Aylık arşivler: Aralık 2013

GEZİ’den kareler : Unutmayalım – Unutturmayalım.. 2013 Istanbul

GEZİ’den kareler : Unutmayalım – Unutturmayalım.. 2013 İstanbul

Dostlar,

GEZݑden kareler..

Anımsayalım..

Unutmayalım.. unutturmayalım..

31 Mayıs 2013 ve sonrası..

Başbakan RT Erdoğan’ın GEZİ için halkı hiçe sayan meydan okuması ve

  • “2 ayyaşın yaptığı yasa oluyor da bizimki niye olmasın?”
    sözü üzerine halkın ciddi rahatsızlığı..
  • 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13

0

1

 

Sevgi ve saygı ile.
6.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Atatürk’ün Kadın hakları devrimi.. 79 Yıl Sonra 5 Aralık 1934..


Dostlar
,

Atatürk’ün Kadın hakları devrimi.. 78 Yıl Sonra 5 Aralık 1934..

başlıklı yazımızdan bu güne 1 yıl daha geçti..

  • AKP iktidarı kadın haklarını budamayı sürdürüyor..

Türban ile baş bohçalama ve kadını sözde özgürleştirme masalları ile, çok çocukla, çocuk yaşta gelin ederek… sosyal yaşamdan koparma, 2. sınıf kılma, giderek bir yaşam ortağı olmaktan indirgeyerek TRT’de bir meczubun dile getirdiği gibi eş değil “zevce” ye çekmek.. Eve kapatıp bir tür seks kölesi kılmak, geniş yelpazeli  hizmetçi yapmak..
Bir yandan da dinsel inanç sömürüsüyle siyasal rant elde etmek..

  • Dinimizin gereği – emri” diye korkunç bir dinci faşizme yönelmek..

İnsanlık tarihi adına utanç verici, yüz kızartıcı..

İnsanlık onuru, yüzyılların AYDINLANMA savaşımı – birikimi ve
Türkiye’de 90 yıllık muazzam Cumhuriyet birikimi bu gerici kuşatmaları aşacak..

Geçen yılki sunumlarımızı yeniden paylaşmak istiyoruz..

ATATURK_ve_kadin_haklari

Turban_Meclis'te

 

kara_carsafli_ogretmen_Ayvalik

Çarşaflı öğretmen ilçeyi karıştırdı

Ayvalık‘taki bir ilkokulda Türkçe öğretmeni Elif Kısa’nın, okula ‘çarşaf’la geldiğini söyleyen bazı velilerin şikayeti üzerine Milli Eğitim Müdürlüğü soruşturma başlattı. İl Milli Eğitim Müdürü ise kıyafetin ‘çarşaf değil manto’ olduğunu iddia etti.  (19.9.2013)
carsaflilar_yobazlar_Laik_ Cumnuriyetin_bekcisi

Sevgi ve saygı ile.
5.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Dostlar,

Atatürk’ün Kadın hakları devrimi.. 78 Yıl Sonra 5 Aralık 1934..

konusunda Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan
(https://ahmetsaltik.net/5-aralik-1934-turk-kadinina-secme-secilme-hakki-taninmasinin-78-yili/)

ve Sayın Şahap Osman Aras’ın
(https://ahmetsaltik.net/5-aralik-1934-yasasi-ve-kadin-milletvekillerimiz/)

2 yazısına sitemizde yer verdik.

Sayın Ercan’ın yazısını sunarken şunları yazmıştık :

5 Aralık 1934, Türkiye tarihinde önemli bir dönemeç.

Büyük Atatürk
‘ün özünde ülkemizi ve insanımızı her yönüyle uygarlaştırmaya dönük olan devrimlerinden biri de elbette kadınlara dönüktü. Günümüzden 78 yıl önce
bu Devrim de bir yasa ile geçekleştirildi. O zamanki “erkek” Meclisin (tüm üyeleri
erkek olan Meclis!) 1/5′i bu devrim yasasına karşıt oy kullandılar.

Soralım : Mustafa Kemal Paşa diktatör ve rejim de diktatörlük olsa idi, yalnız CHP’den oluşan tek parti rejiminde 60′ı aşkın milletvekili bunu yapabilirler miyidi?
Örn. günümüzde AKP milletvekillerinden ayrık (istisna) birkaçı dışında
Başbakan RT Erdoğan’ın talimatı dışına çıkabilen var mı? Yoksa özgür birey olma yerine, biat kültürüyle, mürit gibi blok oy mu kullanıyorlar??

  • Kadın arkadaşlarımız, Atatürk devrim ve ilkelerine herkesten daha çok sahip çıkmak durumundadır.

Bu günü, 74 yıl sonra sevinç ve coşku ile karşılıyoruz.

  • Tüm Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkma bilincimiz ve kararlılığımızı yineleyerek..

*****************
Atatürk Cumhuriyeti’nin bu görkemli kazanımlarını korumak
ve giderek geliştirmek zorundayız.

  • Kadın arkadaşlarımızın, kendilerini insanlaştıran bu devrimleri
    öncelikle sahiplenmesi gerek.

Şimdi ise bizim Bolu ve İstanbul’da bu konuda verdiğimiz 2 ayrı görsel konferansın yansılarını sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Yansıları izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Kadin_Haklari_ve_Ataturk_Bolu_ve_Istanbul

Sevgi ve saygı ile.
5.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

“Önce bir rutin tetkiklerinizi isteyelim; onlarla birlikte gelin..”

 

“Önce bir rutin tetkiklerinizi isteyelim; onlarla birlikte gelin..”

Dostlar,

MR (Magnetik rezonans), bilgisayarlı tomografi (BT – CT), X (Röntgen) ışınları ve kanser gelişimi ile sağlığımız arasındaki ilişkilere değinen birkaç iletiyi
paylaşmak istiyoruz.

Ne yazık ki son zamanlarda “önce bir rutin tetkiklerinizi isteyelim,
onlarla birlikte gelin”
türünden bir yaklaşım yaygınlaştı ne yazık ki..

Bu olguda pek çok etmenin payı var :

1. Tıbbi tanıda teknik olanakların çok yetenekli duruma gelmesi ve
hekimin bireysel öykü alma – muayene etme ile elde edeceği zahmetli ve zaman alıcı verilerden yer yer daha değerli olabilecek somut kanıtları sunabilmesi..

2. Performans (!) baskısıyla hastalara ayrılan zamanın kısalması,
daha çok hasta bakma, işlem yapma… zorlanması.

3. Tanı amaçı lab. incelemelerinin de sağlık kurumunun kasasına parasal girdi sağlaması ve bundan sağlı çalışanının da bir ölçüde prim alması; kamu-özel
işverenin “girdi artsın ki, senin aylığını – primini ödeyebilelim” baskısı..

4. Yüksek tıbbi teknolojinin fetiş düzeyine tırmandırılması.

5. Halkın algılarında bu yöntemlerin kullanılmasını isteme yönlü kışkırtıcı oynama.

6. Bu tür yüksek teknoloji araçlarını üreten firmaların, sigorta şirketlerinin promosyonları.

7. Hekimlerin malpraktis baskısı altında hata yapmaktan kaçınmak için daha çok lab. incelemesi istemesi (savunmacı tıp – defensive medicine..)

Bu arada kısa bilgi notları                             :

MR : Manyetik alanda “Magnetik Rezonans – MR” tekniği ile görüntülemedir,
X ışınları söz konusu değildir. Gerektikçe yinelenebilir, sorun yüksek maliyettir.

USG : Ultrasonografi, ses dalgaları göndererek yansımayı kaydetme ile görüntülemedir, X ışınları gene söz konusu değildir. Gerektikçe yinelenebilir,
maliyeti düşüktür, kullananın becerisi öne çıkar.. Tıpta kullanımdan önce,
uzun yıllar denizaltılarda “sonar” adıyla kullanılmıştır. İçi boş organların görüntülenmesinde (mesane, safra kesesi), meme, karaciğer, dalak, pankreas, yumurtalıklar.. gibi organların içinde yer alan lezyonların görüntülenmesinde elverişlidir. Meme kanseri taramalarında, Mammografi denen klasik röntgen filmiyle
birlikte kullanımı yeğlenir.

TOMOGRAFİ :ışınları kullanılarak, kompakt organların diyelim 0,5 cm aralıklarla kesitsel röntgen görüntülerinin alınmasıdır. Akciğer, karaciğer, beyin.. en başta sayılabilir. Klasik röntgen ile görülemeyen, anılan organların derinliklerinde yer alan küçük, birkaç mm çaplı lezyonları bile görüntülemek olanaklıdır ve gerek erken tanıda gerek kanser sağaltımında metastazları bulmada değerlidir (son yıllarda bu amaçla radyoaktif izotoplarla sintigrafi yöntemleri ve PET – Pozitron Emisyon Tomografisi de yaygınlaşmaktadır). Kesit kesit (katman katman) çok sayıda klasik röntgen filmi alınması nedeniyle yüksek dozda X ışınları sunukluğu (maruziyeti) söz konusudur.

X ışınları, hücre içinde “iyonlaştırıcı” (iyonizan) etkiye sahiptirler ve çekirdekteki kromozomların yapısını bozarak kanserleşmeye (karsinogenezis), anomalili doğumlara (fetotoksisite, teratojenite), yaşamın kısalmasına, doğurganlığın azalmasına
(sub ve in-fertilite.. tüp bebek!), genotoksik etkiye.. mutasyona neden olmaktadır.

Kritik bilgi şudur       :  Radyasyonun eşikli (stokastik) ve eşiksiz (non-stokastik) etkileri vardır. Daha açıkçası, kimi olumsuz etkiler, alınan iyonlaştırıcı radyasyonun dozundan bağımsızdır, çok küçük dozlarda bile bu istenmeyen etkiler görülebilir..
Bir bölüm etkiler ise belli bir “eşiğin” (treshold) aşılmasına bağlıdır. Bu “eşik“,
kişiden kişiye oldukça değişkendir. Eşik-altı dozlarda tam bir öngörülebilirlik yoktur; rastlantısallık, stokastik istatistiksel olasılıklar geçerlidir. (Bu noktada telefonla bilgisine başvurduğumuz Nükleer Fizik uzmanı Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a teşekkür ederiz..)

Bu bakımdan, küçük bebek ve çocuklarla gebeler özel risk altındadırlar.

Dolayısıyla evrensel ilke, elde edilebilecek (beklenen) yararla olası zararı dengelemek, “en iyi denge” durumunu (“optimal” i!) bulmaktır.. Buna da optimizasyon – eniyileştirme denmektedir ve ciddi medikal (tıbbi) mühendislik hesapları gerektirir.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (Viyana – IAAE) bu bağlamda
ALARA İlkesini geliştirmiştir :

ALARA: As Low As Reasonably Acheviable / Akılcıkla inilebilecek en düşük doz!

(Daha çok bilgi için : “Fukuşima, Nükleer Santral, Kanser ve Türkiye /
Fukushima Disaster, Nuclear Power Plant and Turkiye” adlı dosya çağrılabilir..
(https://ahmetsaltik.net/2012/05/25/fukusima-nukleer-santral-kanser-ve-turkiye-fukushima-disaster-nuclear-power-plant-and-turkiye/, 25.5.12)

Sonuç olarak; bu sorunun üstesinden gelmenin temel yolu;

  • Tanı – sağaltım ve izlemde standart ulusal ve uluslararası protokoller geliştirmek ve bunları özenle izlemektir.. Halkın da örgütleriyle katıldığı saydam – hakkaniyetli – katılımcı – piyasa güdümünde olmayan bir süreçle.. 

Sevgi ve saygı ile.
5.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Almanya’dan Halil Çelikkıran    :

Tomografi Hiroşima gibi!Vücudun maruz kaldığı radyasyon, Hiroşima’da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadarNormal röntgenden onlarca kat çok radyasyon verilmesine neden olan tomografi çekimlerine İngiliz Sağlık Bakanlığından yasak geldi. Sağlıklı kişilerin tüm beden tomografisi çektirmesi yasaklandı. Bakanlığa göre, bedenin karşılaştığı (maruz kaldığı) radyasyon, Hiroşima’da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar

İNGİLİZ Sağlık Bakanlığı önceki akşam çok kritik bir karara imza atarak, sağlıklı kişilerin beden tomografisi çektirmesine yasak getirdi. Bu yasağa gidilmesine gerekçe olarak tomografi sırasında yayılan ve bedene nüfuz eden radyasyon oranının çok yüksek olması gösterildi. Tomografi çektirmek geçen yıllarda osteoropoz, kalp rahatsızlığı, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi hastalıkları önceden saptayabildiği için, sağlık uzmanlarınca sıklıkla tavsiye ediliyordu. Sağlıklı bireylerin her 5 yılda bir tomografi çektirmesini öneren doktorların bu tavsiyesi üzerine harekete geçen Bakanlık,
tüm bedeni tarayan tomografinin normal bir röntgenden 400 kez daha çok radyasyon yaydığını belirleyince, yasak kararı aldı. Tomografiye sağlıklı giren her
50 hastadan 1’inin, alınan radyasyon nedeniyle çekim sonrasında kansere yakalandığı belirtildi.

  • 1 tomografi 442 röntgene bedel

Yayınlanan raporda sık tomografi çektirenlerin bedenlerinde birikmiş radyasyon düzeyinin 2. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagasaki‘ye atılan atom bombalarından kurtulanlarla eş düzeyde olduğu belirtildi. Sıradan bir röntgen, bedeni görüntülemek için tek bir ışın gönderirken, tomografide daha detaylı bir görüntü elde etmek için art arda birçok ışın gönderiliyor. 2009 sonunda Kaliforniya Üniversitesi’nde görevli
Prof. Rebecca Smith-Bindman’ın 1.119 kişiyi inceleyerek yürüttüğü araştırmada,


  • Tek bir tomografinin 442 göğüs röntgenine ve 74 mamografiye
    (meme röntgeni) 
    eş düzeyde 
    radyasyon yaydığı ortaya çıkmıştı.
Uzmanlar, tomografideki bu riske karşın MR’ın hiçbir yan etkisi olmadığı konusunda görüş birliğine vardı. MR çekimleri sırasında yalnızca radyo dalgaları kullanılıyor.
Bunlar da insan sağlığına zararsız. (AS : Yalnızca radyo dalgaları değil.. düşük enerjili elektro-manyetik dalgalar.. bunlar da insan sağlığına kural olarak zararsız..) 

============================

Aşağıdaki belirtilen konuda ne doğru ne yanlış bir tüketici rehberi ve açıklama hazırlayabilir miyiz? Türkiye’de çekilen yıllık tomografi sayısı, tomografi aygıtlarını
yurt genelindeki dağılımı vb.
Uz. Dr. Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı

********************************

Bu yüzden ukala doktorlarla çok tartıştım.
Özellikle gençler, çocuklar ve torunlarınız için dikkate alın.

Atilla Kapralı

*********************

Merhaba; 

Önemli olan tomografi çektirmeyi yasaklamak değil, yerinde ve doğru karar vererek tomografi çektirmek…

Dikkat edilirse İngiltere’ de “sağlıklı kişilerin tomografi çektirmesi” yasaklanıyor.

Tabi ki, sağlam bir kişinin “vücudumda ne var, ne yok” diye tomografi çektirilmez…

Ama yerinde karar verilen tomografi, normal grafide veya MR da çıkmayan lezyonu ortaya çıkartır.

Bu lezyon ortaya çıkartılıp tedavi edilmezse, değil 30 yıl, belki çok kısa zamanda
kişinin yaşamını sonlandıracaktır…

Ne yazı ki, ortamda, hasta iyi muayenene edilmeden, iyi öykü alınmadan, tomografi isteniyor. Örneğin bel fıtığı olması kuvvetle muhtemel hastaya MR yerine tomografi çektiriliyor. Bu bir malpraktis’ tir. Sorgulanmalı ve değerlendirilmelidir.

Ülkemizde gereksiz ve yanlış tomografi istekleri olduğu açıktır. Bazı tomografi aletlerinin de miadını doldurmuş ve geri teknoloji veya çekim kusurlu olduğu bilinmektedir.
Bu konuda; standardizasyon ve hizmet alıcıların bilgilendirilmesi çalışmaları yapılmaması, önemli bir eksikliktir.

Bu çalışma; Sağlık Bakanlığı ve SGK’ nın maddi desteğiyle, ilgili meslek kuruluşları ve dernekler tarafından yapılabilir. 

Konuya bu şekilde yaklaşılmalıdır. Saygılarımla.

Op. Dr. Şükrü GÜNER
Ortopedi – Travmatoloji Uzmanı

*******************

Öbür tetkiklere göre üstün yönleri var ama kanser riskini artırması büyük bir dezavantaj. Baş ağrısı nedeniyle tomografiye giren 10 bin hastadan birinde
beyin tümörü çıkıyor.
 Zararlı etken X ışınıdır. Tomografilerde, basit röntgen incelemelerinden 50-200 kez daha çok X ışını alınır. Küçük yaştakilerde ve gebe kadınlarda radyasyona bağlı kanserojen etki daha çoktur.

Prof. Dr. Murat Kınıkoğlu

****************************

X ışınlarının etkileri 30 yıl sonra ortaya çıkar

Türkiye’de birçok insan bilgisayarlı tomografi (AS : CT, BT) çektiriyor.
Hastaya X ışınlarının yani radyasyonun verilmesi kansere neden olan şeydir.
Bunlar vücutta kalıcı olduğu için yok edilemez. Hiç yakınması olmayan bir kişi,
tanı koyalım diyerek tomografiye sokulmaz. İnsan tomografi çektirdiği anda
kanser olmuyor. 30 ya da 40 yıl sonra ortaya çıkıyor.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fak. Göğüs Hast. AbD 

AYDINLIK Gazetesi 4 Aralık 2013 günlü sayısı

Dostlar,

04 Aralık 2013 günlü AYDINLIK Gazetesi’nin kapak sayfasını paylaşalım..

Dehşet verici ifadeler var..

* Polisten eylemciye tecavüz tehdidi..

* Hrant’ın katili Emniyet’teki çete!

* Karşımızda polis yok cinayet çetesi var..

* 3 yargıçtan MİT Müsteşarına yalanlama..

* 2013’ün ilk 11 ayında 77 madenci yaşamını yitirdi..
 Dünya Madenciler Günü‘nde perişan hallerimizdir..

aydinlik4aralik-1

AKP iktidarı 11. yılını bitirdi, 12. yılına başladı 14 Kasım’dan bu yana..
Ülkemizdeki yıkım çoook ciddi boyutlarda..

AKP’nin bir an önce iktidardan uzaklaştırılması ve ciddi bir onarım planına gereksinimimiz var..

Haydi Türkiye, önündeki seçim olanaklarını kullan ve bu Fetret Dönemine son ver artık..

Sevgi ve saygı ile.
5.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

YERELSEÇİMLERE YENİ BİR GÖLGE: KIRMIZI PLAKA


Dostla
r,

Sayın Prof. Dr. Birgül Aynan Güler, bilindiği gibi Kamu Yönetimi alanında uzmandır
ve siyasete girmeden önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümünde dersler vermekteydi.

Aşağıdaki yazısı tam da ders niteliğinde..

Herkesin dikkatle okuması ve gereğini yerine getirmesi, hukuk devleti adına dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

YERELSEÇİMLERE YENİ BİR GÖLGE: KIRMIZI PLAKA

BASIN AÇIKLAMASI, 4 Aralık 2013
YEREL SEÇİMLERE DAHA FAZLA GÖLGE DÜŞÜRÜLMEMELİDİR
 
portresi_genc
Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), kamuda görev yapanlardan 30 Mart 2014 genel yerel seçimlerinde aday olmak isteyenlerin 1 Aralık 2013 günü saat 17.00’ye kadar görevlerinden istifa etmeleri gerektiğini açıkladı.

 

Gazetelerde, AKP bakanlarından belediye başkanlığına aday olacakların
1 Kasım 2013’e dek istifa edecekleri yazıldı; Bakanlardan böyle bir adım atan olmadı. Başbakan Yardımcısı Bozdağ,“Sayın bakanların görevlerinden istifa etmeleri yasal olarak zorunlu değil. Ancak seçim kampanyasının yürütülmesi bakımından, başka çalışmalar bakımından farklı değerlendirmeler olur mu? Bunu da zaman içinde göreceğiz” dedi. Kasım ayı sonunda AKP’nin Genel Başkan Yardımcılarından Şentopbelediye başkanlığına aday olacak bakanların istifası gerekir görüşünü
‘cehalet örneği’ olarak nitelendirdi. 
Bu keskin görüşü, YSK Başkanı’nın ‘bakanların istifasına gerek olmadığı yönünde ilke kararı aldık’ açıklaması üzerine dile getirdi. Nihayet Hükümet Sözcüsü Arınç“başbakanımız aday olacak bakanların istifasını uygun görüyor” dedi.

Bugün itibariyle iktidar partisi, halihazırda bakan olarak görev yapan bazı kişilerin belediye başkanlıklarına aday gösterileceğini duyurmuş bulunuyor. Ancak adı geçen kişiler, görevlerinden istifa etmediler. YSK ise, YSK Başkanı’nın ‘oybirliğiyle ilke kararı aldık’ dediği kararı resmi olarak yayımlamadı.

Bağımsızlığı nedeniyle seçimlerin temel güvencesi olarak görülen YSK’nın,
Hükümet yetkililerinin gelgitlerinden etkilendiği görülmekte,
 böyle önemli bir konu
tek kişinin kararına bırakılmış bulunmaktadır.

YSK, 514 sayılı kararında, “.. demokratik toplum düzeni gereklerine uygun bir seçimin yapılabilmesi, adayların eşit bir biçimde yarışmalarına olanak sağlayan bir ortamın oluşturulması koşuluna bağlıdır…..” demektedir. Aday olmak isteyen köy korucularıyla geçici köy korucularının ve bağımsız tarımsal üretici birliklerindeki yönetim ve denetim kurulu üyelerinin bile istifasını gerekli gören YSK’nın, devlet tüzelkişiliğinin yürütme organı olan bakanlar için böyle bir gereklilik görmemesi, açıklanmaya muhtaç bir durumdur.

Bakan’ların, bakanlık görevi sürerken belediye başkanlığına aday olmaları,
aşağıdaki nedenlerle kabul edilemez. 

1. Bakan, devlet tüzelkişiliğinin temsilcisidir. Belediye başkanı ise yerel (belediye) tüzelkişiliğin temsilcisidir. Devlet tüzelkişiliği, yerel tüzelkişiler üzerinde vesayet denetimi yetkisine sahiptir. Vesayet denetimi yetkisi taşıyan bir makamın, bu denetime konu olan idarenin icra organının yerine geçmek için yarışa girmesi, hem hukuka hem bilime aykırıdır. Bu özellik, bakan makamında olanların milletvekili adaylığında görevlerinden istifa etmeleri gerekmezken, belediye başkanlığı adaylıkları söz konusu olunca
neden istifa etmek zorunda olduklarını açıklar.

2. ‘Milletvekillerinin istifası gerekmediğine ve bakan da milletvekili olduğuna göre istifaları gerekmez’ savı talihsizdir. Birincisi, milletvekili meclis üyesidir;
icra görevi yapmaz. Oysa bakan icracıdır; bu iki sıfat birbirine özdeş tutulamaz. Nitekim YSK kararlarında da meclis tipi organlarda görev yapanların değil, yürütme organlarında görev yapanların istifasının gerekli görüldüğü yönünde çok sayıda örnek vardır.

3. Bakan, Hükümet üyesi olarak siyasal görevlidir.
Aynı zamanda bakanlığın Ankara merkeziyle tüm ülkeye iller ve ilçeler temelinde yayılmış olan taşra örgütünün başı olarak en üst idari amiridir. Yetkilerini, atanmış kamu görevlisinden fazla olarak, bakanlığa özgü ayrı bir tüzelkişilikle değil devlet tüzelkişiliği korumasıyla kullanır. Bu yetkiler, ülkenin 81 ilinde kullanılan merkezi bütçe, personel ve yaptırım gücü toplamıdır. Böyle bir gücü bir ilde belediye başkanlığı için kullanması durumunda, ‘eşit yarış ortamı’nın hiçbir biçimde sağlanamayacağı yeterince açıktır.

4. Genel seçimlerde Adalet, İçişleri, Ulaştırma bakanları
kişisel nedenlerle değil, yetkilerinin özellikleri nedeniyle görevden alınır. Yerlerine ‘tarafsız/partisiz geçici bakan’ görevlendirmesi yapılır. Şimdi ise, devlet gücü kullanan Bakan’ların, bu üç bakanlık dahil ve doğrudan kişi olarak kendilerinin seçim yarışında yer almaları
söz konusudur. Bu durumda, ya genel seçimlerdeki uygulama ya da şimdiki durum yanlıştır.

5. DSP’li bakan Sayın Zekeriya TEMİZEL, 18 Nisan 1999 seçimlerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak girmek için, yürütmekte olduğu bakanlık görevinden istifayla ayrılmıştır. Eğer bir devlet ciddiyetimiz varsa, bu ilk uygulamanın dikkate alınması gerekir.


Genel idare aktörleri
nin, bu yetkiler ellerindeyken yerel idare seçim yarışında
yer almaları, demokratik siyaset – yönetim gerçeğinin doğasına aykırıdır.
Böyle bir uygulama ne siyaset – yönetim kuramları, ne hukuk öğretisi,
ne de parlamenter – yerel demokratik sistem uygulamalarının gereklerine uygundur.Demokratik siyasal sistemin kuralsızlık ve keyfiyetle çökertilmesini önlemek, yetkili kişi ve kurumların tarihsel önem taşıyan görev ve sorumluluğudur.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. (4.12.13)

http://baguler.blogspot.com/2013/12/yerel-secimlere-yeni-bir-golge-kirmizi.html

Muzaffer İlhan ERDOST : Millet Milliyet Cehalet


ARŞİVİMİZDEN Sizin İçin Seçtiklerimiz…

Dostlar,

Son dönemlerde ulus, millet, milliyet, etnisite, ulus devlet kavramları
çok tartışılmakta..

Türkiye bu güdümlü hengamede önce özerkliğe, sonra federalizme ve son olarak da BOP kapsamında bölünerek Büyük Kürdistan’a = Büyük İsrail’e / 2. İsraile’e sürüklenirken.

Muzaffer İlhan Erdost‘un arşivimizdeki bir yazısı gözümüze ilişti..
Bu kavramlar çerçevesinde son yıllarda okuduğumuz en doyurucu yazı olduğunu söyleyebiliriz.. Üstelik çok uzun da değil, 3 sayfa.. Keşke çoook yaygın okunsa..

Bu vesile ile, gözaltında işkence ile öldürülen İLHAN ERDOST‘un ağabeyi
Muzaffer Erdost’un kişiliğinde selamlamak isteriz.. Bilindiği gibi İlhan Erdost’un öldürülmesinin ardından Muzaffer bey, kardeşinin adını da taşımaya başladı..
Muzaffer İLHAN Erdost..

Bu önemli yazı aşağıda..

*********

Millet, Milliyet, Cehalet

portresi_kardesimi_oldurduler

 

Muzaffer İlhan ERDOST
Cumhuriyet, 22.05.2013

 

 

Geçen on yıl içinde, ABD emperyalizminin “büyük sopası” altında,
Türkiye, değil komşularına, arkadaşlarına, kardeşlerine, kendine de düşmanlaştırıldı;
ulus ve ulusallık paspas yapılmaya çalışıldı. 

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in, “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözünün tartışma konusu yapıldığı bugün de belleklerde olmalı. Prof. Güler, bir bölüm medyada ırkçılıkla karalanmak istenmiş; Başbakan Erdoğan, Güler’in, “ulus ile millet kavramını birbirine karıştırdığını”, “ülkemizdeki Türk için millet, Kürt için ulus” dediğini, “millet”in Arapça, “ulus”un öztürkçe olduğunu söyleyerek, üniversite kürsüsünden, bilim adamlarını, “imam” olarak irşad eylemişti.

Oysa Prof. Dr. Güler, “Türk milleti” ile “Kürt ulusu” karşılaştırması yapmamış,
“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” demiş, bir başka deyişle, “ulus” ile “milliyet”in nicel ve nitel olarak eşit olmadığını söylemişti. Erdoğan’ın söylemiyle “ülkemizdeki
Türk için millet, Kürt için ulus” denmemiş, böyle cahillikler yapılmamıştı.

Ne demek “ülkemizdeki Türk milleti” ve ne demekti “ülkemizdeki Kürt ulusu”?
Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinden ve Kürt ulusundan oluşuyorsa, bu, nasıl bir ulus
ve bu nasıl bir milletti!

İkincisi, Prof. Güler’in söyleminden ırkçılık türetilebilir miydi ve bu, Nazi ırkçılığıyla özdeşleştirilir, Güler Ayman, faşist olarak nitelendirilebilir miydi? Fahri doktora unvanını aldığı kürsüden, Erdoğan, “kendisini güçlü olarak görenin ırkını yüceltmesi ne kadar tehlikeliyse, kendisini mağdur olarak görenin de ırkını yüceltmesinin, ırkını bir ayrımcılık unsuru olarak kullanmasının o kadar tehlikeli olduğunu” söylemiş, “
Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözünden, Türk ırkının yüceltilmesi sonucunu çıkarmış, yeni “Babıâli esnafı”, bu yorumun üzerine, Hitler’in “üstün ırk” tabelasını çakmıştı.

Zavallı ülkem! Başbakanı, “millet” ile “milliyet”i aynı şey sayıyor. Kendi sözleriyle söyleyelim “içerikten haberi yok”. “Millet”in Arapça kökenli olduğunu biliyor ama, “milliyet”in “millet” olmadığını bilmiyor. Hatta “milliyet”in ayırdında bile değil.
Üstelik, ulusu ırk ile özdeşliyor.

Türk ulusu, ulus olarak kendi bünyesindeki etnik topluluklardan doğası gereği
nicel olarak büyüktür.
Ulus, nitel olarak tarihin derinliğinden gelen ve ırksal özellik, dil, inanç bakımından farklılaşan milliyetten, tarihsel bir kategori olması açısından farklıdır.

Bir ulus birimi olarak Türk ulusunun bünyesinde, Kürt etnik topluluğu, ulustan
(Türk ulusundan) sayıca, yani nicel olarak küçüktür söyleminden, Kürtleri, “mağdur” bir ırk olarak ve sayıca çok olması açısından, Türkleri ırk olarak yüceltmek anlamı çıkarılabilir mi? Ulus, bir ırk topluluğu mudur? Irkların birliğinden mi oluşur?
Ulus, birbirinden farklı uluslardan mı oluşur? Yoksa Türk milliyeti ile Kürt milliyetinden mi oluşur, yani milliyetlerin ortak birliği midir?

Ulus’un tarihsel bir kategori olduğu bilinir. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun’da, ulus’un, toplumların gelişmesinin belirli dönemlerinde, özellikle kapitalizmin şafak vaktinde oluşmaya başladığını belirtir ve Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği.” olarak tanımlar.

Ulusun oluşum süreci

Ben, Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme’de, ülkemize uyarlayarak, ulusun oluşum sürecini ve niteliğini açımlamaya çalışmıştım:

  • Ulus, bireylerin, belirli sınırlar içinde, boy gibi, kabile ve aşiret gibi birliğe kan bağıyla bağlı olmaktan; köleci ve feodal birliğe bedensel bağlılıktan (bağımlılıktan), tarikat, mezhep, din gibi bir birliğe inançsal bağlarla bağımlı bulunmaktan, toplumsal ölçekte kurtulmalarının, yani özgür bireyler durumuna gelmelerinin maddi temelini oluşturan ekonomik bütünleşme üzerinde, siyasal olarak örgütlendiği birliktir.”

Kısacası Ulus; boy, soy, kabile ya da aşiretlerin, feodal ve yarı-feodal birimlerin, tarikat, cemaat, mezhep ve dinlerin birliği değil; geleneksel bağlardan ve bağımlılıklardan kurtulmuş özgür bireylerden oluşan, ekonomik temel üzerinde, siyasal örgütlenme biçimidir.

  • Ulus, eşit ve özgür yurttaşların birliğidir.

Toplumların gelişme düzeyine, tarihsel ve toplumsal konumuna göre farklı biçimler alır,
insanlığın gelişme sürecinde temel öğeler kalmakla birlikte, sürekli değişir.
Bu değişme, ileriye doğrudur.

Rahatsızlık neden?

Ulusun oluşmasında, tarihsel süreç açısından bir ya da birkaç kavim öncü rol oynayabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, bin yıla yaklaşan süreçte devlet kurmuş, imparatorluk olarak etnik bakımdan olduğu kadar, din ve mezhep bakımından birbirlerinden farklı, hatta birbirlerine hasım toplulukları bir arada yönetmiş bir imparatorluğun bünyesinde oluşan ve gelişen kadrolarının, işgal edilmiş öz yurdunu kurtaran Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olmaları ve onların bu devlete “Türk Devleti” adını vermiş olmaları, kimi, niçin rahatsız ediyor!

Kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti, yalnız Türk kavminden gelenlerin değil, kimi araştırmacıların 50’nin üstüne çıkardığı birbirinden farklı kavimlerin birliğinden oluşur. Ama soy, kavim, etnik topluluk, aşiret, kabile, beylik olarak değil; toprak sahibine, aşiretine, tarikatına bağlı ve bağımlı olsa da varsayımsal olarak, yani yasa açısından özgür ve bu anlamda eşit yurttaşlar olarak ulus birliğini oluştururlar.

Etnik adlandırma, çok dikkat edilsin, Türk etnisitesinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalacak olan öteki etnik toplulukları ya da bireyleri baskılama anlamında değil, bütün üyelerinin eşitlendiği, etnik adlarını koruyarak, ama bir etnik topluluğun değil ulusun üyesi Türk olarak adlandırılırlar. Kimliklerinde, etnik kimlikleri değil, ulusun üyesi kimliğini taşırlar.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, örnek alınan Batı Avrupa’da uluslar, ulusu kuran öncü kavmin adıyla adlandırıldılar. Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ulusu gibi.
Ama hiçbiri saf ve tek bir ırktan, etnisiteden oluşmuyordu. 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan, emperyalist paylaşımdan pay almak şöyle dursun, bu emperyalist devletler tarafından paylaştırılan Almanya, Nazi Almanyası olarak, üstün ırk kuramını, faşizmin
ve faşist yayılmacılığın kaidesine oturttuğu zaman, Türkiye’de, aynı anlamda, ırk üstünlüğünü esas alan eğilimler kitleselleşmeye başlamıştı.

Türk Ocakları, Mussolini’yi kılavuz olarak bayraklaştırmak istedi.
Kemal Atatürk, kurduğu Türk Ocakları’nı kapattı, ulus kültürünün kadrolarını, köyde, kasabada, kentte oluşturacak Halkevleri’ni kurdu.

Atatürk’ün sözleri

Irk ayrımcılığı söz konusu olduğunda, özellikle üstün ırk kuramına dayalı olarak Hitler ve Mussolini’nin Kuzey Afrika’daki vahşetlerini gördüğü zaman,

  • “Bu hayvanların dünyasında yaşamış olmaktan utanç duyuyorum!”
    diyen Kemal Atatürk,

Diyarbakır’da yayımlanan Diyarbekir gazetesinin sahibine Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği demeçte;

  • Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” (Cumhuriyet, 5.10.1932) söylemiyle,

yalnızca ırkçılığı değil, ırk ayrımcılığını da yadsımıştı. Irkları coğrafya ile adlandırarak, hepsini aynı ırkın, aynı cevherin parçaları olarak nitelemiş, yalnızca ırkçılığı değil,
“üstün ırk” kuramını da tarihin hurdalığına atmıştı.

Ulusa gelince; ulusun üyelerini, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olanları Türk olarak nitelerken, “etnik kökeni Türk olanlar Türktür” demedi. Çünkü ulus, etnik toplulukların etnik özelliklerinin birliği değil, özgür bireylerin yurttaşlık bağıyla bağlı olduğu ulusun üyeleridir.

Ulus ne tek bir etnik topluluğun ulus adını almasıdır, ne de etnik toplulukların koalisyonudur.

  • Ulus; etnik özelliklerin silindiği yeni, siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan
    modern bir birimdir.

1990’da İnsan Hakları Derneği Ankara Şube Başkanı olduğum dönemde yazdığım “Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme” de, ulusun ileriye ve geriye doğru birbirine karşıt iki yönelimine değinmiş, şunları yazmıştım:

– “Bugün, ‘ulus’ birliği (birimi) içinde etnik gibi, dil, din, mezhep gibi farklılıkları
geriye doğru derinleştirerek karşıtlığa ve dolayısıyla düşmanlığa dönüştürmek de;
bu farklılıkları geçmişten gelen özellikler ve zenginlikler olarak algılayarak
insanlığın gelişmesinin dinamiğine dönüştürmek de olanaklı.”

Geçen on yıl içinde, ABD emperyalizminin “büyük sopası” altında Türkiye;
– değil komşularına, arkadaşlarına, kardeşlerine,
– kendine de düşmanlaştırıldı;
– ulus ve ulusallık paspas yapılmaya çalışıldı.

Emperyalist kuşatmaya ve köleleştirmeye karşı ulus olarak varlığını ve bağımsızlığını korumanın büyük duvarı “ulusal”lığı paspas yapmaya kalkışanlar, ABD’nin “büyük sopası” sırtlarında, ulusu paspas yapanlar, ulusu ulus olarak çiğnemeye yeltenenler, unutulmasın, ulusun paspası olmaya er ya da geç yargılıdırlar.

Naci BEŞTEPE – ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 4 Aralık 2013


ÇARŞAMBA İĞNELERİ

portresi_kucuk

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

 

ANGUT

AKP-MKYK Üyesi Prof. AKTAY,”Türk diye bir ırk yoktur”

Profesör sıfatlı angut vardır…

UYKUCU

Ethem Sarısülük davasının mahkeme heyeti çekildi.

Daha rahat uyuyacak bir yer bulmuşlar…

EKİP

Ethem’i vuran polisin avukatı AKP’den belediye başkanlığı için aday adayı oldu.

Sivas davasında da böyleydi…

SEPETE

AKP’li eski bakan Ömer Dinçer, cemaatin dosyalarını kapatmak için yazı yazdığını açıkladı.

Zamanı gelince değerlendirilir…

SÜSLÜ

AKP’li Süslümanlar İslami moda tüketiminde dünya birincisi.

Kocaları da götürmede…

VERİCİ

RTE, ”Hocaefendi ne istediyse verdim”

Çok veren maldan,

Nasıl olsa mal vatandaştan…

KORKU

Eskişehir BŞB Bşk. Büyükerşen, “RTE o kadar övdü ki, beni aday gösterecek diye koktum”

Hocam korkma, çalıp çırpmadığın sürece göstermezler…

HAYAL

RTE, Türk lirasının değerini ve Türk pasaportunun saygınlığını artırdıklarını söyledi.

Bu adamın hayalleri keyif verici…

PERHİZ

Kız erkek aynı evde kalırsa muhafazakar kafa kızar, yasaklar.

Kadın bakan reklam için erkek takımın soyunma odasına girince susar, saklar…

SÜRÜ

  • AKP’de disipline verilip istifa eden vekil İdris Bal; “Sürü müyüz?”

Siz bilirsiniz…

ÇUVAL

RTE ve Barzani petrol nakliyatında gizlice anlaştı.

Ağabeyleri yutmadı, ikili çuvalladı…

İMAM

Bekir Bozdağ, “Yakında İmam Hatipli cumhurbaşkanı olacak”

Diyanet, köşkteki camiye imam atayamıyor mu?..

HÜKÜMSÜZ

Başbakan’ın danışmanı Akdoğan,”2004’teki MGK kararları yok hükmündedir”

İmza atan hükümet üyeleri?

ZENCİ

Kılıçdaroğlu, “ABD’ye zenci başkan oldu bizde neden Alevi başbakan olmasın?”

ABD uşağı ve mezhepçi olmasın, adam olsun…

AHLAKSIZLAR

Suat Kılıç’ın çok karılı kayınpederi ile Yalçın Akdoğan’ın eniştesinin dolandırıcılığı
ortaya çıktı.

Ahlak dersi verenlerin işte ahlakı…

MOTOR

BDP’li Altan, “AKP’nin motoru çekmiyor”

BDP’ninki de çatlak…

AVANTACI

Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç istifa edip belediye başkanı adayı oldu.

Avantanın adresini buldu…

CAİZ

Feto, “Sahte CD’ler caiz değil!”

Cemaat aleyhine kullanılırsa…

PLANLI

  • Beşir Atalay; “Kürdistan ifadesi tesadüfi değil.”

ABD damgalı…

AÇILIM

Meclis Açılım Komisyonu Başkanı Bostancı açıkladı, “Karakol sayısı 1041’den 850’ye düştü.”

Devlet de ayağa…

Tehlikenin Farkında (mı)yız??

Dostlar,

Fethiye’den dostumuz Hukukçu (Serbest Avukat) ve Felsefeci Sayın İbrahim Türkeş,
2 Aralık 2013 günü Cumhuriyet’in 2. sayfasında bir makale yazdı :

  • Tehlikenin Farkında (mı)yız??

Cumhuriyet Gazetesi son zamanlarda çok değişik bir yöntem izlemeye başladı.
Düzenli yıllık internet sürdürümcüsü (abonesi) olmamıza karşın, Gazete’deki yazı, şekil vb. ögeleri indiremez olduk..

Belli bir tarife ile, pdf cinsinden arşivinize indirmek üzere peşin ödeme isteniyor..
500 pdf, izin verilen üst sınır ve bedeli 200 YTL.. Ödedik ve aldık.. Seçtiğiniz pdf dosyasını e-posta adresinize gönderiyorlar..

Sayın Türkeş’in makalesini ne yazık ki, word metni olarak veremiyoruz..
Cumnhuriyet, hiç olmazsa her pdf başına para ödeyen bu “müşterilerine” yazılı metinleri word olarak da sunmalı..

Bu önemli makaleyi okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki)ntıklar mısınız??

Rahmetli İlhan Selçuk da Hak’ka yürümeden önce ilk sayfada siyah zemin üzerinde beyaz gömme harflerle, birazcık Arapça’yı çağrıştıran biçimde günlerce uyarı yaptı :

  • Tehlikenin farkında mısınız??

Birkaç yıl sonra Sn. Türkeş bir kez daha sorguluyor :

  • Tehlikenin Farkında (mı)yız??

Teşekkürler Sn. Türkeş..

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

10. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM : ÇIKMAZ SOKAK!


Dostlar
,

Aşağıdaki adla kapsamlı bir makale yazdık..
Dolu dolu 6 A4 sayfa (11 p calibri)

  • 10. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM : ÇIKMAZ SOKAK!

En_Birinci_Gorev_Saglik_ATATURK

Şöyle başlıyoruz :

Bugünlere nasıl geldik ??

“Sağlıkta Dönüşüm” Programı adıyla gündeme getirilen (Haziran 2003)
“reform paketi”, temelde 3 ayak üzerinde yükseliyor.

  • İlk olarak, 3 sosyal güvenlik kurumunun (Emekli Sandığı, Bağ-Kur, SSK)
    Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında birleştirilmesi sağlandı.
    SGK, finansman rejimi olarak zorunlu Genel Sağlık Sigortası’nı (GSS)
    gündeme koydu.
  • Sağlıkta Dönüşüm” ün 2. temel ayağını, Aile Hekimliği sistemine geçiş oluşturuyor.

 SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) politikası Haziran 2003′te
ilk AKP hükümetince yürülüğe kondu. DB ve IMF politikası olduğunu artık bilmeyen yok, reddeden de.. AKP hükümeti 14.11.2002′de kuruldu ve 6 ay sonra kolları sıvayarak,
Atlantik ötesinin istemlerini, onların uzmanlarının açık yönetiminde uygulamaya girişti. Prof. Dr. Recep Akdağ, 10 yılı aşkın süre Cumhuriyetin en uzun Bakanlığını yaptı ve
bu programa siper oldu. Gözü kara uyguladı ve savundu.
Başbakan R.T. Erdoğan’ı da ikna etti. Ulusal uzman ve kurumları hiç ama hiç dinlemedi. “Program” IMF-DB-AB-ABD güdümünde kaskatı uygulandı ve 11. yılına girdi. “Sağlıklı Toplum” başlığı altında AKP’nin “Acil Eylem Planı” nda yer alan SP 30-38 kodları altında 9 alt başlıkta toplanan politikalar hemen tümüyle yaşama geçirildi.

*****

Devamla :

Sağlıkta Dönüşüm” Projesinin Bileşenleri

—  Sağlık Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması, sağlık hizmeti sunucusu olmaktan çıkarılması :
Denetleme + düzenleme? ile sınırlandırma.. (1982 Anayasası md. 56 zorlanarak, çiğnenerek)

—  Hastanelerin işletmeleştirilmesi, sonunda satılması..

—  Birinci Basamak’ın Aile Hekimliği modeli aracılığıyla özelleştirilmesi.

—  Sağlık hizmetlerinin bedelinin büyük ölçüde kullanıcıya yüklendiği ama zorunlu
Genel sağlık sigortası (GSS) ile finansman modeli. GSS trafik sigortası gibi dar.. Kasko isteyene özel tamamlayıcı – destekleyici sigorta!

—  Çalışanların istihdamında değişim : “Sözleşmelilik”, kamu personeli olma,
istihdam güvencesinin kaldırılması..

—  KAÇINILMAZ SONUÇ : Sağlık alanının “kamusal alan” olmaktan çıkarılması.
Türban vb. sorunun “cince” aşılması (!) [Ancak bu dönüşüm de beklenmeden,
30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde, üstelik bir “yönetmelik” değişikliğiyle hemen tüm kamusal alanlarda (savcı-yargıçlar, polis ve asker dışında) türban serbest bırakıldı; 08.10.2013 tarih ve 28789 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlüğe giren; Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik ile 02.09.1925 tarih ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında değişiklik yapılmasına dair 04.10.2013 tarih ve 2013/5443 sayılı Bakanlar Kurulu kararı]

****************

Ve bağlarken  ;

Sağlıkta piyasa ekonomisinden vazgeçeceksiniz!
Sağlık hizmetleri kamusal olacak.
Aslı – özü KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİSAĞLIKLI TOPLUM olacak.  O zaman çoook pahalı olan sağaltıcı sağlık hizmetlerine gereksinim azalacak.  Bunu da büyük ölçüde bütçeden karşılayabileceksiniz.
Özel sağlık sektörüne yersiz ve haksız ayrılan kaynaklar ekonominin öbür kulvarlarına kaydırılarak daha verimli kullanılabilecek.. Kalkınma hızlanabilecek;
hem de ek olarak, yaratılan “sağlıklı toplum” itkisiyle (çok istiyorsanız win win!?)..
Peki bu kokuşmuş ve usdışı (irrasyonel), gözü doymaz talan düzenini ne adına sürdüreceğiz? Kapitalizmin ve ağababası Adam Smith’in gül hatırı ve aziiiiiz ruhları hatırına mı?  Hiç gerek yok, olanak da yok! Yukarıda yazdık, Adam Smith’ten bile
sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasına vize yok:

  • “SAĞLIK HİZMETLERİ,  PİYASAYA BIRAKILAMAYACAK DENLİ ÖNEMLİ, KRİTİK HİZMETLERDİR.” diyor.

Neo-liberal tosuncukların keyfi kaçacak ama tarihsel gerçek böyle..
Büyük büyük dedenizin kemiklerini sızlatıyorsunuz haberiniz ola.
Yolunuz SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM çıkmaz sokaktır!

Salt parasal (moneter) yöntemlerle çıkış yok bu yolda. Herkes aklını başına almalı ve Türkiye,  koruyucu sağlık hizmeti omurgalı, kamusal ağırlıklı sosyal sağlık hizmetlerine geri dönmelidir. 1961’de Prof. Dr. Nusret Fişek‘in öncülüğünde
27 Mayıs Devrimcilerinin getirdiği  SOSYALLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİNE.. 224 sayılı Yasa düzenine.. Önünde sonunda oraya dönülecek, geciktikçe sermayeye aktarılan kamu kaynakları (vergilerimiz!) büyüyecek,
halkın yoksullaş(tırl)ması ve sağlıksızlaş(tırlıl)ması da!

  • Türk Ulusu bu harami düzene izin vermeyecek.

********

Kapsamlı makalenin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

10._YILINDA_SAGLIKTA_DONUSUM_CIKMAZ_SOKAK

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

TTB BASIN AÇIKLAMASI : Sağlığımız Tehlikede

Dostlar,

Bizim de Ankara Tabip Odası üyesi olarak katıldığımız önemli bir basın açıklamasını paylaşmak istiyoruz..

Sağlık Bakanlığı’nın yeni Torba Yasalarından biriyle daha yüz yüzeyiz..

Tam bir deli saçması.. Yinelemeye girmemek için içeriğe değinmeyelelim..

Basın açıklamasını dehşetle okuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

TTB_logosuSağlığımız Tehlikede!

TTB  BASIN AÇIKLAMASI, 30 Kasım 2013

Sağlık alanı sürekli değiştirilen düzenlemeler ve getirilen torba yasalarla alt üst ediliyor.

Her yeni düzenleme bir öncekiyle yarışırcasına hekimlik mesleğinin özüne zarar veriyor, yurttaşların ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti almasını olanaksız hale getiriyor.

Şimdi bir torbayı daha evirip çevirip önümüze koyup, hekimliği doğduğu topraklara gömmeye çalışıyorlar. İstanköy’lü Hipokrat’ı, Bergamalı Galenos’u bu topraklardan kazıma gayreti içindeler.

“Tam Gün” Özele Hoca Pazarlama Noktasına Gelmiştir

Yıllardır hekimleri, hekim örgütünü, sağlık çalışanlarını dikkate almadan yapılan
“tam gün” düzenlemelerinin gerçek amacı açıklıkla ortaya çıkmıştır. Niyet tam gün değildir. Hekimlerin tek bir işte çalışarak insanca yaşayacakları bir düzen kurmak değildir. Muayenehane dışında her şey serbesttir, yeter ki emek sömürüsü işlesin, katmerlensin. Yurttaşları “muayenehane çilesinden kurtaracağız” diyenler sağlığı büsbütün paralı hale getirmekte, üstelik hem üniversitelerde hem de özel hastanelerde hastaların ödediği paranın yarısına el koyup kar etmeyi istemektedirler.

Devlet bırakın sağlığı yurttaşlara hak olarak ücretsiz sunmayı, yurttaşların cepten ödemek zorunda bırakıldığı sağlık hizmetinden kar eden, hocaları özel sektöre pazarlayan bir tüccara dönüşmektedir. Artık yurttaşlarımız için hocalara muayene olup tedavi olabilmenin yolu ya üniversitelerde ya da özel hastanelerde cepten daha çok para ödemektir. Üstelik özele pazarlanacak hekimlere Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki hocalar da dahil edilmektedir.

İnsanlık Yararına Sağlık Hizmeti Suç Olabilir mi?

“Ruhsatsız sağlık hizmeti sunma” adı altında bir suç tanımlanıp mesleğini
hiçbir çıkar gözetmeden uygulamaya çalışan hekimler, 3 yıla kadar hapse atılmakla tehdit edilmektedir. Öylesine bir kindir ki, 20 bin güne kadar da adli para cezası tanımlanmakta, günlük yüz TL’den hesaplanırsa 2 milyon TL’yi bulan cezalar verilebileceği hesaplanmaktadır.

Hekim olmayan kişilerin hekim gibi sağlık hizmeti vermesi zaten suçtur, cezası kanunla düzenlenmiştir. Onun için bu ceza hiçbir özel hastane patronuna, uluslararası sermaye zincirine, baskıcı hastane yöneticilerine bağlı olmadan, mesleğini özgürce, yalnızca insanın yararını merkeze alarak, gezi eylemlerinde olduğu gibi halkın yararına
icra etmek isteyen, hastasının mahrem bilgilerini saklayan hekimleredir.

Böylesi bir ceza hekimliğin evrensel ilkelerine aykırıdır, bu nedenledir ki
uluslararası hekim ve insan hakları örgütlerinin tepkisini çekmektedir.

Dayak Yemeğe Devam Düzenlemesi

Türkiye resmi olarak, günde 30 sağlık çalışanının şiddete uğradığı bir ülkedir.
Şiddeti önlemeye katkısı olacak, caydırıcılığı olan bir yasa çıkarılması acil ihtiyaçtır.
Bu ihtiyaç, TBMM’de kurulan Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddeti Araştırma Komisyonu raporunda da tanımlanmıştır. Gelin görün ki, bu torba yasa içinde
mevcut duruma katkı sunmayan, sağlıkta şiddeti sağlık ortamının sorunu değil de
sağlık personelinin bireysel sorunu gibi gören; ağır yaralanma ve ölüm durumlarında zaten mümkün olan tutuklama tedbirinin uygulanacağını tekrar eden bir düzenleme
teklif edilerek adeta göz boyanmaktadır.

Sağlık Bakanı’nı samimiyete davet ediyor ve sesleniyoruz: Bu ülkenin dört bir yanında dayak yiyen sağlık çalışanları sizden şiddeti önleyecek gerçek bir düzenleme beklemektedirler. TTB olarak size bunu sağlayabilecek bir teklif sunduk,
acilen hayata geçirilmesini bekliyoruz.

Sülük Tedavisine Sertifika Tanımlayanlar
İşçi Sağlığından Sertifikayı Kaldırıyorlar

Geleneksel, alternatif, tamamlayıcı tıp adı altında yönetmelik hazırlayanlar,
sülük tedavisini, hacamat etmeyi sertifikaya bağlayanlar işçi sağlığı söz konusu olduğu zaman bunun ayrı bir disiplin olduğunu unutmakta, işyeri hekimliği sertifikasını
pek çok işçi sağlığı hizmetlerinden kaldırmaktadırlar.

İş kazalarında, meslek hastalıklarında sicili bozuk bir ülkenin işçi sağlığına böyle yaklaşması önümüzdeki dönem yaşayacağımız daha karanlık tabloların habercisidir.

Hacamata Muayenehane Serbest Bilimsel Tıbba Yasak!

Sağlık Bakanlığı, üç yıldır, sağlık tacirleri karşısında kendi diplomalarıyla bağımsız çalışmak isteyen hekimlere ruhsat vermemekte, binbir hukuksuz engel çıkarmaktadır. Yargı kararlarını uygulamamakta, mesleğini bilimsel olarak yapmaya çalışan hekimlere taşeron şirketlerde, özel hastanelerde emek sömürüsü altında çalışmayı dayatmaktadır. Şimdi de, hukuksuz olarak ruhsat vermediği hekimleri hapse atmakla tehdit etmektedir. Öte yandan Bakanlık başka düzenlemelerle hacamat gibi tedaviler için açılacak yerleri ruhsatlandırmaya çalışmaktadır. Mesleğini bilimsel tıbbın içinde bağımsız olarak uygulamak yasaktır, “alternatif” işler serbesttir.

  • Sülük yapıştırmak serbesttir, hacamat etmek serbesttir, cerrahın, çocuk hekiminin, dahiliye uzmanının mesleğini serbest icra etmesi yasaktır!

Bürokrasi Profesörlerine Özel Yasa

Kamuoyunun tepkisini çeken üniversiteye uğramadan “jet profesör” olma uygulaması yasallaşmaktadır. Profesör olmak için üniversitede fiilen çalışma zorunluluğu kaldırılmakta, Sağlık Bakanlığı’nda CEO olarak çalışırken, hastane yöneticiliği, başhekimlik yaparken profesör olunabilmesi yasallaştırılmaktadır.

  • Sağlık Bakanlığı Bürokrasi Üniversitesi kurulmuş bulunmaktadır. 

Bu Üniversitede akademisyen olmak için öğrenci, asistan yetiştirmeye gerek yoktur, siyasi yandaşlık yeterlidir! Zaten bu profesörler tüm Bakanlığı sarmış durumda olup, şimdi gereği yapılmaktadır.

Acil Servisler İçinden Çıkılmaz Hal Almıştır

Sağlık Bakanlığı acil servislerde ne yapacağını bilemez duruma gelmiştir.
Bir yandan alanın dışındaki uzman hekimlerle durumu idare etmeye çalışırken
şimdi de aile hekimlerini ayda en az iki kez acil nöbeti tutmaya zorlamaktadır.
Aile hekimliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan uygulama bir de “aile hekimlerinin mesleklerini unutmamaları için gerekli” ilan edilmektedir!

“Çalıştığın Yerden Bir Yere Ayrılma” Yasası

Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği ikamet mecburiyeti düzenlemesi
başka adla yeniden getirilmektedir. Ortaçağda kralların serflere, kölelere dayattığı düzenleme Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık çalışanlarına dayatılmaktadır.

Zorunlu Hizmet Sadece Bu Ülkede Okuyup Yurttaşa Hizmet Edene Var!

Tıp fakültesini yurt dışında okuyan ya da bir biçimde yurt dışında çalışmış olanlara mecburi hizmet muafiyeti getirilmektedir. Adeta çok çalışıp tıp fakültesini Türkiye’de kazanarak okuyanlar, bir yere ayrılmayıp bu ülkenin insanlarına hizmet edenler cezalandırılmaktadır. Kimleri kayırmak için çıkarıldığını bilemediğimiz bu düzenlemenin iktidar partisinin baştan söz verdiği biçimde yapılmasını,
mecburi hizmetin tümden kaldırılmasını talep ediyoruz.
Çalışmak mecburi değil, gerekli özendirici düzenlemelerle gönüllü hale getirilmelidir!

Türkiye Sağlık Ortamının Derinleşen Yaralarına Bir Merhem Yok

Bu Torbada da tıp eğitimindeki bozulmadan asistanların sorunlarına,
kurum hekimlerinden emekli hekimlere kadar yaşanan ücret adaletsizliğine,
performans sisteminin yarattığı tahribattan taşeronlaşmaya kadar sağlık alanında derinleşmiş yaralara merhem olacak bir düzenleme bulunmamaktadır.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen hekimler olarak Sağlık Bakanlığı’na sesleniyoruz:

Mesleğimize, işimize, iş güvencemize, halkın sağlık hakkına sahip çıkmaya
devam edeceğiz.

Hekimlik andı bu topraklarda yazıldı,
binlerce yıl sonra bu topraklara gömülmesine izin vermeyeceğiz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi