Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

TENCERE DİBİN KARA…

TENCERE DİBİN KARA…

Suay Karaman

2008 yılında vakıf üniversitesi olarak açılan İstanbul Şehir Üniversitesi’nin kurucusu Bilim ve Sanat Vakfı’dır. Bilim ve Sanat Vakfı’nın tutucu kökenli kurucuları arasında eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da bulunmaktadır.

29 Mayıs 2015’te Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla, İstanbul Kartal Dragos’taki TEKEL İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne ait araziler, İstanbul Şehir Üniversitesi’ne zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun imzasıyla devredildi. İstanbul Şehir Üniversitesi, hibe edilen arazileri ipotek ederek yerleşke (kampüs) yapımı için Halkbank’tan 2016-2018 arasında 370 milyon TL kredi kullandı.

TMMOB Mimarlar Odası, TEKEL arazisinin İstanbul Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz devri kararının iptali için Danıştay’a başvurdu. Danıştay 13. Dairesi, 4 Temmuz 2019’da söz konusu taşınmazın mülkiyetinin İstanbul Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz devredilmesi işlemini iptal etti. Bu iptal kararının ardından Halkbank’tan kullanılan kredinin teminatının iktisadi bütünlüğü bozulmuş ve Halkbank’ın kredi alacağı önemli derecede teminatsız kalmıştır.

Bu iptal kararından önce İstanbul Şehir Üniversitesi, kuruluşunda destek veren finans kaynaklarını yitirdiği ve yapılan bağışlar da azaldığı için bir süredir mali sorunlar yaşamaktaydı. Bu yüzden Halkbank’tan kullanmış olduğu kredileri vadesinde geri ödeyemeyerek, yükümlülüklerini yerine getirememiştir.  Halkbank 3 Nisan 2019’da İstanbul Şehir Üniversitesi’ne ihtar çekerek, durumun düzeltmesini beklemiştir. Halkbank, Danıştay’ın iptal kararına dayanarak önce üniversitenin kredi teminatlarını durdurmuş, ardından da tüm bankalardaki varlıklarına tedbir koymuştur.

7 Aralık 2019’da Haliç Kongre Merkezi‘ndeki AKP İstanbul İl Başkanlığı Genişletilmiş İl Danışma Meclisi Toplantısında konuşan genel başkan Tayyip Erdoğan, İstanbul Şehir Üniversitesinde yaşananları ortaya koydu. Konuşmasında eski yol arkadaşları olan İstanbul Şehir Üniversitesi kurucuları hakkında Halkbank’ı dolandırmaya çalıştıkları iddiasında bulundu. Abdullah Gül’ün kendisini arayarak “arzu ederseniz bunu çözersiniz” dediğini söyledi. Halkbank’ı dolandırmak isteyen yol arkadaşlarının Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek olduğu bilinmektedir. Bunu söyleyen geçmiş dönemin Başbakanı, şimdi devletin en üst yöneticisi. Suçlanan kişiler ise, onun bakanları ve başbakanı. Şimdi sormazlar mı; madem bu dolandırıcılıklarını biliyorsun da, neden savcıları harekete geçirmiyorsun? Bakalım acaba savcılar bu durumdan görev çıkarıp soruşturma açacaklar mı? Bu durum demokrasi ile yönetilen çağdaş bir ülkede olsaydı, yer yerinden oynardı. Ama bizim “ileri demokrasimizde” tık yok…

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın bu suçlamasından sonra, akla şöyle bir soru geliyor : Bu dolandırıcılıkla suçlananlar yeni parti kurma çabasına girmeselerdi, acaba yine de suçlanırlar mıydı? Borcunu ödeyemeyen ve bu nedenle icralık olanlar dolandırıcılıkla suçlanacaksa, 17 yıllık AKP iktidarında birçok dolandırıcı var demektir.

İstanbul Şehir Üniversitesi tarafından yapılan açıklamada üniversitenin kurumsal ve bilimsel birikiminin siyasal tartışmalara kurban edilmemesi gerektiği ve yapılan baskı ve müdahalenin eğitim, öğretim ve araştırma etkinliklerini kesintiye uğratmasından, devam eden hukuksal süreçleri etkilemesinden derin bir kaygı duyulduğu vurgulandı.

Tayyip Erdoğan’ın ‘dolandırıcı’ suçlamalarına Ahmet Davutoğlu’nun yanıtı sert oldu:

  • “Sergilenen bu öfkeye neyin sebep olduğunu, kimin nereye savrulduğunu, kamu kaynaklarının hangi amaçlarla nasıl kullanıldığını, ekonomik servet oluşturma bakımından kimlerin nasıl statü değiştirdiklerini milletimiz çok iyi bilmektedir. Üniversiteyi üniversite yapan, araziler ve binalar değil bilim insanları ve öğrencilerin oluşturduğu sosyal iklimdir. Her gördüğü araziye dolar hesabı ile değer biçenler bunu anlayamazlar. Madem ki bu ülkeye hizmetten gayrı hiç bir hedef gütmemiş ve bütün ömrünü buna adamış başbakana ‘dolandırıcılık’ iftirasında bulunulmuştur, o zaman şu anda görev yapanlar da dâhil olmak üzere yaşayan bütün Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, kamu bankalarının bağlı olduğu bakanlar ve özelleştirme yüksek kurulunda görev yapmış yetkililerin ve onların birinci ve ikinci derece akrabalarının mal varlıklardaki değişimi, bu kişilerin siyasete girdikleri/devlet görevi üstlendikleri günden bugüne kadar araştırmak üzere TBMM’nde gerekli komisyonlar oluşturulmalıdır. Ayrıca bu komisyonlarda kamu bankalarının, Şehir Üniversitesi de dahil olmak üzere hangi vakıflara ve şirketlere nasıl kredi verdikleri, hangi şirketlerin borçlarının yapılandırıldığı, kimlerin hangi yöntemlerle kurtarıldığı, kimlerin ise batmasına seyirci kalındığı şeffaf bir şekilde ortaya konmalıdır.”

Araları iyiyken hiçbir şey görmeyenler, araları bozulunca bütün kirli çamaşırlarını ortaya saçmaya başladılar. Filler tepişirken, çimenler ezilmektedir. Özelleştirme adı altında TEKEL başta olmak üzere kamu varlıklarının nasıl yağmalandığı, kimlere peş keş çekildiği konusu gündeme getirilmelidir. 17 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın yöneticilerinin bugün düştükleri durum ülkemizin aynasıdır. Kamu varlıkları peş keş çekilerek yaratılan vakıf üniversitesi adı altındaki ticari kuruluşlarla eğitim yapılamayacağı da sorgulanmalıdır.

  • Özellikle 17 yıldır ülkemizin maddi ve manevi bütün değerlerinin yitirilmesine neden olanların yargılanmaları ve yönetimden gitmeleri gerekmektedir.
  • Cumhuriyetçi, ulusalcı, halkçı, devletçi, laik, devrimci ve tam bağımsızlıkçı bir yönetime gereksinim olduğu her geçen gün artmaktadır.

ANADİLDE EĞİTİM

ANADİLDE EĞİTİM

Rifat Serdaroğlu

Adama boşu boşuna “Serok Ahmet” diye ad takarlar mı?
Türk Milletinin başına bela olan “Çözüm Sürecinin” fikir babasının Serok Ahmet, uygulayıcısının ise Erdoğan olduğu şimdi daha net anlaşıldı mı?

Cuma günü Davutoğlu yeni partisinin tanıtım konuşmasında; “Anadilde öğretim ve Anadilin sosyal hayatta kullanılması aidiyet sürecini güçlendirecektir.” dedi.
Bu talep,

  • “Ulus Devlet – Üniter Devlet” olan T.C. Devletinin bölünmesini istemekle eşdeğerdir.

Çoban Ateşi Hareketi‘nin bu konuya bakışı çok nettir.
Anayasa madde 42;

  • “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk Vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.”

Türkiye, 22 Haziran 1993 tarihli Kopenhag Kriterlerinin koşullarını tümüyle yerine getirmiş bir devlettir. Kopenhag kriterlerinde, “Anadilin öğrenilmesi konusunda tüm yasal engellerin kaldırılması koşulu” vardır ve Türkiye bu kurala uymuştur.

Bugün, isteyen herkes anadilini, kültürünü, inancını, folklorunu öğrenebilir, yayabilir, geliştirebilir. Bu hak herkesin temel hakkıdır.

Burada karıştırılan, öğrenme hakkı ile, öğretim hakkıdır;
-“Ana dili ÖĞRENME hakkı” bireye aittir ve evrensel bir haktır.
-Ana dilde ÖĞRETİM hakkı, kamuya aittir. Bu hak sadece “Özerk Devlete”, “Federal Devlete”, “Bağımsız Devlete” verilir.

Bölücü-Kürtçüler ve onların yurt dışındaki sahipleri tarafından, Türk Devletine dayatılan; Anaokulundan başlayarak ilk ve ortaöğretimde, üniversitelerde resmi dilin yanı sıra başka bir yerel dilde öğretim yapılmasıdır. (Kürtçe-Lazca-Süryanice-Arnavutça-Boşnakça vs.)

Örneğin, Hukuk Fakültelerinde öğretim Kürtçe veya başka bir dilde nasıl yapılacak?
Bunun için Türkiye’de yasaların Kürtçe veya diğer dillerden olması gerekir. Ayrıca Yargıçların, Savcıların, Avukatların, Yüksek Mahkeme Üyelerinin, Kürtçe veya diğer dillerde işlem yapacak bilgiye sahip olması gerekir ki bu da olanaksızdır.

Sözün Özü            : Herkesin şerefi-onuru olan anadilini-kültürünü-inancını öğrenmesine EVET. (Gerekirse devlet bu konuda destek olmalıdır)

Türk Milletini parçalayacak, on yıl sonra bizi birbirimizle anlaşamayacak, konuşamayacak hale getirecek Ana dilde öğretime, HAYIR

Değerli Okurlar;
Boşuna atalarımız,
Ne kadar uğraşırsan uğraş, olmaz şaptan şeker,
Cinsini sevdiğim cinsine çeker, dememişler!

AKP’liler yani Muaviye akıllı, İhvan kılıklıların hepsi aynı tornadan çıkmış gibidir.
Davutoğlu da, Babacan da aynıdır. İster AKP’de olsunlar, ister dışarıda…

Onlar ne kadar bu aziz vatanı sinsi planlarla bölmeye kalkarlarsa, her oyunlarını Çoban Ateşi Hareketi bozacak ve kafalarına geçirecektir.

  • Ne Mutlu Türküm Diyene!

Sağlık ve başarı dileklerimle. 14 Aralık 2019

Yazılarımla merhaba – R. Bülend Kırmacı

Yazılarımla merhaba..


R. Bülend Kırmacı

http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2550https:// twitter.com/bulendkirmacihttps://
www.facebook.com/r.b.kirmacihttps://rbulendkirmaci.wordpress.com/

Merhaba, sizlerle son yazılarımdan bir seçkiyi paylaşır, selam, sevgi ve saygılar sunarım.

ULUSAL TEKNOLOJİ GÜÇLÜ SANAYİ
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/ULUSAL-TEKNOLOJI-GUCLU-SANAYI/2667

GIDA GÜVENLİĞİ YAŞAMSALDIR
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2649

GÜÇLER AYRIMI – SİSTEMİN 4 TEKERİ
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2626

ASYA ÇAĞI
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2609

10 KASIM
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2589

BÜTÇE ‘20
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2568

CUMHURİYET BAYRAMI
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/2550

Milletvekili yakınlarına tedavi yardımları…. Biraz vicdan lazım

Milletvekili yakınlarına tedavi yardımları….
Biraz vicdan lazım

Yalçın Bayer

1- Ülkemizde 2006’da sosyal güvenlik ve sosyal sigortalar alanında reform niteliğinde yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Bu bağlamda, tüm ülke nüfusunu kapsayan zorunlu genel sağlık sigortası (GSS) kurulmuş, sağlık hizmetlerinin SGK aracılığıyla verilmesi kabul edilmiş, bu düzenlemelere aykırı tüm yasalar (milletvekilleri ile ilgili olan 3671/4 madde dışında) yürürlükten kaldırılmıştır.

2- Milletvekilleri/emekliler, ülke nüfusunun tümüne yakınını kapsayan GSS sistemine dahil edilmemiştir. Milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere yapılacak tedavi yardımının usul ve esasları, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanı’nca çıkarılan yönetmeliğe (takdirlerine) bırakılmıştır. Yönetmelikle milletvekillerine, SGK aracılığıyla, halkımıza verilenlerle kıyaslanamayacak oranda, onların hayal bile edemeyeceği tedavi yardımları sağlanmıştır.

Son yıllarda yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri, üst düzey askeri yetkililer de kapsama dahil edilmiş, onların tedavi giderleri de aynı yöntemle milletvekilleri gibi ödenmeye başlanmıştır.

3- Yukarıda açıklanan ‘kıyakla’ yetinilmemiştir. AKP milletvekillerince; 18.11.2019 tarihinde, 2/2368 Esas sayı ile TBMM’ye verilmiş bir teklifle, milletvekilleri üzerinden tedavi yardımından yararlanacak olan kimselerin TBMM Başkanlık Divanı’nca belirlenmesi istenmiştir. Bu teklif, muhalefet milletvekillerinin de kayda değer itirazları olmadan, jet hızıyla 5.12.2019 günlü birleşimde, saat 03.00 sularında 233 kabul, 29 ret oyu ile kabul edilerek oyçokluğu ile yasalaşmıştır.

Böylelikle 82.8 milyon vatandaşımızı kapsayan, en az 70 yıldır yürürlükte olan ve sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları kişileri belirleyen kadim/yerleşik yasal düzenlemeler milletvekilleri için baypas edilmiş; 14 bin kişi için süper ayrıcalık getirilmiştir. Milletvekillerinin iş kadını eşi, çalışan oğlu, kızı, iş insanı babası-anası için bile TBMM bütçesinden tedavi yardımı verilmesinin önü açılmıştır.

Son söz                               :

  • Adaletin mülkün (devletin) temeli olduğu unutulmamalıdır.
    Mahmut ESEN,
    Emekli Mülkiye Başmüfettişi

===========================
Dostlar,

1982 Anayasası md. 10 aşağıda..

X. Kanun önünde eşitlik
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
****
AKP iktidarının halktan yana olmadığının somut ve çarpıcı bir örneği daha gözler  önünde..
AKP seçmenlerinin ve yurdum insanlarının akıl ve vicdanlarına bir kez daha sunuyoruz..

Anamuhalefet partisi CHP, bu yasal düzenlemeyi çekincesiz ve derhal Anayasa Mahkemesine götürmelidir (soyut norm denetimi, Anayasa md. 150)

E. Mülkiye Başmüfettişi dostumuz Sn. Mahmut Esen’in irdelemesi oldukça kapsamlı ve 5 sayfa..
Bu önemli incelemeyi ayrı bir dosyada vereceğiz.

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan Bomba Açıklama

İşte Din Adamı Budur!

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan Bomba Açıklama

1. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler.

2. Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahçup edici durum devam edecektir.

3. Ortadoğu toplumları barut fıçısı gibi. Birbirlerine duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya öteki üzerinden dile getiriyor, onlar üzerinden kimlikler şekilleniyor. Toplum olarak ayrıştığımız, artık birbirimize öfke duyduğumuz doğrudur. Bunlar sosyal birlik beraberliğimiz açısından alarm noktalarıdır.

4. Serbest pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslam âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz. 50 küsur İslam ülkesi var, paramparçayız.

5. İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz, çünkü birçok yerde Müslümanlar birbirinin boğazını sıkıyor. Birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldular, birbirini itham ve tekfir ederek sürekli camdan aşağı atmakla meşguller.

6. Her şeyin altüst olduğu, fırsat eşitliğinin olmadığı, işgaller altında umutların tükendiği, siyasal katılımın olmadığı toplumda yalnızca din anlatarak insanları mutlu edemeyiz.

İslam dünyası acilen bilgi, çalışma, üretme, temizlik, sosyal barış, sosyal adalet, insan hakları, kadın hakları, çevre, özgürlükler, ötekinin hakkı gibi temel konularda zihnini durultmak ve bu konularda mesafe almak zorunda. İslamiyette ibadet sadece kıldığımız namaz değildir. İnsanlığa, dünyanın imarına, sulha, barışa hizmet eden her davranış ibadettir.

7. Gönlüm isterdi ki, evrensel ilâhî din olan İslam’ın günümüz uleması dünyada kanıksadığımız bunca eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik, güçlü ve egemenin oldu bittileri karşısında hakkın sesi olsun, her türlü ayırımcılığa karşı çıksın, bizlere hepimizin Âdem’in çocukları kardeşler olduğumuzu, insan olarak eşit ve değerli olduğumuzu, insanca bir hayatın hepimizin temel hakkı olduğunu hatırlatsın.

Ama öyle olmadı ve olmuyor. Olup bitene eleştirel baktığımızda bunu açıkça görüyoruz.

8. Bugün birçok dini cemaat birer ekonomik sektöre dönüştü. Unutmamalı, Türkiye’de dini gruplar kamusal alana sirayet etmeye başladığı, kapalı ve kayıt dışı olup kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarsa sorun büyür, FETÖ’deki gibi. Ülke benzeri oluşumlara gebe demektir.

9. Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.

10. Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed’in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil. Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşindeler.

11. “Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir” dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik.

Başımıza geleni de hep “ya Allah’ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü” diye anlattık. “Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun” diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.

12. Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılanacağından emin değilim. Artık yavaş yavaş yol ayrımına geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor, biliyor.

Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı İslamofobi’yi mahallemize indirecektir. Bizim çocuklarımız, torunlarımız da büyük sorular soracaktır.

13. Bizim din anlayışımız sığlaştı. Dindarlığı dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor. İslam, seccadeni ser ibadetle ömrünü geçir demiyor. Düşünce, bilgi, yararlı iş, temizlik, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme hepsi ibadettir. Sadaka ve iane kültürüyle ya da retorikle bunları sağlayamayız.

14. Kuran’ı Kerim ile aramız açıldı. Kuran’ı Kerim’in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva vermeye başladık.

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
Diyanet İşleri eski Başkanı

AKP milletvekilinin eşi, Gökçek döneminde milyonluk ihaleler aldı

AKP milletvekilinin eşi, Gökçek döneminde milyonluk ihaleler aldı

Gökçek’in yoksullara yardım için açtığı milyonluk ihaleler hep AKP’li vekilin eşine verilmiş.



Işık Kansu

Cumhuriyet, 12.12.19
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1707697/akp-milletvekilinin-esi-gokcek-doneminde-milyonluk-ihaleler-aldi.html

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan Next Level gökdelenini ödemediği borçlar nedeniyle Ziraat Bankası’na devreden AKP milletvekili Asuman Erdoğan’ın eşi Fatih Erdoğan’ın şirketi, yoksullara yapılan yardımlardan milyonluk ihaleler kazandı. Pasifik AŞ’nin sahibi Fatih Erdoğan ve AKP’li milletvekili eşi Asuman Erdoğan’ın da ortağı olduğu ORPAŞ Gıda ve Ticaret AŞ, 2007-2013 arasında Melih Gökçek döneminde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden 337 milyon 796 bin 600 liralık ihale aldı. İhalelerin tümü, yoksul yurttaşlara dağıtılmak üzere 20 kalem çeşitli gıda ve temizlik malzemeleri için açılmıştı.

Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’in belirlemelerine göre, söz konusu yıllar arasında Ankara Büyükşehir Belediyesince yoksul yurttaşlara yardım için açılan ihalelerin tümü ORPAŞ Gıda ve Ticaret AŞ tarafından üstlenildi. İhalelerin toplam sözleşme tutarları KDV ile birlikte 364 milyon lirayı aşıyor.

İhalelerin aynı firma tarafından üstlenilmesi, ihalelere yeterli katılımın olmaması üzerine yapılan şikâyeti Kamu İhale Kurumu 3 Mart 2008’de karara bağladı. Karar ile ihalelerde rekabetin sağlanamadığı, engellendiği, tekel oluşturulduğu anlaşıldı.

Mahmut Esen, milyon liralık tutarlardaki malı, yalnızca bir müşterisine her yıl satma fırsatı ve garantisinin kamu idarelerine ihalesiz satış yapma olanağı olan DMO gibi kamu kurum ve kuruluşları açısından da imrenilecek bir durum olduğunun altını çizdi.

Yoksullara yardım ihalelerini aldığı dönemde, ORPAŞ Gıda ve Ticaret AŞ’nin ortakları arasında Fatih Erdoğan’ın yanı sıra Mehmet, Asuman, Aysel, Ahmet Erdoğan da yer almaktaydı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Rize Güneysu ilçesinden hemşehrisi olan Fatih Erdoğan’ın, 2013’te AKP yetkililerinin katıldığı büyük törenle açtığı Ankara’daki “Next Level Alışveriş Merkezi”ne Varlık Fonu’na devredilen Ziraat Bankası tarafından el konduğunu Cumhuriyet ortaya çıkarmıştı.

ORPAŞ’ın aldığı, açık teklif usulü ile yapılmış gıda ve temizlik malzemesi satın alma ihalelerinin Kamu İhale Kurumu resmi internet sitesinde yer alan verilere dayanılarak hazırlanan dökümünde 2007-2013 arasında toplam 337.796.600 TL tutar görülmekte..


*********
Dostlara…

Yiyin efendileri yiyin..
Bu han-ı yağma siz helaldir..
Çünkü siz “müslümansınız” (!) ve Türkiye sizin için “dar-ül harp” ülkesidir.
Talan edilmesi helaldir, size ganimettir..
Size bu dünyada ölçüsüz servetler, yüksek makamlar,
Yoksul müslümanlara ise sınavdır bu dünya,
Yoksulluğa, işsizliğe, zulme… sabrederek katlanmalıdır..
Böyle buyurdu zamanenin şeyh-ül islamı DİB Başkanı Prof. zat!

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

SOKAK HAYVANLARININ DRAMI

SOKAK HAYVANLARININ DRAMI


Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Sokak hayvanı yok, sokakağa bırakılan hayvan vardır. Biz o sokağa bırakılan hayvanlara sokak hayvanı diyoruz. Başlangıçta kedi, köpek gibi hayvanları evcilleştiren insanlardır. Hatta İnsan, o hayvanları kendine köleleştirmiştir. Pek çok yerde de hayvanların kimi yeteneklerinden insanlık adına yararlanmıştır. Örneğin zaman zaman zaman emniyet müdürlüklerine kayıtlı köpekler olduğunu duyarız. O hayvanların iyi koku alma duyusu nedeniyle, gerek yasa dışı madde (uyuşturucu / uyarıcı) aramada, gerekse bomba, ceset, yaralı aramada ne denli başarılı olduklarını haberlerde sık sık izleriz.

Her hayvanın doğal ekolojik denge açısından mutlaka bir yeri vardır. Bu hayvanların yaşama, insanlığa yararı olacak yanları bulunmaktadır. Çoğumuz kargaları sevmeyiz oysa karganın çevreye nasıl yararlı bir hayvan olduğunu Bekir Çoşkun’un bir makalesinden aktaralım :

“Kargalar pek sevilmez. Son derece hafızaları zayıf kuşlarmış. Buldukları tohumu saklarlar. Ancak unutkan oldukları için nereye sakladıklarını bilmezlermiş. Kayaların üzerindeki incir ağaçları kargaların bıraktığı tohumlarmış. Ayrıca kargaların dışkıları toprağa oldukça yararlıymış. Sevimsiz olarak bilinen kargalar milyonlarca ağacın oluşmasında rol alıyorlar.”

Hayvanı, doğayı, canlıyı sevmek insan olmanın temel göstergelerinden biridir. İnsan sever, yaşar ve yaşatırsa güzeldir. Uygar insan olmanın temel ölçütlerinden biri de doğaya, çevreye ve öbür canlılara karşı koruyucu yaklaşmasıdır.

Uygar ülkelerde sokaklarda başıboş hayvan göremezsiniz, onlar denetim altında ve kendi doğal ortamlarında ve barınaklardadır. Doğanın tek sahibi biz değiliz. Fakat doğaya en çok zarar veren canlı biziz. Biz öbür canlıların yaşam alanlarını yok ettik. O halde adil olan, doğayı öbür canlılarla birlikte barış ve sevgi içinde paylaşmaktır. (AS: peacefull co-existence)

Sokak hayvanlarını taşlamak, işkence etmek, onları dövmek son derece ilkel ve kınanacak bir davranıştır ve suçtur. Uygar insan savunmasız, dilsiz varlıklara işkence yapmaz, aksine onların haklarını koruyarak örnek tutum sergiler.

Çevremizde aç – susuz dolaşan bu hayvanlara bir tas su verirsek veya artan yemekleri ayırıp verirsek ya da gücümüz oranında bir avuç mama.. bize insanlığımızdan hiçbir şey yitirtmez. Aksine yüce ve ulvi bir nitelik kazandırır.

Bizim kültürümüz ve inancımız, savunmasız hayvanlara işkenceyi ve öldürmeyi reddeder. Eğer inançlı biriysek, hayvanları korumak ve sevmek bir Peygamber davranışıdır. Tüm canlıların yaşama hakkı doğuştandır.

Sokak hayvanları korumasız, çoğu zaman da insanların yazlıklarında ya da bir süre bakıp sokağa bıraktığı yazın sıcağı, kışın dondurucu soğuğu ile aç susuz mücadele eden çaresiz canlı varlıklar. Her mevsim ayrı bir dram yaşıyorlar. Çoğu zaman trafik cinayetlerinde veya aç susuz ortalıkta telef oluyorlar.

Sokak köpekleri kadar çaresiz olmak çok yakıcı ve düşündürücü – uyarıcıdır.

Şimdilerde, çevre bilincine duyarlı birçok belediye, hayvanların bu dramını görüp el uzatıyor. Bu tip duyarlı davranışları, o dilsiz ve savunmasız canlılar adına alkışlayacağız. Yaralı hayvanlar için 7/24 saat cankurtaran ve veterinerlik hizmeti veren belediyeler; böylesi bir hizmeti vermeyen belediyelerden daima, insanlık ve uygarlık adına çoook çok önlerdesiniz.

İnsan hakları Evrensel Bildirgesi’nin 71. yılı

İnsan hakları Evrensel Bildirgesi’nin 71. yılı

Av. Kemal AKKURT
Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı
Cumhuriyet, 10 Aralık 2019

Bundan 71 yıl önce, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) kabul edildi. Bildirge ile insanın sahip olduğu onur ve değerin insan haklarının kaynağı ve bu hakların evrensel olduğu fikri temel alınmıştır.

İHEB’nin başlangıç bölümünde, insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünmez ve devredilmez hakların tanınmasının dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu vurgulanmıştır. Bu hakların korunması, herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalmaması için, insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının zaruri olduğu kabul edilmiştir.

Henüz oluşmadı

Bugün, dünyada ve Türkiye’de Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı bir düzenin kurulduğunu söylemek, maalesef mümkün değildir. Batılı bazı demokratik ülkelerde büyük ölçüde kurulan insan haklarına dayalı bu düzen, dünyanın diğer bölgelerinde, özellikle Ortadoğu’da ve Türkiye’de bir türlü kurulamamıştır. “İnsan insanın kurdudur” sözü, adeta bu ülkeler için söylenmiştir. Egemenlerin lüks ve konfor içinde yaşadığı bu ülkelerde, halka zulüm, kan ve gözyaşı reva görülmektedir. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, siyasi ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, sırf insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri, bu bölgelerde henüz koruma bulamamıştır.

Bir daha dünyada savaşlar olmasın, insanlar ölmesin, herkes barış ve huzur içinde yaşasın diye kurulan BM de gerek yaşam hakkının korunmasında, gerekse diğer insan haklarının sağlanmasında çok pasif kalmıştır. Savaşların ve iç savaşların önlenmesinde ve sonlandırılmasında, mülteci krizlerine müdahalede kuruluş amacına uygun davranamamış, egemen devletlerin dümen suyuna girmiştir.

İnsanlık krizi

Bugün huzur ve refah içinde yaşayan bir avuç insan dışında kalanlar, büyük bir insanlık krizi içindedir. Bu krizin dünya genelinde ve Türkiye’deki yansıması ise her türlü şiddetin sistematikleşmesi, yaygınlaşması ve hatta sıradanlaşmasıdır. Daha birkaç yıl önce, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde İstanbul’da masum 44 kişinin, Ankara’da Gar Katliamı’nda 102 kişinin teröre kurban verilmesini unuttuk, yeni terör olaylarının olmaması için dua etmeye başladık. “Yurtta barış, dünyada barış” söyleminden “yurtta savaş, dünyada savaş” konseptine yönelmiş bulunuyoruz.

İçeride ve dışarıda sürdürülen savaş politikaları sonucu, ülkemizin temel sorunları giderek ağırlaşmıştır. Siyasal otoriterleşme tırmanışa geçmiştir. Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, siyasal gücün tek elde toplandığı, anayasaya aykırı, fiili bir sisteme geçilmiştir.

Kazanımların gerisinde

Ülkemizin bu ağır koşulları yetmezmiş gibi, yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, ardından ilan edilen OHAL uygulamaları ve çıkarılan KHK’ler sonucu, insan hakları ihlalleri zirve yapmış, insan hakları mücadelesinin kazanımları onlarca yıl geriye götürülmüştür.

İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2017 yılı insan hakları raporuna göre, “OHAL KHK’lerle işinden atılan, hiçbir yerde çalışma hakkı tanınmayan, sosyal haklarına ve malına mülküne el konulan, keyfi gerekçeler ile gözaltına alınan, işkence gören, sonu belirsiz sürelerce tutuklu kalan, her türlü hukuki koruma ve savunma haklarından yoksun bırakılan, ne anayasa yargısından, ne de idari yargıdan cevap alabilen yüz binlerce “medeni ölü” yaratılmıştır. Medeni ölüler yaratılarak “sosyal infaz” uygulanmaktadır”.

Tehlikeli dönüşüm

Darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK’lerle, tıpkı askeri darbe dönemlerindeki gibi, içerik bakımından insan hakları hukukuna aykırı mevzuat ve uygulama dönemine geçilmiştir. OHAL’in gerekçesi darbe teşebbüsü ile mücadelede iken, çıkarılan KHK’ler ile toplumsal muhalefet üzerinde ağır baskı kurulmuştur. Kapatılan “muhalif” TV’ler, gazete ve dergiler, tutuklanan gazeteci, milletvekilleri ve belediye başkanları ile güzel ülkemiz adetâ demokrasi ve hukukun olmadığı üçüncü dünya ülkelerine dönüşmektedir.

Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesi olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. yılında da dünyada ve Türkiye’de evrensel insan haklarının yaşama geçmesi idealinin maalesef çok uzağındayız.

Türkiye’de, insan haklarının hayata geçmesinin tek koşulu, acilen “barış”ın tesis edilmesidir. Başta yaşam hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, temel insan hakları ancak barış ortamında ve ikliminde hayata geçirilebilir ve içselleştirilebilir.

Barış içinde, insan haklarımızı koruyacağımız ve kutlayacağımız güzel günler yakın olsun…

ŞEYHİM NE DERSE ODUR

ŞEYHİM NE DERSE ODUR


Zeki Sarıhan
zekisarihan.com 10 Aralık 2019

Geçenlerde siyasetin tepelerinde ilginç bir olay yaşandı. Kömürle çalışan enerji santrallerinin bacalarına, çıkan dumandaki zehri süzecek düzenekler takılmasını 2.5 yıl erteleyen yasa iktidar partisi milletvekillerinin olarıyla Meclisten geçti. Bu dumanların havayı ve dolayısıyla insanlar da içinde olmak üzere canlı hayatını nasıl zehirlediği günlerce dile getirilmiş, muhalefet partileri iktidarı uyarmıştı.

Fakat bu fabrikaların sahiplerinin yürüttükleri lobi faaliyeti sonucunda öneri iktidar partisinin çoğunluk oyuyla kabul edilmişti.

Çok geçmeden duyuldu ki Cumhurbaşkanlığı yetkilerini de kullanan AKP Genel başkanı kanunu veto etmiş!

Normal bir demokratik parlamenter sistemde Meclisin kabul ettiği bir yasayı cumhurbaşkanının veto etmesi normaldir. Parlamentonun kararlarını bir de cumhurbaşkanlığının gözden geçirmesi ve konunun üzerinde bir daha düşünülmesi için Meclis’e geri göndermesi bir emniyet supabıdır.

İşin normal olmayan yanı, cumhurbaşkanından habersiz üzerinden kuş uçamayan bir partinin bu kanunu kabul ederken bundan cumhurbaşkanının habersiz olamayacağıdır. Fakat ne olmuşsa cumhurbaşkanı fikir değiştirmiş ve kanunu iade etmiştir. Buraya kadarını da normal sayalım ama vetodan sonra AKP milletvekillerinin sıraya girip bu vetodan ötürü Cumhurbaşkanını hararetle kutlamalarına ne diyelim?

Bu gelişme Türkiye’deki tek adam rejimi açısından çok düşündürücüdür. Aslında tek adam rejimine bağlı milletvekillerinin kendilerine ait bir iradeleri yoktur. Her şeye reisleri karar vermektedir. Reisleri bir yönü gösterirse bütün müritlerin parmakları o tarafa dönmekte, ertesi gün reisleri öteki tarafa bakarsa bütün gözlerin oraya çevrilmektedir. İradeler bir tek kişiye teslim edilmiştir! En iyisini her zaman o düşünmekte, diğerleri de körü körüne onu savunmaktadır. Onun sözleri ve tavırları dışında hiçbir çaba ve kanıt onları ikna edememektedir! Ne kadar itibar kırıcı bir durum!

Toplumun içinde dal budak salmış bütün tarikatlarda da durum böyledir. Şeyh ne derse doğrudur. Bugün söylediği de, yarın söyleyeceği de doğrudur! Onun elbet bir bildiği vardır ve müritlerin bir sürüden farkı yoktur.

AYDINLANMA NERDE KALDI?

Ne yazık ki adını çok sık andığımız “aydınlanma” tam da bunun tersini gerektirir. Aydınlanmış insanın kendisinin bir mantığı vardır. Araştırır, soruşturur, kanıtları karşılaştırır ve kafasında tartar, bir sonuca ulaşır. Aydınlanma insanlara kişilik kazandırır. Her şef veya reis, kendi mensuplarına bir öneride bulunacağı zaman bunun kabul edilmesini garanti görmez. Çünkü karşısında her birisi kişilik sahibi insanlardan oluşan bir topluluk vardır.

Okul bitirmekle aydınlanmanın bir ilişkisi olduğu farz edilirdi. Bunun herkes için doğru olmadığını ülkemizde yaşadığımız olgulardan anlıyoruz. Birçokları yüksek okullar bitirdiği halde aydınlanmadan nasibini alamamıştır.

HAYRETTEN AĞZIM AÇIK KALIYOR!

Dün yurdumuz, halkımız ve dünya halkları için bir takım temel görüşleri birlikte savunduğumuz bazı arkadaşların bugün bunlardan tornistan etmesini, tam tersine bir tutum aldıklarını gördükçe hayretten ağzım açık kalıyor. Bu arkadaşların özelliği, bu konularda kendilerine ait bir görüşlerinin olmayışıdır. Dün reis ne derse onu savunmuşlardı, bugün reis fırıldak gibi dönse de onun görüşlerini savunmaktadırlar. Hiçbir inisiyatifleri yoktur.

İnisiyatif kullanabilenler bulundukları örgütten istifa ederek dairenin dışına kapağı atmıştır. İçeride kalanlar kendilerine bakan gözler karşısında sıkıntı içindedirler. Fakat dairenin dışına çıkacak cesaretten yoksundurlar. Bunun nedeni, orada bulunmanın artık bir çıkara dayanmakta oluşudur. Kimi partide bir unvan sahibidir, kimi gazetenin yazarlarındandır, kimi parti televizyonunda programcıdır. Müritler orada kendilerine bir yuva yapmışlardır. Orayı terk ederlerde sudan çıkmış balığa döneceklerdir. Bağımsız kalmaya veya kendilerine başka bir çevrede yer edinmeye cesaretleri yoktur.

Son zamanlarda televizyon kanallarındaki tartışmacılar arasına yeni katılan, büyük bir ihtimalle oraya külliyenin emirleriyle çağrılan bazı insanları gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Seçimlerde halktan ayrıldıkları küçücük destek gitgide daha da düşen bir mihrak, kapağı iktidar partisinin yanına atarak iktidarın küçük bir parçası olmaya mı hazırlanıyor? Bu düşüncelerini başka bir vesileyle yazdığım 4 Mayıs 2017 günkü yazımda da anlatmıştım. Yazının başlığı “Şeyhim Ne derse Doğrudur” idi. Anlaşılan aynı veya benzer başlıkları sık sık kullanmak zorunda kalacağım.

Erdoğan, sarayına 104 m2 tek parça halı dokutmuş Hereke’de…

Erdoğan, sarayına 104 m2 tek parça halı dokutmuş Hereke’de…

Erdoğan, sarayına 104 m2 tek parça halı dokutmuş Hereke’de…
324 bin TL imiş, yani 162 asgari ücrete eşit; 162 yoksul ailenin 1 aylık geçim bedeli.
İnsanların ailece borç – haciz- işsizlikten siyanür içerek, kendini yakarak intihar ettiği ülkede.
“İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ” buyurmuştu AKP = Erdoğan.
Bir de mevlütte tek taş yüzük takılan bebek.
1 halı ve 1 yüzük..
Kaç aileyi intihardan kurtarırdı acaba?

Eyyy AKP’liler vicdanınızı kökten yediniz mi siz?
****

Sarayın açık – örtük harcamaları mutlaka kısılmalı ve hesabı verilmeli.
ABD’de Kongre’de (Temsilciler Meclisi ve Senato) yapılan gizli görüşmeler 25 yıl sonra açıklanıyor.
Türkiye’de de Cumurbaşkanının örtülü ödenek harcaması makul bir süre sonra mutlaka halka açıklanmalı.

Saray’ın gündem değiştirmeye öylesine çok gereksinimi var ki…
Sıra CHP’yi karıştırmada. Saray’a gittiği söylenen CHP’li vekil.. İktidarın değirmenine su taşımayalım..

Kılıçdaroğlu : “CHP örgütlerine yönelik ciddi kumpaslar var.”

Soruyoruz: Erdoğan neden, malvarlığını açıkla(ya)mıyor!?

Erdoğan İstanbul’da (15.11.19) borç ve faiz ödemelerinin azaltıldığını söyledi. Doğru mu??

2019 bütçesi 2018’den feci durumda, açık 80,6 milyar TL ile kalmadı, 125 milyar TL’ye çıkarıldı geçen ay. Ayrıca 80 milyar TL’yi aşan TCMB kârı ve yedek akçesi de bütçeye aktarıldı. Durum böylesine dehşet verici iken, CB’nın “örtülü ödenek” harcaması olağanüstü artıyor! Niçin?!

2019 Bütçe Giderleri 961 milyar TL
Faiz Giderleri 117,3 milyar TL
Bütçe Gelirleri 880,4 milyar TL
Vergi Gelirleri 765,5 milyar TL
Bütçe Açığı -80,6 milyar TL
Faiz Dışı Fazla 36,7 milyar TL

2019 bütçesinde AKP hükümetinin faiz ödemesi 117,3 milyar TL olup 961 milyar TL’lik bütçenin 1/8’i.. 2018’de bu oran 1/10 ve ödenen tutar 71,6 milyar TL idi; %50 artış var ödenecek faizde. Sağlık Bakanlığı bütçesi 47 milyar TL, faiz gideri bunun 2,5 katı.. Bir de FAİZ DIŞI FAZLA adı altında zihinlere kurulan tuzak var.. Bu, BORÇ ANA PARASI demek.. Açıkçası bütçeden, her şeyden önce BORÇ FAİZLERİ ödeniyor. Sonra kalan bölüm FAİZ DIŞI adını alıyor. Bu bölümden yemeden – içmeden tasarruf yapıp “fazlalık” vermek gerek ki, borçların ana parasını ödemek olanaklı olabilsin. Buna da tuzaklı bir adlandırma ile FAİZ DIŞI FAZLA deniyor ki, yurdum insanı, hatta ortalama okumuşu, iktisatçısı.. bile anlamasın!

Abdüllatif ŞENER :
“15 asırlık İslam tarihinin en günahkâr iktidarı Erdoğan hükümetidir.”

Abdüllatif ŞENER
“Erdoğan’ın dış politikasıyla akan kan, tecavüze uğrayan kadınlar, köle pazarlarında satılan kadınlar, masum ve yetim kalan çocuklar, İslam tarihinin en vahşi ve korkunç sahnelerini meydana getirmişlerdir. Müslümanlar, Müslümanların şerrinden korunmak için Akdeniz’i geçerken on binlercesi boğularak öldü. Böyle bir zulüm politikasının din ve imanla ne ilgisi var? Bu, İslam’a ihanet politikasıdır. 15 asırlık İslam tarihinin en günahkar iktidarı Erdoğan hükümetidir.”

****
• Yoksulluk ve çaresizlikten, borçtan, UMUTSUZLUKTAN canına kıyan 3 aile,

11 kişinin sorumlusu kim, kim, kim? AKP = RTE’nin hiiiiç sorumluluğu yok mu? Hala uyanmayacak mısınız? İzlediğiniz ekonomik talan politikalarının (dini de alet ederek!) yürekleri dağlayan, Türkiye’yi dünyaya rezil eden utanç verici sonuçlarından yalnızca 2’si bu! Hükümetler, Fırat’ın kıyısında kuzusunu yitiren çobana karşı bile sorumlu iken.. Artık kendinize gelin, insaf edin, insaf edin! Halkın yarısını yoksullaştırdınız..

‘Yapacak bir şeyim yok’

Ekiplerin evde yaptığı incelemede baba Selim Simşek’in bıraktığı bir mektup bulundu. Mektupta maddi sıkıntı çektiğini, 9 aydır çalışmadığını yazan baba Şimşek, “Herkesten özür diliyorum ama artık yapacak bir şeyim yok. Hayatımıza son veriyoruz.”

• Ulusumuz artık çok acı gerçekleri görmeli; bu iktidarın olağanüstü hataları ülkemizin saygınlığını ve gücünü çook ağır yaraladı.
Kişisel hırs ve çıkar uğruna ülke heba ediliyor!

*****
TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır; salgın riski hızla büyüyor..!