Yıllık arşivler: 2015

TBB : Yeni TBMM’den CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE ÖNCELİKLİ BEKLENTİLERİMİZ

tbb_logosu

YENİ PARLAMENTODAN ve KURULACAK OLAN HÜKÜMETTEN ANAYASA’NIN İLK 3 MADDESİNDE İFADESİNİ BULAN CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE ÖNCELİKLİ BEKLENTİLERİMİZ

  1. Güçler ayrılığı ilkesi gözetilerek, demokrasimizin yeniden yönetebilir hale gelmesi,
    yargının yeniden adalet dağıtabilmesi amacıyla devletin, çağdaş ölçütlere uygun biçimde yeniden yapılandırılması; adil yargılama yapabilen, tarafsız, bağımsız ve hesap verir bir yargının kurulması. Bu çerçevede, acilen kapsamlı bir yargı reformunun gerçekleştirilmesi.
  2. Yargıya güvenin sağlanması. Bunun için, Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunun yeniden düzenlenmesi; HSYK’nın, Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak,
    liyakati ve katılımcılığı esas alır şekilde, siyasi iktidardan tamamen bağımsız olarak
    yeniden yapılandırılması.
  3. Avukatın yargının kurucu unsuru olduğunu herkesin içine sindirmesi için Türkiye Barolar Birliği’nin önerilerinin yaşama geçirilmesi. Bu çerçevede; TBB tarafından yapılacak
    avukatlık sınavının yasalaştırılması, TBB’nin bir temsilcisinin Hakimler Yüksek Kurulu’na,
    bir temsilcisinin de Savcılar Yüksek Kurulu’na alınması.
  4. Avukatın, kanunlarda yazılı temel hakları bireylerin kullanımına sunmak suretiyle
    “kişiyi, vatandaş yapan” meslek insanı olması sebebiyle, çağlar boyunca demokrasinin lokomotifi olduğu gerçeği de dikkate alınarak, avukatlık meslek alanını daraltan
    bütün düzenlemelerin kaldırılması.
  5. Baroların ve avukatların idareden tam anlamıyla bağımsız olmasını sağlayacak, avukatlık meslek onurunu koruyacak şekilde hazırladığımız Avukatlık Yasası taslağımızın yasalaşması.
  6. Cumhurbaşkanının öncelikle Anayasal sınırlarına çekilmesinin sağlanması,
    ardından parlamenter hükümet sistemine uygun şekilde görev,
    yetki ve sorumluluklarının yeniden düzenlenmesi.
  7. Mevzuat taraması yapılarak Anayasa ve insan hakları çerçevesinde mevzuat denkliğinin sağlanması ve yasa tekniğine tümüyle aykırı olan “torba yasa” uygulamasından vazgeçilmesi.
  8. Her türlü ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi, düşmanlaştırıcı, kutuplaştırıcı söylemden uzak durulması. Ayrımcı tüm yasa ve düzenlemelerin ayıklanması, idari uygulamalara son verilmesi.
  9. Her bireyin inanç ve ibadet özgürlüğünü tanıyan ve koruyan laiklik ilkesinin,
    devletin temel ilkesi olarak tesisi.
  10. Siyasi Partiler Kanunu ve seçim kanunlarının; özellikle siyasi partilerde parti içi demokrasinin sağlanmasını, seçim barajının düşürülmesini, siyasetin yalnızca maddi gücü olanlar tarafından yapılabilen bir uğraş olmaktan çıkarılıp, mali kaynaklarının saydamlaştırılmasını gerçekleştirecek biçimde yeniden düzenlenmesi.
  11. Kapatılan Meclis soruşturmalarının yeniden açılarak, adil yargılanma esasları çerçevesinde, vicdanları tatmin edecek şekilde yürütülmesi. Yolsuzluk soruşturmasını yürütenlere yönelik
    adli ve idari baskıların sona erdirilmesi.
  12. Terör örgütü PKK’ya taviz verilmeden;
    Ülkemizin bölünmez bütünlüğünden vazgeçilmeden,
    Kürt sorununun insan hakları ve demokrasi temelinde, çoğulcu, katılımcı yöntemler benimsenerek, eşit yurttaşlık temelinde çözülmesi. Ülkenin; doğusunun, batısının, kuzeyinin, güneyinin ve merkezinin sanayi ve ticaret ağıyla birbirine ayrılmaz şekilde bağlanması. Komşularımızla ilişkinin, ticaret yoluyla taçlandırılması.
  13. MİT TIR’ları konusunun Meclis tarafından araştırılması. Ülkemizi savaş alanına
    her an çevirebilecek olan IŞİD’e desteğin derhal kesilmesi. Komşularımızın toprak bütünlüğüne yönelik her türlü hareket ve söylemden vazgeçilmesi. “Yurtta Barış, dünyada barış” ilkesinin yeniden tesisi. Mezhepçi, hayalperest dış politikadan vazgeçilmesi.
  14. Gezi olaylarında yaşamını yitirenlerle ilgili soruşturmaların titizlikle yürütülmesinin sağlanması.
  15. Uludere‘de yapılan hava operasyonunda yanlış olduğu söylenen istihbaratın kaynağının açıklanması, soruşturmanın yeniden açılması.
  16. Toplumun şiddetten arındırılması. Şiddet ve şiddetin temel sebebi ayrımcılığa karşı,
    insan sevgisini merkeze koyan bir eğitimin anaokulundan başlayarak verilmesinin
    hükümetler üstü bir ulusal politika olarak benimsenmesi.
  17. Düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğünün önündeki yasal, idari ve adli engellerin kaldırılması.
  18. Üniversitelerin bilimsel ve idari bağımsızlığa, mali özerkliğe kavuşturulması.
    Milli eğitimin, akılcı-bilimci bir anlayışla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine sahip çıkacak kuşaklar yetiştirmek üzere yeniden yapılandırılması.
  19. Sendikal özgürlüklerin ve sivil toplumu oluşturan öbür örgütlenme özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması.
  20. Alın terinin karşılığının verilmesinin sağlanması; toplumsal barışın önündeki en büyük engel olan gelir dağılımımdaki uçurumun giderilmesi.
  21. İş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden ödün verilmesinin, insan yaşamı üzerinden
    kar elde edilmesinin mutlak biçimde engellenmesi. Soma ve Ermenek faciaları unutulmadan, maden ocaklarının teknik ve hukuksal durumlarının tümüyle gözden geçirilmesi,
    iyileştirme yapılamayanların derhal kapatılması.
  22. Demokrasi içinde kalkınma hamlesine başlanması. Sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın, ileri teknoloji kullanılarak, Türkiye’de çıkan hammaddeye dayalı sanayileşme modeli ile sağlanması. AVM’lere dayalı tüketim ekonomisinden, tasarrufu teşvik eden üretim ekonomisine geçilmesi.
  23. Rant uğruna doludizgin yürütülen ve geleceğimizi tehdit eden çevre katliamına son verilmesi. Tarım ve toprak reformuna başlanması.
  24. Türkiye’de 8.5 milyon engelli vatandaş için Anayasa’da pozitif ayrımcılık hükmünün
    toplumsal yaşamın her alanında eksiksiz olarak uygulanması.
  25. Gençliğimize karşı biyolojik saldırı haline gelmiş olan madde bağımlılığına karşı sürdürülebilir ciddi bir devlet politikasının derhal hayata geçirilmesi.

Türkiye Barolar Birliği
http://www.barobirlik.org.tr/Detay63190.tbb

===========================================

Dostlar,

Ülkemizin ne çok ve yakıcı sorunu var..
TBB (Türkiye Barolar Birliği) 25 maddelik bir ivedi çağrı yapmıştı..
Türkiye’nin bir an önce normalleştirilmesini ve bu yaşamsal sorunlara hızla çözüm üretilmesini istiyoruz.

Bildik birilerinin derin siyasal kaygı ve bitmeyen beklentileri, akıllarını çoook aşan politik hırsları… yüzünden kurgulanan yapay gündem girdaplarından bir an önce kurtulmak istiyoruz.

Siyasal ikballeri ve dokunulmazlık kalkanlarının ne pahasına olursa olsun sürmesi için
ülkemizi ateşe atan ve bölünmenin – içsavaşın kritik sınırına sürükleyen siyasal aktör ve kurumların derhal dışlanmasını istiyoruz..

Listeye eklenebilecek birkaç madde daha var..
Ama SAĞLIK HAKKI ile SOSYAL GÜVENLİK HAKKINI özellikle öne çekmeliyiz.
Çağrı Metninin hazırlanmasına emek veren TBB‘ne (Türkiye Barolar Birliği) teşekkür ederiz.

Çağrı metnini önemi nedeniyle öne çıkarmak istiyoruz.
Altına imza koyuyoruz.
Türkiye’nin gündemi bu sorunlarla baş etme maratonuna çevrilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
28 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Ankara Tıp’ta Başarılı Bir Kalp Nakli Daha”

 

Bayram Hediyesi Yeni Bir Kalp
“Ankara Tıp’ta Başarılı Bir
Kalp Nakli Daha”

Bayram Hediyesi Yeni Bir Kalp1

Bir organ bağışçısı daha, böbrekleri ak ve karaciğeriyle 5 kişiye can verdi. Gencin kalbi de, ölümle burun buruna yaşayan bir hastanın en değerli bayram hediyesi oldu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Merkezi’nde başarılı bir operasyonla gerçekleşen kalp nakli sonucunda, 41 yaşındaki Mehmet Poyraz yaşama yeniden bağlandı.

İstanbul’da trafik kazası sonucu can veren 20’li yaşlardaki bir kişinin organları, beş kişiyi yaşama bağladı. İki böbreği, akciğer ve karaciğeri İstanbul’da uzun süredir nakil bekleyen hastalara yaşam veren bu kişinin kalbi, Ankara’da yeniden atmaya başladı. Mersin’de 7 Haziran’da kalp krizi geçiren, hastanede tanı konurken de duran kalbinin kas dokusunun büyük bölümünü kaybeden Mehmet Poyraz (41), arife günü Ankara’dan gelen “Kalp bulundu” haberiyle ikinci bir bayramı yaşadı.

İstanbul’da Durdu Ankara’da ‘Attı’

Hemen 112 Hava Ambulansı ile Mersin’den getirilen Poyraz’ı değerlendiren Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimi ve Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüçhan Akar ve ekibi, Poyraz’ın adını
Ulusal Acil Kalp Nakli Listesi’ne sundu. Bilim kurulunca listeye alınan Poyraz’a kalp nakli ameliyatı hazırlıklarını, Prof. Dr. Rüçhan Akar şöyle anlattı:

TÜRK KALP VE DAMAR CERRAHİSİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ PROF. DR. A. RÜÇHAN AKAR, YAPAY KALP DESTEK CİHAZLARI İLE İLGİLİ BİLGİ VERDİ. (MEHMET ÖZGÜR BOZKURT - SABRİ ÇAĞLAR/ANTALYA-İHA)

“Cihazla ve ilaçlarla zor yaşattığımız Poyraz için müjdeli haber İstanbul’dan geldi. Bir ekibimiz İstanbul’a gitti.
16 Temmuz 2015 Perşembe günü saat 06.45’te İstanbul’daki arkadaşlarımız oradaki kalbi durdurdu ve zamanla yarış başladı. Organın riske girmemesi için 4 saatimiz var. İnemeyen uçak, trafik gibi nedenlerle organı kaybedebiliyoruz. Sağlık Bakanlığı’ndan istediğimiz uçakla ilgili aksilik yaşandı ve Türk Kara Kuvvetleri ve AFAD devreye girdi. Kalbi durdurmak ve çalıştırmak arasındaki 4 saatlik sürenin 3 saat 45’inci dakikasında nakli gerçekleştirdik. Mersin’deki hastaneye, transferi zamanında gerçekleştirmemize yardımcı olduğu için teşekkür ediyoruz. Birçok hastane son aşamayı bekleyip bize haber veriyor ve maalesef hastalarımızı kurtaramıyoruz.”

Birkaç gün önce Ankara’da ameliyat olan ve son ana dek kalp nakli olacağını bilmediğini
ifade eden Mehmet Poyraz, “Muayene olacağımı söylediler. Mersin’den ayrılırken anneme,
‘iyi olup geleceğim’ demiştim. Bayramda en güzel hediyeyi veren, beni yaşama bağlayan herkese teşekkür ediyorum. Ayaklandığımda ilk işim tüm organlarımı bağışlamak olacak.” dedi.

=============================================

Dostlar,

Bizim de öğretim üyesi olduğumuz AÜTF’den (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) sevindirici bir tıp haberi paylaşalım istedik.

Türkiye gündemi öylesine ağır ve yüklü ki, nerdeyse hekimlik – tıp haberleri koyamaz olduk sitemize.. Başarı kurumlaşmanın ürünüdür.

Emek verenleri kutlar, hastalarımıza şifa dileriz.
Türkiye’de canlıdan organ bağışı kültürünün yaygınlaşması önemlidir.

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Seçimden ağırlaşan kriz çıkmıştır ve kaçınılmaz hesaplaşma artık kapımızdadır

 

Seçim sonuçları üzerine ilk elde yapılabilecek tespitler şunlardır:

Seçimin en büyük mağlubu Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. 2011 seçimlerine göre %10’a yaklaşan oy kaybı, AKP açısından yolun sonunu gösteriyor. Bundan sonra AKP’de çok hızlı bir çözülme ve dağılma beklenmelidir. İktidarı döneminde büyük suçlar işlenmesi, hesap verme korkusu, gemiyi terk edenleri çoğaltacaktır.

CHP ve MHP de bu seçimin kaybedenleridir. CHP hem 2011 genel, hem de 2014
yerel seçimlerine göre oy kaybetmiştir. Kılıçdaroğlu’nun Tunceli’de yaşadığı hezimet de
ayrıca önemlidir. AKP’nin bu derece oy kaybettiği bir seçimde, CHP’nin de oy kaybetmesi,
bu Parti açısından büyük bir yenilgi anlamına geliyor.

MHP de 2014 yerel seçimlerinde ulaştığı oy oranının gerisinde kalmıştır.
CHP için söylediklerimiz MHP için de geçerlidir.

Dolaysıyla sistemin dört Partisinden üçü, seçimden yenilgiyle çıkmışlardır.
Bu durum, sistemin bir bütün olarak tıkandığının önemli göstergesidir.

ABD, CHP’yi kullanarak ve son olarak seçime iki günden az bir zaman kala Diyarbakır’da patlattığı bombalarla HDP’ye barajı aştırmış bulunuyor. Bu anlamda 7 Haziran 2015 seçimlerinin esas kazananının ABD olduğunu söyleyebiliriz. Ama ABD’nin “seçim zaferi”,
“Doğuya doğru giden trende Batıya koşan adam” gibidir.

HDP’nin barajı aşmasında ABD’nin her türlü aracı devreye sokarak yürüttüğü kampanyanın yanı sıra, Kürt Aleviler başta olmak üzere kayda değer bir seçmen kitlesinin
“AKP’den kurtulmak” diye özetleyebileceğimiz temel isteklerini, barajı aşacak
4. Parti olarak HDP’yi görmeleri ve bu yönde hareket etmelerini belirtmek gerekir.

HDP’nin barajı aşmasında belirleyici olan etkenler arasında,
PKK’nın dağdaki silahlı militanlarının, köylerde ve şehirlerde estirdiği
terör de önemli bir rol oynamıştır.

Bu anlamda 2015 seçimleri, Türkiye’nin seçimler tarihinde bir ilktir. Gerçi bundan önceki seçimlerde de PKK, zor unsurunu kullanarak oy topladı. Ama ilk defa bu kadar yaygın
ve bu kadar aleni yapıldı.

PKK’lılar köy köy dolaşarak HDP dışında başka bir partiye oy çıkması durumunda olacaklar konusunda yurttaşları “uyardılar!”. Şırnak ve Hakkari gibi illerde HDP’nin %80’nin üzerinde oy alması, PKK’nın seçim sandığı üzerinde estirdiği terörün sonucudur.
Bu oran çok sayıda ilde ise %70’in üzerinde gerçekleşmiştir. PKK terörü, sadece Doğu ve Güneydoğu illerinde değil, Antep, Adana, Mersin’in bazı mahalleleri gibi Kürt yurttaşların yoğun olarak yaşadığı yerlerde de uygulanmıştır.

Her şey bir yana sadece bu durum 2015 seçimlerinin halkın özgür iradesini yansıtmakla
hiçbir ilgisinin olmadığını gösterir. Israrla döne döne üzerinde durmamız gereken gerçek budur. Türkiye’de, PKK terörünü devreden çıkarmadan yapılacak seçimler,
terör örgütünün iradesinin halka zorla onaylattırılmasından başka anlama gelmez.

HDP’nin % 13 ile Meclis’e girmesi kaçınılmaz çatışmayı yaklaştırmıştır.

Silahlı Bölücülük şimdi daha büyük bir cüretle taleplerini (Özerk Kürdistan, Anadilde eğitim, dağdaki PKK’lıların resmi kolluk gücü olarak kabul edilmesi ve Öcalan’ın serbest bırakılması) Türkiye’nin önüne koyacaktır.

Türkiye sistem Partileri açısından yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkmıştır

Önümüzde, sistem partilerinin oluşturacağı bir koalisyon Hükümeti (Büyük ihtimal AKP – CHP) var. Ama bu Partilerin, Türkiye’nin artık taşınamaz hale gelmiş sorunlarına hiçbir çözümü bulunmuyor.

Borçlanma ekonomisinin sonuna geldik. Dolar muhtemelen çok kısa bir süre içinde üç TL’yi geçecektir (AS: 27 Temmuz 2015, Dolar 2,7 TL’yi; € 3 TL’yi aştı!). Bu durumda, daha şimdiden yaşanmakta olan iflaslar, patlama biçiminde artacaktır. İşsizliğin çığ gibi büyümesi demek olan bu durum, kaçınılmaz olarak büyük toplumsal patlamaları doğuracaktır.

Serbest piyasa ekonomisini uygulamak ve Batı’ya daha fazla eklemlenmek dışında bir “çözümleri” olmayan Partilerin oluşturacağı Koalisyon Hükümeti, bu durumda ekonominin çarkını döndüremez. Ekonomiyi yönetemeyen ülkeyi yönetemez.

“Kürt sorunu” artık bir “sınır çekme” sorunu haline gelmiştir.

Ama Türk Ordusu savaş meydanında yenilmeden böylesine bir “değişiklik” gerçekleşemez. Türkiye’ye bu anlamda da bir hesaplaşma dayatılmaktadır.
Sistem partilerinin önümüze gelmiş bu soruna da bir çözümleri bulunmuyor.

Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler bugüne kadar esas olarak sınırlarımızın dışındaydı.
Ama bundan sonra Türkiye’yi yönetecek olanlar, Irak ve Suriye konusunda AKP’nin tek başına iktidar olduğu dönemdeki gibi rahat hareket edemeyecekler. Suudi Arabistan ve Katar’la kotarılan anlaşmaların uygulanması şimdiye kadar olduğu gibi kolay olmayacaktır.
Bu durumda, Emniyet Genel Müdürlüğünün yaptığı tespite göre Türkiye’nin dört bir tarafında “uyuyan terör hücrelerinin” faaliyete geçmesi beklenmelidir.
(AS: 20 Temmuz 2015 Suruç kırımı ile başlatılmadı mı?)

Yani Türkiye, PKK terörünün yanı sıra bir de dinci terör ile boğuşmak durumunda kalacaktır. Bu sorunun Bölge ülkeleri arasında güvenlik işbirliği yapılması dışında çözümü yoktur ve Sistem Partilerinin hepsi bölge ülkeleri arasında işbirliğine karşıdır.

Bütün bu sorunlara çözümü olmayan Partilerin oluşturacağı koalisyon, işte bu durumdan dolayı Türkiye’yi yönetemez. Yani Türkiye, Sistem Partileri açısından yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkmıştır. Bu nedenledir ki, daha seçimlerin ilk sonuçları alındığında kimi AKP sözcüleri
hemen erken seçimden söz etmeye başladılar.

Vatan Partisi’nin aldığı sonuç
Vatan Partisi iyi bir seçim kampanyası yürüttü. Mitinglerimiz esas olarak başarılıydı.
Her zamankinden daha fazla “göründük”. Türkiye’nin en itibarlı yazarları ve aydınları
Partimizi desteklediklerini ilan ettiler. Hepsinden önemlisi arkamızda, daha önceki seçimlerin hiçbirisiyle kıyaslanmayacak büyük başarılar (Ergenekon, balyoz kumpaslarının çökertilmesi, Soykırım yalanı konusunda elde edilen zafer vd.) ve bu başarıların getirdiği itibar vardı. Propaganda büromuz son derece başarılı çalıştı. Örgütlerin ihtiyacı olan her türlü materyal zamanında ve fazlasıyla sağlandı vb. vb.

Gaziantep’te şimdiye kadar olan bütün seçimlerle kıyaslanmayacak ölçüde daha başarılı bir çalışma yaptık. Bir büyük otobüs ve ayrıca dört ses aracı ile kampanya yürüttük. Toplam olarak 300 bin bildiri dağıttık. Seçim kampanyası döneminde 300 yeni üye kazandık. 150 bin TL olarak belirlediğimiz seçim bütçemizi esas olarak gerçekleştirdik. Gerçekleştirdiğimiz çeşitli etkinlikler, örgütümüzün daha önce yaptığı benzer etkinliklerden çok daha güçlü ve başarılıydı. Bütün bunlara rağmen seçimde aldığımız sonuç, oran olarak örneğin 2002 yılında aldığımız sonucun gerisinde kaldı. 2007 seçimlerinden ise rakam olarak daha fazla oy aldık ama oran olarak bu seçimin de gerisinde kaldık. Ama Bütün arkadaşların hem fikir oldukları tespit,
2002 ve 2007 seçimlerindeki çalışmadan çok daha etkili ve başarılı bir çalışma yaptığımızdır.
Aldığımız sonucu açıklamada belirleyici saptama yaşadığımız nesnelliktir. Toplum, yüzyüze olduğu tehdidi, Devrimci Parti etrafında toplanarak ve mücadele ederek göğüslemek yerine, tehdidin sahiplerine yaklaşarak, deyim yerindeyse onlara teslim olarak halledebileceğini düşündü. HDP’ye verilen destekte bu anlayışın önemli bir payı vardır. ‘HDP barajı geçmezse savaş başlar’ fikri hem PKK tarafından işlendi hem de toplumun küçümsenmeyecek orandaki farklı kesimleri tarafından dillendirildi.

Aynı şekilde AKP’nin, “bana oy vermezseniz ekonomi çöker” şeklindeki tehdidi de
toplum üzerinde oldukça etkili oldu. Gaziantep’te birçok fabrika sahibinin işçilerine;
“AKP’ye oy vermezseniz, kriz olur fabrika kapanır ve sizler de işinizi kaybedersiniz”
şeklinde telkinde bulunduklarını biliyoruz. Dikkat çekici nokta bu işverenlerin
büyük çoğunluğunun AKP’li olmadığıdır.

Halk, tavizler vererek, sistemin efendilerine yaranarak tehlikeyi savuşturabileceğini düşündü. Vatan Partisi’nin örgütlenme ve mücadele çağrısını bundan dolay göze alamadı.

Bu temel tespitin yanı sıra, kimi örgütsel zaaflar yaşanmışsa da bunlar alınan sonuç üzerinde belirleyici etkide bulunmamıştır.

Vatan Partisi ne yapmalı?

En büyük tehlike, seçimde aldığımız sonuca kafayı takmaktır. Toplum bu sonuçlara bakmayacaktır. Çünkü hayat, çok geçmeden acı gerçekleri herkese hatırlatacaktır (AS: Başlamadı mı??) ve Vatan Partisi’nin bugüne kadar verdiği mücadele, yaptığı uyarılar kitlelerin bize bakışını belirleyecektir.

2011seçimlerinden hemen 15 gün sonra Hatay’da, Suriye’de başlayan terör olaylarına karşı “Suriye halkı ve Hükümeti ile Dayanışma Mitingi” düzenlemiştik. Aynı şekilde hareket etmeliyiz.

Arkada kalan üç aylık dönemde Türkiye’nin hemen her tarafında çok önemli bir öncü birikimle buluştuk. Partimize olan yönelim devam edecektir. Bu da bir nesnelliktir. Seçim sonucu,
bu yönelimi kısa bir müddet yavaşlatabilir ama önleyemez. Ve biz Türkiye’nin ihtiyacı olan Parti olduğumuzu pratiğimizle ortaya koyarak bize olan yönelişi daha da güçlendirebiliriz.

Örgütlerimiz, şimdi Partimize katılan öncü birikimi değerlendirerek kendini yeniden yapılandırmalı, örgütlemeli ve büyütmelidir.

Türkiye büyük halk hareketlerine doğru gidiyor. Halk hareketi, yaşamakta olduğumuz ve
7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı siyasal tablo sonucunda daha da ağırlaşacak olan krizden (AS: seçimden 50 gün sonra durum dam da böyle..) Türkiye’yi çıkaracak ve ülkemizi
bir Milli Hükümete kavuşturacak biricik güçtür.

Vatan Partisi bu halk hareketinin örgütleyeni ve önderi olmalıdır.

Bizi bekleyen tarihsel görev budur. (13 Haziran 2015)

=========================================

Dostlar,

Vatan Partisi’nin önde gelen yöneticilerinden, bir dönem Genel Başkan Vekilliği ve
Genel Sekreterlik de yapmış olan dostumuz Sn. Bedri Gültekin’in 45 gün önce yazdığı makaleyi özellikle bugünlerde paylaşmak istedik. Zamanın akışının “adeta hızlandığı” son aylarda
isabetli öngörülerde bulunmak kolay olmasa gerektir. Bedri bey (Mülkiye mezunudur) bu zoru başarmış yukarıdaki önemli yazısında. Biz de yer yer ayraç içinde pekiştirmelerde bulunduk.

Vatan Partisi’nde gerçekten Türkiye’nin yüzakı ciddi bir yurtsever, deneyimli öncü siyasal kadro bulunuyor. Bu olgu Türkiye için bir kazançtır ve yaygın halk yığınları bu potansiyeli henüz yeterince değerlendiremese de, ülke yöneticileri ve namuslu aydınlar, yazarlar, etkili – yetkililer bu Partinin sesine – söylemine kulak kabartmalıdırlar.

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Küresel gericiliğe karşı direniş ve Suriye!

'Haziran'dan  AKP rejimine karşı direniş çağrısı

Artık bir iktidar işgalcisi olan AKP ve Tayyip Erdoğan yönetimi sonunda Türkiye’yi Ortadoğu bataklığının içine attı. Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlığı, bölgede aynı anlama gelmek üzere Aydınlanma ve laiklik karşıtlığı yapan AKP iktidarı, kendi kurduğu tuzağa kendisini, dolayısıyla Türkiye’yi düşürdü.Bugün ABD ve Batılı emperyalist ortakları ile işbirlikçi AKP yönetiminin Suriye konusundaki hesaplarının bütünüyle yanlış çıktığı açıkça görülüyor. (AS: Biz de kezlerce bu uyarıyı yaptık.)

Bilgisiz, birikimsiz ve görgüsüz AKP kadrolarının, hem Suriye’deki Baas rejiminin gücünü ve toplumsal desteğini hem de ülke sosyolojisini, kültürünü ve tarihsel derinliğini kavrayamadığı net şekilde orta çıktı.

Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin hamaset edebiyatını aşamayan tarih bilgisi ve siyasal sığlığı Türkiye’yi tam anlamıyla bir bataklığa sürüklüyor.

Öyle ki, bırakalım diyalektik analiz yöntemini, matematiksel düşünme yeteneğinden bile yoksun olan bu siyasal islamcı kadro; bölgedeki etnik, dinsel ve siyasal dengeleri bile bütünlük içinde ve doğru şekilde okuyamadı.

Oysa Arap ulusçuluğu ve modernleşmesinin tarihsel merkezlerinden biri olan Suriye’de rejim, Irak’tan farklı olarak toplumsal ve entelektüel bir desteğe sahip…

Suriye’de rejimi destekleyen etkili bir aydın sınıfı bulunuyor. Durum o kadar açık ki, Suriye’de iç savaş neredeyse 5 yıla yaklaştığı halde, kayda değer tek bir entelektüel, bir yazar, edebiyat insanı çıkıp da Esad rejimine karşı savaşanların yanında yer almadı. Ne Suriye’de ne de büyük Arap dünyasında…

Çünkü Rejim kendi varlık gerekçesini ve tarihsel temellerini ahlaki, felsefi ve entelektüel bakımdan güçlü bir şekilde açıklayabiliyor.

Diğer taraftan Beşşar Esad iktidarı liberalleşme ve piyasa ekonomisi yolunda geçmişte,
bazı yanlış adımlar atsa da, Baas rejimi hala halkçı, kamucu, anti-emperyalist ve anti-siyonist çizgisini koruyor. Suriye rejimi, geniş Arap coğrafyasında Filistin davasını kararlılıkla destekleyen tek ülkedir.

Ancak, Sünni siyasal islamcılık (mezhepçilik) öyle ilkel bir Ortaçağ anlayışı ve aklı reddeden bir teolojiye dayanıyor ki, Şam yönetimi Hamas’a yıllardır ev sahipliği yaptığı halde Esad’ı emperyalistler ve küresel gericiliğe ilk satan onlar oldu.

Burnunun ucunu görmek

Bilimsel analiz yeteneğinden yoksun oldukları bilinen AKP yöneticileri, özellikle Ahmet Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan, merkezi Avrasya’daki ( Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu)
güç mücadelesinin temelindeki olguların da pek farkında değil. Türkiye’nin merkezinde
yer aldığı bu enerji bölgesinin, gezegene egemen olma savaşının en önemli alanı olduğunu
hiç kavrayamadıkları anlaşılıyor.

Dahası, dünyada yeni oluşan güç merkezlerinin bu çatışmadaki konumunu Rusya, Çin ve İran’ın Ortadoğu ve Hazar Havzası’ndaki yaşamsal çıkarlarını; özellikle İran ve Rusya’nın bölgesel rolü ve ağırlıklarını da yanlış hesapladıkları görülüyor.

Nitekim güçlü bir diplomasi ve devlet geleneğine sahip olan, uzun süredir kendi gücüne dayalı kişilikli ve onurlu bir dış politika izleyen İran’ın nükleer programını başta ABD olmak üzere Batı’ya kabul ettirmesi, sadece bölgede değil, dünyada da son yıllardaki en önemli gelişmedir. Çünkü bu olay, yeni bir küresel ve nükleer gücün yükselmesi anlamına gelmektedir.

Buna karşın Cumhuriyet Türkiye’sinin mezhepçi (siyasal islamcı) AKP yönetimi, bölgede İran’ı, Suriye’yi ve büyük bir Şii ve Alevi nüfusu karşısına alan, adına “Yeni Osmanlıcılık” denilen, akıl, bilgi ve mantık dışı bir politika izlemekte ısrar etti.

Oysa İran bugün Irak’ta da, Lübnan’da da, Yemen’de de ve en önemlisi Suriye’de de en önemli güçtür. Ve şunu bir yere yazın; eğer İran Yemen’de Suudi Arabistan’la girdiği güç mücadelesini kazanırsa, karşısında ne ilkel Körfez Emirlikleri ne de Suudi rejimi tutunabilir.

Ancak, dünyayı okuma ve hayata bakış seviyesi imam hatip ufkunu aşamayan siyasal İslamcı politikacılar, Şark tüccarı kurnazlığıyla herkesi idare ederek işleri yürütebileceğini sanıyor.
Bu nedenle yıllardır yukarıda sayılan olguları hiç hesaba katmadılar.

Bölgesel savaş riski!

Anımsanacağı gibi, önceki yıl NATO’dan yapılan açıklamada, Suriye’ye yönelik doğrudan bir askeri müdahalenin içinde yer alınmayacağı resmen ilan edildi.

Hiç kuşku yok ki, bu karar esas olarak ABD’nin tutumunu yansıtıyordu. Durum böyle olunca Türkiye, iki yıl boyunca ABD ve Batılı ortaklarının çıkarları ve baskısı sonucu tek başına
Suriye ile savaşın içine sokulmak istendi. Tayyip Erdoğan’ın sırtı sıvazlandı.

Ortada basit bir siyaset manevrası yoktu. Sonuçları Türkiye bakımından çok ağır olacak
yeni bir oyun kuruluyordu.

Sadece Rusya’nın, Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve
bir nükleer savaş uyarısı yapması ve İran’ın Suriye’ye yönelik açık bir saldırı halinde
savaşa gireceğini ilan etmesi bile durumun ciddiyetini gösteriyordu.

Bu arada Türkiye’nin başta doğalgaz olmak üzere bu iki ülke ile büyük hacimli ticari ilişkilerinin bulunması, AKP’nin içinde yer aldığı matrisin hiç farkında olmadığını ortaya koyuyordu. Davutoğlu Ahmet Bey ve Tayyip Erdoğan herkesi aptal yerine koyabileceklerini sanıyordu. Durumun böyle olmadığını kısa süre sonra acı bir şekilde göreceklerdi.

Öte yandan, Suriye’ye açık bir askeri müdahalenin Türkiye, İran, Lübnan, Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn’in ilk dalgada içinde yer alacağı bir bölgesel savaşa yol açabileceğini de unutmamak gerekiyordu. İkinci dalgada bu savaşa Rusya’nın müdahale etmesi kaçınılmazdı.

Bu nedenle ABD ve Batı, 2012’de ateşi tutmak için bir maşa kullanmaya karar vermiş görünüyordu. Bu maşa AKP iktidarı olacak, Suriye rejimi Türkiye aracılığıyla, bu iki ülke arasında lokalize edilen (sınırlanan) bir savaş yoluyla devrilecekti. Hesap buydu.

Ancak bu savaş aynı zamanda, bölgesel bir Sünni-Şii mezhep çatışması, kanlı bir ilkel boğazlaşma anlamına gelecekti. Hesap edilmeyen önemli olasılıklardan biri buydu.
Kürtler ve Hizbullah gibi önemli bölgesel güçlerin bu savaşa girmesi kaçınılmaz olacak, Aleviler de Şiilerin yanında yer alacaktı.

Böyle bir bölgesel yangının, eğer Rusya’nın uyarılarını dikkate almamız gerekirse -ki kesinlikle alınmalıdır- İsrail, ABD ve İngiltere’nin de dâhil olacağı; Çin’in İran, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alacağı bir dünya savaşına bile yol açma olasılığı vardı.

Çünkü Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin sonraki hedefinin İran olduğu çok açıktı. Suriye ve İran’ın düşmesi, Rusya ve Çin’in dünyanın kırmızı bölgesi, yani en önemli
stratejik alanı ile bütün fiziki, siyasal, kültürel ve askeri ilişkilerinin kesilmesi demekti.
Buna izin verilemezdi, nitekim vermediler de…

Suriye, emperyalizme ve küresel gericiliğe karşı direniş ekseninin en önemli halkası haline gelmiş durumdaydı. Söz konusu stratejik denklem nedeniyle bu halka kopmadı.

Kıytırık Ortadoğu ülkesi

ABD ve Batılı ortakları, yukarıda ortaya konulan nedenlerle, yani bölgesel ya da dünya ölçeğine sıçrayacak bir savaştan kaçınmak ve fakat Suriye’yi ve elbette ardından İran’ı etkisizleştirmek için uzun süre cepheye Türkiye’yi sürmek istedi.

Mezhepçi ve dar ideolojik hesaplarla hareket eden AKP, hem kendisini iktidara taşıyan ve orada tutan ABD ve Batılı güçlere diyet borcunu ödemek hem de aydınlanma ve laiklik düşmanlığı gibi genetiğine ait nedenlerle, kendisine biçilen bu rolün üzerine atladı. Böylece Türkiye 2012 yılından beri, yani 3 yıl boyunca Suriye iç savaşını kışkırtan, bu ülkedeki Ortaçağ artığı
dinci teröristlere para, silah ve üs sağlayan bir “haydut devlet”konumuna sürüklendi.

Başka bir anlatımla AKP, Cumhuriyet Türkiye’sini, kendi kuruluş amaçları ve başlangıç ilkelerine ihanet eden; bölgesel gericiliğin bir parçası olan ve bu anlamda Suudi Arabistan
ve Katar gibi çağdışı rejimlerin peşine takılan kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline getirdi.

Belli ki AKP diyet ödüyordu. Çünkü, ABD ve Batılı ortaklarının destekleri olmasaydı,
her gün bir general tutuklayan, muhalefeti devlet terörüyle bastıran AKP, değil 13 yıl,
3 yıl bile iktidarda kalmazdı.

Cumhuriyetin tarihsel kazanımlarını tasfiye ederek yerine ılımlı da olsa bir İslam rejimi kurmak isteyen AKP hükümeti, iktidarı kaybetmekten ölümcül bir korku duyuyordu.
AKP iktidarı, ABD ve Batılı ortakları ile İsrail’in taleplerine bu nedenle “hayır” diyemiyordu.

Esad kalınca Erdoğan gidecekti, gidecek!

AKP, iç dinamiklerin yanı sıra, kendi programları ve hedefleri ile emperyalizmin
(özellikle ABD’nin) bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki örtüşme ve uyumun yaşandığı
bir topludurumun (konjonktürün) sağladığı olağan dışı tarihsel koşulların sonucu olarak
iktidara tırmandı.

Ancak iç ve dış dinamikler arasındaki bu uyum 2013’ten itibaren (AS: başlayarak)
hızla bozuldu. Dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldırdı. Sonuçta AKP, toplumsal muhalefetin de yükselmesiyle birlikte 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ağır bir yenilgi aldı.

Ancak, AKP seçimlerde halk tarafından iktidardan düşürülmesine karşın, yerine yeni hükümet kurulamadığı için Türkiye’yi yönetmeye devam ediyor. Öyle ki, 20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesine, Kuzey Suriye’deki Kobani Bölgesi Kürt Yönetimi’ne insani yardım götürmek amacıyla gelen 32 sosyalist genci katleden IŞİD’in, hemen üç gün sonra Türkiye sınırında görev yapan bir astsubayı öldürmesi de AKP yönetimine denk geldi.

Deyim uygunsa eli mecbur kalan AKP hükümeti, Suriye’de IŞİD mevzilerini bir hava harekâtıyla vurarak, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona katılmak zorunda kaldı.

Çünkü daha önce mezhepçi ideolojik kaygılar ve hesaplarla IŞİD’e karşı oluşan emperyalist ittifaktan uzak duran AKP’nin önünde başka bir seçenek kalmamıştı. Oysa ABD ve Batı Suriye’de yenilgiyi çoktan kabul etmiş, Esad yönetiminin yerinde kalmasına razı olmuştu.

Esad kalırsa Erdoğan gidecekti. Esad kaldı. Şimdi Erdoğan gidecek.

Bu kaçınılmaz. Bölgedeki siyasal mücadele sürecinin diyalektiği bunu gerektiriyor.
Şimdi sıra, hem Türkiye için hem de bölge için bir güvenlik sorunu haline gelen Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmaktadır.Tarihsel çağrı

– Türkiye çözülüyor, toplumu birleştiren bütün zeminler parçalanıyor.
– Hassas ve kırılgan bir inanç haritası ve etnik mimariye sahip olan Türkiye,
bir iç savaşa doğru sürükleniyor.

Olumlu ya da olumsuz bir anlam yüklemeden, salt bir durum tespiti olarak belirtmek gerekirse; Cumhuriyet’in birleştirici ilkeleri ve toplumu ulus olarak bir arada tutan başlangıç varsayımları akılsızca tasfiye edildi. Yerine, toplumu oluşturan unsurlardan sadece birine dayalı olarak bir “Sünni-İslam rejimi” kurulmak istendi. Bu amaca ulaşmak için toplumu ayakta tutan kurumlar ve bütün birleştirici zeminler imha edildi.Bu durum, Türkiye’nin kendisini oluşturan bütün unsurların daralarak ufalanmasına yol açacak en tehlikeli gelişmedir. Bu nedenle, içinde bir çağrı da taşıyan şu tarihsel tespiti yapmak gerekiyor:

Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele,
bütün bölge halklarının kaderini belirleyecektir.
 

=================================

Dostlar,
 

Usta ve birikimli gazeteci – yazar Sayın Merdan Yanardağ yine çok önemli bir makale yazdı.. Sayın Yanardağ’ı YURT Gazetesinde dikkatle izlemek ve O’ndan öğrenmek gerekiyor.Çözümlemesine ve saptamalarına büyük ölçüde katıldığımızı belirtmek isteriz.

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Erdoğan .. ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

“Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

Gülerce’den şok Erdoğan iddiası! Gülerce, Beyaz TV’de katıldığı programda yine çok konuşulacak iddialarda bulundu.

Yurt Gazetesi, 27 Temmuz 2015
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/gulerceden-sok-erdogan-iddiasi-h93034.html

Gülerce’den şok Erdoğan iddiası!

Hüseyin Gülerce    :

Bana

“Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

dendi. 17 Aralık sürecinin ardından yıllardın önde gelen isimlerinden olduğu Fethullah Gülen cemaatinden ayrılan ve cemaat aleyhine açıklamalarıyla gündeme gelen yazar Hüseyin Gülerce, Beyaz TV’de katıldığı programda yine çok konuşulacak iddialarda bulundu. Gülerce Cemaatteki üst düzey iki yetkili bana,

‘Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek’

dedi” iddiasında bulundu. Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de konuşan
Hüseyin Gülerce,

“Beni ikna etmek için cemaatin tepesinden iki isim evime geldi. ‘Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek. Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek’ dedi.
Bu gazetelerde ve televizyonlarda yer almadı. Ben hayretler içerisindeyim. Diyorum ki;
Tayyip Erdoğan gibi birisi namazlı niyazlı, imam hatip mezunu neden intihar etsin?’
Onlar da ‘Çünkü çok gizli çekilmiş videolar var’ dediler. ‘Bu gizli çekimleri kim yapıyor?’ dedim. Ağzından kaçırdı; ’40 koruma polisinin 25′i bizim arkadaşımız’ diye konuştu.

==================================

Dostlar,

Komplo kuramları bir yana, Bay RTE‘nin başına gelecekler için “dilekte bulunmalar” fazlasıyla bir yana; kimi yönetici insanların sonları zaten diyalektik olarak tarihin – siyaset biliminin yasalarıyla belirleniyor. Neron‘dan tutunuz (Roma’yı ateşe vermişti!) Sezar‘a (en yakın adamı Brutus hançerledi!), A. Hitler‘den alınız (bir mahzende intihar etti?) N. Çavuşesku‘ya (aşağılanarak yargılandı ve eşiyle birlikte kurşuna dizildi), Saddam‘dan (boynu kırılarak
infaz edildi) alınız Kaddafi‘ye (cenazesine tecavüz edildi!)… tarihin eytişimsel (diyalektik) örnekleri gözler önünde. Benzer öngörüler üretmek parlak zeka ürünü olmadığı gibi,
tersinden kaçınılabileceğini sanmak akıllıca olmamalı.

*****
Bay RTE’ye kendisinden başka yardım edebilecek kalmadı korkarız.
Ve sanırız ki Bay RTE kendi kendisine yardım edebilecek konumdan da hızla uzaklaşmakta..
En büyük handikapı narsisistik kişilik yapısı ve major – çok ağır politik hataları..

Fuat Avni    :
(http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/fuat-avni-suruc-ve-kilis-onlarin-karaririydi-h93037.html)

“IŞİD’in en büyük destekçisi Y… ve avaneleriyken Türkiye’ye saldırması abes. Suruç da, Kilis de IŞİD’in değil Y…’in kararıydı.”

Sav dehşet verici değil mi??
Bay RTE kendisini ve AKP’yi ve de ülkemizi dönüşümsüz bir çıkmaza doğru savruluyor..
Yakınındaki hekimlerine de büyük bir görev düşüyor. Epey kıdemli akademisyen bir hekim olarak çoook zor olduğunu bilmekle birlikte, meslektaşlarım O’na ayna tutmak zorundalar.. Bıkmadan, usanmadan, sabır ve akıllılıkla, Türkiye’nin hatırına!
*****

Kulaklarımızda Beethoven’in 5. senfonisinin “ta ta ta..” sözlü hazin ve ürperten ezgileri yankılanıyor. Kendisine bu “crecendo” (yükselen) ritmin ve “ta ta ta..” olarak yinelenen hecelerinin anlamı sorulduğunda,

– Ölüm kapıyı böyle çalacak…(ya da Azrail’in ayak sesleri..) demişti.

Bu besteyi yaptığında (1804-8) kulakları az duyuyordu (1817’de tam sağırdı ve
bir başka görkemli senfoniyi, günümüz AB marşı 9. Senfoniyi bestelemişti) ama sezgileri
O’nu doğru yönlendiriyor ve yaşamın gerçek ruhunu yakalayabiliyordu..
57’sinde, erkenden yaşamdan ayrıldı (1827)..
İmgelediği (imagination) gibi “ta ta ta” lar, erken (prematüre) ölümün habercileriydi.

Bay RTE’nin Bethoven ile karşılaştırılacak hiçbir yanı – özelliği olmadığı çok açık..
Ancak –fazladan– 5 duyusu yerinde, sanırız aklı da.. Peki hiç öngörü yap(a)mıyor mu?
O’na kim yardım edecek ya da tarih tekerrür mü edecek ??
Bilindiği gibi tarih aptallar için yineliyor. Aklı başında olanlar bu hataya düşmeyebiliyor.
Bu seçenek de Bay RTE için geçerli değil.. (kesinlikle aptal değil!) O halde??

Bu arada… Ya Türkiye?? Caanım mazlum ülkemizin ödediği, ödemeye devam edeceği
kanlı ve çok ağır fatura?

Son 7 Haziran 2015 genel seçiminde AKP’ye 18 milyon dolayında oluk oluk oy akıtan
“necip milletimizin” hiç sorumluluğu yok mu? 7 Haziran gece yarısı gördük ki; kayıtlı
57,7 milyon seçmenden AKP ancak %32,9 yani 3 seçmenden 1’inin oyunu alabildi..

Ama düşük – emanetçi AKP hükümeti, Kaçak Saray’ın isteği ve desteği ile gündem yaratarak ve ateşle oynayarak fiilen iktidarda, hükümet yetkisini gasp etmiş durumda!??..

Seçimden bu yana 50 gün geçti.. Dünyada örneği var mı böyle bir ucubenin?
(Tayyip bey Kars’ta Mehmet Aksoy’un yaptığı insanlık anıtına “ucube” demiş ve 14.6.2011’de yıktırmıştı, tazminata mahkum olmuştu.. Asıl “Ucube” bu iktidar işgali işte.. )

Biz bu genel seçimi 50 gün önce neden yaptık??

– Ya Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının?
– Ya AKP kurmaylarının?
– Ya TBMM’deki 258 AKP’li vekilin?
(Anayasa hukuku profesörü Burhan Kuzu Kaçak Saraya başdanışman olmuş..
Tayyip beye demez mi ki, Anayasa md. 92 uyarınca alınan yetki, önceki Meclisin verdiği idi. Devlette süreklilik asıl ama yeni seçilen TBMM süs mü?? Neden ivedilikle toplanıp
yeni kararlar almaz? AKP’li Başkanı da, Başkanlık divanı da hazır ve nazır üstelik!?)

– Ya Bay RTE üzerinde etkili olabilecek “akillerin” ??

Hepsi boşuna mı?
Hepsi, hepsi narsisistik kişiliğin aurasında felç mi??

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : Erdogan_Nereye_Kosuyor_Turkiye_ve_AKP’yi_Nereye_Surukluyor

AKP-MHP “milliyetçi savaş hükümeti” mi geliyor?

AKP-MHP
“milliyetçi savaş hükümeti” mi geliyor?

Göksel Bozkurt

Göksel Bozkurt
YURT, 27 Temmuz 2015

Saray, yıllardır çeşitli bahanelerle geçiştirdiği, desteğini esirgediği IŞİD karşıtı koalisyona
ani bir kararla girerek, Suriye’de açtığı savaş cephesini PKK’yi de içine alacak biçimde
Kuzey Irak’a kadar genişletti.

Ordu, başta Kandil PKK kamplarını bombalıyor. PKK ise içeride misillemelere başladı. Bakmayın siz Davutoğlu’nun “Çözüm bitmez” açıklamalarına. O masa Saray’ın hırsları uğruna kuruldu, bugün de devrildi, yerle bir oldu.

Sırada Suriye’nin içine 40 km girerek “IŞİD’den arındırılmış bölge” diye tanımlanan
“güvenli bölge”oluşturmak var. Anlamı açık!

Yakında Ordu kara harekatına girişecek.

Türkiye Saray’ın ihtirası, istifasını vermiş hükümetin kararları ile savaşa koşuyor.
Bir önceki parlamentonun onay verdiği tezkereye dayanarak koşar adım Suriye bataklığına giriyor. 8 Haziran’da halk iradesi ile yeniden şekillenmiş Meclis’in onayını alma gereğini duymadan. CHP’nin olağanüstü çağrısı üzerine kerhen Suruç ve sonrasındaki gelişmeleri ele almayı kabul ediyor.

Anayasa’ya göre Saray’ın ve Hükümet’in ani bir düşman saldırısı yoksa savaş kararı alması mümkün değil. Buna ancak Meclis onay verebilir. İktidar partisi Çarşamba toplanacak Meclis’in önüne böyle bir kararla gelmeyi de planlamıyor. Meclis’te genel görüşmeyi yeterli buluyor. TBMM’ye hesap vermekten kaçıyor.

Kurtuluş Savaşı’nda dahi açık olan Gazi Meclis, müstafi hükümet tarafından “yok” sayılıyor!

***

Barış sürecinden hızlı bir manevra ile uzaklaşan ve savaş baltasını çeken Saray’ın politika değişikliğinin altında yaşamsal dış dengelerin yanında iç siyasi beklentilerin yattığı sır değil.
Hedef, kanlı savaşın iç yansımalarından iktidar kotarmak! Saray mutlak iktidar istiyor ve bunu elde etmek için coğrafyamızı kasıp kavuracak ateşe ülkeyi itmekten çekinmiyor.
Milliyetçi kamplaşmadan, bombadan, silahtan, iç savaş düzeninden medet uman iktidar, önümüzdeki süreçte nasıl bir oyun planı kurmayı tasarlıyor? Nihai amaç seçim ve muktedirin
tek başına iktidarı ama hangi koşullarda ve ne zaman?

Zira mevcut durumda AKP’nin tek başına iktidarı 7 Haziran kadar riskli. Kaostan, şiddetten, kandan beslenerek iktidar beklemek, erken gelen sandıkta tam tersi bir etki yapabilir.
Sokaktaki insan süreci 13 yılın ürettiği sorunların parçası olarak görüp, AKP’ye unutulmaz bir ders verebilir. Saray o riski göğüsleyebilir mi? Çıkarılan iç-dış savaş bu dengeleri
değiştirebilir mi? HDP’yi baraj altına itme umuduyla gidilecek bir seçim,
Saray’ı yeniden tek adam ve AKP’yi iktidar yapar mı?

Sarayın hesabı buysa seçimin zamanlaması önem kazanıyor. Üç ay sonra, Kasım’da seçim milliyetçi oyları geri çevirmekte, HDP’yi geriletmekte yeterli olmayabilir. Saray ve AKP
7 Haziran izlerini silmek, çözüm sürecini unutturmak, hatalarını örtmek, toparlanmak için
biraz daha zamana ihtiyaç duyabilir. Bülent Arınç’ın, “Hemen seçim demek ülkeyi sevmemektir” sözleri bu bağlamda anlamlı. Hükümet kurulmalı diyor ama nasıl, hangi parti ile?
İşte Ankara’da kulise düşen son senaryo bu teze dayanıyor. Saray’ın zaman kazanmak için
o yolu, savaş ortaklığı üzerinden MHP ile yürümeyi yeniden gündemine aldığı konuşuluyor.
***
Anımsayalım. Erdoğan, seçim öncesinde Öcalan/PKK/HDP ile masaya oturduğunu unutup,
“Kürt sorunu yoktur” noktasına gelmişti. Milliyetçi oyları almadan iktidarı elde edemeyeceğini görmüştü. Ancak çıkışları inandırıcı bulunmadı. Hem milliyetçi hem de
Kürt oylarından oldu. İktidarı kaybetti. Kurtuluşu yeniden seçimde gördü. Ancak mevcut durumu değiştirecek, seçim öncesi inandıramadığı seçmeni ikna edebilecek güçlü bir argümana ihtiyacı vardı. Onu da, ülkeyi fiili savaşa sürükleyerek, milliyetçi oyları almakta buldu.
IŞİD üzerinden o oyları devşiremeyeceğini bilerek, operasyonu PKK ve sol örgütlere yönlendirdi. O damara girebilmenin tek yolu PKK ile yeniden savaştan geçiyordu.
1984 sürecini hortlatmadan iktidar üretemeyeceğini anlamıştı. O da yarı başkanlığı uygulayabileceği tehlikeli oyuna girişti. O oyunun adı “savaş”tı. Türkiye’yi kan gölüne çevirecek, nerede duracağı kestirilemeyen bir savaş…
***
Saray, geçici hükümet ile savaş planını sürdüremeyeceğini, belli mesafe almadan gideceği seçimde hüsrana uğrayabileceğini öngörüyor. O nedenle yeni arayışlar peşinde. CHP’nin
savaş koalisyonuna girmeyeceğini hesapladığından dolayı gözlerini yeniden MHP’ye dikti. Ankara’da PKK’ye yönelik operasyonların ardından Saray’a yakın isimlerin MHP ile yeniden temaslar aradığı, nabız yokladığı konuşulmaya başlandı. Temel gerekçe gelinen noktada Bahçeli’nin koalisyon şartlarının en önemli maddesinin yerine getirilmiş olması.

Kulislerde “ MHP lideri Bahçeli çözüm sürecinin sonlanmasını istiyordu.
Süreç sonlandı. Bahçeli’nin şartı yerine geldi”
değerlendirmesi yapılıyor.

Bahçeli’nin dört bakan ve Saray’ın Çankaya’ya taşınma şartı ne olacak?
Yüce Divan konusu Meclis’e havale edilir, savaş ortamında Erdoğan’ın Saray’da ikametini Bahçeli’nin görmezden gelmesi de yadırganmaz! Saray, baştan beri Davutoğlu’nun aksine
MHP ile ortaklık istiyordu. Artık MHP’nin koalisyona girmemesi için bir neden kalmadığına göre…
***
Bahçeli’nin savaş öncesi tamamen kapıları kapattığı AKP -MHP olası ortaklığı bugün hangi koşullarda kurulabilir? Ankara’nın derin siyaset koridorlarında bazı formüller dillendiriliyor.
İlk seçenek uzun soluklu AKP-MHP ortaklığı; İki parti PKK ile mücadelenin ilk madde olduğu koalisyon protokolünde uzlaşır, iki yıllık denemeye girişirler. Bahçeli şartlarını kabul ettirmenin rahatlığı ile hükümete girer, başbakan yardımcısı olur. AKP-MHP Seçim Hükümeti;
AKP ve MHP savaş ortamında seçimin Kasım’da yapılmasını doğru bulmaz. 2016 İlkbahar
veya Yaz aylarında seçim şartı ile hükümette anlaşırlar.

AKP Azınlık Hükümeti; Devletin bekasını her şeyden önde tutan Bahçeli, PKK ve IŞİD’le savaştığı gerekçesiyle AKP’nin (zamanlı) Azınlık Hükümeti’ne destek verir. Seçim tarihi ortak saptanır, AKP Azınlık Hükümeti MHP’nin dışardan desteği ile bir süre daha iş başında kalır.
***
Türkiye 70’lerin derin yapılanmalarına hizmet eden, ülkede oluk oluk kan akıtan “Milliyetçi Cephe”hükümetlerini unutmadı. Ülke tüm bu acı deneyimlere rağmen bugün, adım adım “milliyetçi savaş hükümetine” doğru ilerliyor. Bir düşünün… Yüzde 60’a rağmen,
iktidardan düşen AKP’ye can suyu vermekte ısrar eden MHP’nin; 90’ları aratmayacak antidemokratik, hukuk dışı operasyonlara girişen, PKK’nin, sol örgütlerin üzerine giden
Saray ve onun iktidarına omuz vermesi şaşırtıcı olur mu?

===================================

Dostlar,

YURT Gazetesi, çok değerli gazeteci – yazar Merdan Yanardağ‘ın dönüşünden bu yana epey toparlandı. Kendisi ilk sayfada “Keskin Kalem” imzasıyla başyazıya ek olarak kendi köşesinde de yazıyor. Bu gazeteyi izlemek, desteklemek bizce yerinde olur..

Yukarıda, YURT’un değerli yazarlarından Göksel Bozkurt‘un bir makalesini paylaşmak istiyoruz. Bozkurt, aşağıdaki başlığı irdelemekte.

AKP-MHP “milliyetçi savaş hükümeti” mi geliyor?

“Havalar” hem meteorolojik olarak hem de “politik” olarak çok sıcak..
Hangisi daha sıcak dersiniz??

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroglu : OKU BAKAYIM !

 

OKU BAKAYIM !

Rifat Serdaroglu

Öğretmen, 8’inci sınıf öğrencilerine “Yurttaşlık Bilgisi” dersinde “Tarihi Gerçekler” konusunu işliyordu;

Öğretmen; “Tahtada yazan birinci tümceyi beraberce ve yüksek sesle okuyalım arkadaşlar!”
Sınıf; “Elinde silah olan ve insan öldüren terör örgütleriyle müzakere yapılmaz…”
Öğretmen; “Demek ki neymiş? Eline silah alıp, insan öldüren, yakan, yıkan, üstelik silahların paralarını uyuşturucu kaçakçılığı yapıp, gençleri zehirleyerek elde eden
terör örgütleriyle hiçbir devlet müzakere etmezmiş.
Tarihte böyle bir olay şimdiye kadar hiç olmamıştır. Anlaşıldı mı arkadaşlar?”
Sınıf; “Anlaşıldı Öğretmenim…”
Öğretmen; “Peki, bu tarihsel gerçeğe aykırı hareket eden, kendi insanlarının ölümüne
ve yaralanmasına neden olan yöneticilere ne denir? Yüksek sesle ve beraberce söyleyelim lütfen!”
Sınıf; “Ya aptal ya da haindirler, Öğretmenim…”

Öğretmen; “Şimdi ikinci tümceyi de beraberce ve yüksek sesle okuyalım arkadaşlar!”
Sınıf; “Türkiye, Milli Ordusunu çok güçlü hale getirmek zorundadır…”
Öğretmen; “Etrafımızda ‘Teröre destek veren devletler olduğu, bölgemizde petrol-doğalgaz ve yeraltı zenginlikleri tükenmediği veya alternatif enerji kaynakları bulunmadığı sürece, emperyalist devletlerin gözleri hep bu bölgede olacaktır. Terör örgütlerini bunlar yaratır ve beslerler. Bu yüzden güçlü ve en son teknolojiye sahip ordumuzu hepimizin desteklemesi, koruması ve demokratik çizgide tutması gerekir. Anlaşıldı mı arkadaşlar?”
Sınıf; “Anlaşıldı Öğretmenim…”
Öğretmen; “Peki, bu tarihsel gerçeğe aykırı davranıp, Cemaat militanlarıyla birlikte
kendi milli ordusuna kumpas kurup, ordu komuta heyetinin yarısını zindanlara attırıp, ordumuzun kolunu kanadını kıranlara ve Genelkurmay Başkanına “Terörist” diyenlere
ne denir? Yüksek sesle ve beraberce söyleyelim lütfen!”
Sınıf; “Bunlar iki defa haindirler, Öğretmenim…”

Öğretmen; “Sıra üçüncü tümcede! Bunu da beraberce ve yüksek sesle okuyun bakalım!”
Sınıf; “Tarikatlar ve Cemaatler, Demokrasi ile asla bağdaşamazlar…”
Öğretmen; “Tarikat ve Cemaatlerde, tartışma kültürü yerine biat “şartsız itaat”kültürü vardır. Tarikat ve Cemaatin önderinin her sözü kanun niteliğindedir ve kimse tartışamaz. Her emri anında yerine getirilir. Verilen emre uymayan, anında infaz edilir!
Bunların müritlerinin malı-canı-namusu önderin emrindedir!
Demokratik rejimlerde, tartışma-sorgulama-açıklık-hesap verilebilirlik esastır.
Bu yüzden, hem tarikat veya cemaatçiyim hem de demokratım diyenlere ve
bunlara inanlara ne denir? Yüksek sesle ve beraberce söyleyelim arkadaşlar!”
Sınıf:
“Bunlar, din istismarcısı sapkınlardır. Bunlara kananlar, aldananlar da aptaldırlar…”

Öğretmen en arka sıradaki öğrencilerden birinin uyukladığını görür ve
sessizce yanına gider.
Öğrencinin kulağından tutar ve onu ayağa kaldırır;
“Söyle bakalım senin adın ve numaran kaç” diye sorar?
Öğrenci; “Adım Erdoğan Uzun, numaram 17 25 hocam!
Öğretmen; “Bir derstir tarihi gerçekleri anlatıyoruz. Söyle bakalım sen kendini
nasıl görüyorsun?”
Öğrenci;

– “Hocam ben Müslüman – Muhafazakâr – Demokrat – eski Cemaatçi – yeni Tarikatçı – hem Papa’nın hem de Gülbettin Hikmetyar’ın dizinin dibine çöken – aynı zamanda
Kovboy Obama’nın Eşbaşkanı olan oldukça varlıklı bir aktivistim!

Öğretmen kahkahadan kırılmakta olan sınıfı zorlukla susturur ve Öğrenciye;

“Sen önce Türkiye Cumhuriyeti Devletinin onurlu-dürüst bireylerinden biri ol çocuğum. Sen kişilik ve kimlik bunalıma düşmüşsün. Senin sonun iyi görünmüyor..” deyince, Öğrenci yerinden fırlar ve;

“Hocam, bizim abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan olsun..” diye bağırır!
Öğretmen; “Ne abdesti be, boğazına kadar harama – pisliğe bulaşmışsın.
Sen önce insan ol, insan” der ve kendi kendine söylenerek sınıfı terk eder;

“Yahu bunun gibi adamlar büyüyünce yanlışlıkla ülke yönetimini ellerine geçirirlerse, yakarlar güzelim vatanı, vallahi de billahi de yakarlar be…”

Sağlık ve başarı dileklerimle,
25 Temmuz 2015

=====================================

Dostlar,

Ne demeli??

Sayın Eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu‘nun kalem ve metin kurgusu ustalığını
saygı ile selamlamalı..
Ancak artık tarih olan “Türk Milli Eğitim Sistemi”, sayıları bine yaklaşan
İmam – Hatip okulları
nda, 1 milyona varan kızlı – erkekli ama haremlik – selamlık öğrenciye ve 4+4+4 kepazeliği ile de milyonlarca öğrenciye rol modeli olarak sunuyor yazıdaki tiplemeyi (prototipi).. Bütün okulların imam okulu yapılması hedefleniyor ve
Bay RTE, bütün dünyanın gözünün içine baka baka “dininiz ve kininizi eksik etmeyin” vaazı veriyor. Üstelik bunun adı “dindar – inançlı nesiller yetiştirmek..” oluyor!
Buna ne ad vermeli değerli Serdaroğlu! Söylesek “suç” olur “AKP’nin ileri demokrasisi” nde, söylemesek içimize dert..

*****

Çoook yazık ve çooook tehlikeli…
Bu vahim gidişin bir an önce durdurulması gerek..
Cani örgüt IŞİD’e katılmak için Türkiye’den gidenlerin – gitmek isteyenlerin sayısı
çarpıcı bir ipucu değil mi??

Onca açık yolsuzluğa ve sağlam kanıta karşın 17 – 25 Aralık 2013 talanının soruşturul(a)maması ve milyonlarca seçmenin bu olayın komplo olduğuna inanması ve inanılmaz biçimde suçludan yaratılan mağdura oy vermesi bir başka yakıcı olgu değil mi?

Deniz Feneri Almanya” dosyasının Almanya’da kapatılmayıp ısrarla yürütülmesi ve masum inançlı insanların 41 milyon Avro bağışının hiç (iç) edilmesi vurgununun  koğuşturulmasının sürdürülmesi ve “asıl failler Türkiye’de” kararına varılmasına karşın, davanın 3 savcısının adeta derdest edilerek suçlu duruma düşürülmesi…
bu “eğitim” (!?) sisteminin kimi fedailerince kotarılmadı mı??

Örnekleri çoğaltalım mı gecenin saat 02:55’inde, birazdan başımızı yastığa koyduğumuzda karabasanlar (kabuslar) görmek üzere??

Sevgi ve saygı ile.
26 Temmuz 2015, Mudanya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SURUÇ’TA BOMBAYI ABD Mİ PATLATTI?

suruç 22

 

 

 

 

 

 

 

 

SURUÇ’TA BOMBAYI
ABD Mİ PATLATTI?

portresi

 

 

 

 

Zeki  Sarıhan
(Fatsa, 25 Temmuz 2015)

20 Temmuz’da Urfa’nın Suruç ilçesinde Kobani’nin yeniden imarı için bir araya gelen
sosyalist gençlerin toplantısında bombayı kim patlattı?

Canlı bombanın yalnız kimliği değil, IŞİD adına hareket ettiği kısa sürede anlaşıldı.
Çünkü PYD, Kobani’yi IŞİD’den kurtarmıştı ve bu iki örgütün savaşı hızla devam ediyordu. Olay hiçbir komplo teorisi kaldıramayacak kadar açıkken, Aydınlık gazetesi
21 Temmuz günü, bütün gazetelerden farklı olarak şu manşetle çıktı:

“Terör dalgası Türkiye’de- ABD’den BOMBALI MESAJ, 30 ÖLÜ

Gazete “Güvenlik bürokrasisi”ne atfen (AS: yollama ile) şu iddiada bulundu:

PKK koridorunu önleme amacıyla güvenli bölge planları yapan Türkiye’ye
ABD bombayla yanıt vermişti.

Güvenlik bürokrasisinin Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve eski Genel Kurmay İstihbarat Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin olduğu, O’nun 1. sayfadan başlayan yazısından anlaşılıyordu:

“Saldırı CIA, MI6, Mossad’ın bilgisi dâhilinde olabilir.
Bir taşla birkaç kuş vurulmak istenmiş gibi.”
diyordu Pekin.

Aydınlık’ı bu komplo teorisine sarılmaya iten duygu, onun uzun süredir izlediği bir politikayla ilgili. Adını Vatan Partisi olarak değiştiren İşçi Partisi’nin en büyük hedefi
Kürt siyasi hareketidir. Türkiye’deki Kürtlerin ABD tarafından Türkiye’yi bölmeleri için kışkırtıldığını ileri süren parti, ABD’nin şimdi neden Esad rejimini bırakıp IŞİD kuvvetlerini bombaladığını da anlayamıyor.

IŞİD, en yakın örneği Naziler olan, insanlığın birkaç yüzyıllık tarihinde pek az görülen
bir vahşet örgütü olarak, Orta Doğu’daki halklar kadar bütün milletlerin, dinlerin, mezheplerin, uygarlıkların, en azılı düşmanı. Dolayısıyla yalnız Esad hükümetinin değil ABD’nin de onu hedef almasının anlaşılabilir nedenleri var.

İkinci Dünya Savaşı’nda emperyalist İngiltere ve ABD ile Sovyetler Birliği’nin Alman faşizmine karşı birlikte savaşmasının nedeni de herkes için tehlikeli olan bir düşmanı
alt etme ihtiyacı idi. IŞİD’e karşı bir ortak cephe en yakın tehlikenin bertaraf edilmesi zorunluğundan kaynaklanıyor.

Bir süre önce bu partinin Kürt siyasi hareketine karşı “Örtülü olarak” IŞİD’i desteklediğini yazdığım için bu partinin etkisindeki kimi arkadaşlar Vatan Partisi’ne iftira ettiğimi
ileri sürdüler. Partilerinin IŞİD gibi çağ dışı bir vahşet örgütünü örtülü olarak da olsa destekleyemeyeceğini düşünmüş olmalılar. Bu durum, yalnızca onların iyi niyetli olduğunu gösterir; Partinin PYD’ye karşı IŞİD’den medet ummadığını değil.

Vatan Partisi liderlerinin bu tutumları yeni de değildir. Başka birçok örneği yanında, Kobani savunması sırasında Tayyip Erdoğan gibi İP Genel Başkanı da “Kobani düştü düşecek” demişti. O, Kürtlerin düzde savaşamayacaklarını, sonlarının geldiğini ileri sürüyordu. O tarihte Kürtleri yurtsuz bırakmak isteyenler de IŞİD’ciler idi.
Günümüzde de Vatan Partisi sözcüleri Kürtlerin yaşadığı Suriye’deki bölgenin
Türk ordusu tarafından işgal edilerek burada bir “Güvenlikli Bölge” oluşturulmasını istiyor. Hükümetin de böyle bir plan üzerinde çalıştığını biliyoruz.

“Sosyalist Olmanın Verdiği Mutluluk” başlıklı yazıma verilen yanıtlardan bazılarına bakılırsa, Suruç’ta Kobani’ye yardım için toplanan ve büyük bir IŞİD suikastına uğrayan gençler sosyalist olamaz! Çünkü onlar Kobani’ye yardıma gidiyorlardı…

Kendisinden başkasının sosyalist olduğunu kabul etmeyen, kendisi de
Sosyalizme hiç yakışmayan görüşler savunanlara bilmem ne demeli?
Her halde onlar için Milliyetçi Sosyalist (Nasyonal Sosyalist) dense hata edilmiş mi olur?
Bütün enerjisini Kürt, Ermeni, Rum düşmanlığına harcayan bir hareket için
başka ne söylenebilir?

============================

Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan, kıdemli bir Sosyalist dostumuzdur.
Doğrultu tutarlığını koruduğu için ayrıca saygıya değer bir kişiliktir.
Bu sitede kendisinin pek çok yazısına yer verilmiştir..
Bu yazısı da üzerinde düşünülmeye değer bir içeriktedir.
Katılıp katılmamak ayrı bir olgudur ama sorunlara farklı yaklaşımları irdelemek
bilimsel aydın sorumluluğudur.

Sevgi ve saygı ile.
26 Temmuz 2015, Mudanya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İstanbul Barosu : ÜLKEMİZDE KAMU OTORİTESİ ACİLEN SAĞLANMALIDIR…

Istanbul_Barosu_Logosu

ÜLKEMİZDE KAMU OTORİTESİ ACİLEN SAĞLANMALIDIR…

Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde ve Diyarbakır’da üç polis memurunun PKK tarafından katledilmesini nefretle kınıyor, şehitlere rahmet, ailelerine ve Türk milletine başsağlığı diliyoruz.

Bu cinayetlerden Suruç’takilerin Polislerin konutlarına yapılan baskın, Diyarbakır’dakinin ise kurulan pusu sonucu işlenmiş olması önceden tasarlandığını göstermektedir.

Yine Kilis’te Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına Suriye tarafındaki IŞİD canilerince açılan ateş sonucu şehit olan askerimize rahmet, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı, yaralılarımıza geçmiş olsun dileğinde bulunuyoruz.

Komşu ülkenin iç işlerine uluslararası hukuk ve iyi komşulukla izahı mümkün olmayan biçimde karışmanın trajik geri dönüşlerinin yaşanacağı bir sürece girdiğimiz görülmektedir.

Son dönemde köktendinci terör örgütü IŞİD karşıtlığı üzerinden PKK’nın meşrulaştırılması kampanyasının menfur cinayetler üzerindeki etkisi üzerinde düşünülmelidir.
Irak ve Suriye’deki IŞİD vahşetinin uyandırdığı haklı tepkilerden nemalanmak isteyen ayrılıkçı terör bu durumu uluslararası meşruiyetini sağlamak açısından bir fırsat olarak değerlendirmektedir.

Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü hedef alan, emperyalizmin bölgeye yönelik emellerinin taşeronu olarak hareket eden terör örgütünün gerçek yüzünün teşhiri yerine,
PKK’nın legal uzantıları ve milis yapılanmalarına yönelik övgü kampanyasındaki artışa
dikkat edilmelidir.

Siyasi iktidarın saplantı haline getirdiği ‘Açılım’ aymazlığının ülkede meşru kamu otoritesini işlemez hale getirerek bölgede paralel devlet yapılanmasının önünü açmaktan başka bir işe yaramadığı görülmelidir. Bir an önce, terör örgütünün meşrulaşmasına ve pervasızlaşmasına yol açan müzakere sürecine de son verilmelidir.

Ülkede acilen kamu otoritesinin yeniden sağlanması için gerekenlerin yapılacağı,
terörle müzakere yerine hukuk çerçevesinde kararlılıkla mücadele edileceği
en etkili ve anlaşılır biçimde uygulamaya konulmalıdır.

Türk halkının bir arada üniter yapı ve ulus devlet temelinde yaşama iradesi, bölünmeye,
etnik ve mezhepsel ayrışmaya karşı müşterek tavrı somut biçimde ortaya konulmalıdır.

İstanbul Barosu olarak Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız bir Türkiye tasarımını ulusça reddettiğimizi, ulusal bütünlük konusunda üzerimize düşen sorumluluğu duyarlılık
ve karalılıkla yerine getireceğimizi kamuoyuna saygıyla ilan ederiz. (25.7.2015)

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

==============================================

Dostlar,

İstanbul Barosu dünyanın en büyük barolarından biridir ve 30 bine yakın üyesi vardır.
Ülkemizin önemli “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları“ndan biridir.
Bu sitede sıklıkla belirtiriz; “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları
iç hukukta Anayasa’nın 135. maddesinin koruması altındadırlar. Her birinin ayı ayrı kuruluş yasaları vardır. Türkiye Barolar Birliği (TBB), TMMOB, TOBB, TEB, TDHB, TVHB,
Türk Tabipleri Birliği (TTB) başlıcalarıdır. Biz de TTB Ankara Tabip Odası üyesi
bir hekim olarak TTB’nin metinlerine zaman zaman yer veriyoruz.

Çoğulcu demokrasinin işlemesi için kurumlaşma ve kurumların görüşlerinin
ülke yönetiminde yansıma bulması gerekir.

Bu bağlamda anılan kurumların sesine ve sözüne kulak verilmelidir.
TBB’nde de ciddi bir hukuksal uzmanlık birikimi ve deneyim hazinesi vardır.

Yukarıya aldığımız açıklama metni de bu değerlendirmelerimize kanıttır.
Dengeli, ağırbaşlı, gerçekçi, sorumlu ve yol gösterici bir metin açıklanmıştır.
Kararlılık vurgusu ile birlikte  HUKUK DEVLETİ içinde kalma uyarısı da yer almaktadır.

Bu katkılar Türkiye ve halen görevdeki düşük – emanetçi AKP iktidarı için çok değerlidir.
Dileriz AKP ve hükümet yetkilileri ile Erdoğan da okur ve dikkate alırlar..

İstanbul Barosu’na bu önemli açıklaması için teşekkür ederken, içeriğini paylaşarak siz sitemiz okurlarına da sunmak istedik.

Ülkemizin ve insanımızın 1. sınıf bir demokrasi hakkı tartışma dışıdır
ve bu bu gereksinim ivedidir.

Sevgi ve saygı ile.
25 Temmuz 2015, Mudanya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği : Suruç katliamını lanetliyoruz!

Suruç katliamını lanetliyoruz!

Dört gündür Suruç’ta bulunan ve Kobane‘de yeniden yaşamın inşasına katkı vermek üzere Kobane’ye gitme istemine kaymakamlıktan olumlu yanıt alamadıkları için Suruç Belediyesi Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yapmaya hazırlanan yurttaşların toplandığı alanda patlama meydana geldi. Patlamayla 21 yurttaşın olay yerinde, 8 yurttaşın hastanede yaşamını yitirdiği öğrenildi. Suruç ve Urfa başta olmak üzere bölgedeki hastanelerde tedavisi süren 45 yaralıdan beşinin durumu ağır. Ağır yaralılar arasında
Dr. Çağla Seven de bulunuyor. Dr. Seven’in ameliyatı sürüyor.

Olay yeri inceleme ekibi patlamaya neyin yol açtığını araştırmaya devam ediyor.
Olay yerinden toplanan materyallerin inceleme için Gaziantep’e yollandığı öğrenildi.
Suruç’ta bulunan TTB heyeti başkanı TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp
şu an yaralılar için ek tıbbi desteğe ihtiyaç olmadığını bildirdi.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, meydana gelen insanlık dışı ve alçakça saldırıyı lanetledi.
TTB’den yapılan yazılı açıklamada, TTB heyetinin bölgede incelemelerde bulunduğu, yarın da TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan‘ın da aralarında olacağı
emek, meslek ve insan hakları örgütleri temsilcilerinden oluşan bir heyetle birlikte
Suruç’ta basın açıklaması yapılacağı belirtildi. 20.07.2015

SURUÇ KATLİAMINI LANETLİYORUZ!

Bugün Suruç’ta meydana gelen insanlık dışı, alçakça saldırıyı lanetliyor,
saldırıda yaşamını yitirenlerin ailelerine, yakınlarına ve tüm halkımıza başsağlığı, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.

Bugün Suruç’ta bir kez daha, barbarlığın, insanlık onurunu kaybetmişlerin,
masum insanlara neler yapabileceğine tanık olduk. Bugün, çocuklara oyuncak götüren gençlere kıydılar! Saldırıda onlarca genç yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı.
Yaralılar arasında meslektaşımız Dr. Çağla Seven de bulunuyor. Seven’e acil şifalar diliyoruz.

Biz, bu ortamı hazırlayanları da, katilleri de biliyoruz.
(AS: biz de biliyoruz!)

Emperyalizmin çıkarları ile Ortadoğu halklarına kan kusturanlar,
katilleri bu ülke coğrafyasında kollayanlar, besleyenler ve işbirliği içinde olanlar
bu katliamın gerçek sorumlularıdır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp ve bölge
Tabip Odalarının temsilcilerinden oluşan bir kurul incelemeler yapmak üzere şu anda Suruç’ta bulunuyor. Yarın da, TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan’ın da aralarında olacağı emek, meslek ve insan hakları örgütleri temsilcilerinden oluşan
bir kurul Suruç’ta incelemelerde bulunacak ve bir basın açıklaması gerçekleştirecek.

Türk Tabipleri Birliği olarak;

– Katliamın sorumlularının ortaya çıkarılmasında,
– Ölüme karşı yaşamı savunmada bütün gücümüzle mücadelemizi sürdüreceğimizi
tüm kamuoyuna duyururuz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ

=============================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz yasal meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği‘nin
Suruç kıyımı (katliamı) hakkında basın açıklamasını paylaşmak istiyoruz..

Dileriz, bu dış güdümlü “denetimli karmaşa” (kontrollü kaos) durumundan
AKP siyasal rant devşirmeye girmesin..

Ancak pek iyimser olamıyoruz.
Bu düşüncemizi ve gerekçelerini son birkaç gündür sitemizde yer verdiğimiz yazılarımızda aktardık.. Dileriz biz yanılırız..

Tersi durum -iktidar partisinin acıyı siyasal ranta dönüştürme girişimleri-
bizi çok utandırıyor ve içimizi acıtıyor..

Dün besleyip büyüttükleri, her tüt lojistik, politik, psikolojik… desteği verdikleri ve
bir türlü ağızlarının “terör örgütü” demeye varmadığı kimi üst yöneticiler, bu gün IŞİD’e (DAEŞ) “teör örgütü” deme durumuna düştüler ise varın gerisini siz değerlendirin..

Sevgi ve saygı ile.
24 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com