Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ATATÜRK’ü SİLMEYE GÜÇ YETMEZ!

Dostlar,

Sayın Av. Ertuğrul Latif KAZANCI, ADD’nin 2003-4 ve 2004-6 dönemleri
Genel Başkanıdır. Bu dönemlerde ADD Genel Merkez Yönetiminde biz de
Marmara Bölgesi’nden sorumlu Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve 2004-6 arasında da
Genel Başkan Yardımcısı ve zaman zaman Genel Başkan vekili görevini üstlenmiştik.

2. adına tam uyumlu “Latif” bir kişilik ve beyefendi olarak kendisini ve ADD’ye
özverili hizmetlerini hep anıyoruz. Birlikte pek çok hizmet üretmenin keyfini yaşıyoruz.
Bir örneği vermeden geçemeyeceğiz :

ADD parasal olarak hep sıkıntılı olmuştur..

  • Ertuğrul bey, zaman zaman binadan aşağıya iner ve telefon kulübesinden kart ile örgütümüzden kendisini arayanları yanıtlardı. Derneğe yük olmamak adına böylesine çok özverili bir davranış sergilerdi; hiç unutamıyoruz.

Sayın Kazancı, biz bu dizeleri yazarken bizi aradı ve 20 dk. dolayında telefon söyleşisi yaptık. Makalesi ile ilgili açıklamalar yaptı. Derin birikimine hayran kaldık bir kez daha..

Cumhuriyet‘te (12.12.12) ve ADD webinde (16.12.12) yer alan bu değerli ve
özlü makaleyi, bizimle de paylaştığı için size sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

Av. Ertuğrul Latif KAZANCI
Eski ADD Genel Başkanı

ATATÜRK’ü SİLMEYE GÜÇ YETMEZ!

  • “Mazlum” ulusların antiemperyalist önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, devrimci ideolojisiyle birlikte kendi ülkesinde yok edilmek istenmektedir. Ama bilinmesi gereken odur ki; tarihsel akışın çağcıllık ve bilimsel mantığına aykırı bu uğraş, ulusumuzun değer tanır bilincinde yer bulmayacaktır.

Ülke ve ulusunun kıvanç ve övgüleri ötesinde evrensel kabul görerek olumlu bir önemsenme alanı yaratmış kişiler, haksız ve insafsız yergilere hedef olabilmişlerdir. Ömürlerini canları pahasına toplumlarına adamış insanların, katı bir karşıtlığın önyargılarıyla karalanmak istenmeleri, şaşkınlık ve hatta dehşet vericidir.

Atatürk de kimilerince aynı kınanası söz ve davranışlara muhataptır. Akıl, bilim ve algı öğelerini dışlayanlar için Atatürk, günümüz Türkiye’sinde ve Sevr’cilerin Batı dünyasında başlıca ve bağnazca bir hedeftir.

Oysa Atatürk ne yapmıştır? Çanakkale’de Osmanlı’nın onurunu kurtarmış, sömürgecilere fırsat vermeyen bir direnci tarihe armağan etmiştir. 1909’da yönetimden indirilen eski Devlet Başkanı II. Abdülhamit’in bu konudaki anıları okunmalıdır.
İlgi çeken vurgulama; Anafartalar kahramanı” na duyulan takdir dolu ifadelerdir. Çanakkale ve Atatürk’ü yan yana getirmemeye çalışanlar, Bu anıları dikkatle okumalıdırlar (Abdülhamid’in Hatıra Defteri, syf. 155-6, Alter yay. Ankara, 2009*).

Atatürk, emperyalizmin öğütlerine göre davranan uzlaşmacı alçalışa,
Anadolu İhtilâliyle bayrak açan halk mücadelesine rehberidir.
Kendisinin yanı sıra, İstanbul’un idam fermanlarına hükümlü yurtseverlerle birlikte, özgürlük ve bağımsızlık kıvancını ülkeye yaşatan “öncü iradedir”. İleri ve toplumcu ölçütlü ulus-devlet kurumunun da yetkin bir yol göstericisidir.

İrdeleme                            :

  • “Kemalist” devrimin hangi bölümü yadsınabilir ve hangisi halk zararınadır? 

Nesnel ölçütlerle vurgulanması gerekirse; “biat” yöntemine, Cumhuriyet son vermiştir.

  • Tebaalık, yurttaşlık sıfatıyla konum değiştirmiştir.

Eğitim, sağlık, ulaşım, sanayi ve tarımı kapsayan üretime dayalı çabalar,
toplumsal aşamalardır.

  • Hukuk, kadın hakları, yazı, dil, harf, kıyafet ve güzel sanatlara ilişkin atılımları nasıl bir devrim gerçekleştirmiştir? 

Bilim ve fen zeminini amaç saydığı ya da halkçı-devletçi, barışçı ve demokrat,
ulusal bir Cumhuriyet yolu için mi Atatürk suçludur ?

Nerede ve hangi bağışlanmaz yanlışları söz konusudur ki; koyu yergilerden tutunuz da suikast girişimleri bile Atatürk’ü bulmuştur? “Devrimin, halka mal olmamış safhaları vardır” diyebilen siyasal iktidarların eleştirilerine neden muhatap kılınmıştır?

Düşünce ve siyaset adamları, Gandi’den; Lenin, Muhammet Ali Cinnah, Venizelos ve Nehru’ya, Mao’dan; Nasır, Castro, Chavez ve Tito’ya, De Gaulle’den; Habip Burgiba, Sukarno ve Nkrmah’a, Churchill’den; Roosevelt, Kalinin ve Briand’a doğru dile getirilen övgülerle anılan bir liderin, temelini attığı ülkede “hezeyanlarla” karşılaşması acı
değil midir?

Küba, Venezuella, Şili, Meksika, Hollanda, İtalya, Belçika, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan, Pakistan, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Japonya niçin Atatürk’ün heykel, anıt ve cadde adlarını taşıyor?

Daha da yapılacak saptamaların ötesinde neden bunca dış ülke
Mustafa Kemal’i simgelerle bağrında tutuyor?

Kurtuluş savaşımızda düşman ama sonrasının dostu Yunan ozan Nomdis’in:

Ulusları çatıştıran emperyalizmdir.” gerçeğinden yola çıkarak;

“Sana selam, sana hayranlık” dizelerini kaleme aldığını hiç mi okumamışlardır?

Keskin sömürgeci İngiliz Başbakanı L’loyd George:

  • Tarih ender olarak dahi yetiştirir. Ne yazık ki o dahi Türk Ulusu’na nasip oldu. Ben O’na, Mustafa Kemal’e yenildim, başkasına değil. İstifa ediyorum!

itirafını dürüstçe yaparken ve üzerinde güneş batmayan imparatorluğun başbakanlığından onuruyla ve “neredeyse kıvanç duyarak” istifa ederken,
Atatürk karşıtları hiç mi ders almamışlardır ?

Atatürk’ü küçülterek Cumhuriyet ve devrime özensiz tavır almak, tarihi bilmezlikle eşdeğerdir.

Kurtuluş savaşında yalnızca Yunanlarla çarpışılsaydı,

  • İsmet İnönü Lozan Antlaşmasını imzalarken karşısında
    niçin 
    11 ülkenin delegeleri vardı?

Atatürk, zulümden kurtarmak için başına geçtiği, kamuya yararlı düşünce ve eylemlerle yaşamsallık verdiği bir halka güvenmiştir. Ama yurtsever halkın arasına karışarak
“pusu kuranlara” da işaret etmiştir.

Gerçekten de onlar; “ret ve inkâr” dolu hınçlarını eksiltmemişlerdir.
Önce canice tertiplerle canına, sonra da Cumhuriyet ve devrime kastetmişlerdir!

Bu ne üzücü durumdur?

Gündemlerine “Ulusçulukla hesaplaşmayı” aldıklarını beyan edenler, anıtların yollarını kesenler, Kurtuluş Savaşı isyancıları adına Vakıflar kuranlar, Lozan düşmanlığında Sevr’cileri aratmayanlar, “Atatürkçülüğü çöpe atmaktan” konu açanlar, “vicdan” özgürlüğünü kötüye kullananlar, hukukun üstünlük ve işleyişini örseleyenler, emperyalizmle işbirliği yapanlar ve nihayet eskinin dönek liberalleri,
Atatürk’ü tasfiye peşindedirler.

  • Bu ulus; emperyalizmin “yedi düveline” meydan okumuş ve üstelik
    içteki şakilerle başetmiş onurlu bir geçmişin kalıtımını taşımaktadır.
  • Bu ulus; egemenlik erkini “cumhura” mal eden kudrettir. 
  • Bu ulus; demokratik halk devrimini gerçekleştiren özgün bir kuvvettir.

Sonuç                                                :

  • “Hurafe ve safsatalara” dayalı siyasetler gün olur becerisini yitirir.
  • Ortada kalacak olan; ilerici ve toplumcu ulus-devlet zeminidir.
  • Atatürk’ü halkından kopararak; silmeye çalışanlar, yalnızca “bedhahlar” yani kötü kötücüllerdir.
  • Tarihin çöplüğü de Atatürk’ü değil, onları beklemektedir… (Aralık 2012)

İnsan Hakları, Anıl Çeçen

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN hocamızın İNSAN HAKLARI konulu kapsamlı makalesini aşağıda pdf olarak sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

anil cecen
İNSAN HAKLARI makalesini okumak için erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

MERİÇ VELİDEDEOĞLU : ‘İHEB’in ‘8-10-11’inci Maddeleri


Dostlar,

Aydınlanma Bilgesi, ilk TBMM’de “katip” Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun eşi, kendis de bilge insan Sayın MERİÇ VELİDEDEOĞLU‘nun yazısı aşağıda..

Ne çok öğretici ve ufuk verici değil mi??

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

MERİÇ VELİDEDEOĞLU


(Faks: 0216 355 31 78)

‘İHEB’in ‘8-10-11’inci Maddeleri

Geride bıraktığımız “10 Aralık” gününün, tüm dünyada “İnsan Hakları Günü” olarak anılması artık iyice yaygınlaştı, yerleşti.

“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” (İHEB), “64” yıl önce (1948) o gün
“Birleşmiş Milletler”in “Genel Kurulu”nda kabul edilmişti.

“30” maddelik “İHEB”in hemen hemen ilk “21” maddesi insanın
“kişisel hak” ve “özgürlükleri”ni gözler önüne serer.

1789 Fransız Devrimi’nin ürünü olan laikliğin algılanmasıyla ayrımına varılan
bu “hak”ların, aynı zamanda “kendiliğinden” ve tüm insanlar için “eşit”oluşunun da bilincine varılır, henüz “18.” yüzyıl bitmeden.

Bu “eşit”lik bilindiği üzere, hiçbir “ayrım” gözetilmeksizin,
herkesin “yasa”önünde “eşit” oluşuyla sağlanır.

Burada bir ayraç (parantez) açarak bu “kabul”ün, bir “ayrım”a -özellikle-“kadın-erkek” eşitsizliğine dayanan her üç tek Tanrılı dinin “şeriat”larını (yasaları) anlamsızlaştırdığını, çağ dışı bıraktığını belirtmeliyiz.

Konuya dönersek, “İHEB”in “8.” maddesine bakmaya sıra gelir ki şöyle der:

  • Herkesin, yasayla tanınmış bu “temel hakları”nın çiğnenmesi durumunda“mahkemeler”e başvurma hakkı vardır.

Ve bir sonraki “10.” madde de; herkesin kendisine herhangi bir “suç”yüklenirken “bağımsız ve yansız” bir “mahkeme” tarafından “hakça” ve “açık”bir “yargılama”ya
hakkı vardır, der.

“11.” maddede ise kendisine “suç” yüklenen herkesin “savunma”sı için gerekli olan
tüm “güvenceler”in tanınmasından, söz edilir.

Türkiye, “10 Mart 1954”te “İHEB”e uyacağını bildirmekle, bu “bildirge”nin içerdiği “30” maddeyi, dolaysiyle de sözü edilen “üç” maddeyi de aynen uygulayacağını
kabul etmiş oluyordu.

Ama bu “imza”yı atan “Demokrat Parti” (DP) iktidarı bu yasaları uygulaması bir yana, “yasama” organı olan “Meclis”i, “mahkeme”ye dönüştüren, “Meclis Tahkikat Komisyonu” kurarak (Nisan 1960) muhalefeti (CHP) yargılamaya kalkıştı.

“27 Mayıs Devrimi”nin ürünü olan “1961 Anayasası”;  “İHEB”in bu “30.”maddesinin uygulanabilmesi için gereken yasal düzenlemeleri içerdiği bilinir.

Ne var ki çoğu kez “sağ” ve “dinsel” görüşlü iktidarlar “İHEB”i dikkate almama yollarını hep buldular.

Yalnız şu belirtilmeli; bunlardan hiçbiri son “10” yıldır Türkiye’yi yöneten “AKP”iktidarının bu konudaki başarısına (!) erişmedi, erişemezdi.

“İHEB”in temel ilkelerinden olan “cinsel eşitlik”i, kökten yadsıyan “şeriat”a,“Elhamdülillah ben ‘şeriat’çıyım!” diyerek sahip çıkan;
“ABD”den “deliğe süpürmeyip kullanılması” istenen R.T. Erdoğan,
“laik” TC Devleti’ne “Başbakan”yapılınca, bu “bildirge”yi hallaç pamuğu gibi savuracağı belli değil miydi?

“İHEB”in “10.” maddesindeki “bağımsız ve yansız bir mahkeme” vurgusunun,
“şeriat”a bağlı, ayrıca bir “imam” olan “Başbakan” için anlamı nedir?

Erdoğan, bunun yanıtını daha “Ergenekon Davası” oluşturulurken verdi:

  • “Bu davanın ‘savcı’sıyım!” diyerek.

Başbakan’ın bunu, “Ergenekon”un “iddianamesi” henüz kabul edilmeden söylediğini anımsarsak işlenen “hukuk cinayeti”nin boyutu sanırım daha da iyi görülebilir.

Çünkü Erdoğan bu söylemiyle -bir bakıma- “iddianame”yi hazırlamakta olan“savcı”ya, “Sen bensin, ben de sen!” diyordu. “Ergenekon İddianamesi”nin bu“ileti” dikkate alınarak oluşturulduğu genel bir kanıdır. Şimdi, bu iddianamenin yarattığı sonuçlar sergileniyor artık…

“AKP” iktidarında, “yargı” ile “yürütme”nin bu denli “sarmaş dolaş” içinde olmasını
-bizim “Simgesel Eylem Grubu” gibi kimi “çoban ateşleri”nin dışında- toplumun
“ah!” “vah!” ile izlemesinin kırılıp ülke çapında duruşmayı izleme“eylem”ine geçilmesi “umut” verici olmalı…

Ama bir “eylem”in ülkenin yüzünü güldürecek bir sonuca varması için“kesintisiz” sürdürülmesinin gerektiğine artık karar verme durumundayız.

Eğer bu çok “zor” dersek; daha dün “fellah”lar diye bir bakıma küçümsediğimiz
yerli Mısır halkının, özellikle “Kahire”lilerin bu “zor”u nasıl yendiğini onlardan
öğrenmemiz gerekir.

Öyle değil mi?
(Cumhuriyet, 14.12.12)

Prof. Öztin AKGÜÇ : 2013 Yılı Bütçesi

Dostlar,

2013 çoook zor bir yıl olacak..

Prof. Dr. Öztin Akgüç hoca, uzman olarak, AKP’nin 11. bütçesi olan 2013 bütçesini nesnel biçimde rakamlarla irdeliyor..

Vardığı yargı çook üzücü :

  • “2013 bütçesi, özelliği olmayan büyümeye, gelir dağılımına, vergi adaletine, toplumun yaşam kalitesine katkısı olmayacak, formalite gereği hazırlanmış, “durumu idare etme bütçesi” olarak nitelendirilebilir.

 

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Prof. Dr. Öztin AKGÜÇ

2013 Yılı Bütçesi

TBMM’de görüşülmeye başlanan 2013 yılı merkezi yönetim bütçesinin büyüklükleri,
bir önceki yılla karşılaştırmalı olarak şöyledir:

TABLO I : Merkezi Yönetim Bütçeleri Karşılaştırması (I)
(2012-2013) Milyar TL

2013 2012 Başlangıç Tasarı Ödeneği   2013 / 2012 Değişim (%)

Bütçe Büyüklükleri

Giderler 404.0 350.9 15.1

• Faiz Hariç Gid. 351.0 300.7 16.7

• Faiz Giderleri 53.0 50.2 5.6

Bütçe Gelirleri 370.1 329.8 12.2

• Vergi Gelirleri 317.9 277.7 14.5

• Vergi Dışı Gelir 52.2 52.1 …

Bütçe Açığı (33.8) (21.1) (60.7)

Faiz Dışı Fazla 19.1 29.1 (34.4)

Not: Açıklar ve azalışlar parantez içinde gösterilmektedir.

2013 bütçesi, tasarı olarak 2012’nin başlangıç ödeneklerine göre cari fiyatlarla yaklaşık % 15 daha büyüktür. Bütçe gelirlerinde % 12.2 artış beklenmektedir. Vergi gelirleri artışı % 14.5 olarak hedeflenirken vergi dışı gelirler, bir önceki yıla göre hemen hemen aynı düzeyde kalmakta, reel olarak azalmaktadır. Öngörüye göre vergi gelirlerinin
bütçe gelirleri içindeki payı yaklaşık % 86’ya yükselmektedir. 2013 bütçe açığı
hedef olarak bir önceki yıla göre % 60.7 oranında artarken, faiz dışı fazla % 34.4 oranında azalmaktadır.

Tablo I’deki karşılaştırma 2012 hedef veya başlangıç ödeneklerine göre yapılmıştır. 2012 gerçekleştirme tahminlerine göre karşılaştırıldığında tablo da bir ölçüde değişmektedir.

2012 yılı bütçe gerçekleşmesi hedeflerden, başlangıç ödeneklerinden çok belirgin olmasa da farklar göstermektedir. Fiili harcamalar, başlangıç ödeneklerini % 14 aşarken gelir ve vergi gerçekleşmeleri, tahmin (hedef) düzeyinde kalmaktadır. 2012 bütçe açığı hedefi yaklaşık % 59 aşarken faiz dışı fazla, hedefin % 46.7 oranında gerisinde kalmaktadır.

2013 tasarısını önceki dönemlerle karşılaştırırken başlangıç ödeneklerini esas almak daha tutarlıdır. 2013 bütçesinin nasıl gerçekleşeceği sadece bir tahmindir. Gerçekleşmeyle başlangıç ödenekleri arasında her zaman farklar oluşur. Bu nedenle
bir döneme ilişkin tahminle, önceki dönemin fiili gerçekleşmelerini karşılaştırmak,
anlamlı ve tutarlı değildir.

2013 tasarısına göre bütçe büyüklüklerinin, GSYH tahminine (1.571 milyar TL) oranları; bütçe giderleri % 25.7; faiz hariç giderler % 22.3; bütçe gelirleri % 23.6;
vergi gelirleri % 20.2; bütçe açığı % 2.2 ve faiz dışı fazla da % 1.2 olarak hesaplanmaktadır.

TABLO II

Merkezi Yönetim Bütçeleri Karşılaştırması (II)

Milyar TL

2013 2012 Gerçekleşme Değişim (%)

Tasarı Tahmini 13/12

Bütçe Büyüklükleri

Giderler 404.0 362.7 11.4

• Faiz Hariç Gid. 351.0 313.7 11.9

• Faiz Giderleri 53.0 49.0 8.2

Bütçe Gelirleri 370.1 329.2

• Vergi Gelirleri 317.9 278.8 14.0

• Vergi Dışı Gelir 52.2 50.4 3.6

Bütçe Açığı (33.9) (33.5) (1.2)

Faiz Dışı Fazla 19.1 15.5 23.2

2013 bütçesinde giderlerin çok büyük bölümü cari ve transfer harcaması niteliğindedir. Giderlerin % 24’ü personel gideri, % 4.2’si devlet primi giderleri, % 37.5’i cari transfer gideri, % 13.1’i de faiz gideri niteliğindedir. Bütçe içinde mal ve hizmet alımlarının payı % 8.3; sermaye giderlerinin payı da yine % 8.3 olarak aynı düzeydedir.

Övünmelere, propagandaya karşı 2013 bütçe tasarısında öngörülen
yatırım ödeneklerinin bütçe giderleri içindeki payı % 9,7 iken,
GSYH’ye oranı %1’in bile altındadır.

Destekleme ödeneklerinin tutarıysa esnaf , tarımsal kredi, ihracat ve KOBİ destekleri, teşvik ödemeleri, işveren prim desteği dahil ancak 10.2 milyar TL’dir.
Bunların bütçe giderlerindeki payı % 2.5; GSMH oranı binde 6’dır.

Tarımsal desteğe ayrılan toplam kaynak 9 milyar TL’dir. Bunun GSYH oranı binde 6, tarıma ayrılan tüm kaynakların payı ancak binde 9’unu oluşturmaktadır.

Vergi gelirlerinin yapısı incelendiğinde bunun yaklaşık % 30’unun dolaysız (gelir ve kurumlar), %70’inin de dolaylı vergi (özel tüketim vergisi ÖTV – dahilde ve ithalatta alınan KDV) oluşturduğu görülmektedir. Bu adaletsiz yapı giderek de şiddetlenmektedir. Türkiye’de dolaysız vergilerin GSYH içindeki payı % 13.5 olarak OECD alalamasının 9.3 puan altındadır. Buna karşı ortalama ücret üzerindeki
vergi yüküyse Türkiye’de % 36.3 düzeyinde olarak OECD ülkeler ortalamasının üstündedir.

Rakamların ortaya koyduğu gibi;

  • 2013 bütçesi, özelliği olmayan büyümeye, gelir dağılımına, vergi adaletine, toplumun yaşam kalitesine katkısı olmayacak, formalite gereği hazırlanmış, “durumu idare etme bütçesi” olarak nitelendirilebilir.

(Cumhuriyet, 14.12.12)

CUMHURİYET Gazetesi’nın 18 Aralık 2012 günlü kapağı ve yorumlarımız..

Dostlar,

CUMHURİYET Gazetesi’nın 18 Aralık 2012 günlü kapağı ve yorumlarımız..

Başbakan Erdoğan kuvvetler ayrılığının engel olduğunu belirterek
  denetimsiz iktidar istiyor..

* Bütün saha benim!

* Yargı tıkıyormuş.. Başbakan Erdoğan, AKP döneminde büyük ölçüde zedelenen güçtler ayrılığını toptan kaldırma niyetini dile getirdi.

* “Bürokratik oligarşi ve yargının” önlerini tıkadığını,
CHP’nin de engelleme yaptığını belirten Erdoğan,
şehir hastaneleri projesini 6 yıldır yaşama geçiremediklerini anlattı.

* Muhalefet olmasa..

* Erdoğan “Dışarıdan bakanlar ‘326 milletvekiliniz var yine bahane’ diyor.
Ama kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze dikiliyor.
Diyor ki ‘Senin de bir oynama sahan var’. Meclis’te de ana muhalefet partisi
engel çıkarıyor” dedi.

Güçler ayrılığı, yani YASAMA-YÜRÜTME-YARGI erklerinin birbirini denetleyecek ve dengeleyecek biçimde kurgulanması demokrasi için vazgeçilmez bir ilke olarak tartışmasız kabul görüyor ve gelişmiş demokrasilerde uygulanıyor.

Güçler (Kuvvetler ayrılığı)Fransız aydınlanmacı düşünür Montesquieu tarafından ortaya atılmış olan, demokratik devlet yönetimini düzenleyen bir modeldir. (Wikipedia)

Aslında yeni de değil.. Tarihi John Locke‘a (1632-1704)
hatta taa Antik Yunan‘a, kadim Aristoteles‘e (M.Ö. 384 – 322) dek uzanıyor !

Bu durumda bizim “ileri demokrasimiz” tarihin neresine svruluyor?
Pre-historik, arkaik zamanlara mı ??

************************

Türkiye dolaylı vergi şampiyonu!

318 milyarın 218’i cepten..

2013’te toplam 317.9 milyar lira vergi geliri öngörüldüğü, bunun 218.1 milyar TL’sinin dolaylı vergilerden elde edileceği belirtildi. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar, “Türkiye, yoksul, dar gelirli, emekçi tüketicilerden peşin olarak alınan dolaylı ve adaletsiz vergide dünya şampiyonu” diye tepki gösterdi.

Çakar, 2013 bütçesinin halktan değil sermayeden ve rantiyeden yana olduğunu belirterek “Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapacak.” dedi..

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bekir Coşkun : Atatürk Askersiz Kaldı!..


Bekir Coşkun

Atatürk Askersiz Kaldı!..

CHP “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını kaldırdı,
Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” yaptı.. Belki bunun için oturup düşündüler bile…

*
“Asker partisi imajını yıkmak için bir adım daha atıldı” dedi, bunu akıl eden,
partinin en genç PM üyesi…

*
O zaman… Askeri imajı yıkmak için sıra geldi oklara…
Savaş aletidir… Patates geçireceksin uçlarına…
O okların ne anlama geldiğini, kuruluş felsefesinin temelini simgelediğini,
hangi ilkeleri gösterdiğini, bir ulusun var oluş destanını nasıl anlattığını düşünme…
Saat yelkovanı koy yerine…
Fır fır dönsün… Ya da kazma sapı koyarsınız…

*
Arkasından… Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun soyadındaki kılıç…
Kuaför aleti değil… Asker işidir…
Çıkaracaksın bu durumda… Yerine şemsiye koy, kepçe koy…

*
Atatürk yaşasaymış, birisi ona “Bizler sizin askeriniziz” deseymiş,
Gazi Mustafa Kemal kaşlarını çatıp “Savaş bitti çocuk” dermiş…

“Atatürk’ü anlamak” diye buna denir…
İçlerinden birisi anladı da… O da yanlış anladı…

*
Atatürk’ün askerleriydi; ilk öğretmenler, demiryolunu yapan mühendisler,
tek gözlü sağlık ocaklarındaki doktorlar, susuz tarlalardaki ziraat teknisyenleri, üniversitelerde yarı çıplak öğrenciler, rençberler, sanatkârlar…

Bugün de onun gençliğe seslenişini anlamış herkestir askerleri;
o gençler, kadınlar, erkekler, çocuklar…

Yüreğinde yurt sevdası olan… Vatanı için dizine vurabilen…

*
Militarizmle bir ilgisi yok yani…
Tam tersine “Atatürk’ün askerleri sadece üniformalılar değildir” der o slogan…

Yüreğinde yurt sevgisi, aklında demokrasi bilinci, gözünde çağdaşlık…
Dilinde bağımsız, özgür, laik cumhuriyetimiz olan herkes…

Mustafa Kemal’in askeridir…

*Dinci cemaatin askeri oluyor da…
Yetmiyor; kafasına kubbeyi geçirip, kışla niyetine camiye yerleşip,
minareyi süngü yapıyor da…

Sen bu cumhuriyetin kurucusu “Mustafa Kemal’in askeriyiz” demekten niye kaçıyorsun
a biraderim?..

*
Vah Atatürk…
Bir de askersiz kaldı, iyi mi?.

Dr. Necip HABLEMİTOĞLU’nu anlayarak anmak : NİÇİN ÖLDÜRÜYORLAR??

Dostlar,

  • Dr. Necip HABLEMİTOĞLU’nu anlayarak anmak : NİÇİN ÖLDÜRÜYORLAR??

Başlıklı bir görsel sunumuzu paylaşmak istiyoruz.

Dr. Necip HABLEMİTOĞLU‘nu geçen yıl Çayyolu ADD Şubemizin düzenlediği
bir panelde anmıştık. Saygıdeğer eşleri Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU da aynı masada idi. Sabah mezarlıkta birlikteydik.. Öğleden sonra da panelde..

Mezarlıkta sunu konuşmasını dostumuz, meslektaşımız, ağabeyimiz
Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu yapmıştı. Cep telefonumuzla görüntüler kaydetmiştik.. Şimdilerde Naki hocamız, ciddi sağlık sorunu ile boğuşuyor.. Gönülden şifa diliyoruz..

Dr. Necip HABLEMİTOĞLU, KÖSTEBEK adlı kitabının önsözünde neler yazıyordu ?
•Yıl 1925. Büyük Atatürk genç Cumhuriyetin yurttaşlarına ve dış ülkelere
şu tarihi mesajı veriyordu:
«Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz..»
•Yıl 2002. Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor. Geçtiğimiz yüzyılın başında İngiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti, Sait Molla, Dürrizade Abdullah, İskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi üzerine Cumhuriyet kurulmuştu.

************************

Yansıları izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Necip_Hablemitoglu_anmasi_18.12.11_Çayyolu_ADD

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

ZÜLAL KALKANDELEN : SOL ve KAFA KARIŞIKLIĞI

ZÜLAL KALKANDELEN

www.zulalkalkandelen.com
kzulal@yahoo.com

SOL ve KAFA KARIŞIKLIĞI

Kısa bir süre önce siyaset dünyamızda bir gelişme yaşandı. Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve Yeşiller Partisi bir kongre ile birleşerek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adını aldı. Bunun ardından partinin kurucuları, art arda röportajlar vererek görüşlerini açıkladı. Murat Belge, Akşam gazetesinde yayımlanan röportajında iktisat profesörü İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” diye özetlenen çizgisine yakın olduğunu anlattı.

Küçükömer, siyasi yelpazeye ilişkin tezlerini 1969’da yayımlanan “Düzenin Yabancılaşması” adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştı. Ben de geçen yılın sonunda Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan kitabım “İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri”nde Küçükömer’in görüşlerinin eleştirisinden hareketle günümüzdeki rejim tartışmalarına ışık tutmaya çalışmıştım. Bu nedenle konu hakkında bu köşede de yazma gereğini duydum.

Bir siyasi akımın/düşüncenin siyasi yelpazedeki yeri değerlendirilirken, temel alınan kriterler var. Toplumsal eşitlik ilkesinden hareketle sermayenin ekonomik ve siyasi tahakkümünü reddederek emekçi sınıfların yararını gözeten, ezilenin haklarını savunan, toplumu özgürleştirme ve çağdaşlaşma amacı güden, ilerici düşüncedir sol.

Küçükömer, Osmanlı yapısından gelen merkeziyetçi-bürokratik gelenekleri solun önündeki temel engel olarak görüyor; toplumsal, ekonomik yapının yanında modern genetik ve etolojik nedenlerden de söz ederek, Türkiye’de sivil toplum kurulamayacağını iddia ediyor. Kurtuluş Savaşı’nın antikapitalist niteliği olmadığı için antiemperyalist de olamayacağını, Türkiye’nin kuruluşunda gerçekleşen devrimler “halktan uzak laik-bürokratlar tarafından yapıldığı için” ilerleme olarak görülemeyeceğini söylüyor.

Bunları söylerken yalnızca %11’i okuma yazma bilen, ekonomik olarak tümüyle çökmüş, savaşta egemen devletlerce parçalanan bir imparatorlukta verilen bağımsızlık mücadelesini bir anda silip atmakla kalmıyor; padişahlığı, halifeliği sona erdirip cumhuriyeti ilan eden, şer’i hukuk yerine medeni hukuku getiren,
insanları kulluktan vatandaşlık düzeyine çıkaran, sonuçta kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan bir hareketi ilerici görmüyor…

Ama Demokrat Parti’yi (DP) daha solda görürken dikkate aldığı kriter, “üretim güçlerinin geliştirilmesi ve daha büyük kitlelere mutlak olarak bir şeyler verilmesi.” O zaman burada sormak gerekir? DP, emekçi halk kesimleri için ne yaptı? DP’nin asıl tabanı, işçiyi, emekçiyi sömüren toprak ağaları ve tüccarlar değil miydi? Enflasyonist politikalar aracılığıyla köylüye nakit verilmesi ve tarımın makineleştirmesi söz konusu olsa da, alınan dış borçlarla körüklenen o politikaların zararını sonuçta yine emekçiler çekti.

Küçükömer, 1950’de DP’nin iktidara gelişi ile başlayan “İkinci Cumhuriyet” döneminin asıl işlevinin, 1. Cumhuriyet’in eğitim, politika, ekonomi alanlarında getirdiklerinin demokratikleştirilmesi olduğunu söylüyor. Her şeyi laik-Batıcılar ile
dindar-Doğucular arasında geçen bir mücadele olarak algılamasının sonucudur
bu değerlendirme. Öylesine gözünü karartmış ki bu, emperyalizme karşı olsa da,
çok eleştirdiği NATO’ya girilmesi, Batı’ya siyasal ve askeri bağımlılığın artması, Meclis’te kurulan soruşturma komisyonları aracılığı ile basının cendereye alınması bile DP’yi sol diye nitelemesine engel olmamış…

Bu anlayışla Küçükömer’in izinden gidenler de 2002-11 arasında piyasacı-gerici saldırılarını sürdüren AKP’yi desteklediler. Şimdi hâlâ “sol sağdır, sağ da sol” demelerinin nedeni o. Bu kafa karışıklığı hiç bitmedi.
(Cumuriyet Pazar eki, 16.12.12)

====================================================

Dostlar,

Zülal hanımın yazısı ile son 90 yılın muhasebesini kafamızda yeniden yapma olanağı bulduk..

  • Türkiye neden böylesine derin fay hatları ile yarıldı??

Bu soruya akılcı – gerçekçi yanıtlar bulmak ve yarayı sağaltmaya çaba göstermek,
tüm aydınların temel sorumluluklarından değil mi??

Tüm iç ve dış kökenli ayrıştırıcı çabalara karşın..
Hatta bu yakıcı gerçeği bilmeyi, sorunu yönetmede güdü kaynağına dönüştürerek..

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

10 Yıl Önce Bugün, Necip Hablemitoğlu Öldürüldü Bu Ülkede…

 

Dostlar,

Bu gün, yiğit Kemalist aydın Dr. Necip Hablemitoğlu‘nun kahpece öldürülüşünün
10. yılı bitti.. Bu bağlamda O’nu ne denli ansak azdır.. Az önce eşi Prof. Dr. Şengül  Hablemitoğlu‘nun yazısını paylaştık sitemizde. (NTV’deki söyleşisi de bitti bu arada.)

Şİmdi de O’nun çok yakınında olan, çok iyi tanıyan, cinayet sırasında 21 yaşında bir hukuk öğrencisi, şimdi ise 31 yaşında bir genç Avukat olan Ersan Barkın‘ın içli,
duygulu ve çok silkeleyici bilgiler içeren yazısına yer vermek istiyoruz..

Lütfen okuyunuz ve okutunuz.. diyoruz..

Biz de sevgili Ersan’ı en az 10 yıldır ADD çalışmalarımızdan yurtsever bir genç olarak
çok yakın tanıyoruz..

  • “..ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci ..”

diyor sevgili Ersan.. Lütfen bu yazıyı da, Ersan ile “duygudaşlık” (empati, hemhal olma, diğerkâmlık, birbirini yaşama) kurarak okur musunuz??

Bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz :

Bulun Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katillerini..

– Salt tetikçileri değil, gerçekte onları azmettirenleri.. Hangi ülkenin çıkarlarına dokunuyordu Necip kardeşim? O’na özellikle bakın.. Devlet olun, korkmayın,
bırakın uluslararası denge masallarını.. Yurttaşınızı size meydan okurcasına vurup giden, birkaç saat içinde yurtdışına çıkan, kestirimi zor olmayan bir batılı ülkenin istihbarat örgütünün kiralık katil ajanlarını anımsayın.. Cevizkabuğu programında masadan kaçmak zorunda kalan kişi hangi ülkenin hangi vakfının başında idi?

Açıklayın cinayeti, biliyorsunuz gerçekte!

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================================

Av. Ersan BARKIN

10 Yıl Önce Bugün, Hablemitoğlu Öldürüldü Bu Ülkede…

21 yaşımdaydım. O’nun 20’sinde birkaç kitabı olduğu düşünülürse geç kalmışlık hissi üzerimizdeydi.

O’nun “düşünce evreni”nin bir yerlerinde olabilmenin şansını unuttuğumuz tek an yoktu ama.

Yiğit bir aydın. Korkulması gerektiği bilinen birçok çevrenin üzerine gözünü kırpmadan atılan, ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci.

***

Aralık ayının ortaları, karın örttüğü toprağa bir beden düştü.

Başında kanlar, göz yuvarının kenarında bir kurşun deliği.

Dudaklarında bir minik tebessüm, yüzünden başka anlarda da düşmeyen gülümsemeden kalan bir parça gibi.

***

18 Aralık 2002 gecesi, ertesi gün, daha ertesi…

Devlet aygıtının beylik sözleri uçuştu etrafta. Değersizlerdi. Zira değersizliğini yaşayarak öğrenmiştik o güne dek, Aksoy’da, Üçok’ta, Mumcu’da, Kışlalı’da.

Kanını yerde bırakmayız” ezberleri diğer yanda. Kaybetme duygusunu yaşamaya başlayan bir kitlenin ayakta kalma çabası.

Sonra, bu kitlenin her beyhude kalkışmasında işittim o sözleri:
Hablemitoğlu, aramızda

Devletin soğukluğu gibi tıpkı, buz gibi, ruhu alınmış bir sesleniş.

***

Ankara Emniyeti, Terörle Mücadele’nin koridorlarında başladı soruşturma gösterisi.

AKP’nin henüz ikinci ayı bitmemiş.

TEM’ci “fidan”lar, henüz bir Kemalist gördüklerinde, istemsiz biçimde yüzlerinde beliren meydan okumaya, rövanşçı mağruriyete sahip değiller.

Vatanseverliklerini kanıtlamaya çalışıyorlar. Kimi zaman masayı yumrukluyor karşımdaki polis, müdür yardımcısı.

Bir cinayeti çözmenin kendileri için ne kadar basit olduğu ifade etmeye çalışıyorlar.

Araya, susturucu takılan silahın teknik niteliklerine dair birkaç serpiştirme.

Son günlerini yaşadığı kimselerin tanıklıklarına başvurmak için çağrılıyız oysa.
İfade tekniklerine bakılırsa sanık olmamız işten değil.

Sonra duyuyorum ki; eşine, suikasttan birkaç saat sonra başlayıp günlerce süren
ifade alma sürecinde gösterilen tavır da benzer.

Hukuk Fakültesi öğrencisiyim henüz. İlk kez bir ifadede bulunuyorum,
ifade veren sıfatıyla.

Geçen sekiz saat, iki bardak çay, bir kaşarlı tost.

Polis ekibi çıkışta evime bırakıyor.
“İçeri gir, el salla” diyorlar. “Bilelim, sağ salim girdiğini”

Sağ olsunlar ama peki ya sonraki günler.

İçeri girmemi bile gözlemeleri gereken koşullar içindeysek eğer,
onlar yokken ne olacak?

Sonraki birkaç ay, ev arkadaşlarım bekliyorlar pencerede polisler yerine.

  • Bahçe kapısından apartman kapısına yüzüm dönük gitmişliğim yok.

Tehlike oralarda bir yerde.

Polisin tavrının “profesyonel”liğini anlamam için biraz daha zaman geçmesi gerekecek.

Aslında yalnız polisin tavrı değil, tetiğe komut verenlerin amacı da.

“Sıra kimde?”

Birkaç kuşağın zihni, ömürleri boyunca atamayacakları benzer bir hastalıkla yüklü: Sabah altıda zilinin çalınması, otomobilinin altına bomba yerleştirilmesi…

Bizim kuşak çocukluktan kalma alışkanlığını yenmiştir. Top bulamayınca çam kozalağı, kola kutusu tekmeleyerek başladı futbol hayatımız.

Yaşımız yirmiye gelirken öğrendik, bira kutusunun içine bomba yerleştirilip, avuçlayıp kenara atmaya çalışanın bedenini paramparça ettiğini.

Öldürmek yetmez, kalanları her gün fark etmediği ruh halinin esiri yapmak öldürmek kadar mühim tetiğe konut veren için.

***

Sözü uzatmaya gerek yok.

  • Bu ülkede Hablemitoğlu öldürüldü, 10 yıl önce bugün…

Ardından göstermelik soruşturmalar, TBMM’de neredeyse her yıl verilen soru önergelerine, soruşturma yapma zahmetine katlanmayanların verdikleri birbirinin kopyası yanıtlar. Kopyası tanımlamasının abartılı olduğu düşünmeyin. Sahiden verilen önerge yanıtları kelime kelime aynı. Soruşturmadan haberdar olmayan savcılar. Ergenekon sürecinde Hablemitoğlu izi arama çabası. Toplum zihninde yaratılan algının ardından, dosyayı Ankara’ya sepetleme süreci. Heyecanla Ankara Cumhuriyet Savcısına koşmamız. “Kucağıma saatli bomba bıraktılar, bu delillerle kolaysa kendileri açsalardı davayı..” açık sözlülüğü.

***

Bir siyasi suikastla ilgiliyseniz karşınıza sürekli çıkan ilk soru şudur: Sence kim öldürdü?

Bu soruya yanıt verme yükümlüğünüzün olmaması bir yana, sahiden yanıt vermek isteseniz de tek sözcük edemezsiniz. Korkudan değil, sahiden olay öyle başarılı biçimde karmaşıklaştırılmıştır ki, anlamlı bir kurgu olanaksız hale gelmiştir.

Bildiklerimizi aktaralım o zaman yukarıdaki derlemede adı geçenlere ve “yeni” haberlere ilişkin.

Soruşturmanın en kritik süreci Ergenekon süreciyle başlamıştı. İddianameye göre, Hablemitoğlu, birçoğu yakın arkadaşı olduğu söylenen ulusalcıların darbe planlarının
bir parçası olarak öldürüldü. Amaç, kendi içlerinden, en çok toplumsal galeyan yaratabilecek olanı öldürmek, sonra da “silah görse, ne olduğu bilmez” dincilerin üzerlerine atmaktı.

Bu doğrultuda onlarca haber yapıldı. Toplumsal kanaat oluştu:

  • Hablemitoğlu’nu da Ergenekon öldürdü.

İddianamede sözü edilen ilişkiye dair çeşitli tapeler, tanık beyanları.

Sonuç, ilk iddianamede Hablemitoğlu’na dair tek kanıt sujesi tahliye edildi,
sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.

İkinci iddianamede de Hablemitoğlu’nun tetikçisi olduğu ileri sürülen kimse tahliye edildi, sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.

Sonra, bunlar yaşanmamış gibi dosyanın yeniden açıldığına dair haberler kapladı
malum gazetelerin sayfalarını.

Yine heyecanla savcının huzurundayız.
Savcının yanıtı kısa, “Olan bitenden haberim yok.”

Tuncay Özkan, Ergün Poyraz tetikçiyi biliyorum diyorlar,
ifadelerine başvurulsun. Hareket, yok.

Ergün Poyraz, Ergenekon davasında savunmasını verirken mahkeme heyetine sesleniyor:

  • “Hablemitoğlu’nu öldüreni biliyorum. Sorun, söyleyeyim.”

Mahkeme heyetinde tık yok.

Zira, sahiden ele gelir bir yanıt alsalar, üzerlerine gidecek cesaret, yok.

Peki ya dosya, yok.

UYAP’tan arayalım, yok.

Bilgi edinme başvurusunda bulunalım:
“Talebiniz Adalet Bakanlığı’na iletilmiştir”

Sonuç, yok.

***

Hablemitoğlu soruşturması, ebedi olarak soruşturma aşamasında kalmaya, göstermelik bir kumpanya perdelense de günün birinde, ağzımızı açsak sanıkları savunmak zorunda kalacağımız tiratların yankılandığı mahkeme salonlarına mahkumdur.

Nokta…

(18 Aralık 2012, Ankara)

AYDINLIK Gazetesinin 17 Aralık 2012 günlü sayısı ve yorumlarımız..


Dostlar
,

AYDINLIK yine dolu dolu..

Danıştay eski başkanlarından birikimi ve yetkinliği asla tartışılmayan 50 yıllık hukukçu Nuri ALAN, “Ergenekon davası Türkine’nin ayıbı..” demekte..

Yine, yetkinliği tartışma dışı bir Ceza hukuku uzmanı olan İstanbul Barosu Başkanı
Doç. Dr. Ümit Kocaskal, daha da net ve vurucu olarak; “SİLİVRİ HÜKÜMSÜZ!” diyor..

YÖK’ü protesto eden Kocaeli Üniversitesinden 130 öğrenciye yapılan ise artık
faşizmin ülkemizde uygulamalarıyla rap rap rap yerleştiğine işaret..

Tüm bunlar yetmiyor ve Başbakan RT Erdoğan güçler ayrılığı sanki kalmışçasına ondan yakınıyor ve ayakbağı görüyor..

  • Hiçbir şey Erdoğan’ın gözünü doyuramayacak.. 
  • Ortadoğu’da Neo-Osmalı İmparatoru olsa bile.. 

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net