Etiket arşivi: yoksullaşma

TÜRKİYE’NİN ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ YERİ

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek Fiziği / Nükleer Fizik)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Dünya nüfusu 8 milyarı aştı; 2050’de 10 milyara doğru koşuyor. Gerçi Türkiye’de doğurganlık 1,7’ye düştü, yani T.C. yurttaşlarının “nüfus artış hızı” azalıyor; hatta 2025’ten sonra nüfus sabit kalacak görünüyor. 2030’dan sonra azalmaya da başlayacak belki …

T.C. yurttaşlarının nüfusu böyle durağanlığa yönelirken, Dünya genelinde “sosyal-siyasal-ekonomik” nedenlerden kaynaklanan ve 1960’tan bu yana giderek büyümekte olan sınır ötesi göçler sorunundan Türkiye de payını fazlasıyla alıyor. Nitekim Dünya nüfusunun %1,1’ini oluşturan Türkiye, Dünyadaki 300 milyonu aşkın göçmenin %3’ünü barındırıyor.

  • Ülkemizde her 90 kişiden 10’u yabancı (göçmen, sığınıcı vb..)

***
Endüstri Devriminden sonra dünyaya egemen olan Kapitalist sistemin;

– anlamsız, ölçüsüz ÜRETİM,
– haksız, adaletsiz PAYLAŞIM ve
– savurgan TÜKETİM sarmalındaki gezegenimiz,

Holosen çağdan yeni bir çağa evriliyor.

Doğa ile uyumlu yaşamak becerisi gösteremeyen insanın yaşam biçiminden kaynaklanan olumsuz iklim/ekoloji değişimiyle Antroposen çağına!

Salgınlar, savaşlar, isyanlar, göçler, terör, ekonomik çöküntüler, yoksullaşma, işsizlik …

  • Gezegenimizin genelde çok kötü yönetildiği acı bir gerçek!

İnsanlık tarihi boyunca oluşturulmuş “irrasyonal kültürlerin” (ussal olmayan ekinlerin) öğretisiyle insan kendini “eşref-i mahlûk” yani “yaratılmışların(?) en şereflisi, en üstünü” görmek (!) yanılgısına kapıldı. Doğayı hep “alt edilmesi gereken bir düşman/rakip” olarak gördü ama sonunda, geç de olsa anladı ki; Doğa insana değil, insan doğaya muhtaç!. (AS: İnsan yeryüzünde zorunlu parazit!)

Tarih boyunca (Kabile şefi, Derebeyi, Kral , Padişah, İmparator, diktatör….) despot tek adamrejimlerinin sonu geldi, geliyor… Bilim ve teknoloji ilerledikçe, doğal gerçekler kavranıp  anlaşıldıkça,  kültürlerarası etkileşim yoğunlaştıkça, “en adil, en kolay” uygulanabilir bir yönetim biçimine, “Halkın özyönetimi“ne gelindi; buna DEMOKRASİ deniyor!

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiyle; HALKÇILIK, Cumhuriyet!

***
Dünyada ülkelerin büyük çoğunluğu demokratik rejim görüntüsünde, ama demokrasinin pürüzsüz işleyişi için gerekli asgari (en az) koşulları oluşturabilmiş değiller.

“Eğitimsiz ve yoksul” toplumlarda demokrasinin iyi işlemediği çok açık anlaşılır bir gerçek!

Özetle söylemek gerekirse; bugün Dünya nüfusunun ~ %80’i gelir dağılım adaletini ve fırsat eşitliğini gözeten çoğulcu – katılımcı – çağdaş demokratik yönetimden oldukça uzakta ve ne yazık ki, Türkiye de bu şanssız ülkeler arasında.

Her yıl 60 belirteç üzerinden hesaplanan puanlarla, ülkelerin demokrasi indeksi yayınlanıyor. 2022 sıralamasında Norveç 100 üzerinden 98 puanla 1. oldu. Türkiye 43 puanla 103. durumda; oysa 2012’de puanı 58’di. Gittikçe iyileşecek yerde, tersine otoriter/dikta rejime yöneliyor… Dünya genelinde demokrasi indeksi ortalaması 33 ile en düşük ülkeler Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkeleri, İslam coğrafyası.

  • İslam demokrasiyle barışamıyor nedense, sonuncu Afganistan!

Gelir dağılım adaletinin ölçütü Gini katsayısıdemokratik gelişmişliğin en önemli ölçütlerinden biri. Türkiye, Gini katsayısı sıralamasında da 0,42 ile Dünyada son 50 ülke arasında ne yazık ki…

2022’de demokrasi indeksi + Gini sayısı en yüksek olan ilk 15 ülke, Gezegenin A takımı diyebileceğimiz en gelişkin 15 ülke şunlar :

Japonya 125, Almanya 81, G. Kore 51,  Kanada 40, Avustralya 27,  Tayvan  23, Hollanda 18, İsveç 11,  Avusturya 9, İsviçre 9, Danimarka 6, Norveç 6, Finlandiya 6, Y. Zelanda 5, İrlanda 5.

Listeyi nüfus büyüklüğüne göre sıraladım çünkü ülke nüfusu büyüdükçe ve doğal olarak uyuşmazlık olasılığı arttıkça gelir dağılım adaletini gözeten çağdaş demokratik yönetimlerin işi zorlaşıyor. Bu nedenle nüfusu en büyük iki ülke Japonya ve Almanya ayrı bir övgüyü hak ediyorlar bence!

Sosyal-ekonomik-demokratik gelişkinlik skalasında (ölçeğinde) Türkiye, 200 ülke arasında ne yazık ki, ortalamanın altında,  D sınıfı (4. sınıf) ülkeler içinde yer alıyor. Kuruluşunun 100. yılını kutlayacak bir ülke için çok acı!..

Oysa bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk Cumhuriyetin 10. yılında neler neler hayal etmişti :

  • “…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı (gelişimi) ile, âtinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır….”

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

Dr. Noyan UMRUK
13.09.2018

Türk Lirası, yılın başından beri öbür ülkelerin para birimlerine göre değer yitiriyor. Ocak 2018’den bu yana Amerikan Doları’na göre olan değer kaybı %60’ı bulduBu durum da ister istemez ihracatın ithalatı 2017’de ancak %67 oranında karşılayabildiği bir ekonomide, kurun fiyat düzeylerine olabilecek etkisini tetikliyor.

Türkiye’de, tüm “yükselen” ülkelerde olduğu gibi, kur-enflasyon ilişkisi yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin üretim yapabilmeleri için ithalata gereksinimleri var ve dövizin yerli para birimi cinsinden değerinin artması, ithal edilen tüketim malları fiyatlarında ve ithal girdi kullanılan üretim maliyetlerinde artışı da birlikte getiriyor.

Geçen yıl bu dönemde 3,44 TL’ye aldığımız 1 ABD Doları, 6 TL’nın üstüne tırmanmış durumda ki, bu da yıllık artışın %90 oranında gerçekleştiği anlamına geliyor. Kurlardaki bu panik atak öngörülebilir bir ekonomik ortam, reel yatırımlar için büyük engel oluştururken, tüketici için ise ciddi bir yoksullaşma nedeni…

Türkiye’nin döviz kurları ile sorunlu ilişkisi aslında yeni bir durum değil. . Dolayısı ile her zaman büyük bir ciddiyet ve özenle ele alınması gereken bir olgu… 1923’te 1 ABD Doları 1,67 TL’ydi. 1980 yılında ise ortalama 1 ABD Doları 75 TL oldu. Bir başka deyişle, Cumhuriyetin kuruluşundan, 1980’e kadar TL, ABD Doları karşısında yaklaşık 44 kat değer yitirdi..

Türkiye 1980’lere kadar döviz kurlarının değerinin Merkez Bankası tarafından belli zaman aralıklarıyla belirlendiği, sabit kur rejimini yürüttü. Güçlü rezerv gerektiren bu yöntem, kurun sabit tutulamadığı rezervlerin yetersiz kalması durumunda yerel para birimin değeri düşer; bu zaman zaman şimdiki gibi şok devalüasyonlar yaşanarak olur…

1980’lerde geçilen esnek kur rejimleriyle birlikte Dolar ve Sterlin, 1980 öncesi 57 yılda kazandığı oranı yalnızca 11 yılda geçti. 1980-91 arasında ABD doları 54 kat, İngiliz Sterlini ise 41 kat değer kazandı. 1990’larda da döviz kurlarındaki oynaklık en üst düzeydeydi.

Sonunda 2001 krizi gelip çatmış, 21 Şubat 2001’de bankalar arası piyasada gecelik faiz % 6200’e çıkarken, ortalama % 4018,6 olmuştur. Merkez Bankasının döviz rezervi 16 Şubat 2001’de 27,94 milyar Dolarken, 23 Şubat 2001’de 22,58 milyar Dolara inmiştir. Rezerv yitimi 5,36 milyar $ olarak kaydedilmiştir.

Dolar kuru bir gecede % 40 artmış ve 680 bin liradan 960 bin liraya yükselmiştir. Resmi devalüasyon yeterli olmamış, döviz rezervleri hızlı bir şekilde erirken, hükümet 21 Şubat 2001’de kuru dalgalanmaya bırakmıştır. 22 Şubat’ı izleyen iki haftada 1,2 milyon liraya dek yükselmiştir. Bu aşamada gelen dalgalı kur sistemi, döviz piyasalarını iyice karıştırmış; bu karmaşada dalgalı kura geçilmesiyle Doların gerçek değerinin ne olacağı bilinememiş ve alım-satım arasındaki fark artışa geçmiştir. 

Veee 14 Mart 2001’de 3 aşamalı kurtuluş planını açıklanmıştır. Bu plana göre;

– Bankacılık sektörüyle ilgili önlemler alınacaktır.
– Döviz kuru ile faize istikrar kazandırılacaktır.
– Ekonomi dengeleri yeniden planlanacak, 2. yarıda büyümeye geçilecektir.

Kurtuluş planı sonrasında IMF’ye niyet mektubu verilmiştir. Mektupta; iktisadi etkinliği sağlayacak reformların yapılacağından ve enflasyonla mücadelenin gerçekleştirileceğinden söz edilmiştir. Gelir dağılımı ile ilgili adaletsizliğin ortadan kaldırılacağı, sürdürülebilir büyüme ortamının oluşturulacağı taahhüt edilmiştir. Böylece 1980’lerde 24 Ocak (1980) Kararları ile girilen küresel ekonomik alanın gerekleri 2001’de Kemal Derviş yönetiminde yeniden teyid edilmiş oldu.

Kur dalgalanmaları ve enflasyon korelasyonu (doğrusal ilişkisi)

Türkiye’de döviz kurlarının günlük ilanına geçildiği 1981 yılından beri döviz kurlarındaki dalgalanmalar ile enflasyon oranları arasında sıkı ve doğrudan bir ilişki var. Zaten girdi maliyetlerinin egemen para Dolarla yakın ilişki içinde olduğu göz önünde tutulursa, bunu söyleyebilmek için alim olmaya gerek yok…

Örneğin 1994 krizinde Dolar %169 oranında artarken, enflasyon oranı da %130 düzeyindeydi. Kurda ve enflasyondaki azalma veya artış da aynı biçimde öbür değişkeni geçişli şekilde etkiliyor. Fakat bu geçişkenliğin her zaman tek yönlü olduğunu söylemek olanaklı değil. Yapılan nedensellik testlerinde kurdan enflasyona geçiş kadar, enflasyonun da kurdaki artışı tetiklediği çalışmalar var.

İthalata bağımlı bir ülkede döviz kurundaki artış, üretim maliyeti ve tüketim malları fiyatlarında artışa neden olduğu gibi, özellikle kronik enflasyon sorunu olan ülkelerde fiyat düzeylerindeki istikrarsızlık nedeniyle, yerel para birimine olan güvenin azalması da dövize istemi artırarak kur artışına neden olabiliyor.

Yapılan çalışmaların gösterdiği önemli bulgulardan biri de, kurdan enflasyona geçişin zamana yayıldığı, üretici ve tüketici fiyatlarında farklı etkiler ürettiği üzerine. Döviz kurlarındaki değişim, ilk olarak üretici fiyat endeksine yansıyor ve endeksler arası geçişkenlik 11 ayı bulabiliyor. TÜFE ve ÜFE endeksleri arasındaki %10’u aşan farkı bu bulgu ışığında okumak ve ciddi önlemler alınmazsa enflasyonun hiper enflasyona dönüşmesi büyük olasılık

Öte yandan bizzat başına geçilerek, ülkeyi padişahın mülkü görünümüne sokan Varlık Fonu ile elde kalan son varlıkları güvence göstererek borçlanma, uzun vadeli kiralama ve satışların da yaraya pansuman olamayacağı yaygın bir görüş…

Ne yapmalı?

Oyunu, Londra merkezli küresel piyasalarda oynamayı 1980’lerde kabul edip, 2000’lerde Kemal Derviş’le yeniden teyid ve tescil ettirdiğinize göre, ortak akıl, kısa vadede,  yargı ve TCMB başta olmak üzere, özerk olması gereken hukuk ve ekonomiyi yöneten kurumların bağımsızlaştırılması, uzun bir süre tereddütten sonra çok geciktirildiği için, yaratacağı olumlu etki tartışmalı olan bu gün (13.09.2018) gerçekleştirilen sert ve beklenti üstü faiz (artışı) kararını gerektiriyor…

Uzun vadede ise köklü bir eğitim reformu, uluslar arası ilişkilerde başlangıç ayarlarının hatırlanması. AR-GE, teknoloji içeren reel üretimle barışmak, toplumsal kutuplaşmanın yumuşatılması Türkiye’yi ve  toplumu rahatlatacaktır

En önemlisi, tüm bunlar için iyi çizilmiş bir rota doğrultusunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkenin coğrafi, fiziki ve beşeri anlamda kaynak ve olanak envanterine sahip, bölgesel ve ulusal düzeyde sürdürülebilir bir kalkınma sürecini eşgüdümleyerek, küresel gerçekleri de göz ardı etmeden, en azından optimal ölçek ekonomileri çerçevesinde, selektif-özenle seçilmiş sektörlerde uluslararası düzeyde rekabet edebilecek innovasyon-teknolojik gelişmeyi içeren marka ürünler üretilebilmesini planlayabilen, özel kesim için özendirici ve yol gösterici, kamu kesimi için emredici ciddi bir planlama örgütüne şiddetle ihtiyacı vardır.

Durum, tam teşekküllü bir hastaneye başvurmak yerine, sağlık ocaklarında dolaşılmayacak ölçüde ciddidir…
=================================
Evet dostlar,

Sn. Dr. Umruk yeterince açık ve net koymuş sorunu ve çözümleri..
Ancak son tümcesindeki karşılaştırmalı benzetmede, Hastane – Sağlık Ocağı ikilisinde, bu sözde yerli – milli  AKP iktidarının dış güdümlü SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programıyla, Temmuz 2010’dan bu yana, ‘dolaşılacak‘ Sağlık Ocakları da yok! Onlardan çoooook yetersiz, 1. Basamak sağlık hizmetlerini de özelleştiren Aile hekimliği sistemi var.. Çağdışı bir sistem..

Ve TCMB, faiz oranlarını %17.75’ten %24,00’a yükseltti..
%6,25 puan (625 baz puan teknik anlatımı kullanılıyor) birden..
Dış ekonomik çevrelerin öneri – beklentisi %4,25 puan dolayında idi..
Dolar 5.90 TL dolayına çekildi.. Bakalım nereye dek.. % 24 faiz ile bankacılık sistemi nasıl dönecek? Mevduata %24 faiz ödeyecek Banka, topladığı parayı % kaç faizle ‘satacak’!? Açıkçası kredi, teminat mektubu vb. işlemlerde faiz kaç olacak? Kimler %30’ları aşan kredi faiziyle bankalardan nakit borçlanacak ve iş kuracak??

Deli bir faiz oranı.. Ne var ki ekonomideki hastalık öyle ağır ki, ateş düşürücü gibi basit önlemler yetmiyor. İlle ağır diyet ödenecek.. Gangren olan organın kesilmesi zorunda kalınması gibi.. Kendimiz ettik (AKP etti!) kendimiz bulduk (Halk bedel ödüyor!); kolumuzu – bacağımızı feda ediyoruz adeta ekonomideki talan yüzünden..

Dileyelim halkımız uyansın bu acı tablo karşısında ve iktidar mutlaka ders alsın.

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Ekonomik Büyüme Dolara Yenildi!


Ekonomik Büyüme Dolara Yenildi!


Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net 
profsaltik@gmail.com

Türkiye ekonomisi yılın 2. çeyreğinde %3.8 büyüdü. Büyüme tüketim, kamu harcamaları ve yatırımlardaki artıştan sağlandı. Ancak Dolar bazında (AS: temelinde) ulusal gelir %10.7 azaldı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dün yayımladığı verilere göre Türkiye ekonomisi 2015’in 2. çeyreğinde %3.8 büyüdü.

ÜLKE EKONOMİSİ DOLAR OLARAK ERİDİ

Türkiye ekonomisi, Türk lirası olarak sabit fiyatlarla %3.8 büyüse de Dünya sıralamasındaki
yerine etki eden Dolar temelli Ulusal gelir 2. çeyrekte %10.7 gibi çok yüksek bir oranda azaldı.
Yani ekonomi Dolar ölçeğinde daraldı. Ulusal gelir Dolar olarak ilk çeyrekte %2.7 daralmıştı.
Buna göre yılın ilk 6 ayında Dolar olarak gerileme %6.9 olarak gerçekleşti. 2015’in ilk 6 ayında ulusal gelir 361.4 milyar Dolarda kaldı!

KİŞİ BAŞINA YILIK GELİR GENE 10 BİN DOLARIN ALTINDA! 

Türk lirası olarak Ulusal gelir son altı ayda 926 milyar Dolara ulaştı. Ocak-Haziran döneminde ekonomi %3.1 büyüdü. TÜİK’in açıkladığı verilere göre GSYH 2014’te 1.7 trilyon TL’ye erişti.
Dolar olarak ulusal gelir de 2013’e göre %2.9 azalarak 799 milyar Dolarda kaldı. Kişi başına gelir 2014’te cari fiyatlarla 22.7 bin TL, ABD Doları olarak 10 390 $ hesaplandı.

2014’te 10 bin Doların üzerinde kalan ulusal gelir, kurdaki hızlı yükselişle bu yıl 10 bin Doların altına düşecek. Son 4 çeyreklik Dolar ölçekli ulusal gelir rakamını ele aldığımızda 772.4 milyar ediyor. Nüfus artışı sabit kalsa bile -ki 1 milyondan çok artacak!- kişi başına düşen gelir 9 940 dolara gerilemiş durumda.

Temmuz 2015’te sanayi üretiminde durgunlukartan enflasyon ve Dolardaki hızlı değerleniş dikkate alındığında 3. çeyrekte büyüme verilerinin umut verici olmayacağı söylenebilir

%6.3 CARİ AÇIK VERDİK

Ekonomi 2. çeyrekte %3.8 büyümeye karşılık ulusal gelirin %6.3’ü oranında cari açık verdi.
İlk 6 ayda 361.4 milyar Dolarlık ulusal gelirle 22.2 milyar Dolarlık cari açık %6.1 gibi
çok yüksek.

2015’te BÜYÜME %4’ün ALTINDA KALACAK

Büyüme verilerine ilişkin açıklama yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, siyasal belirsizlikler ve olumsuz dış konjonktür nedeniyle büyümenin Orta Vadeli Programda (OVP) öngörülen % 4’ün altında kalmasının olası olduğunu belirtti.

Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi (İktisat) Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu;

Büyüme iç tüketime dayalı, istihdam yaratmıyor ve cari açık oluşturuyor! 

“Seçim öncesi dönem olduğu için kamunun harcamalarındaki artış dikkat çekici…
Fakat ihracat iyi değil. Demek ki Türkiye ekonomisi yılın 2. çeyreğinde iç talebe dayalı olarak büyüdü. Zaten bunun sonucunu cari açıkta gördük… Tarımda üretim arttığı halde
bunun gıda enflasyonuna düşüş olarak yansımaması, maliyet katılığı var demektir
.”
(http://www.aydinlikgazete.com/ekonomi/ekonomik-buyume-dolara-yenik-dustu-h76465.html)

*****

Ülke serveti hızla erimekte..

Geçtiğimiz yıl ilk 6 ay sonunda ulusal gelir 385 milyar $ idi. 2015’in ilk 6 ayında ise
361.4 milyar Dolar’da kaldı. Azalma 23,6 milyar $ ve geçen yılın aynı dönemine göre

(385 – 61,4) / 385 = % 6,1 düzeyinde..

6 aylık nüfus artış hızı da yaklaşık % 0,65 olarak dikkate alınırsa, toplam “küçülme” % 6,75’e ulaşıyor. Bu, apaçık %6,75 oranında yoksullaşma demektir (TÜİK %6,9 veriyor). Gelir dağılımının daha da bozulması (Gini katsayısının büyümesi, 0,5’e yaklaşması!), yoksulun daha yoksul, varsılın daha varsıl olması, emek ücretlerinde gerileme, işsizlikte artma, kamu harcamalarında -başta SGK- daralma… sömürünün en yabanıl (vahşi) biçimde sürdürülmesi demektir. Ve bunlar ekonominin denetlenemeyen dışsallıklarından değil; içerideki kötü yönetimden, yükselen kurlar,üretim yetersizliğibüyük yolsuzluklar ve kaynakların
verimli kullanılamayışı.. kökenlidir.

3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidar olan AKP – RTE, 1 Doları 1,58 TL’den devraldı.
Toplam ülke borcu 221 milyar $ idi. 12 Eylül 2015 günü Türkiye’nin borcu 600 milyar $’ı aşarak 13 yıl öncesinin 3 katına erişmiştir. Dolar kuru ise 1,58 TL’den kalkarak 3 TL’yi aşmıştır ve
2 katına koşmaktadır. AKP – RTE, Dolar kurunun 2’ye varan katlanma hızından daha hızlı olmak üzere ülkeyi borçlandırmıştır. Ulusal gelir son birkaç yıldır inişe geçmiş, yeniden
800 milyar Doların altına çekilmiştir. Nüfus ise %1,33 (binde 13,3) dolayında bir hızla
her yıl yaklaşık 1 milyon net olarak büyümektedir. (2 milyonu aşan Suriyeliler dışında!)

İyimser hesapla 2015’in 2. yarısında ekonomi kararlı (stabil) giderse, daha çok bozulma olmazsa
-ki bu olanaksız görünüyor, 1 Temmuzdan bu yana Dolar ve € %10’u aşan değer kazandı ve
bu eğilim sürüyor, ülke seçime gidiyor ve ciddi bir terörle savaş harcaması var- 
2015 sonunda Ulusal gelir, en iyimser hesapla 361,4 x 2 = 722.8 milyar $ olabilecektir. Nüfus ise 1 milyon artışla (2014 içinde 1 milyon 29 bin artış olmuştu) 78,7 milyona erişecektir.

722,8 milyar $ / 78,7 milyon = 9 184 Dolar / kişi / yıl (pc / pa) gelir demektir ki, 2008’de aşılan
10 bin $ eşiğinin yeniden gerisine düşülmüş olacaktır. 2008’de kişi başına 10 438 olan ulusal gelir, 6 yıl sonra 2014’te 10 404 dolara gerilemiştir! Dünya ortalamasının altına düşüyoruz..

Bu verilerle 2015 – 17 Dönemi OVP (Orta Vadeli Plan) beklentileri suya düşmüştür. Hele 2023’te Dünyanın 10. büyük ekonomisi olma ve 25 bin $ gelir kişi/yıl masalı,
başından beri masal olmakla birlikte, iyice buharlaşmıştır. Bu ekonominin dümeninde
İktisat okuduğu söylenen bir Başbakan vardır. İlgili Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı 13 yıldır görevindedir ve ODTÜ İşletme bitirenidir (mezunudur). Bu ne perişanlıktır??

2002 sonunda AKP – RTE iktidar olduğunda 230 milyar $ olan toplam ulusal gelir (3492 $ kişi başına / yıl), 13 yıllık tek başına AKP-RTE iktidarında 2015 sonunda 723 milyar Dolara ancak erişecektir ?! Bu, yaklaşık olarak 230 / 722,8 = 3,18 kat büyümedir ancak 400 milyar Doları aşkın bir bölümü, toplam ülke borcuna eklenmiştir. Toplam borç yerinde sayarak -ya da azaltılarak!?- gerçekleştirilen net bir ekonomik başarım (performans) değildir.

13 yılda 400 milyar doları aşan bir borçlanmaya karşılık –ki 1923’ten 2003’e dek 80 yıllık
Cumhuriyet döneminin toplam borcu 221 milyar
Dolardır; hatta 1923-38 Atatürk döneminde
ülke borçlandırılmamıştır
IMF’ye olan 23,5 milyar Dolar borcun tasfiyesi insafsızca
seçim propagandasına alet edilmiştir. Yaygın Halk kitleleri bu soyut (ya da artık somut!) rakamlardan habersiz olabilir ama;

– yaşam düzeylerindeki gerilemenin (gönenç-refah yitiği),
– kişisel borçlarının – icra dosyalarının,
– geçim darlığının – kredi kartları felaketinin
– yaşam pahalılığının (enflasyonun)
– açık ve gizli işsizliğin
– düşük ücretlerin, komik asgari ücretin (2015’in 2. yarısında 1000 TL, 12.9.2015’te 333 $!)
– Sağlık, eğitim, kira, gıda ve ulaşım giderlerinin artan yükü
– Azalan turizm ve dışsatşım (ihracat) gelirleri
– AKP – RTE’nin israflarının (Maliye Bakanı’nın lüks makam aracı alımına “çerez parası” demesi; Kaçak Saray’a giden milyarlarca Dolar ve 12. CB RTE’nin Başbakan’a ek dev örtülü ödeneği, CB’lığı ve Başbakanık bütçesinin hızla artan giderleri ve ek ödenek çıkarılması..)

Bu arada Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek‘in bile “çifte açık” uyarısı! yaptı.. Hem cari açık
hem bütçe açığı!
 (AS : Biz ekleyelim; 3. açık dış ticaret açığı!) Enflasyonun 2 basamaklı olabileceğini belirtti.. Orta Vadeli Planı güncelleyeceklerini söyledi.. ve ekledi (http://www.haberturk.com /ekonomi/ekonomi /haber/1126294-simsek-onumuzdeki-en-onemli-risk-uzun-donemli-siyasi-belirsizlik)

– … “2000-2007 arasında gelişmekte olan ülkelerin büyümesi ile bu ülkeler, gelişmiş ülkelerle
36 yılda arayı kapatıyorlardı. Şimdi gelişmekte olan ülkeler için 2014 büyümesini temel alırsak
arayı kapatmak 125 yıl gerekecek! …”

Nerede kaldı 2023’te 10. büyük ekonomi olmak?? Halka utanmadan yalan söylemek,
AKP’nin siyaset ahlakında yeri olan bir davranış mı?
*****
Bunlar, pek çok iktidarı silip – süpürecek ağır makro ekonomik verilerdir.
Türkiye’de “hiçbir şey” olmasa bile, bu ekonomik yıkım halkı sokaklara dökecek ve
AKP – RTE iktidarını silip süpürecektir. Ekonomide onarım ise uzun yıllar alabilecektir.
1 Kasım 2015 seçimi sonrası iktidar olacaklar, kucağında belki PKK’nın kahpe mayınlarını değil ama iç talanın ve neo-liberal politikaların hilkat garibesi devasa bir “ekonomik mayın” bulacaklardır..

Vah halkım vah… 13 yıldır AKP – RTE’ye kaç seçim kazandırdın cömertce??..
Şimdi öde bakalım ağır bedelini.. En azından, 20 Temmuz 2015 Akçakale IŞİD (?) kırımından sonra ödemeye başladığın kanlı faturaya ek bir de aşın – ekmeğin çalınıyor sofrandan ve yoksulluğa / sadakaya mahkum ediliyorsun..

Bunları görmen ve 1 Kasım’da AKP – RTE’yi artık iktidardan indirmen gerek..

Daha çok dayanabilir misin, yastık altında, çıkında, bankada, zulada, eş-dostta….
kaldı mı yedek akçelerin bir yerlerde ??

Sevgi ve saygı ile
13.09.2015, Datça

DIŞ BORÇLAR HEPİMİZİN BORCUDUR

 

DIŞ BORÇLAR HEPİMİZİN BORCUDUR

portresiPROF. DR. ESFENDER KORKMAZ
http://www.iktisatlilar.net/index.php?option= com_ content&view=article&id=724:dis, 24.2.15

 

İç ve dış borç stoku açıklanırken, yalnızca kamu iç borç stoku açıklanıyor…
Çünkü devletin aldığı iç borçlar hepimizi ilgilendiriyor.
İç  borçlarla yapılan bütçe harcamaları hepimiz için yapılıyor.
Yine bu borçlar hepimizin vergileri ile geri ödeniyor.

Dış borçlara gelince, ister devlet alsın, ister özel sektör alsın dış borçlar
Türkiye’nin dış borcudur. Nedenleri ise:

1) Dış borç alındığında, Türkiye’ye döviz veya mal ve hizmet olarak kaynak girişi oluyor. Kaynak girişi, iç tasarruf açığını kapatıyor. Milli gelirin artmasına olanak veriyor.
Büyüme hızı artıyor. Bundan da herkes yararlanıyor.

2) Dış borç anapara ve faizleri geri ödendiğinde ise tersine kaynak çıkışı oluyor.
Ekonomide büyüme olumsuz etkileniyor. O kadar ki, geri ödenen dış borç anapara ve faizleri ile yine yurt dışına faiz ve kâr çıkışı ile birlikte değerlendirilirse, bunlardan oluşan
toplam kaynak çıkışı, büyüme oranından daha çok ise, ülkede yoksullaşma başlar.

3) Dış borcu ve faizini geri ödemek için TL’yi ayrıca dövize çevirmek gerekir.
Bu durum dövize olan talebi artırır. Döviz fiyatları artar. Sıcak para girişinin bir yerde durması kaçınılmazdır. O zaman kur artışı, ithalat yoluyla enflasyonu artırır. Döviz sıkıntısı ortaya çıkabilir. Döviz her zaman bizim yumuşak karnımız olmuştur. Bol sıcak para girişi,
bu sorunu unutturmasın. Çünkü Türkiye’ye ciddi fiziki yatırım için döviz gelmiyor.
Hatta kârlı işletmeleri satın almak için gelen yabancı yatırım sermayesinde de azalma var.

2012 ikinci çeyrekte Türkiye’nin brüt dış borç stoku 323.5 milyar  dolardır.
Dış borç stoku  geçen sene aynı döneme göre 16.8 milyar dolar artmıştır.

Öte yandan 2002 yılında toplam dış borç stoku 129.6 milyar dolar idi. Yani AKP iktidarında 193.6 milyar dolar arttı. Başka bir ifade ile son 10 yılda Türkiye 2002 yılına kadar geçen
80 yıldan daha çok dış borç aldı.

Toplam dış borçların, 212.5 milyar doları özel sektöre aittir.

Dış borç stokunun ağır olup olmadığı, ekonominin ödeme kapasitesine bağlıdır.

1) Dış borçlar için her yıl faiz ödüyoruz. Son yıllarda faizde düşme var.
Ancak yine de geçen yıl 1.1 milyar dolar faiz ödemişiz. Faiz yükü dış borç yükünü artırıyor.
(AS: 2015 içinde 33,8 milyar Dolar faiz ödenecek.. 2014’te 1,1 milyar Dolar??)

2) Dış borçların uzun veya kısa vadeli olması da, dış borç yükünü etkiler. Türkiye’nin toplam dış borçları içinde 99 milyar doları bir yıldan kısa, 224.5 milyar doları da uzun vadelidir.
Uzun vadeli dış borçlar, bir ödeme planı yapmaya daha elverişlidir.
Kısa vadeli dış borçlar, konjonktürün daralma dönemlerinde sorun olabiliyor.

3) Dış borçlarda bir gösterge de dış borçların milli gelire oranıdır. Bu oran düşük olursa,
yük daha az demektir. Türkiye’de bu oran % 40’tır.
(AS: Toplam 400 milyar $ dış borç, 800 milyar $ GSMH var.. Oran %50!?)
Ancak yüksek büyüme ve yüksek yabancı sermaye girişi olursa, yük azalır.
Çünkü ekonominin ödeme kapasitesi artar.
Aksi halde ödeme kapasitesi düşük olur. Dış borç ödeme sorun yaratabilir.

4) Toplam dış borç stokunun ihracata oranı yüksekse, bu durumda ödeme kapasitesi düşük demektir. Türkiye’de bu oran 225.2’dir ve yüksektir. Bu demektir ki ödeme kapasitesi düşüktür. (AS: 158/400 milyar $)

5) Özellikle kısa vadeli dış borçların ödenmesi açısından, TCMB rezervleri de önemli bir göstergedir. Türkiye’de TCMB rezervleri dış borçların dörtte biri kadardır. Hatta rezervler kısa vadeli borçlardan daha azdır. Bu durumda, dış borç yükünün ağır ve dış borç ödeme riskinin olması demektir.

Özet olarak; Türkiye’de tasarruf ve yatırım açığı devam ettikçe, cari işlemler açığı
devam ettikçe, varlık satışları azaldıkça, Türkiye’nin dış borçları artacaktır.
Bugün riskli olan dış borç stoku daha da ağır bir yük olacaktır.