennan Pekünlü’nün yargılamasını etkilemiş, hedef göstermiş ve
ceza almasını sağlamıştır.
 Yakınmacı öğrenciler gerek savcılıkta, gerekse duruşmalarda Rennan Pekünlü’nün “türban yasağı kaldırıldığı halde kendilerine yasak uygulamaya kalktığını” savunmuşlar ve bu savunmaları da kabul görmüştür.

Böyle bir rektörün zaman yitirmeden istifa etmesi gerekmektedir.

Prof. Dr. Rennan Pekünlü, karanlığı reddeden bilim insanı sorumluluğu ile
insan haklarına ilişkin evrensel hükümleri etkin kılmak için, Anayasa Mahkemesi ve türbanı siyasal İslam’ın sembolü sayan‘ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun biçimde hareket etmiştir. Bunun sonucunda türban konusunda tutanak tutunca, hapis cezasına mahkum edilmiş, bu karar Yargıtayca onanmış, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru da sonuçsuz kalmıştır.

İşlediği bir suç bulunmayan ve suçlu da olmayan Rennan Pekünlü’nün cezaevine konulması, Cumhuriyetin, demokrasinin, laik hukuk devletinin bitirilmesi anlamına gelmektedir.

– Asıl suçlular Rennan Pekünlü’yü cezaevine düşürenlerdir,
– asıl suçlular Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını yok sayanlardır,
– asıl suçlular Atatürk ilke ve devrimlerini yok etmek isteyenlerdir.

Ancak bilinmelidir ki, bütün bu hesapların da sorulacağı aydınlık günler gelecektir.