Etiket arşivi: yenilenebilir enerji

Aşırı sıcaklarla nasıl başetmeli: Akbelen vahşeti ve çare HOMO ENVİRONMENTUM!

Dostlar,

Dün, 25 Temmuz 2023 günü saat 14:00 dolayında Cumhuriyet web TV bizimle bir görüşme yaptı. Görsel aşağıda..

Ancak bu görüşme bir kayıt oldu. Biz canlı yayın olarak algılamıştık ve üstteki görseli öncesinde paylaştık.. Affola..

Az önce, bizimle bu söyleşiyi yapan değerli muhabir Beste Çelik, erişkeyi (linki) bize yolladı. Yaklaşık 17 dakika..

Fakat biz bu görüşmede klasik, günübirlik, artık herkesin öğrendiği yalın tıbbi önerilerle yetinmedik..

Küresel ölçekte  “facia” aşamasına ulaşan iklim bunalımı (krizi) üzerinde durduk (climate disaster). Bu iklim faciası giderek tırmanacak. Küresel toplum, özellikle sera gazlarının atmosfere salımı konusunda etkili bir uzlaşmaya var(a)madı. Fosil yakıt kullanımı ve ÇEVRE TALANI sürüyor!

Homo sapiens” dünyanın içine etti! Onu yaşanmaz kıldı!

Homo rationalis” gibi davran(a)madı.. (aklını kullanmayı unuttu!)

Aşırı çoğaldı.. Papa Francis’in deyimi ile tavşanlar gibi üredi!
Dünya nüfusu 8+ milyar ve sonlu dünya kaynakları bunca nüfusa yetmiyor!

Dünya nüfusunun 1/10’u aç! (FAO verisi)

  • Her kadına 1 çocuk… başka yolu yok ve hemen!

Homo economicus” da olamadı..

Yabanıl (vahşi) kapitalizm doğayı fahişe gibi görerek
kar hırsı ile yağmaladı, “ırzına geçti”!  

Sorumsuzca davranarak “Homo hedonicus” oldu! (zevk tutsağı)

  • Geldiğimiz aşamada artık neredeyse dönüşümsüz evredeyiz..

Tüm alışkanlıklarımızı, yaşam biçimimizi HIZLA VE KÖKTEN DEĞİŞTİRMELİYİZ..

İsrafsız, çok tasarruflu, yenilenebilir enerjiye dayalı bir YEŞİL YAŞAM kurmalıyız her yönüyle..

Bisiklet, toplu taşıma, kent mimarisi, inşaat tekniği, su yönetimi.. karbon ayak izini herkes, hızla en aza indirmek zorunda..

Bir bütün olarak, artık ve de hızla HOMO ENVİRONMENTUM‘a evrilmeliyiz! (Bu betimleme bize ait.. çevreye saygılı insan..)

Unutulmasın; bizler öyle “eşref-i mahlukat” falan değiliz!
Yeryüzünde biyolojik / ekolojik olarak zorunlu parazitleriz!

Dünya bizler yokken çok daha güzeldi ve bizler olmazsak çok daha mutlu, sağlıklı dahası yaşayabilir olacak!

Baksanıza, aklını yitirmiş birileri Türkiye’de, Milas-Akbelen’de 18 bin ağacı keserek kömür madeni alanını “genişletme” saldırısında.. Yargı bağımsız ve tarafsızlıktan uzaklaştırıldığı için çelişkili ve çevre hakkını gözeten kararlar ver(e)miyor..

AKP iktidarı yerli – yabancı sermayenin mutlak koruyucusu olarak, kolluk gücünü yaşam alanlarını savunmak isteyen masum, silahsız, şiddet kullanmayan kadın – yaşlı.. bölge insanının üstüne sürüyor.. TOMA’sı ile, basınçlı suyu ile, biber gazı ve copu ile.. Yersiz – hukuksuz, orantısız güç kullanıyor.. Açıkça suç işliyor!

Anayasanın ilgili maddeleri                      : 

Ormanların korunması ve geliştirilmesi
Madde 169 – Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli
kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe
yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez….

Orman köylüsünün korunması
Madde 170- Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, .. orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; … Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına…
Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı
tedbirleri alır. Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.

Image

Öte yandan                     :

Akbelen ormanında yurttaşın savunması meşru ! Hak ve ödev.
Ama karşıda, sermayeye tutsak bir iktidar ve kolluk.

Anayasa md.56 :

  • “Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
    Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
  • DİKKAT: Yurttaş anayasal görevini yapıyor, engellemek suç!

Image

Aşırı sıcaklar ve İklim faciasının ana nedenlerinden biri de ORMANSIZLAŞTIRMA!

Üstelik fosil yakıtları giderek terk etmek ve yenilenebilir / yeşil enerjiye yönelmek zorunlu iken..

Tarih, uygarlık, insanlık… AKP iktidarının Akbelen’de sergilediği vahşeti, çevre düşmanı – sermaye tutsağı ilkel politikasını asla bağışlamayacak ve unutmayacak..

Siz bu arada sıcaklardan korunmak için gündüz 11:00 – 16:00 arasında dışarı çıkmayın, şapka – şemsiye, UV filtreli güneş gözlüğü kullanın, klimalarınızı çalıştırın… bol sıvı alın vs.

17-18 dakika süren konuşmamızı izlemek ve yaymak için lütfen tıklayınız :

https://www.youtube.com/watch?v=H2fVQ2TWE0c

Sevgi, saygı, acı, kaygı ve ÖFKE ile.
26 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Not : Bu yazı ADD Genel Merkez webinde de yayınlandı..
Asiri-sicaklarla-nasil-basetmeli-Akbelen-vahseti-ve-care-HOMO-ENVIRONMENTUM.pdf (add.org.tr)

Lancet raporu ışığında iklim krizi

GÜNCEL 28.10.2022, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

 

En prestijli tıp dergilerinden Lancet’in önceki gün yayımladığı “İklim değişikliği ve sağlık 2022 Lancet Geri Sayım Raporu” hepimizin üzerinde durması ve harekete geçmesini gerektiren bulgular içeriyor. Bu yılın bir özelliği de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) kabul edilmesinin 30’uncu yılı olması. Rapor 30 yılda devletlerin ve şirketlerin insan sağlığını ve yaşamını tehdit eden enerji politikalarını sürdürdüğünü gösteriyor.

Lancet Geri Sayım (Lancet Countdown) dünyanın değişik ülkelerinden 51 akademik kurum ile Birleşmiş Milletler birimlerini içine alan bir işbirliği yapısı. İklim değişikliğinin sağlık etkilerini bilimsel verilerle takip edip raporlar hazırlıyor. Beş ana başlıkta 43 belirteç, farklı disiplinlerden 99 bilim insanının konsensüsü (uzlaşması) ile her yıl gözden geçirilerek yedi yıldır raporlaştırılıyor. Bu yılın raporu sağlığımızın fosil yakıtların insafına kaldığını detaylarıyla (ayrıntılarıyla) aktarıyor.

FOSİL YAKITLARA BAĞIMLILIK

Günümüzde hava kirliliği ve iklim krizi ile artan sağlık sorunları, ölümlerin temel nedenlerinden biri bu. Etkilerine bakalım. Buğday, pirinç, mısır gibi temel gıda maddelerinin yetiştirilmesindeki sorunlar kıtlık, beslenme sorunları ve açlığı getiriyor. 2020 yılında orta ve ileri derecede gıda güvensizliği yaşayanların sayısı 1981-2010 arası yıllık ortalamalara göre 98 milyon kişi daha fazla. Bu sayı her yıl bir öncekine göre sürekli artıyor. Sıcaklık artışına bağlı ölümler 2017-2021 yılları arasında 2000-2004 arasına göre %68 artmış durumda.

Kuraklıkta belirgin artış var. Yılda en az bir ay çok kuraklık çeken alanların 2012-2021 ortalaması 1951-1960 ortalamasına göre %29 artmış durumda. Göller, dereler kuruyor. Aşırı hava olayları, bunlara bağlı seller ve yangınlarda düzenli artış sürüyor.

  • İklim değişikliğinin, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdığı da
    rakamlarla ortaya konuluyor.

Fosil yakıtların fiyatlarında da sürekli artış var ve “enerji yoksulluğu” oluşuyor. Fosil yakıtların kullanılması ile ilgili gerek kentsel gerek kırsal bölgelerde hava kirliliği ve bununla ilgili sağlık sorunlarında sürekli artış devam ediyor. Bunların kullanımı azalsaydı, 2020 yılında PM2,5 kirliliği (AS: çapı 2,5 mikrondan az asılı parçacıklara bağlı hava kirliliği) ile ilgili olduğu belirtilen 1,2 milyon ölüm önlenebilecekti.

Yıllardır süren tartışmalara rağmen (karşın) özel şirketler ve devletler karbon kaynaklı enerjiden vazgeçmiyorlar. UNFCCC’nin kabul edildiği 1992 yılından bu yana küresel enerji sisteminde karbon temelli enerjinin ağırlığındaki azalma %birin altında. Bu neredeyse hiç adım atılmadığını, tüm kararların kâğıt üstünde kaldığını gösteriyor. Ülkelerin %80’inin 2019 yılında fosil yakıtların kullanımı için 400 milyar $ destek verdiği hesaplanıyor. Zengin ülkeler, yoksul ülkelerin temiz enerjiye geçişteki ihtiyaçları (gereksinimleri) için 2020 yılına değin 100 milyar dolar yardım sözü vermişlerdi, tutmadılar. Yoksul ülkelerin hava kalitesinde bozulmaya, milyarlarca insanın kirli hava solumaya devam etmesine neden oldular. On beş büyük petrol ve gaz şirketinin ticari hedefleri Paris İklim Zirvesi’nde kabul edilen emisyon (salım) değerlerinin çok üzerinde, engellenmezse küresel ısınmayı 1,5 oC hedefinde tutmak olanaksız.

OLUMLU GELİŞMELER

Yetersiz olsa da rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjinin yaygınlığı artıyor. 2021 yılında elektrik için yapılan toplam yatırımların %80’den fazlası yenilenebilir enerjiye yapılmış durumda. Ancak tüm enerji yatırımlarında bu oranın %8,6’da kaldığı görülüyor. Tüm bu sorunlara ilişkin toplum farkındalığında ve medyada görünürlüğünde artış dikkat çekiyor. Pek çok ülke yöneticisinin konuya dair açıklama yapmak durumunda kaldığı görülüyor.

  • İklim krizinde kritik bir dönemeçteyiz.

Doğaya, havaya, suya, gıdaya hürmet etmeyen mevcut politikalarda devam edilirse, yaşamımızı tehdit eden koşullar daha da kötüleşecek. Bilimsel veriler sağlık hakkını gözeten bir dönüşüme gidilmesinin dünya halklarının hem yaşamda kalmalarını hem de gelişip kalkınacaklarını gösteriyor. Bize de hep anlatmak ve yaşam için mücadele etmek düşüyor.

==================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Bayazıt İlhan, BİRGÜN‘de son derece nitelikli haftalık yazılarını sürdürüyor. O’nun yazdıklarından çok şey öğreniyoruz. Biz de dün web sitemizde son derece ağırlaşan çevre sorunlarına değindik. Cumhuriyet Gazetesi’nin seçkin yazarlarından Ergin Yıldızoğlu’nun “Büyük Keder Dalgası” başlıklı önemli yazısına, yazının altında kapsamlı katkı verdik. Dr. İlhan’ın bu yazısının, değindiğimiz yazı ile birlikte okunmasında yarar görüyoruz :

‘Büyük Keder Dalgası’ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

 

Bir bilim insanı liderin ardından.. Merkel…

Orhan BursalıOrhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 13 Aralık 2021

 

Siyasette bir bilim insanının ülkeye liderlik yapması çok ender görülür. Hele bir de kadınsa, tarihte belki de tektir (Almanya’da ilk, liderlik derken ben bilimsel liderliğini de ekliyorum). Üst üste dört seçim kazanıp 16 yıl Almanya’yı yöneten, ülkeyi Avrupa Birliği’nin de temel direği ve kendini de lideri haline getiren, Sanayi 4.0’a geçişle sanayisine çağ atlatan ve ülkeyi bilimde de müthiş yerlere getiren Angela Dorothea Merkel’den bahsediyorum.

Üstelik parti koltuğunu da hiç tereddütsüz bı-raktığını, seçimlere artık girmeyeceğini aylar önceden ilan ederek partisini ve ülkesini hazır-layan bir liderden… Büyük bir askeri törenle ve en büyük askeri nişanları alarak, askeri bandonun çaldığı, sevdiği şarkıları dinleyerek, 16 yıl boyunca hükümetinde yer alan 52 bakanın da katıldığı törenle 30 yıllık siyaset yaşamını da noktaladı. Beethoven ve Frank Sinatra da vardı seçtiği müzikler arasında.
Az kişinin katıldığı toplantı, Savunma Bakanlığı avlusunda yapıldı. Burası 1944’te, bir grup Alman subayın, Hitler’e karşı düzenlediği başarısız suikast sonrası idam edildikleri yerdi.
ALMANLARA VASİYETİ: BİRBİRİNİZE GÜVENİN
Konuşması önemliydi. Pandemi sürecinde karşılaşılan bilim karşıtı her şeye tavır aldı. Özetle:
  • Demokrasi, gerçeklere olan güven de dahil olmak üzere dayanışma ve güvene bağlı-dır. Politika bilim ve toplumsal tartışmada güvenin ne kadar önemli ve aynı zamanda ne kadar kırılgan olduğunu gördük.. Bilimsel olguların reddedildiği her yerde, komplo kuramlarına ve yayılan nefrete karşı direnmeliyiz… Siyasal zorlama aracı olarak ortaya çıkan nefret ve şid-dete karşı demokrasimizi, hoşgörümüzü koruyarak karşı çıkmalıyız.. dedi.

Şu sözler de O’nun:

  • Demokrasimiz kritik tartışmalarla ve yanlışları düzeltmelerle yaşar. 

(Bizim iktidar söylemlerine ne denli uzak anlayış! Almanya-Türkiye farklılığının temeli.)

Ve: Artık önümüzde uzanan ve geleceğimizi biçimlendiren zorluklara yanıt bulmak, bir sonraki hükümetin görevi… Bunun için sana sevgili Olaf Scholz ve yöneteceğin hükümete, en iyisini, bol başarılar diliyorum.

KUVANTUM KİMYASINDA DOKTORA

Merkel, Leibzig’de Karl Marks Üniversitesi’nde fizik okudu. Sonra Berlin’de (Doğu) Bilimler Akademisi’nin Fiziksel Kimya Merkezi Enstitüsü’nde kuvantum kimyası üzerine doktorasını verdi. Ve siyasete girmeden önce, “Prag laboratuvarında gaz-parçacık çarpışmalarının ku-vantum mekaniği üzerinde” araştırmalara imza attı.

Çok önemli kararlara imza attı, atom santrallarının belirli bir sürede kapatılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi, bilimde liderlik, iklim değişikliğine karşı sert önlemler…

Merkel’in ardından bilim dünyasındaki hüznü görüyorum.


Kaynaklar:

Merkel’in konuşması, Almanca görüntülü: https://www.youtube.com/watch?v=7tGYAEabLpA 

Metin: www.bundeskanzler.de/bk-de/aktuelles/rede-von-bundeskanzlerin-merkel-anlaesslich-des-grossen-zapfenstreichs-am-2-dezember-2021-in-berlin-1987276 

Bilimsel veriler ve Merkel üzerine bir değerlendirme: www.nature.com/articles/d41586-021-02479-6

Merkel ve bilim üzerine Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nde yayımlanan iki makale: 1) Müfit Akyos “Merkel ve Bilim”, sayı 291, 21 Ekim 2021; Celal Şengör, “Doğayı tanıyan kişilerden lider seçme zamanı gelmedi mi?” Sayı 290, 14 Ekim 2021.

AKP’nin büyüme öyküsüne ihtiyacı var

Halk kesimleri işsizlik, enflasyon ve borçluluk üçgeninde sıkışmış durumda. Prof. Dr. Erinç Yeldan’a göre faiz kararı iktisadi değil siyasi: “Kurumlarda ciddi bir deformasyon… Merkez Bankası başta olmak üzere AKP’nin büyüme hedefine kitlenmiş bir para politikası…”

Siyasetin temel gündemi seçimler, seçimleri belirleyen en önemli değişken ekonomi. Dolar kuru her hafta yeni bir rekora koşuyor. Ekonomi yönetiminin başarısızlığı halka daha fazla enflasyon, işsizlik ve borç olarak yansıyor. Peki seçimler yaklaşırken bu göstergelerde bir düzelme mümkün mü? Olası bir iktidar değişikliğinde kapitalist pazar ekonomisi sınırları içinde halk kesimleri lehine ne tip düzenlemeler yapılabilir? Bu konuları Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan ile konuştuk.

Halk kesimleri işsizlik, enflasyon, borçluluk, kira, faturalar gibi önemli 5 başlıkla mücadele ediyor. Özellikle enflasyon verilerine halk kesimleri güvenmiyor. Bu güvensizliğin altında yatan ekonomik nedenler nedir?

Bunların başında enflasyon geliyor. Ama hangi enflasyon… Elbette ücret malı olarak ifade ettiğimiz gıda enflasyonu. Buradaki enflasyon TÜİK’in açıkladığı tüketici fiyat enflasyonundan çok daha yüksek düzeyde. 3,5 yıl öncekine göre halkımız gıdaya %70 daha pahalıya ulaşıyor. Aynı dönemde yani 2018’in ikinci çeyreğinden, 2021’in ikinci çeyreğine kadar ekonomi reel olarak kabaca %15 büyümüş. %70 enflasyon artı %15 büyüme olduğu düşünülürse halkta kimin maaşı %80-85 oranında arttı? 2021’in ikinci çeyreğinde reel büyüme %21. Aynı dönemde %19 enflasyon. Son bir sene içinde hangimizin maaşı %40 arttı?

Burada yeni bir büyüme modeliyle karşılaşıyoruz. Malumunuz buna ‘K tipi büyüme’ deniyor. Milli gelir istatistiklerine baktığınız vakit gelir yönünden hesaplanmış olan milli gelir tahminlerinde, ücret ve maaşların aldığı payın son 3 yılda 9 puan eridiğini gözlüyoruz. Sermayenin içindeki ikincil bölüşüm göstergeleri yani finans sermayesi, tarım ve sanayi bu resmin dışında. Bu bozulmanın altında yatan en önemli neden çok yüksek ücret malları yani gıda enflasyonu.

Bunun dışında bir de işsizlik bu bozulmanın önemli nedeni. Türkiye’deki işsizliği ölçümlemede başarılı yöntemler izleyen DİSK’teki meslektaşlarımızın ortaya çıkardığı gerçek şu ki; umudunu kaybettiği için iş aramaktan vazgeçen, bunun için de TÜİK’in işsiz sayısı içinde yer almayan, yaklaşık 10 milyona ulaşan ek bir kitle var. Hiçbir iş arama kanalını aylarca kullanmamış ama 1 hafta içinde işbaşı yapmaya hazır, halkımızın tabiriyle ‘Ne iş olsa yaparım’ noktasına itilmiş 10 milyon insan… Bunun yanında kayıt dışı göçmen işçilerin baskısı, Türkiye ekonomisinin inişli çıkışlı dalgalı seyri de eklendiği vakit, ortaya işsizlikten öte bir istihdam sorunu ortaya çıkıyor. Yapısal olarak istihdam dostu olmayan bir yapıda Türkiye ekonomisi.

DİPLOMALI İŞSİZLİĞE SÜRÜKLENEN BİR SÜREÇ

İş çevreleri işçi bulamamaktan şikayetçi. Özellikle sanayide. Nasıl değerlendirmek gerekir bu çarpıklığı?

Bugün nitelikli, odaklanmış, sektöre yönelik işgücünün daraldığını görüyoruz. Türkiye’de tüm ortaöğretim sistemimiz, öğrenciyi kapitalizminin bireyleri olarak yetiştiriyor. Yaratıcı olmayan bir ortaöğretim sistemimiz var. Ara eleman ya da tekniker yetiştirme sistemlerinin olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Liseden sonra üniversiteye, üniversiteden sonra diplomalı işsizliğe sürüklenen bir süreçle karşılaşıyoruz. Üniversite ile lise eğitimi arasında meslek okullarının yaygınlaştırılmasına ihtiyacımız var. Bu olmadığı için, sonuç olarak, mevcut üniversite sistemimiz itibarsızlaştırılarak, araştırma ve bilimsel üretim faaliyeti bir meslek edindirme faaliyetine indirgendi. Üniversite-sanayi işbirliği kavramı döndü dolaştı, amacından saptırıldı, bambaşka bir yere gitti. Vida sıkmaya, belli bir muhasebe sistemini kullanmaya, teknik becerileri öğrenmeye indirgendi.

2017 başından 2020 sonuna kadar geçen 4 yılda 3 milyon 977 bin konut hiç kredi kullanmadan peşin paraya satılabiliyor. Fakat milyonlar da kirasını ödeyemiyor. Kiralar halkın en önemli gündemiyle konut fiyatlarındaki artışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu gözlemler bahsettiğimiz çarpık gelir bölüşümü süreçlerinin doğrudan sonucu elbette. Tasarrufların değerlendirilebileceği alanlar giderek daralıyor. Dolarizasyona sıkışmış dengesiz bir ekonomik görünüm var… Bahsettiğiniz tablonun imar rantı spekülasyonunun yansıması olduğunu düşünüyorum. Bir yerde bu ranta dayalı ekonominin -bir ödemeler dengesi krizi mi olur, bir toplumsal kriz mi olur öngörmek güç. buradaki köpüğün böyle bir krize kadar devam edeceğini düşünüyorum. Bu, bir bütünün parçası. Bedelini ise gençler, konuta ulaşmada güçlük çeken yoksullar ödüyor.

Bu tablo bize çok yabancı bir tarihçe değil. İşte 1990’lar Türkiye’si. Halk kesimlerinin tasarruf yapacak güçleri kalmamış durumda. Üst gelir düzeyindeki insanlar da tasarruflarını dövize, reel olarak da konuta araziye, yani imar rantına yatırıyor.

Yurttaş borçluluğu da özellikle ihtiyaç kredilerinde çok hızlı biçimde artıyor. Bu kredilerin daha da şişirilmesi artık mümkün mü?

Adı üzerinde ihtiyaç. Reel alım gücü düşen orta sınıfların giderek çözüldüğü bir ortamda, tam da AKP ekonomi yönetiminin ne olursa olsun tüketimi kamçılamak, ne olursa olsun insanları bir yerde afyonlamak. Bu borçlanma olanağı sayesinde alım güçlerini canlı tutmak görevi var. Nihayetinde temel hedef seçim gününe kadar bu görevi kazasız biçimde yerine getirmek. 2020 Covid dalgasında borçların ötelenmesi gibi tedbirler devreye girdi. Bunu sağlayacak bir mali alana yeniden ihtiyacı var hükümetin.

Dolar kuru 9,50’lerin üzerine çıkmışken, enflasyon ve işsizlik bu boyuttayken, bu inadı nasıl değerlendirmeliyiz?

AKP’nin şiddetle bir büyüme öyküsüne ihtiyacı var. İkinci çeyrekteki %21’lik büyümeyi 3-4 çeyrek daha sürdürmek istiyorlar. Bir mucize gibi… Bunu kazasız bicimde seçime taşıyarak seçimlerde bir başarı öyküsü sunmak arzusundalar. Bu ancak kredi hacminin genişletilmesi ve böylece sanal bir büyüme yaratılması, ortaya çıkan kredi genişlemesinin imar rantları yoluyla sisteme sokulması yoluyla gerçekleştirilebilir. Ancak bu hedefin çok ciddi maliyetleri de olacaktır. Böyle bir büyümenin yol açacağı cari açığı ve özel sektörün çevirmesi gereken dış borçları da eklediğiniz zaman 1 yıl içinde 230-240 milyar dolara yakın bir finansman ihtiyacınız var. Hesap tutmuyor. Bu dengeyi sağlayacak tek önemli kalem ancak kayıt dışı sermaye girişleri, ödemeler dengesindeki net hata ve noksan kaleminin mistik uzantıları. Korkut Boratav Hoca’nın hoş bir yakıştırması vardır; “Net hata ve noksan kalemi, bir polisiye vaka öyküsü değildir. Bunun çok büyük bir bölümü yerli sıcak paradır.” Yerli büyük şirketlerin, şu veya bu şekilde yurtdışındaki paralarının yurtiçine getirilmesi ya da yurtiçinde atıl duran paralarının sisteme sokulmasından kaynaklanır. Ama bunun yanında Arap Baharı, Kaddafi’nin sisteminin çökmesi sonucu dağılan servetler, Irak Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Ortadoğu’daki özel birikimler, bölgedeki resmi dostlarımız olan Katar ve Yemen’deki birikmiş servetler, siyasi egemenlik haklarımızdan vazgeçen veya imar rantlarına dayandırılan özelleştirmeler yoluyla Türkiye’ye çekilebilir. Bu tabloya daha geniş planda baktığımızda şu anda Türkiye’de 2001 krizine benzeyen yapısal koşulların hemen hepsinin mevcut olduğunu görüyoruz. Çok ciddi bir ithalat baskısı var. İthalat yapmadan üretim yapamayan ve dolayısıyla ihracat yapamayan bir yapı…Çok yüksek bir enflasyon ve bunun yarattığı belirsizlik ve güvensizlik… Kurumlarda ciddi bir deformasyon… Merkez Bankası başta olmak üzere AKP’nin büyüme hedefine kitlenmiş bir para politikası… Hedeften sapıldığında görevden alınan Merkez Bankası başkanları…

Krizi tetikleyen unsurla, krize neden olan yapısal koşullar bambaşka olabilir. Nasıl ki, 2001 krizi bir anayasa kitapçığı tarafından tetiklenmişti, böyle bir ortamda bir krizi tetikleyebilecek bir unsurun ne olacağını bilemeyiz ancak yapısal koşullar ortada.

Seçimlerden sonra iktidar değişikliği halinde, halkın ekonomisinde sistemi derinden sarsmadan bir ferahlama mümkün mü?

Tahribat tabii uzun yıllardır devam ediyor. Fakat öbür yandan kişisel olarak şöyle bir umut da taşıyorum ben; atılacak adımlar, çok da tekerleğin yeniden icadı gibi değil. Bu adımların başında hukuk sisteminin ve bürokraside atamalar sisteminin liyakata ve evrensel ilkelere göre yeniden düzenlenmesi var. Bunlar gerçekleşirse, çok olumlu bir atmosfer oluşabilir Türkiye’de. Aslolan bu siyasi iradeyi gösterebilmektir. Evet, tahribat çok derin ama çözüm iktisadın teknik hesaplarında değil, doğrudan doğruya siyasetin ve hukukun içinde bana kalırsa.

Liberal siyasetçiler ve iktisatçılara göre serbest piyasa koşullarına riayet edildiği takdirde halkın sorunları da çözülecek. Bu önermeye katılıyor musunuz?

Öncelikle küçük bir düzeltme önerebilirim: Serbest piyasa sistemi ne Türkiye’de ne Dünya’da mevcut. Bunun yerine ‘kapitalist pazar ekonomisi’ sözcüğü kullanalım. Eğitim, adalet, bürokratik atamalar yanında iktisadi olarak da çeşitli adımlar atılmalı elbette. Örneğin, Kadir Has Üniversitesi’nde meslektaşlarım Hasan Cömert ve Berna Uzundağ ile beraber yürüttüğümüz bir çalışma var. Bu çalışmada ‘vatandaşlık temel gelirini Türkiye’de oluşturabilir miyiz’ diye sorduk. Tam da mevcut pazar ekonomisi içinde bunu yapabilir miyiz? TÜİK’in verilerinden yola çıkarak yoksulları ve onların yaşadıkları coğrafyaları ayrıca yoksulların ihtiyaç duyduğu gelir düzeyini tespit ettik. Farklı odaklanmış kitlelere göre milli gelirimizin %3’ü ile %8’i arasındaki bir mali büyüklükle vatandaşlık temel geliri desteğine ihtiyaç gözüküyor. Önerdiğimiz destek paketinde kabaca milli gelirimizin %4’üne ulaşan bir gelir aktarımına ihtiyaç olacak. Bu kabaca 16 milyon insana tekabül ediyor (AS: karşılık geliyor). Asgari ücretin %70’i kadar bir gelir transferi söz konusu.

Şimdi böyle bir transferin maliye yani finansman tarafına hiç dokunmadan uygularsanız, kısa dönemde bu gelirin talebe dönüşmesiyle beraber, ekonomide kısa dönemde bir canlılık yaratılıyor. Fakat bu üretim dışından kaynaklandığı için enflasyon körükleniyor, döviz kuru fırlıyor, kamu maliyesindeki bozulma da yüksek faizlere ve yatırımların önünü kesmesine neden oluyor. Sonuçta ekonomik bir durgunluk gözleniyor. 7-8 yıllık bir uzunluğu düşünürseniz, hedeflediğiniz kitle dahi mevcut durumundan daha yoksul duruma düşüyor. Dolayısıyla böylesi bir basit reçete sürdürülebilir değil. Ama biz alternatif (AS: seçenek) olarak ne yapabiliriz diye baktık. Kimsenin canını yakmadan böyle bir gelir transferi (AS: aktarımı) mümkün değil; olumlu sonuç da doğurmuyor. Dolayısıyla finansman konusunda da belli reformlar yapmak gerekiyor. Bunun dışında yap işlet devret (YİD) projelerinde gördüğümüz gibi çarpık bir kamu tüketim deseninin kaldırılmasıyla da milli gelirin %2’sine dayanan bir tasarruf elde edilebiliyor. Kurumlar vergisinin de gelir dağılımı adına (AS: için) güçlendirilmesiyle birlikte % 0,5 ile %1 arasında bir tasarruf elde edilebiliyor. Bir bölümü dışarıdan finansman da olabilir. Bu, milli (AS: ulusal) gelirimizin % 3 ile 4 kadar bir fon demek; bu parayla vatandaşlık temel geliri için yeterli kaynak yaratılabiliyor.

Eğer böyle yapılırsa başlarda coşkulu bir büyüme olmuyor. Ama kamunun mali dengelerini gözettiğiniz için yatırımlarda ve fiyatlar üzerinde yaratacağı sorunlara da çözüm bulmuş oluyorsunuz. Öbür taraftan da sağlıklı bir gelir transferi sağladığınız için büyümenin talep unsuru yoluyla hareketlendirildiği bir yola giriyorsunuz. Daha dengeli bir tüketim deseni ortaya çıkıyor, dış ticarette de daha sağlıklı sonuç alıyoruz. 3-4 yıl içinde ortalama büyümenin üzerinde bir büyümeyi gelir dağılımında daha eşitlikçi şekilde gerçekleştirebiliyorsunuz. Bunun yanı sıra karbondan aldığınız vergiler nedeniyle, kaynakları yenilenebilir enerjiye ve daha temiz sektörlere aktarıyorsunuz. Mevcut kapitalist pazar ekonomisi koşullandırmaları altında bile…

Nükleer santraller, Afrika güneşi ve su

Nükleer santraller, Afrika güneşi ve su

Kuşkusuz nükleer endüstri açısından son günlerin en önemli olayı, Güney Afrika’nın nükleer enerji planlarını rafa kaldırıp geleceğine rüzgar ve güneş yatırımlarıyla yön verme kararıydı. Zira 2030 yılına kadar dokuz bin altı yüz megavatlık nükleer enerji yatırımı planlayan Güney Afrika’da Cumhurbaşkanı Zuma’dan iktidarı devralan Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, nükleer enerji yatırım planlarını, pahalı olduğu gerekçesiyle rafa kaldırarak enerji üretimi için doğal gaz, güneş, rüzgar ve diğer enerji kaynaklarına başvurulacağını açıkladı.
Enerji Bakanı’nın açıklamaları arasında dikkat çeken diğer bir husus da, önceki iktidarın elektrik talebinin arttığı iddialarını yalanlayarak enerji ihtiyacının bilakis düştüğünün altını çizmesiydi. Oysa Zuma iktidarı süresince ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının olduğu söyleniyor, Rus lider Putin ile Rus nükleer gücü Rosatom namına gizli görüşmeler gerçekleştiriliyordu.
Cumhurbaşkanının değişmesiyle esen rüzgara göre enerji ihtiyacının bir kısmını yenilenebilir enerji yatırımlarıyla karşılamayı planlayan Güney Afrika’nın hesabı artık 8100 megavat rüzgar, 5670 megavat güneş enerjisi yatırımlarını da içeriyor. Daha iyi anlaşılması için güneş ve rüzgar zengini Türkiye’de Enerji Bakanlığı verilerine göre, rüzgarda 6516 megavat, güneşte ise toplam enerji üretiminin %1’ine denk gelen 2684 megavat üretim gerçekleştirildiği notunu düşelim.
Güney Afrika’da yaşanan bu değişim dünya genelindeki eğilimin bir yansıması olarak da düşünülebilir. Zira her yıl bir önceki senenin verileri üzerinde gerçekleştirilen araştırmalarla hazırlanan ve dün yayınlanan Dünya Nükleer Enerji Durum Raporu’na göre de,
dünya genelinde nükleer enerjiden yenilenebilir enerjilerden rüzgar ve güneş alanına bir kayış var.
Nitekim raporda da yer verilen yeşil enerjiye yatırım yapan 14 ülkede yapılan en kapsamlı araştırmanın sonuçlarına göre, % 82’si yenilenebilir enerji kullanımının önemine inanıyor ve bu oran Çin’de %93, Japonya’da ise %73’lerde. Araştırmada yer alan Japonya ve Çin’in aynı zamanda en çok nükleer santrale sahip ülkelerden oluşu ise hükümetlerin nükleer yatırım kararlarını alırken, yasa yapıcıları ve sivil toplumu dikkate almadığının bir kanıtı gibi. Zira raporda askeri güç ve demokrasi konusu ayrıca ele alınmış. Operasyon ömrü kırk yılını doldurduğu için bakım onarım giderleri, buna karşılık riskleri artan nükleer santrallerin kapatılması yerine ömürlerinin uzatıldığına da değinilmiş.
Güney Afrika’nın nükleer santral kararlarını rafa kaldırma gerekçesini 4 milyon nüfuslu Cape Town şehrinin içinde bulunduğu su kriziyle bağ kurmamak ise mümkün değil. Zira Cape Town dünya genelinde susuz kalacak ilk büyük şehir olarak ve halkı bu sene nisan ayı itibariyle duşu iki dakikadan fazla kullanmaması, bahçe sulamaması, araba yıkamaması, havuzları doldurmaması yönünde uyarıldı.
Her ne kadar Güney Afrika verileri gelecek senenin Nükleer Enerji Durum Raporu’nda yer alacak olsa da su oburu nükleer santrallerin küresel ısınma çağında yeri olmadığı su götürmez bir gerçek. Nitekim aynı raporda atomik fizyon enerjiden (AS: enerjisinden) daha çok su kullanan bir başka enerji kaynağı olmadığı, Union of Concerned Scientists / Endişeli Bilim İnsanları Birliği’nin (UCS)’den David Lochbaum’un
* “Nükleer santralden enerji üretmek istiyorsak önce küresel ısınma sorununu çözmek zorundayız”
sözleriyle de ortaya konmuş bulunuyor.

Prof. Dr. Güngör URAS : BİYOENERJİ

BİYOENERJİ

portresi

 

Prof. Dr. Güngör URAS
Milliyet, 07.09.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’de elektrik üretmek için kurulu güç 76.550 megavat. Üretilen elektrik 260 milyar kilovat saat. Üretilen elektrikte, yenilenebilir enerji türlerinden rüzgâr enerjisinin payı % 4.3, jeo-ermal enerjinin payı %1.3. Güneş ve biyoenerjiden üretilen elektriğin payı henüz % yarımlar dolayında.

Güneşten sonra biyoenerji yatırımlarına da ilgi arttı. Son olarak Sütaş, Karacabey ve Aksaray’da biyoenerji tesislerinden elektrik üretmeye başladı. İki tesisin toplam kurulu gücü 11 megavat. İki tesis yılda 88 milyon kilovat saat elektrik üretecek.

  • Biyoenerji tesisleri havyan atıklarını ve özellikle hayvan dışkılarını elektriğe dönüştürüyor.

Bir büyükbaş hayvan günde 60 kg dolayında dışkı veriyor.

Enerji üretiliyor…
Hayvan dışkıları önce havuzlarda toplanıyor. Sonra, taşıma araçlarıyla enerji üretim tesislerine ulaştırılıyor. Dışkılar enerji üretim tesislerindeki özel depolarda 39°C ısı altında 40 gün çürütülüyor. Çürüyen dışkılar metan ve karbondioksit gazı çıkarıyor. Bu gazlar, benzin ve mazot motoru nasıl çalıştırırsa benzer şekilde enerji tesislerinin motorlarını çalıştırıyor. Çalışan motorlar elektrik üretiyor.
Elektrik üretirken motorları soğutmak için kullanılan sular ısınınca 90°C sıcaklıktaki bu su, enerji tesisinin çevresinde bulunan üretim tesislerinde değerlendiriliyor.

Gübresi de kıymetli

Bitmedi. Elektrik elde edilirken yakılan gaz bacadan çıkarken değerlendiriliyor. Bu gazdan yüksek sıcaklıkta buhar elde ediliyor. Bu buhar da üretim tesislerinde değerlendiriliyor.
Gene bitmedi, gazıyla elektrik jeneratörlerini döndüren hayvan dışkıları, gazı bittikten sonra özel işlemlerden geçirilerek gübreye dönüştürülüyor. Gazı alınmış dışkının beşte biri katı gübre, kalanı sıvı gübre haline getiriliyor. Katı gübre organik ve çok değerli. Sıvı gübre belli süre dinlendirildikten sonra arazi ıslahında, organik katkı maddesi olarak değerlendiriliyor.
Biyoenerjiden elektrik elde edilen tesislerin 1 megavat kurulu gücü 1 – 3 milyon dolar yatırım gerektiriyor. Biyoenerji tesislerinden üretilen elektrik, ana sisteme verildiğinde devlet kilovatına 13.3 sent gibi teşvikli bir tarife uyguluyor.

======================================

Evet dostlar,

Türkiye gerçek gündemine dönebilse.. izin verilse..
Oysa devasa sorunlar var çözüm bekleyen..
Bir “Kurban” bayramı daha geliyor.. Ne yazık ki “kurban” dan biz salt hayvan boğazlamayı anlıyoruz ve bu “bayram” da da 3-4 milyona varan sayıda hayvancağızı Tanrı’ya “kurban” ettiğimizi sanarak boğazlayacağız…

kurban_bayrami_ekim2013bogaz_kangolu

Oysa “kurban” sözcüğü gerçek anlamda Tanrıya yakın olmak ve O’nun rızasını kazanmak üzere var ve yeterli ise malvarlığından bir bağışta bulunmak demek yoksullara, hayır kurumlarına, gereksinimli insanlara..

(Kurban bayramı, Ekim 2013, Boğaz kan akıyor…)

Örneğin “ensar” olduğumuzu savladığımız 3 milyona varan Suriye – Irak göçmeninin gereksinimlerine yönelsek.. Bir adım daha atarak, günübirlik tüketim desteği değil de, bu kitleye özyeterlik kazandıracak nitelikte destekleri düşünüp uygulasak? “Kurban”ın alası olmaz mı??

Yine muazzam miktarda israf, çevre kirlenmesi, hayvanlara yürek sızlatan eziyetler, kendini yaralayan “acemi kasap” ve 9 gün boyunca “kan yollarında” (karayolları!) günde ortalama 15’in altına inmeyen sayıda insanımızı trafik cinayetlerine “kurban” vereceğiz..

Düşünelim          : Tanrı, kendisinin rızası için bir hayvan boğazlandığında mı yoksa, örneğin bir Suriyeli – Iraklı – Türk.. masum bir genç kız, çocuk yaşta fuhuş batağına düşmekten kurtarılır – eğitilir – iş sahibi olursa mı daha çok hoşnut olur??

İşte asıl “kurban” bu örnekte verdiğimizdir. “Kurban” sözcüğü yüzyıllar içinde ne yazık ki günümüzdeki yanlış anlamını yüklendi. Bu hatanın düzeltilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı öncü olmalı değil mi??

3-4 milyona varan sayıda hayvancağızı Tanrı’ya “kurban” ettiğimizi sanarak boğazlarken, Biyoenerji üretim kapasitemizi de daraltmış olmayacak mıyız ayrıca??

Bu toplum ne zaman “Reason d’etat” (Devlet aklı) ile yönetilir duruma gelebilecek ??

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Hakkı Keskin

Prof. Hakkı Keskin
hakki@keskin.de

AYDINLIK, 04 Aralık 2015, 10:59

150 devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla, Paris’te 11 gün sürecek olan Birleşmiş Milletler “Küresel Isınma ve Hava Kirliliği Konferansı” yapılıyor. Amaç küresel ısınmayı olası kısa sürede 2 derece ile sınırlandırmak. Küresel ısınma, son yılların temposuyla devam ederse;

– yüzyıl sonunda bunun 5 dereceye çıkabileceği,
– eriyen buzulların bazı kıyı ve ada ülkelerini sualtında bırakacağı,
– Dünya’nın kimi bölgelerinde aşırı kuraklığın orman yangınlarına ve çölleşmeye yol açarken
– kimi bölgelerinde de sel felaketlerine neden olacağı,

bilimsel araştırmalarla ortaya konuyor.

Son yıllarda bu felaketlerin birçok ülkede zaman, zaman yaşanmakta olduğu da görülmektedir.

Küresel ısınmaya ve hava kirliliğine, sera gazı etkisi yaratan fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz, bor) kullanımının neden olduğu biliniyor. Fosil yakıtların ise, Dünya enerji kullanımının %90’ların üstünde olduğu belirtiliyor. Özellikle ABD, Çin, Hindistan ve Rusya’nın, küresel ısınmada çok büyük paylarının olduğu, her yıl yapılmakta olan Küresel İklim Zirve Toplantılarında, son olarak da Kopenhag’da, bu ülkelerin uzlaşmaz tavırlarının anlaşmayı engellediği söyleniyor.

Kömürün, evlerin ısıtılmasında kullanıldığı yıllarda, şehirlerin bir kara bulutun altında kaldığını, ben 1979’da bulunduğum Ankara’dan biliyorum. Çankaya’dan çektiğim fotoğraflarda, kent görülemez durumdaydı. Benzer durumu şimdi çok daha büyük ölçüde Pekin yaşıyor. O kadar ki, sağlığa büyük tehdit oluşturan kömür ve araba egsoz dumanına (smokuna) karşı insanlar maske takarak dışarıda bulunabiliyor! Hatta bu nedenle bazen okullar tatil ediliyor. Sağlığa zarar veren bu koşulları birçok ülke insanı, özellikle kış aylarında yaşamak zorunda kalıyor.
 

KURTULUŞ YENİLENEBİLİR ENERJİ KULLANIMINDA

Küresel ısınmanın sınırlandırılabilmesi ve hava kirliliğinin azaltılmasının sağlanabilmesi için, çözümün yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasında olduğu kanıtlanmış bulunuyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını;
 
– güneş,
– rüzgar,
– deniz dalgası,
– jeotermaller (yeraltı suları) ve
– hidrolik enerjiler (nehirler) oluşturuyor.

Özellikle güneş, rüzgar ve dalga enerji kaynakları, tükenme riski olmayan, iklimsel ısınmaya, hava kirliliğine yol açmayan ve dışa bağımlılığı gerektirmeyen, tükenmez ve temiz enerji kaynaklarıdır.

Bu nedenle özellikle birçok Avrupa ülkesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına büyük önem vermektedir. Japonya-Fukuşima’da yaşanan büyük nükleer felaketten hemen sonra, enerjisinin %15’inden çoğunu nükleer enerjiden sağlayan

Almanya, 2020 yılına değin çalışmakta olan
tüm atom santrallerini (8 adet) kapatacağını

ve enerji açığını yenilenebilir enerjiden sağlayacağına karar verdi.

Şu anda Almanya kullandığı enerjinin üçte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Enerji politikasındaki bu yeni yaklaşım, hızla kabul görmekte ve yayılmaktadır.

Türkiye enerji bakımından dışa çok büyük oranda bağımlı bir ülkedir, özellikle de Rusya’ya.

Türkiye hızla, çok zengin olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını, güneşi, rüzgarı ve jeotermal kaynaklarını kullanarak, dışa bağımlılığını çok kısa zamanda en aza indirebilir.
Türkiye 2013 yılında ithal ettiği enerji için 55,9 milyar Dolar ödedi. Türkiye ithalatının %22,2’ sini bu sektör oluşturuyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının olası büyük ölçüde devreye girmesiyle, ekonominin en büyük sorunu olan dış ticaret açığı da, neredeyse tümden kapatılmış olacaktır. AKP günümüze değin, alternatif (AS: seçenek) enerji kaynaklarına gereken önemi vermemiştir. Bu yanlış politikadan ivedi olarak dönülmelidir.
 

TÜRKİYE’DE DOĞAYI KORUMA BİLİNCİ YOK DÜZEYDE

Aday ülke olduğumuz AB ülkelerinin çoğunda, doğayı ve çevreyi korumak, 30 yılı aşkın bir süredir, en önemli ve öncelikli politikadır. Bu amaçla kurulmuş, parlamentolara girmiş ve zaman, zaman da hükümet ortağı olmuş siyasal partiler bulunmaktadır (AS: Yeşiller Partisi gibi). Bu partilerin zorlaması sonucu, öbür partilerde çevre ve doğayı koruma konusunda daha duyarlı konuma gelmişlerdir.

On yıllardır Batı Avrupa ülkelerinde çöpler ayırt edilerek farklı çöp kutularına atılmaktadır. Kağıt, karton, cam. şişe gibi atıklar ayrı ayrı bidonlara atılmaktadır. Türkiye’de bulunduğum sürede biriktirdiğim gazeteleri, alışkanlığım nedeniyle çöp kutusuna atamıyorum. Biriktirdiğim onlarca gazete atığının, kaç ağaçtan oluştuğunu düşünerek, büyük bir vicdan azabı duyuyorum. Gazeteleri iple bağlayıp, çöp kutusunun yanına bırakarak, onların en büyük çevreci olarak gördüğüm toplayıcılar tarafından alınmasını umuyorum.

Türkiye’de kentler ivedi olarak hiç olmazsa karton, kağıt, cam şişelerin ve mutfak çöpünün ayrı ayrı bidonlara konmasını, toplanmasını ve bunların değerlendirileceği geri-dönüşüm (recycling) işlemi görmelerini, artık ivedi olarak gündemlerine almalıdırlar.

Plastik şişede su ve içecek satın alırken, satın alınan içeceğin değerinin yarısı kadarı da şişe için ödenmekte, boşalan şişe, geri-dönüşümlü kullanılabilmesi için, marketlerde bulunan otomatlara atılarak ezilmekte ve otomata attığınız plastik şişe karşılığı olarak parası geri ödenmektedir. Böylece çevre düşmanı bu atıkların, yol kenarlarına ve hatta araba camı açılarak dışarı atılması engellenebilecektir. Marketlerden istendiği kadar bedava alınan poşetlerde yine büyük bir sorun oluşturmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde marketlerde poşetler büyüklüğüne göre parayla satılmaktadır.

Türkiye çevreyi ve doğayı korumak için bu güzel örnekleri artık daha çok gecikmeden uygulamaya koymalıdır. Bu konudaki vurdumduymazlığı anlamak gerçekten olası değildir.

====================================

Evet dostlar,

“Dünya İklim Zirve Konferansı” (COP21) nı önemsiyoruz. Bu bağlamda sitemize birkaç yazı koyduk. Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek, dileriz kapsamlı bir uzlaşma çıksın ve alınan ortak kararları küresel toplum olarak paylaşıp destekleyelim. Dünya artık bunca nüfusu ve yüklenmeyi kaldıramıyor.. Kimi uzmanlara göre, böyle giderse Gezegenimizde ancak yüz yıl dolayında yaşam umudumuz var! Ünlü İngiliz Fizikçi Prof. Stephan Hawking‘e göre ise böyle gider ve uzayada yeni koloniler edinemezsek uygarlığın en çok bin yıl önrü vardır..

160 yıl kadar önce Kızılderili Reis, topraklarını satın almak isteyen Beyaz adama ne güzel ders vermişti:

Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı;
o, çocuklarımıza koruyarak aktarma borcumuz olan bir emanettir..

*****

Anayasa’nın 56. maddesi çok açıktır :VIII. Sağlık, çevre ve konut

A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması

Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir…

*****
Maddenin ilk paragrafında “çevre” sözcüğü başlıklarla birlikte 6 kez geçmekte ve
çevreyi geliştirme
– çevre sağlığını koruma
çevre kirlenmesini önleme

Devlete ve vatandaşa ORTAK ödev olarak verilmektedir…Devlet de yurttaşlar da anayasal hak ve yetkilerini kullanarak ödevlerini ortaklaşa yerine getirlemelidir. Türkiye’de bu kültür ve disiplini hızla yaşama geçirmek zorundayız. Daha fazlası için, AÜTF (Halk Sağlığı Anabilim Dalı) Dönem 2’de verdiğimiz “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı ders yansılarımıza (111 yansı) bakabilirler.

http://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/

Önceki Orman Bakanlarından Sayın Osman Pepe’nin 11 yıl önce verdiği feryat gibi demeç nasıl unutulabilir?? (yansı 88 ve 89)

  • Ülkenin güzelliklerine işbirliğiyle sahip çıkılmalı.
    Kentsel yerleşim, tarım ve sanayi alanlarının dağılımını gösteren kent çevre planlamasına gereken önem verilmiyor.
    Herkes istediği yere istediği şeyi yapabileceğini düşünüyorsa, yalnızca düşünmekle kalmıyor bunu da yapıyorsa,
    – yarın kalkınmış 
    büyük Türkiye’nin insanının karnını doyurabilecek tarım arazileri sanayi yayılmasıyla karşı karşıya kalıyorsa,
    – yeraltı suları çekiliyorsa..
    – 
    Trakya’da bundan 15 yıl önce yeraltı suları 150 m’de iken bugün 400-450 m’ye inmiş.
    Bu ne demek biliyor musunuz? Ülke elden çıkıyor demektir, ülke çölleşiyor.
    – Cennet gibi bir ülke yaşanmaz duruma getiriliyor.
    – Bütün bunların önüne geçebilmek için çevre yatırımlarına ağırlık vermek gerekiyor.

    Nüfus artış hızını mutlaka frenlemek ve çevreye saygılı tasarruflu yaşama mahkumuz!
    HER AİLEYE 1 ÇOCUK; BAŞKA YOLU YOK!

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD

    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı : Nükleer enerji gözden düşüyor


Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı :

Nükleer enerji gözden düşüyor

Fukuşima nükleer felaketinin üzerinden neredeyse 4 yıl geçti.
Facia, dünya çapında nükleer enerjiye bakışı önemli ölçüde etkiledi.


Fukuşima faciası nükleer enerji konusunda küresel bir kilometre taşı.”

Çevre örgütü Greenpeace tarafından facianın 4. yıldönümü öncesinde açıklanan bir rapora göre, nükleer enerji sektörünün ekonomik ağırlığı ve önemi giderek azalıyor.

Dünya çapındaki nükleer santrallerde üretilen elektrik miktarının 2011’de %4, 2012’de de %7 gerilediğine dikkat çekilen raporda, özellikle

Japonya’daki tüm santrallerin kapatılmasının etkili olduğu,

ancak buna ek olarak Almanya, Fransa, Finlandiya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında bulunduğu toplam 16 ülkede söz konusu miktarda azalma kaydedildiği belirtiliyor.

Nükleer santrallerin faturası kabarıyor

Greenpeace, birçok ülkenin Fukuşima sonrasında nükleer enerjiye geçiş planlarından vazgeçtiğini veya bu planları ertelediğini hatırlatıyor. Raporda ayrıca güvenlik konusundaki yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması nedeniyle, santrallerin işletmesinin de giderek daha pahalı olduğu vurgulanıyor.

“Yenilenebilir enerji ciddi rakip”

Her yıl açıklanan Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu‘nun hazırlanmasına da öncülük eden bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider ise küresel trendleri şöyle özetliyor:

  • “Nükleer santrallerden gelen elektriğin üretim giderleri son yıllarda önemli ölçüde arttı.
    Bu önemli bir gelişme, çünkü başta yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere,
    tüm başka teknolojilerin giderleri azalıyor. Yenilenebilir enerji ciddi bir rakip,
    ayrıca Avrupa’da elektrik tüketimi de geriliyor.”

Finansmanı zor

1997’de “alternatif Nobel” olarak bilinen Doğru Yaşam Ödülü‘ne yaraşır görülen enerji analisti Mycle Schneider, 1970’li yıllarda altın bir geleceği olduğuna inanılan nükleer santrallerin, günümüzde finansmanının bile zorlaştığına dikkat çekiyor.

  • “Bugün nükleer santrallerin finansmanını üstlenen tek bir büyük ticari banka bile kalmadı.
    Tüm kredi derecelendirme kuruluşları yeni bir nükleer santrale yatırıma olumsuz not veriyor.”

diyen Schneider, buna karşılık, Siemens örneğinde olduğu gibi nükleer enerjiye vedanın da,
bu kuruluşlardan olumlu not kazandırdığını hatırlatıyor. Nükleer santral inşaatlarının sayısının ise çok az olduğunu ve yalnızca belli sayıda inşaat şirketinin ayakta kalmayı başarabildiğini belirten enerji analisti, son olarak, kendini dünyanın bir numarası olarak lanse eden
Fransız Areva şirketinin kredi notunun 2014 sonunda ıskarta düzeyine indirildiğine
dikkat çekiyor.

Rus Atomenergoprom şirketinin notunun da, birkaç gün önce aynı biçimde ıskarta düzeyine çekildiğini kaydeden Schneider,

  • “Yani özetle finans dünyası, hangi ülkeden olursa olsun, nükleer enerji şirketlerine
    kötü not veriyor.” saptamasında bulunuyor.

Tam bir devrimin ortasındayız”

30 yılı aşkın süredir nükleer enerji alanındaki gelişmeleri izleyen Schneider, gelecek yılların enerji sektöründe ne gibi değişikliklere gebe olduğu sorusuna ise şu yanıtı veriyor:

“Tam bir devrimin ortasındayız. Deutsche Bank ya da İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’in en yeni analizleri oldukça ilginç. UBS, binanın çatısına konacak bir güneş enerjisi sisteminin ve elektrikli bir taşıtın 2020 yılında birçok insan için kârlı olacağını hesaplamış. Bu tür gelişmeler tüm enerji sistemini baştan aşağı değiştirecektir. Deutsche Bank’ın kestirimlerine göre ise, tüketicilerin güneş enerjisi ile kendi ürettikleri elektrik birçok ülkede şimdiden şebekeden gelen elektrikten daha hesaplı. Bu da, geleceğin enerji piyasasında geçerli olacak kuralların günümüzdekiler ile yakından uzaktan ilişkisi olmayacağı anlamına geliyor.”

Nükleer enerji sektörünün geleceği

Bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider, tüm bu gelişmelerin
nükleer enerji sektörü için ne anlama geleceğini tek bir kelimeyle özetliyor, “felaket!”.

© Deutsche Welle Türkçe
Gero Rueter

=====================================

Dostlar,

4 yıl sonda Fukuşima kurbanlarına saygı ile..

Dosyayı paylaşan NÜSED‘den çalışma arkadaşımız, meslektaşımız Dr. Celalettin Güner’e teşekkür ediyoruz.

Türkiye derhal,
Akkuyu ve Sinop Nükleer Güç Santralleri yapımını DUR-DUR-MA-LI-DIR!

Fukuşima, Nükleer Santral, Kanser ve Türkiye / Fukushima Disaster, Nuclear Power Plant and Turkiye

http://ahmetsaltik.net/2012/05/25/fukusima-nukleer-santral-kanser-ve-turkiye-fukushima-disaster-nuclear-power-plant-and-turkiye/

Adresinden çağrılabilecek yukarıdaki kapsamlı görel dosyamıza da bakılması dileğiyle…

Sevgi ve saygıyla.
11.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Pachauri : İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!


Dostlar
,

Kuraklık ciddi ALARM VERİYOR..

Hükümetten tık yok!?

Arşivimizden bir dosyayı paylaşmanın zamanı..

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin notlarını sunalım..

Sevgi ve saygı ile.
21.2.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================

Prof. Pachauri:  İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!

Prof.Pachauri:"İklim değişikliğinin sorumlusu insan"

Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. Yıl Etkinlikleri kapsamında
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli
(Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) Başkanı
Dr. RAJENDRA K. PACHAURI, “İklim Değişikliği: Enerji-Çevre” başlıklı
bir seminer verdi.

Dr. Rajendra K. Pachauri, İklim değişikliğinin birinci derecede sorumlusunun insanlar olduğunu söyledi.

Dr. Pachauri, konuşmasında küresel iklim değişikliği ve küresel ısınmanın
insan etkinliklerinin sonucu olduğunu belirtti. Toplumların küresel iklim değişikliğine
uyum sağlaması için

  • yenilenebilir enerji politikalarının günümüzde artık bir zorunluluk 

durumuna geldiğine dikkat çeken Dr. Pachauri, önümüzdeki yıllarda Güney Avrupa’nın kuraklık, Afrika’nın açlık ve Kuzey Denizi’ne kıyısı olan ülkelerin sel felaketleriyle
karşı karşıya kalacağını, bir başka deyişle,
dünyanın hemen her bölgesinin iklim değişikliğinden etkileneceğini ifade etti.

Dr. Rajendra K. Pachauri seminerinde iklim değişikliği nedeniyle günümüzde
çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu; bu sorunlara çözüm bulamazsak sorumsuz bir topluma dönüşeceğimize dikkat çekti.

İklim değişikliğinin günümüzde ekonomi ve çevre politikalarından bağımsız düşünülemeyeceğini belirten Dr. Pachauri, son 50-60 yıldır küresel ısınımda
yukarıya doğru bir eğilim olduğunu söyledi.

Küresel ısınım nedeniyle
buzulların erimeye devam ettiğini ve
– deniz suyu düzeyinin yeryüzü genelinde 1 metreden çok yükseldiğini
(AS : Bu 1 m yükselme rakamı bize anormal geliyor.. Son 100 yılda bile!)

belirten Pachauri, insan etkinliklerinin iklim değişikliği ve sıcaklık değişiminde
kilit rol oynadığına dikkat çekti.

İnsan etkinliklerinin yağmur, sel felaketleri, su taşkınları gibi ağır koşulları da oluşturduğunu söyleyen Pachauri, bu gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki yıllarda dünyayı olumsuz bir tablonun beklediğini belirtti.

Karbondioksit yayılımının (emisyonunun) 1970-2004 arasında %80 oranında arttığını belirten Dr. Pachauri, insan etkinliklerinin sera gazı saçılımının (emisyonunun) artmasındaki en önemli etken olduğunu ekledi.

Tarımsal verimlilik düşecek, bir yanda kuraklık, öbür yanda sel felaketleri artacak!

İklim değişikliğine bağlı olarak dünyayı bekleyen önemli olumsuz değişikliklere değinen
Dr. Pachauri, iklim değişikliğinin tarımsal verimliliğe etki edeceğini Afrika’da ve
Güney Avrupa’da kuraklık yaşanacağını ve tarımsal verimlilikte % 20-30’lara varan düşüşler yaşanacağını kaydetti. Deniz düzeyindeki yükselmelere bağlı olarak dünyada, Kuzey Denizi gibi özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın sel felaketleriyle karşı karşıya kalacağını savunan Dr. Pachauri, sıcaklık değişikliklerinin turizm başta olmak üzere çeşitli sektörleri olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etti.

“Yanlış yöndeyseniz hızın anlamı yoktur”
Mahatma Ghandi

Küresel iklim değişikliğine karşı çözümün yenilenebilir enerjilere daha çok yatırım yapmak olduğunun altını çizen Dr. Pachauri,

  • “Bizi kurtaracak olan yenilenebilir enerjidir.” diye konuştu.

Bugünkü etkinliklerimizin gelecek on…yüz yılları etkilediğini, bu nedenle insan olarak gelecekle ilgili duyarsız davranmanın olanaksız olduğunu anımsatan Dr. Pachauri, seminerin sonunda Mahatma Gandi‘nin sözüne göndermede bulunarak,
hükümetlerin ve yerel yönetimlerin yenilenebilir enerji için bir an önce
harekete geçmesi gerektiğini söyledi.

Rektör Barbarosoğlu:
Yeşil yerleşke (kampüs) ve sürdürülebilirlik vazgeçilmez değerlerimiz

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını yapan Boğaziçi Üniversitesi Rektörü
Prof. Gülay Barbarosoğlu ise, Boğaziçi Üniversitesi’nin 150 yıllık geçmişinde
“yeşil kampus” ve sürdürülebilirlik ilkesini uygulamaya geçiren bir yaklaşım izlediğini belirtti ve güneş – dalga ve rüzgar enerjilerinden daha çok yararlanmak,
daha az karbondioksit üretmek hedefleri doğrultusunda ilk uygulamalara sahip olan
bir eğitim kurumu olduklarını belirtti. Barbarosoğlu, konuşmasında ayrıca,
Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin taraf olması için ilk adımların
Boğaziçi Üniversitesi’ne atıldığını
,
bu yönde yapılan bilimsel toplantılara üniversitenin ev sahipliği yaptığını anımsattı.