Etiket arşivi: Yargı denetimi

Bütçede saldırganlık: Seçim mi, sorumsuzluk mu?

Denge ve denetim düzeneği yok diyorsunuz; ama Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin AYM’ce, kararlarının ise Danıştay’ca iptali, denetimin var olduğunun göstergesi.”

Tek kişi tek kişi diyorsunuz, ama o, aslında bir dünya lideri.” (F. Oktay, CB yrd.)

Bakanlar, TBMM’de and içtikleri için siyaset yapabilir.” (C. Yılmaz, PBK Bşk.)

HANGİ DENETİM?

Bütçe görüşmelerinde, “Siyasal denge ve denetim düzenekleri 2017 Anayasa kurgusu ile kaldırıldı…” bağlamındaki açıklamalarıma verilen yanıt: “Yargı denetimi var”.

CB yardımcısı, siyasal ve yargısal denetimi birbirine karıştıracak derecede bilgisiz olamayacağına göre, ‘siyasal denetim yokluğu’nu doğrulamış oldu.

“Dünya lideri” nitelemesi de, “evet tek kişi yönetimi; ama tek kişi, yalnız Türkiye’de değil, Dünya’da tek lider…”

Anayasa öyle öngördüğü için, ‘tek kişi itirafı’ demeye gerek yok. Ama şu sorulabilir: Ülke, ‘talimatlar’ zincirinde sözde yönetiliyor; dünya lideri, kime emir veriyor-kimden emir alıyor?

SİYASETİ KİM YAPAR?

2017 kurgusu, yürütme yetkisini tek başına CB’ye verdi; yürütme ve idarenin ayrım çizgisini oluşturan siyaset, yürütme tekelini elinde tutan CB ile sınırlı. CB yardımcısı ve bakanlar, seçilmiş değil, siyaseten sorumlu da değil; milletvekili olanların milletvekilliği de düşüyor… Bu nedenle siyaset yapamaz…” Anında, “yanılıyorsunuz, bakanlar siyaset yapabilir” tepkisiyle PBK Başkanı, Cumhur İttifakı’na ve CB yardımcısına selam çakmakla, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nin niteliğini ve yarattığı korku iklimini yansıtmış oldu.

Bütçe sunumuna gelen her bakan, siyaset yaptı; zaman ve konu olarak, muhataplar açısından.

Süre: İki ay veya iki yıl önce atanmış olsalar da bakanlar, 20 yıla yayılan değerlendirme yaparak 2053 ve 71’e göndermede yarıştı.

Konu: Bakanlık alanı dışında, hükümet varmış gibi genel değerlendirmeler yaptı.

Muhatap: 6’lı Masa’yı sorgulama cüretini kendinde gördü.

Sunum ilk oturumda yapıldığı halde, yasama konuşmaları sonrası soruları yanıtlama yerine önceden hazırlanmış metinlerle ikinci sunumlar yapıldı; sıra, sorulara gelince, Komisyon Başkanı, “yazılı olarak yanıtlarsınız” hatırlatması(!) ile konuşmalar sonlandı.

NE YASAK NE DE EMİR

Bir kimse en fazla iki kez Cumhurbaşkanı seçilebilir” kuralına karşın 3’üncü adaylığına hazırlanan CB, “bütçe kanun teklifini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunar” emrini de yerine getirmediği için, bütçe sunumu ve görüşmeleri, “Yürütme’siz ” yapıldı.

Gerçi, AKP ve MHP’li vekiller, bakanların konuşmalarını kayıtsız koşulsuz destekleyerek yürütme ile bütünleşmeye çalıştı. Bazıları, sunum metnindeki sayfaları yeniden okudu. Vekillerin Saray’a ve bakanlara övgüsü, yasama+yürütme birleşmesi görüntüsü altında, demokratik muhalefete yönelik saldırgan söylem ortak paydası ile sürekli kılındı.

  • Hakarette ölçü tanımayan bir tür yalan makinası S. Soylu üzerinde durmuyorum.

Anayasa’ya aykırı olarak Komisyon’da sunum yapan ve bakanlıklar üstü bir “paralel devlet” temsilcisi görüntüsü veren CB yardımcısına, 6’lı Masa ile dalga geçme sözleri nedeniyle, CHP Grup Başkan Vekili Ö. Özel, “haddini bil”dirdi.

DE FACTO GENİŞLEMESİ

2017 kurgu ve uygulaması, iki anayasal düzen ve her ikisinin dışında kalan bir de fiili durum ortaya çıkardı.

İki Anayasa:

•demokratik hükümler,
•demokrasi ile bağdaşmayan kurgu.

De facto: Anayasa dışı eylem ve işlemler.

Bütçe görüşmeleri, fiili alan genişliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

TUZAK VE SINAV

“Çekilme hakkı”nı bile kullanamayan CB yardımcısı ve bakanların saldırganlığı, sorumsuzluk aymazlığı mı, yoksa seçim korkusu mu? Her ikisi de. Ne var ki, demokratik muhalefet ve 6’lı Masa, anayasal karşılığı olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kullanımıyla, PBDBY için meşrulaştırıcı bir işlev gördüğünü henüz fark edemedi. Oysa demokratik hukuk devletine giden yolun ilk adımı, dilin doğru kullanılmasıdır.

Sözün özü; 5-16 Aralık Genel Kurul Bütçe görüşmeleri, demokratik muhalefet için son ve çok yönlü sınav süreci olacak.

6 Parti Bildirisi ve Anayasa Geleneğimiz

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 09.03.2022
(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Bugün Türkiye’de, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan ucube bir sistem yürürlüktedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilerek uygulanan bu model, Türkiye’nin 150 yılı aşan parlamento geleneğini de altüst etmiştir. Kuvvetler ayrılığı sistemi yıkılmış, kuvvetlerin birleştirildiği tek kişi yönetimi kurulmuştur.  Altı siyasal parti liderinin bu “ucube” modele karşı çıkma yönünde kesin kararlılık göstermeleri, demokratik ilkelerden kopmuş olan bu sistemi sonlandırmak ve yeniden parlamenter sisteme dönmek iradesini ortaya koymaları, Türk siyasal yaşamında çok önemli bir gelişmedir.

CUMHURİYET GAZETESİ

Kuşkusuz konu, tüm halkı ilgilendirmektedir. Bu nedenlerle Cumhuriyet gazetesi, bu siyasal gelişmeyi takdir ve önemle karşılamıştır. Türkiye’nin en önemli düşün, politika ve kültür gazetesi olan Cumhuriyet, konulara eleştirel akıl çerçevesinde yaklaşır ama katkıda da bulunur.

Nitekim, gazetemizin yazarları altı partinin yayımladığı metin üzerinde görüşlerini özgürce belirttiler. Özellikle demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru laiklik ilkesi üzerinde durdular. Bunlar dikkate alınması gereken eleştirilerdir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden vazgeçilip parlamenter sisteme dönüş yapılması için anayasada değişiklik yapmak zorunludur. Bu nedenle, bu yazımızda anayasal konulara değinilecektir.

1921 ANAYASASI

Bildiride 1921 Anayasası olumlanıyor. Bilindiği gibi 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), sadece 23 maddedir, milli iradeyi egemen kılmak ve işgalcilere karşı Kuvayı Milliye’yi yürütmek amacıyla 20 Ocak 1921’de kabul edilmiştir. Bu anayasanın 2. maddesine göre, “Yürütme ve yasama yetkisi milletin yegâne ve gerçek temsilcisi olan TBMM’de toplanır.”

Bu model, “kuvvetler birliği”dir. Bu anayasa bir ihtilal anayasasıdır ve işgallere karşı Kuvayı Milliye’yi yürütmek amacını taşır. Anayasada parlamenter demokrasiyle ya da iktidarın sınırlandırılmasıyla ilgili hiçbir kural yoktur.

CUMHURİYETİN İLANI ve 1924 ANAYASASI

Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 tarihli ve 364 sayılı kanunla ilan edilmiştir.

Egemenliğin kayıtsız, koşulsuz millete ait olduğu zaten 1921 Anayasası’nın temel ilkesiydi. Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasından sonra, yönetim biçimi Cumhuriyetten başka bir şey değildi. Bu nedenle 29 Ekim 1923 tarihli anayasa değişikliği aslında var olan ancak adı konmamış bir siyasal yapıyı açıklığa kavuşturmaktaydı. Bu yüzden kanunun başlığında “tavzihan tadil” (açıklık getiren değişiklik) deyimi kullanılmıştır.

1924 Anayasası toplam 105 maddedir. Bu anayasaya gelenekçi çevrelerden gelen eleştiriler, Batı taklitçiliği, din ve maneviyat düşmanlığı, otoriter, totaliter hatta oligarşik iktidar yarattığı iddialarıdır. Bütün dünyadaki önemli siyaset bilimciler ve anayasacılar, 1924 Anayasası’nın 1921 Anayasası ile başlayan süreç içinde “ulusal ve demokratik bir devletin temellerinin kurulmasına yardım ettiğini” kabul ederler.

  • Bu anayasadan 1928 yılında “Türk devletinin dini İslamdır” hükmü çıkarılmış,
    1937’de de laiklik ilkesi anayasaya girmiştir.

1924 Anayasası, anayasa hukuku açısından milli irade ilkesini öne çıkarmakla birlikte, çoğulcu ve özgürlükçü çok partili demokratik sistem açısından yetersizdir. Nitekim DP’nin 1954 yılından sonraki keyfi kararlarını dengeleyememiştir. Zaten o dönem dünyasında çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi kurumsallaştıran anayasalar da pek azdı.

YARGILAR

Altı partinin ortak bildirisi, 1921 Anayasası’nın “kısmen kapsayıcılığının” ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sonraki anayasalarının tümünü “dar kalıplara” girmiş olarak nitelendirilmektedir. 1961 Anayasası için de “1961 Anayasası birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da çok partili siyasal hayatımıza sekte vuran bir askeri darbenin ardından hazırlanmıştır; ayrıca “1961 Anayasası’nda geçerli olan bürokratik kurulların siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını reddediyoruz” deniliyor.

Bildiride, “… geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz” deniliyor. Bunlar açık olmayan “muğlak” ifadelerdir. Parlamenter demokrasi getirmeyi hedefleyen bir metinde yer alan böylesi bir değerlendirme hem bilime aykırıdır hem de hatalıdır. Türk siyasal yaşamında kuvvetler ayrılığı sistemi, hukuka bağlı kurallar içinde 1961 Anayasası’nda düzenlenmiştir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem için ister istemez temel kaynak olarak 1961 Anayasası kullanılacaktır. Bu nedenle 1961 Anayasası’nın hukuksal gerçeklerine ve kurumlarına bilimsel olarak kısaca değinmekte yarar vardır.

1961 ANAYASASI

  • 1961 Anayasası, dünyadaki tüm anayasa ve siyaset bilimi otoritelerinin kabul ettikleri gibi Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, en demokratik ve hukuk devleti ilkelerini yaşama geçiren anayasadır.

Öncelikle kamuoyunda oluşan yanlış bir algıyı düzeltelim. 1961 Anayasası, daha sonraki askeri darbelerde olduğu gibi, atanmış bir grup tarafından değil; seçilmiş Meclis tarafından yapılmıştır. Anayasayı yapan Kurucu Meclis’in temeli olan Temsilciler Meclisi 276 kişiden oluşuyordu. Bu meclisin 226 üyesi (%82) Aralık 1960 tarihli 157 ve 158 sayılı yasalar ile belirtilen seçim yöntemiyle seçilmişlerdi. On üyeyi devlet başkanı, on sekiz üyeyi Milli Birlik Komitesi seçmiştir. Bakanları Kurulu üyeleri Meclis üyesi sayılmışlardır.

Seçimle gelen üyelerin 75’i iller tarafından seçildi. (İstanbul dört, Ankara üç, İzmir iki) Diğer illerin hepsi birer üye gönderdiler. İl temsilcileri, ildeki tüm muhtarlar, o ildeki tüm ilkokul, ortaokul ve liselerin başöğretmenleri; köy dernek temsilcileri, o ildeki tüm meslek, esnaf, işçi, sendika başkanlarının bir araya gelerek yaptıkları seçimle belirlendiler.

Siyasal partiler CHP’ye 49, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) 25 kişilik kontenjan tanındı. Siyasal partiler kendi içinde seçim yaptılar. Geriye kalan üyeler meslek kuruluşları esasına göre kendi aralarında yapılan seçimlerle oluştu. Bu kuruluşlar, üniversiteler, yüksek yargı organları, basın ve yayın kuruluşları, barolar, ticaret ve sanayi odaları, işçi sendikaları, öğretmen kuruluşları, tüm tarım ve kooperatif kuruluşları ve esnaf kuruluşlarıdır.

1961 Anayasası’nda yer alacak basın özgürlüğü ile ilgili maddeleri konuşmak için Ord. Prof. Sıddık Sami Onar başkanlığında toplanan Anayasa Komisyonu üyeleri, gazeteciler ve sendika temsilcileri bir araya gelmişti. Toplantıda; komisyon üyeleri, Prof. Dr. H. Nail Kubalı, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve İstanbul gazetelerinin yazıişleri müdürleri bulunuyordu. 

Örneğin tüm üniversite öğretim üyeleri bir araya gelip kendi aralarından 12 profesörü seçti; Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’ın yüksek yargıçları bir araya gelip kendi aralarından 12 yüksek yargıcı seçti. Aynı biçimde tüm basın-yayın kuruluşları, tüm sendikalar, tüm barolar, tüm öğretmenler, tüm ticaret ve sanayi odaları, tüm esnaf kuruluşları, tüm tarım kooperatifleri kendi aralarında toplanarak temsilcilerini seçti ve Kurucu Meclis’e gönderdi. Demokratik bir süreç yaşandı. Görüldüğü gibi, 1961 Anayasası’nı hazırlayan Meclis, tüm illerin temsilcilerinden ve toplumu oluşturan kurum ve katmanların bir araya gelerek seçtikleri üyelerden oluşuyordu.

Türk siyasal tarihinde ilk kez gerçekleşen bu uygulama çok önemlidir ve 1961 Anayasası’nın toplumsal niteliklerini oluşturmuştur. 1961 Anayasası’nın kaynakları, 12 Ocak 1959 tarihli CHP’nin “İlk Hedefler Beyannamesi”, İstanbul ve Ankara üniversiteleri anayasa ve hukuk hocalarının ayrı ayrı hazırladıkları anayasa taslaklarıdır. Bu taslaklardaki temel ilkeler, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa devletlerinin kabul ettikleri modern ve evrensel anayasalardır.

61 ANAYASASI İLERİCİ VE DEVRİMCİDİR

  • “Demokrasi”, “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” kavramları ilk kez 1961 Anayasası ile anayasaya girmiştir. Kısaca irdeleyelim.

DEMOKRASİ KURAMI

“Demokratik yaşamda siyasal partilerin vazgeçilmezliği” ilkesi ilk kez 1961 Anayasası ile kabul edilmiştir. Anayasada “Siyasal partiler ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik, siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır” kuralına yer verilmiştir. Daha adil bir temsili öngören nispi temsil seçim sistemi getirilmiştir. 1961 Anayasası, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra güçlenen ve tüm Avrupa’da gelişen demokratik ve çağdaş anayasalardan (Fransız, Alman, Belçika, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi) esinlenmiş ve hepsinden ileride kurallar koymuştur.

İNSAN HAKLARI ve ÖZGÜRLÜKLER KURAMI

1961 Anayasası, 2. maddesinde devlet yaşamını düzenleyen temel ilkeleri saptamıştır. Türk anayasa sistemine ilk kez, “insan haklarına dayalı devlet” kavramı girmiş, insan hakları kavramı devletin temelleri içine alınmıştır. Anayasa, insanın doğuştan kazandığı hakları korumakla yetinmeyip, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları da hazırlaması yönünde devlete görev vermiştir. (md.10) 1961 Anayasası’nda “temel haklar ve özgürlükler” devletin kuruluşunu düzenleyen esaslardan önceye alınmıştır. Anayasa, böylece temel hak ve özgürlüklerin taşıdığı önemi açıkça belirtmek istemiştir.

Temel hak ve özgürlükler kısaca sayılıp geçilmemiş, tersine anayasanın üçte biri bu olguya ayrılmıştır. Bu konudaki en önemli yenilik “Bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunulamaz” ilkesidir. Yukarıda sözü edilen “insan haklarına bağlı devlet” ilkesiyle “temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamayacağı” ilkesi yan yana getirilip irdelendiği zaman 1961 Anayasası’nın ne derece ilerici ve devrimci bir anayasa olduğu açıkça ortaya çıkıyor.

SOSYAL DEVLET KURAMI

Anayasanın 2. maddesi yalnızca insan hakları temeline dayalı bir anayasadan değil, “sosyal bir hukuk devleti”nden söz etmektedir. Sosyal devlet ilkesi anayasada başlı başına ele alınarak kurallaştırılmıştır. Bireyin devletçe korunması, çalışanlara sendikal hakların tanınması, asgari ücretle insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sağlanmasının gerekliliği, açık bir biçimde belirtilmiştir. Sosyal devlet; güçsüzlerin, yoksulların önündeki engellerin kaldırılmasını öngörür. Ekonomik ve kültürel yönden zayıflara ve güçsüzlere haklarının tanınması, sendikal haklar ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin giderilmesi yönünde devlete görev verilmiştir.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ KURAMI

Türk siyasal yaşamında “kanun devleti”, sonraları “hukuk devleti” kavramları özellikle 1950’den sonra çok partili sistem içinde kullanıldı. Ama 1961 Anayasası bir adım daha ileriye giderek “hukukun üstünlüğü” ilkesini, anayasanın vazgeçilmez unsuru durumuna getirdi.

HUKUK DEVLETİ

Devletin hukuka bağlı olması, hukuk üzerine kurulu olması, hukuk tarafından yönetilmesi, bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması demektir. Bu denetimin işlemesi için yargı bağımsızlığının sağlanması gerekir. Bu unsurlarıyla hukuk devleti, keyfiliğin, tek adam yönetiminin ve “polis devleti”nin karşıtıdır. Hukuk devleti olmadan, güçlendirilmiş parlamenter sistem kurulamaz. Hukuk devletini sağlayan çağdaş anayasaların en önemli kurumu Anayasa Mahkemesi’dir. Anayasa Mahkemesi, Türk hukuk sistemine 1961 Anayasası ile girmiştir. Ayrıca, 1961 Anayasası ilk kez, Meclis’te kabul edilen yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini sağlayacak olan sistemi kurmuştur. Türk anayasa geleneğinde bir devrim yapılarak yasaların yargısal denetimi böylece kurumlaştırılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kurulması Türk demokrasinin çağdaş ve evrensel demokrasi düzeyine ulaşmasını sağlamış, insan hakları ve demokrasinin de güvencesi olmuştur.

Hukukun üstünlüğü ilkesi bağlamında ister yerel ister merkezi idareler olsun, yönetimin bütün işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olması olanağı tanınmıştır; bu nedenle anayasanın “İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır” (Md.114/1) maddesi çok önemlidir. Anayasa bununla da yetinmemiş, aynı maddenin son fırkasında “kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle”, idareyi yükümlü tutmuştur. 1961 Anayasası, hukukun üstünlüğü ilkesine verdiği önemi, yargı bağımsızlığının vazgeçilmez koşulu olan yargıç güvencesi konusunda da açıkça göstermiştir.

LAİK DEVLET İLKESİNİN PEKİŞMESİ

1961 Anayasası başlangıç kısmında ulus için “Kıvançta ve tasada birlik”; esin kaynağı “Milli Mücadele ruhu” olan Türk ulusçuluğu “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinde dile gelen barışçılık ve her alanda çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi amaçlayan Atatürk devrimciliği kavramlarının altını kalın bir biçimde çizmiştir. Anayasa, yukarıda esasları belirtilen Başlangıç kısmına gönderme yaparak, bu öğeleri kurallaştırmıştır. Şöyle ki:

  • “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Md.2)

Tüm bu nedenlerle, bütün dünyada 1961 Anayasası, Türklerin binlerce yıllık tarihleri boyunca yarattıkları en ilerici, en demokratik, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri koruyan, hukukun üstünlüğünü güvenceye alan bir anayasa olarak kabul edilmiştir.

Cumhuriyet gazetesinin 4 Temmuz 1961 tarihli 1. sayfasındaki Ali Ulvi imzalı karikatür, “Evet” kampanyasına karşı Adalet Partisi’nin tutumunu gösteriyor.

AMAÇ

Bu yazımızın temel amacı eleştiri yapmaktan ziyade katkı sağlamaktır. 150 yılı aşan parlamenter demokrasi deneyimlerimize dayalı olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem yeniden kurulurken geçmiş deneylerden ve bilimden yararlanılması gerekir. Günlük siyasetin körüklemelerine, “siyasal istismarlara” boyun eğmemek gerekir. Anayasa değişimi her zaman olmaz, 6 parti lideri tüm bu nedenlerle duygusal baskılara boyun eğmeden Türk halkının geleceğini düşünmelidir; tarihi bir görev yaptıklarının bilincinde olmalıdır. Parlamenter sistem, temelde kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Yasama, Yürütme’yi soru, gensoru, güvenoylaması gibi araçlarla denetleyecektir.

Yargı, bir yandan Yürütme’yi, öte yandan da Yasama organının kabul ettiği yasaların anayasaya uygunluğunu yargısal yönden denetleyecektir. Bunun için yargının bağımsız ve tarafsız olması anayasa ilkeleriyle sağlanacaktır. Bütün hukuksal yollar 1961 Anayasası’nda vardır. 1961 Anayasası’nı kötülemek yerine eksik yanları düzelterek ve güçlendirerek ondan yararlanılmalıdır.
===================================

Dostlar,

Sayın Dr. Alev Coşkun‘un (siyaset bilimci) bu yazısı adeta bir ders gibi.
Bilimsel bir makale / kitap bölümü niteliğinde.

Kendisini kutluyor va yazdıklarını bütünü ile paylaşıyoruz.
Yazının çok özenle okunmasını ve 6 partinin yetkillerince mutlaka dikkate alınmasını diliyor ve bekliyoruz.

ADD’nin Cumhuriyet Gazetesi’nde tam arka sayfa ilanı da benzer öneriler içeriyor.

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Image result for Prof. Dr. Rona AYBAY

Prof. Dr. Rona AYBAY
Cumhuriyet, 11 Şubat 2021

Yazılı bir anayasadan, geleneksel olarak beklenenler şöyle özetlenebilir:

  • Devletin ideolojisini, yani egemenliğin dayandığı temeli belirtmesi; yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşma biçimini ve bunlar arasındaki erkler bölüşümünü düzenlemesi.

Bu “geleneksel” işlevlere, tarihin akışı içinde,
– temel hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidara karşı korunması ve
– idarenin ve yasamanın işlemlerinin (yasaların) yargı denetimine bağlanması eklenmiş ve son olarak da
– “insan hakları” kavramının tanınmasıyla, anayasadan beklenen koruma,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Bu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir demeciyle “yeni bir anayasa” yapılması, Türkiye’nin siyasal gündemine, birdenbire girmiştir. Oysa, Türkiye’nin bütün sorunlarına hızlı ve etkili çözümler getireceği savıyla yapılmış anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin üzerinden sadece ikibuçuk yıl geçmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki 2018 Temmuz’unda yürürlüğe girmiş olan değişikliklerden, o değişiklikleri öneren ve öven çevreler de memnun değildir. Bu durum, “işlerin aceleye getirilmiş” olduğunun bir itirafı da sayılabilir.

150 yıllık anayasa kültürü 

Burada çıkarılması gereken, en önemli ders şudur: Anayasa yapılmasının çok ciddi bir iş olduğu; önünü, arkasını düşünmeden; konuyu, parlamentoda basit bir oy sayısı sorununa indirgemenin yanlış olduğu görülmelidir.

Oysa, Türkiye’nin 1876 Osmanlı Anayasası’ndan başlayarak, İkinci Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi deneyimleriyle oluşmuş, bir “anayasa kültürü” vardır. Bu kültür göz ardı edilerek yapılacak yeni düzenlemeler çok yanlış sonuçlara yol açabilir.

  • Nitekim, siyasal iktidarın gerek parlamento içinde gerek, parlamento dışında denetlenmesini etkisiz ve anlamsız hale getiren, geniş kapsamlı anayasa değişikliği, Türkiye’yi adeta yönetilemez bir duruma getirmiş görünmektedir.

Haftalarca süren kampanyalarda harcanan onca emeğe, enerjiye ve masrafa mal olmuş bir metnin, daha üçüncü yaşına basmadan, kaldırılıp “yeni” bir anayasa yapılmasının gerekliliğini ileri sürmeyi, anayasa değişikliği konusunun ciddiyetiyle bağdaştırmaya olanak var mıdır?

GERÇEKÇİ VE AKILCI DEĞİL

Her hukuk metni gibi, anayasaların da zamanla eskimesi, toplumda ve siyasal yaşamda ortaya çıkan yeni gelişmeleri karşılayamaz hale gelmesi söz konusu olabilir. Ama, burada “makul” bir ölçü olmalıdır.

  • Anayasa, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre, nerdeyse ayda bir değiştirilen “İhale Kanunu” gibi bir metin değildir.

Anayasada değişiklik yapılması ve özellikle de yeni bir anayasa yapılması çok boyutlu incelemeler, tartışmalar gerektiren bir iştir.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi, elbette vardır; giderek, bu bir zorunluluktur diyebilirim. Bu gereksinimi dile getiren iktidar, değişikliklerin içeriği ve kapsamı konusunda somut bir işaret, net bir tavır göstermemekte; buna karşılık muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” kavramını öne sürerek; yapılması istenilen değişikliklerinin içeriğiyle ilgili genel çerçeveyi ortaya koymaktadır.

Ama, kanımca bu aşamada “içerik”ten de önce yeni bir anayasanın nasıl, hangi yöntemle yapılacağı sorunu üzerinde düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Yapılacak “yeni” bir anayasa, sonunda halkoyuna sunulacak da olsa, metin, sonuç olarak, bir “Meclis”çe hazırlanacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru şudur: 

Halen görev başında olan Meclis, bu işi yapabilir mi? Bu aşamada, konuya bir siyasal” kapsayıcılık ve inandırıcılık sorunu olarak bakıyor ve bu Meclisin, yeni bir anayasa yapmaktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum.

SİYASAL GERÇEK

Bugün görevde olan Meclis, 24 Haziran 2018 seçimleriyle oluşmuştur. O tarihten bu yana Türkiye’de gerek içteki toplumsal ve siyasal değişmelerden gerek uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmelerden kaynaklanan çok önemli olaylar yaşanmıştır.

Özellikle de “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ya da “tek adam rejimi” gibi adlarla anılan yönetim biçiminde Meclis, işlevleri azaltılmış, birçok konuda “devre dışı” kalmış bir görünümdedir. Çok üzücü de olsa, siyasal gerçek budur.

SONUÇ

Özetle, bugünkü Türkiye, Haziran 2018 Türkiyesi’nden oldukça farklı sorunlarla karşı karşıyadır.

  • Halen görevde olan Meclis, iktidar partisi ile ortağının fiili denetiminde, ”uzlaşma kültürü”nden uzak, muhalefetin etkisizleştirildiği bir ortam haline gelmiştir.

Öte yandan, var olan anayasayı hiçe sayan davranışlarıyla ünlenmiş bir iktidarın, ülkeye “yeni bir anayasa kazandırma” girişiminin hangi siyasal düşüncelerle ortaya atıldığı; ne ölçüde içtenlikli olabileceği de sorgulanmalıdır.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır.

Ama böyle bir anayasa, bugünün kutuplaşmışözellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir.

Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “Kurucu Meclis” oluşturulmasıdır (Değerli dostum Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın bu konudaki görüşleri için bkz. Anayasa Hukuku Ders Notları; Lefkoşa 2013, s.271 vd.).

Tarihimizdeki iki “Kurucu Meclis’in de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze karşı alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ yoktur. Yani, TBMM yapacağı bir Kanunla bir Kurucu meclis oluşturabilir.

Yargı kararıyla dinsel itiraf

Yargı kararıyla dinsel itiraf

17/10/2019, https://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/yargi-karariyla-dinsel-itiraf-272542
Siyasal ve yönetsel itiraf da denilebilir, cumhuriyete ve hukuka karşı intikamı tescil itirafı da… İşin başlangıcı öyle cumhuriyeti, devleti, hukuku ilgilendirir gibi gözükmüyor. Hafızlık yaparak, din eğitimi ve din alimlerinden icazet alarak, aynı adlı (Sosyal Doku) dernek ve vakıf kuruluşunu gerçekleştirerek, seminer ve konferanslar vererek dinsel misyon üstlendiğini iddia eden bir kişinin dinselliği dayanak gösteren açıklamaları söz konusu.

Böyle başka kişiler de var, AKP döneminde sayıları ve görünürlükleri artıyor. Ama dinsel inanç aşılıyor. Bireyin inanç özgürlüğü aşılarak siyasete ve toplumsal yaşam tarzına müdahaleye geçiliyor. Kadına, çocuğa ve bunlara hükmeden erkek egemenliğine aynı tavırla yaklaşılıyor, biçim verilmeye kalkışılıyor.

Ulus egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre kullanan, hiç kimsenin veya organın kaynağını Anayasadan almadığı bir yetki kullanamadığılaik bir hukuk devleti”nde, cumhuriyette yaşanıyor bunlar. Anayasallığı artan oranda tartışma konusu olsa da, kimi maddeleri askıya alınsa da, AKP’nin oyuncağı haline getirilse de Anayasasının varlığı tartışılamayacak bir devlette yaşanıyor.

Nurettin Yıldız bu cumhuriyetin vatandaşı. Anayasaya ve yasalara, hukuka uygun davranmak zorunda. Düşünce ve kanaat özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü tabii ki olacak. Ama insanlığın mücadelelerle kazandıklarını ve evrensel hukukun konusu olarak düzenlediklerini, insanlığa mal olanları çiğnememek, yok saymamak koşuluyla.

Bilimin, hukukun, maddi ve manevi yaşam gerçeğinin, toplumsal gerçekçiliğin yok sayılarak çocuklar üzerinde evlilik nutukları attığında -ki bu düşünce artık evrensel hale gelen ve hukuk güvenliği altına alınan çocuk yönünden evlilik değil istismar, tecavüz- buna karşı da başka bireylerin söz söyleme hakkı olacak. Hele bu bireyler basın gibi toplumsal denetimin etkin araçları ve onların mensuplarıysa söz söyleme hakkı kat be kat artacak.

14 Ekim günü bir mahkeme, hem de (Bölge Adliye Mahkemesi olarak) bir üst mahkeme öyle bir karar verdi ki burjuva hukukunun anayasal düzenini bile altüst etti. Bir kez, “dinsel düşünce ve bu düşünceyi açıklama, değiştirme, yayma” kapsamında laiklik ilkesini, laik hukuk devleti ilkesini yok saydı.

İkincisi, çocukların istismarı ve tecavüzüne “dinsel düşünce ve evlilik kılıfı” giydirmeye kalkıştı.

Birinci ve ikincinin birleşimiyle dinsel, tapınmaya yönelik, ibadeti, dinsel ayin ve törenleri kapsayan inanç ve kanaati aşan; insana, onun maddi ve manevi yaşamına, yetinmeyerek devlete, hukuka ve topluma el atan düşünceleri yine laiklik ilkesine aykırı olarak meşrulaştırma yolunu açtı.

Böylece “din bu değil” diyenlere de yanıt vermiş oldu mahkeme, “6 yaşındaki çocuk evlenebilir” demenin “dinsel düşünceyi yaymak” olduğunu söyleyerek.

Dördüncüsü, bu üçlüyü hem hukuksal hem de toplumsal anlamda bir çeşit deşifre eden ve eleştiren düşünceyi de, gazetecilik görevi yapmayı da cezalandırdı.

Oysa soL Haber Portalı Haber Müdürü Ali Ufuk Arikan, daha önce yerel mahkemede “basın özgürlüğü kapsamında”ki aynı haber nedeniyle beraat etmişti. İşin başlangıcı ve akışı bireysel ve dinsel gözükse de aslı daha derin.

Nurettin Yıldız‘ın yaptığı, anayasal tanımıyla “dinsel inanç ve kanaat özgürlüğü”, “ibadet, dinsel ayin ve tören serbestliği” değil. Onun açıklamaları basın olarak okuyucuya yansıtılırken ve eleştirilirken hukuksallığa ve bilimselliğe dayanılıyor; dinsel inanç ve kanaatlerinden dolayı kınama ve suçlama yapılmıyor.

  • Konu çocuksa, çocuğa istismar ve tecavüzse, bu istismar ya da tecavüze “evlilik” gibi bir kılıfsa, artık dinsellikten dolayısıyla da dinsel düşünceden söz edilemez.

Burada artık bireyin ve toplumun maddi ve manevi yaşamı, hukukun güvenliği ve tüm toplumsallığıyla yaşam gerçeğidir esas olan. Bu maddi gerçeği dinsellik üzerinden görmek ve biçimlendirmeye kalkmak, “devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasal veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri” istismar etmek ve kötüye kullanmak olur ki anayasal yasak kapsamındadır.

Tarikat ve cemaatlerle, şeriatçı çetelerle, din insanlarıyla, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ya da İdarenin her derecedeki görevlileriyle her ne şekilde olursa olsun ortaya çıkan dinsel kökenli ya da dinselliğe dayandırılan istismar ve kötüye kullanma yasak kapsamında. Yargı denetimi yapanlar da hem davranışlarıyla hem de kararlarıyla aynı anayasal buyruğa uymak zorunda.

Ötesi hukuksuzluk ve keyfiliktir.

Laik hukuk devletinde “laikliği savunma suçu”, yurtta ve dünyada barış arzu ve inancını Anayasasının “Başlangıç”ına yazan bir devlette “barışı savunmak suçu” yaratma; insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir devlette “düşünce, düşünceyi açıklama ve yayma, basın özgürlüğü”nü dinselliğin altında suçmuş gibi gösterme; hukuksuzluğu ve keyfiliği aşan, çok yönlü ilişkilere, niyete ve hedefe kilitlenen durumdur.

Hukuksal normların ve ilkelerin yerine dinsel davranış kurallarını koymak ya da inanç dışı kimi davranışları dinselliğe dayandırmak, hukuku ve laik hukuk devletini savunmayı suç olarak gösterir ki konumuzu oluşturan yargı kararı bunu yapmış, olağanı suçlu saymıştır.

Dinselliğin ve keyfiliğin yargı denetimiyle tescili toplum üzerinde açık bir baskıdır, yaptırımlı baskıdır. Buna milliyetçi saikler de eklendiğinde her şeyin sermaye için, emperyalizm için seferber edilmesi kolaylaşır.

Nihayet itiraf, sermaye sınıfının emekçi halkı ezmesinin, sömürüsünün ve bu düzenin gericilikle sorunsuz ve kolay yönetilebilmesinin itirafıdır. Kul hakkını ağızlarından düşürmemelerinin, işçi sınıfını unutturma gayretlerinin nedeni de budur.

Komisyon, başvuruların %90’ını reddetti!

Komisyon, başvuruların %90’ını reddetti!

BİRGÜN ANKARA 26.4.19

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun kendisine gelen dosyaların büyük çoğunluğunu reddetmesine tepki gösterdi.

Komisyonun Devlet Memurları Yasası, Danıştay, AYM ve AİHM kararlarına aykırı bir tutum sergilediğini söyleyen BES Genel Başkanı Serpil Akpınar, İnceleme Komisyonu’nun, yaşanan mağduriyetleri yargıya taşımanın önünde barikat işlevi gördüğü söyledi.

MAĞDURİYETLERİ GİDERMİYOR

OHAL döneminde çıkarılan KHK’ler ile 135 bini aşkın kişinin kamudan ihraç edildiğini belirten Akpınar, şunları söyledi:

“Siyasi iktidarın oyalama ve yargı süreçlerini uzatma amacı ile kurduğu OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu mağduriyetler başladıktan 1 yıl sonra başvuru almaya başladı. Komisyon, iki yıllık sürede karara bağladığı 50 binin üzerindeki dosyanın %90’ınından çoğunu reddetti. Bu durum göstermektedir ki, Komisyon mağduriyetleri yargıya taşımanın önünde bir barikat olarak işlev görmektedir.

Bu Komisyonun Türkiye’nin hukuk sistemi içinde bir tarifi yok ve mevzuatça belirlenmiş bir yargı yeri de değil. Bu durum yasalara ve Anayasa’ya, yargısal işleyişe açıkça aykırıdır. İhraç edilen kamu emekçilerinin başvurularını hangi usul ve esasa göre kabul ya da ret ettikleri, yaptıkları soruşturmada hangi kıstasların temel alındığı tümüyle muğlaktır.”

HUKUKA AYKIRI

OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu tarafından başvuruları reddedilen üyelerinin ret gerekçelerinin “İş bırakma, Berkin Elvan’la ilgili düzenlenen eylemlere katılma, odasının kapısına ‘bu iş yerinde grev var’ yazısı asması, ve ihraç olan arkadaşının evine geçmiş olsun ziyaretine gidilmesi” olduğunu belirten Akpınar, bu gerekçelerin suç ögesi taşımadığını söyledi.

Akpınar, sergilenen tutumun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle güvence altına alınan adil yargılama ilkesine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na, Danıştay, AYM ve AİHM kararlarına aykırı olduğunu söyledi.
****
Dostlar,

Ankara Barosu Yasa İzleme Enstitüsü tarafından düzenlenen 685 Sayılı KHK Kapsamında Kurulan OHAL Komisyonu Paneli, 16 Şubat 2017’de Ankara Barosu Eğitim Merkezi’nde (ABEM) gerçekleştirildi. Açış konuşmasını, Baro Başkanı Av. Hakan Canduran yaptı. Canduran, şunları söyledi:

“23 Ocak 2017’de RG’de yayınlanan 685 Sayılı KHK gereğinde OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu kuruldu. İlginç bir Komisyon olduğunu düşünüyorum. Sayın hocalarım bu konuda çok ayrıntılı bilgiler verecekler. AİHM yönünden nasıl bir değerlendirme olacağını da zannediyorum hocalarımız bize anlatacaklar.
Komisyonun süresi iki yıl olarak belirlendi. Bana OHAL’in en az iki yıl daha devam edeceği hissiyatı veriyor. Komisyon kararlarına karşı, HSYK tarafından belirlenecek Ankara İdare Mahkemesinde dava açılabilecek. Doğal yargıç ilkesini yerlerde süründüren düzenlemelerin yine yargı denetiminde nasıl bırakılacağını; yalnızca kurulan bu Komisyonun vereceği kararlarla mı yargıya taşınabileceğini gösteriyor; bunu tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Bence bu bir kaçma, bir kaçış. Ama bu benim kişisel düşüncem. Avrupa Konseyi organlarının hak ihlalleri konusundaki baskılarından, AİHM’nin Türkiye üzerinde yapacağı baskılardan kaçmak için kurulmuş bir görüntü komisyonu olduğunu düşünüyorum.” (http://yasaizleme.org.tr/yasa-izleme-enstitusu-egitim-dairesi-abemde-toplandi/ 30.4.19)

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com