Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

‘Bir siyasetçi 700 bin liralık saat takamaz!’

 

‘Bir siyasetçi 700 bin liralık saat takamaz!’

Eski bakanlar Zafer Çağlayan ve Egemen Bağış için AK Partinin fire vermesini 700 bin liralık saate ve Bakara Suresi‘ne bağlayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Firelerin yolsuzlukla ilgisi yok. Tepki oylarıdır onlar. 700 bin liralık saate ve Bakara suresine tepki olaylarıdır.” dedi.
DHA
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, 4 eski bakanın Yüce Divan oylaması ile ilgili olarak A Haber televizyonunda açıklamalarda bulundu.
Mehmet Ali Şahin;
“Bir siyasetçi asgari ücretin daha yeni bin liraya çıktığı bir ülkede 700 bin liralık bir saat alamaz kardeşim. Bir diğer arkadaşımızın ise internette yayınlanan konuşmaları var. Kuran-ı Kerim’in bir suresi ile ilgili konuşmalarının hala milletvekillerinin içinde bir sızı olduğunu biliyorum. Firelerin yolsuzlukla ilgisi yok. Tepki oylarıdır onlar. 700 bin liralık saate ve Bakara suresine tepki olaylarıdır.” dedi.
‘700 BİN LİRALIK SAATİ KOLUNDA TAŞIYAMAZ’

Mehmet Ali Şahin, “Bu eski Bakan arkadaşlarımız kusura bakmasın. Dobra dobra ve
AK Parti’nin Genel Başkanvekili olarak konuşuyorum. Bir siyasetçi asgari ücretin daha yeni bin liraya çıktığı bir ülkede 700 bin liralık bir saat alamaz kardeşim. 700 bin liralık bir saati kolunda taşıyamaz. Bu siyasi etik açıdan çok yanlış bir davranıştır. 20-30-40 arkadaşımızın bu nedenle bir tepki oyu kullanarak bu şekilde davrandığını düşünüyorum.” dedi.

‘KONUŞMALARI HALA MİLLETVEKİLLERİNİN İÇİNDE BİR SIZI’

Mehmet Ali Şahin, “Bir diğer arkadaşımızın ise internette yayınlanan konuşmaları var. Kuran-ı Kerim’in bir suresi ile ilgili konuşmalarının hala milletvekillerinin içinde bir sızı olduğunu biliyorum. Gittiğimde konuşuyoruz. Buna bir tepkidir.” diye konuştu.

‘DERS VERMEK AMACIYLA BU ŞEKİLDE DAVRANILDI’

Mehmet Ali Şahin, “Bu arkadaşlarımızın da gerekli sonucu çıkartması gerekiyor.
Üç eski Bakan arkadaşımızdan farklı olarak herhangi bir sorumluluğu olmadığı geniş şekilde kabul göre Erdoğan Bayraktar için 288 oy kullanıldı. Yoksa vekiller aynı tavırlarına
devam ederlerdi. Üç eski bakan arkadaşımıza bazı kişisel kusurları zaafları ve etik olmayan davranışları nedeniyle bir ders vermek amacıyla bu şekilde davranıldığını düşünüyorum. Firelerin yolsuzlukla ilgisi yok. Tepki oylarıdır onlar. 700 bin liralık saate ve Bakara suresine tepki olaylarıdır.” dedi.

============================================

Dostlar,

AKP Genel Başkan Vekili M. Ali Şahin maaşallah pek akıllı olduğundan, hem nalına
hem mıhına vuruyor… 60’lara varan (oylamaya katılmayan ve çekimser oy kullananlar da katılınca) firenin şahin AKP yöneticisine göre “yolsuzluklarla ilişkisi yokmuş..” !?

Breh breh breh.. MA Şahin kendisine genişçe bir politik manevra alanı yaratma peşinde besbelli. Kısa erimde bilemeyiz ama orta – uzun erimde Sn. Şahin de siyasal bedelini ödeyecektir bu taktik – stratejik atağının…

Zaman pek ustaca ayırır, el mi yaman bey mi?

Pazar olan Mehmet Ali bey, pazar ola..
Beden diliniz ve ajitasyon jargonunuz da hani hiç fena sayılmazdı ama…

Sevgi ve saygıyla.
23.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Çözüm süreci hakkında Henri Barkey’in sözlerinin akla getirdiği sorular

Çözüm süreci hakkında Henri Barkey’in sözlerinin akla getirdiği sorular..

Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

Basında yer alan haberlere göre STRATİM isimli düşünce kuruluşunun düzenlediği 5. İstanbul Forumunda bir konuşma yapan Lehigh Üniversitesi öğretim üyesi Henri Barkey: “Türkiye’de bir çözüm süreci yaşanııyor.Burada bir geri dönüş olamaz. Türkiye uzun yıllardır görmediği Kürt sorununu artık milli bir proje olarak ele alıyor. Çünkü çatışma başlarsa bunun Türkiye’nin değişik kentleine sıçrama riski var. Türkiye Hükümeti bunu görüyor.” demiş.

Bu sözler bazı soruları akla getiriyor:

– Çözüm süreci dedikleri Hükümetin bir terör örgütüyle müzakerede bulunması anlamına geliyor. ‘PKK’yla siyasi çözüm bulun’ diyerek bu sürecin başlamasına zemin hazırlayanlar kimlerdi?

– Bu sürecin başlangıcı sayılan Oslo görüşmelerinde üçüncü bir ülke temsilcisinin işi neydi? Onu kim toplantıya davet etmişti? Yoksa o mu Türkiye’yle PKK’yı masaya oturtmuştu?

-Çözüm süreci denilen görüşmelerde Türkiye’nin anayasal yapısının da gündeme getirildiği basında yer alan haberlerden anlaşılıyor. Türkiye’den başka hangi ülke bir terör örgütüyle ülkenin devlet yapısının geleceğini konuşuyor?

– Hangi ülkeye terörü bitirmek için bir terör örgütüyle müzakerede bulunması öneriliyor?

-Fransız Hükümetine Charlie Hebdo dergisine saldırı düzenleyen Yemen El Kaide örgütüyle görüşerek siyasi çözüm aramasını öneren var mı?

-ISIS ile masaya oturup müzakere edelim diyen var mı?

Nijerya Hükümetine Boko Haram’la masaya oturup müzakere edin diyen çıkıyor mu?

– Türkiye’nin Kürt sorununu uzun yıllardan beri göremediği, ancak şimdi AKP iktidarının gördüğü doğru bir tespit mi? Ana muhalefet partisinin yıllarca önce hazırladığı Kürt raporunu acaba Batı’da okuyan olmadı mı? Yoksa Kürt sorunuyla terör sorunu birbirine mi karıştırılmak isteniyor?

– Bir terör örgütünü belirli bir etnik grubun temsilcisi olarak görmek mümkün mü? Böyle bir yaklaşım terörü teşvik etmez mi? Güçlendirmez mi?

– Çözüm sürecinden geri dönüş olamaz ne demektir? Hükümetin doğru bildiği için mi (bizce yanlış), yoksa eli mahkum olduğu için mi PKK’yla görüştüğü düşünülüyor?

-Şimdi izlenen politikanın bir milli proje olduğu nereden çıkarılıyor? Bu politikanın çerçevesi Mecliste mi saptandı?

-Bu süreçten geri dönüş olursa çatışma çıkacağı ve bunun değişik kentlere sıçrayacağı, Türk hükümetinin de bunu gördüğü iddiası bir bilgiye mi, yoksa bir tahmine mi dayanıyor?

-Yoksa bu tehlikeli olasılık Türkiye’yi müzakere masasında tutmak için bir baskı unsuru gibi mi kullanılmak isteniyor?

İstanbul’daki toplantda Henri Barkey’in bu görüşlerine karşı çıkan ve yukarıdakilere benzer sorular soranlar çıkımış mıdır bilmiyoruz. Ancak görülen o ki, Türkiye’ye yön vermek isteyenler sivil toplum örgütleri ve basın yoluyla siyasi kararları etkilemeye çalışıyorlar.

Onlar, belki de bu Cumhuriyeti yabancıların telkinleriyle, baskılarıyla karar almayı reddeden ve tam bağımsızlığı devletin en temel ilkelerinden biri sayan insanların kurduğunu bilmiyorlar.

Onlara vereceğimiz cevap şudur: Gölge etmeyin başka ihsan istemiyoruz.

Saygılar, sevgiler.

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 21 Ocak 2015


ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 21 Ocak 2015

 portresi_kucuk

 


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

PARTNER

CHP’li Murat Özçelik, ”ABD, CHP’ye çok iyi bir partner olarak bakıyor.”
Atatürk “Bağımsızlık benim karakterimdir” demişti. CHP’liler biliyor…

YÜRÜYÜŞ

“Soykırım yapmadık vatanımızı savunduk” diyen Türk çocukları
Perinçek davası için Strasbourg’a yürüyor.

Bazı CHP’li vekillerin de dahil olduğu çocuklar da
“Yüzleşin Hrant’la – soykırımla” afişinin arkasında…

REKLAM

AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu,
”600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası bitti”
4 doğur, 4 karılının eşi ol, mahkemede yarım adam sayıl, mirastan yarım pay al..
reklamları bir de öyle izle…

LALECİ

Reklam arası AKP’li vekil, lale tüccarı imiş. Boşuna yalamalık etmemiş…

ÖZGÜRLÜK

Ensar Kardeşlik Platformu fikir özgürlüğüne karşı eylem özgürlüğü tehdidi savurdu.
Gericiliğin durumu…

BİAT

Davutoğlu’na göre Cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna başkanlık etmesi normal.
Başbakanın başbakanlık yapması anormal…

AKP’Lİ

RTE, KaçAKsaray’da  AKP’lilerle toplantılar yaptı.
AKP’nin cumhurbaşkanı…

YALANCI

Zafer Çağlayan düğüne 4500 kişi geldi demişti. Salon 1400 kişilik.
At martini bre Zafer dağlar inlesin…

HASIM

AKP Gen. Bşk. Yrd. Şentop, “AKP’nin muhalifleri, hasımları Türkiye’nin hasımlarıdır.” dedi.
Millete saygısızlıkta liderlerini de geçti…

ZÜBEYDE

AKP’nin Ankara Belediyesi, KaçAKSaray’a giden Zübeyde Hanım caddesinin
adını değiştirdi. İsmin daha büyük bir caddeye verileceği açıklandı.
RTE’nin gidip görmeyeceği bir yer olur. Zübeyde Hanım da rahat uyur…

VAN MİNIT

RTE’nin “bir daha gitmem” dediği Davos’a Davutoğlu ve dört bakan gidiyor.
Fayf minits…

DURUŞ

KaçAKsaray’ın toplantı salonuna Atatürk fotoğrafı kondu.
Gölgesine muhtaçsınız…
(AS: Biz de yuttuk, geçen toplantıda hazırlıklar bitmemiş de ondan asılmamışmış!?
En önce bitirilecek iş ATATÜRK’ün fotoğrafını asmak değil mi? Kamuoyundan büyük tepki alınca geri adım… Utanmaz sığ politikalar..)

ETEK

Marmaris’te kız öğrencilerin eteklerine karıştılar.
Laiklikte reklam arası..

ARTIK

Mehmet Metiner, kendini eleştiren kadınlara “Cumhuriyet artıkları” dedi.
Vekil artığı…

KIYAK

Milletvekillerine yeni avantajlar kapıda.
İşbirliği kıyakta…

TTB : Hastanelere din görevlisi uygulaması kabul edilemez!

 

Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği, Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü” ile ilgili basın toplantısı düzenledi. TTB’de bugün (19 Ocak 2014) düzenlenen basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TPD Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesi Prof. Dr. Meram Can Saka ve Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya katıldılar.

Basın toplantısının açılışında konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan,
ciddi biçimde itiraz edilmesi gereken bir durumla karşı karşıya olunduğunu belirtirken,

  • “Hastaların ruhsal desteğe ihtiyacı olabilir ama bunun alanında eğitim almış sağlık personeli tarafından verilmesi gerekmektedir. Bunun aksi bilim dışı ve tehlikelidir.”

diye konuştu.

İlhan’ın konuşmasının ardından, ortak basın açıklamasını TPD MYK üyesi Prof. Dr. Meram Can Saka okudu. Sağlık Bakanlığı’nı bu protokolü iptal etmeye çağıran Saka, vatandaşları da bu tarz uygulamaların dini hassasiyetlerle ilgili olmadığını bilerek hükümete itiraz etmeye, herkes için ulaşılabilir, nitelikli, yaygın sağlık ve ruh sağlığı hizmeti talep etmeye çağırıyoruz” dedi.

TPD Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya da, protokolün çerçevesinin belirsiz olduğuna dikkat çekerek, “Bu, psikoterapik müdahalenin din görevlisi tarafından yapılabileceği anlamına geliyor. Bu durumda bizim uyguladığımız tedaviye de zarar verecek durumlar oluşabilir. Bu son derece tehlikelidir.” diye konuştu. Kaya, bu uygulamaya benzer örneklerin uzun süredir çeşitli alanlarda da yaşama geçirilmeye çalışıldığını belirterek,
bunun AKP Hükümeti’nin ideolojik tercihinin bir yansıması olduğunu söyledi.

TTB_logosu

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
ORTAK BASIN AÇIKLAMASI – 19 OCAK 2015

SAĞLIK HİZMETLERİ GÜNBEGÜN KÖTÜYE GİDERKEN
HASTANELER
E DİN GÖREVLİSİ GÖNDERMEK KABUL EDİLEMEZ

7 Ocak 2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü” adı altında kabul edilemez bir uygulamaya imza atmışlardır. Bu protokolle binlerce din görevlisinin hastanelerde görevlendirilmesini,
steril sülük tedavileri, hacamat tedavileri gibi bilim dışı uygulamalarla başlayan
sağlık hizmetlerin ortaçağ karanlığına çekilmeye çalışılması sürecinin bir parçası olarak görüyoruz.

Açıklamalarda Batı ülkeleri örnek verilmekte ve hastaların dini destek almalarının bir hak olduğu ifade edilmekte, çok gecikmiş bir hizmet vermenin heyecanı içinde olunduğu dile getirilmektedir. Bizler ise sorumluları, bir devletin ana görevlerinden biri olan sağlık hizmetlerinin niteliğini yükseltme yönünde çalışmalar yapmaya davet ediyoruz.
Örnek verilen Batı ülkelerinde ve atıf yapılan uluslararası sözleşmelerde sağlık hakkı temel insan haklarından biridir ve sağlık hizmetleri Türkiye’de günden güne kötüye gitmektedir. Nüfusun bir bölümü sağlığa erişim hakkına bile sahip olamamakta, alınan muayene, tedavi, ilaç katkı payları nedeniyle gerçek anlamda tedaviye ihtiyacı olan kişiler sağlık kurumlarına başvuramamakta, ilaçlarını almakta zorluk yaşamaktadır; izlenen ilaç ücretlendirme politikaları nedeniyle bazı ilaç şirketleri yeni ve etkin ilaçlarını Türkiye piyasasından
çekme kararı almaktadırlar.

Bir psikiyatrist günde 60 hasta görmeye zorlanırken, ruh sağlığı hizmetlerinde görevlendirilecek psikolog, psikolojik danışmanlık ve rehberlik mezunu, hemşire bulunamazken, ağır psikiyatrik hastalığı olan kişiler yatak yokluğu nedeniyle kurumdan kuruma gönderilirken 2000 kişilik kadronun dini destek adı altında kullanılması,
hasta yararının gözetilmediği, siyasal kaygılarla alınmış, yanlış bulduğumuz bir tercihtir.

Tıp bilim dalı ve sağlık hizmetleri, tüm dünyada bilimsel yöntemlerle bu eğitimi almış
sağlık çalışanlarınca yürütülmektedir. Sağlık kurumlarında hastaların ruhsal ve sosyal açıdan desteklenmesi, ruh sağlığı çalışanlarının görevidir. Sağlık kurumlarında görev alan psikiyatrist, psikolog / klinik psikolog, psikolojik danışman, sosyal hizmet uzmanları, psikiyatri hemşiresi gibi meslek alanlarına sahip ruh sağlığı çalışanları hastalara ruhsal destek ve danışmanlık hizmetlerini vermektedir. Ruhsal destek ve danışmanlığı sadece dini ve manevi destek gibi görme anlamına gelen söylem ve uygulamalar kabul edilemez.

Bu sözleşmede bahsedilen hizmetin Dünya Sağlık Örgütü tarafından da kabul edilen Evrensel Hasta Hakları’nın bir parçası olarak kabul edildiği, aynı zamanda 1981’de Lizbon Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi‘nde de bu hizmetin maddeler arasında
yer aldığı vurgulanmaktadır. Oysa Bildirgede dinsel desteğin kapsamı ile hastanın fiziksel
ya da ruh sağlığını tedavisi değil, kendi dinsel ritüellerini gerçekleştirme, inancının gereği olan davranışları sergileme hakkından söz edilmektedir. Bu uygulama ile yapılmak istenen, çağdaş tıbbi uygulamanın yerine dinsel telkin ve yönlendirmelerin konma çabasıdır.
Lizbon Bildirgesi dini telkin, manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmeti gibi
bir uygulama tanımlamamaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, tüm dünyada en sık karşılaşılan 10 hastalıktan 3’ü ruhsal hastalıklardan oluşmaktadır. Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalarda ruhsal sorunları olan kişilerin önemli bir kısmının din adamları gibi ruh sağlığı çalışanı olmayan kişilere başvurduğu ve tedavi sürecinin çareyi doğru yerde aramamak sebebiyle aksadığı bilinmektedir. Bu Protokol ile bu tür başvuruların özendirileceği ve hastalarımızın sağlık hizmetinin aksayacağı akılda tutulmalıdır. Hastaların dini düşünceleri ile sağlık hizmetlerinin aynı başlık içinde tutulması, bir bilim dalı olan Tıbbın Ortaçağ karanlığına çekilmesi anlamına gelmektedir.

Yukarıdaki ele alınan tüm başlıklar dikkate alındığında bizler hekimler ve ruh sağlığı çalışanları olarak:

Sağlık Bakanlığı’ bu protokolü iptal etmeye; ruh sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi için bilim ve uzmanlığı temel alan gerekli yaklaşımları geliştirerek somut adımlar atmaya
davet ediyoruz.

Vatandaşlarımızı sağlık hizmetlerine sahip çıkmaya, ortaçağdan kalma, hasta yararını gözetmeyen bu tarz uygulamaların dini hassasiyetlerle ilgili olmadığını bilerek
hükümete itiraz etmeye, herkes için ulaşılabilir, nitelikli, yaygın sağlık ve ruh sağlığı hizmeti talep etmeye çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu

Davutoğlu ağzını topla!


Davutoğlu
ağzını topla!

portesi


Soner YALÇIN
SÖZCÜ
21.1.15

 

Adı, “Ke­rim Sa­di­” mi?..
Yok­sa, “A. Cer­ra­hoğ­lu­” mu?..
“Nev­zat Cer­rah­la­r” ola­bi­lir mi?..
Ya da; “Ah­met Nev­zat Cer­ra­hoğ­lu­” mu?..
Bir ay­dın dü­şü­nün…
50 yıl­lık ya­zı ya­şa­mı bo­yun­ca hep müs­te­ar ad kul­lan­mak zo­run­da
kal­dı!
Çün­kü, sos­ya­list­ti. Mark­siz­m’­le il­gi­li on­ca ki­ta­ba ve çe­vi­ri­ye im­za
at­mış bir en­te­lek­tü­elin ya­şa­mı, bu top­rak­lar­da so­lun ne de­re­ce bas­kı
al­tın­da ol­du­ğu­nun so­mut ger­çe­ği­dir.
Ge­çen ey­lül ayın­da Be­yoğ­lu Sa­haf­lar Fes­ti­va­li­’n­de bir des­te ha­li­ne ge­ti­ril­miş ki­tap­la­rı­nı gö­rün­ce, şa­şır­dım. On­ca yıl sa­haf­lar­da tek tek
bu­la­bil­di­ğim ki­tap­la­rı des­te ha­lin­dey­di. Öğ­ren­dim ki, bir ak­ra­ba­sı­nın evi­nin bod­rum ka­tın­da bu­lun­muş­tu.
Ne­ler yok­tu ki ka­le­me al­dık­la­rı ara­sın­da; “İn­sa­ni­yet Kü­tüp­ha­ne­si­”n­den “Karl Mark­s”; “İş Üc­re­ti Ne­di­r”; “E­ko­no­mi­ci­lik Ef­sa­ne­si­” gi­bi on­lar­ca bro­şür-ki­tap yaz­dı, çı­kar­dı.
Ke­za:
“İs­la­mi­yet ve Sos­ya­lizm Bağ­da­şa­bi­lir mi?”;
“Mu­ham­med ve İs­la­mi­ye­t”
gi­bi eser­le­rin­de bu­gün ha­la tar­tı­şı­lan,
“Sos­ya­lizm di­ne kar­şı mı­dı­r?” gi­bi so­ru­la­ra ya­nıt­lar ver­di.
“Ke­rim Sa­di­”yi en sert eleş­ti­ren­le­rin ba­şın­da Dr. Hik­met Kı­vıl­cım­lı var­dı. Ha­yır, me­se­le İs­la­m’­ın, sos­ya­lizm ile bağ­daş­ma­sı de­ğil­di.
Tar­tış­ma ko­nu­su, Mark­siz­m’­i bi­lip bil­me­mek­ti. Yok­sa, Hik­met
Kı­vıl­cım­lı da İs­la­mi­yet ile sos­ya­lizm ara­sın­da­ki iliş­ki ko­nu­sun­da
ay­nı gö­rüş­tey­di.
Öy­le ki…
Hik­met Kı­vıl­cım­lı, di­ni po­li­ti­ka­ya alet et­mek­ten (es­ki TCK 163) yar­gı­la­nan ilk Mark­sis­t’­ti! Su­çu;Eyüp Sul­ta­n’­dan çı­kan ca­mi
ce­ma­ati­ne sos­ya­lizm ile İs­la­m’­ın or­tak nok­ta­la­rı­nı an­lat­ma­sıy­dı…
Pe­ki…
Bu gi­ri­şi ni­ye yap­tım?..

Sosyalist tarikat

Ahmet Davutoğlu meselesine geleceğim. Ama…
Size bir ismi daha tanıtmam lazım: Abdülaziz Mecdi Tolun.
İstanbul’da Fatih Türbedarı Ahmet Amiş Efendi’nin sohbetinden etkilendi. Vahdet-i Vücutfelsefesiyle tanışması hayatının yönünü değiştirdi.
Yaptığı iyilikleri -gösteriş olur endişesiyle- göstermeyen; yaptığı kötülükleri ise -nefsiyle mücadele etmek amacıyla- açığa vuran “Horasan Erenleri” Melamiler’den etkilendi.
Dinciliğe karşı çıktıkları için ağır bedeller ödeyen Ömer Sikkini,  Bünyamin Ayaşi, İsmail Maşuki, Hamza Bali, Nur’ul Arabi gibi “kutub”ların yoluna girdi.

Derisi yüzülerek öldürülen Melami Ozan Nesimi ne diyordu:

“Ben Melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar-ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne??..”

Kitaplar yazdı; kitaplar çevirdi.
İttihatçı’ydı. 1908’de Balıkesir’den İttihat ve Terakki Fırkası listesinden mebus seçildi.
“Kerim Sadi”, yazdığı, “İslamiyet ve Osmanlı Sosyalistleri” adlı broşür kitabında Abdülaziz Mecdi’nin (Tolun), sosyalizmi nasıl anladığı ve ne dereceye kadar kabul ettiğini şöyle yazdı:
Mecdi Efendi, Batı dünyasındaki ekonomik, sosyal ve ahlaki çöküntüyü tenkit ediyor; kapitalist medeniyete çatıyor; ve hadislere dayanarak sosyalizm ile İslamiyet’i belli sınırlar içinde ve işçi sınıfının aktüel meseleleri bakımından uzlaştırmaya çalışıyordu.
Mecdi Efendi’ye göre işçinin haklarını korumak insanlık icabıdır.
İşçi sınıfının haklarını korumağa ve kafalarını aydınlatmaya çalışan Osmanlı sosyalistleri, insanlığa karşı önemli bir görev yerine getirmiş oluyorlardı. (…)
Onun inancına göre, memleketimizde sosyalizm bundan ileriye adım atamazdı. Atarsa hem sosyalistler hem memleket bundan zarar görürdü. (…) Görülüyor ki, Mecdi Efendi sosyalizmi mutedil ve aşırı olarak ikiye ayırıyor; ve İslam dininin mutedil sosyalizmle rahatça bağdaşabileceği tezini savunuyor.
İslam’da sosyalist esaslar bulan Mecdi Efendi’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, mutedil bir sosyalistlik gerçekleşebilir ve gerçekleşmelidir.”
Peki….
Abdülaziz Mecdi Tolun, Melamiler içinde sosyalizme inanan tek kişi miydi?
Hayır!
“Kerim Sadi”, Hikmet Kıvılcımlı gibi kadri kıymeti bilinmeyen
bir diğer Marksist; Abidin Nesimi’ydi.“Yılların İçinden” adlı
anı kitabında Melamiler’in siyasal amacını yazdı:
“Balkanlar’da; ya sosyalist bir federasyon ya da İslami bir sosyalist Melami federasyonunun kurulması gerekliydi.”
Abidin Nesimi’ye göre; Melamiler’in İstanbul’daki şeyhi
Terlikçi Salih, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikast dolayısıyla tevkif edilip Sinop’a sürüldü. “Sinop’ta (geleceğin
TKP lideri) Mustafa Suphi ile konuştu ve Mustafa Suphi’yi etkiledi.

“Melamilik ve Melamiler” araştırmasını ilk yapan kişi, tasavvuf dünyasını en iyi bilen tarihçi Abdülbaki Gölpınarlı idi. Polis raporuna göre, TKP’ye katılan ilk öğretim üyesiydi. 1944 “Komünist Tevkifatı”nda cezaevine atıldı. Duruşmalarda “Müslüman Sosyalist” olduğunu hiç saklamadı…
Evet, bu bilgilerden sonra gelelim asıl konumuza…

Güya Profesör!

İslamiyet ve sosyalizm ilişkisi konusunda sanırım verdiğim örnekler yeterlidir.
Bu konuya niye girdim?
Hayır, tahmin ettiğiniz gibi, yaptığı karikatürler nedeniyle
terör saldırısına uğrayan Fransız Charlie Hebdo değil!

Evet, yazının nedeni Ahmet Davutoğlu! Buyurmuş ki:

CHP, İslam’a, Hz. Muhammed’e saldıranlara sahip çıktı!

Bu 100 yıllık koca bir İngiliz yalanıdır…
Osmanlı Müslümanlarının, özellikle 1917’deki Bolşevik Devrimi’nden sonra sosyalizme ilgi duymasından rahatsız olan İngilizler,
“sosyalistler dine karşıdır” yalanını piyasa sürdü.
(Öbür yalanı ise, “kadınlar ortak kullanılıyor” idi!)

  • Güya “profesör” olan Davutoğlu;
    hâlâ bu tür pespaye yalanlara sığınıyor!

Geçen yıl…
Bugün bu satırları yazdığım gün kaybettiğim rahmetli babam; orucunda, namazında inançlı bir Müslüman’dı ve CHP üyesiydi...
Kimse rahmetli babamın partisi ve solcular hakkında,
“Hz. Muhammed’e saldıranlara arka çıktılar”diyemez!
Yeter artık…

Davutoğlu ağzını topla!

=====================================

Dostlar,

Ağzına – kalemine sağlık sevgili Soner Yalçın‘ın..

Başbakan Davutoğlu‘nun bu yalanı, bir insan olarak bizim
yüzümüzü kızartıyor.
Önceki yıl Kabataş’ta bir başörtülü kadının dövülmesi ve 
Dolmabahçe camisinde bira içilmesi yalanları da dönemin
Başbakanı Bay RTE tarafından tüm Türkiye’ye söylenmişti.
Üzüm üzüme baka baka mı kararıyor?
Balık baştan mı kokuyor?
Hangisi, hangisi??
Başbakan olmuş bir insan böylesine apaçık halkına yalan söyler mi,
hem de çok ağır iftira atarak?! Ne uğruna?
Çirkin siyaset ve bir avuç oy uğruna..
Yazıklar olsun..
Bu davranışa (yalan söyleme ve iftira atma!) İslam Dininde yer var mı?
Hz. Muhammed’in karikatürleri çizildi diye kıyamet koparanlar,
(Charlie Hebdo dergisi basılarak toplamda 12 cana kıyıldı!)
aslında İslam dinine ve Muhammet Peygamberin anısına – mirasına
çok daha büyük saygısızlık etmiyor mu??
Üstelik de suret-i haktan görünerek??

Ne güzel sormuştu Prof. Örsan K. Öymen, 08.01 2015 günü AYDINLIK‘ta ter alan makalesinde :

Bu AKP’liler Müslüman mı??

Sevgi ve saygıyla.
21.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Yılmaz ÖZDİL : Yüce Divan Yüce Meclis


Yüce divan Yüce meclis

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

 

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ
, 21.1.15

 

 

TBMM lokantasında indiragandi yapıldığı ortaya çıktı.
Meclis personeli olan aşçı ve garsonların, bir özel restoranda
ücretsiz olarak çalıştırıldığı anlaşıldı. TBMM lokantasındaki
yemekler-tatlılar, makam araçlarıyla bu restorana taşındı.
*
TBMM’nin çay ocaklarında katakulli yapıldığı ortaya çıktı.
Çay ocaklarından elde edilen parayla, Meclisteki üst düzey yöneticilerin rant sağladığı iddia edildi.
*
TBMM’nin temizlik malzemesi alımında dümen yapıldığı ortaya çıktı. Adrese teslim ihaleyle tek bir firmanın işaret edildiği anlaşıldı. Öbür firmaların şikayeti üzerine, rekabet şartları oluşmadığı için,
ihale iptal edildi.
*
TBMM’nin bulaşık malzemesi alımında tezgah kurulduğu
ortaya çıktı.
TBMM destek hizmetleri başkanlığı gayet güzel ihale yaptı. İhaleye katılan firmalardan biri Kamu İhale Kurulu’na itiraz etti, ihaleye giren firmalardan hiçbiri şartnameye uymuyor dedi.
Bi baktılar… Hakikaten ihaledeki gayet güzel firmaların hiçbiri şartnameye uymuyordu. Gayet güzel ihale iptal edildi.
*
TBMM’nin kamera sistemi alımında dolap çevrildiği ortaya çıktı. Şartnameye eklenen tuhaf yasaklar sebebiyle, önde gelen firmalar ihaleye katılamadı. Maliyet şişirildi. TBMM Bilgi İşlem’de görevli
bir mühendis, Yargıtay Başsavcılığı’na şikayet dilekçesi verdi,
inceleme başlatıldı. İhale iptal edildi.
*
TBMM’nin server alımında alavere dalavere ortaya çıktı.
Bilgi İşlem Dairesi’nin ihalesiyle, üretimden kalkmış cihazların
satın alındığı iddia edildi. Üstelik, satın alınan sistemin, Meclisteki mevcut server sistemiyle uyumlu olmadığı öne sürüldü.
Yargıtay Başsavcılığı soruşturma başlattı.
*
TBMM’ye bağlı saray ve kasırların talan edildiği ortaya çıktı.
Gümüş şamdanlar, ziller, masa örtüleri, abajurlar buhar oldu.
*
TBMM Vakıfbank şubesinin soyulduğu ortaya çıktı.
Kapıya anahtar uydurularak girildiği ve 150 adet para çekme kartının araklandığı anlaşıldı.
*
TBMM kafeteryasındaki LÖSEV bağış kutusunun çalındığı ortaya çıktı. TBMM basın bürosundaki dizüstü bilgisayarın çalındığı ortaya çıktı. TBMM halkla ilişkiler binasındaki milletvekili odasından
Kuran’ı Kerim çalındığı ortaya çıktı. TBMM tuvaletinde unutulan çantadan iki bin lira çalındığı ortaya çıktı. TBMM başkanlığı,
son 11 yılda TBMM’de 17 hırsızlık olayı yaşandığını, fotoğraf makinesi, cep telefonu, cüzdan, döviz, hatta altın çalındığını açıkladı.
*
TBMM’nin sağlık faturalarında dolandırıcılık yapıldığı ortaya çıktı. Hastanede beş gün yatıp, 266 gün yattım diye fatura getiren var. Sahte ilaç reçeteleri tespit edildi.

– Haftada beş gün tahlil yaptırdığını,
– iki ayda bir gözlük değiştirdiğini,
32 dişine implant çaktırdığını iddia eden milletvekillerimiz var.
*
TBMM’de 1069 adet dokunulmazlık fezlekesi olduğu ortaya çıktı. Yargılanmayı bekleyen dosyalar arasında;

– ihaleye fesat karıştırma var,
– kaçakçılık var,
– nitelikli dolandırıcılık var,
– kalpazanlık var,
– resmi evrakta sahtecilik var,
– zimmet var,
– karşılıksız çek var,
– görevi kötüye kullanma var.
*

TBMM’de 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilip gönderilmemesi konusunda oylama yapıldığı ortaya çıktı.

==================================

Dostlar,

Dün bu gün SÖZCÜ‘den ve çok değerli yazarlarından çok alıntı yaptık..
Sanırız yanlış olmadı..

Bu yazılar gerçekten son derece önemli idi ve paylaşılması gerekiyordu.
Yazanları ve de SÖZCÜ Gazetesi’ni kutlayıp teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygıyla.
22.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yandaşa peşkeş zihniyeti sağlık sistemini çökertti!

Yandaşa peşkeş zihniyeti
sağlık sistemini çökertti
!

CHP Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı Dr. Ay­tun Çı­ray,
Uğur Dün­da­r’­a ik­ti­da­rın övün­dü­ğü sağ­lık sis­te­mi­nin gel­di­ği nok­ta­yı ör­nek­le­riy­le an­lat­tı… 

Uğur Dündar

SÖZCÜ, 21.1.15

Çıray, AKP’nin sağlık sisteminin çöktüğünü şu örneklerle dile getirdi:

  • Şehir hastanelerinde özel sektöre 29.9 milyar lira peşkeş çekildi.
    90 milyon Euro’luk grip aşısı aldılar… Ki bu paraya devlet aşı fabrikası kurardı. Performans sistemi yüzünden binlerce hasta boş yere ameliyat edildi. Çekilen MR sayısı patladı. Her birey adeta küçük ölçekte
    atom bombasına maruz kaldı.”

Sev­gi­li okur­la­rım,

CHP İz­mir Mil­let­ve­kil­li ve Par­ti Mec­li­si Üye­si Dr. Ay­tun Çı­ray,
yıl­lar­ca Sağ­lık Ba­kan­lı­ğı Müs­te­şar­lı­ğı yap­tı.
Ye­şil Kart uy­gu­la­ma­sıy­la, Sağ­lık Re­for­mu ça­lış­ma­la­rı­nı O baş­lat­tı.

Ön­ce­ki gün bu ça­lış­kan mil­let­ve­ki­liy­le uzun uzun ko­nuş­tum.
Ge­rek tek­nik ko­nu­la­ra egemen si­ya­set­çi kim­li­ği, ge­rek­se he­kim gö­züy­le an­lat­tık­la­rı tüy­le­ri­mi ür­pert­ti. Öy­le­si­ne çar­pı­cı ger­çek­le­re de­ğin­di ki, an­lat­tık­la­rı­nı siz­ler­le pay­laş­ma­nın, ta­ri­hsel bir ga­ze­te­ci­lik gö­re­vi
ol­du­ğu­na ka­rar ver­dim. İş­te o soh­bet­te Ay­tun Çı­ray’­a yö­nelt­ti­ğim
so­ru­lar ve ver­di­ği sar­sı­cı yanıt­lar:

UĞUR DÜN­DAR (U.D.): AKP ik­ti­da­rı Sağ­lık­ta Dö­nü­şüm Pro­je­si adı­nı ver­di­ği pro­je­yle bir dö­nem top­lum­da çok prim yap­tı ve salt
bu ne­den­le önem­li oran­da oy al­dı. Bu­nu na­sıl izah edi­yor­su­nuz
ve siz ol­sa­nız ay­nı şey­le­ri ya­par mıy­dı­nız?

Dr. AY­TUN ÇI­RAY (A.Ç.): Sağ­lık Re­form Pa­ke­ti be­nim müs­te­şar ola­rak ba­şın­da bu­lun­du­ğum ekip­çe ha­zır­lan­mış ve kal­kın­ma pla­nı
he­def­le­ri içi­ne alın­mış­tı. An­cak ha­ya­ta ge­çi­ril­me­si için “va­tan­daş­lık
nu­ma­ra­sı­” ça­lış­ma­la­rı­nın bit­me­si ge­re­ki­yor­du. O da AKP hü­kü­me­ti
dö­ne­min­de bit­ti ve böy­le­ce adı Sağ­lık­ta Dö­nü­şüm Pro­je­si ola­rak
de­ğiş­ti­ri­len uy­gu­la­ma­lar baş­la­tıl­dı. Bu çer­çe­ve­de ilk ola­rak SSK ve
dev­let has­ta­ne­le­ri tek ça­tı al­tın­da top­lan­dı, has­ta­ne ec­za­ne­le­ri ye­ri­ne ilaç­lar özel ec­za­ne­ler­den alın­ma­ya baş­lan­dı. Bu du­rum do­ğal ola­rak
has­ta kuy­ruk­la­rı­nı azalt­tı. Sağ­lık per­so­ne­li için baş­la­tı­lan per­for­mans sis­te­mi dev­re­ye gir­di. Her yer­den, da­ha son­ra ço­ğu ba­ta­cak olan özel
po­lik­li­nik­ler fış­kır­dı. İş­le­mez ha­le gel­miş sağ­lık sis­te­min­den son­ra bu hiz­met­ler hem va­tan­daş­lar, hem de sağ­lık­çı­lar için çok önem­li bir
ye­ni­lik ola­rak al­gı­lan­dı. Baş­ta dok­tor ve ec­za­cı­lar ol­mak üze­re
sağ­lık per­so­ne­li bu sis­te­min do­ğal rek­lam­cı­la­rı ol­du­lar.

AK­P’­NİN SAĞ­LIK RE­FOR­MU ÇÖK­TÜ

U.D. : Pe­ki bun­la­rın hep­si yan­lış mıy­dı?

A.Ç. :
Ta­bi­i ki ha­yır. Çok iyi baş­la­mış­lar­dı ve kuy­ruk­lar­da azal­ma
ol­muş­tu. Sağ­lık hiz­met­le­ri­ne ula­şım­da da me­sa­fe alın­mış­tı. Ama bun­lar ger­çek­le­şir­ken çok pa­ha­lı bir hiz­met olan sağ­lı­ğın fi­nans­ma­nı ih­mal edil­di. Her alan­da ol­du­ğu gi­bi sağ­lık­ta da AK­P’­nin “yan­daş­la­ra
peş­ke­ş”
zih­ni­ye­ti dev­re­ye gi­rin­ce de sis­tem çök­tü.

U.D. :
Peş­keş der­ken ne­yi kas­te­di­yor­su­nuz?
Bu­na ör­nek ve­re­bi­lir mi­si­niz?


A.Ç. :
Sa­yın Dün­dar, o ka­dar çok ör­nek var ki… İs­ter­se­niz bir dö­nem
si­zin de gün­de­me ge­tir­di­ği­niz şe­hir has­ta­ne­le­rin­den baş­la­ya­lım.
İn­gil­te­re ve Ka­na­da gi­bi ül­ke­ler­de uy­gu­lan­dı­ğın­da çok bü­yük ka­mu
za­ra­rı­na ne­den olan mo­da­sı geç­miş de­va­sa “şe­hir has­ta­ne­le­ri­” mo­de­li­ni ha­ya­ta ge­çir­me­ye baş­la­dı­lar.

Bu sis­tem­de dev­let özel sek­tö­re be­da­va ara­zi ve­ri­yor. Özel sek­tör bu ara­zi­ye de­va­sa has­ta­ne­ler ya­pı­yor. Ve son­ra dev­let bu bi­na­la­rı özel
sek­tör­den 25 yıl­lı­ğı­na ki­ra­lı­yor. Şir­ket­le­re öde­ne­cek pa­ra­lar ve
söz­leş­me­le­rin çok önem­li ay­rın­tı­la­rı ise ka­mu­oyun­dan giz­le­ni­yor.
Bu sis­tem­de 25 yıl için özel sek­tö­re peş­keş çe­ki­len mik­tar ne ka­dar
bi­li­yor mu­su­nuz? Mer­sin ve Ada­na has­ta­ne­le­ri ha­riç 29.9 mil­yar li­ra… Ya­ni es­ki pa­ray­la 29.9 kat­ril­yon li­ra… Bu he­sap­la­ra şe­hir için­de
yı­kı­la­cak mev­cut has­ta­ne­le­rin ar­sa­la­rı­nın ran­tı da­hil de­ğil. On­la­rı da
da­hil et­ti­ği­niz­de kar­şı­mı­za du­dak uçuk­la­ta­cak bir rant tab­lo­su çı­kı­yor. Üs­te­lik bu yı­kım­lar ne­de­ni ile ya­tak sa­yı­sın­da ar­tış da ol­mu­yor!

90 MİL­YON EU­RO­’LUK AŞI AL­DI­LAR

U.D. : İna­nıl­maz bir ra­kam ve ina­nıl­maz bir peş­keş pla­nı…

A.Ç. : Da­ha­sı var; Kuş Gri­bi için alı­nan ilaç­la­rı im­ha et­ti­ler.

  • “Do­muz Gri­bi­” di­ye­rek ve hal­kı­mı­zı kor­ku­ta­rak,
    ol­ma­yan bir has­ta­lı­ğın işe ya­ra­ma­ya­cak aşı­sı­na
    90 mil­yon Eu­ro öde­di­ler.

Eğer ben bu ko­nu­yu gün­de­me ge­tir­me­sey­dim top­lam 226 mil­yon Eu­ro öde­ye­cek­ler­di. Bu­nu en­gel­le­dim. Bir aşı fab­ri­ka­sı­nın 60-90 mil­yon
Eu­ro­’ya ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nür­sek, bu bü­yük skan­da­lın ül­ke­ye
ma­li­ye­ti­nin bo­yut­la­rı da­ha iyi an­la­şı­lır.

KÜR­TAJ TAR­TIŞ­MA­SI­NIN PER­DE AR­KA­SI

U.D. : Bun­lar olup bi­ter­ken Sa­yın Er­do­ğan “kür­ta­j” tar­tış­ma­la­rı­nı baş­lat­tı. Ama­cı top­lu­mun dik­ka­ti­ni da­ğıt­mak mıy­dı, yok­sa
ar­ka­sın­da baş­ka bir ne­den mi var­dı? “Ne­den mi var­dı?” di­ye
so­ru­yo­rum çün­kü, AKP yö­ne­ti­mi­nin her olay­da bir de per­de ar­ka­sı se­nar­yo­su ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz.

A.Ç. : Bu­nun per­de ar­ka­sı tam bir tıb­bi fe­la­ket­tir Uğur Bey. Ko­nuş­ma­mı­za baş­lar­ken si­ze AK­P’­nin sağ­lık per­so­ne­li için Per­for­mans Sis­te­mi adı ve­ri­len bir sis­te­mi uy­gu­la­ma­ya koy­du­ğu­nu söy­le­miş­tim. Bu şu
de­mek­ti:

Ne ka­dar ame­li­yat, ne ka­dar tah­lil ya­pı­lır­sa, ne ka­dar to­mog­ra­fi ve MR çe­ki­lir­se o ka­dar per­for­mans pa­yı alı­na­cak­tı. İş­te bu yan­lış sis­tem
yü­zün­den se­zar­yen pat­la­dı!.. Öy­le ki, 2002’de % 21 olan se­zar­yen
ora­nı 2011’de %47’ye sıç­ra­dı. Özel has­ta­ne­ler­de bu ra­kam %65’e ulaş­tı. Mü­ker­rer se­zar­yen ora­nıy­sa %20’yi bul­du. Ya­ni tab­lo re­za­let öte­si bir du­rum al­dı. Kim­se fark et­me­den bu ür­kü­tü­cü gi­di­şe dur de­me­le­ri
ge­re­ki­yor­du. Bu­nun için Er­do­ğan bi­linç­li ola­rak “kür­ta­j” tar­tış­ma­sı­nı baş­lat­tı. He­men ar­dın­dan se­zar­ye­ni zor­laş­tı­ran ya­sa gün­de­me gel­di.
Pe­ki bu ara­da bo­şu bo­şu­na ke­si­lip bi­çi­len ka­dın­la­rı­mız ger­çe­ği fark
et­ti­ler mi? Ha­yır, tar­tış­ma bam­baş­ka yer­le­re çe­kil­di. Ne ya­zık ki
yap­tı­ğım açık­la­ma da gü­me git­ti.

GE­REK­SİZ AME­Lİ­YAT­LAR YA­PIL­DI

U.D. : Ha­tır­lı­yo­rum. Bir mil­let­ve­ki­li­niz “va­ji­na­” tar­tış­ma­sı­na gir­miş­ti çün­kü. Akıl alır gi­bi de­ğil. Siz ay­nı za­man­da bir he­kim­si­niz.
İn­san sağ­lı­ğı bu ka­dar ucuz mu? Yok­sa bu­na ben­zer, hal­kı­mız­dan
giz­le­nen baş­ka skan­dal­lar ol­du mu?

A.Ç. : Sağ­lık Ba­kan­lı­ğı­’nın ve­ri­le­ri­ne gö­re 2002-2013 yıl­la­rı ara­sın­da Sağ­lık Ba­kan­lı­ğı has­ta­ne­le­rin­de ya­pı­lan ame­li­yat­la­rın sa­yı­sı %114,4, üni­ver­si­te has­ta­ne­le­rin­de­ki ame­li­yat­la­rın sa­yı­sı %116,4 ar­tar­ken,
özel has­ta­ne­ler­de ya­pı­lan ame­li­yat­la­rın sa­yı­sı ise %561,1 ora­nın­da
ar­tış kay­det­ti. Hal­bu­ki bu dö­nem­de Tür­ki­ye nü­fu­su %13 art­tı. O hal­de şim­di mil­le­tin ve­ki­li ola­rak sor­mak is­ti­yo­rum:

Bu yurt­taş­la­rı­mız bo­şu­na mı ame­li­yat ol­du­lar? Per­for­mans sis­te­mi
de­ni­len ve sağ­lık­ta ka­mu denetimini yok eden bu sis­tem yü­zün­den
aca­ba va­tan­daş­la­rı­mız han­gi yan et­ki­le­ri ya­şa­mak zo­run­da bı­ra­kıl­dı?
Tıp Ku­ru­mu Ge­nel Sek­re­te­ri Dr. Üçer, “Tür­ki­ye­’de 2011 yı­lın­da
or­ta­la­ma her 9 ki­şi­den 1’i­ne BT, her 10 ki­şi­den 1’i­ne de MR çe­kil­miş­tir. 10 yıl­lık bir sü­reç­te ne­re­dey­se top­lu­mun tü­mü­ne BT ve MR çe­kil­miş ola­cak­tı­r.” di­yor. Bu ne de­mek bi­li­yor mu­su­nuz? Her bi­rey ade­ta kü­çük öl­çek­te atom bom­ba­sı­na ma­ruz kal­mış ola­cak. Uğur Bey sö­zü­nü
et­ti­ği­miz şey­ler tam bir in­san hak­la­rı ih­la­li­dir.

15 MİL­YAR KAT­KI PA­YI AL­DI­LAR

U.D. : Çok şey gör­müş, ya­şa­mış bir so­ruş­tur­ma­cı ga­ze­te­ci ol­ma­ma
kar­şın, bu söy­le­dik­le­ri­ni­zi din­le­dik­çe tüy­le­rim di­ken di­ken olu­yor.
Ben yıl­lar­ca in­san sağ­lı­ğı için ver­di­ğim mü­ca­de­le ile ta­nı­nı­rım.
İna­nın işin bo­yut­la­rı be­ni bi­le deh­şe­te dü­şü­rü­yor. Sa­yın Çı­ray do­ğal
ola­rak bu iş­le­rin bir de mad­di bo­yu­tu var. Ge­lir da­ğı­lı­mı­nın bu ka­dar
bo­zuk ol­du­ğu ül­ke­miz­de bu iş­le­rin mil­le­ti­mi­ze ma­li­ye­ti ne­dir aca­ba?

A.Ç. : Gü­ya bu re­form (!) ça­lış­ma­la­rı­nın ama­cı, sağ­lık­ta hiz­met
ka­li­te­si­ni art­ı­rır­ken dev­le­tin sağ­lık har­ca­ma­la­rı­nı da azalt­mak­tı.
Oy­saki, sağ­lık har­ca­ma­la­rı­nı 16 mil­yar li­ra dolayın­dan 75 mil­yar li­ra­ya çı­kar­dı­lar. Yan­lış an­la­şıl­mak is­te­mem; biz CHP ola­rak sağ­lı­ğa har­ca­nan pa­ra­yı hiç de faz­la bul­ma­yız. Ye­ter ki 75 mil­yar li­ra ye­ri­ne har­can­sın. Ama öy­le ol­ma­dı. Sağ­lı­ğın fi­nans­ma­nı so­ru­nu or­ta­ya çık­tı.
Sa­yın Kı­lıç­da­roğ­lu­’nun SSK Ge­nel Mü­dür­lü­ğü dö­ne­min­de sa­bit
fi­yat­lar­la 2.4 mil­yar li­ra olan si­gor­ta sis­tem­le­ri, AKP ik­ti­da­rın­da 25
mil­yar li­ra gi­bi bü­yük açık­lar ver­me­ye baş­la­yın­ca bu kez va­tan­daş­la­r­dan kat­kı pay­la­rı al­ma­ya baş­la­dı­lar. Yalnızca sağ­lık ku­ru­lu­şu­nun
ka­pı­sın­dan gi­ren­ler­den top­la­nan kat­kı pa­yı 2 mil­yar 132 mil­yon li­ra… Ben top­lam mik­ta­rı 15 mil­yar li­ra ola­rak tah­min edi­yo­rum. Dev­le­tin
res­mi ra­kam­la­rı­na gö­re cep­ten ya­pı­lan ki­şi ba­şı­na sağ­lık har­ca­ma­sı
-sa­tın al­ma gü­cü pa­ri­te­si­ne gö­re- 2002 yı­lın­da 92 $ iken, bu­gün 151 $’a dek yük­sel­di. İş­te si­ze mu­aye­ne­ha­ne­le­ri ka­pat­tık di­ye övü­nen AKP
ik­ti­da­rı­nın ha­li.

Bun­lar dev­le­tin tü­mü­nü mu­aye­ne­ha­ne ha­li­ne ge­tir­di­ler.

Bun­lar sa­mi­mi de­ğil Uğur Bey. Öy­le ol­say­dı eğer Tay­yip Bey
çı­kar­dık­la­rı “Tam Gün Ya­sa­sı­” ne­de­niy­le is­ti­fa et­mek zo­run­da
bı­rak­tı­ğı Prof. Dr. Dur­sun Buğ­ra­’yı ça­ğı­rıp dev­le­tin has­ta­ne­sin­de
ken­di­ni te­da­vi et­ti­rir miy­di? Za­ma­nın Sağ­lık Ba­ka­nı Prof. Re­cep Ak­dağ da eşi­ni ya­sa dı­şı bir şe­kil­de Prof. Dr. Ne­bil Gök­su­’ya ame­li­yat
et­tir­miş­ti. Ya­ni va­tan­da­şın dok­tor seç­me hak­kı­nı elin­den alan­lar,
iş ken­di­le­ri­ne ge­lin­ce ya­sa ma­sa ta­nı­ma­dı­lar.

PE­Kİ CHP NE­LER YA­PA­CAK?

U.D. : Emi­nim da­ha pek çok eleş­ti­re­ce­ği­niz ko­nu var­dır.
An­cak mil­le­ti­miz yalnızca eleş­ti­ri is­te­mi­yor. CHP’­nin
ne ya­pa­ca­ğı­nı da me­rak edi­yor? Bu ko­nu­da ha­zır­lı­ğı­nız var mı?

A.Ç. : Ön­ce­lik­le ifa­de et­mek is­te­rim ki, mev­cut si­te­min işe ya­ra­yan ve doğ­ru olan yan­la­rı­nı de­ğiş­tir­me­ye­ce­ğiz. Sevk zin­ci­ri için­de
yurt­taş­la­rı­mız is­te­di­ği he­ki­mi ve sağ­lık ku­ru­lu­şu­na öz­gür­ce gi­de­cek­ler. “AK­P’­nin uy­du­ruk Ai­le He­kim­li­ği­” ye­ri­ne ger­çek sis­te­mi otur­ta­ca­ğız. Sağ­lık­ta hiz­met ka­li­te­si­ni artı­ra­ca­ğız. Doğ­ru bir fi­nans­man yö­ne­ti­mi ile açık­la­rı ka­pa­ta­ca­ğız. El­de ede­ce­ği­miz kay­nak ile sağ­lık­ta kat­kı pay­la­rı­nı kal­dı­ra­ca­ğız. Dev­let has­ta­ne­le­ri­nin fi­zi­ksel ka­li­te­si­ni özel sağ­lık ku­ru­luş­la­rı düzeyi­ne ge­ti­re­ce­ğiz.

  • Her­ke­sin ra­hat­ça ula­şa­bil­di­ği nitelikli bir sağ­lık sis­te­mi
    te­mel he­de­fi­miz ola­cak.

Ko­ğuş sis­te­mi ta­ri­he ka­rı­şa­cak.
Per­for­mans Sis­te­mi ye­ri­ne Teş­hi­se Da­ya­lı Sa­tın Al­ma Sis­tem­le­ri­’ni
ge­ti­re­rek va­tan­daş­la­rı­mı­zın bo­şu bo­şu­na ke­si­lip bi­çil­me­le­ri­nin
önü­ne ge­çe­ce­ğiz.

Ko­ru­yu­cu sağ­lık hiz­met­le­ri ile sağ­lık­lı bir top­lum ye­tiş­ti­re­ce­ğiz.

Mil­li ilaç sa­na­yi­sini ve
stra­te­jik ürün­ler­den olan aşı ve kan ürün­le­ri fab­ri­ka­la­rı­nı ku­ra­ca­ğız.

Sağ­lık­ta ta­şe­ron­laş­ma­ya son ve­re­ce­ğiz.

Bun­la­rı ya­pa­cak bil­gi, kad­ro, inanç ve ah­la­ka sa­hi­biz.

U.D. : Te­şek­kür ede­rim Sa­yın Çı­ray.

A.Ç. : Asıl ben te­şek­kür ede­rim. Si­zin­le rö­por­taj yap­mak bir onur­dur.

==========================================

Dostlar,

Sayın Uğur Dündar’a da, değerli meslektaşımız, çoook eski dostumuz
ve yakın geçmişte Ulusal Kanal‘da bir sağlık programına birlikte katıldığımız* sevgili Dr. Aytün Çıray’a da bu çarpıcı söyleş için ancak teşekkür edebiliriz. Sağlık hizmetlerinin yönetimi – sağlık politikaları bizim uzmanlık alanımız olduğundan, teknik düzeyde yer yer
Sn. Çıray’a katıl(a)mamakla birlikte bu söyleşiyi çok yararlı buluyoruz.
Dileriz yaygın olarak okunur ve “necip Türk milleti” gerçekleri görerek oylarını seçimlerde artık AKP’ye vermez..

Sevgi ve saygıyla.
21.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Hasta, Tutuklu-Hükümlü ve Hekim Hakları,
Sağlık Çalışanlarına 
Yönelik Şiddet. Ulusal Kanal, 26.4.2012,
DOSYA Progr.
Nurzen Amuran; Dr. Aytun Çıray, TTB Başkanı
Dr. Eriş Bilaloğlu, Nilgül Doğan ile.

Yılın en soğuk günü buysa… Küresel İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı


Yılın en soğuk günü buysa…
Küresel İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı

 
Değerli arkadaşlar,Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr.D. Ali ERCAN


Yılın en soğuk günü
, Yılın en uzun gecesinin yaşandığı
21 Aralık’tan tam bir ay sonra 20 Ocak günüdür.
(en sıcak günü de en uzun gün olan 21.Hazirandan bir ay sonra 20 Temmuz günüdür)
Uzun yıllar boyunca elde edilen istatistiklerden, Ankara için 20 Ocak’ta ortalama sıcaklık -1 derecedir.  Gelin görün ki, son yıllarda alışılmış düzeyin çok üstünde seyrediyor sıcaklıklar. Örneğin, bu hafta ortalama sıcaklık  +5 derece !  Neredeyse geçmiş yılların Mart veya Kasım aylarındaki ortalama sıcaklık düzeyinde. Aslında 5 derecelik fark çok büyük bir sapmadır. Üstelik kar veya yağmur şeklinde yağış da yok.
 

Satır içi resim 1

 
Ülkemiz önümüzdeki yaz ve (büyük olasılıkla takip eden yıllarda da) kuraklık ve susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor; hele şükür Devlet yönetimi ve Resmi Kurumlar yeni fark ettiler gerçekte
“su yoksulu bir Ülke” olduğumuzu!
 Son birkaç yıla kadar 
hep abartılı rakamlar veriliyor, adam başına bin metreküp civarındaki su potansiyelimiz 2 bin metreküp olarak gösteriyordu; (bu arada su kaynaklarımızın büyük bir bölümü özelleştirildi ve yabancılara satıldı;
biz yalnızca kullanıcı/müşteri konumundayız)!

Doğal yaşam kaynaklarımızın giderek kıtlaştığı bu durumda bir yandan nüfus artışı sürüyor, (günde 2500!) bir yandan da hâlâ 3 çocuk doğurmayı öğütleyen (3 de yetmez, 4 olsun diyen) politikacılar var. ne acı !

alt

 3 çocuk doğurmaktan daha önemlisi …
Bilim adamları 1960’lardan bu yana tüm Dünyayı uyarıyorlar;
Nüfus patlamasının beraberinde getireceği sosyo-ekonomik problemler ve bunların neden olacağı çevre felaketlerine karşı,
en önemlisi insan kaynaklı Küresel ısınıma ve hızlı iklim değişikliğine karşı etkin ve ivedi önlemlerin alınması için yırtınıyorlar; ama anlayan, dinleyen yok. Güle oynaya ve dolu dizgin felakete koşturuyor insanlık.

Sevgilerimle. æ
21 Ocak 2015
___________

Not. Meteorolojinin Sesi Radyosunda ‘Çevre’ konulu söyleşimin ses kayıtları ektedir. æ
Preview YouTube video Yeşil Radyo 12 Ocak 2014: Prof Dr Ali ERCAN ile Çevre (Meteorolojinin Sesi Radyosu)

Yeşil Radyo 12 Ocak 2014: Prof Dr Ali ERCAN ile Çevre
(Meteorolojinin Sesi Radyosu)

Preview YouTube video Yeşil Radyo 19 Ocak 2015: Prof Dr Ali ERCAN ile
Çevre ve Enerji (Meteorolojinin Sesi Radyosu)

Yeşil Radyo 19 Ocak 2015: Prof Dr Ali ERCAN ile Çevre ve Enerji
(Meteorolojinin Sesi Radyosu)

Yılmaz ÖZDİL : Ürdün…

Ürdün…

portresi_kravatli

Yılmaz Özdil

 
Sıcak, sakin bir gün.
*
Sekiz kişiydiler. Paris, Roma, Atina üzerinden Amman’a gelmişlerdi. Üçü Fransız,
üçü İtalyan, ikisi Kanada pasaportu taşıyordu. Kimisi işadamı, kimisi turist kimliğindeydi. Otellerine yerleştiler. Kanadalı olanlar otomobil kiraladı. Biri yeşil Hyundai, biri mavi Toyota… Ve, o sabah hedefin peşine takıldılar. Saat 10’du.
*
Hedef, şoförünün yanında oturuyordu. Arka koltukta ikisi kız, üç evladı vardı. Baba işine, çocuklar okula gidiyordu. Tecrübeli şoför aynaya baktı, huylandı. “Takip ediliyoruz” dedi. Hedef, cep telefonunu tuşladı, polisi aradı, plakayı verdi. O sırada, Toyota yanlarından geçti. Çocuklar, Toyota’nın direksiyonunda oturan kişiye neşeyle el salladı, her çocuk gibi…
Bir dakika sonra cep telefonu çaldı, arayan polisti, Toyota’nın Kanadalı bir turist tarafından kiralandığını söyledi, anormal bir durum yoktu. Hedef rahatladı.
*
Saat 10.30 olmuştu. Wasfi Al-Tal caddesine dönüp, ofisin önünde durdular. İndi.
Çocuklarını öptü. Otomobil hareket etti. Tam binaya giriyordu ki, yeşil Hyundai’yi
yan sokağa park eden öbür Kanadalı “afedersiniz” diye seslendi. Hedef bir an durakladı,
o bir an yeterliydi. Kanadalı elindeki aerosol benzeri tüpten fısss diye bi şey sıktı.
Hedef ani refleksle başını çevirdi ama, kaçamamıştı, püskürtülen sıvı sol kulağına denk geldi. Silmek istercesine kulağını ovuşturdu. Şak diye yere yığıldı.
*
Ofisin önündeki korumalar ne olduğunu anlamamıştı, rahatsızlandı zannettiler, hedefin başına koşuştular. Şoförü ise, olan biteni aynadan görmüştü. Zınk diye durdu. Çocukları indirdi. Kanadalı’nın peşine takıldı. Kanadalı yan sokağa daldı, Toyota orada bekliyordu, bindi, topukladılar. Hedefin şoförü bir yandan süratle takip ediyor, bir yandan cep telefonuyla adres verip, “yolu kesin, yolu kesin” diye bağırıyordu. Yollar kesilene kadar, şoför kesti önlerini, Medine caddesinde, daldı Kanadalılara, can pazarı… Polis yetişti. Kelepçelendiler.
*
Hedef, apar topar hastaneye götürüldü. Felç olmuştu. Soluk alamıyordu. Bilinci kapanıyordu.
*
Kimdi?
Halid Meşal’di.
*
Hani şu, AKP kongresine Ahmet Davutoğlu tarafından onur konuğu olarak getirilen,
“Hamas sana canım feda” sloganlarıyla alkışlanan Halid Meşal’di.
*
Sözde Kanadalılar, Mossad ajanıydı. “Süngü” manasına gelen suikast timi
“kidon” üyesiydiler. İsrail yakalanmıştı.
*
Ürdün Kralı Hüseyin öfkeden çılgına döndü, ABD başkanı Clinton’ı aradı, hadiseyi anlattı. Sonra İsrail başbakanı Netanyahu’yu aradı, “benim ülkemde böyle bir işe nasıl kalkışırsın, derhal panzehiri göndereceksin” diye bağırdı. Hemen peşinden, Clinton, Netanyahu’yu aradı, “panzehiri göndereceksin” dedi. Bir saat sonra, İsrail hava kuvvetlerine ait savaş uçağı, Amman’a tekerlek koydu. Panzehir Meşal’e verildi. Kurtuldu.
*
Kral Hüseyin fırsat bu fırsat diye düşündü. Hamas’ın o dönemki lideri şeyh Ahmed Yasin’i gündeme getirdi. İsrail tarafından hapse tıkılmıştı. “Şeyh’i serbest bıraksınlar, karşılığında
bu iki Mossad ajanını bırakayım.” dedi. Tırak diye kabul ettirdi. Müebbete mahkum şeyh,
beş gün sonra bırakıldı, Ürdün’e gönderildi.
*
Ürdün Kralı Hüseyin, diplomasi yeteneğiyle şerden hayır çıkarmıştı.
Hamas liderlerinden birinin canını, birinin özgürlüğünü kurtarmıştı.
*
En azından bi teşekkürü hakediyordu.
Ürdün’e teşekkür edildi.
Amman’da üç otel havaya uçuruldu!
*
Hyatt, Radison ve Days Inn otelleri eşzamanlı olarak canlı bomba saldırısına uğradı. Batılılar bu otellerde kalıyor diye, bu oteller hedef alınmıştı. 57 kişi yaşamını yitirdi.
El Kaide üstlendi. Güya Batılıları hedef almışlardı ama, ölenlerin 40’tan çoğu müslümandı. İsrail’in beceremediğini dinci terör becermişti, Filistin özel kuvvetler komutanı tümgeneral, ölenler arasındaydı.
*
Müslümanlara sahip çıkan Ürdün’ü, besle kargayı misali, kan gölüne çevirmişlerdi.
Hırıstiyan öldüreceğiz diye müslümanları katletmişlerdi.
*
Hyatt otelde yaşamını yitirenlerden biri, Mustafa Akad’dı. “Çağrı” filminin efsane yönetmeniydi… İslamiyet’e sanat yoluyla büyük hizmet veren, Hazreti Muhammed’in mücadelesini tüm dünyaya adeta ezberleten Suriye asıllı Amerikalı sinemacı,
maalesef, din eksenli terörün kurbanı olmuştu.
*
Canlı bombalardan biri sağ kurtulmuştu. Pimi çekmiş, patlamamıştı. Kadındı. Kocası da
canlı bombaydı. Karı-koca gelmişlerdi. Kocası patladı, kendi kurtuldu. İsmi, Sajida Mübarek Rishawi’ydi. Iraklıydı. 2005 senesindeki saldırıdan beri Ürdün’de hapis yatıyor.
*
Gel zaman git zaman, geçen ay… Ürdün hava kuvvetlerine ait savaş uçağı Suriye Rakka’da düşürüldü. Pilot paraşütle atladı. IŞİD tarafından esir alındı. Takas pazarlığı başladı.
IŞİD, esir tutulan Ürdünlü pilota karşılık kimi istedi biliyor musunuz?
Canlı bomba Sajida’yi istedi.
*
Batı basınında yazılanlara göre, IŞİD’le Ürdün arasında yürütülen takas görüşmelerinde Türkiye etkin rol oynuyor, arabuluculuk yapıyor.
*
Yani… Hazreti Muhammed’e yayın yoluyla hakaret edildiğini söyleyen stratejik derin arkadaşlar, Hazreti Muhammed’e yayın yoluyla en büyük hizmeti veren Mustafa Akad’ın celladını kurtarmaya çalışıyor.
*
Hadi hep beraber…
Adam kim, yiğit kim, dürüst kim, Kiziroğlu Ahmet hocaaaa, peh peh peh peh!

======================================

Dostlar,

Yılmaz Özdil üstaddan müthiş bir yazı daha…
Arşivlenecek ve gereği gibi bu gün ve yarınlarda kullanılması gereken bir yazı..

Bravo Yılmaz Özdil..

Bilindiği gibi gazetelerin satışlarını olumsuz etkilememek için biz gün içinde alıntı yapmıyoruz sitemize.. Ertesi günlerde yararlanıyoruz..

Bu arada SÖZCÜ’ye de çooook teşekkür borçluyuz HÜRRİYETten Bay RTE’nin gazabıyla kovulan bilmem kaçıncı yazar olan Yılma Özdil’e de köşe verdiği için.. Ne oldu;
SÖZCÜ günlük 1 milyon satışı aştı, HÜRRİYET yarım milyonun altına sürüklendi..

Ama başta Aydın Doğan, büyük patronlar elbette hesaplarını bizden
çok daha ustaca yapıyorlardır..

Sevgi ve saygıyla.
21.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

TBMM’de 4 ESKİ BAKAN’ın AKLAMA OYLAMASININ ÇAĞRIŞIMLARI


TBMM’de 4 ESKİ BAKAN’ın AKLAMA OYLAMASININ ÇAĞRIŞIMLARI

AKP kurucularından ve bir zamanlar 2 numara olan eski vekil Dengir Mir Mehmet Fırat‘ın çarpıcı çağrı yazısını sitemizde yayımladık : VİCDANLARA SESLENİYORUM
(https://ahmetsaltik.net/2015/01/21/ahirette-dokunulmazlik-yok/)

Dilerdik bir işe yarasın.. Yaramadı da denemez sanırız.. Ama yetmedi.. 47-48 fire hiç de az değildir. 5-6 eksikle direkten dönmüştür bu 4 talihsiz şaibeli vekil. Bu milletvekillerine teşekkür ederiz.

AKP 312 vekil sahibi.. 48’i düşerseniz 264 kalıyor. Bir de değişik gerekçelerle oylamaya gelmeyen AKP’li vekiller var.. Kritik durumlarda 276’yı bile bulamayacaklarını, belki uygun bir gensoruda düşürülebileceklerini )?!) düşünebiliriz. Erdoğan –ve söylemeye gerek var mı bilemiyoruz?Başbakan olmaya nafile çaba gösteren / göstermeyen A. Davutoğlu
artık topal ördektirler siyasal lüteratürdeki karşılığıyla (lame duck).

Dünya nimetleri daha tatlı geldi bu vekillerin çoook büyük bir bölümüne (250’den fazla..)
Sonrası için Allah kerim.. dediler sanırız. Hac’a giderler, kurban keserler, fitre – zekat verirler, efendime söyleyeyim oruç tutarlar, dua eder ve hocalar tutarak dua ettirirler (!?); “milletvekili kalayım da daha büyük kötülükleri önleyeyim” (!?) diye düşündüklerini ileri sürerek geliştirdikleri psikolojik savunma düzeneklerini kullanarak kendilerini ve rüşvet vererek Tanrı’yı iknayı – kandırmayı denerler (!).. Nasılsa han-hamam bu dünyada kendilerine, gariban Müslümana ise din-iman burada; Ahiret’te Allah kerim..

Muhammet Peygamber yaşasaydı herhalde bu AKP zihniyetini ve şürekasını, İslama şimdiye dek bunlardan çok zarar verenin zinhar çıkmadığını haykırarak bütün gücüyle lanetler, din dışı ilan ederdi.

Önceki günlerde sitemizde “AKP’liler üslüman mı?” başlıklı bir yazı yayımlamıştık (Prof. Örsan K. Öymen, bir kez daha okumanın tam da zamanıdır : AKP’liler_MUSLUMAN_mi.pdf, 18.1.15) Eski AB Bakanı Egemen Bağış “tweet olarak sallıyor bakara-makara” nasılsa!
Bu adam müslüman sayılabilir mi??

Klavyemizden başkaca daha uygun tanımlayıcı – betimleyici sözcükler dökülecek isyanımızı haykırma adına ama, başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler dava şampiyonu ve de tazminat zengini... Oysa biraz daha tahammüllü olsalar haklarında toplumdan daha fazla geribildirim alabilecekler. Bundan yoksun kalışları ise dava şampiyonu olmayı seçmelerinin bedeli olmalı.

Başbakan (?) A. Davutoğlu gerçekten çoook zor durumlarda.. Oylama günü kalkıp, hiç de zorunlu olmadığı halde İngiltere’ye gidiyor (kaçıyor desek!?), oylamaya katılmayarak vicdanına ve politik kimliğine bir manevra alanı yaratmaya çabalıyor kendine gelecekte. Öte yandan TBMM’deki talihsiz oylama sonucuna da ister istemez, gönüllü gönülsüz sahip çıkma gereği duyuyor.. Vekillerin özgür iradeleriyle oy kullandıklarını söyleme zorunluluğu duyuyor gerçeği çarpıtarak ve bilinç altını ele veriyor. Tersi çıksa da aynı eylemde olacaktı Davutoğlu emin olunuz.. Bunlar ince diplomasi olmalı, bizim aklımız pek ermiyor!?.. [ Bu arada “diplomasi” sözcüğünün Latince “diplo” (iki, çift) ve “macia” (maske) anlamına gelen 2 sözcüğün bileşiminden oluştuğunu…. anımsamakta yarar var sanırız..]

Bir son nokta çok önemli   :

TBMM üyelerine 3 farklı renkte oy pusulası ve beyaz zarf verildi. Oy pusulaları KIRMIZI, MAVİ ve BEYAZ.. Beyaz zarf içindeki oy pusulasının rengini saklayacak kalınlıkta olmadığı gibi, AKP’li vekillerden daha sonra kullanmadığı 2 oy pusulasını göstermesi  istenerek apaçık bir oy denetimi ve politik baskı uygulanmış olması..

Bu uygulama doğrudan gizli oy – açık sayım döküm ilkesine aykırıdır, Demokrasinin temel ilkelerine, Anayasaya terstir ve AYM’ne taşınırsa iptal nedeni olabilir. TBMM Başkanı Cemil Çiçek neden bu oyunları engellemez, neden koskoca vekiller iradelerine böylesine ağır ve açık ipotek koyan uygulamalara itiraz etmez??

1946 seçimlerinde ilk kez DP de katılmış ve oylar açık kullanılırken sayım-döküm gizli yapılmıştı. Osmanlı’da da böyleydi. DP’liler, sonra AP’liler ve tüm CHP karşıtları bu konjonktürel hatayı acımasızca kullanmışlardır. 12 Eylül Anayasası oylamasında da “hayır” oy pusulaları mavi ve zarflar beyaz, ince – geçirgen idi. Bu son TBMM oylaması ise hepsinin üstüne tuz biber ekmiştir. Vekillere 3 farklı renkte oy pusulası ve beyaz zarf verildiğini, oy pusulalarının KIRMIZI, MAVİ ve BEYAZ renkte olduğunu.. beyaz zarfın içindeki oy pusulasının rengini saklayacak kalınlıkta olmadığını ve de AKP’li vekillerden daha sonra kullanmadığı 2 oy pusulasını göstermesi istenerek apaçık bir oy denetimi ve politik baskı uygulanmış olduğunu yukarıda vurgulamıştık.. AKP’liler ve Davutoğlu komik oluyor! Demokrasimizin bu çocukluk hastalıklarından artık kurtarılması gerek..

*****

Neden AKP’liler bunca korku – panik içindedirler ve yolsuzluk savlarının AYM’de yargılanarak gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemeye çabalamaktadır? Var güçleriyle, Yüce Divan kararının çıkmamasına adeta gövdelerini koymuşlardır. Bu olgu bile tek başına AKP aleyhine bir karinedir. Oysa gerçekten masum iseler, dik durabilir, “korkacak bir şeyimiz yok” derler, “veremeyecek hesabımız da bulunmuyor” derler ve Bay RTE’nin utandıran duygu sömürüsüyle “Allah’tan başka kimseden korkumuz yok, kefeni giydik bu yolda..” diye meydan okuyabilirlerdi. Üstelik AYM, Yüce Divan sıfatı ile yargılamalarında tutuklama kararı da vermiyor, tutuksuz yargılıyordu. Çoğunu AKP’li önceki CB Abdullah Gül’ün atadığı 17 yargıç önüne çıkmaya cesaret edemediler. (Yasaları çiğneyerek hala Huber Köşkü’nde!?) 

Yapamadılar, yapamazlardı çünkü yolsuzluk belgeleri gün gibi somut, açık ve gerçekti.
Cemaat komplosu fetişi – miti yaratılarak arkasına sığınıldı ve mağdur rolü oynandı.
Bu Cemaat neymiş ki; 12 yıldır iktidarda olan, kahir çoğunluğu ile TBMM dahil Devletin
tüm birimlerini ele geçirmiş ve demir yumrukla yöneten AKP iktidarına komplo kurabiliyor? Yoksa, çıkar çatışması – iktidar kavgası çıkıp yollar ayrılınca Cemaat, –dış destekle edindiği?– elindeki “gerçek” kozlardan en esaslılarından birini mi çekti?! Ve AKP, 3 günde, “şüpheli” sıfatıyla  ifadeye çağrılan MİT Müsteşarı için TBMM’yi itibarsızlaştırarak “özel yasa” çıkarmak dahil, savunma için acil Majino hatları mı döşedi?

Zaman, bugün örtülen vahim gerçekleri hiç ama hiç kuşkunuz olmasın, öyle çok da gecikmeden ortaya dökecek ve ilgililerinden suç ve dava zaman aşımı oluşmadan yasal hesabı sorulacaktır.

Topluma karşı haksızlık öyle büyük ki, en azından böyle olması gerek ve şart!
Yoksa düzenin – evrenin adalet üzre durduğu (durmadığı??!!) gerçeği bile sorgulanacak!

Sevgi ve saygıyla.
21.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com