Etiket arşivi: Yunus Emre

T.C. DEVLETİ BÜROKRATLARINA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Anayasa md. 11

  • “Anayasa hükümleri, Yasama (TBMM), Yürütme (Hükümet-Kabine) ve Yargı organlarını (tamamını), İdare Makamlarını (tüm Devlet bürokrasisini) ve diğer Kuruluş ve kişileri (özel sektör ve şahıslar) BAĞLAYAN TEMEL HUKUK KURALLARIDIR. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Güncel, Anayasayı İhlal Suçlarını hatırlatalım;

Yargıtay, MV seçilen Can Atalay’ın tahliyesini engelleyerek, AYM’nin verdiği “Emsal Kararları” yok sayarak, Anayasayı ihlal suçu işledi (AS: TCK m.309). (AYM Kararları, Anayasa maddesi niteliğindedir.)
MEB Bakanı, Kız Okulları kurulmalıdır, diyerek Anayasanın 14-24-42’nci maddelerini çiğnemiş ve Anayasayı İhlal (çiğneme) suçu işlemiştir.
HSK, Erdoğan’ın 3’üncü kez CB adayı olmasının, Anayasanın 101’nci maddesine aykırı olduğu beyanıyla (bildirimiyle) YSK’ya suç duyurusunda bulunan, Yargıç Ahmet Çakmak’ı meslekten atarak, Anayasamızın Başlangıç kısmına, 11’nci maddesine aykırı davranarak Anayasayı ihlal (çiğneme) suçu işledi.

Anayasayı çiğneme suçu işleyen 3 örnek verdim. Yargıtay-Bakan-HSK!
Çok önemli 3 kurum, neden Anayasaya uymaz? Hepsi de yaptıklarının ağır suç olduğunun bilincinde olan eğitimli kişiler. Niçin uymamakta ısrar ederler?
Bu soruya verilecek yanıt tektir :

  • Tüm bu olaylara sebep olan kişi CB Erdoğan’dır…

Peki, Erdoğan kimdir?

  • Erdoğan, suç işlediği için iki kez tutuklanmış, mahkum olmuş, iki kez de cezaevine girmiş bir SABIKALI kişidir.

İlk vukuatı: Görevli İlçe Seçim Kurulu Yargıcına hakaret ettiği için tutuklandı ve Sağmalcılar Cezaevine konuldu.

İkinci vukuatı. “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kışkırtmak” suçundan mahkum oldu ve Pınarhisar Cezaevinde yattı.

Üçüncü Vukuatı: Genel Başkanı olduğu partisi (AKP) 2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin Odağı” olduğu tespit edildiği için, Hazine yardımının kesilmesine mahkum olmuştur.

Yani Erdoğan, Anayasamızın değiştirilemez maddelerinden olan Laiklik ilkesini çiğnemiş ve mahkum edilmiş SABIKALI bir Genel Başkandır.

Şimdi sizlere soruyorum :

Laikliğe karşı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmiş (saptanmış), demokratik rejimi gideceği yere kadar götürecek bir araç (tramvay!) olarak gören,

  • Atatürk ve İnönü’ye İKİ AYYAŞ diyen,

Türk Ordusunun şerefli komutanlarını, “Tabutla Tahliye” edebilmek için cezaevinde tutulmalarını sağlayan, Atatürk’e ve annesine en ağır hakaretleri yapan yobazları Devletin sofrasında ağırlayan, eğitimi tarikat ve cemaatlerin eline bırakan, ülke ekonomisini batıran, kendisi “Ben AYM Kararlarına saygı duymuyorum ve tanımıyorum” diyen bir siyasetçi Türkiye’de Anayasa Hakimiyetini (egemenliğini) nasıl sağlayabilir?

Aziz Türk Milleti;

Bu duruma gelmemizde, CHP ve ortağı İYİ P’nin olumsuz katkıları elbette hep hatırlanacaktır.

Erdoğan, bundan böyle kendisi de istese “Anayasal Çerçeve” içinde
görev yapamaz. Anayasa ve yasa tanımazlığını, baskıyı, tutuklamaları,
zulmü gittikçe artıracaktır.

İki tarafı uçurum olan dar bir yolda bisiklete binen biri gibi sürekli pedal çevirmek zorundadır. Fakat şöyle bir tarihsel gerçek de var :

Zulümle abad olanın ahiri berbad olur, der Yunus Emre!
Erdoğan nihayetinde (sonunda) bir siyasetçidir. Görevi sona erdiğinde, kimseyi tanımayacaktır.
Kanunsuz emre uyanlar, devlet hazinesinin talan edilmesine göz yumanlar, suç işleyenler, üç kuruşluk ihale için şerefini satanlar, ölümlere neden olanlar.. yani T.C. Devletinin bürokratları tüm hesaplar sizin üzerinize kalacak ve sizler bağımsız Türk Yargısına hesap vereceksiniz.

Ömrü devlet hizmetinde geçmiş bir büyüğünüz olarak sizleri uyarmak benim görevim.

Sizlere yazık olacak.
***
Bugün 15 Temmuz!
Hala çözülmemiş, gerçekleri saklanmış olaylar, ölümler, ihanetler var.

Özellikle siz güvenlik bürokratları!
Sizlerin bildiklerinizi, başkalarının bilmediğini mi zannediyorsunuz?
Yanılıyorsunuz!
Önünüzde iki yol var :

  • Ya yarın sabahtan Anıtkabir’e gidip, Çağdaş Laik Cumhuriyetin bürokratları gibi davranacaksınız
  • ya da tarikat şeyhinizden emir almaya giden, müritler gibi olacaksınız.Tercih sizlerin…Sağlık ve başarı dileklerimle, 15 Temmuz 2023

ALEVİLİĞİ ZEHİRLEMEYİN…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, 18-25 yaş aralığındaki Alevi gençleri için Gençlik Kampı düzenlemeye karar vermiş. Ancak bu kamplarda kadın-erkek ayrımcılığına giderek, haremlik ve selamlıklı bir düzenleme yapma yolunu seçmiştir.

Aynı Başkanlık, Alevi toplumunun paydaş kurumları olan Alevi- Bektaşi vakıf ve derneklerinden de Bu ayrımcı düzenlemenin gereklerine uygun olan gençleri seçip listesini ilgili Başkanlığa göndermelerini istemiştir.

Bu genelgenin uygulanması, hem Aleviler ve hem de Alevi inancı açısından kabul edilemez niteliktedir. Şöyle ki :

1- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da kısa adıyla AİHM; T.C. Anayasası’nın 2., 10., 24. ve 90. maddelerine dayanarak;

a- Alevi inancının varlığını kabul etmiş ve kesin karara bağlamıştır.
b- Alevi çocuklarına zorunlu din dersinin verilemeyeceğini hukuksal olarak onamıştır.
c- Cemevlerinin Alevi toplumunun ibadethanesi (tapınağı, tapınç yeri) olduğunu, Devletin Alevilere ibadethane belirleyemeyeceğini karar altına almıştır.
d- Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal temel ilkesi olduğu halde, Alevilerin hukuksal olarak hak yitimine uğradıklarını saptamıştır.
Bu hak yitiklerinin ortadan kaldırılması için; Sünnilere verilen her türlü, eğitim, finansman (akçalı destek), personel ve yer (mekân) desteklerinin aynen Alevilere de verilmesi gerektiğini karar altına almıştır. Çünkü laiklik ilkesi gereği, böylesi bir düzenleme anayasal zorunluluktur.

2- Anayasamızın, başta laiklik ilkesi olmak üzere, emredici (buyurucu) ve bağlayıcı hükümleri ve AİHM kararları kapı gibi ortada iken; Aleviliğin inanç yanı görmezden gelinerek, Aleviliği salt bir kültürel değer ve folklör ögesi olarak tanımlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde konumlandırmak, Alevi inancının uhrevi (tinsel) ve ilahi (Tanrısal) yönünü görmezden gelmektir. Asla kabul edilemez.

Peki, Alevilik bir kültürden mi ibarettır?
Değilse, bu kültür Aleviliğe nereden ve nasıl gelmiştir?

Aleviliğin inançsal tutumları ve tapınma (ibadet) biçimlerinden doğan bir Alevi kültürünün varlığı doğrudur. Ancak din sosyolojisi açısından kültür bir neden değil sonuçtur. Nasıl ki Yahudi inancı olmadan Yahudi kültürü, Hıristiyan inancı olmadan Hıristiyan kültürü ve İslam inancı olmadan İslam kültürü oluşamazsa; Alevi inancı olmadan da Alevi kültürü oluşamaz. Öyleyse, bilimsel olarak, Alevi kültürünün Alevi inancından doğduğunu kabullenmek gerekir.

3- Alevilik inancında tüm insanlar koşulsuz olarak “EŞİT CAN” sayılır. Kadın-erkek, zenci-beyaz, zengin (varsıl) – yoksul, fıtrat, inanç ve can olarak herkes eşittir.

  • Alevi toplumu kin, nefret, cebir, şiddet, kibir ve eşitliği bozan her türlü ayrımcılıktan
    uzak durur.

Ne diyor Ulu Ozanımız Yunus Emre,

  • Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim..

Tarihsel ve ilahi söylemlerine göre, Aleviler 72 millete hep aynı gözle bakarlar. Laikliği, yani toplumsal inanç demokrasisini, başka bir söylemle din ve vicdan özgürlüğünü savunurlar. Alevi inancının özünde hak, adalet, barış, dostluk, kardeşlik, eşitlik ve sevgi vardır. Adalet, eşitlik, sevgi, ayrıştırma ve kardeşliğe aykırı her türlü düzenleme Aleviliğe de ters düşer.

4- Her türlü dinsel, sosyal, hukuksal, ekonomik, sanatsal, kültürel … ve eğitsel yaşamdaki cinsiyet ayrımcılığı Aleviliği bozar, yozlaştırır ve zehirler. Bu nedenle kadın – erkek, kaç – göç, haremlik – selamlık vb. ayrıştırmalar Aleviliğe sığmaz.

5- Hünkâr Hacıbektaş Veli‘ye, “Kadıncık Ana senin eşin mi?” diye sorduklarında “hayır
O benim EŞİTİMDİR” demiş ve eşini kendisine eşit tutmuştur. Yine Hacıbektaş Veli’ye atfen (gönderme ile) şöyle bir eşit cinsiyet, daha doğrusu cinsiyetsizlik öğretisi vardır :

ERKEK, DİŞİ SORULMAZ ERENLERİN YOLUNDA,
ALLAH’IN YARATTIĞI HER ŞEY YERLİ YERİNDE.
YANLIŞLIK VE NOKSANLIK SENİN GÖRÜŞLERİNDE…

Son söz                        :
Kadın – erkek ayrımcılığı : Yetişkin Alevi gençleri için düzenlenen haremlik – selamlık kurallarına dayalı, eğitim ve gençlik kampları;

Anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır.
– Karma eğitim ve öğretimi zorunlu yapan Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırıdır.
– Medeni Kanun’a aykırıdır
– Çağdaş yaşamın gerçeklerine aykırıdır.

Konumuz açısından da, her konuda kadın – erkek eşitliği üzerine kurulan tarihsel ve geleneksel Alevi inanç ve öğretisine aykırıdır.
Alevi inancındaki eşitlik ilkesini bozmak Alevi inancını tam özünden, en can alıcı yerinden zehirleyip yozlaştırmak ve bozmaktır. Sonu asimilasyondur.

  • Aleviği zehirlemeyin!

EVRENSEL İNSANİ DUYGUDAŞLIK, HÜMANİZM ve ÇAĞDAŞLAŞMA

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Herhangi bir ırkın, ideolojinin, dinin, mezhebin, tarikat ya da cemaatin üyesi olmakla övünmek; doğruyu, barışı, ahlakı, hukuku, adaleti, kurtuluşu, insanlığı ve tüm insani güzel değerleri teokratik dogmatizmin ve ırkçılığın o dar kalıpları, kısıtlayıcı ve ötekileri dışlayıcı aidiyeti ya da mensubiyetinde aramak yerine; ayrımsız olarak, insanlık aleminin tümünün ortak üyesi olmak; tüm insanları eşit ve kardeş bilmek çok daha büyük bir onur ve gurur kaynağı olmalıdır.

Hatta bu çerçeveye doğa ve her türlü canlı sevgisini de ekleyebilirsiniz. Ortaçağın en büyük Anadolu hümanisti ve aydınlanmacısı olan ve ” Yatılmışı severim, Yaradan’dan ötürü” diyen büyük ozan YUNUS EMRE‘miz bu toprağın insanıdır. Kendisi ile ne denli onur ve gurur duysak azdır.

Arap toplumlarında ve hatta Türkiye’de, ırklar, dinler, mezhepler, tarikatlar, cemaatler, bölgeler, en önemlisi de siyasal guruplar ve siyasal partiler arasında genellikle STADYUM KÜLTÜRÜ sendromu geçerlidir. Bu sendromda hep ötekilerden, rakiplerinden üstün olma, onları sürekli ezme, her başarı ya da güzelliği kendine, kendi kümesine (gurubuna), kendi inancına ve kendi partisine maletme, ötekilerini de sürekli olarak şeytanlaştırma ve düşmanlaştırma söz konusudur.

Bu çarpık ve sürekli düşmanlık üreten çağdışı zihniyet topluma barış, sevgi ve kardeşlik getirmez. Sürekli gerilim ve çatışma yaratır.

Türkiye dahil, Arap ve İslam toplumları, ırklar, dinler, mezhepler, inançlar, ideolojiler, siyasal partiler ve her türlü toplumsal kümeler arasında sürekli bir gerilim ve düşmanlık üreten bu stadyum kültürü sendromundan kurtulmak zorundadır. Çünkü İslam toplumları arasındaki kabilecilik tarihsel, dinsel ve siyasal düşmanlık ve çatışmaların temelinde de bu stadyum kültürü sendromu vardır.

İslam toplumları arasındaki bu gerilim ve düşmanlıkların en büyük destekçisi, fitnecisi ve yarar sağlayanı da emperyalist Batıdır. Batının bir yüzü ne denli akıl, bilim, aydınlanma ve çağdaşlaşma ise, öteki yüzü de fitnecilik ve sürekli çatıştırma ve sömürüdür.

İslam ülkeleri, hep birlikte, sevgi, barış, kardeşlik içinde ortaklaşa yaşamayı ne zaman öğrenecekler?

Başka bir söyleyişle, İslam toplumlarına akla, bilime, teknolojiye, yurttaşların eşitliğine, hukukun üstünlüğüne, laikliğe ve gerçek demokrasiye dayalı bir aydınlanma ne zaman gelecek?
Yanıt, bu toplumlar insana, topluma, devlete ve doğaya dogmatik değerler yerine, akıl ve bilim gözlüğü ile bakmaya, her türlü kararlarını bu bakış açısı ile almaya başladıkları zaman.

Artık bir saniye bile yitirecek zaman kalmamıştır. Neden hep kendimize düşman üretiyoruz ki!?
“Düşmanımsın, hızımsın / Sen hep bana lazımsın” diyen bu kinci ve düşmanlaştırıcı zihniyet çağdışı ve hastalıklı bir zihniyettir. Toplumu ayrıştırıp, ötekileştirip, düşmanlaştırıp Batının ekmeğine yağ sürmek ve tuzağına düşmektir.

Çağdaşlaşmanın yolunu, ulu önderimiz, kurtarıcımız, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bize göstermiştir.

Uyanalım artık…
Sen-ben yok, biz varız. Toplumsal yapı açısından stadyum kültürü sendromunun yarattığı gerilim ve düşmanlıklara son verme zamanı çoktan gelmiştir. Herkes laik ve anayasal bir hukuk devleti güvencesinde, temel ve evrensel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü, sevgi, barış, kardeşlik, adalet ve liyakat… yönetimi ve rejiminde, gerçek bir demokrasi anlayışı ile korkmadan, dini vicdanı ve irfanı özgür olarak yaşamak istiyor.
Karar sizin.

ALEVİLER NEYE, KİMLERE DÜŞMAN?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, mademki Aleviler 72 millete aynı gözle bakıyorlar; dil, ırk, din, mezhep, cinsiyet, servet, makam, bölge… ayırımı yapmadıklarını söylüyorlar. Peki hiç kimseye, hiçbir şeye düşmanlık duymuyorlar mı?

Yanıtlarım kısa, özet olacak:

Aleviler de tıpkı öbür insanlar gibidir. Yemeleri, içmeleri, üretimleri, üremeleri, gerekli olan yaşam ürünlerini elde etmeleri ve tüketmeleri zorunludur. Yalnızca et ve kemikten üretilmiş, sinirleri alınmış, duyguları, fikirleri olmayan edilgen insanlar değillerdir. Bu açıdan, yaratılış, davranış, duygu ve düşünüş olarak tıpkı öbür insanlara benzerler.

Aleviler, bireysel ve toplumsal yaşayışlarında koşulsuz insan sevgisini (hümanistliği) aklı ve adaleti ön plana çıkarmış, “Eline, diline, beline sahip ol” diyerek nefis terbiyesini en önemli ilke kabul etmişler, yaşamlarını ahlak ve adalet ilkelerine göre düzenlemişlerdir. Bu nedenle, Aleviler, mevki, makam, konum, servet, yetki, renk ve cinsiyetlerden bağımsız olarak; yalnızca ve yalnızca, İNSANLIĞA DÜŞMAN OLANLARA, ADALETSİZ ve AHLAKSIZ YAŞAYANLARA KARŞI ya da DÜŞMAN OLABİLİRLER. Ancak Alevilerde cebir, şiddet, kin ve nefret olmaz. Amaçları salt adaleti sağlamak, sevgiyi ve kardeşliği egemen kılmaktır.

Yunus Emre diyor ki :

  • Adımız miskindir bizim
  • Düşmanımız kindir bizim.

Son diyeceğim o ki; Aleviler ırka, dile, dine, mezhebe, inançlara, renklere, cinsiyetlere, yani biyolojik ve kültürel farklılıklara dayalı düşmanlıklar gütmezler. Bu tür doğal farklıkları ötekileştirme konusu yapmalar. Ama İNSANİ, AHLAKİ ve HUKUKSAL DEĞERLERE uymayanlara ve adaletsiz yönetimlere tepki gösterir hatta isyan bile edebilirler. Tarihte siyasal iktidarlara isyanların bolca örnekleri vardır. Örneğin Baba İlyas Horasani ve Şeyh Bedrettin isyanları önemli iki tarihsel örnektir.

Alevilik öz olarak sevgi, adalet, eşitlik ve kardeşlik üzerine bina edilmiştir

Aleviler için dindar olmak ve ibadet etmek amaç değil, iyi insan olabilmek için birer araçtır.

Aleviler açısından temel alınan değerler ötekileştirmeler, ayrımcılıklar ve düşmanlaştırmalar değildir.

Tersine sevgi, barış, dostluk, kardeşlik, adalet, paylaşım ve dayanışma içinde kalarak, insan odaklı hümanist (insansever) ve demokratik bir toplumsal yapı içinde ortaklaşa yaşayabilmektir.

Bu nedenle Cumhuriyete ve laikliğe dört elle sarılırlar.
Aleviler için doğuştan, fıtrattan gelen ya da kültürel olarak aileden kazanılan biyolojik ve kültürel farklılıklar bir ayrılık ve düşmanlık nedeni olamazlar.
Her gerçek Alevi bunun bilincindedir.

Gerçeğe hü!!!” demek, gerçekleri koşulsuz kabul etmek demektir.
=====================================

ÜLKEM ve TÜRKÇEM

Can Türkiyem, ÖZ vatanım, canımdır.
Güzel Türkçem, SÖZ vatanım, kanımdır.
Yad-yabancı yerler, diller, incitir,
Vatan ve dil; aklım, ruhum tenimdir.

KARANLIKLARA YAĞAN KALICI IŞIK YAĞMURLARI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Büyük tasavvuf insanı ve gerçek hümanist halk ozanımız YUNUS EMRE, yaratılmışların hepsini Yaradan’dan ötürü sevmemizi söylüyor.

Yılanlar bile okşanıp sevilmekten hoşlanır, ancak teşekkürlerini ısırıp, ölümcül zehirlerini akıtarak gösterirler. Akrepler de öyle… örnekler çoğaltılabilir.

Gerçek evrensel hümanizm ise, hiçbir değer hükmüne (yargısına) saplanmadan, bıkmadan usanmadan, tıpkı evrensel hümanizm gibi, canlı cansız herkesi ve her şeyi karşılıksız ve koşulsuz sevebilmektir.

Bu sevgi davranışlarını sözde değil, özde ve sürekli olarak yapabilirseniz, sizler de ete kemiğe bürünüp “Yunus” diye görünebilirsiniz.

Yunus Emre’nin mezarı yurdun her köşesinde var. Çünkü halk O’nu sevip, bağrına basıp ebedileştirmiştir (sonsuzlaştırmıştır).

Fakat Yunus’u, bu ulu çınarı, yazdığı tasavvuf şiirleri nedeniyle mürted (kafir, dinden çıkmış) ilan eden ve onun şiirlerini okuyup felsefesini benimseyenleri de dinden çıkmış sayıp “katli vaciptir” diyen kara düşüncelilerin kimler olduğunu kimse anımsamıyor… Tıpkı Sokrates‘e idam hükmü veren 30 yargıcın kimler olduğunun bilinmediği gibi.

Hüner, ışığı, aydınlığı karanlıklara boğdurmak değil; karanlık düşüncelerin üstüne hiç dinmeyen ışık yağmurları yağdırabilmektir.

Hacı (Hace) Bektaş Veli diyor ki; “Karanlığa ışık tutanlara ne mutlu..”

Ulu Önderimiz ve Ulusal Kurtarıcımız büyük Atatürk diyor ki;

  • “Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir…”

Ancak her türlü kalıcı ve dinmeyen ışık ve aydınlık yağmurları, yalnızca ve yalnızca gerçek laik ve özgür demokrasiler ve çağdaş hukuk devletlerinde olasıdır.

Hiç unutulmasın ki; gelecek karanlıklarla değil, aydınlık ve hiç sönmeyecek ışıklarla, yani özgür akıl ve bilimle inşa edilebilir.

Halil Çivi şiiri : KARIŞMAYIN..

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

…K A R I Ş M A Y I N !

İnsanım, insan hakkım var,
İnancıma karışmayın.
Laikleşmiş hukukum var,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İstersem zikir yaparım,
İstersem dinden koparım,
İstersem taşa taparım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İster ateist olurum
İstersem deist olurum,
İstersem dindar kalırım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Muhammedî, Museviyim,
Katoliğim, İseviyim,
Zerdüşt ya da Ermeniyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Aleviyim, Bektaşiyim,
Bahaiyim, Mevleviyim,
Nakşi ya da Melamiyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Din, mezhep farkı gözetmem,
Irkçılık yoluna sapmam,
Ahlak çemberinden çıkmam,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Yetmiş iki millet birdir,
Birliğin meyvesi gürdür,
Laiklikten sapan kördür,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Mevlana’nın haldaşıyım,
Hacı Bektaş yoldaşıyım,
Yunus Emre sırdaşıyım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Cemevi inanç evimdir,
Sah-ı Merdan serverimdir,
Şah Hüseyin kederimdir,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İslamı iyi bilirim,
Hakkı özümde bulurum,
Vatanım için ölürüm,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Aklın duru gözündeyim,
Atatürk’ün izindeyim,
Sonsuza dek sözümdeyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Halil Çivi der insanım,
İnsanlıktır benim dinim,
Hiç kimseye yoktur kinim,
İnancıma karışmayın.
Xxx

20 Ekim 2022, Seferihisar – İzmir

Halil Çivi şiiri : KİMLİK

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

KİMLİK

Düşüncesi çağdaş, insanı fakir,
Alevi soyundan gelen bir canım.
Her çağda her derde deva bir fikir,
Üretip söyleyen çağdaş insanım.
Xxx
İnsanlığın insan kalan özüyüm,
Adem, Musa, Muhammed’in iziyim,
Aklın ve bilimin somut yüzüyüm,
Bilim bahçesidir benim mekânım.
Xxx
Kerbela’da su vermedi, vurdular,
Her fırsatta kılıç çekti, kırdılar,
Tarih boyu benden hesap sordular,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
Enel-Hak deyince astılar beni,
Din dışı saydılar, kestiler beni,
Öldürüp kuyuya bastılar beni,
Nesimi göründüm, yüzdüler tenim.
Xxx
Sarı saza teller takan benidim,
Derdini türküye döken benidim,
Zalimlerden yaka silken benidim,
Bir ölüp bin doğan yüce soydanım.
Xxx
Ozan oldum boynuma ip taktılar,
Aydın oldum düşüncemden korktular,
Madımak’ta diri diri yaktılar,
Fikrim ölmez kül olsa da bedenim.
Xxx
İnsanlıktan yüce bir değer bilmem,
Zalimin, zorbanın yanında olmam,
Pir Sultan nesliyim , baskıdan yılmam,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
İslam’ı insanlık mayası bildim,
Biçimi bıraktım, özünü aldım,
Türkçe dua ettim, Türkçe saz çaldım.
Hacı Bektaş Veli muhibbindenim.
Xxx
İnsanlıktan geldim, insanla varım,
Sevgiyi en büyük erdem sayarım,
Kadını, erkeği eşit tutarım,
Yunus Emre oldu fikir sultanım.
Xxx
Helal olmayana uzanmaz elim,
Kini, iftirayı söylemez dilim,
Harama çözülmez, sağlamdır belim,
Böyle emretmiştir ahlakım, dinim,
Xxx
İnsana muhabbet vardır özümde,
Tüm ırklar, inançlar birdir gözümde,
Eğrileri bulamazsın sözümde,
Özü, sözü bir olana hayranım.
Xxx
Türkmen Aleviyim, Türk’ün hasıyım,
Türk dilinin ustasıyım, sesiyim,
Kemal Atatürk’ün öz bendesiyim,
Türkiye’dir ezel, ebet vatanım.
Xxx
Demokrasi benim özgürlük aşım,
Laikliği özümsedim, yurttaşım,
Al Bayrağa dost olanla kardeşim,
Yurdumun uğruna şehit yatanım.
Xxx
Halil Çivi kov hatayı sözünde,
Ayrımcılık yoktur senin özünde,
Büyük Atatürk’ün bilim izinde,
Gidenlerin yollarına kurbanım.
Xxx


12.07.2001 Nazili / AYDIN
Prof. Dr. Halil Çivi

Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Geçmişte Sümer, Hitit, Urartu, Asur, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu coğrafyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin Şamanizmi terk edip, Arabistan’da 7. yüzyılda ortaya çıkan İslam dinini benimsemek zorunda kalmasından dolayı, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde, Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladı.

Araplar 7. yüzyılda önce, bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar, Persleri İslam dinini benimsemeye zorladılar. Daha sonra, hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.

Ancak Anadolu’daki Arap etkisi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile belirli sınırlar içinde kaldı, Anadolu’nun daha önceden var olan yerel ve yerleşik kültürleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Anadolu’da yaşayan nüfusun, çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir zaman Arap olmaması, halkın anadilinin Arapça olmaması, din üzerinden aktarılan Arap kültürünün etkisini belli bir ölçüde sınırladı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasıyla birlikte bu etki, laikliğin benimsenmesiyle, Türkçe dilinin Arapçanın ve Farsçanın etkisinden kurtarılmasıyla, Avrupa’daki siyasi, kültürel, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişmelere de kapıların açılmasıyla, asgari düzeye düştü.

Atatürk önce Avrupa’daki işgalci ve emperyalist güç odaklarına karşı cephede mücadele verdi, arkasından da Aydınlanma Devrimleriyle, Arapların 7. yüzyıldan itibaren (AS: başlayarak) din ve dincilik üzerinden gerçekleştirdikleri kültür emperyalizmine karşı mücadele verdi.
***
Cumhuriyet döneminde Arap kültür emperyalizmi, ABD’nin de desteğiyle, 1950 yılından itibaren (AS: bu yana), Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası haline getirildi, dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı.

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazarların ve ozanların yorumları üzerinden değil, hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı, gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze dek yıkandı. Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı.

Bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl, Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler.

Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemeyen, Türkiye’yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan ABD ve Avrupa emperyalizmi, bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.
***
İslamcı siyasetin temsilcisi olan AKP’nin iktidarında, Anadolu kültürünün Arap kültürünün asimilasyonuna uğraması en yüksek seviyeye çıktı. Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı.

  • Türkiye AKP iktidarında, Arap ülkelerinin arka bahçesi haline dönüştürüldü.

Son yıllarda, yine emperyalist devletlerin çıkardığı iç savaşların bir sonucu olarak, milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması, vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi, Anadolu’nun Araplaştırılması stratejisinin son aşamasıdır.

  • Türkiye, demografik yapısı tersyüz edilerek monarşiye ve teokrasiye mahkûm edilmektedir.

‘Kürt sorunu’ mu, ‘Kürt’ü sorun etmek mi?

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı

'Kürt sorunu' mu, 'Kürt'ü sorun etmek mi?

Anadolu, yerleşmek ve yaşamı sürdürmek için çok zor bir coğrafyanın, aynı zamanda çetin bir kültürel yaşamın adıdır. Onlarca kültür ve uygarlığın gelip geçtiği, her birinin belli bir iz bıraktığı bu coğrafya, ısmarlama ve yapay hiçbir topluluğun millet olmasına izin vermez. On binlerce yıllık geçmişi vardır. Zor tutunulan bu topraklarda kök salabilen çok nadir milletler ve kültürler olmuştur. En erken tarih olarak Antikçağ’dan başlasak ilk önce felsefenin beşiği olan Anadolu ile karşılaşırız.

Dünya tarihinde felsefenin doğduğu toprakları içine alan Anadolu’ya salt nüfus ve askeri güçle tutunmak; yalnız bu yolla millet olabilmek mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Hele derme- çatma bir lisan, dış kaynaklı kışkırtma ve büyük bir milletin asli , doğal parçası iken parçalanarak bütünlüğe ulaşma hayali ile tarihin hiçbir döneminde millet olunamamıştır.

Anadolu, İslam öncesinden başlayarak Türkleşmiş, İslam’dan sonra da Türkleşme süreci devam etmiştir, etmektedir. Nüfus yoğunluğu ve askeri dehanın yanında, dünyanın en güçlü dillerinden olan Türkçe, on binlerce yıldır biriken Türk kültürü, çeşitli Türk devletleriyle somutlaşan Türk uygarlığı ve bağrında her kültürü, ırkı ve dini ustalıkla uzlaştıran bir Türk yaşam felsefesi, Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk’ün bu topraklara, bir daha sökülmemecesine kök saldığı temel etmenlerdendir.

Türk, Anadolu’da geçmiş ve halihazırdaki bütün kültürlere Türk hoşgörüsü, Türk adaleti ve hakkaniyeti ile yaklaşmıştır, öylece yaklaşmayı sürdürmektedir. Türk bayrağı altında, Cumhuriyet’imizin sağladığı adalet, hakkaniyet, eşitlik ve kardeşlik, sınırlarımız içindeki her bireyi çepeçevre sarmakta, kucaklamakta ve selamlamaktadır.

Anadolu toprakları çetindir. Her aklına esen topluluk, köklü bir milletin asli parçası olarak kalmadıkça burada kendine ne bir toprak parçası, ne bir bayrak ne de bir sınır tayin edebilir. Büyük Türk milleti, onu oluşturan parçalarından meydana gelir. Irk, kan, kafatası ya da bölgesel farklılık savları ile büyük millete rağmen parçayı büyütmek, Anadolu coğrafyasının hiçbir hayalci topluluğuna nasip etmediği bir rüyadır. Çünkü Anadolu sıradan bir yerleşimle tutunulacak topraklardan oluşmaz.

Felsefe burada doğdu; dünya tarihinde ilk bilimsel girişimler burada ortaya çıktı. Ayrıntılar bir yana, felsefe ile Hıristiyanlık uzun süre burada kapıştı, çarpıştı, barıştı, karşılıklı etkileşti. İslam medeniyeti Anadolu’yu mesken edindi, yine Anadolu’dan tüm Ortaçağ’a, hatta modern çağa seslendi. Dinler, kültürler, çok çeşitli topluluklar, göçler derken Anadolu, ancak Türk milleti gibi büyük bir milletin inisiyatifine, insafına, öngörüsüne, kimliğine ve idaresine teslim olabilirdi. Nitekim yakın tarihe bakarsak, Selçuklular, Osmanlılar ve en son Cumhuriyet Türkiye’si ile artık en zor sınavlardan geçilerek bugünlere geldik.

Türkleşme sanıldığı gibi sadece askeri ve idari bir süreçle açıklanamaz. Anadolu Ahmet Yesevi, Abdal Musa, Kaygusuz  Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedreddin, Seyyit Nesimi, Otman Baba, Karacaoğlan ve Fuzuli gibi Türk irfan ve ilim kahramanlarının maddi – manevi eğitimleriyle, mücadeleleriyle Türkleşme sürecinin mayasıyla yurt olmuştur. Atatürk Cumhuriyeti, Türkleşmenin en son ve en temelli senedi, ifadesi ve sonucu olmuştur.

Türkleşme, hangi ırktan ve dinden olursa olsun, bu süreçte harcı olan her isimli isimsiz kahraman kişi ve  toplulukların ortaklaşa inşa ettikleri maddi-manevi Türk kültürünün adıdır.

  • Kürt sorunu yalanı, büyük Türk milletini, parçalarına ayırarak Anadolu’daki köklerini söküp atma projesidir. Milletten aşirete, devletten başıboş yığınlara dönüştürmektir.

Her din, ırk ve kültürü büyük bir millet çatısı altında eşit ve adil bir şekilde toplayıp bir arada tutan Türklük, herhangi bir etnisiteye, dine ya da bölgeye referansla ortaya çıkmamasına rağmen; ırkçılıkla, ayrımcılıkla suçlanarak tarihsel gerçekliklerin üstü örtülmek istenmektedir.

Oysa Anadolu’da Türklük dışında bir millet tanımı kaçınılmaz olarak bir ırkı ya da dini temel almak zorundadır. Herkesin milleti olan Türk milleti, “Kürt Sorunu” kışkırtıcılığı ile başlayan, insanları etnik kökenlerine göre sınırlayıp sözüm ona her ırksal yığın için devlet olma projesi dayatan postmodern ırkçılık söylemleriyle gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Anadolu topraklarında Türk’e ve Türklüğe muhalif her    sav, ırkçılık ve dincilikle maluldür. Irkçılık ve dincilikle devlet ve millet teşkil edildiği tarihte görülmüş değildir.

Kürt sorunu yapay ve dış destekli bir söylemdir. PKK terör örgütü bir Kürt kalkışması değildir ve olmamıştır. İçeride ve dışarıda Kürt sorunu yalanını, kışkırtıcılığını üstlenen aparatlara bir bakın. Bunlar, başta PKK terör örgütü, onu destekleyen Türkiye düşmanı bazı emperyalist ülkeler ve içeride onların temsilciliğini yapan haraç mezat, ucuza satılmış kuklalardır.

  • Kürt, Türk milletinin asli üyelerindendir ve büyük çoğunluğu bayrağına, vatanına ve devletine yürekten bağlıdır.
  • Sorun, Kürt varlığı değil, Kürt’ü sorun edenlerin varlığıdır.

Eğer hayat pahalılığı, eğitim – öğretim sorunları, sağlık ve güvenlikle ilgili zorluklar varsa bunlar herkes için geçerlidir. Bölgesel kalkınmışlık ve refah farkları Türkiye’de yalnız belirli yerlere özgü değildir. Kaldı ki isteyen istediği bölgeye gidip yerleşebilmekte, işini, geleceğini tayin edebilmektedir.

Kültür mü dediniz? 

Kürtleşen Türkler ve Türkleşen Kürtler gerçeği, Türk kültürünün etnik ırkçılığa dayanmadığını; büyük millet olmanın komplekssiz, özgüvenli olmak anlamına geldiğini gösterir. Türk kültürü, tarih boyunca farklı topluluklar arasındaki devasa kültürel geçişleri, kendini zenginleştirerek karşılayabildi ise, aynı millet içindeki benzeşik kültürel öğelerin geçişlerini daha kolay karşılayabilir, karşılamaktadır.

Aynı köyde bile bazı kültürel farklar olabilir. Köyü mü bölelim? Türkçe konuştuğu halde Karadeniz ağzı, Ege ağzı, Orta Anadolu ağzı farklıdır; o zaman ağızlara göre mi sorun yaratalım?

Kürt sorunu safsatasını  öne sürenler iki amaç güderler: Birincisi büyük Türk milletini ırk ırk, mezhep mezhep parçalamak ve emperyalistlerin ağızlarına uygun lokmalar haline getirmek. Bu misyon, dışarıdaki sahiplerine dönük bir amaca dayanır. Ama içeriyi ihmal etmezler.

İkincisi, ülkenin hayati çıkar ve sorunlarını unutturmak, önemsizleştirmek.

Mavi Vatan, deniz yetki alanlarımız, Ege adalarındaki çıkarlarımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin korunması, Karabağ’ın Ermeni katillerden arındırılması…. Tek kelimeyle Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımızın gerektirdiği ulusal çıkarlarımız, Kürt sorunu söyleminin ajanlarınca “yayılmacılık” olarak damgalanır. Oysa Kürt insanın derdi ülke menfaatlerini kendi adına çiğneyenlerin başarısını dilemek değildir. Her akıllı Türk vatandaşı bilir ki, ülkemizin ve milletimizin çıkarına olan her şey, kendisinin de çıkarınadır.

Sorun, Kürt sorunu” değil, “”Kürt sorunu var” diyenlerdir

PKK’nın resmî giyimli siyasi temsilcileri Kürtlerin vicdanında asla yer bulmamıştır ve bulamayacaktır. Diyarbakır anneleri ile şehit anneleri, Kürt sorunu var diyenlerin asıl sorun olduklarını açıkça ortaya koymuştur.

Kürt sorunu var diyenler, şark kurnazıdır. Dillerinin altında Kürt’ü sorun olarak gördüklerini milletçe fark ediyoruz.

Kürt’ü sorun görmek, hem Kürt üzerinden, hem de Kürt adına ırkçılık ateşini harlamaktır.

Sorun olan Kürt değil, Kürt’ü sorunlaştırıp büyük Türk milletine tuzak kurmaktır.

Türk milleti aynı tuzağa iki kez düşmeyecektir.

1915 ERMENİ TEHCİRİ -ZORUNLU GÖÇÜ- ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor. ” Hocam, Osmanlı Devleti Döneminde, 1915 yılında meydana gelen Ermenilerle ilgili bu Tehcir ya da zorunlu göç olayı nedir? Neden 24 Nisan tarihi kullanılıyor? Acaba bir soykırım söz konusu olabilir mi? Kısaca anlatabilir mısınız?”
Açıklamaya çalışayım :

1- 1915 Yılı, dört yıl süren l. Dünya Savaşının 2. yılıdır. Osmanlı Devleti Almanlarla işbirliği içindedir. Osmanlı ordusu Almanların yönetim ve denetimindedir. İngiltere, Fransa, İtalya. Çarlık Rusyası… karşı saftadır. Amerika Birleşik Devletleri savaşa dahil değildir. Osmanlı Devletinin, Batılı emperyalist devletler tarafından parçalanma planları yapılmıştır. Fakat bu parçalanmada alınacak paylar konusunda tam bir anlaşma yoktur.

2- 1789 Fransız İhtilali‘nden sonra dünyada koyu bir merkeziyetçilik, ulusçuluk ve ırkçılıkla bütünleşmiş milliyetçilik akımları doğmuş ve egemen olmuştur. Milliyetçilik dürtüsünü kullanan Yunanlar, Bulgarlar…bağımsızlık kazanarak ayrı devletler kurmuş ve Osmanlı devletinden ayrılmışlardır.

3- Ermeniler de aynı milliyetçilik duygularını kullanarak, Batılı Devletlerin desteği ile, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak istemektedir. Fakat kimi koşullar Ermenilerin aleyhinedir. Şöyle ki:

A-Önce Ermeniler Devlet kurmak istedikleri altı Doğu vilayetinin (Vilayet-i Sitte) içinde nüfus çoğunluğuna sahip değillerdir. Anadolu’nun birçok yerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar.

B- Ermeniler, genelde Hristiyan inancında olmakla birlikte, farklı mezheplere bölünmüşlerdir. Protestan Ermeniler İngilizlerin, Katolik Ermeniler Fransızların, Ortodoks Ermeniler de Rusların denetiminde gibidir. Bu durum Emperyalistleri, kendi aralarında anlaşarak bağımsız bir Ermeni Devleti kurulması konusunda anlaşmazlıklara sürüklemektedir. Özellikle de İngiltere ve Rusya bu konuda tam bir anlaşmazlık içindedir.

4- O devrin Ermeni aydınlarının merkez siyasal örgütlenme yeri İstanbul, özellikle de Robert Kolej’dir (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi). Batılı emperyalist devletlerle olan ana bağlantısı İstanbul’daki Ermeni aydınları sağlamakta, Anadolu’daki ayrılıkçı Ermeni örgütlerine (Hınçak ve Taşnak) talimatlar yine İstanbul’daki bu merkezi Ermeni örgütünden gitmektedir.

Osmanlı Devletine karşı, özellikle Doğu Anadolu illerinde isyan başlatarak terör ve kıyım hareketlerini de bu örgütler yapmaktadır. Başka bir söyleyişle, Osmanlı Devleti bir yandan dış düşmanla savaşırken öbür yandan içerde Ermeni İsyanı ve Ermenilerin düşmanla işbirliği yapması ile karşı karşıyadır…

5- Osmanlı Devleti, 24 Nisan 1915’te, İstanbul’daki Ermeni liderleri ile Anadolu’daki Ermeni örgütleri arasındaki iletişimi koparmak için İstanbul’daki merkezi Ermeni örgütü üyelerini tutuklamıştır. Arkasından da savaş açısından stratejik önemde olan ve düşmanla işbirliği olanağı bulunan kimi Ermeni nüfusu, yine Osmanlı toprağı olan başka yerlere zorunlu göçe mecbur etmiştir.

Bu zorunlu göçe tâbi tutmada o dönemin Osmanlı Ordusunu yöneten üst rütbeli Alman subayların öneri ve telkinleri olduğu da bilinmektedir. Ermeni ayrılıkçı liderleri 24 Nisan 1915’te tutuklandığı için, Ermeniler bu günü sözde soykırım günü kabul etmişlerdir.

6- Hastalıklar, eşgüdüm eksik ve yanlışları, güvenlik güçlerinin göç ettirilen Ermenilere karşı kimi yerel aşırılıkları, yine kimi çete gruplarının göç kafilelerine baskınları, yerel halkla karşılıklı vuruşmalar, devrin ulaşım araçlarının kıtlığı ve yetersizliği… birçok ölüm ve yitiklerin ana nedenidir.

Günümüzden 18 yıl kadar önce tarafımdan yapılan bir araştırmaya göre de bu zorunlu göç (tehcir) olayında Ermenilerin insan yitiği kestirimle 650.000, Türk tarafının Ermeni terör örgütlerince yitiği ise yaklaşık 200.000 dolayındadır. Bu sayıları, yani Ermeni nüfus yitiklerini bir milyona, hatta bir buçuk milyona çıkartan abartılı araştırmalar da vardır.

7- Peki Osmanlı Devleti’nin Tehcir olayı bir soykırım sayılır mı?

Soykırım sözcüğü Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde tanımlanmıştır. Bu Bildirge’ye göre:

A- Soykırım olayı niceliksel, sayısal değil, niteliksel bir tanımdır. Toptan (topyekun) yok etme kastı ve amacına yöneliktir. Herhangi bir ülkenin kendi yurt savunmasına yönelik bir savaşta milyonlarca insanın öldürülmesi soykırım değildir. Fakat dinini, inancını, fikirlerini, mezhebini, soyunu, derisinin rengini… beğenmediğiniz kişi, aile, kabile, topluluk ve toplumları burada sayılan nedenlerle yok etmek ya da yok etmeye çalışmak bir soykırımdır.

Örneğin Alman Yahudilerinin Alman devletine karşı hiçbir ayrılıkçı, siyasal bölücü, düşmanca etkinlikleri olmadığı halde; salt Yahudi soyu ve Musevi inancında oldukları, yapılan ve yapılacak evliliklerle, Alman soyunu kirletecekleri nedenleriyle öldürülmeleri ya da fırınlarda yakılmaları tam bir soykırım (genosit) olayıdır.

Ayrıca Birleşmiş Milletlerin soykırım suçları ile ilgili kararları hukuken geriye yürümez.

B- Soykırım eylemine resmî devlet eliyle karar verilmesi ve gerçekleştirilmesi siyasal bir karardır. Ancak soykırımın belge ve kanıtlara dayalı olarak mahkemelerce saptanması ve onaylanması hukuksaldır. Yargı kararları ile hukuksal olarak saptanmayan ya da saptanamayan olgular soykırım sayılmaz. Yani soykırım, yargı kararları ile onaylanmış olguları kapsar.

8- Peki Osmanlı Devletinin Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutması ve bu olayla ilgili olarak yüzbinlerce Ermeni vatandaşının yaşamını yitirmesi soykırım mıdır?

A- Osmanlı Devleti, Kendi Ermeni yurttaşlarını, nedensiz yere, durup dururken, salt Ermeni kökenli oldukları için değil; Osmanlıya, kendi ülkesine isyan ettikleri ve düşmanla işbirliği yaparak devlete ihanet ettikleri için zorunlu göçe tâbi tutmuştur. Eğer bu hareket bir soykırım amacı taşısaydı tüm Ermeni halkını kapsar ve Ermeni nüfus Osmanlı yurttaşlığından çıkarılırdı. Halbuki Ermenilerin tümü değil, yalnızca isyan bölgesindeki Ermeniler göç ettirilmiştir.

B- Ermeni Tehcirinden sonra İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, tehcir kararı veren İttihat Terakki Partisi yetkililerini ve tehcire neden olduğuna inandıkları 150 kişi dolayında Osmanlı yetkilisini Malta’ya sürmüş, yargılamış, tüm Osmanlı resmi belgeleri ellerinde olduğu halde soykırıma yönelik hiçbir belge ve kanıt bulamamışlardır.

Sonuç olarak, Osmanlıların Ermenilere soykırım yaptığına ilişkin, mahkemelerce karara bağlanmış hiçbir hukuksal kanıt yoktur.

C- Türkiye tarafı tüm Osmanlı resmi belge arşivlerini bağımsız uzman tarihçilerin incelemesine açmayı kabul ettiği halde, Ermenistan bu incelemeyi kabul etmemiştir. Böylece tarihsel ve bilimsel doğrulardan kaçınmıştır.

Genel sonuç şudur                            :

Osmanlı Devleti yöneticilerinin Ermeni nüfusunun bir kesimini kendi toprakları içindeki başka bölgelerde yurtlandırmak üzere zorunlu göçe tâbi tutması asla bir soykırım değildir. Kendi siyasal varlığını koruma ve vatanını savunma istencinin (iradesinin) doğal sonucudur. Her devletin kendi varlığını koruma hakkı vardır ve bu hak doğaldır.

Önce Avrupa’daki birçok devletin, ardında ABD’nin yetkili organlarının, daha sonra da ABD devlet başkanının Osmanlı Devleti’nin soykırım yaptığına ilişkin açıklama ve kararları bilimsel, tarihsel, hukuksal ve ahlâksal değil siyasaldır. Sevr Anlaşmasını yeniden diriltmeye ve gündeme taşımaya yöneliktir.

Aydınlarımızın büyük bir bölümü de içinde, birçok konuda olduğu gibi, Türkiye halkı bu konuda da yeterli ve doğru bilgiye sahip değildir. Günümüzün siyasal iktidarı da eskiden beri Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarların Osmanlı dönemindeki Ermeni tehciri konusunda yeterli, tutarlı, hem iç ve hem de dış kamuoyunu bilgilendirecek bilimsel, belgeli, etkili, kalıcı , sistematik ve uzun erimli bir stratejisi ve politikası eksiktir ve yetersizdir.

Başta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalist devletlerce, Ermenilere yapıldığı varsayılan sözde soykırım savının gelecekte nelere neden olabileceği ayrı bir yazı konusudur. Türkiye’nin mutlaka hemen, ivedi (acil) ve yeniden yeni bir yaklaşım ve stratejiye gereksinimi vardır.
Bu iş savsaklamaya ve aymazlığa gelmez.
=========================================

ANADOLU KARDEŞLİĞİ

Bilmek istiyorsan kimliğimizi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Öğrenmek istersen kültürümüzü,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tarihimiz, kültürümüz ortaktır,
Bilincimiz, kaderimiz ortaktır,
Sevincimiz, kederimiz ortaktır,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Anadolu güneşinde kavrulduk,
Ekin olduk, harman olduk, savrulduk;
Aynı kültür kodlarıyla evrildik,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dört kutsal kitabın özetiyiz biz,
Adem peygamberin milletiyiz biz,
Ortak bir bilincin hikmetiyiz biz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si,
Ortak toprak, ortak tarih bilgisi,
Bizi birleştirir insan sevgisi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dirliği birlikte bulanlardanız,
Bayrağına sadık kalanlardanız,
Düşmanına korku salanlardanız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Çok dinli, çok dilli, tek yürekliyiz,
Göçebe değiliz, kadim köklüyüz,
Yunus Emre sentezinde saklıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tek ağacın uzun, kısa dalıyız,
Tek bahçenin bin bir çeşit gülüyüz,
İnsan sıfatının birlik yoluyuz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Birliğin sırrını bilenlerdeniz,
Birlik yemininde kalanlardanız,
Yurt için birlikte ölenlerdeniz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Aklın ve bilimin rotasındayız,
Uygarlık, adalet potasındayız,
Kemal Atatürk’ün kotasındayız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Bu toprağın kadim bilgeleriyiz,
Hak, hukuk, adalet ilkeleriyiz,
Sağlam bir kültürün halkalarıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Halil Çivi der ki diktir başımız,
Laik Cumhuriyet temel taşımız,
Gerçek demokrasi ortak aşımız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx

 

 

Prof. Dr. Halil Çivi
24 Nisan 2021
Doğanbey, Seferihisar – İZMİR