Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Zeki Sarıhan : KADINLAR NASIL GİYİNMELİ?

KADINLAR NASIL GİYİNMELİ?

Zeki Sarıhan

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Giyimlerinden ötürü kadınların çeşitli sataşmalara uğradığı bir dönemde Kadınlar nasıl giyinmeli? gibi soruyu yazıya başlık yapmamın birçok okuyucunun garibine gideceğini biliyorum. “Akıl vermek sana mı düştü? Nasıl isterlerse öyle giyinirler” dendiğini duyar gibiyim. Olsun, ben gene de bu konuda söyleyeceklerimi söyleyeyim. İçimde kalmasın.

Giyim yalnız kadınlar için değil, erkekler için de hep bir sorun olmuştur. Özellikle kültür değişimlerinin yaşandığı dönemlerde. (AS: Kültür sürekli değişmez mi; köktenci – hızlı değişimler kastediliyor olmalı..)

“Nasıl istersem öyle giyinirim!” söylemi doğru değildir. Hiç kimse istediği gibi giyinemez. Daha doğrusu, hiç kimse, giyimini seçerken içinde yaşadığı toplumun bu konudaki değer yargılarını hesaba katmazlık edemez. Ay’da tek başına yaşıyor bile olsa, alışkanlıkları onu “Acaba beni Dünya’dan görüyorlar mı?” kaygısına götürür.

Giyim konusunda hoşgörü sınırı, toplumdan topluma olduğu gibi, ortamdan ortama da değişir. Örneğin bir denizci veya maden eriten fabrikada işçi, (bunlar zaten erkek olur) aşırı sıcakta belinden yukarısı çıplak olduğu halde çalışırken yadırganmaz da kentte, kalabalıklar arasında böyle gezerse yadırganır. Kadın olsun, erkek olsun, don gömlek, hatta pijama ile sokağa çıkılmaz. Bunu engelleyen tek şey ayıplanma endişesidir. Plajda, düğünde, tarlada, sıcak ve soğukta, bir folklor gösterisinde, evde ve sokakta farklı giyinme tarzımız vardır.

Kadın giyimi, onların genlerine işlemiş bir yapıdan ötürü her zaman erkeklerden daha çok önemli olmuştur. En “modern” kadınla en muhafazakâr çevre kadınının hareket noktası, özenli ve dikkat çekici olmaktır. Erkek giysisi satanlardan belki beş on kat daha çok olan kadın giysisi satan mağazalar, parayı buradan vuruyor.

Ayvalık’ta Perşembe günleri kurulan pazarda en çok ilgiyi kadın giysileri satan tezgâhlar görüyor. Yazlıkçı kadınlar, neredeyse her Perşembe günü pazara inmeden duramıyorlar ve her kezinde kendilerine yakıştığını düşündükleri giyecekler alıyorlar.

Hiçbir kadın, kötü bağladığı bir başörtü ile veya saç baş dağınık fotoğraf vermek istemiyor.

Her kadın nasıl giyinmesi gerektiğini bilir. Bunu daha çocukken ailesinden öğrenir. Sezgileri de ona kılavuzluk yapar. Ölçü, hem güzel ve çekici görünmek, hem de toplumun görünmesini ayıp saydığı yerlerini örtmektir. Dünyada bütün kadınlar, kendi toplumlarının ve o anda yaşadıkları çevrenin kültürünü de hesaba katarak bu dengeyi çok iyi kurarlar.

Türkiye, masallarda söylenen tekerlemelerde olduğu gibi “Bir yanı sazlık samanlık, bir yanı tozluk dumanlık” olan bir ülkedir. Feodal kır ile burjuva kapitalist kent, giyim konusunda da çatışma halindedir. Kabul etmek gerekir ki, her iki yanda da aşırılıklar vardır. Türkiyeli kadının nasıl giyinmesi gerektiği konusunda ortak bir anlayış oluşmamıştır. Bunun galiba orta yolu, kız öğrenciler için hazırlanan Kıyafet Yönetmeliği idi. Toplum da bunu kabul etmişti. Muhafazakâr anlayış, bunu da bozarak kız öğrencileri için başörtüsünü serbest bıraktığı gibi bunu teşvik de ediyor.

GİYİMDE SINIF TUTUMU

Ben, bazı kadınlarımızın ve genç kızlarımızın Avrupai bir özenti ile toplumun yapısını hesaba katmadan fazla açık giyindiklerini düşünüyorum. Onlar, toplumun bu konudaki yargılarını hesaba katmaz görünüyorlar. Belki böyle ayrıksı bir giyimi devrimcilik olarak bile görüyorlar. Oysa emekçi sınıfları burjuva ve toprak ağalarına kölelikten kurtarmak isteyen bir devrimci böyle hareket etmez. Aksi halde emekçilerle değil, Avrupacı burjuvazi ile bütünleşirler.

Bir Gecede Uzatılan Etekler” yazımda anlatmıştım. 1968’de Gazi Eğitim Enstitüsünde Öğrenci Derneği olarak köylülerimizden kopmamak için köylere geziler düzenliyorduk. Derneğin kongresinde, bu gezilere mini eteği ile katılan sosyalist bir arkadaşımız, muhafazakâr öğrenciler tarafından “köylülerle böyle mi bütünleşeceksiniz?” denerek alay konusu oldu. Kendisi onlara kürsüden sert bir yanıt vermeye hazırlanırken, kulağına eğilip “Haklısınız, eteklerimi bu gece uzatacağım de” diye tembih ettim. Kürsüye çıkıp bunu söylediğinde salonun her iki tarafından büyük bir alkış koptu.  O gece bütün eteklerini dizden aşağı sarkacak biçimde uzattı.

O zaman henüz 24 yaşındaydım, benim görüşlerimi ciddiye alanlar vardı. Şimdi ise 73 yaşımdayım. Kimse sözlerime kulak asmıyor! Herhalde benim geri kafalı bir köylü olduğumu düşünüp “Sen ne karışıyorsun, herkes istediği gibi giyinir” diyorlardır. Çünkü devrimcilik artık birçok çevrede bir sınıf tutumu olmaktan çıktı, vücudunu açma derecesiyle ölçülür oldu! Üzerinde ne kadar az kumaş ve bez bulunursa o kadar devrimcisin! Gezi direnişi sırasında Avrupa’dan gelen bir kadınımız, devrimciliğini kanıtlamak için Taksim Alanı’nda mayo ile dans etmişti! Bu anlayış halkın büyük çoğunluğunun içten içe tepkisini çekiyor ve bir kısmının gerici politikalar etrafında kenetlenmesine yarıyor.

Gezdiğim ülkeler içinde en beğendiğim kadın giyimini Kuzey Kore’de gördüm. Kolları en fazla dirseklerine kadar açıktı ve etekleri dizden yukarı değildi. Buna rağmen ne kadar da çeşitli renk ve desende giyimler yaratmışlardı. Bunları bizim kadın öğretmenlerinin veya memur hanımların giyimine benzettim. Hiçbiri Avrupalı kadınlardan daha az çekici de değillerdi…
(Ayvalık, 22 Ağustos 2017)
====================================

Değerli Sarıhan,

Ne çok tatlısınız… Tatil evinizde gece yarısı okurken de..
Sizi 24 yaşında iken dinleyenler çok akıllı olmalılar, sizdeki cevheri gençken görmüşler..
Şimdilerde o yaşınızın 3 katısınız kronolojik olarak ama birikiminiz ne çok kat eminim.
İnan olsun ki bu ”kamil” yaşınızda yılların okuması – yazması, sentezi – analizi ile sizi izleyenler daha az değil..

Hele bu internet çağında…
Hele hele siz Aydın sorumluluğu ile üretmeyi sebatla sürdürürken..
Lütfen devam ediniz olur mu sevgili dostumuz – öğretmenimiz Zeki Sarıhan’ımız

Sevgi ve saygı ile. 23 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Alman bakanlar: Erdoğan Almanya için bir tehlike

Alman bakanlar:
Erdoğan Almanya için bir tehlike

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..) 

Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel ile Adalet Bakanı Maas, Erdoğan’ın Almanya’daki demokrasi kültürü için bir tehlike oluşturduğunu belirterek, cami ve derneklerin denetiminin sıkılaştırılması gibi bir dizi önlem açıkladı.

Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel ile Adalet Bakanı Heiko Maas, Spiegel Online haber portalı için Erdoğan’ın kültür savaşına Almanya’da yer yok başlıklı ortak makale kaleme aldı.

Sosyal Demokrat Partili (SPD) iki bakan, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın radikalleşmesiyle birlikte Almanya’da Türk devletine bağlı faaliyet gösteren cami ve derneklerde de rota değişikliği yaşandığını” belirterek, Erdoğan öncesi dönemdeki laik gelenek terk edilerek karmaşık yapı ve ağlar oluştuğu uyarısında bulundular.

“Türk devlet televizyonları” eleştirisi

Almanya’daki Müslüman cemaatlerin Erdoğan’ın etkisi altına girmemesine dikkat edilmesi gerektiğini belirten bakanlar, Türk devlet televizyon kanallarının da “Türkiye’deki gerçeklerle ilgili yanlış bir tabloyu Almanya’daki Türklerin oturma odalarına taşıdığı” eleştirisinde bulundu.

Gabriel ve Maas bu nedenle Almanya’daki Türklerin Erdoğan yanlısı medya yerine çoğulcu Avrupa medyasına yönelmesini sağlamak gerektiğini savunarak,

  • “Erdoğan’ın düşman tabloları yaratmaya yönelik söylemi ve kendisine direnen insanları ‘imansız’ ya da ‘vatan haini’ diye karalaması, Almanya’daki demokratik kültür açısından bir tehlikedir.” ifadelerini kullandı.

İki bakan, “Türk devletinin Almanya’da AKP muhaliflerini takibata (AS: izlemeye) alma amaçlı yapılar oluşturup oluşturmadığı ya da nasıl oluşturduğuna yönelik detaylı (AS: ayrıntılı) inceleme gerektiğine vurgu yaptı.

Türkiye’de laikliğin yavaşça yok edildiğini belirten Bakanlar, bu durumu “demokrasi için bir zehir” diye nitelendirdi.

  • “Erdoğan’ın provokasyonları kökten bir değerler çatışmasına teşvik etmekte,
    Erdoğan Almanya’daki Türk dostlarımızı bir kültür savaşına sürüklemek istemektedir.” diyen Bakanlar yazılarını,

“Bu nedenle Türk demokratik güçleri Almanya’da da güçlendirmeliyiz. Özgürlükçü-demokratik devletimize yönelik bu güçlü tehlike karşısında, hiç bir şey yapmadan öylece duramayız. Bu, Almanya için olduğu kadar Avrupa için de geçerli.” sözleriyle noktaladılar. (Deutsche Welle Türkçe, 22.08.2017 http://www.birgun.net/haber-detay/alman-bakanlar-erdogan-almanya-icin-bir-tehlike-175942.html)
===========================================
Dostlar,

Erdoğan kör kör parmağım gözüne türünden gerilimi bilerek sürdürüyor sanırız/korkarız! Bununla birkaç kuş vuracağını hesap ediyor olmalı…

– Tabanının gözünde kahraman – gâvura direnen – bizim karizmatik liderimiz figürü ile az eğitimli ezik – baskılanmış AKP tabanında ve yurttaşlarda bir yaralı ego onarım kahramanı!
– Ülkemizde halkın – yaşamın bunaltan gündemini değiştirme, öteleme…
Kendince, Almanya ile sorunlarda elinin güçleneceğini hayal etme.. pazarlık payı yakalama.
– En tehlikelisi, kendi egosunu doyurma, böylesine kabadayı çıkışların işe yarayacağı san(r)ısı!

Hepsi de birbirinden tehlikeli, sakıncalı.. Kendisi için de, ülkemiz için de! Almanya’ya ve kimi Hollanda, Finlandiya gibi Avrupa ülkelerine sokulmuyor! Ne deni onur kırıcı!
Sorunu dün bir yazı ile de sitemizde işlemiştik. Erdoğan, Almanya’daki yaklaşan genel seçimlerde oy kullanma hakkı olan T.C. vatandaşlarını kimi partilere oy vermemeye çağırmıştı. Merkel’in çıkışı çok net oldu :

– Tamamen imkansız!
(Lütfen tıklar mısınız : ”Merkel’den ‘Erdoğan’ yanıt: Tamamen imkansız!’

Erdogan and impulsiveness ile ilgili görsel sonucu

Erdoğan’ın narsisistik kişiliği nedeniyle bu tür redlere, incitilmelere hele hele aşağılanmaya zerrece dayancı (tahammülü) söz konusu değil. Bu nedenle, böylesi durumlarda öfke patlamalarını denetleyemiyor korkarız.. Oysa geçelim üst düzeyde uluslararası profesyonel siyaseti, gündelik iletişimlerde bile dürtüselliklerin denetimi zorunlu.

Sevgi ve saygı ile. 23 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

ABD Büyükelçiliği inşaatı önünde protesto

ABD Büyükelçiliği inşaatı önünde protesto


Atatürk Orman Çiftliği arazisinin “hülle” yoluyla ABD’ye satıldığını
söyleyen Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Başkent Dayanışması Bileşenleri ve STK’lerle eylem yaptı.

Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinin 1983’te tıp fakültesi yapılması koşluyla verildiği Gazi Üniversitesi tarafından TOKİ’ye, oradan da ABD Büyükelçiliği’ne satılması tartışması sürüyor.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Başkent Dayanışması Bileşenleri ve bir grup Ankaralı, AOÇ arazisinin ABD’ye satılmasını büyükelçilik inşaatı önünde protesto etti. Eyleme eski TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan da katıldı. Protestocular, ABD Büyükelçiliği’ne AOÇ arazisinden vazgeçmesi çağrısında bulundu.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın yaptığı ortak basın açıklamasında, AOÇ arazinin satışının Sayıştay raporuna da yansıdığı belirtildi ve Sayıştay raporundan şu bölüm okundu:

  • “2010 yılı denetim raporunda, 2823 sayılı Kanuna dayanılarak Gazi Üniversitesi’ne satışı yapılan AOÇ’ye ait… toplam 132.076 m2 büyüklüğündeki arazilerin satış bedeli olan 5.934.420 TL’nin Gazi Üniversitesi bütçesinden ödenmesi gerekirken Kuzu Toplu Konut İnşaat ve Limited Şirketi ile Park Gazi İnşaat Yatırım A.Ş. unvanlı iki şirket tarafından ödenmesi, ayrıca Anadolu Ajansı’na ve Ufuk Üniversitesi’ne arazi tahsis edilmesinin 2823 sayılı Kanunun gerekçesine ve tahsis amacına uygun olmadığı değerlendirilerek… kanundaki devir amacı dışında kullanıldığından arazinin geri alınması için gerekli çalışmaların başlatılması…”

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAKLAR

Ankaralıları, 24 Ağustos saat 11.00’de, Ankara Adliyesi’nde, AOÇ topraklarının ABD’ye satışını gerçekleştiren Gazi Üniversitesi, TOKİ ve yetkililer hakkında suç duyurusu yapmaya davet eden Candan, 6 Eylül saat 12.00’de de Konur Sokak’ta buluşacaklarını ve ABD Büyükelçiliği’ne yürüyerek siyah çelenk bırakacaklarını da duyurdu.
(22.08.2017, http://www.birgun.net/haber-detay/abd-buyukelciligi-insaati-onunde-protesto-175939.html)
=========================================
Dostlar,

Bu yakıcı sorunu biz de sitemizde işlemiştik (15.08.2017); lütfen tıklayınız..

Bu yazımızı şöyle bağlamıştık :

  • ”.. Bu ülkeye ve insanına bunca zulüm; akıl, vicdan, din, namus, vefa ve de haya(l) ötesi olmalı!
  • Tanrı bize sabır, size insaf ve sağduyu ihsan eyleye ve bu firavun saltanatına artık bir son vere!”
 Acaba ABD, ulusal gururumuzu çok inciten bu olay nedeniyle, gecikmeli de olsa yanlışını anlar ve geri adım atar mı ???

Bir de Türk kamuoyunda kendisine olumsuz düşünce taşıyanların oranının 3/4’ler dolayına eriştiğini dikkate alır mı??

Bize de birşeyler oldu galiba! Çözümü el alemin insaf ve vicdanında arıyoruz!

Bu ülkenin bir milli hükümeti yok mu, nerelerde!? ;

Halkını böylesine inciten, büyük tepkiler doğuran, onurunu zedeleyen bir girişimin yanlışlığını anladığında geri dönecek erdemi kalmamış mıdır?? Üstelik Ülkenin aziiiiiz kurucusu Büyük ATATÜRK‘ün saygın anısı ve miras hukuku / koşullu bağış hukuku korumasında olan AOÇ arazisinin yabancılara satılması ise sorun!

Ulusal tarihe, kahramanlara azıcık saygı ve vefa duygusu kaldı ise; AKP iktidarının tersine apaçık Atatürk düşmanlığı duygu ve düşüncelerinin dışavurumu değil ise bu utandıran olay!

Sevgi ve saygı ile. 22 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Merkel’den ‘Erdoğan’ yanıt: Tamamen imkansız!

Merkel’den ‘Erdoğan’ yanıt:
Tamamen imkansız!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Almanya’nın Köln kentinde yaşayan Yazar Doğan Akhanlı’nın İspanya’da Türkiye’nin istemi nedeniyle gözaltına alınması Almanya Başbakanı Angela Merkel‘in tepkisine neden oldu. Merkel, RTL televizyonunda Akhanlı’nın gözaltına alınması nedeniyle yaptığı açıklamada, Türkiye’yi uluslararası polis teşkilatı Interpol’ü kötüye kullanmakla suçladı.

DW Türkçe’nin haberine göre, Akhanlı’nın serbest bırakılmasından dolayı memnuniyet duyduğunu belirten Merkel, konuyla ilgili olarak İspanyol hükümeti ile bağlantıya geçtiklerini de belirtti.

Merkel, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarına Erdoğan‘ın Hristiyan Demokrat Birlik (CDU), Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller’e oy vermemesi çağrısında bulunması konusunda da açıklama yaptı. Merkel’in Erdoğan’ın sözlerinin yakışıksız olduğunu ifade ederek;

  • “Tamamen imkansız” şeklinde nitelendirdi. Merkel, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarına hitaben “Onları özgür bir ülkede oylarını kullanmaya davet ediyoruz. Bundan onur duyarız.” diye konuştu. (21.08.2017 08:35,DÜNYA)

=======================================
Dostlar ne demeli??

Erdoğan çok konuşuyor!…
Haddinden fazla konuşuyor.. Bıktırıyor.. Birçok insan O çıkınca öfkeyle TV’yi kapatıyor!
Dolayısıyla gereksiz konuşuyor..
Bu takıntısı imajını ve saygınlığını ciddi biçimde zedeliyor, O’nu sıradanlaştırıyor.
Ayrıca çok ve haddinden fazla, gereksiz konuşma oldukça riskli ve hata payını büyütüyor.
Erdoğan bu yüzden konuşmalarında önemli hatalara / gaflara düşüyor.
Ne ölçüde ayrımında bilmiyoruz ama bundan kendisi de ülkemiz de zarar görüyor.
Erdoğan’ın artık bunu anlaması ve gereğini yapması gerekiyor..
Özellikle dış politika ve uluslararası zeminler daha da kritik ve kaygan, kırılgan.

Bitmedi; Erdoğan bunlara ek, kendince ”öfkeyi” bir hitabet sanatı sanıyor!
Bu bağlamda yer yer nefret söylemi kullanıyor ki bu bir insanlık suçudur.
Argo kullandığı oluyor.. Çok utanıyoruz O’nun yerine de..
Almanya’da yaklaşan seçimlerde genel o ülkede oy kullanma olanağı olan çifte vatandaş yurttaşlarımıza kendince ”ayar” vermeye kalkıyor. Oysa uluslararası diplomasi kurtlar tuzağıdır ve Erdoğan’ın bu alanda hiçbir eğitiminin, deneyiminin, dış görevinin ve de yabancı dil bilgisinin olmadığını biliyoruz.. Bu eksiklikler daha da çok özeni, Erdoğan’ın deyimi ile ‘‘haddini bilmeyi” zorunlu kılıyor..

Alman Başbakanı Merkel, ülkesinin içişlerine karışmakla eşdeğer olan bu yakışıksız davranışı nedeniyle Erdoğan’ı gene de ağırbaşlı yanıtlıyor ama kararlı bir içerikle.

Erdoğan son sözleri ile doğrudan bir başka ülkenin içişlerine karışmıştır.

Böylesi bir davranış, Uluslararası hukuk deyimi ile milletlerarası yapılagelişlere (teamüllere) aykırı olduğu gibi; Türkiye’nin kurucu üyelerinden olduğu BM hukukuna da aykırıdır ve Erdoğan – Türkiye bu ölçüsüz davranışlar yüzünden umulmadık – beklenmedik yaptırımlar görebilir. Erdoğan kendisine acımıyorsa bile ülkemizin çıkarlarını kollamaya zorunludur.

Sevgi ve saygı ile. 22 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not                                     :

Alman bakanlar: Erdoğan Almanya için bir tehlike’

başlıklı yazımıza da bakılması dileğiyle..

İLK HEDEFLER BEYANNAMESİ

İLK HEDEFLER BEYANNAMESİ

Necdet SARAÇ

Necdet SARAÇ
ABC Gazetesi

http://www.abcgazetesi.com/ilk-hedefler-beyannamesinin-tam-zamani-7904yy.htm

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

……. “artık yeter” diyen bütün çevreleri kapsayacak bir “İlk Hedefler Beyannamesi”  ciddi bir ihtiyaçtır.  Bu “beyanname” bir “Kurucu Meclis” mantığıyla, adaletli, laik ve demokratik bir Türkiye perspektifini içermeli, yüzü sola dönük, net ve anlaşılır olmalıdır:

• AKP ile Cumhuriyetin temel değerleri ve ilkelerimiz üzerinden hiçbir pazarlığa girmeyeceğiz. Bu çürümüş sisteme ve “Parti Devleti Düzenine” son vereceğiz!
Bu düzeni değiştireceğiz, ülkeyi demokratikleştireceğiz. Parlamenter sistemi güçlendireceğiz. Seçim barajını kaldıracağız. Kuvvetler ayrılığını yeniden oluşturarak, yargıyı bağımsızlaştıracağız. “Özel Mahkemelerin” aldığı bütün kararları yeniden yargıya taşıyacağız! Adaleti sağlayacağız!
Türkiye’yi özgürlükler ülkesi yapacağız! Sorunlar karşısında baskıcı, kısıtlayıcı, otoriter değil, özgürlükçü yöntemleri tercih edeceğiz!
Kürt meselesini açık-şeffaf ve barışçıl yöntemlerle, eşit yurttaşlık (AS: Yurttaşların eşitliği olmalı, aşağıda açıkladık..) temelinde çözeceğiz! Tüm toplumsal grupları çözümlere ortak edeceğiz!
• Bütün ayrımcılıkların, ötekileştirmelerin panzehiri olan laikliği hayata geçireceğiz!
• Bütün yurttaşları kucaklayacak, yoksulluğu ve işsizliği çözecek sosyal refah devleti inşa edeceğiz! Kamuculuğu, kooperatifleşmeyi ve dayanışmayı öne çıkaracağız!
• Eğitimde eşitliği, laikliği ve bilimi öne çıkaracağız! Özelleştirmeye son vereceğiz!
Sağlık hizmetlerinin tümünü parasız hale getirerek parası olanların şifa bulduğu parası olmayanların ölüme terk edildiği düzene son vereceğiz!
Barınma ihtiyacının bir hak olduğunu, bu doğrultuda tüm toplu konut kurumlarımızı öncelikle yoksul insanların barınma sorununu çözmeleri için görevlendireceğiz!
• Yayılmacı ve maceracı olmayacağız. “Yurtta barış, dünyada barış” diyeceğiz. Ortadoğu Barış Konferansı’nı toplayacağız. Irak’tan, Suriye’den, Katar’dan askerlerimizi geri çekeceğiz. Savaştan kaçıp gelen Suriyelilere “insan” muamelesi yapacağız!
………….
======================================
Dostlar,

Yukarıdaki dizeler sevgili Necdet Saraç dostumuzun..
CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ADALET YÜRÜYÜŞÜ‘nün bitmesine birkaç gün kala yazılmıştı (05.07.2017). CHP’ye bir öneriler demeti sunmaktaydı CHP’nin köklerinden hareketle. Ancak 10 maddelik Maltepe Bildirisi okundu yürüyüşün bitimini izleyen ertesi gün, 9 Temmuz 2017’de…

Bu büyük – görkemli – tarihsel yürüyüşün 3 temel teması HAK +HUKUK + ADALET idi.

Kamuoyunda yarattığı dev enerjinin sönümlenmemesi, AKP = RTE‘nin o olumlu rüzgarı kıracak propagandasına izin verilmemeli! Toplum istim hatta diken üstünde.. Bu sorumluluk da tümüyle CHP’nin olamaz.. Zaten ADALET YÜRÜYÜŞÜ’nün kurumsal sorumlusu tek başına CHP değil, bu 3 değere susamış tüm toplum kesimleriydi. İstimin soğutulmaması gerek.

Önemli bir düzeltme de yapmak zorundayız                     :

  • “Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

    (Basın duyurusu, 27.09.2013, Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi ve Prof. Dr. Süheyl BATUM CHP Eskişehir Milletvekili)

1959 Ocak ortalarında toplanan CHP 14. Kurultayı, bir ”İlk Hedefler Beyannamesi”’nde
Güç Birliği’nin hedeflerini saptanmıştı..

Başbakan Menderes’in DP hükümeti, deyim yerinde ise ‘gemi azıya almıştı!’… CHP karşı atak ile İLK HEDEFLER BEYANNAMESİNİ yazdırdı. 58 yıl sonra ülkemizin kurucu partisi CHP, bir başka biçimde toplumun ertelenemeyecek hizmet gereksinimlerini dile getirmekte..

58 yıl öncesinin çok benzeri hatta çok daha ağırı günümüzde yürürlüktedir ve bu kez iktidarda AKP = RTE var; hem de DP gibi 10 yıl değil 15 yıldı tek başına!

Ders alınmalı ki; tarih yinelenmesin!..

Sevgi ve saygı ile. 22 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Cinsel suç hükümlülerini zorla tedavi eden yönetmeliğe yürütmeyi durdurma

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Basın yayın organlarında kamuoyuna ‘Hadım Yönetmeliği’ olarak tanıtılan, Adalet Bakanlığı tarafından 26.07.2016 tarih ve 29782 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelikin bir kısım maddelerinin iptali istemiyle Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir.

Danıştay 10. Dairesi’nin E.2016/12975 sayılı ve 26.7.2017 günlü kararında Yönetmeliğin tedavi tanımına yer veren 7. maddesinin 1. fıkrası yönünden yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Kararda Yönetmeliğin dayanağı olan 5275 sayılı Yasa’nın (AS: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun) 108. maddesinde “tedavi”den ne anlaşılması gerektiğinin açıkça düzenlenmediği, oysa Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca kişilerin vücut bütünlüğüne yönelik düzenlemelerin ancak kanunla yapılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir.

Yönetmeliğin hem her maddesi yürütmesi durdurulan cinsel suç hükümlüsünün tedavi edilmesi örgüsü üzerine kurulduğundan Yönetmelik’in uygulanma olanağının kalmadığı ortadadır. Böylelikle cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan hükümlü olanlar yönünden uygulanacak tedaviden ne anlaşılması gerektiği yasa ile düzenleninceye kadar Yönetmelik uyarınca hekimlerin herhangi bir tedavi gerçekleştirmesi söz konusu olmayacaktır.

Alana ilişkin Yasal düzenleme yapılana dek, kendisine ilgili makamlarca tedavi talebiyle cinsel suç hükümlüsü yönlendirilen hekimler dilekçe ile tedavi talebinin hukuka uygunluk taşımadığını ve bu nedenle gerçekleştirilemeyeceğini ilgili makama bildirebilirler.

Türk Tabipleri Birliği olarak sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine sunarız.

Karar için tıklayınız.

Dilekçe örneği için tıklayınız.

====================================
Dostlar,

AKP iktidarının hukuk bilgisinin ya da özeninin düzeyine ilişkin bir başka örnek daha..
Adalet Bakanlığı merkezinde yüzlerce hukukçu çalışıyor..
Bu kişilerin bir bölümü çok kıdemli ve üst yönetim basamaklarında bulunuyor.
Bir de Danıştay denen bir kurum var. Anayasa md. 115, ”Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve Danıştayın incelemesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir.” demekte.

İncelenen Danıştay kararında ise bir Yönetmelik iptali söz konusu. Ülke genelinde uygulanacak genel yönetmeliklerde yetki Danıştay’ın.

Ayrıca 2575 sayılı Danıştay Yasası md. 23/e şöyle : ‘

Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık tarafından gönderilen işler hakkında görüşünü bildirir.”

Dolayısıyla böylesi önemli bir konuda pekala Başbakanlık istemiyle Danıştay’dan görüş alınabilir ve yersiz hukuksal karmaşa çıkması engellenebilirdi.

Anayasa md. 2, Türkiye’nin bir HUKUK DEVLETİ olduğunu vurgular. Anayasaya saygının temel kuralı da onu çok iyi bilmek ve uygulamak için çok titiz davranmak, çiğnemlerden (ihlallerden) kaçınmak olmalıdır. Başta iktidardan olmak üzere bu özeni beklemek hakkımızdır.

Öte yandan, GÜÇLER AYRILIĞI ilkesinin ne denli önemli olduğu bir kez daha görülüyor. İdare bir genel düzenleme yapıyor ve bu düzenleme ile çıkar bağı olanlar – çıkarları zedelenenler hakem olarak yargıyı göreve çağırıyor. Somut olayda Anayasaya aykırı Yönetmelik düzenlemesi yapan, Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olduğu AKP hükümeti, davacı olan bir sivil toplum örgütü olarak Türkiye Psikiyatri Derneği ve uyuşmazlığı çözüme kavuşturan bir yüksek yargı organı olarak Danıştay..

Hukuk devleti yalnızca yurttaşların değil, Devletin de kurumsal güvencesidir ve ancak Güçler Ayrılığı İlkesi ile yaşatılabilir.. Bu ilkeye başta iktidar, herkes sahip çıkmalıdır.

”OHAL döneminde Anayasaya aykırı KHK çıkarılabilir..” buyuran Adalet Bakanları olmamalı bu ülkede.. Böyleleri, meslekte fahiş bilgi – deneyim – görgü açığı gibi gerekçelerle, ağır etik kaygılarla, diplomaları askıya alınarak Hukuk Fakültelerine zorunlu ”ek eğitime” yollanmalı.. Bu gibiler ayrıca terfi ettirilerek ancak Patagonya’da Başbakan Yardımcısı olabilmelidirler.

Sevgi ve saygı ile. 21 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Rifat Serdaroglu : ATATÜRK’E SALDIRI

ATATÜRK’E SALDIRI

Rifat Serdaroglu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Urfa, İstanbul derken bu defa da Diyarbakır’da da Büyük Atatürk’ün heykeli saldırıya uğramış!
Haysiyetli, vatansever, bağımsız, cesur, yerli ve milli basınımız böyle diyor!

Atatürk esas ne zaman saldırıya uğradı, biliyor musunuz?
Diyarbakır Dağkapı Meydanının adı, İngilizlerden aldığı altınlar karşılığında Türk Devletine isyan edip askerlerimizi öldüren eşkıyanın adı olan “Şeyh Sait Meydanı” olarak değiştirildiği an saldırıya uğradı!

Bu haberi veren geri zekâlı, cahil zavallı basın mensupları “Şeyh Sait Meydanındaki Atatürk Heykeli saldırıya uğradı” şeklinde, o eşkıyanın adını kabullenerek verdikleri haberle saldırıya uğradı!

Dağkapı Meydanının adını kim değiştirdi?
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı değil mi?
Şimdi nerede bu başkan müsveddesi?
AKP Hükümeti görevden aldı değil mi?

Peki, be hey sepet yeni belediye başkanı, be hey ödlek Vali, be hey sözüm ona Soylu İçişleri Bakanı, be hey tünel Başbakanı, be hey yerli ve milli – Rabiacı Cumhurbaşkanı, o tabelalar niçin hala orada duruyor?
Belediye Başkanını görevden almayı biliyorsunuz da o tabelaları yerinden söküp atmayı mı beceremediniz?

Bu ihanetin tek açıklaması vardır :
Bunlar da aynen o iğrenç tabelaları dikenlerle aynı düşünceye sahiptirler!
Diyarbakır Meydanında, eşkıya başı Barzani ile el ele ve ağlayarak Öcalan’ın mektubunu alkışlayanlardan, başka nasıl bir davranış beklenebilir ki?
İşte Büyük Atatürk esas o gün saldırıya uğramıştı!

Bütün bu ihanet kokan saldırılar neden oluyor biliyor musunuz?
Atatürk’ün Ordusuna subay yetiştiren Askeri Okullar bir KHK ile kapatılırken, Genelkurmay Başkanınız Cübbelinin elini sıkarsa, Cumhuriyete en ağır hakaretlerde bulunan bir meczubun elini öpmeye MİT Müsteşarı ile birlikte koşar adım giderse ve hala utanmadan Atatürk’ün giydiği o kutsal üniformayı giymeye devam ederse, bizler de susar tepki göstermezsek, Atatürk’ün heykellerini de kırarlar, yerinden de kaldırırlar!

“Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazılarını “görüntü kirliliği yaratıyor” diye kaldırıp attılar da hangimiz tek kelime ettik? Türk Ordusundan helal süt emmiş bir komutan çıkıp da o yazıları yerine asıp, başına iki nöbetçi dikti mi?
“Atatürk’ün heykellerine ve ilkelerine saldıran olursa ellerini kırarım” diyen bir babayiğit çıktı mı?

Bizler bu devleti, bu cumhuriyeti kurup, bizlere armağan eden Atamıza sahip çıkamıyorsak, niçin yaşıyoruz ki? Erkek miyiz biz, kadın mıyız biz! İnsan mıyız biz? Yazıklar olsun hepimize?

Şu kadarını dahi idrak edemiyoruz :

  • Saldırıya uğrayan Atatürk değil ki, saldırıya uğrayan bizim özgürlüğümüz, bizim yaşam tarzımız! Hiç olmazsa buna sahip çıkabiliyor muyuz?
    Aynaya bakın, öyle yanıt verin…

Sağlık ve başarı dileklerimle 20 Ağustos 2017
=========================================
Dostlar,

”İyi saatte olsunlar” görev başındalar..
Siyasal iktidar bu ”meczuplar”ın iğrenç eylemlerini onaylamıyorsa çok net tavır almak ve kararlı durmak zorundadır..
Bu lanetli saldırılar, Atatürk’e – Devrimlerine kin – nefret kusan kesimlerin gazını almanın yanı sıra,  aynı zamanda Atatürk sevdalısı on milyonları da AÇIKÇA TAHRİK – KIŞKIRTMA amaçlıdır.
Sorun ciddidir, tırmandırılmaktadır ve bütünüyle bir karmaşa (kaos) senaryosunun – kurgunun ürünüdür.. Ekilen biçilmektedir ve son 15 yılda ektikleriyle AKP = RTE tüm olumsuz gelişmelerden 1. derecede sorumludurlar..

Ammman dikkat! = kışkırtmalara ( provokasyonlara) gelmeden sağduyuyu koruyarak savaşım vermeliyiz (mücadele etmeliyiz)..

Haydi AKP = RTE…. hızlı, kapsamlı, kökten… bütüncül – kapsamlı önlemler bekliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Necati DOĞRU : Tekirdağ suspus!

Tekirdağ suspus!

Necati DOĞRU
SÖZCÜ, 17 Ağustos 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Kamyon sahipleri, nakliyeciler, liman emekçileri, esnaflar, muhtarlar, sanayiciler, tüccarlar, belediye başkanı, vali, kaymakamlar, belediye meclis üyeleri, işçi sendikaları, memur örgütleri, sivil toplum kurumları, sanayi ve ticaret odası başkanları, organize sanayi bölgesinde imalatçılar, şehirde yaşayan avukatlar, mühendisler, mimarlar, öğretmenler, imamlar, cami cemaati, akşamcılar, çevrede bağ sahibi üzüm üreticileri, Tekirdağ’ın önde gelenleri hepsi suspus, sessiz.
Önce parçalandı.
Parça parça içi boşaltıldı.
Sonunda Tekirdağ Valisi’ne “Tekirdağ İçki Fabrikamız 14 Ağustos 2017 tarihinde tüm faaliyetleri sonlandırılmak suretiyle kapatılacaktır” yazısı geldi.
Bu fabrika efsaneydi.
Yapıncak, Semillon, Gamay, Cinsault üzüm çeşitleri bu  bölgede yetiştiği için fabrika 1943 yılında “Tekirdağ Rakı Fabrikası” TEKEL idaresince devlet eliyle kurulmuştu.
TEKİRDAĞ  kapandı.
TEKİRDAĞ, suspus!
* * *
Diego şirketinin adı Türkiye’nin gazete arşivlerine “İthalat vurguncusu- Vergi kaçakçısı” iddialarıyla girmişti. Bu iddiaları belgeleriyle dile getiren gazete haberlerinde yabancı içki şirketlerinin, Türkiye’de gümrüğü ayarlayarak (kuşkusuz rüşvetle) ülkeye ithal yoluyla soktukları viski, şarap, cin, votka gibi içkilerin fatura değerini düşük gösterip vergi kaçırdıkları anlatılıyordu. Gümrükleri denetleyen dürüst, temiz süt emmiş müfettişler, belgelemişler ve Diego şirketinin “300 milyon doları geçen” miktarda vergi kaçakçılığı yaptığını ortaya koymuşlardı. O dönemde İngiliz Başbakanı Tony Blair, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazıp, “Diego’nun gümrük vergi cezasının affı için yardımınızı bekliyorum” demişti. Blair, bir geceliğine sessizce Ankara’ya gelip dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile de görüşmüştü. Sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “6111 sayılı torba kanunun içine gümrük vergisi cezalarının yeniden yapılandırılması” diye bir madde gece vakti girmişti. Dönemin CHP Milletvekillerinden Selçuk Ayhan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘a “6111 sayılı torba kanunu ile Diego’nun MEY’i (TEKEL’in 17 fabrikasını ilk alan yerli dörtlünün kurduğu şirket) almasında ödemediği vergi, resim ve harçların pazarlığı mı yapıldı” diye bir soru önergesi vermişti.
İşte Diego!
* * *
TEKİRDAĞ Rakı Fabrikası, diğer 16 fabrika ile birlikte “tam bir yeni emperyalist soygun örneği” olarak TEKEL’in yani devletin mülkiyetinden alınıp İngiliz içki şirketi Diego’nun eline geçirilmişti. 17 fabrika, 100 milyon dolarlık hazır stokları, 30 milyon dolar değerinde satışa hazır şişelenmiş- etiketlenmiş içki kolileri, kıdem tazminatı yükü sıfırlanmış işçileriyle sadece 292 milyon dolara Limak-Özaltın-Çarmıklı-TÜTSAB adlı “DÖRTLÜ” ye satıldı. Bu 4 yeni yerli şirketin içinde TÜTSAB, sonradan bir dönem CHP milletvekili seçilen Mehmet Ali Susam adlı biri tarafından kurulmuştu. Tam o sırada emekliliğini isteyip TEKEL Pazarlama ve Dağıtım Genel Müdürlüğü görevinden ayrılan Gürkan Suner de işte bu TÜTSAB’a genel müdür olmuştu. TÜTSAB ile diğer 3 müteahhitlik şirketi MEY adlı yeni bir şirket kurdular ve MEY’in genel müdürlüğüne de yine TEKEL Alkollü İçkiler Müessese Müdürü iken aniden emekli olan Esen Atay’ı transfer ettiler. DÖRTLÜ, 292 milyon dolara aldıkları TEKEL’in 17 fabrikasını, bir çivi bile eklemeden, 820 milyon dolara Amerikan şirketi Texas Pacific’e sattılar. O da 17 fabrikayı 2,5 milyar dolara Diego’ya aktardı.
Diego da 7 yıl çalıştırdı
Şimdi kârlı değil dedi.
TEKİRDAĞ Rakı’yı kapattı ve şehrin merkezinde kalmış 102.5 dönümlük değerli arazisi üzerinde rezidans ile lüks konutlar yapılması planına geçildi. Tekirdağ Rakı’nın devletin elinden özelleştirme adıyla alınması, yabancıya aktarılması, kapanması, arazisine rezidans dikme planı yeni emperyalistler ile yeni yerli işbirlikçilerinin parlak bir başarı hikayesi (!) oldu.
TEKİRDAĞ suspus!
=================================
Dostlar,

Türkiye İçin İçin Kaynıyor – Yanıyor!

Sayın Doğru’nun KOMİSYONCUbaşlıklı yazısı da çooook başarılı.. (SÖZCÜ, 16 Ağustos 2017, biz e 20.08.2017 günü sitemizde yayınladık;
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/komisyoncu-1975097/)

  • Türkiye, Osmanlı’nın son dönemlerinde bile bunca vahşi ve gözü doymaz bir ”iştah” (!) ile talan edilmemişti.

Osmanlı Padişahı 1. Abdülmecit, altı milyon altın borç alarak Boğazı doldurarak Dolmabahçe sarayını yaptırmıştı (1853-56 arası). 1856’da da Osmanlı Devleti Batı dayatması ‘‘Islahat Fermanı’‘nı kabul etmek zorunda bırakılmıştı. Borçla saraylar yaptıran bir devletten ne beklenebilir ki? 1839’da Batı’nın ‘‘Tanzimat Fermanı’‘ ile ”Tanzim” ettiği (düzenlediği) Osmanlı devleti, 17 yıl sonra bu kez ”Islahat Fermanı” ile ‘ıslah’ ediliyordu (terbiye, düzeltme). Ders aldı mı Osmanlı?? Ne gezer! Borçlanmaya devam.. 1876 1. Meşrutiyeti 2. Abdülhamit’in 2 yıl sonra Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek askıya almasından (1878) 3 yıl sonra ise Osmanlı İFLASINI İLAN EDECEK 1881’de ”Hasta Adam”ın tüm maliyesine İngiltere – Fransa – İtalya el koyacak ve ‘Düyun-u Umumiye’ rejimi başlayacaktı. Meclis-i Mebusan tatilde idi ve Osmanlı Devleti ne denli borçlu olduğunu bilmiyordu, kayıt tutulmamıştı! Bu hesabı İngiliz-Fransız-İtalyan maliye komiserleri çıkardılar. O komiserler ki, tüm vergileri topluyor, önce borç taksitlerini alıyor, Osmanlı’ya ölmeyecek denli bırakılıyordu. Bütçeyi onlar yapıyordu.. kitleler hızla yoksullaştırılıyordu ama Emperyalizm, işbirlikçisi Padişahları Sarayda tutuyordu.. 

Günümüzde bir ”Faiz Dışı Fazla” masalı var.. Halk hatta çoğu okumuş bile anlamasın diye.. Bütçeden önce devlet borçlarının faizi ayrılıyor..  2017 bütçe gideri 645, gelirler 587, Faiz 57.5, Sağlık Bakanlığı 32, Diyanet 6.9, Savunma ve güvenlik 70 milyar TL.. Bütçenin yaklaşık 1/10’u faize gidiyor. Bu düşüldükten sonra da kalan bütçeden kısıp borç ana parası ödemek gerek; bunun da adı ‘Faiz Dışı Fazla” oluyor. Ulusal gelirin %5’inin altına inmemesini istiyor IMF! Bu da Bütçenin %20’si, 1/5’i demek.. Bir de israfları… buraya yazamadığımız kalemleri (suç olur!) eklersek, geriye kamu hizmetlerine para kalmıyor. İstenen de bu.. Devlet her şeyi özelleştirsin = leş fiyatına yerli – yabancı sermayeye komisyonlarla peş keş çeksin; ağır ve adaletsiz vergileri halkın sırtında sopalı tahsildar gibi toplasın ama kamu hizmeti de vermesin! Bu hizmetler yandaş şirketlere – vakıflara bırakılsın ve halk tüm kamu hizmetlerini ayrıca bedel ödeyerek satın alsın!

Oysa Mustafa Kemal Paşa, ülkenin Mondros Silah Bırakışması (Mütarekesi) ile idam sehpasına çıkarılmasından sonra (30 Ekim 1918), ardından SEVR ile idamından sonra (10 Ağustos 1920) tüm Kurtuluş Savaşını 23 Nisan 1920’de açtığı Büyük Millet Meclisi ile yürütmüştü.. 2. Abdülhamit despotizminin – istibdadının tam tersine! Bu Halk Meclisi Osmanlı’yı bitiren Sevr Anlaşmasını geçersiz saymış, imzalayanları (son Padişah Vahdettin!) da vatan haini ilan etmişti!
******
Niyetimiz Osmanlı tarihi yazmak elbette değil.. Ama son yılların Türkiye’sinin giderek Hasta Adam Osmanlı Devleti’nin son çökme – çökertilme / parçalanma yıllarına ne yazık ki ne çok benzediğini sergilemek için yazdık..

Bir ülkenin 15 yılda toplam (iç + dış) borçlarının en az 3 katına çıkması durumunda (AKP iktidar olduğunda Kasım 2002’de Türkiye’nin toplam borcu 221 milyar $ idi; günümüzde 3 katından daha çok!) o ülke ve yönetimi için ne düşünülebilir, geçelim orta – uzun erimi, yakın gelecek için ne öngörülebilir??

İşte Türkiye, tüm zamanların en kötü yönetimiyle, başta özelleştirme talanıyla…..

Osmanlı’nın sonuna doğru sürükleniyor..

Yalnız Tekirdağ değil, Türkiye suspus!

OHAL altında inletiliyor ülke; ağzını açan kodeste! Hapishanelerde 200 binin çok üstünde insan var.. 1/4’ü, 50 binden çoğu son 1 yılda FETÖ gerekçesiyle içeri tıkıldı.. (38 bin hükümlü İnfaz Yasası değişikliğiyle örtük – kesimsel af ile çıkartılarak yer açıldı önce..) Osmanlı’nın son dönem hatalarını yineleyerek farklı bir sonuç elde edebilir misiniz; yoksa benzer sonuçlara mı erişirsiniz??

Türkiye ve AKP = R TE, köktenci bir rota değişikliği çoook geç kalmakta. Oysa Devletin sağkalımı için beka refleksi ile ülke için için kaynamakta – yanmakta. Bunu da mı görmüyorsunuz eyy gafiller – sapkınlar ve hainler!?

Ne Tekirdağ ne Türkiye sus pus gerçekte.. İçin için kaynıyor ülke..
Biz kendi adımıza Tekirdağ’dan bir sada yükseltiyor hatta çığlık atıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

ALEVÎLİK BİLDİRGESİ İMZAYA AÇILDI

DUYURU: 75 Alevi Dedesi ve
20 Alevi Kanaat Önderinin İmzaladığı

A L E V Î L İ K   B İ L D İ R G E S İ
İmzaya Açıldı. Herkes İmzalayabilir..

Sefa M. Yürükel (sefamyurukel65@gmail.com) dostumuz bize metnin kapsamlı bir özetini gönderdi. İlk 5 madde şöyle :

ALEVÎLİK BİLDİRGESİ [ÖZET]

1. Biz Alevîler, Alevîliği tartışmasız şekilde İslâm dairesi içinde görüyoruz.
Hatta geleneğimizde Alevîliğin, İslâm’ın özü ve ruhu olduğuna dair genel bir kabul vardır. Atalarımızdan nesilden nesile aktarıldığına göre biz kılıç zoru ile değil,
Ali evlatları eliyle gönülden bağlanarak Müslüman olmuş bir zümreyiz.

2. Bugünün Alevîliğini anlamak için bilmemiz gereken iki ana kavram vardır ki bunlar, “yol” ile “ocak” kavramlarıdır. Zira Alevîlik; Bektaşîlik ve Safevîlik tarikatları ile birçok “ocak” etrafında oluşan “sürek”lerin, “yol” çatısı altında toplanması ile hayat bulmuş bir inanç sistemidir.

3. Biz kendi inancımıza “Yol” adını veririz. “Yol” adı altında birçok “sürek” bulunur. Sürekler, “ocak” adını verdiğimiz ve Hz. Muhammed’in soyundan geldiklerine inandığımız kutsal ailelerin ulu ataları çevresinde oluşan ritüelleri kapsar. Sürekler, şekil ve öz bakımından aynı kökenden gelen tarikatlardır. Esasen sürekler arasındaki farklar çok azdır ve hepsi “yol”un genel ilkelerine uyarlar.

4. Türklerin Müslüman olması ile Horasan’da oluşmaya başlayan ve büyük Türkmen göçleri ile geldiği Anadolu’da nihai yapılanmasını tamamlayan Alevîliğin omurgası, 2 temel üzerine oturur. Bunlardan birincisi İslâm imanı, ikincisi ise Türk kültürüdür.

5. İslâm’ın tarihî genel olarak Hz. Muhammed’in doğumu ile başlatılsa da biz Alevîler bu tarihî
Hz. Âdem (a) ile başlatırız. Çünkü inancımıza göre “din” tektir ve onun adı İslâm’dır. Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed ile sona eren peygamberlerin tamamının dini olan İslâm,
son biçimiyle Hz. Muhammed tarafından insanlığa tanıtılmıştır.
*********
8. İster Türkçe, ister Zazaki, ister Kırdaşi konuşsun, biz büyüklerimizden sürekli 2 şey duyduk : Birincisi kökenimize, ikincisi dinî tercihimize yönelikti. Horasan’dan gelen Türkleriz. Asıl Türk biziz şeklinde ifade edilen soy vurgusu, hâlâ yaşı yetmişi geçen büyüklerimizin dilinde
ortak bir bildirge gibi yaşamaktadır. İkincisi, dinî tercihimize vurgu yapan,
Biz kılıç zoru ile olmadık. Ali evlatları eliyle gönülden Müslüman olduk” cümlesidir.
*********
13. Yolumuzda dinin ana kaynağı ve serçeşmesi kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’dir.
Kutsal kitabın Allah katından vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed’e vahyedildiğine, ilk kez Hz. Ali tarafından yazıya geçirildiğine ve bir kitap hâline getirildiğine inanıyoruz. Hz. Ali’nin kitap hâlinde topladığı Kur’ân-ı Kerim, surelerin iniş sırasına göre tanzim edilmişti. Böylece dinin özü, ruhu ve hareket seyri daha kolay anlaşılıyordu.

14. Kur’ân-ı Kerim’in açıklanmasına ihtiyaç vardır. Çünkü yapısı gereği farklı şekillerde yorumlanmaya açıktır. Son veda haccında ilan ettiği üzere Hz. Muhammed, bizlere 2 ağır emanet bırakmıştır: Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt. Bu nedenle Kurân-ı Kerim’in kâmil manada açıklaması Hz. Muhammed ile Ehl-i Beyt’in yetkisindedir.

15. Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatıma ve 12 İmam’ın buyrukları bizim için mutlak olarak haktır. Onların buyrukları, Kur’an hükmü gibidir. Hz. Ali’ye “Konuşan Kur’ân dememizin bir nedeni de budur. Doğal olarak dinin bir diğer kaynağı hadislerdir. Ancak uydurma hadislerin varlığına dayanarak bunları, Kur’ân ve akıl ölçüsüne göre değerlendirir, kabul eder veya etmeyiz. Hz. Muhammed’den sonra dinin koruyucusu olarak 12 İmam’ı tanıdığımız ve
yolumuzun önderleri bildiğimiz için onların sözlerini de kutsal biliriz.

16. Dinî düşüncemizin en önemli kaynaklarından biri de Akıldır. Akılsız dindarlığa
bir değer yüklemediğimiz gibi, dini olan kişinin mutlaka akıllı olması gerektiğini vurgularız.
*********
37. İnancımızda yer alan önemli kavramlardan biri, “ergin toplum”a karşılık gelen “rıza şehri”dir. Rıza şehrinin kurulmasında en önemli düsturumuz;

  1. “eline, beline, diline sahip ol”maktır.38. Türkiye dışında, Orta Doğu ve Balkanlar’da geleneksel yaşam alanlarımız vardır.
    Bunların dışında işçi göçleri ile birlikte dünyanın dört tarafına yayılmış bulunuyoruz.
    Türkiye bizim için her zaman 1. plandadır ama doğal olarak vatandaşı olduğumuz diğer devletlere karşı da sorumluluklarımız vardır. Çıktığı yumurtayı beğenmemek ve yemek yediği kaba tükürmek, Alevî ahlakının, Alevî vicdanının ve Alevî töresinin kabul edebileceği davranışlar değildir.39. Siyaset bizim için kötü bir uğraş değildir, aksine sorunlara çözüm üretmek ve ahlaki ilkelere uymak kaydıyla yararlı bir uğraştır. Çünkü kötü olan siyaset değil, ahlaksız siyasettir.
    Burada kötülük fiili siyasete değil, ahlaksızlığa yüklenmiştir. Toplumumuza ait bireyler
    farklı siyasal eğilimlere sahip partilerde siyaset yapmaktadır ve temel ilkelerimize
    uymak kaydı ile bizce bunda bir sakınca yoktur.40. Özetle Alevilik;

    – Allah-Muhammed-Ali inançlarını içselleştiren,
    – aklını kullanan,
    -haktan ve adaletten ayrılmayan,
    – bilimi izeyen,
    – ahlaklı ve ilkeli yaşamayı kişilik hâline getiren,
    – edebi bilen,
    – fıtratını bozmayan,
    – vicdanını karartmayan,
    – başkasının hakkına el uzatmayan ama kendi hakkına el uzatılmasına da müsaade etmeyen…
    bir “Yol”dur.
    =======================================Özet böyle Dostlar…

    Ve şöyle bağlanıyor..

    ALİ RIZA ÖZDEMİR-İSMAİL BÂKİ
    Temmuz 2017 – İstanbulBildirgenin tam metnine ulaşmak için aşağıdaki bağlantılara tıklayınız.

    http://www.sukitap.com/product/detail/alevilik-bildirgesi
    http://www.kriptokitaplar.com/index.php?route=product/manufacturer/info&manufacturer_id=13
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/alevilik-bildirgesi/432798.html&manufacturer_id=50042 

    Son olarak da imzalayanların listesi var…

    Biz de bir Ocakazde olarak bilginize ve ilginize sunarız…

  2. 40 maddelik kapsamlı özeti okumak / indirmek için lütfen tıklayınız :
    Alevilik_Bildirgesi_Yayinlandi Sevgi ve saygı ile. 18 Ağustos 2017, Tekirdağ  

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com=====================================
    Güncelleme                                :

20.08.2017 günü saat 13:00’te İstanbul Bahçelievler Belediyesi konferans salonunda toplanıldı.
Saz ile açılış deyişleri dinlendi.
Şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşımız söylendi.
Açış konuşmaları yapıldı..
1 kadın ve 1 erkek sunucu ALEVİLİK BİLDİRİS‘ni basılı kitaptan dönüşümlü okudular..
Bildiri alkışlar ve takdirle karşılandı. Basılı kitap katılımcılara sunuldu (Kripto yayıncılık). Bildiriye çok emek veren, geniş katılımla olgunlaştıran ve kitap olarak bastıran
Ali Rıza Özdemir ve İsmail Baki takdir ve alkış aldılar.
Biz de her 2 araştırmacı – girişimci aydın emekçimize şükranlarımızı sunuyoruz.
Kitap zaman içinde ve değişen koşullar nedeniyle katkılarla güncellenebilir.
Bir kez daha ilgiye ve bilgiye sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 20 Ağustos 2017, Tekirdağ 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

Sistematik ve Yaygın Tutuklamanın Görünmeyen Yüzü

Sistematik ve Yaygın Tutuklamanın Görünmeyen Yüzü

Sistematik ve Yaygın Tutuklamanın Görünmeyen Yüzü

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Büyükada’daki, Beşiktaş maçındaki, sosyal medyadaki ipe sapa gelmez tutuklamaları görünce ne kadar önemli bir şey dediğini anlıyorum. Evet keremaltıparmaksonbiliyoruz, insanlar benzer şeyler başkaları tarafından söylenmesin diye bir nevi vekaleten tutuklanıyor. Buna “chilling effect” (dondurucu etki) de deniyor. Ama bence sistematik ve yaygın tutuklamanın ilk bakışta görülmeyen ama çok önemli bir nedeni daha var, haksız tutuklamalara karşı çıkılmasını imkansız hale getirme.

“X yalnız değildir”, “Unutursak kalbimiz kurusun” diyoruz ama o kadar çok X ve o kadar çok unutulmayacak şey oluyor ki; kaçınılmaz olarak X yalnız kalıyor, kalbimiz de kuruyor. O nedenle, tutuklama kararlarına sadece susturma aracı olarak bakmamak lazım. Sistemli tutuklama aynı zamanda suyu bulandırma yöntemi. Ne kadar çok kişiyi anlamsız yere tutuklarsanız, her bir tutuklamayla tek tek mücadele o kadar anlamsız ve zor hale dönüşüyor.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklandığı zamanı hatırlayın, herkesin gözü o davanın üzerindeydi. Şimdi 200’e yaklaşan gazeteci tutuklu ve hiçbirinin davası Dündar/Gül davası kadar ilgi çekemiyor artık. Belediye başkanları, milletvekilleri, insan hakları savunucuları için de benzer hatta belki daha ağır bir durum söz konusu.

Bugün Yaman Akdeniz duruşmadan yazmış, Murat Aksoy ifade veriyor ve bir tane bile CHP’li vekil yok diyor. Murat Aksoy’un serbest bırakıldıktan sonra nasıl bir skandalla tekrar tutuklandığını düşününce, bir tek bu vaka olsaydı herhalde herkesin gözü üstünde olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Ama hangi birine yetişeceksiniz ki? Yağmur gibi geliyor.

Bu sistemi görmek lazım. Eğer devlet 10 kişiyi haksız yere atsa AİHM de afili bir kararla bunun ne kadar yanlış olduğunu söyleyecekti. Ama 100 bin kişiyi atınca, “kusura bakmayın ben bakamam” dedi.

O nedenle tutuklamaya sadece bir gözdağı olarak bakmamak lazım.

  • Sistemli ve yaygın tutuklama her şeyden önce adalet arayışının sulandırma aracı.

Bir başka deyişle birçok tutuklamanın asıl sebebi, başka tutuklamaları görünmez kılmak. Çok başarılı bir strateji olduğu kesin çünkü gerçekten bir süre sonra olağanlaşan tutuklamalar görünmez hale geliyor. Sorun bu stratejiye karşı ne yapmak gerektiğini düşünmekte.
==============================
Dostlar,

Sistematik ve Yaygın Tutuklamaların Psiko-Politik Dinamiği

Teşekkürler sevgili Yrd. Doç. Kerem Altıparmak
Evet, çoook haklısınız..

  • .. olağanlaşan tutuklamalar görünmez hale geliyor sistematik yaygın tutuklamalarla.. Ve bu bilinçli.. Sorun bu stratejiye karşı ne yapmak gerektiğini düşünmekte..Düşünmeliyiz, bir çare bulmalıyız, birşey (ler) yapmalıyız..
    Bu böyle dayanılır gibi değil… Kişileri ve toplumu ”öğrenilmiş çaresizlik” 
    (learned helplessness) ile teslim almak.. ‘‘Pes sendromu” ile diz çöktürmek.. A’sından Z’sine bilinçli olduğundan zerrece kuşku duymuyoruz. Yerli – yabancı Sosyal Psikoloji danışmanlarının akıl verdiğinden hiç kuşku yok..Bilimi insanlık düşmanı olarak kullanan zavallı – sefil ”uzmanlar’’ (!)

Bu seri – kitlesel tutuklama salvoları bize Çetin Altan‘ın 1973 Orhan Kemal Roman Ödülünü kazanan ve pek çok dile çevrilen Büyük Gözaltı kitabını anımsatıyor.

Anayasa hukuku profesörü Başbakan Nihat Erim’in 22 Nisan 1971 günü TRT’de yaptığı konuşmada

  • Alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına hemen inecektir..” sözlerini de!

Günümüz hukuk ucubeleri OHAL KHK’larından geri kalmaz dev gafı ile bir Anayasa Hukuku Profesörünün ”Makable şamil kanun çıkaracağız..” zırvalarını da.. (geçmişe yürürlüklü yasa..)

12 Eylül 1980 darbesinin kitlesel tutuklamalarını, gözaltında yitikleri, yargısız infazlarını,
Kenen Evren’in 1 sağdan – 1 de soldan idam itiraflarını da…. unutamıyoruz!

Ama Türkiye tüm bu gladyo – mafya – kontrgerilla kuşatmalarını, tuzakları aştı!
Epey şerbetli sayılırız.. Bu ”elde var 1” değil ”elde var epey..” demektir ki ciddi savaşım (mücadele) aracıdır..

Bu da geçer, bu da geçecek.. Bu kez sanırız epey bir bağışıklık – direnç de kazanacağız.

Bu kaçıncı yahuuu!??

Sevgi, saygı, kaygı ama tükenmeyen UMUT ile. 20 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com