Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÖCALAN’ın 21 Mart 2015 Nevruz İletisi Üzerine


ÖCALAN’ın 21 Mart 2015 Nevruz İletisi Üzerine


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazılarımızda – söylemlerimizde hep sorup durduk PKK’lılara – ayrılıkçı Kürt kardeşlerimize :

1. Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük -bağımsızlık savaşı verilebilir mi?
2. Emperyalizmin özgürlüğüne – bağımsızlığına kavuşturduğu bir halk var mıdır?
3. Mazlum, anti – emperyalist savaşla kurulan Türkiye’ye bu başkaldırı niyedir?
4. Apo – PKK hiç yüzü kızarmadan, işbirlikçisi emperyalizme nasıl çatabilmektedir?
5. Tarihte hangi sol – emperyalizm karşıtı örgüt, ABD – AB emperyalizminin
her türlü açık desteğini hem de onlarca yıl alabilmiştir??

*****
Dolayısıyla, PKK emperyalizmin maşası bir bölücü örgüttür.
40 yıldır bölgede kardeş kanı dökmektedir. Elleri fevkalade kanlıdır.
Kürt kardeşlerimizin kurtarıcısı bir örgüt olmayıp, emperyalizmin taşeronudur.
Hedefi, bölgede BOP kapsamında İsrail güdümünde kukla Kürt devleti kurarak
Kürt kardeşlerimizi sonsuza dek emperyalizme sömürge – uşak kılmaktır.

Oysa şimdi Kürt kardeşlerimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip 1. sınıf yurttaşlarıdır. Kopenhag Ölçütleri bağlamında tüm hak ve özgürlükleri elde etmişlerdir.
Sorun şu ya da bu etnik kümenin, inanç kümesinin hak ve özgürlükleri değil;
tüm Türk halkının / ulusunun 1. sınıf bir demokrasi olması sorunudur.

Vee “Türk” sözcüğü bir etnik kümenin adı değildir!
“Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın – ahalinin adıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün tanımı budur. Bu çağrı bir uygarlık çağrısıdır :

 “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına / ahalisine TÜRK MİLLETİ denir.”

ULUS DEVLET olarak emperyalizme bu topraklarda set çekmenin çağrısıdır.
Bu tarihsel – gerçekçi sosyolojik bilimsel temelli çağrı görülmez de ayrışmaya
çanak tutulursa, 40 yıldır pisi pisine ödenegelen çok acı bedeller daha da büyüyebilecektir.

Kürt kardeşlerimizin ezici çoğunluğunun bu kanlı emperyalist bölünme oyununa gelmeyeceklerini ummak istiyoruz.

AKP hükümetinin de aklını başına alarak, bu yaşamsal ülke – ulus bütünlüğü sorununu seçimlere alet etmemesini diliyoruz.

Bay RTE ve AKP iktidarının bu bağlamda düştüğü derin çatlak ibret vericidir.
İzlenen sözde “açılım” politikalarının ürkünç (vahim) sonuçlarını sezen Erdoğan,
ürkü (panik) içindedir. Hükümet ise seçim öncesinde emperyal odakları karşısına almak istememektedir.

Oysa bir siyasal kadronun en başta gelen görevi ülkesini ve halkını iç savaştan, bölünmekten korumak değil midir?

Ülke – Ulus birliği, tüm sorunların büyülü çözüm anahtarı değilse nedir??

*******

95 yıl önceki Said-i Kürdi’nin ibret dolu mektubunu paylaşalım     :

Int. Herald Tribune Gazetesi’ne Paris Kürt Enstitüsü imzasıyla verilen ilanla (10.12.1920) güya Kürtleri temsilen kimi isteklerde bulunmuşlardır. Gerçek Kürtleri temsil etmeyen kimilerinin, Kürtlerin tarihi geçmişine bütünüyle zıt olarak ayrı bir yol izledikleri görülmektedir. 95 yıl önce yayımlanan mektubu anımsayalım :

1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlıların üzerine bin bir hesap yapılırken,
kimi Ermeni ve Kürtler de ayrılıp kendi devletlerini kurmayı düşünürler. İşte bunlardan
bir Kürt Paşası ile Ermeni Paşası, ilginçtir ki; yine Paris’te 2 ulusu temsilen anlaşma imzalarlar.

Bu gelişmeyi duyan Said Nursi, iki büyük Kürt aşireti reisi ile birlikte bu anlaşmanın Kürtleri temsil etmediğini, Kürtlerin Osmanlılardan ayrılma düşüncesinde olmadığını
ve daha birçok gerçeği dile getirmiştir. Bugün yine aynı merkezlerde, benzer misyonla yüklü adamlar ve yabancı parmağıyla kışkırtmalar sergileniyor. Said Nursi ve arkadaşlarının o zaman İkdam Gazetesi’ne ve Sebil-ür Reşad Mecmuası aracılığıyla kamuoyuna duyurduğu gerçekleri, bugün aynı gereksinimle, ibret alınması için, dikkatinize sunuyoruz.. (İkdam, 22 Şubat 1336, 7 Mart 1920, sayı: 8273)

*****

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’te Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak,
Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına
delalet buyurulmasını 
muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.

‘Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskid ve beliğ cevap, vilayat-ı şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslamiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir. Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin (500 000) kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini, isar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.

Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilâyat-ı Şarkiyede ekall-i- kalil derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet teminine.. ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddiayı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.. Maksadlarına, Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden
Şerif Paşa’yı alet etmeyi müsait ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadolu’daki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı.

İşte, bu gaye ile o ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değildir. Zaten Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif olduklarını isbat ediyorlar.

Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır..  

Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar.. Hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez. “El İslâmü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyyete” İslam, uhuvvet-i İslamiyeye münafi olan kavmiyyet davasını men’ eder.” 

Esasen bu, tarihe ait bir şeydir.. Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslâmdan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir. İslamiyyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsuru İslam aleyhine olarak menfî surette intibah hasıl etmesini kabul edemez. Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on kişiden ibaret!.. Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.

Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir. Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar.  Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.

Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin  tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler…

Sadatı Berzenciye’den Dava Vekili Ahmet Arif Hizan Sadat-ı Kiramından
İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık Ulema-i Ekrad’dan

Said-i Kürdî 
İkdam, 22 Şubat 1336, 7 Mart 1920, sayı: 8273

*****

Evet dostlar,

Said-i Kürdî 7 Mart 1920’de İstanbul’da yayımlanan İKDAM gazetesine yukarıdaki mektubu yolluyor ve yayımlanıyor. Kürtlerin Ermenilerin ve Batılıların oyununa gelmeyeceğini uzun uzun ve gerekçeleriyle açıklıyor. Aradan 95 yıl geçti.
Ama ayrılıkçı Kürtler aynı filmi sergiliyorlar.. Bu kez sahnede APO var..
Tarihten hiç ders almamışa benziyorlar.
Durum gerçekten hazindir. Günümüzün ayrılıkçı Kürtçü kadroları Said-i Kürdi’den daha geride ve daha gericidirler.

*****

Halkımız, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde elbette bu nazik – kritik değerlendirmeleri yapacak ve bölücü siyasal kadro ve partilere oy vermeyecektir..

Sevgi ve saygı ile.
23.03.2015, Ankara

Not : Yazının pdf formatı için tıklayınız…

OCALAN’in_21_Mart_2015_Nevruz_Iletisi_Uzerine

Öcalan’ın Nevruz mesajının düşündürdükleri


Öcalan’ın Nevruz mesajının
düşündürdükleri

Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

 

 

İktidar çevreleri ve basının büyük bir bölümü tarafından merakla beklenen
Öcalan’ın Nevruz mesajı açıklandı.

Bu mesajda dile getirilen görüşler, iktidar partisi ve onu destekleyen çevrelerce olumlu karşılandı. Şimdi herkes Öcalan’ın sözlerinin ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışıyor.
Oysa mesaj açık ve ana hatları şöyle:

-Emperyalist kapitalizmi suçluyor. Demek ki, PKK anti-emperyalist bir örgütmüş.
Peki o zaman, kollarında ABD bayrağıyla Kobani’ye gitmek için Güneydoğu Anadolu’dan geçenleri “Biji Obama” diye selamlayanlar hangi örgütün destekleyicileriydi?

PKK’yla son zamanlarda kader birliği yapan Barzani’nin bağımsız Kürt devleti kurulacağı yolundaki demecine ilk desteği veren İsrail Başbakanı Netehyahu da anti-kapitalist bir ülkenin başbakanı mıydı?

Etnik ve dinsel farklılıkların anlamsız ve acımasız kimlik savaşlarıyla tüketildiğini,
vicdani değerlerinin buna izin vermediğini söylüyor.
Bu acımasız terör saldırılarını düzenleyerek 40 bin kişinin ölümüne sebep olanlar kimlerdi?

Kırk yıllık mücadelenin boşa gitmediğini söylüyor.
Demek ki, yaptıklarından ve on binlerce insanın yaşamına mal olan eylemlerden
pişmanlık duymuyor. Bunların yanlış olduğunu kabul etmiyor.

On maddelik AKP – PKK bildirgesinin yaşama geçirilmesini istiyor ve ancak bu ilkelerde uzlaşma olursa bir kongre yapılmasını gerekli görüyor. Varılan mutabakat Parlamentoda ve İzleme Heyetinin oluşturacağı Hakikat ve Yüzleşme Komisyonunda onaylanacak, ondan sonra kongre toplanacakmış.

Yani terörü kayıtsız şartsız bitirme kararı yok.

Koşullu bir uzlaşma önerisi var.
Bütün bu koşullar yerine getirilirse Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı eylem yapılmayacağı Kongrede kararlaştırılabilirmiş!

Yani “Terör örgütünü feshedeceğiz, bütün silahları her yerde gömeceğiz, artık hiçbir koşulda teröre başvurmayacağız!” demiyor.

Öyle anlaşılıyor ki, bütün koşullar yerine getirilse bile, Türkiye’ye komşu coğrafyada
silahlı varlıklarını sürdürecekler ve beki de kurulması öngörülen Bağımsız Kürt devletinin Peşmergelerle birlikte silahlı ögelerinden biri olacaklar, bu gün yaptıkları gibi gerektiğinde onlarla birlikte savaşacaklardır.

Peki bu koşullarda anlaşma olmazsa ne olacak?

Bu ifadenin doğal sonucu terör, onların koşulları kabul edilinceye dek sürecektir.

-Yeni dönem eşit anayasal yurttaşlık temelinde oluşturulacakmış.
Bu ifade, 1924 yılından beri anayasalarımızın temel maddelerinden olan,

etnik ve dinsel kimliği ne olursa olsun bütün vatandaşlarımızın Türk milletinin
bir parçası olduğu
anlayışına ters düşüyor.

Yani Türk hükümeti uzlaşmak istiyorsa, milli birliğimizi oluşturan bu temel anayasa hükmünden vaz geçecek.

Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkanların bunu kabul etmesi mümkün mü?

-90 yıllık Cumhuriyet tarihi çatışmalarla dolu geçmiş diyor. Oysa tarihimizin en uzun barış dönemlerinden biri o 90 yıldır. O dönemdeki kimi silahlı ayaklanmaların sorumlusu Cumhuriyet hükümetleri değildir.

-Ulus devlet milliyetçiliği etnik ve dinsel kimlikleri birbirine düşman etmiş ve
böl-yönet politikası izlemiş, varlığını acımasızca bugüne dek sürdürmüştür deniliyor.

Gerçek bunun tam tersidir. Ulus devlet Cumhuriyetimizin en büyük kazanımıdır. Cumhuriyeti kuranlar
* Toplumun tümüne sahip çıkmışlar,
* Bütün milleti kucaklamışlar,
* Etnik ve dinel ayırımcılığa izin vermemişlerdir.

Çağdaş milliyetçilik anlayışı devlet anlayışımızın temellerinden biridir.

Bu açıklama da gösteriyor ki; terörü bitirmek için bir terör örgütünden medet ummak yanlış bir yoldur ve boş hayaldir.

Siyasal istemlerini yıllardan beri devlete silah zoruyla dayatmaya çalışanlarla uzlaşma aramak
vahim bir siyas
al hata olmuştur.

Kürt kökenli bütün vatandaşlarımızın sözcüsü gibi ortaya çıkanlar, bu ülkenin
asli ögeleri olan ve anayasamıza göre eşit haklara sahip olan bu vatandaşlarımızın
tümünü kendi hedeflerinin destekçisi gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

Öbür bütün vatandaşlarımız gibi, Kürt kökenli vatandaşlarımızın bireysel haklarına
sahip çıkmak hepimiz için insanlık borcudur.

Ama terör dayatmasıyla bu vatandaşlarımızın Türk vatanı üzerinde adeta
koalisyon ortakları gibi gösterilmesi kabul edilemez.

Ne yazık ki, aydınlarımızın ve basınımızın bir bölümü ile bazı siyasetçiler bu oyunu
ya görmemekte veya bilerek buna destek olmaktadırlar.
Öyle anlaşılıyor ki, “Ver de Kurtul” lobisi hala varlığını sürdürmektedir.

  • Cumhuriyetimizin değerlerine içtenlikle sahip çıkan vatandaşlarımızın
    bu oyunu içlerine sindirmeleri mümkün müdür?

    Kim ne derse desin; Devletiyle – milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti; Atatürk’ün gösterdiği çağdaş, milli, laik ve demokratik devlet olma niteliğini
    sonsuza dek sürdürecektir. 

Saygılar, sevgiler. 23.03.2015

==================================

Dostlar,

Biz de içeriğini paylaşarak yayımlıyoruz Sn. Öymen’in iletisini.

Yazılarımızda – söylemlerimizde hep sorup durduk PKK’lılara – ayrılıkçı Kürt kardeşlerimize :

1. Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük -bağımsızlık savaşı verilebilir mi?
2. Emperyalizmin özgürlüğüne – bağımsızlığına kavuşturduğu bir halk var mıdır?
3. Mazlum, anti – emperyalist savaşla kurulan Türkiye’ye bu başkaldırı niyedir?
4. Apo – PKK hiç yüzü kızarmadan, işbirlikçisi emperyalizme nasıl çatabilmektedir?
5. Tarihte hangi sol – emperyalizm karşıtı örgüt, ABD – AB emperyalizminin
her türlü 
açık desteğini hem de onlarca yıl alabilmiştir??

*****
Dolayısıyla, PKK emperyalizmin maşası bir bölücü örgüttür.
40 yıldır bölgede kardeş kanı dökmektedir. Elleri fevkalade kanlıdır.
Kürt kardeşlerimizin kurtarıcısı bir örgüt olmayıp, emperyalizmin taşeronudur.
Hedefi, bölgede BOP kapsamında İsrail güdümünde kukla Kürt devleti kurarak
Kürt kardeşlerimizi sonsuza dek emperyalizme sömürge – uşak kılmaktır
.

Oysa şimdi Kürt kardeşlerimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip 1. sınıf yurttaşlarıdır. Kopenhag Ölçütleri bağlamında tüm hak ve özgürlükleri elde etmişlerdir.
Sorun şu ya da bu etnik kümenin, inanç kümesinin hak ve özgürlükleri değil;
tüm Türk halkının / ulusunun 1. sınıf bir demokrasi olması sorunudur.

Vee “Türk” sözcüğü bir etnik kümenin adı değildir!
“Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın – ahalinin adıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün tanımı budur. Bu çağrı bir uygarlık çağrısıdır :

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına / ahalisine TÜRK MİLLETİ denir.”

ULUS DEVLET olarak emperyalizme bu topraklarda set çekmenin çağrısıdır.
Bu tarihsel – gerçekçi sosyolojik bilimsel temelli çağrı görülmez de ayrışmaya çanak tutulursa, 40 yıldır pisi pisine ödenegelen çok acı bedeller daha da büyüyebilecektir.

Kürt kardeşlerimizin ezici çoğunluğunun bu kanlı emperyalist bölünme oyununa gelmeyeceklerini ummak istiyoruz.

AKP hükümetinin de aklını başına alarak, bu yaşamsal ülke – ulus bütünlüğü sorununu seçimlere alet etmemesini diliyoruz.

Bay RTE ve AKP iktidarının bu bağlamda düştüğü derin çatlak ibret vericidir.
İzlenen sözde “açılım” politikaların ürkünç (vahim) sonuçlarını sezen Erdoğan,
ürkü (panik) içindedir. Hükümet ise seçim öncesinde emperyal odakları karşısına almak istememektedir.

Oysa bir siyasal kadronun en başta gelen görevi ülkesini ve halkını iç savaştan, bölünmekten korumak değil midir?

Ülke – Ulus birliği, tüm sorunların büyülü çözüm anahtarı değilse nedir??

Halkımız, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde elbette bu nazik – kritik değerlendirmeleri yapacak ve bölücü siyasal kadro ve partilere oy vermeyecektir..

Sevgi ve saygı ile.
23.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yılmaz Özdil : Aldatılmış!


Aldatılmış!

Yılmaz Özdil

Kur’an’da aldatışlar ve aldanışlar arasında dikkat çekilenler,
küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanabilir…


Yaldızlı-süslü laflarla aldatma, aldanma.
(En’am, 112)

Beldelerde egemenlik kurmak, gezip dolaşmakla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 196; Gafir, 4)
Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 24; Enfal, 49)
Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden okuyuşlarla aldatma, aldanma. (Hadid, 14)
Sefil-rezil yaşayışla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 185; En’am, 70, 130; A’raf, 51;
Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 20)

Allah ile aldatma; aldanma! (Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 14)
*
Aldatış ve aldanışın en yıkıcısı, Allah ile aldatma’dır. Kur’an’da şöyle buyuruyor:
Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!
*
İnsanoğlunun en kahırlı bunalımları, Allah’ın araç yapıldığı aldatıştan kaynaklanan bunalımlardır. En zehirli zulümler de, bu aldatıştan doğar.
En kalıcı, en yıkıcı bozgunlar, bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır. Tarih buna tanıktır.
*
Kur’an’daki “Allah ile aldatılmayın” ihtarına rağmen, Türk halkı dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.
*
Allah ile aldatmak; dinimizi, çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur.
İşin esası bakımından, ne dini vardır, ne de imanı… Onun dini imanı, Tanrısı, ibadeti, hep çıkarıdır, hesabıdır. Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir “tahakküm teolojisi” oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar.
*
Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytani siyaseti, taa 1920’de dünyaya tanıtıyor. İngilizlerin siyasetinin “İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti” olduğunu ilan ediyor.
*
Türkiye’de bugün dayatılan tez, Allah ile aldatma veya “siyasal İslam” tezidir.
Atatürk’ün mirası, bütün ihtişamına rağmen, bir tez olmaktan çıkarılmış bulunuyor.
İç ve dış hıyanetler, Türkiye’ye oynanan bu oyunda, ne yazık ki, başarılı olmuştur.
Türk siyasetinin, imansızlıkları, gafletleri, dalaletleri, nefsaniyetleri, ciddiyetsizlikleri, tutarsızlıkları, kirlilikleri, işi bu noktaya getirdi. Atatürk’ün mirasını yeniden tez yapabilmenin ilk şartı, işi buraya getiren “Allah ile aldatma” siyasetine son vermektir.
*
Allah ile aldatma zulmünün en ağırları, kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla,
Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.
*
Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında, Allah ile aldatanların yarattığı sadaka kültürü” ve bu kültürün yarattığı “sömürü merhametçiliği gelmektedir. AKP iktidarı, bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir.

Allah ile aldatanlar,
iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedir.

*
BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır.
Yaşadığımız günlerin ABD ve AB’sinde, Türkiye’yle ilgili ilk hedef, Türk Ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor. Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslümanlar, burada sadece taşeronluk yapıyor. Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri, ancak, İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir.
*
Nedir bu derseniz… Profesör Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” isimli kitabından alıntılardır.
*
Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, bu kitabı okuduktan sonra Profesör Yaşar Nuri Öztürk’e telefon etmiş ve “Bu kitap Cumhuriyet’in manevi manifestosudur.” demişti.
Aynen katılıyorum… Cumhuriyet’e dair, Nutuk’tan sonra yazılmış en değerli kitaptır.
*
Ve, hani şimdilerde Tayyip Erdoğan hepimize “şapşal” muamelesi yaparak “aldatıldım” filan diyor ya… Bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum!
*
Okusun ki… Yaldızlı-süslü laflarla yalan söylemenin, iftira atmanın, milletin parasıyla gezip tozmanın, gösteriş yapmanın, şatafatın, hırsızlığın, yolsuzluğun, koltuk şehvetinin, şahsi çıkar hesaplarının, fakir fukara istismarının, baskı düzeni kurmanın, dini-imanı siyasete alet etmenin, Allah ile aldatma’nın Kuran’a aykırı olduğunu görsün.

Okusun ki, aldatılmasın!

======================================

Dostlar,

Yılmaz Özdil son yılların Türkiye’sine bir armağan gibi..
Promtheus gibi yücelerde ışığını yakarak karanlığa itilmeye çalışılan Türkiye’yi aydınlatıyor!

Müthiş bir yazı daha..

Bay RTE meğer kumpasçı FG Cemaati tarafından aldatılmış mış!?!

Zeka fukarası mısın, istihbaratın mı yok, dünkü çocuk musun???
Sen bar bağıran değil miydin ki, “Bu davanın savcısı benim!” diye??
Ortadaki korkunç yıkımın faturası ne olacak??
Gelecekleri kararan subaylar, intihar edenler, kanser olanlar…..
Bari bunu yapanları bir an önce bul, yargı hesabını sorsun, sen de bunun tamamlayınca
kendine de bir fatura kes ve istifa et git..

Bunca gaf ve zulmün sorumlusu olacaksın ve tek sözcükle “ALDATILDIK” diyerek sıyrılacaksın..  Yok öyle şey..

26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ‘un istemlerine yanıt ver, gereğini hemen yap!

Sevgi ve saygı ile.
23.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

UMUT VE UYANIŞIN ŞAİRİ; CAN YOKSUL


UMUT VE UYANIŞIN ŞAİRİ; CAN YOKSUL

Can YOKSUL

 

 

 

 

portresi

 

Mustafa AYDINLI

 

 

Can Yoksul  1949 yılında Çorum Tolamehmet Köyü’nde doğdu. İlköğrenimini
Çorum Cumhuriyet İlkokulu’nda okudu. Hasanoğlan’da Atatürk İlköğretmen Okulu’nu ve Ergani’de Dicle İlköğretmen Okulu’nu bitirdi. Çocukluğu ve gençliği bütün köy çocukları gibi çobanlık, çiftçilik ve inşaat işçiliği yaparak geçti. On yıl öğretmenlik yaptıktan sonra ayrılarak KÖY-KOOP’ta yönetici olarak çalışmaya başladı. Sonrasında uzun yıllar yurt dışında kaldı. Avrupa’da yaşadı. Türkiye ve Avrupa’da pek çok ülkede şiirleri ve yazıları yayımlandı. Avrupa’da kaldığı sırada ALLITURNA adında bir dergi çıkardı.

– Bozkırların Çocuğu,
– Deli, Gündönümü,
– Zulada Kalan Türküler,
– Seni Unutur muyum Seni,
– Panzerler Postallar Darağaçları,
– İnsanlığın Türküleri,

şiir kitaplarının yanında Ozani ve Şiirleri üzerine inceleme kitabı ile Çorum Sözlü Kültürü üzerine geniş bir araştırması bulunmakta.

Can Yoksul, Çorum’un yetiştirdiği az sayıda kültür adamlarından biridir.

Ömrünü halkın duygusuna, coşkusuna ve kültürel gelişimine vermiştir.. dersek yeridir.

Çorum Yöresi Sözlü Kültürü” kitabı ise başlı başına bir kültür hazinesidir.
Gençlik yıllarında duygulu ve coşkulu şiirleri, Bozkırların Çocuğu, Deli, Gündönümü gibi
şiir kitaplarına yansımıştır. Yapıtlarında her fırsatta umudu ve uyanışı akıcı bir dille anlatmıştır. Onun şiirlerinde umutsuzluğa ve yılgınlığa yer yoktur. Mutlak her gecenin sonu aydınlık,  savaşın sonu kazanmak ve barış, derin kış uykusundan nasıl uyanırsa doğa;

  • İnsanlık da sömürüye, zulme ve emperyalizme karşı öyle uyanacak, direnecek,
    örgütlenerek kazanacaktır.

Bu felsefe onun temel rotasını oluşturmaktadır.
Can Yoksul doğal olarak 68 kuşağından gelmektedir. Gençlik yıllarının şiirlerinde
bu etkileşimden esinlenmemesi düşünülemez. Ancak geçen yıllar ve olgunluk evresi, uzun yıllar yurt dışında, yurt özlemiyle yanıp tutuşması yanında kültürel gelişmişliği ve birikimleri
ona bilge bir kişilik ve nitelik kazandırıyor. Bunu, değerli Ozan Ozani’nin
Yarın Üstüne” başlıklı şiirine yazdığı bilimsel bir değerlendirmede hiçbir yoruma
yer bırakmayacak biçimde net olarak görüyoruz.

Günümüz koşulları ve zamanın akışı, bizim de içtenlikle katıldığımız bu değerlendirmeyi
haklı kılmaktadır.

Şöyle diyor Sayın Yoksul :

“Bu tür eğilimlerin temel kaynaklarından birini 1968 Hareketinin gerillacı Mahir Çayan’ın “Öncü Savaş Stratejisi” anlayışında görmekteyiz. Oysa günümüzde savaş stratejileri ve savaşan güçler arasında oldukça büyük değişiklikler vardır. Geçmişin hantal orduları yerine teknolojik savaşlar ön plana çıkmıştır. Yüzlerce, binlerce kilometre öteden atılan bir füzeyle herhangi bir hedef gecenin karanlığında bile yok edilebilmektedir.

İşte bu konu düşündürücü ve yanlış bir konudur. O günün koşullarında bu konu tartışılmış idi. Che Guevera’dan kaynaklanan bu görüş günümüz dünya koşulların da tümden yersizdir. Bu duygusal gençliği serüvene sürükleme yoludur. Ozani bu tür şiirlerin içeriğini bir kez, bin kez yeniden düşünmelidir.” (Ozani ve Şiirleri Üzerine syf. 21-22)

Elbette sayın Yoksul’un bu değerlendirmesi temelsiz değildir. Yıllar önce yazdığı bir şiirde
bu çekirdeğin zaten var olduğunu görmekteyiz.

Yürümek güzel şey Anadolu’da
Mustafa Kemal yolunda korkusuz
Yürümek devrime adım adım
Bazen aç bazen susuz
Güzel şey direnmek evrende
İnsanlık için dostluk için mutluluk için
Yürümek halkımla ve halklarla
Savaşa ve barışa kardeşçe
(Deli; syf. 41)

*****                                                                                       

Sayın ozan Yoksul, daha pek çok konuya değinmektedir şiirlerinde.
Örneğin kadınlarımız konusunda;

Siz bilemezsiniz Anadolu kadınlarını
Onüç, on dördünde yeşermeyi
Parayla girmeyi altmışlık moruğun yatağına
Onbeşinde gebe kalmayı
Yirmi beşinde beş çocuklu olmayı
Siz bilemezsiniz..
(Deli; syf. 8) 

Günümüzde altı yaşındaki kız çocuklarının, otuz yaşındaki kişiyle evlenebileceği
dalga dalga yayılıyorsa, Cumhuriyetin getirdiği Aydınlanma tam olarak amacına ulaşamamış demektir.

Sanatçı topluma yön veren onun önünde giden kişidir.
Sanatıyla davranışları ile tüm evrene, tüm insanlığa bir gözle bakabilmek, hümanist düşüncelerle yaklaşabilmek elbette halkın sanatçılarının işidir. Barışı, kardeşliği sevgiyi, din dil ırk ayrımı yapmadan, Can Yoksul’un bu engin duygu ve dizelerinde görüyoruz.

Adım Eskimo
adım Zenci
adım Çinli
adım Arap
ben insanoğlu insanım
ben barışın kardeşi
her yerinde halkım dünyanın..
(Deli; syf. 55)

Ülkemizde Aydınlanma ve uyanışın simgesi Köy Enstitülerine de değinmeden edemiyor :

Benim Köylerime
Tonguç geldi Yücel geldi….
Ben
Yeşeren yirmi iki tomurcuk
Yirmi iki çiçek oldum ülkemde
Yirmi iki el
Yirmi iki yürek
Yirmi iki kafa oldum.

(Deli; syf. 80)

dizeleriyle anlatmakta.

Emperyalizmin gözü doymazlığını, savaşın acımasızlığını anlattığı dizeler de oldukça anlamlı :

Atom ışıklarında açtım gözlerimi
Bir yanımda yanmış et kokuları
Bir yanımda ağıtlar vardı
Hiroşima da
Nagazaki de…
Engin denizlerden kaçtım barış şarkılarımla
(Deli; syf. 53)

Umut ve uyanış“ın Can Yoksul’un şiirlerinde temel ögeleri oluşturduğunu belirtmiştik.
Bu düşüncemizi anlamlandıran dizeleri ise;

Karakışın sonundaki baharı biliyorum
Bir düş görür gibiyim gecenin sonunda
Bir başlıyor ki, büyümesi çiğdemlerin
Bir sabah yeniden duruyorum dimdik
Günaydın ağaçlar günaydın kuşlar diyorum
Bir coşuyorum bir yiğitleşiyorum ozanca..
(Deli; syf. 73)

Biz de aynı duygu ve düşüncelerle,

“Karakışın ardından, baharın” geleceğine umudumuzu korurken, halkımızın umut ve uygarlığı yiğitçe karşılayacağına inanıyoruz.

Eline, yüreğine sağlık Can Yoksul!
Umudu ve coşkuyu yeşerten yeni şiirler dileğimizle.      

===============================================

Dostlar,

Değerli arkadaşımız, kendisi de çok yetenekli Anadolu ozanlarından
Sayın Mustafa Aydınlı‘ya, bu aydınlık Çorum’lu şair Can Yoksul’u bize
aydınlık iletileriyle tanıttığı için teşekkür borçluyuz..

Bu site okurları, Sayın Mustafa Aydınlı’nın KEŞİŞ DAĞI adlı enfes şiir kitabı
başta olmak üzere zaman zaman yolladığı şiirlerine yer verdiğimizi anımsayacaklardır. Kendisinin adı – soyadıyla sitemizde yapılacak bir aramada şiirlerine ve yazılarına erişmek olanaklıdır.

Sevgi ve saygıyla.
23.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Raşit TÜKEL İstanbul Üniversitesi Rektörüdür


Prof. Dr. Raşit TÜKEL
İstanbul Üniversitesi Rektörüdür

TTB_logo
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
BASIN AÇIKLAMASI

Üniversitelerinde Demokrasi İşletilmiyorsa,
Demokratik Bir Ülkeden Bahsedilemez!

Ülkemizin en büyük ve dünyanın sayılı üniversiteleri arasında sayılan İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük seçimleri tamamlandı. 2595 öğretim üyesinin oy kullandığı seçimlerde
Prof. Dr. Raşit Tükel 1202, Prof. Dr. Mahmut Ak 908, Prof. Dr. Harun Cansız 382,
Prof. Dr. Faruk Erzengin 18, Prof. Dr. Recep Seymen 17 ve öbür adaylar 1’er oy aldı.

Üniversitelerde demokratik işleyişe aykırı pek çok uygulama var, ancak tüm eksikliğine karşın hala üniversitelerde rektörlük için seçimlerin varlığı, öğretim üyelerinin irade kullanıyor olması önemlidir. Bunu daha da değerli kılacak ve ülkemizin demokrasi karnesini geliştirecek olanın ise bu seçimlere gösterilecek olan saygılı tutum olduğu çok açıktır.

Buradan açıklıkla ifade ediyoruz ki; üniversitenin iradesine, öğretim üyelerinin oyuna
saygı gösterilmelidir.  İlk sırada çıkamayan adaylar demokrasiye saygının gereği olarak
geri çekilmeli, 12 Eylül ürünü olan YÖK süreci ve üniversitenin kararını onaylamakla
sorumlu olması gereken Cumhurbaşkanı’nın atama süreci demokratik beklentiye uygun olmalıdır. 1202 oyla seçimden 1. sırada çıkan ve açık farkla İstanbul Üniversitesine
rektör olması istenen Prof. Dr. Raşit TÜKEL’in ataması derhal yapılmalıdır.
Tersi bir tutum ülkemizi bir karabasana doğru sürükleyen otoriter, totaliter yönetim anlayışının bir kez daha onaylanmasından başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Bizler, bu ülkenin hekimleri olarak, üniversitelerimize ve ülkemize sahip çıkmanın yolunun demokratik değerlerin korunmasından geçtiğini çok iyi biliyoruz.
Öğretim üyelerinin iradesine saygı duyulması üniversiteye saygı duyulmasıdır.
Her fırsatta milli iradeden söz edenlerin öğretim üyelerinin iradesine saygı göstermesi
tutarlılık olacaktır.

1202, 908’den büyüktür.
Prof. Dr. Raşit TÜKEL 
İstanbul Üniversitesi Rektörüdür!

==========================================

Dostlar,

Biz de aynen katılıyoruz bu açıklamaya..

YÖK’ü de, RT Erdoğan’ı da sandığa saygılı olmaya, demokrat davranmaya çağırıyoruz..

RT Erdoğan BM Genel Kurulu’nda 5 sürekli üyenin avantajlı konumunu eleştiriyor ve
adalet duygusu incinmişliği ile, isyan ile “5; 1’den büyüktür” diyordu feryat edercesine..
1202 ise 908’den çooook büyüktür..
Erdoğan, üzerinde biriken olumsuz – negatif anti-demokratik yükü azalmaya çalışmalıdır.
Bu atama kendisi için önemli bir fırsat olacaktır.
YÖK düzenini 13 yıldır bu yüzden değiştirmediniz, turnusol kağıdı budur..

Biz de aşağıdaki söylemi – belirlemeyi yineliyoruz..

1202, 908’den büyüktür.
Prof. Dr. Raşit TÜKEL 
İstanbul Üniversitesi Rektörüdür!

Sevgi ve saygı ile.
22.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

FED; AKP’yi şimdilik kurtardı


FED; AKP’yi şimdilik kurtardı

 
YURT Gazetesi, 22.3.2015
“Tünelin Sonu Kriz Yeniden Kalkınma”
kitabında Türk ekonomisinin son 10 yılını inceleyen UNDP Türkiye eski Direktörü Bartu Soral,

“AKP iktidarında ekonomi için pembe tablolar çizildi ancak
ülke ciddi bir ekonomik krize doğru gidiyor.”
dedi.


Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)
Türkiye eski Müdürü ve kalkınma ekonomisti Bartu Soral’ın yeni kitabı ‘Tünelin Sonu Kriz Yeniden Kalkınma’:

Genel seçimler yaklaşırken, AKP iktidarı döneminde sürdürülen ekonomik programları
mercek altına alıyor. Amerika Merkez Bankası (FED), IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların analizlerinden ve raporlarından yararlanılarak hazırlanan kitapta, gelişmekte olan ülkelerde risklerin yükseldiğini, yeni küresel krizin bu kez gelişmekte olan ülke kaynaklı olacağı belirtiliyor. Kitabında özellikle AKP döneminde Türkiye’de büyüme konusunda
Lale Devri’nin yaşandığını
ama işin özünde ekonominin içten içe çöktüğünün çerçevesini sunan Bartu Solar ile Merkez Bankası’nın attığı son adımları ve Türkiye’yi bekleyen olası kriz senaryolarını konuştuk.

AKP 12 yılı aşan iktidarı döneminde Türkiye’ye ekonomik anlamda çağ atlattığına vurgu yapıyor. Ancak BM İnsani Kalkınma Endeksin’de 69. sırada yer alıyoruz. Gayrisafi millî hasıla (GSMH) balonu ile İnsansal Gelişmişlik İndeksi (HDI) arasında önemli bir fark var. Suudi Arabistan gibi körfez ülkelerinde GSMH çok yüksekken IGI (İnsansal Gelişmişlik İndeksi) çok geride yer alıyor. Siz Türkiye’yi bu durumda nerede konumlandırıyorsunuz?

Birincisi kalkınma hiçbir zaman büyümeye endeksli olarak anlatılamaz. İktidarın söylediği gibi Türkiye’nin 3 katı büyüdüğünün hiçbir bilimsel gerçekliği yok. Benim kalkınmadan anladığım şudur: Kalkınmış bir ülke, insanların kendi projelerini yaşama geçirebileceği bir ülkedir.
Şişli’de doğan varlıklı bir ailenin 10 yaşındaki evladıyla ülkenin Orta Anadolusunda geri kalmış bir ilçesinde ya da köyünde doğan 10 yaşında bir çocuğun eşit koşullarda yaşama başlaması ve kendine kurduğu düşü (hayali) gerçekleştirebilecek olanaklara sahip olması gerekir. Bu durum da asla büyüme ile açıklanamaz.

AKP iktidarı büyüme rakamlarında halkı yanıltıyor.

‘10 yılda 3 kat büyüdük’ sözü, içinde enflasyonu da barındıran aldatmacalı bir hesaptır.
Nominal olarak yaptığınız hesapla bunu ilan ettiğinizde, uluslararası camiada ciddiye alınmıyorsunuz. Uluslararası ekonomik kuruşlar büyümeyi böyle ölçmüyor. Ayrıca,
Türkiye’de 2003- 2013 yılları arasında büyüme oranı 3 kat değil, toplamda yalnızca 0.60’tır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde ekonomik krizin güçlü kurumlar
ve bankacılık sistemi ile Türkiye’yi teğet geçtiğini söylemişti. Çizilen bu tabloyu
gerçekçi buluyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘kriz bizi teğet geçti’ diyor ama bilmediği bir şey var.
O da şudur ki; kriz gelişmekte olan ülkelerin tamamını teğet geçti. Fakat gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamasına baktığınızda Türkiye’ye göre daha yüksek olduğunu görebilirsiniz. Türkiye gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamasının daha altında bir performans sergiledi. Erdoğan’ın krizin Türkiye’yi teğet geçtiğini söylediği 2009- 2013 arasında gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi %5,33 iken Türkiye’nin %3,91’dir.

Türkiye yabancı sermaye akımı ile mi ayakta kalabilmeyi başardı?

AKP iktidarı 2003 ile 2007 yılları arasındaki finansal konjonktürden yararlandı.
Bu dönemde sınır ötesi sermaye akımlarının dünyada bugüne dek görülmemiş biçimde artmasıyla Türkiye’de büyüme konusunda Lale Devri yaşandı.

Aslında özünde her geçen gün ekonomi içten içe çöküyordu.

2000’li yıllara dek eksikleriyle birlikte süren üretim, yerini ithalata bıraktı ve ithalat arttıkça da dış borçlanma yükseldi. AKP iktidarına dek 129 milyar $ olan dış borç stoku, 12 yılda 402 milyar $’a çıktı. AKP iktidarında Türk ekonomisi deyince akılda kalan 3 temel öğe;

1. Borçlanma,
2. Dış ticaret açığı ve
3. Cari açık olacak.

Elbette bu üç öğenin ortaya çıkardığı yıkım ve çürüme, çöküş yaşanınca bütün çıplaklığıyla görülecek.

FED de muhalif değil ya!

Türkiye’deki bankaların bütün varlıklarının %62’sini krediler oluşturuyor. Şu anda 1 trilyon 350 milyar TL olan kredi miktarının %68’ini KOBİ’ler ve şirketler kullanıyor. Bu kredileri kullanan şirketler kurdan etkilenenlerdir. Türkiye’de brüt kârı borç faizinin iki katı ve altında olan firma sayısı bütün firmaların %40’ını oluşturmakta. Yani şöyle düşünün; 100 firmanın 40 tanesinin
2 liralık brüt kârı var ve borcuna ödediği faizi 1 lira. Türkiye’deki firmaların %40’ının brüt kârı ancak borç faizini karşılıyor. FED söylüyor bunları. FED’i de muhalif diye suçlayamazsınız herhalde…

ABD Merkez Bankası (FED) faiz artırımına giderse Merkez Bankası’nın tutumu
nasıl olur? Aynı şekilde faiz artırımına gider mi?

Dolar kurunun geldiği nokta bakımından önümüzdeki dönemde ABD’nin faiz artırım süreciyle birlikte Türkiye’nin önünde 2 farklı senaryo var.

“Bunlardan ilki; FED, Hazirandan sonra faiz artırımına başlıyorum derse,
Merkez Bankası da Dolardaki yükselişe faiz artırımına giderek müdahale etmeye çalışır.
Bu da zaten durgunlaşmakta olan ekonomiyi iyice durgunluğa sokar.

2. senaryo ise siyasal baskılar yüzünden faiz artırılmadığı zaman gerçekleşir.
Dolar kuru yükselişini sürdürür. Bu durum, finansman açığı olan şirketlerde kambiyo zararlarına neden olur.

Türkiye’de 182.5 milyar dolarlık döviz açığı var.

Son dönemde %13’lük artış bile kabaca 23 milyar dolarlık zarar oluşturdu.
Bankacılık kredilerinin %62’si bu şirketlere verilen paralar. Zarar eden şirketler iflas edince
bu bankacılık sektörünü de krize sokacak boyuta ulaşır. Bu durumda

2001 krizinden çok daha kötü ve tüm Türkiye’ye yayılan bir hal alır.

Türkiye küresel dünyadaki finansal bolluğu çok kötü kullandı ve
kriz ile yüzleşmek zorunda kalacak.

FED, AKP için şans oldu

FED önceki gün faiz oranlarını artırmaya hazırlandığının sinyalini verdi. Ve toplantı sonrası açıklanan tutanaklarda faiz oranlarının artırılması konusunda ‘sabırlı’ olunacağı taahhüdü
yer almadı. FED yalnızca faiz beklentisini 2015’te %1.25’ten 0.60’a indirdi. Dolar 2.53’e falan düşer diye beklendi ancak 2.60’larda kaldı. FED’in bu kararı, AKP’yi Haziran seçimine
daha az yıpratarak götürecek bir pozisyon açtı ve kapıya gelen krizi yalnızca biraz öteledi. Ancak, Eylül ayında yoğun bir şekilde hissetmeye başlayacağımız bir krizden kaçışımız olmayacak.

Piyasa Merkez Bankası’nı takmıyor!

Merkez Bankası Cumhurbaşkanı’nın müdahalesinden sonra bağımsızlığını
koruyabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yüklendiği son 2 aydan beri,
Merkez Bankası 0.75 oranında faiz indirdiği halde piyasadaki kredi faizleri %2 puan yükseldi. Bu gelişme piyasanın artık Merkez Bankası’nı takmadığının göstergesidir. Çünkü piyasanın ve Merkez Bankası’nın risk algılaması farklıdır. Erdoğan, Merkez Bankası’na “faiz indir
baskısı yaptığında, piyasanın artık Merkez’i dinlenemediğini de göz önünde bulundurmalı.

Şirketler iflas ertelemeye başladı!

Yaklaşan ekonomik kriz toplumun en üst gelir katmanının ilk %5’inin altından başlayarak
orta gelirli, beyaz yakalı ve dar gelirli herkesi olumsuz etkileyecek.

En başta da şirketler etkilenecek gibi gözüküyor. Çünkü Baro yetkililerinden aldığım bilgiye göre iflas erteleme başvuruları yağmur gibi gelmeye başlamış.

Bunun yanında ekonomik riskler tavanda.

Üretim zayıf, teknolojimiz yok.

Hane halkı borcu bizim durumumuzda bir ülke için yüksek. Kısa vadeli dış sermaye hareketleri, denetlenmediği takdirde ulusal paramız üstünde olumsuz etkiler yaratacaktır.
İthalatı körükleyen ve işsizliği artıran bu durum karşısında kurun gerçek düzeylerde kalması için aktif bir döviz ve para politikası izlemeyi tercih etmeliyiz.

*****

Bartu Soral kimdir?
1970’de Ankara’da doğan Bartu Soral orta ve lise öğrenimini Ankara Anadolu Lisesinde tamamladı. Kanada Saint Mary’s Üniversitesi İşletme Fakültesinden lisans, Kanada Dalhousie Üniversitesi Ekonomi Bölümünden kalkınma ekonomisi alanında yüksek lisans derecesi aldı.. 2003’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) katılan Soral, 2005’te UNDP Program Müdürlüğü görevine yükseldi. 2009’a dek sürdürdüğü Birleşmiş Milletler (BM) kariyeri süresince küresel ekonomik gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin finans sistemleri ve kalkınmaları üzerine çalışmalar yaptı. 2009’da BM’deki görevinden ayrılan Soral,
halen hem akademik çalışmalarını sürdürmekte hem de serbest danışmalık yapmaktadır.

======================================

Dostlar,

Sayın Bartu Soral’ın açıklamaları çok çarpıcı..
AKP’nin ekonomideki balonunu kezlerce patlatacak sağlam veriler içermekte.
Örn. ekonominin 12 yılda 3 kat büyüdüğü masalı..
Basit “nominal” hesapla kendini ve halkı aldatmanın bir sonu olmalı..
“Reel” hesap ise % 300 değil, bunun 1/5’i olan .60 (%60) düzeyinde!
Yani Türkiye ekonomisi AKP döneminde, 2002 sonunda 1 iken 2014 sonunda 3 olmadı!
1 iken 1,60 oldu! 12 yıla bölerseniz yıllık ortalama büyüme hızının %5’in altında kaldığını
bir çırpıda görürsünüz.. (%60 büyüme 12 yıllık birikimli – kümülatif olduğundan..)

Dolayısıyla 2023’te ilk 10 ekonomi içine girme de (!) hamların hamı bir hayal,
daha doğrusu kendinden kendine ve de “fukara” halkımıza utanmazca,
rezilce bir başka yalandır.

“..ekonominin içten içe çöktüğünü..” Sayın Soral birkaç kez yineliyor.

Dileriz AKP kurmayları da bu acı verileri okuyup değerlendiriyor olsunlar..
Devekuşu mantığıyla 80 milyonluk bir ülkenin devasa sorunları yönetilemez, çözülemez.

Ekonomi bir şeytan üçgenine sokulmuş :

1. Borçlanma
2. Dış ticaret açığı
3. Cari açık 

Türkiye’nin en seçkin kurumlarından Boğaziçi Üniversitesinde Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere 2 anadalda (double major) lisans diploması alan Profesör Başbakan
Ahmet Davutoğlu
, gönülden dileriz ki, hayal aleminde kendini ve ulusu kandıran Bay RTE’nin vesayetinden bir parça olsun kendini sıyırır ve acı gerçeklere karşı hızla önlemler alır..

Seçim öncesinde olsa bile!
Aslolan ülke ve halk değil mi? Siyaset bunun için yapılmıyor mu??

Sevgi ve saygı ile.
22.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Su Krizi


SU KRİZİ

Hakan KARA
Cumhuriyet, 22.3.15

Çevreciler daha 80’li yıllarda uyarmıştı:

“Böyle giderse Türkiye’de su sıkıntısı yaşamaya başlarız. Çeşme suları içilemez hale gelir.”

Sulak alanların kurutulmasına tepki gösteriyor, yaşanan savurganlığa dikkat çekiyorlardı.
Onları dinlemedik.
Çünkü kentlerde çeşmeyi açtık mı su, gürül gürül akıyordu. Bardağa doldurduğumuz suyu kana kana içiyorduk. Su tertemizdi. Çeşmeden akan suyun kirlenebileceği, içilemez hale geleceği düşüncesi bize o kadar uzaktı ki.
Aradan 30 yıl geçti. Bugün çeşmeden akan suyu içmek bir yana, banyo yaparken bile tedirginiz. Bedenimize ne tür kimyasallar dökülüyor biliyor muyuz? Çeşmeden gürül gürül akan
tertemiz suyu kana kana içtiğimiz zamanlar sanki bir düş gibi artık.


Bugün Dünya Su Günü.

Birleşmiş Milletler 22 Mart’ı “Dünya Su Günü” ilan edeli 22 yıl oldu.
Amaç su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su varlıklarını korumaktı.

UNESCO’nun web sayfasında önceki gün yayımlanan 139 sayfalık su raporuna bakıyorum:

“786 milyon insan temiz suya ulaşamıyor.
2050’de sanayide
su kullanımı % 400, tarımda %100 artacak.”

Dünyada nüfusla birlikte su tüketimi de hızla artıyor.
Giderek büyüyen bir su kriziyle karşı karşıyayız.

Peki, Türkiye’nin durumu ne?

Raporun 52. sayfasında Türkiye’de kentlerde şişe suyu kullanımının 2000-2010 yıllarında % 20’den %54’e yükseldiği yazıyor. Türkiye’de şişe suyu tüketiminde öylesine büyük bir artış yaşanmış ki; Endonezya, Gana ve Filipinler’i geride bırakmışız.


Türkiye’de kişi başına yıllık 1.519 metreküp su düşüyor.

“Su sıkıntısı çeken ülkeler”
arasında yer alıyoruz.


Türkiye nüfusu 2030’da 100 milyona ulaştığında, bir basamak daha gerileyerek,
“su fakiri” ülkeler arasına katılacağız. Burası zaten en alt basamak. Daha aşağısı yok.


Suyu bilinçsiz tüketiyoruz. Tarımda su verimliliğini sağlayamıyoruz. Tarımsal sulamada
atık suların arıtılarak kullanımı, damla veya yağmurlama gibi modern yöntemler yaygın değil. Bu yöntemlerin yaygınlaştırılması için neyi bekliyoruz o da belli değil.


Yeraltı sularının seviyesi giderek düşüyor. Çiftçiler öyle söylüyor.
Bu konuda uzun dönemli somut, güvenilir veriler yok. Çünkü ölçüm yapılan kuyu sayısı yetersiz. Öbür yandan yeraltı sularının kullanımında denetim de yok.
Türkiye’de kaçak kuyu sayısının 180 bin dolayında olduğu kestiriliyor.


Göller kuruyor, sulak alanlar yok oluyor, nehirlerin debisi azalıyor.


İklim değişimi Türkiye’yi nasıl etkileyecek pek bilmiyoruz.
Kuraklık hangi bölgelerde ne ölçüde yaşanacak? Ne gibi önlemler aldık?

Suyu düşüncesizce tüketmekle kalmıyor, aynı zamanda kirletiyoruz.
Türkiye’de belediyelerin yalnızca %22’sinde atık su arıtma tesisi var.

30 yıl önce çevrecilere inanmadık. Haklı çıktılar. Ne dedilerse oldu. Peki, bugün ne diyorlar?

Su ticari bir mal olarak görülmemelidir. Suyun korunması, savunulması ve
doğru kullanılması
gereklidir. Herkesin suya ulaşma hakkı var. Konuya önce insan ve doğa diyen bir anlayışla yaklaşırsak su krizine kolektif çözümler üretebiliriz.
Fosil yakıt bağımlılığını azaltarak; hem iklim değişikliğinin önüne geçebilir hem de
çevresel
baskıyı azaltarak su kaynaklarının korunmasına katkıda bulunabiliriz.”


Onların sesine bu kez kulak verecek miyiz?
Yoksa, gelecek kuşaklardan çalmaya devam mı edeceğiz?

===========================================

Dostlar,

Durum kritik ve sorun ciddi boyutlarda..

İvedi olarak küresel ölçekte önlem ve hala olanaklı ise (korkarız çoook güç!)
geri düzeltim (restorasyon) planları yapmak ve hızla tüm dünyada uygulamak zorundayız..

kuraklik_feci

 

 

 

 

 

Kuraklık ve çölleşme hızla yayılıyor..
Dünya, kaldırabileceğinin üstünde nüfusa ev sahipliği yapmada çoook zorlanıyor.

Nüfusun 5 milyarın altına çekilmesi…  HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

ve doğaya saygılı, tasarruflu yaşanması gerek.

Doğaya hükmetmek değil, yasalarını öğrenip barış içinde birlikte ortak (komünal) yaşam
tek seçenek..

Barış içinde birlikte varoluş :

Peacefull coexistence / Coexistence pacifiqu”!

Doğa bizim fahişemiz değil, evsahibimiz..
Ve gelecek kuşaklara sağlıklı teslim edilmek üzere bizlere emanet!

Ekolojik olarak “çöküntü” dönemindeyiz!

BM’nin 3. Binyıl Ekosistem Öngörü Raporu‘nda (UN 3rd Millenium Echosystem Assessment) son 50 yılda Dünyaya zararımızın geçmiş tüm zamanları aşkın olduğu belirtiliyor.
Bu korkunç yıkım hızını tanımlayacak matematik formülasyon yok!

Bir de gidecek başka gezegenimiz yok!

Sevgi ve saygı ile.
22.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Ali ERCAN’DAN “ENERJİ ve ÇEVRE” Konferansı


Prof. Dr. Ali ERCAN’DAN

Ali_Ercan_portresi

“ENERJİ ve ÇEVRE” Konferansı


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan nefis bir konferans izledik 7 Mart 2015 günü..

Yer Fizik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi idi.. (Mithatpaşa Cd. 44/16).
Oda Başkanı Sayın Abdulllah Zararız ve çalışma arkadaşları son derece zarif konukseverlik gösterdiler daha önceleri de olduğu gibi..

Konu “ENERJİ ve ÇEVRE SAĞLIĞI” idi..

Ali hoca coşku ile, ayakta, 2 saat, ara vermeden, yarım bardak su ile sunumunu sürdürdü.
O da bizler de büyük keyif içinde etkinliği izledik.
Ardından sorular sorduk ve tartışma (bilimsel) yaptık.
Ali hoca onları da sabır ve olgunlukla teker teker yanıtladı.

Bir kez daha pozitif bilimin, bilimsel akılcılığın insanlığın ilerleme ve kurtuluşunda
BİRİCİK YOL GÖSTERİCİ olduğunu kavradık.

Büyük ATATÜRK‘ün son derece yerinde sözü – uyarısı kulaklarımızda çınladı :

  • “Dünyada her şey için, maddiyat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir;
    bilim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır.”
    (22.09.1924, Samsun Ögretmenleriyle Konuşma, 1925, Atatürk’ün M.A.D. s. 19)

Sn. Ercan bu başlık altında zaman zaman konferanslar veriyor değişik yerlerde.
Ancak bu sonki çok daha olgunlaştırılmış ve yoğun emek içeren bir çalışmaydı.
Ustaca ve emek vererek hazırlanan yansılar 80’i aşkındı ve sunu 2 saat kesintisiz sürdü..

İzlemek ve üzerinde düşünmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Enerji_ve_Cevre_Ali_Ercan_7.3.15

Sayın Prof. Ercan’ı hem kutluyor hem de bu bilimsel ziyafetinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Sunu nüfus sorununa da epey değinmekte.. Bu bakımdan başlığa eklenmesi düşünülebilir.

Sunuyu sitemize koymakta, boyutu nedeniyle teknik sıkıntılarımız oldu..

2 hafta gecikmeyle 22 Mart DÜNYA SU GÜNÜNE rastladı..

İyi de oldu.. Bu tema da işleniyor yansılarda..
Çok varsıl bir içerik.. Özenle izlenmeli bizce..

Sevgi ve saygıyla.
22.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

22 Mart Dünya Su Günü…


22 Mart Dünya Su Günü…

Dunya_Su_Gunu_22_Mart_2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Amman…. 1 damla suyu bile telef etmeyelim..

Veriler hiç ama hiç iç açıcı değil…

1 milyarı dolayında insan sağlıklı  içme – kullanma uyuma erişemiyor ve birkaç milyon insan, çoğu çocuk olmak üzere her yıl salt bu nedenle ölüyor

Düyanın tüm sularını 5 Lt’lik bir kaba koysak, içilebilir olan 1 çorba kaşığı ölçüsünde..
Yaklaşık 15 cc (ml).. Toplam Dünya suyunun 300’de 1’i bile değil..
Kirlenmiş su kaynaklarını arıtmak çok pahalı..
İşte Ankara.. 5 milyonluk Başkent bu olanaktan yoksun…
***
Türkiye de su zengini değil!..
Dünya nüfusunun % 1,1’i bu toptraklarda ama su payımız % 0,2!
Enerji kaynakları payımız % 0,6! (Prof. Dr. Ali Ercan..)
Dünyada 1 km2 toprağa 50 kişi düşerken bu sayı Türkiye’de 100!

Nüfus artışına kesin fren gerek…

HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Tüm  musluklar fotoselli olmalı ve su basınçları standart, makul (optimal) ayarlanmalı.

Su tasarrufu içi halkı bilinçlendirmek üzere
TV’lerde kamu aydınlatma iletileri yayımlanmalı..
Ulusal planlar yapılmalı yakın – orta – uzun erimli..
İlgili Bakanlık ne yapmakta?? Seçime mi kilitli tüm iktidar, Devlet??

Yazık…

Küresel ısınma ve iklim değişikliği çooooom ciddi bir tehdit oluşturuyor..

Sevgi ve saygıyla.
22.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Görsellerle Türkiye : 21 Mart 2015

Görsellerle Türkiye : 21 Mart 2015


Dostlar
,

Zaman zaman “Görsellerle Türkiye” sunumları yapıyoruz bu sitede..
Emek vererek görselleri topluyor, işliyor ve seçerek sizlerle paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygıyla.
22.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
 

16 yansı aşağıda…

Slide1












Slide16Slide15Slide2
Slide14
Slide13Slide12Slide11Slide10Slide9Slide8Slide7Slide6Slide5Slide4Slide3IHEB_ve_saglikIHEB-md-25