Yıllık arşivler: 2015

Terörle mücadelenin ekonomik boyutu

Terörle mücadelenin ekonomik boyutu

Açılım sürecinin sona erdirilmesinden ve iki terör örgütüne karşı hem askeri hem de adli operasyonlar düzenlenmesinden büyük çoğunluk çok memnun. Bir Kürt dostumun söylediği gibi “Devlet şaha kalktı. Bize huzur gelecek” cümlesinde de ifadesini bulan bir beklentiyi de karşıladığı anlaşılıyor. Öbür yandan, atılan bombaların hedefe ulaşıp ulaşmadığını,
ne denli caydırıcı olduğunu askerlerin değerlendirmesine bırakılım; ama Ferit İlsever’in dediği gibi aslında atılan bombaların emperyalizme bir tokat ve mesaj olduğunu da unutmayalım.
Bu askeri operasyonun ABD ile anlaşmalı da olsa en azından uyuyan devletin uykudan uyandığını göstermesi bakımından da olumlu kabul etmek gerekir.

Bu kararın arkasında Erdoğan’ın olması ve O’nun seçim yatırımı hesabına dayandığı
bir gerçek de olsa, sonuçlarından yararlanmaya bakmak gerekiyor.
Yanlış hesapla da yapılsa doğru şeylerin doğru sonuçlar da doğurduğunu tarih yazmıştır.
Ama burada sonucun gerçekten devletin şaha kalkması ve emperyalizme karşı bir duruş sergileme olduğunu zaman gösterecek. Operasyondaki kararlılık, 2008’de ABD’nin Kandil’e kara operasyonu düzenleyen Türk Ordusu’na “hemen çıkın” komutu vererek bir gecede çıkılması gibi durumların olup olmayacağı, çok büyük tehlike olan IŞİD’in de üzerine
aynı kararlılıkla gidilip gidilmeyeceği, seçim yatırımı için yapılıyorsa ve seçim de istenen sonucun alınması halinde açılım süreçlerine yeniden dönülüp dönülmeyeceği gibi hususlar
nihai (AS: sonal) faydanın düzeyini belirleyecek. Öte yandan geniş halk kesimince paylaşılan
bir düşünce de şu:
Tayyip Erdoğan başta kendisine olmak üzere, AKP’ye yönelik tehditlere karşı
ülkenin ekonomik krize girmesini ve belirsiz bir süreç içinde yaşamasını umursamayacak.
Tehdit ortadan kalkınca da aslına rücu edecek.
Bütün bu tür değerlendirmelerde ve yapılan hesaplarda unutulan bir durum var:
– Ülkemizin yabancı paraya bağımlı ve ekonomik anlamda dünyanın en kırılgan
beş ülkesinden biri olması.
– Reel sektör krizde.
– Dolardaki oynaklık ekonomimize ciddi bir hasar vermiş durumda.
– Siyasal belirsizlik nedeniyle yabancı artık gelmiyor.
– Yabancı yatırımcı bu belirsizliğe göre pozisyon almış, bekliyor.
– Yani gelinen noktada ciddi bir ekonomik sarsıntı kapıda.
Bütün ekonomik krizlerde o dönemdeki mevcut partilerin ciddi oy kaybına uğradığını biliyoruz. Hatta iktidar partiler dahil birçok partinin silindiklerine tanığız. Bu nedenle erken seçim veya koalisyon hesaplarında ülke ekonomisinin içinde bulunduğu durum ve geleceğinin
ihmal edilmesi halinde ne AKP kalır ne HDP, ne CHP, ne Bahçeli.
Yitirilen zaman ve kişisel hesapların ekonomik maliyeti telafisi güç bir düzeyde olur.
TERÖRÜN EKONOMİK MALİYETİ
Terörle mücadelenin askeri ve öbür doğrudan maliyetleri yanında dolaylı maliyetleri de vardır.
– Bu mücadeleden vazgeçilmesini sağlamak için uygulanan ekonomik ve silah ambargoları,
– Uluslararası finans kuruluşlarının peş peşe ülkeyi ‘yatırım yapılamaz’ durumda göstermeleri,
– Yabancı sermayenin gelmemesi ve ülkede olanın da gitmesi…
gibi birçok olaylar ülkeyi ekonomik bakımından bir girdaba sokmaya yetmektedir.
Bu da emperyalizme karşı mücadelede bağımlı ekonomi olmanızın faturasıdır.
TERÖRÜN FİNANSMANI
Terörle mücadelede terör örgütlerinin suç örgütü olmaları nedeniyle ciddi mali kaynakları vardır. Dünyaya yayılan mal varlıkları yanında her yıl yarattıkları gelir de dudak uçuklatıcıdır. IŞİD’in yıllık gelirinin 2 milyar dolar, PKK’nın ise 500 milyon dolar üstünde olduğu
iddia edilmektedir.
Bu denli büyük mali kaynaklara sahip olan terör örgütlerinin arkasında Batı ülkeleri olmazsa, mali kaynaklarını hiçbir yerde park edemezler.
Terörle mücadelede bu gerçeği de ihmal etmemek gerek.
Ülkemizi bölmeye çalışan Batı, kullandıkları terör örgütleri piyon; ama silah ve mali güce sahip, ülkemiz ekonomik anlamda yabancıya bağımlı, üretmeyen ve her an boğazının sıkılmasına olanak veren bir ekonomik yapı ve ülkesini sevmeyen ve ihanet içinde olan bir sürü insan. Bütün bunlara karşı ülkenin birliği ve geleceği için yapılan ve yapılacak mücadelenin başarısı için ulusal refleks ise olmazsa olmazımız…

Rıza Zelyut : Tokat Valisi’ne çağrı!

Tokat Valisi’ne çağrı!

Bu yazıyı, Tokat Valisi’nin şahsında bütün valilerimize yönelik olarak kaleme aldım.

Şeker Bayramı’nda memleketim olan Niksar’a gitmiştim.
Bu arada, davet edildiğim Alevi köylerine de giderek konuşmalar yaptım.
Halka, devletin götürdüğü hizmete bakınca çok derin bir ayrımcılık yapıldığını gördüm.
Çünkü; Tokat’ta yollar bile mezheplere göre ayrılmış durumda.
Alevi köylerine giden yollara girince, otomobilinizin altı ikide bir çukurlara vuruyor;
taşlara çarpıyor. Hem de köy grup yolları buralar. Örneğin 5 bin nüfuslu Yazıcık kasabasının yolu böyle…
Hani ihmal ediliyor, ayrımcılık uygulanıyor denilen Güneydoğu bölgemiz var ya…
Orada böyle berbat yollar yok…
***
Tokat’taki belediyeler de AKP’nin elinde…
Bu belediyeler çok açık olarak mezhepçilik yapıyorlar.
En uzaktaki Sünni köylere asfalt yol yapılıyor; kaldırım taşları döşeniyor.
 
Ama orada bir Alevi köyü var ise yolu yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmiyor.
Niksar’ın yazlığı olan Çamiçi yaylası çevresinde bile bu mezhepçilik almış başını gitmiş.
Niksar’ın, babası CHP’li olduğu söylenen AKP’li belediye başkanı sakal koyvererek hizmette cihada başlamış. Alevi köylerine zırnık yok ama Sünni köylere kaldırım taşları döşüyor.
Yani parası var, malzemesi var ama niyeti yok…
Şimdi ona soruyorum: Arkadaş sen Müslüman isen; hadi bu dünyada hesap vermezsin de ahirette nasıl hesap vereceksin? Yoksa ahirete inanmıyor musun?
Allah’ın, yapılan haksızlığın, ayrımcılığın hesabını soracağını kabul etmiyor musun?
Sadece Niksar mı? Gidin Almus’a bakın… Alevi köylerine giden grup yolları toz, duman,
çukur içinde… Reşadiye de aynı durumda…
Ey AKP’li belediye başkanları!
Kuran-ı Kerim’in şu uyarısını unutmayın:
– Çoğunluk oldunuz diye bu kadar gurura kapılmayın; çoğunluk olmanız sizi haksızlık yapmaya yöneltmesin…
Hizmeti, hadi millet iradesine saygıya göre yapmıyorsunuz; hiç değilse İslam dininin
adalet ilkesine göre uygulayın. Ona bile razıyız…
Görmüyor musunuz? Partiniz bu mezhepçi politika yüzünden ülkemizi ve Ortadoğu’yu
ne hale getirdi? Hadi milletten, yasalardan korkmuyorsunuz bari Allah’tan korkun…
***
Bu derin haksızlığa engel olması gereken kurum ise, partiyi değil devleti temsil eden valiler ve kaymakamlardır. Biliyorum; Anadolu’daki AKP il ve ilçe teşkilatları valileri ve kaymakamları baskı altına almışlardır, hatta bir tür siyasi tutsak gibi kullanmaktadırlar. AKP örgütleri;
hizmeti kendilerine oy veren Sünni köylere, mahallelere götürmek üzere yemin etmişlerdir. Bunlar adil davranmaya çalışan valileri, kaymakamları parti yönetimine şikayet ederek
görevden aldırmaktadırlar. İşte bu insafsız baskı yüzünden Anadolu’daki Alevilere hizmet götürülemez hale gelmiştir.
Yine de değerli valilerimizi ve kaymakamlarımızı makamlarına yaraşır bir tutum takınmaya davet ediyorum: Hiç değilse bundan sonraki hizmetleri; yoğun mahrumiyet içindeki bu köylere yönlendirin…
*****
UYAN DAVUTOĞLU!
Buradan, her konuşmasında haktan, adaletten, milli iradeden bahseden
Başbakan Ahmet Davutoğlu’na sesleniyorum:
Sayın Başbakan!
Derhal valilere bir genelge yolla… Sünni köy ve ilçelere yapılan hizmetin aynı kalitede
Alevi köylerine de yapılması için emir ver. Bunu kontrol etmek için müfettişler görevlendir.
İkinci genelgeyi de AKP il ve ilçe teşkilatlarına gönder. Onları; mezhepçi uygulamalardan ve baskılardan uzak durmaya davet et.
***
Bu önlem, Türkiye’nin iç güvenliği açısından da önemlidir.
Çünkü, AKP hükümetlerinin 13 yıl boyunca Alevilere karşı uyguladığı bu ayrımcılık;
ülkeyi karıştırmaya çalışan kimi odaklar tarafından kullanılmak istenmektedir.
Başta DHKP-C ve PKK olmak üzere; bu tür örgütler Alevi gençlere; bu ayrımcı, inkârcı,
hatta düşmanca uygulamaları gösterip onları kendi yanlarına çekmeye çabalamaktadırlar.
Bunu önlemenin 1. yolu, önce yerelde yapılan bu ayrımcılığa kesinlikle son vermekten geçmektedir.
İkincisi ise Alevi toplumunun sorunlarına sahip çıkmak, bu kesimin barışçı ve demokratik taleplerini kabul etmektir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
– Cemevlerinin ibadethane kabul edilmesi,
– Alevi toplumuna da bütçeden (AS: Diyanet bütçesinden) pay ayrılması,
– Alevilik öğretisinin Alevi geleneğine göre eğitim sistemine eklenmesi,
– Din dersi eğitiminin zorunlu olmaktan çıkartılması,
– Dedelere ve cemevi görevlilerine kadro verilmesi…
Eğer Başbakan Davutoğlu bu talepleri acilen gündeme getirir de beklentiler doğrultusunda
çözer ise tarihsel bir karar almış olacak ve hayırla anılacaktır.
Küçük de olsa bir umudum var ve o küçük umuda sarılmış beklemekteyim…

==================================

Dostlar,

Değerli yazar ayın Rıza Zelyut‘a bu yazısı, uyarısı, çağrısı için teşekkür borçluyuz..

Biz de benzer sorunları gözledik Şeker Bayramında.
Memleketimiz olan Tunceli / Hozat‘a geldik.
Oradan da köyümüz Karaca‘ya..
Karaca Hozat’a, varolan dağyolundan yaklaşık 4-5 km.
Ancak 30 yıl önce nasıl bıraktı isek öyle..
Koca koca taşlar “yolda” ve ya lastikleriniz parçalanacak, ya aracınızın altını vurarak
arıza yapacak ya da debriyajınız sıyıracak.. Çok hazin.. Bu yol üstelik öbür köylere de uzanan başlangıç.

Daha hazin olanı ise kağıt üstünde bu yolun asfalt görünmesi!?.

Bu neden ve nasıl böyledir, anlamak olanağı yoktur.
Köyümüz Karaca ve uzantısı mezra ve köylerin sakinlerinin Hozat kaymakamlığına
yol yapımı için başvurularında aldıkları yanıt ise “ödenek yokluğu”..

Sayın Elazığ Valisi ve Hozat kaymakamının bu yol sorununa “artık” el atması gerek.

Karaca köyündeki kutsal emanetler nedeniyle yoğun bir ziyaretçi trafiği var.

Eski Ovacık yolundan ayrılarak Köye erişim de benzer biçimde aşırı taşlı yol nedeniyle
son derece güç ve riskli..

Sayın Vali ve Kaymakamın görev namuslarına sunuyoruz bu onyılların çözül(e)meyen
yol sorununu..

Sevgi ve saygı ile.
2 Ağustos 2015, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

GÖRSELLERLE TÜRKİYE – 02 Ağustos 2015


GÖRSELLERLE TÜRKİYE – 02 Ağustos 2015

Slide1 Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yoruma – ek söze gereksinim var mı??

Sevgi ve saygı ile.
2 Ağustos 2015, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP – RTE’nin YÜZ KIZARTICI SURİYE POLİTKASI ve GELİNEN YER

AKP – RTE’nin YÜZ KIZARTICI
SURİYE POLİTKASI ve GELİNEN YER


Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 


Ortadoğu ve özellikle Suriye konusunda uzman gazeteci – yazar Sayın Hüsnü Mahalli
,
özellile son 4 yıldır, Suriye’ye dönük iğrenç – kanlı emperyalist güruhun saldırısından bu yana adeta bir pusula hatta kutup yıldızı gibi bize yol göstermekte. Yazıları, yorumları, TV programlarındaki katkıları büyük ölçüde doğrulandı.

Esad sizi savundu başlıklı yazısı on yılların en önemli makalelerinden biri (https://ahmetsaltik.net/2015/08/01/husnu-mahalli-esad-sizi-savundu/).
Söz konusu yazısında rica ettiği gibi, birkaç kez okunmalı ve üzerinde düşünülerek paylaşılmalı.
Bu yazının canalıcı bölümünü paylaşalım :

*****

Suriye dünyanın en gaddar, kanlı, aşağılık ve insanlık dışı evrensel bir saldırıya karşı koydu. Bu direniş ve karşı koyma bölgemizi ve dünyayı büyük bir beladan kurtardı.
Suriye direndi diye Mısır halkı ve ordusu Müslüman Kardeşleri devirdi.
Suriye direndi diye Tunus halkı Müslüman  Kardeşlerden kurtuldu.
Suriye direndi diye Lübnan İslamcıların eline geçmedi.

Suriye direndi diye Erdoğan’ın halifelik ve
sultanlık hayalleri çöktü.

Çöktüğü için de Erdoğan bu kadar kızdı Esad ve Sisi’ye.
Çöktüğü için de hep mezhepsel söylemlerini ön planda tuttu.
Kılıçdaroğlu’na bile ‘ Alevi olduğun için Alevi Esad’a destekliyorsun’ dedi.
Peki liberallerimiz, sözde solcu aydınlarımız, garip demokratlarımız ne yaptı.’Arap Baharı’nı destekledi ve utanmadan ‘ Diktatör Esad da devrilmeli’ dedi.
Geldikleri nokta ortada. Çok net, açık ve keskin ifadelerle söylüyorum :

Suriye ordusu, halkı, güvenlik güçleri ve Esad direnmeseydi
bugün başta Türkiye olmak üzere tüm coğrafyamız kapkara olacaktı.

Ana şemsiye Müslüman Kardeşler altında tüm ruh hastası, sapık ve mezhepçi
öldürmeye programlanmış katil sürüleri her tarafı yönetecekti.Bir düşünün görüntüleri bile ürpertici olan IŞİD, Nusra, ÖSO ve benzeri yüzlerce çetenin yüzbinlerce ruh hastası elemanları etrafımızda dolaşacak ve hepimize çağ dışı bir yaşam biçimini zorla kabul ettirecekti. İnanın bana böyle olacaktı.
*****

Suriyeli yiğit direnişçi kardeşlerimize ve onların önderi meslektaşımız tıp doktoru
(göz hastalıkları uzmanı) Beşar Esad‘a, bu haklı kavgalarında kararlı anti-emperyalist duruş sergileyerek başından bu yana Suriye’ye destek veren komşularımız İran ve Rusya ile uzaklardaki dev Çin’e, Lübnan’a… çooook teşekkür borçluyuz.

Türkiye ise bu süreçte 4 yıldır onursuz ve sefil bir dış politika izledi :

– Emperyalizmin safında yer aldı, dahası maşası ve taşeronu oldu
– Komşusunu hasım edinerek Batı emperyalizminin gözüne girmek istedi
– Suriye’de iç savaşı, rejime karşı kalkışmayı en geniş anlamda destekledi
– Dünyanın her yerinden gönderilen ücretli IŞİD cihatçılarını topraklarından geçirdi..
– Yaralı IŞİD cihat militanlarına sağlık hizmeti verdi, sakladı, barındırdı
– MİT TIR’ları ile silah ve cephane yolladı ve halkına gerçekleri söylemedi
– “Şam’da Emevi camisinde namaz kılacağız” diye psikolojik savaş yürüttü.
– BM’nin sınırların değişmezliği ilkesini, sıranın kendine geleceğini görmeden
derin aymazlık içinde Batı emperyalizmine vekaleten çiğnedi..
– Milyonlarca masum Suriye’linin mülteci – sığınmacı olmasına yol açtı.
– 1,5 milyona yakın Suriyeli yurtsever insan, çoğu Alevi – Şii olmak üzere öldürüldü,
onbinlerce masum kadının ırzına geçildi.
– Türkiye bu süreçte çağ dışı Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle utandıran işbirliği yaptı.
– ABD’nin maşası – aleti olarak, Suriye’nin meşru Esad rejimine ve masum halkına karşı savaşmak üzere ne idüğü belirsiz lejyonerlerin “eğit – donat” sefil projesine katıldı.
– 
Büyük ATATÜRK’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” savsözünü çiğnedi..
– Sonunda “haydut devlet” sınırına geldi.. Yöneticileri “İnsanlık suçu işledikleri” savıyla Uluslararası Ceza Mahkemesine verildi.
– Ve…. şimdilerde düne dek yaptıklarının tersini yapma başladı.. Kullanıldı ve Batı politikalarını değiştirdiğinde Türkiye’ye de tükürdüğünü yalamak düştü..
Erdoğan düne dek IŞİD’in aleyhine ağzını açmaz, “terörist” bile demezken bugün
bu kanlı Vehhabi örgütün üstüne yürümek zorunda kaldı – bırakıldı..
Şimdilerde, içerde zorladığı kanlı karmaşa (kaos) ortamında / ortamıyla
erken seçim senaryosundan kendisini ve AKP’sini kurtaracağını sanıyor..

*****

Bunca vebal asla cezasız – yaptırımsız kalmaz, kalamaz.
Tanrı kavramına, tanımına, adaletine…… sığmaz..
Bu canavar politikaların siyasal ikballeri uğruna aleti olanlar mutlaka ama mutlaka yasal hesabını vermelidirler, vereceklerdir.

Ortadoğuda barışın önünde en büyük engel AKP ve RTE’si ya da RTE ile AKP’sidir.
Dünya kamuoyunun geldiği son nokta budur..
Bu tablo Türkiye adına çoook hazin ve yerin dibine batıracak ölçüde utanç vericidir.
Türkiye bu günahkar ve sabıkalı “ikili” den (AKP – RTE) bir an önce kurtulmalıdır.

AKP’yi asla içermeyen / kesinkes dışlayan bir hükümet asgarinin asgarisi müşterekle
kurulmaya çabalanmalı ve kan akışı bir an önce ancak böyle durdurulmalıdır.
Bu olağanüstü hükümet salt erken seçime dek, erken seçim için bile olabilir.
Uzatmalı – işgalci – gaspcı AKP iktidarı yönetiminde seçime asla gidilmemelidir!
Bu da yapılamıyorsa en yakın erken seçimde Türk ulusu bu kez AKP’yi,
bir daha doğrulamayacak biçimde sandığa gömmelidir..

Başka kurtuluş yolu kalmamıştır.

Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Yozgat

Yazının pdf biçimi :
https://ahmetsaltik.net/2015/08/01/akp-rtenin-yuz-kizartici-suriye-politkasi-ve-gelinen-yer/

Hüsnü Mahalli : Esad sizi savundu

Esad sizi savundu

‘Arap Baharı’ denilen o rezil oyun ile birlikte Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara taşındı. İktidar değişimi ile Müslüman Kardeşlerin gücü Yemen’de arttı. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ile Müslüman Kardeşler ve her türlü İslamcı grup ülkeyi darmadağın etti.
Sıra Suriye’ye gelmişti.Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere Körfez ülkeleri, AKP yönetiminde Türkiye ve ‘Suriye Dostu Grubu’ adı altında toplaşan yüz kadar emperyalist, sömürgeci ve işbirlikçisi ülke Suriye halkının üzerine çullandı.
2008-2009’da Kerry’nin iki kez  ‘Bölgenin en çağdaş, laik ve umut veren lideri’ dediği Esad,
aniden ‘zalim, diktatör ve halk düşmanı’ ilan edilmişti. İlan edenler arasında en ilginç olanları ise dünyanın en geri kalmış, çağ dışı, ilkel, bağnaz, rezil, ahlaksız ve demokrasi ve özgürlüklerle zerre kadar ilişkisi olmayan Arap Kral, Emir ve Şeyhleri var. Bu kral, emir ve şeyhlerin milyarlarca doları Türkiye üzerinden Suriye’ye akmaya başladı.
Bu dolarlarla dünyanın dört bir yanından binlerce ruh hastası, sapık ve katil Suriye’ye taşındı.
Türkiye üzerinden.. Herkes için tek bir slogan ve amaç vardı :
‘Biz Sünniler el ele verip kafir Alevi Esad ve Suriye’deki tüm Alevi ve Şii yandaşlarını
yok etmeliyiz’. 
Herkes bu amaca yönelik hareket etmeye başladı.
Alevi ve Şii köy, kasaba ve şehirler hedef seçildi.
Haziran 2011’deki ilk terörist saldırılardan bu yana her Alevi ve Şii ailede en az iki şehit var.
O günden bu yana ordu, güvenlik güçleri ve halk savunma gruplarından on binlerce şehit düştü.
Birçoğu da hunharca ve vahşice şehit edildi.
Ama Esad, Suriye devleti, ordusu ve halkı direndi.
Dünya tarihinde böyle bir mücadele görülmemiştir.
Suriye dünyanın en gaddar, kanlı, aşağılık ve insanlık dışı evrensel bir saldırıya karşı koydu. 
Bu direniş ve karşı koyma bölgemizi ve dünyayı büyük bir beladan kurtardı.
Suriye direndi diye Mısır halkı ve ordusu Müslüman Kardeşleri devirdi.
Suriye direndi diye Tunus halkı Müslüman  Kardeşlerden kurtuldu.
Suriye direndi diye Lübnan İslamcıların eline geçmedi.

Suriye direndi diye Erdoğan’ın halifelik ve
sultanlık hayalleri çöktü.

Çöktüğü için de Erdoğan bu kadar kızdı Esad ve Sisi’ye.
Çöktüğü için de hep mezhepsel söylemlerini ön planda tuttu.
Kılıçdaroğlu’na bile ‘ Alevi olduğun için Alevi Esad’a destekliyorsun’ dedi.
Peki liberallerimiz, sözde solcu aydınlarımız, garip demokratlarımız ne yaptı.’Arap Baharı’nı destekledi ve utanmadan ‘ Diktatör Esad da devrilmeli’ dedi.
Geldikleri nokta ortada. Çok net, açık ve keskin ifadelerle söylüyorum :
Suriye ordusu, halkı, güvenlik güçleri ve Esad direnmeseydi
bugün başta Türkiye olmak üzere tüm coğrafyamız kapkara olacaktı.
Ana şemsiye Müslüman Kardeşler altında tüm ruh hastası, sapık ve mezhepçi
öldürmeye programlanmış katil sürüleri her tarafı yönetecekti.Bir düşünün görüntüleri bile ürpertici olan IŞİD, Nusra, ÖSO ve benzeri yüzlerce çetenin yüzbinlerce ruh hastası elemanları etrafımızda dolaşacak ve hepimize çağ dışı bir yaşam biçimini zorla kabul ettirecekti.İnanın bana böyle olacaktı.

Şimdi onların işgali altındaki Suriye ve Irak bölgelerinde bunlar oluyor.
İnanın bana böyle bir yaşama bir hafta bile dayanamazsanız.
Esad direnmeseydi Türkiye şimdi yaşadığı karanlığın bin katını yaşayacaktı.
Siyasal, sosyal, kültürel, dinsel ve mezhepsel olarak.
Suriye halkı direndi hepimiz kazandık.
Kazandığımız için birileri çıldırıyor.
Kazandığımız için Suriye’yi  dağıtmak için her türlü ihanetin içine giriyorlar.
Allah’ın kutsadığı Şam’a dokunanlar bir gün gelir Allah tarafından cezalandırılacaktır.

Ben buna inanıyorum ve Suriye direnişinden onur duyuyorum.
Barış, dostluk, kardeşlik, sevgi ve insanlıktan yana herkes adına.
Ne olur bu yazıyı 2-3 kez okuyun ve neden doğru söylediğimi anlayın.
Çünkü Suriye, Türkiye ve tüm coğrafyamızın sizin sağ duyu, dayanışma ve
desteğinize ihtiyacı var.
Suriye kurtulursa size de birilerinden ve onların karanlık dünyalarından kurtulacaksınız.

===================================

Dostlar,

Ortadoğu ve özellikle Suriye konusunda uzman gazeteci – yazar Sayın Hüsnü Mahalli,
özellile son 4 yıldır, Suriye’ye dönük iğrenç – kanlı emperyalist güruhun saldırından bu yana adeta bir pusula hatta kutup yıldızı gibi bize yol göstermekte.
Yazıları, yorumları, TV programlarındaki katkıları büyük ölçüde doğrulandı.

Bu yazısı on yılların en önemli makalelerinden biri. Dilediği gibi birkaç kez okunmalı ve üzerinde düşünülerek paylaşılmalı.

Suriyeli yiğit direnişçi kardeşlerimize ve onların önderi meslektaşımız tıp doktoru
(göz hastalıkları uzmanı) Beşar Esad‘a, bu haklı kavgalarında kararlı anti-emperyalist duruş sergileyerek başından bu yana Suriye’ye destek veren komşularımız İran ve Rusya ile uzaklardaki dev Çin’e, Lübnan’a… çooook teşekkür borçluyuz.

Türkiye ise bu süreçte 4 yıldır onursuz ve sefil bir dış politika izledi :

– Emperyalizmin safında yer aldı, dahası maşası ve taşeronu oldu
– Komşusunu hasım edinerek Batı emperyalizminin gözüne girmek istedi
– Suriye’de iç savaşı, rejime karşı kalkışmayı en geniş anlamda destekledi
– Dünyanın her yerinden gönderilen ücretli IŞİD cihatçılarını topraklarından geçirdi..
– Yaralı IŞİD cihat militanlarına sağlık hizmeti verdi, sakladı, barındırdı
– MİT TIR’ları ile silah ve cephane yolladı ve halkına gerçekleri söylemedi
– “Şam’da Emevi camisinde namaz kılacağız” diye psikolojik savaş yürüttü.
– BM’nin sınırların değişmezliği ilkesini, sıranın kendine geleceğini görmeden derin aymazlık içinde Batı emperyalizmine vekaleten çiğnedi..
– Milyonlarca masum Suriye’linin mülteci – sığınmacı olmasına yol açtı.
– 1,5 milyona yakın Suriyeli yurtsever insan, çoğu Alevi – Şii olmak üzere öldürüldü,
onbinlerce masum kadının ırzına geçildi.
– Türkiye bu süreçte çağ dışı Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle utandıran işbirliği yaptı.
– ABD’nin maşası – aleti olarak, Suriye’nin meşru Esad rejimine ve masum halkına karşı savaşmak üzere ne idüğü belirsiz lejyonerlerin “eğit – donat” sefil projesine katıldı.
– Büyük ATATÜRK’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” savsözünü çiğnedi..
– Sonunda “haydut devlet” sınırına geldi.. Yöneticileri “İnsanlık suçu işledikleri” savıyla Uluslararası Ceza Mahkemesine verildi.
– Ve…. şimdilerde düne dek yaptıklarının tersini yapma başladı..  Kullanıldı ve Batı politialarını değiştirdiğinde Türkiye’ye de tükürdüğünü yalamak düştü.. Erdoğan düne dek IŞİD’in aleyhine ağzını açmaz, “terörist” bile demezken bugün bu kanlı Vehhabi örgütün üstüne yürümek zorunda kaldı..

*****

Bunca vebal asla cezasız – yaptırımsız kalmaz, kalamaz.
Tanrı kavramına, tanımına, adaletine…… sığmaz..
Bu canavar politikaların siyasal ikballeri uğruna aleti olanlar mutlaka ama mutlaka yasal hesabını vereceklerdir.

Ortadoğuda barışın önünde en büyük engel AKP ve RTE’si ya da RTE ile AKP’sidir.
Dünya kamuoyunun geldiği son nokta budur..
“Stratejik Derinlik” adlı 500 sayfalık kitabın yazarı, Boğaziçi Üniversitesi hocası,
Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi uzmanı Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu
çıkmaz sokağı neden göremez, görmez, anlaşılır bir olgu değildir!
Bu tablo Türkiye adına çoook hazin ve yerin dibine batıracak ölçüde utanç vericidir.
Türkiye bu “ikili” den (AKP – RTE) bir an önce kurtulmalıdır.
AKP’yi içermeyen / dışlayan bir hükümet kurulmaya çabalanmalı ve kan akışı ancak böyle durdurulmalıdır. Bu hükümet salt erken seçime dekr bir olgu bile olabilir. Uzatmalı – işgalci – gaspcı AKP iktidarı yönetiminde seçime gidilmemelidir!
Bu da yapılamıyorsa en yakın erken seçimde Türk ulusu bu kez AKP’yi bir daha doğrulamayacak biçimde sandığa gömmelidir..
Başka kurtuluş yolu kalmamıştır.Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Merdan YANARDAĞ : GEÇİT VERMEYECEĞİZ

GEÇİT VERMEYECEĞİZ

Yurt'un Sesi

Erdoğan, Çin’den savaş ilan etti!

Kime karşı?
AKP’nin Cumhuriyet’i yıkıp yerine dinci/mezhepçi bir faşizan dikta düzeni kurmasını engelleyen bütün toplum kesimlerine karşı…

Başka?
Kendisini diktatörlük yetkileriyle donatacak başkanlık rejimine geçit vermeyen bütün
siyasal güçlere karşı…
Başka bir anlatımla, Erdoğan ve dinci kadrosu Türkiye’nin bütün ilerici, aydınlanmacı, halkçı, toplumcu, yurtsever ve demokratik güçlerine bir saldırı başlattı.

Dört gündür Erdoğan ve AKP’nin kanlı kaos planını açıklıyor ve toplumu,
sorumluluk mevkisinde bulunan bütün yöneticileri, aydınları ve dünyayı uyarıyoruz.
Cumhuriyeti yıkan Erdoğan ve militan islamcı ekibi, yerine kendi mezhepçi rejimlerini kuramadı. Bugün yaşadığımız gerilimin bütün nedeni ortaya çıkan bu boşluk ve belirsizlik durumudur. Bir fetret durumu oluştu. Cumhuriyet yıkıldı, ama yerine ılımlı da olsa
bir şeriat rejimi tam olarak kurulamadı.

Erdoğan Anayasayı değiştirip, başkanlık sistemine geçerek Cumhuriyetin bütün kazanımlarını tarihe gömmek istiyordu. Bunu yapamadı. Hırçınlığının nedeni budur.

Bu stratejik planlamayı -ki buna açıkça karşı devrim diyebiliriz- bozan iki tarihsel etken oldu. Birincisi, Gezi/Haziran direnişi. İkincisi ise, 7 Haziran 2015 seçimleri.

İşte bu nedenle Erdoğan, inisiyatifi yeniden ele geçirerek karşı devrim sürecini sonuçlandırmak için, ülkede ve bölgede kaos planını devreye soktu.
Kanlı bir plan bu… Bir tür darbe!

Bu planı bozacak olan güç, Haziran direnişinin meydanlarda ve caddelerde oluşturduğu
geniş halk cephesidir.

====================================

Dostlar,

“Keskin Kalem” mahlasıyla yazılan makalelerin Sayın Merdan Yanardağ‘ın kaleminden çıktığı YURTta açıklanmıştı. Sayın Yanardağ, gerçekten de “çok keskin” saptamalarda bulunmakta, köktenci (radikal) çözümler önermekte.

Yazdıklarına büyük ölçüde katılıyoruz..
Şu paragrafı özellikle öne çıkarmak gerekiyor :

“…Erdoğan, inisiyatifi yeniden ele geçirerek karşı devrim sürecini sonuçlandırmak için, ülkede ve bölgede kaos planını devreye soktu. Kanlı bir plan bu… Bir tür darbe!”
Böylesine net ve apaçık yazılmalı.. Bizim de yaptığımız gibi..
Çünkü yalın gerçek bu!
Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Levent Gültekin : Ülkemizi mahvettiniz!

Levent Gültekin :
Ülkemizi mahvettiniz!

*****

Aralarında ‘Gerçeği gören namuslular’ da var,  az da olsa… æ

Araya yorumlarını ekleyerek gönderen : Prof. Dr. D. Ali ERCAN, 01.08.2015

*****

Ülkemizi mahvettiniz!

Levent Gültekin
levent gultekin 2
İslamcılar olarak yıllarca geçmiş hükumetlerden yakındık. ‘Ne kadar beceriksiz’  olduklarından şikayet ediyorduk. Türkiye’yi bir ‘uydu ülke’ konumunda tutan politikalardan rahatsızdık. Çoğunluğu gençlerden oluşan nüfusumuzun eğitim ve iş imkanlarının kısıtlı olmasına üzülüyorduk. ‘Türkiye esasında çok büyük bir devlet olabilirdi, ama dış güçler ve yerli piyon yöneticiler bunu engelliyordu.’ 

Böyle düşünüyorduk. Sonra siz iktidara geldiniz sevgili İslamcılar. Sanayide, bilimde, teknolojide, eğitimde, sanatta ve daha birçok alanda ne kadar geri kaldığımıza bakmadan büyük devlet havasına girdiniz. Batılılardan aldığınız borç parayla (Ve de 80 yıllık Cumhuriyetin alın teri birikimlerini, Limanları, Bankaları, Ormanları, Madenleri, Irmakları, Barajları, Özelleştirme adı altında hovardaca satıp savurarak æ) üç hastane, beş hava alanı, bilmem kaç km
yol yapınca büyük devlet olduğumuzu sandınız. Tıpkı, yıllarca eleştirdiğimiz emperyalistler gibi…

‘Eğitim sistemini düzeltememiş, iç barışını sağlayamamış, Dünyaya katkı sunacak tek bir değer üretememiş bir ülke büyük devlet olmaz. Önce bu alanlarda mesafe kat etmek gerek, hayale kapılmayın’ dedik ama dinletemedik. Zihinsel yetersizliğinizden kaynaklanan özgüven patlamasıyla (hırslı, kindar, dindar cahil cesaretiyle æ)  ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ felsefesini bir tarafa bırakıp büyük devlet olmadan, büyük devlet gibi davranmaya başladınız. Daha kendi halkınızın tümüyle konuşabilecek bir dil geliştirmeden Orta doğu halklarına liderlik taslamaya yeltendiniz.
Suriye meselesi patlak verdiğinde akıl almaz bir politika uyguladınız. Tıpkı, yıllarca eleştirdiğimiz emperyalistler gibi, bir ülkenin iç işlerine karışıp rejim değiştirmeye kalkıştınız. ‘Yapmayın’ dedik. ‘Eğer Suriye’nin başına bir iş gelirse Türkiye bu yükün altından kalkamaz’ diye adeta yalvardık. ‘Çatışmanın tarafı olmayalım. İnsani yardım yapalım. Gelenlere kapımızı açalım. Gerekirse arabulucu olalım. Ama ateşe benzin taşımayalım. Barıştan sapmayalım’ dedik ama dinlemediniz.
Sığ ve temelsiz bir hayal ve ihtiras uğruna Suriye’deki felakete ortak oldunuz.
‘Eğer İslamcı militanların Suriye’de toplanmasına destek olursanız, Hatay’ı Antep’i bu insanlara üs yaparsanız burası Pakistan olur dediğimizde bizi ‘Esadcı’ deyip aşağıladınız.
‘Suriye parçalanırsa orada bir Kürt devleti çıkar. Türkiye kendi Kürt sorununu henüz çözmemiş. İç barışını sağlayamamış. Suriye’deki muhtemel bir Kürt devleti oluşumunda sağlıklı bir tutum belirleyecek durumda değil’ dediğimizde ‘Suriye’de devlet olacak kadar Kürt yok’ diyerek bize cahil muamelesi çektiniz. (Suriye’de ~2 milyon Kürt yaşıyor. æ) 
‘Orta doğu’da bir mezhep çatışması var. Her gün yüzlerce insan ölüyor. Alevilerin sorunlarını bir an önce çözün. Çünkü Suriye’deki mezhep savaşından Türkiye de etkilenir’ diye defalarca yazdık. Fakat siz, bırakın Alevilerin sorunlarını çözmeyi, tam da böyle hassas bir dönemde 3. köprüye bu ülkenin Alevi vatandaşlarını incitecek bir isim (Türkiye’de her ~ 250 erkekten birinin adı olan ‘Yavuz’  sıfatı, aslında Osmanlı Padişahı Sultan Selim’in soykırım uyguladığı Türkmenler/Kızılbaşlar tarafından  bu Padişaha verilmiş bir lakaptır….  æ) koydunuz. Tüm bu yazdıklarımız arşivlerde kayıtlı.
Evet uyardık. Allah şahit ki adeta yalvardık. Fakat bize ‘vatan haini’,  ‘satılmış’,
‘Esadcı’, ‘Tayyip Erdoğan düşmanı’ diyerek sesimizin duyulmasının önüne geçtiniz.
Ve bildiğinizi okudunuz.
Şimdi ülkemizin nasıl bir belayla karşı karşıya kaldığını hepimiz görüyoruz.
Evet, Türkiye yerinde sayıyordu. Ama gene de büyüme, gelişme, ilerleme ihtimali vardı. Artık ne yazık ki sizin elinizde yaşam savaşı veren bir ülkeye dönüştü.
Ve sizin politikalarınızın neden olduğu felaketten sonra ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ felsefesinin ne kadar kıymetli olduğunu anladık. Türkiye’yi yoktan var edenlere
burun kıvırırken, Türkiye’yi ölüme götüren insanlar olup çıktınız. 
Bundan daha acı
ne olabilir?
Benzer bir durumu ‘barış süreci’nde de yaşadık. ‘Kürt sorununu çözüyoruz’ diye barış süreci başlattınız. O kadar kurnazca, o kadar hesaplı, o kadar çıkarcı davranıyordunuz ki bunu hepimiz görüyorduk. ‘Kürt sorununu çözmek için yüksek bir demokrasi gerekli. Fakat siz demokratik standartları düşürürken Kürt sorununu çözmeye çalışıyorsunuz
bu böyle olmaz’ dediğimizde bizi ‘Barış karşıtı’ ilan ettiniz. ‘Bölge giderek karışıyor. Bölge dengeleri bu işin çözümünü zorlaştıracak. Bir an önce adım atın’dediğimizde
yine her zamanki gibi bizi ‘takıntılı muhalif’ilan ettiniz. Yaklaşık bir yıl önce bir TV kanalında, ‘Her iki taraf da barış sürecini kendine kazanım elde etmek için kullanıyor.
PKK doğuda birçok ilde insanlardan vergi adı altında haraç almaya başlamış.
Devlet buna, çatışmaya meydan vermeden engel olmalı’ dediğim için beni adeta
linç ettiniz. İki yıl boyunca, her şeye göz yumdunuz. Sürecin istismar edilmesini görmezden geldiniz. Şimdi bunları bahane ederek yeniden silaha sarılıyorsunuz.
Tüm bu itirazlarımızın, uyarılarımızın hepsi arşivlerde duruyor. Suriye’de yaptığınız onlarca hata, barış sürecinde takındığınız hesaplı tutum ve yaptığınız yanlışlar
şimdi ülkemizi büyük bir felaketle karşı karşıya bıraktı. Tek isteğimiz bu ülkede
huzur içinde, ağız tadıyla, dostça, kardeşçe, özgürce, eşit bireyler olarak yaşamaktı.
Ne yazık ki iktidarda kalmak uğruna bu umudumuzu yerle bir ettiniz.
Demokrasimizi geliştirip, iç barışı sağlayıp, barışçı politikalarla ülkemizi bölgenin
bu kanlı olaylarından en az zararla çıkarabilirdiniz. Dahası, bölgemizdeki kanın durması, ateşin sönmesi ve yükselişin başlaması için ‘model ülke’ olmamızı sahiden sağlayabilirdiniz.
Fakat bunu değil, çatışmayı tercih ettiniz.
Benimsediğiniz çatışmacı ve dini hamasete dayalı siyasetle, Türkiye’yi çatışmanın tam da göbeğine oturttunuz. Böylece hem geçmiş birikimlerimizi, emeklerimizi harcadınız,
hem de geleceğimizi kararttınız.
Sadece gözümüz gibi koruduğumuz inancımızı değil, birliğimizi, bütünlüğümüzü sağlayıp bir millet olma hayallerimize büyük darbe vurdunuz. Üstelik ‘Yanlış yaptık bari ülkeyi yakmayalım’ deyip politika değişikliğine de gitmiyorsunuz.
Her şey apaçık ortada. Arşivler orada. Yaptığımız uyarılar, hatta yalvarma derecesine varan çağrılar… hepsi kayıtlı. Barış için, kan dökülmesin diye, ülkemiz batmasın diye haykıranları duymazdan gelip, yanlışta ısrar ettiniz.
Şimdi hepimiz o yanlış politikaların faturasını ödüyoruz.
Kırk katır mı, kırk satır mı tercihi ile baş başa kaldık. Başımıza gelen felakete bakıp, politika değişikliğine gideceğinize suçu ‘dış güçler’e atıyorsunuz.
Ne yaparsanız yapın. Ne söylerseniz söyleyin. Her şey hepimizin gözü önünde oldu, oluyor. Bülent Arınç daha birkaç gün önce ne demişti: “Biz iktidara mecburuz.”
Çatışmayı, savaşı yaygınlaştırarak belki iktidarınızı bir süre daha koruyabilirsiniz.

Fakat, bu ülkenin İslamcılarının iktidarda kalmak için Türkiye’yi bile gözden çıkardıklarını
tarih elbette yazacak. 

Dünyada, iktidarda kalmak için savaşı, çatışmayı, düşman yaratarak var olmayı seçen hiçbir siyasetçi o çatışmadan kendini kurtaramadı. Bunun tek bir örneği yok.
Ülkemiz büyük bir yangın yerine dönmek üzere. Bu saatten sonra
kimin haklı olduğunun bir kıymeti yok. 
Hepimiz acı çekeceğiz.
Hep birlikte batıyoruz ve bu millete büyük bir bedel ödetiyorsunuz.
Bunu siz yapıyorsunuz. Sorumlu sizsiniz. Bu suç sizin. Hâlâ yalan söylüyor ve evlatlarımızı ateşe atıyorsunuz.
http://www.diken.com.tr/ulkemizi-mahvettiniz/=

============================================

Dostlar,
Bu ülkenin Levent Gültekin gibi içtenlikli dindar yurtseverlere gereksinimi var ve bereket yok olmadılar bu topraklardan…Sayın Gültekin’in yazdıklarını paylaşıyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.
Böylesine önemli bir yazıyı sitemize gönderen sayın hocamız Prof. Dr. D. Ali Ercan’a da..

Ülkemiz ve bölge için ağır bir güvenlik sorunu durumuna gelen AKP – RTE ikilisine
bir an önce basiret, nedamet ve sağduyu diliyoruz..
Görüp de susan, suça ortak olanlara da!
Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tayyip Çin’de geziyor – şehit çocukları ağlıyor; Türker ERTÜRK : Katilleri biliyorum!

Tayyip Çin’de geziyor
şehit çocukları ağlıyor!

Tayyip_Cin'de_geziyor_sehit_cocuklari_agliyor_SOZCU_31.7.15

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türker ERTÜRK : Katilleri biliyorum!

Dostlar,

Her 2 görsel de bizim sözlerimize yer bırakmayacak netlik ve çarpıcılıkta…

Türkiye insanının hızla uyanması gerekiyor..

Uyku sürdükçe “kan uykusu” olacak…

Serdar AKİNAN‘ın yazarı olduğu “KAN UYKUSU” kitabında olduğu gibi..

Serdar AkinanKan Uykusu                  :

Konusu BİNLERCE ŞEHİT, MİLYARLARCA DOLAR KAYIP… YILLARDIR SÜREGELEN TERÖR SORUNUNUN ELBETTE, TARİHSEL, SİYASAL,
SOSYAL, EKONOMİK ONLARCA NEDENİ VAR… BU SORUNLAR YILLARDIR TARTIŞILIYOR. ANCAK KAN UYKUSU BU TARTIŞMALARI DEĞİL,
HAKKARİ ÖZELİNDE 1993-1995 YILLARI ARASINDA YAŞANANLARI
ELE ALIYOR. BİR KOMUTAN VE BİNLERCE MEHMETÇİĞİN DESTANSI MÜCADELESİNİ ONLARIN AĞZINDAN..

General Osman Pamukoğlu, 1993-95 arasında Hakkari Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı yaptı. Bu dönem, Hakkari’de PKK’nın omurgasının kırıldığı yıllardır. Genelkurmay Başkanı’nı çileden çıkaran haber.. Ejder Harekatı gece yarısı
neden durduruldu? Barzani‘ye bağlı karakolda kim vardı? Binlerce Mehmetçik İran topraklarından neden döndü? Amerikan jetleri Skorsky helikopterleri neden vurdu?
İki PKK’lı Osman Paşa’ya hangi sırrı verdi? Görev yaptığı süre içinde muharebeleri
bizzat yöneten ve fiilen çatışmalara giren Osman Pamukoğlu Paşa ve komutasındaki askerler, 778 günde yapılanları muharebelerin ayrıntıları “Kan Uykusu“nda ..

*****

20 – 22 yıl öncesine geri mi döndürülüyoruz???

Buna izin vermemeliyiz…

Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kanlı Plan adım adım deşifre oluyor

​Kanlı Plan adım adım deşifre oluyor

YURT‘un açıkladığı ve Erdoğan-AKP kliğinin Meclis çoğunluğunu tekrar ele geçirmek için uyguladığı plana yönelik yeni kanıtlar ve adımlar doğrudan AKP yönetimince ortalığa saçılıyor ..
(YURT, 31.7.2015)

HABER ANALİZ/ ÇAĞLAR TEKİN

Erdoğan ve yandaşlarının tek başına iktidar için uygulamaya koydukları kanlı tezgah, Türkiye’yi belirsizlikler ülkesi haline getirdi.

Kan ve gözyaşı dinmiyor, çatışma, saldırı ve şehitler bitmiyor.

Tezgahın amacı şu                      :

Çatışma tırmandırılarak erken seçime gidilecek.
HDP baraj altı kalacak, 80 vekili AKP alacak.
MHP’deki radikal oylar da AKP’ye dönecek.
Böylece AKP tek başına iktidar, Erdoğan başkan olacak.

Kanlı tezgahı, AKP yöneticisi Atalay ve Akdoğan doğruladı. Atalay, teşkilatlara gönderdiği gizli yazıda %60’lık bloku nasıl çökerttiklerini anlattı,
Akdoğan, “Çözüm Süreci”nin başkanlık için feda edildiğini söyledi.

AKP ve Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayarak iktidardan düşürülmesinin ardından uygulamaya koyulan ve ülkeyi adım adım kanlı bir çatışma ortamına çeken planı gazetemiz ortaya koymuştu.

‘AKP’nin kanlı planı’ manşetiyle sürecin nasıl işlediğini ve gelecekte ne gibi adımlar atılacağını Genel Yayın Yönetmenimiz Merdan Yanardağ’ın kaleminden okurlarımıza ulaştırmıştık. Planda ülke adım adım kanlı bir çatışma ortamına sürüklenecek ve ardından da AKP’lilerin sıklıkla dillendirdiği, “koalisyon kaos demektir” tezi etrafında propaganda başlayacaktı. AKP Hükümeti şimdi, “koalisyonun adı bile yetti” diyerek
bu yolda ilerlemeye devam ediyor. Dün yaşanan gelişmeler de bu planın ilerleyişine yönelik çok sayıda işaret barındırıyor.

Son on günde ölenlerin sayısı şimdiden 50 kişiye ulaştı (AS: 20-20 Temmuz arasında
51 ölüm!
).
Daha dün 3 asker, bir polis ve bir sivil yurttaş yaşamını silahlı saldırılar ve çatışmalar sonrasında yaşamını yitirdi. Sınır ötesi hava operasyonlarında kaç kişinin öldüğü ise bilinmiyor. Yandaş basının verdiği doğruluğu kuşkulu kimi haberlerde
ölü sayısının 200’ü aştığı bile ileri sürülüyor.

Plan için fırsat Suruç katliamı               :

Planın esas kanlı ayağı ise Suruç katliamıyla başladı.
AKP Hükümetinin kuruluşundan başlayarak desteğini hiç eksik etmediği ve
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun adlandırmasıyla “Öfkeli gençler” yani cihatçı terör örgütü IŞİD‘in Suruç’ta 31 sosyalist genci katletmesiyle meşru zemin doğdu.
Suruç katliamının ardından, nasıl ve neden yapıldığına ilişkin hakkında çok sayıda yanıtlanmamış soru bulunan Ceylanpınar suikastıyla iki polisin öldürülmesi de saldırı için yeterli zemini sağladı. Suruç katliamıyla ilgili olarak HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş’ın, Tayyip Erdodğan’a bağlı “Yeni Gladyo” yapılanmasını suçlaması bu aşamada oldukça ilginç bir gelişme olarak kaydedilmeli.

Ardından PKK yöneticilerinin Kandil’den yaptıkları açaklamada, iki polisin öldürülmesini üstlendikleri ilk açıklamayı düzelterek, suikastın kendileri tarafından yapılmadığını
ileri sürmeleri de yine önemli bir gelişme olarak görülmeli.

Ülke içinde ve dışında IŞİD’e yöneldiği iddia edilen bir operasyon başladı.
Ancak operasyon sırasında mezhepçi terör örgütü IŞİD‘i incitmemek için adata olağanüstü bir duyarlık gösterildiği gözlemlendi. Öyle ki, gözaltına alınan kuşkulu sayısı 1350’ye ulaştığı halde bu rakamın yalnızca 150’sinin IŞİD üyesi oldukları açıklandı.
IŞİD üyeliği kuşkusuyla gözaltına alınanların ise yalnızca 8’i tutuklandı.

Bu durumda, operasyonlar sırasında 1200’e yakın kuşkulunun ise radikal sol örgütler ve PKK mensupluğu gerekçesiyle gözaltına alındığı ortaya çıktı. Dahası, bunların birçoğu tutuklandı.

     Bu arada İstanbul’un Bağcılar semtinde sosyalist bir genç kadın,
YURT’un polis tutanaklarındaki kayıtlardan ortaya çıkardığı üzere,
yargısız infaz (polis eliyle cinayet) sonucu öldürüldü.

Bu tablo ortada büyük sehtekarlığın bulunduğunu, AKP-Erdoğan iktidarının,
IŞİD’e yönelik operasyonu dejenere ederek, esas sol guruplara ve Kürt örgütlerine yönelik bir saldırı başlattığını ortaya koydu.

Erdoğan ve militan siyasal islamcı grubu,
böylece Türkiye’yi iç savaşa götürecek kanlı bir çatışma sürecini başlatmış oldu.

Bu durum, Erdoğan ve ekibinin, kendi mezhepçi faşizan rejimini kurabilmek için her türlü çılgınlığı yapabileceklerini gösterdi.

İlk itiraf Akdoğan’dan

Önceki gün AA’ya açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın,
HDP’ye yönelen eleştirileri ve Dolmabahçe Mutabakatı’nı dahi, neredeyse,
“gazozuma ilaç koydular” düzeyindeki bir gerekçeyle reddettiklerini ortaya koydu. Akdoğan’ın açıklamaları, çözüm sürecini Erdoğan’ın isteğiyle bitirdiklerini ve
bir erken seçimle HDP’yi baraj altına itmek ve bunu yaparken takındıkları tutumla MHP’den birkaç puan oy devşirerek tek başına iktidar olmayı hedefledikleri şeklindeki planı da dolaylı olarak itiraf etmiş oldu.

Atalay’ın talimat metni

AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay’ın parti teşkilatlarına yolladığı ortaya çıkan ve Taraf gazetesinin dün haberleştirdiği “gizli yazı” da Yurt’un ‘Kanlı Plan‘ haberini doğrular nitelikte. Habere göre Atalay yolladığı yazıda erken seçime hazır olunması talimatı veriyor teşkilatlara. Yazıda AKP karşıtı %60’lık bloğun dağıtıldığı ve AKP’nin psikolojik üstünlüğü yeniden ele geçirdiği vurgulanıyor. Atalay’ın mesajında HDP’ye yönelik tutumun sertleştirilmesi ve “HDP ikiyüzlü” mesajının verilmesi isteniyor. %60’lık bloğun kırılmasında, TBMM Başkanlığı seçimlerinin iyi bir başlangıç olduğunun altı çiziliyor.

Yandaş medyada itiraf gibi haber

Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Star Gazetesi de dünkü 1. sayfasından verdiği haberde, Cumhurbaşkanı’nın Çin gezisi esnasında da “operasyona yönelik mesaisini aralıksız sürdürdüğü” vurgulanıyor. Bunun anlamı şu; Anayasa gereği güncel siyaset dışında kalmak zorunda olan Cumhurbaşkanı, Çin gezisinden ‘Kanlı plana’a yönelik direktiflerini vermeye devam ediyor..

==============================================

Dostlar,

Galiba Türkiye’de kurgulanan ve sahnelenen kanlı oyuna en yerinde tanıyı
YURT Gazetesi koyuyor..

Yetkin, birikimli ve yürekli araştırmacı gazeteci-yazar ayın Merdan Yanardağ’ın genel yayın yönetmenliğini üstlenmiş olması bu gazeteyi günümüz koşullarında daha da değerli kılıyor.

Yapılan irdelemeye, haber – çözümlemeye katılmamak olanaklı mı?
Biz de 20 Temmuz 2015 Suruç kırımının komplo olduğunu il günden beri sitemizde işliyoruz.

40 katır mı / 40 satr mı??

Durumumuz böylesine ikilemde… Bir yanda AKP’nin dinci faşist diktatörlük dayatması öbür yanda Kürt ırkçılığı yaparak emperyalizmin maşalığına soyunan HDP – KCK ve Batı’nın silahlandırdığı çetesi PKK – PYD – YPG.. (IŞİD’i geçici ayraca alırsak..)..

Fakat Ulusumuzun sağduyusuna güveniyoruz..
AKP – RTE öyle bir ders alacak ki, kazdıkları kuyuya gömülecekler..
Sonrasında da kanlı planların yasal hesabını verecekler..
Bir halka bunca zulmü, bunca masum kanına – canına dayalı bir “meş’um politik hırsı”
Yüce Tanrı’nın sessizce izleyebileceğini hiiiiç ama hiiiiç sanmıyoruz…
Tabii bu sorunu göklere havale etmek yazgıcılığı anlamında değildir.
Nesnel politik – aklılcı – düşünsel savaşım sürdürülmeli, kitlelere gerçekler anlatılmalıdır.
CHP’ye tarihsel yaşamsal sorumluluk ve yükümlülükler düşüyor..
Gereğini yaparsa, sürüklendiğimiz erken seçimden en kazançlı CHP çıkabilir.

Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Atatürk döneminde topraksız köylüye toprak dağıtımı

Bu dönemde öncelikli olarak dini vakıfların arazilerine el kondu ve
bunların önemli bir kısmı yoksul köylüye dağıtıldı.
TOPRAKSIZ KÖYLÜYE VAKIF ARAZİSİ 

Eskişehir ilindeki 36 köyü kapsayan Mahmudu Sani Vakfı’na ait 1.270.000 dönüm arazi, 2613 sayılı Tapu Tahrir ve Kadastro Kanununa dayanılarak, 34 bin parsele ayrıldı ve
yerli halkın iskanına verildi. Ayrıca, 23 bin parselde 900.000 dönüm arazi de topraksız köylülere dağıtıldı.

Mahmudu Sani Vakfı’nın öbür topraklarının bir bölümü de Türkiye’ye gelen göçmenlere verildi. Mahmudiye Harası da vakıf arazisinden yapılan tahsisle kuruldu.
Ayrıca, göçmenlere, mübadillere ve yangın felaketlerinden zarar görenlere arazi verildi.
Silivri’de Sultan Beyazıt Vakfı’ndan 15.000 dönüm arazi Romanya’dan gelen göçmenlere dağıtıldı.

Saray ve Vize ilçelerinde bulunan Paşa Vakfı arazileri ise İcra Vekilleri Heyeti’nin
1 Aralık 1926 gün ve 4450 sayılı kararnamesi ile göçmenlere verildi.
Bunların dışında Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı 17 köyde bulunan Eyüp Nebi Vakfı’ndan 150.000 dönüm arazi, Amasya’nın Taşova ilçesinin köylerinde bulunan Hazinedar Süleyman Paşa Vakfı’ndan 25.000 dönüm arazi, Palu ve Karakoçan ilçelerine bağlı köylerde bulunan 30.000 dönüm vakıf arazisi, Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesi köylerinde bulunan 10.000 dönüm vakıf arazisi ve Aydın’ın çeşitli köylerinde
5.000 dönüm zeytinlik arazi, iç iskana tahsis edildi.
1925 yılında çıkarılan bütçe yasasının 25. maddesine göre, toprağa muhtaç ziraat erbabına, elde olan milli arazi, bedeli on yılda taksitle alınmak ve her haneye verilecek arazi miktarı ellerindeki toprakla birlikte azami 200 dönümü geçmemek üzere kıymet takdiri yoluyla 
dağıtılacak ve satılığa çıkarılacaktı. Bu hüküm 1934 yılına dek bütçe yasalarında korundu. Daha sonra, 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu’nun 56. maddesine dönüştü.
1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra 500 kadar ağa ve şeyh Batı illerine sürüldü.
1927’de Genel Müfettişlik kurulurken, hükümete o bölgede arazileri kamulaştırma yetkisi de verildi. 1927 Haziranında kabul edilen 1097 sayılı kanunla 1500 aile Batı’ya göç ettirildi. 2 Haziran 1929 tarih ve 1505 sayılı Yasa ile, Ağrı, Van, Muş. Bitlis, Hakkari, Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Elazığ vilayetlerinde, sürgüne gönderilen ağa ve şeyhlerin arazilerinin köylüye dağıtılması konusunda Hükümet yetkili kılınıyordu. Bu yasa, 1515 sayılı yasayla tamamlandı.
GÜNEYDOĞU’DA TOPRAK DAĞITIMI
1934 yılında kabul edilen Tapu Kanunu ile, sahipsiz toprakları kullanılır hale getirenlere bu arazilerin tapularının parasız olarak, kamuya ayrılmamış devlet arazisinde bağ ve bahçe kuranlara bu arazinin tapusunun vergi değerinin belirli bir oranı karşılığında verilmesi öngörülüyordu. 

1923-34 döneminde toprağa muhtaç yerli çiftçilere de 731 bin dönüm arazi dağıtıldı.
2510 sayılı Yasa hükümlerine göre, 21 Haziran 1934’ten 1938 yılı Mayıs ayına dek 48.411 topraksız veya az topraklı yerli çiftçi hanesine 1,5 milyon dönüm, 7.886 göçebe ailesine de 129 bin dönüm arazi dağıtıldı. 1940-44 döneminde ise Maliye Bakanlığına bağlı geçici komisyonlar tarafından 619 köyde 197 bin nüfuslu 53 bin aileye toplam 875 bin dönüm arazi dağıtıldı.
Atatürk döneminin yoksul köylüyü topraklandırma doğrultusundaki bu somut adımları unutulmamalıdır.====================================

Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Ekonomist Yıldırım Koç değerli bir tarama ile önemli bilgileri
bize sunuyor.

Mustafa Kemal Paşa döneminde kapsamlı bir Toprak Reformu birçok nedenle
ne yazık ki yapılamadı. Özellikle Doğu – Güneydoğu kökenli milletvekilleri (ağalar)
ve Batı’dan da benzer biçimde geniş toprakları olanlar yanaşmadılar. Dolayısıyla Türkiye feodaliteyi – toprak ağalığı kurumun tasfiye edemedi. Bu başarılsaydı, günümüzde Kürtçülük yapan kimi Kürt ağaları / Feodal beyleri ayrılıkçı bu kalkışmayı yapamayacaktı.


Her yıl 1 Mart’ta yapılan TBMM açılış söylevlerinden birinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa,
“Toprak reformunu Kamutay’ın (Meclisin) yüksek himmetinden beklerim..”


Doğu – Güneydoğudaki sorun da aslında “Kürt sorunu” olmayıp, bölge insanının özgürleştirilerek demokratik rejimin gönenç içinde 1. sınıf insanı kılınması olayıdır. Siyasal ve ekonomik demokrasiyi atbaşı götürerek tüm ülke insanlarını devlete, toprağa (ülkeye), rejime ve birbirine somut olarak bağlamak..


Assimilasyon değil integrasyon..
Yapılması gereken günümüzde de budur..
Ama Sevr takıntılı Batı emperyalizmi, bu sorun zerinden Türkiye’yi ve Türk milletini ayrıştırarak kanlı bir boğazlaşmaya itmekten utanıp sıkılmamaktadır.
O halde Yüce ATATÜRK‘ün tanımıyla

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine / halkına Türk Milleti denir..” tanımına sarılmak ve bu bölücü – kanlı emperyalist belayı defetmek gerekir.
Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı / Türkiye ahalisi = TÜRK MİLLETİ,
bu tarihsel doğru kararı vererek reel politiğin stratejik gereğini yapacak akla ve
birikime sahiptir.

Bıçak kemiğe dayandığından, bu rasyonel tepki – refleks mutlaka bu coğrafya insanınca sergilenecek, “beka kaygısı” şaşmaz stratejik kural olarak ağır basarak egemen olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
31 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com