65. Yıl..

Suay Karaman

14 Mayıs 1950’de ‘Yeter Söz Milletindir’ sloganı ile iktidara gelen Demokrat Parti, bu niteliğini kısa sürede yitirmişti. “Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı.

Türkçe okunan ezan yeniden Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. Anayasanın dili yeniden Osmanlıcaya çevrilmişti. “Beni serbest bırakınız, anarşizmi ve komünizmi bitireyim” diyen Said-i Nursi’nin elini öpen Adnan Menderes, hilafet bayrağı altında hayır dualarını almıştı. NATO’ya üye olabilmek için, TBMM’nin onayı olmadan Kore’ye emperyalist ABD’nin çıkarı için asker yollanmıştı. Ülkemizi dış dünyaya rezil eden 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin (kışkırtmaların) baş sorumlusu Demokrat Parti iktidarıydı.

27 Ekim 1957 seçimlerindeki yolsuzluklar, Demokrat Partinin gerçekleştireceği sivil darbenin öncüsü olmuştu. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikast girişimi düzenlenmişti. 4 Ağustos 1958’de 2,80 TL olan Dolar, 9.00 TL’ye çıkarıldı. Ardından kamu kuruluşlarının ürünlerine zam yapıldı, yaşam pahalılığı bir anda %400-500 arttı. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim
ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu.

Halk geçim sıkıntısı içindeydi, zamlar karşısında eziliyordu. Ülke tümüyle kamplara bölünmüştü. Vatan Cephesi kurarak, halk birbirine düşürülmüş, Demokrat Partililerle, muhaliflerin (karşıtların) camileri ve kahveleri bile ayrılmıştı.

1960 yılı başlarında muhalefete karşı iyice sertleşen Demokrat Parti, 12 Nisan 1960 günü yapılan Meclis Grubu toplantısında Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) kurulmasını onaylamıştı. Meclis’te muhalefetin itirazlarına karşın 15 Demokrat Partili milletvekilinden oluşan bu Komisyon, savcıların, askeri ve sivil yargıçların tüm yetkilerine sahip olacaktı.
Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya
el koyabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelenler bir-üç yıl hapisle cezalandırılacaktı. Komisyon kararlarına itiraz olanaklı değildi. Yapılan, apaçık bir sivil darbeydi.

27 Nisan 1960 günü bu Komisyonun yetkileri genişletildi. Bunun ardından protesto gösterileri başladı. 28 Nisan 1960 Perşembe günü İstanbul Üniversitesi önündeki Beyazıt Meydanı’nda toplanan ve “Hürriyet İsteriz” diye bağıran öğrencilere polisin ateş açması sonucunda Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz yaşamını yitirirken, çok sayıda öğrenci de yaralandı. Yaşanan olaylar nedeniyle, İstanbul Üniversitesi 15 gün boyunca kapatıldı. İstanbul’da gece sokağa çıkmak yasaklandı, İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edildi, gazetelere yayın yasağı getirildi.

Olaylar sırasında öğrencilerini korumak isteyen İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar bir polis şefince tartaklanıp (tokatlanarak!) yerlerde sürüklenmişti. Olaylar ertesi gün 29 Nisan Cuma günü Ankara’ya taşındı. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye kurşunlandı. Birçok öğrenci göz altına alındı. Halk, 28 Nisan olayına ‘Kanlı Perşembe’,
29 Nisan olayına da ‘Kanlı Cuma’ adını verdi.

Meclis grubunda “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” diyebilen ve “Odunu koysam milletvekili seçtiririm” sözüyle demokrasiden hiçbir şey anlamadığını gösteren Başbakan Adnan Menderes, bu olaylardan sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış
ve onlardan “Kara Cübbeliler” olarak söz etmişti.

Demokrat Parti döneminde ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuştu, kimi gazeteler sansür nedeniyle bomboş ve beyaz çıkmış, gazeteciler hapse mahkûm edilmişti. Demokrat Parti iktidarında yaklaşık 3000 gazeteci hakkında dava açıldı ve yaklaşık 1000 gazeteciye verilen cezaların toplamı 200 yıl dolayındaydı.
Sürekli olarak demokrasi dışı tutum ve davranışlarda bulunan Demokrat Parti hükümeti,
adım adım 27 Mayıs’a doğru yol alınmasına neden olmuştu.

27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için giriştiği bu hareketi,
bir ‘askerî harekât’ ya da bir ‘ihtilal’ olarak tanımlamak gerekir. Askerî harekâtlar,
topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar.
Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu biçimde belirlenir.

  • Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur.

İhtilal sonucunda yapılan devrim, topluma aydınlık ve özgürlük sunarken; darbeler topluma zulüm, baskı ve işkence getirmektedir. Her ihtilalin, onu yapanlar ölçüsünde, koşullarını hazırlayanların da eseri (yapıtı) olduğunu unutmamak gerekir.

  • 27 Mayıs 1960 ihtilali, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir.
  • 27 Mayıs 1960 ihtilali, tartışmasız bir devrimdir.

Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değiştirilmesidir.
1961 Anayasasıyla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla,
27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.

27 Mayıs 1960 öncesinde, Demokrat Parti iktidarının yaptığı sivil darbe sonucunda demokrasinin, hukukun ve özgürlüğün olmadığını herkes bilmektedir. Buna karşılık demokrasiye darbe olarak adlandırılan 27 Mayıs 1960 hareketi, söylemin tam tersine topluma özgürlüğü, hukuku, demokrasiyi ve aydınlanmayı getirmiştir.

İşte bu yüzden 27 Mayıs 1960 bir devrimdir.

27 Mayıs sabahı yeni anayasa çalışmalarına katkı vermek üzere İstanbul’dan gelen
yedi profesörün hazırladığı bildiride, siyasal yaşamda hep anımsanması gereken
şu tümce yer almıştır:

  • “Bir devlette, hükümet ve onu oluşturan siyasi iktidar;
    hukuka, adalete, ahlaka ve bütün halkın çıkarına dayanmalıdır.” 

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile
laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları gündelik yaşamımıza girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri (çiğnemleri) yapılmasının önüne geçilmiştir.

Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik duruma getirilmiştir. Devlet Planlama Örgütü, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak Yüksek Hâkimler Kurulu oluşturulmuş, sosyal devlet, sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Sosyal güvenlik hakkı, idare işlemlerine yargı yolunun açılması, seçimlerde yargıç güvencesi gibi haklar kazandırılmıştır. Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, ortaöğretimde
bilim insanı yetiştirmek için Fen Liselerinin açılması, üniversitelerde uzaktan eğitim açılabilmesi gibi yeni düzenlemeler yapılarak demokratik yaşam, sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir.

27 Mayıs 1960 İhtilali’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır.

İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar
(3 kişi) gerçekleştirilmiştir. İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir.
Ne Menderes zamanında sokaklarda herkesin gözü önünde yapılan idamları, ne Menderes ve Bakanlarının (2 Bakan) idamını, ne Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın idamını, ne Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını, ne de 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamını onaylamak..
İnsanlığa yakışmaz. İdam cezası, insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.

Son zamanlarda kimi kişiler ABD’nin 27 Mayıs’ın içinde olduğunu söylemektedir. 27 Mayıs 1960 sabahı radyoda okunan ihtilal bildirisinde “NATO’ya bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız” sözleri vardı.
Eğer bu söz olmasaydı, 24 saat içinde tüm dünya devletleri yeni yönetimi tanımazdı.

İhtilalden bir gün sonra Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, ABD Ankara Büyükelçisiyle görüşmüştür. Görüşmede büyükelçi; “Lâtin Amerika ülkelerinde görev yaptığım zaman çok darbeler gördüm…. Bu darbe ise, şimdiye dek tanığı olduğum darbelerin en dakik ve
en hızlı olanıdır.
” sözleriyle görüşünü belirtmiştir. Görüşmelerin sonunda Cemal Gürsel,
1 Haziran’da memurların aylıklarının verilmesi gerektiğini, halbuki elde sadece 23 milyon TL bulunduğunu bildirmiş ve ABD’den, bu aylıklar için 180 milyon TL yardım istemiştir.
Ancak özellikle ABD belgelerinde bu konunun gelişmesi ve sonucu hakkında bir bilgi yoktur.
İşte bu görüşme yüzünden ABD’nin 27 Mayıs’ın içinde olduğu görüşüne varılmaktadır.
Oysa ABD, 27 Mayıs’ın dışındadır ama hemen ertesi gün Türkiye’ye destek vererek,
Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasına engel olmak istemiştir. İşte bu yüzden 27 Mayıs’tan sonra sisteme girmek için çabaları olmuştur ve sivil idareye geçince başarıya da ulaştığı söylenebilir.

Eğer ABD, 27 Mayıs’ın içinde olsaydı, 1961 Anayasası gibi çağdaş ve özgürlükçü bir anayasa yapılabilir miydi, ABD buna izin verir miydi? 27 Mayısçılar, Cumhuriyet Senatosu’nda yaptıkları konuşmalarda sürekli ABD emperyalizmini yerden yere vurmuşlardır. Milli Birlik Komitesi Üyesi, Tabii Senatör Haydar Tunçkanat’ın yazdığı “Albay Dickson Raporu”, “İkili Anlaşmaların İçyüzü”, “Amerika, Emperyalizm ve CIA” adlı kitaplarla ABD’nin kirli emellerini ortaya koyanlar mı,
27 Mayıs’ın ABD tarafından yapılmasına alet olacaklar?

İnsanlar bu kitapları okumuyorlar ama kulaktan dolma yanlış bilgileri gerçek sanıyorlar.
Bu arada her olayı, her olguyu kendi zaman, zemin ve yer (mekân) boyutları içinde ele almak gerekir. Bugünden geriye bakarak, olayları ve olguları çözümlemekle yanlış sonuçlara ulaşabiliriz.

Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin kılmaları gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran
askeri darbelerin ve bugün yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır.

1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı.

Askeri bir harekât olan 27 Mayıs 1960, getirdiği kurumlarla demokratikleşmeyi, çağdaşlaşmayı, aydınlanmayı hedef almıştır ve bir devrim niteliğindedir.

  • 27 Mayıs Devrimi’nin 65. yılı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 26 Mayıs 2025

65. Yıl..” hakkında bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir