Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com

Haluk Bilginer: ‘Cesur olmak zorundayız’

Haluk Bilginer: ‘Cesur olmak zorundayız’

KORKMAYAN APTALDIR.
BEN DE KORKUYORUM AMA KORKAK DEĞİLİM,
CESARET KORKUYA RAĞMEN BİR ŞEYİN ÜZERİNE GİTMEKTİR

SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI: KARŞISINDAKİNİ HİPNOTİZE EDİYOR

(http://www.hurriyet.com.tr/haluk-bilginer-cesur-olmak-zorundayiz-40342420)

Haluk Bilginer: Cesur olmak zorundayız

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Haluk Bilginer: Diziniz ‘Masum’un adından yola çıkarsak, sizce ne kadar masumuz?

– Masumiyeti nasıl tanımladığınıza bağlı. Önceden planlı bir kötülük varsa, niyetiniz kendi menfaatiniz için birini ortadan kaldırmaksa bunu yapmak masumluk değildir.

Bunu nasıl başaracağız?

– Aklımız ve vicdanımızla… Akıl ve vicdandan başka sığınacak  hiçbir şeyimiz yok.
Benim vicdanım bana yetiyor. Yetmeyenler düşünsün!

Peki yaşanan tacizlere, kadının uğradığı şiddete, çocuk istismarına baktığımızda
ne kadar vicdanlıyız?

– Üzülerek söylüyorum ki biz vicdanımızı yitirdik. Yaşadıklarımızın önemli bir sebebi
artık vicdan muhakemesi yapamamamız.

MAALESEF KAN KANIKSANMAYA BAŞLADI

Toplumdaki tabuları ve erkek egemenliğini nasıl görüyorsunuz?

– O tabular artık yıkılıyor. Üstelik o tabuları koyanlar yıkıyor. İçi başka, dışı başka insanlardan kork! Bayağı kork… Çok ürkünç… Erkek egemenliğine de gelirsek… Erkekler beş para etmez! Bu dünya erkeklerden arındırılmalı.

Çok iddialı oldu. Siz de erkeksiniz ama…

– Bunu ‘Erkekleri yok edelim’ anlamında söylemiyorum. Erkek iktidarını yok edelim diyorum. Keşke dünyayı kadınlar yönetiyor ya da dünyanın çoğunluğu kadınlardan oluşuyor olsaydı…

Erkek iktidarını yok edelim diyorsunuz ama sanki bizler ‘erkek iktidarı’nı ve
gücü seviyoruz…

– Bu bizim toplumumuzda ve benzeri toplumlarda hâlâ halledilmemiş bir sorun.
Bayılıyoruz güce.

Nedir sebep?

– Aileden başlıyor… Mesela “Babama çok saygı duyarım” gibi laflar duyarsınız. Bu tuhaf bir cümle. Saygı duymak ne demek? Sevgiye ne oldu? Ben sana onun Türkçe mealini söyleyeyim, “Babamdan korkarım”. Despottur baba… Böyle babaların olduğu bir toplumda siz kendi ailenizi kurduğunuzda da böyle bir güç peşindesinizdir hep.

Dizinizin fragmanlarında şiddet ve bunu sıradanlaştırmış bir aile var.
Günümüzde şiddeti sıradanlaştırdık mı?

Kan kanıksanırsa çok tehlikeli bir şey olur. Maalesef kan kanıksanmaya başladı.
Artık patlayan her bombadan sonra istatistik konuşuyoruz sadece. İnsanları;
ölenler ve ölenler yüzünden etkilenenleri çok az konu ediyoruz. Bu da çok tehlikeli…

Peki kanıksanan şiddet bizi ne kadar korkak yaptı?

Korku çok insani bir duygudur. Korkmayan aptaldır zaten. Ben de korkuyorum ama
korkak değilim. Cesaret korkuya rağmen bir şeyin üzerine gitmektir.
O yüzden cesur olmak zorundayız

Tutuklanan gazetecilere, işsiz kalan oyunculara bakınca cesur olmak ne kadar mümkün?

– Sana tek sözüm; her zaman cesur olmak zorundayız!

AHLAK BEKÇİLİĞİ YAPARAK SAPIK OLDUK

Az önce sohbet ederken dijitalde daha özgür sanat yapılabilme ‘ihtimalinden’
mutlulukla bahsettiğinizi fark ettim…

– Aslında zaten var olması gereken, erdem olmayan bir şeyi özlüyoruz.
Ben buna ‘kolay açılır kapak sendromu’ diyorum.

Nedir o?

– Bir zamanlar bir kola firması metal kapaklar dilimizi kesmesin diye kapakları plastiğe çevirdi. Bunun da reklamını kamuoyuna, ‘kolay açılır kapak’ diye yaptı. Bu bir erdem mi? Ya şekerli su satıyorsun. Bir de elimi kesseydim senin şekerli suyunu açarken! Bu, doğal olan bir şeyi erdemmiş gibi göstermek. Bu reklamı bir Batı ülkesinde yapsalardı, onlarla dalga geçerlerdi. Ama Türkiye’de satışları arttı.

Ekranda içki kadehlerinin buzlanması, öpüşme sahnelerinin kesilmesi ya da ‘gay’ kelimesinin bip’lenmesi… Dijitalde bunlardan muaf mı olacağız?

– Evet, dijital yapımların amaçlarından biri sansürden ya da bazı kurallardan muaf olmak. Mesela ‘Masum’ dizisini ulusal kanallarda yayımlamamız mümkün değil. Çünkü artık Kemal Sunal’ın ‘Eşşoğlueşşek’ lafı dahi bip’leniyor.

AR PERDEMİZ YIRTILDI BİZİM!

Beren Saat bir röportajımızda “Tuttu Frutti’yle büyüdük de sapık mı olduk” demişti.
Bu sansürler gelecek için herhangi bir şeyin çözümü olabilir mi?

– Büyük harfle yaz burayı: ASLA. Tarihte bunun bir örneği yok. Sansür, baskı başka yerden fırlar, başımıza başka işler açar. Biz aslında ahlak bekçiliği yaparak sapık olduk.
Ahlak bekçiliğini görev olarak gören herkes önce kendi ahlakına bakmalı.

Peki ‘ahlak’ı siz nasıl tanımlarsınız?

“Ahlak; utanmayı bilmektir”. Bu Ercan Kesal’ın ‘Cin Aynası’ kitabındaki öykülerinden birinin adı. Önce utanmayı bileceğiz.

Utanma duygumuzu kaybettik mi?

-Tabii, ar perdemiz yırtıldı bizim!

Peki kendinize otosansür uyguladığınız oluyor mu?

En kötüsü o zaten. Uygulamamaya çalışıyorum ama bir toplumda yaşarken ister istemez
onun kurallarıyla yaşamaya başlıyorsunuz.

‘BEN-HUR’, İÇİNDE OLMAKTAN KEYİF ALDIĞIM BİR İŞTİ 

‘Ben-Hur’ filminin fragmanında isminizin yanlış yazılmasıyla ilgili haberler yapıldı. Sahneleriniz az bulundu. Geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz bir iş miydi?

– Hayır. İçinde olmaktan keyif aldım. Film uzadıkça içinden birçok sahne atılmış. Dolayısıyla benim oynadığım sahneler yoktu filmde. Tabii o kadar çaba gösterdik, haftalarca orada kaldık, bari şu sahne olsaydı diye düşünüyor, insan ama yapacak bir şey yok. Öyle filmler biliyorum ki çocuk başrol oynadığını zannediyor sonra bir bakıyor filmde yok. Karakterini tamamen atmışlar.

Sanat bir şeyleri düzeltebilir mi?

O kadar çok şeyi düzeltir ki aklınız almaz. Sadece tiyatroya giderek, sergi gezerek, konser dinleyerek… Bunların hepsini yapın demiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Asgari ücretle dört kişi yaşayan bir aileye “Neden tiyatroya gitmiyorsun” diye sorarsan adamı döverler. Sadece sanat denen olguyu yaşamımızın bir parçası haline getirmemiz gerek diyorum. Sanat, bir estetiğin peşinde koşmak, empati kurmaktır. Mesela seyirci tiyatroda bir oyun izlerken karakterle empati kuruyor. Empati kuran insan kötülük yapamaz, gidip birini öldüremez, bağıramaz. Bir ülkede sanat yoksa empati yoksunluğu artar.

BİR TANE TÜRKİYE VAR:
BURADA KALIP DEVAM ETMEKTEN BAŞKA ÇARE YOK

Bizi üzen bunca şeye rağmen yola nasıl devam edeceğiz?

– Yaptığımızın en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok.

Herkesin dilinde gelecek için bir ‘B planı’ var. Bu noktada devreye o mu giriyor?

– Yok. Bir tane Türkiye var. Türkiyeliyiz. Türkiye’de üretiyor ve yaşıyoruz. Onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok.

Siz kalbinizi ve aklınızı korumak için ne yapıyorsunuz?

– Hâlâ tiyatro yapıyorum. Biri uzaydan dünyaya ve Türkiye’ye baksa ve burada film çeken, tiyatro yapan insanları görse “Bunlar ne yapıyor? Nasıl oluyor da oluyor” diye düşünür. Bizler ‘Nasıl oluyor da oluyor’u oldurmaya çalışan insanlarız. Sürekli ‘bir şeylere rağmen’, bir şeyler yapıyoruz. Kimse bize gümüş tepside olanaklar sunmuyor.

ÖFKE DOĞRU KULLANILIRSA İYİ BİR ENERJİDİR

Burada (Oyun Atölyesi) her şeyi kendi şartlarınızla mı yapıyorsunuz?

– Evet. Keşke tiyatro melekleri olsaydı ama yok. Ben bu tiyatro salonunu (Oyun Atölyesi) neden yaptım biliyor musun?

Neden?

– Öfke… Öfke doğru kullanırsanız iyi bir enerjidir. Tiyatro yapıyorsunuz ve oynayacak yeriniz yok. Bir yer yapmak zorundasınız kendinize…

Bütün bu konuştuklarımızdan sonra; umutlu musunuz?

– Geleceği parlak görüyorum. Ama hangi gelecek olduğundan emin değilim… Yakın gelecek mi? Uzak gelecek mi? Gelecek parlak olmak zorunda.

Yeni nesil hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Umudumu kaybetmedim.

ATATÜRK’Ü AKIL KULLANARAK ANLAYABİLİRİZ

Peki başkanlık sistemiyle ilgili ne söylersiniz?

– İnternette sokak röportajlarında görüyorum. Ellerinde mikrofon, çeşitli şehirlerde dolaşıyor ve “Anayasanın 18 maddesi değişiyor, ne düşünüyorsunuz” diye soruyorlar. Hiç kimsenin bir fikri yok. Bu insanlar yarın, öbür gün referandumda ‘evet’ ya da ‘hayır’ diye oy verecek. ‘Hükümet yapıyorsa vardır bildiği’ diyorlar. Hükümetin tek başına yaptığını sanıyorlar. Bunu hükümetin değil, Meclis’in yaptığını, Meclis kavramını da bilmiyorlar.

Başkanlık sisteminin getirileri ve götürüleri ne olur?

– ‘Masum’dan iyice uzaklaştık…

O zaman son bir soru; bir söyleşinizde “Atatürk’ü insan olarak anlamak gerekiyor” demişsiniz. Şimdilerde Fenerbahçe’nin basketbol maçlarında Atatürk marşları söyleniyor. Bir yerde Atatürk heykelleri kaldırılıyor. Sizce o zamanlarda ettiğiniz bu cümle üzerinden ne kadar yol aldık?

– Evet. Atatürk’ü iyice irdeleyerek ve akıl kullanarak anlayabiliriz. O marşlar Atatürk için söylenseydi 1923’ten beri her gün söylenirdi. Ama ne için söylendiğini keşke daha iyi anlayabilseydik.

MEŞHUR OLMAK O KADAR BÜYÜTÜLECEK BİR HALT DEĞİL

‘Masum’, Türkiye’de internet için çekilmiş ilk dizi. İnternet televizyonculuğu sizce neleri değiştirecek?

Artık televizyonun geleceği de buraya gidiyor. Özel televizyonlar reklam almak zorunda. Bunun da bazı kuralları var. Mesela 50 dakikada bir reklama girmek gibi… Bu yüzden diziler artık 150 dakika! Her hafta senaristler sinema senaryosundan uzun dizi senaryosu yetiştiriyor. E bunun kalitesinden ne bekleyebiliriz? Oyuncudan ne bekleyebiliriz? Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. Gerçi bizde olan bir sürü şey dünyanın hiçbir yerinde yok!

Peki internet televizyonculuğu oyuncuları maddi olarak ne kadar tatmin eder?

O parayı sizin kaşınıza gözünüze ödemiyorlar. Onlar para kazandıkça kazanılacaktır.

BİR ZAHMET AKLIMIZI KULLANALIM!

Ulusal bir kanala yapılan işi, o akşam büyük bir kitle izliyor. Ama internet dizileri daha sınırlı bir kitleye ulaşacak. Oyuncular belki artık sokakta o kadar büyük ilgi göremeyecek. Bu egolarınızı nasıl etkiler?

Görmeyiversinler canım! Meşhur olmak o kadar büyütülecek bir halt değil. Emin olun, ünlü olduğunuz zaman ertesi gün anonim olmak istersiniz! Yolda rahat rahat yürümek, boş boş bakınmak lüks olmaya başlıyor çünkü. Bak, seri katil de ünlü, matah bir şey mi?
Ünlü olmak, yolculuk sırasında başına gelecek bir şey. Hedeflenen şey olması aptallıktır.

Yeni dizinizin ‘sözü’ ne?

“Bir baba, evladı için ne yapmaz”. Bu sorunun da cevabı şudur;
bir baba evladı için her şeyi yapar. Bunu en iyi evladı olanlar anlar. Akılla açıklanacak bir şey değil.

Bir senaryo, seyredenin aklında ‘Bu iyi karakter’ ya da ‘Bu kötü karakter’ gibi bir algı bırakıyorsa, o kötü yazılmış bir senaryodur. Ama insanın içindeki iyiyi ve kötüyü gösteriyorsa,
o zaman gerçekten insanı gösteriyor demektir. Mesela bir filmde; toplama kampında 1500 kişiyi öldürdükten sonra Beethoven dinleyerek ağlayan ve çocuklarıyla okulları üzerine sohbet eden subay beni daha çok ilgilendiriyor. Çünkü o senaryo bana kötülüğün sıradanlığını anlatır.
Sanat zaten iki tarafı göstermek için var.

Biz ekranda her şeyi iyi ve kötü olarak kodlamaya mı alıştırıldık?

Evet. Birisi doğruysa, karşısındaki yanlıştır diye düşünüyoruz. Belki ikisi de yanlış, belki ikisi de doğru. Biraz analitik düşünmek gerek. Maalesef bizde bu çok yok. Griyi ve grinin tonlarını algılamak zorundayız.

  • Aklımız var. Onu kullanmalıyız bir zahmet!

Dizileri çok fazla takip edemiyorum ama karşıdan baktığımda birbirine benzeyen çok fazla dizi olduğunu görüyorum. 150 dakikaya yakın sürüyorlar. Her gece o kadar boş vaktimiz var mı bilmiyorum.
======================================
Dostlar,

Halk Bilginer, ülkemizin – Cumhuriyet devrimlerinin yetiştirdiği en yetkin tiyatro sanatçılarından biri.Dolayısıyla O’nunla söyleşi çok değerli ve öğretici. İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde bir sanatçı olarak gene topluma yol gösteriyor..

  • Aklımız var. Onu kullanmalıyız bir zahmet!
  • Yaptığımızın en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok.
  • Sanat o kadar çok şeyi düzeltir ki aklınız almaz.
  • Bir tane Türkiye var. Türkiyeliyiz. Türkiye’de üretiyor ve yaşıyoruz.
    Onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok. 
  • Atatürk’ü iyice irdeleyerek ve akıl kullanarak anlayabiliriz. 

    Uzun söyleşiden bizim altını çizdiklerimiz özetle bunlar..Büyük ATATÜRK boşuna mı uyarmıştı;

  • Sanatçı,alnında ışığı herkesten önce algılayan kişidir…

Evet, bu karabasan dönemini de Türkiye aşacak elbet.
Tersini düşünmek tarihin eytişimine (diyalektiğine) ters.. Ancak zaman boyutunu kestirmek
kolay değil.. Yine de ‘çok uzun’ süreceğini doğrusu hiiiç sanmıyor ve düşünmüyoruz..

Türkiye’nin devrimci – cumhuriyetçi – özgürlükçü birikimi ve bilinci bu dayatmaya yenilmez!

Sevgi ve saygı ile.
22 Ocak 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

Barışa bomba gösteriye gaz

Barışa bomba gösteriye gaz

portresi_resmi
Emre Kongar
10 Ekim 2015, Türkiye’de iktidarbelirleyen bir katliamın tarihidir: Seçmen, 7 Haziran 2015 seçimlerinde, iktidardaki AKP’yi azınlığa düşürmüştü. Fakat gerek Saray entrikaları, gerekse muhalefet partilerinin farklı telden çalmaları, AKP dışında bir hükümetin kurulmasını önlemişti… AKP ile kurulabilecek bir hükümet ise yine entrikalarla engellenmiş ve adeta zorla, seçimlerin 1 Kasım’da tekrarlanması kararı alınmıştı.

Tarihe “Ankara Barış Mitingi” veya “Ankara Gar Katliamı” olarak geçen miting esas olarak, tam 1 Kasım seçimleri arifesinde, AKP iktidarına karşı düzenlenmişti…
Esas tema “Suriye savaşına hayır” idi ve miting “Emek, Demokrasi, Barış” sloganları altında HDP ile DİSK, KESK, TMMOB, TTB gibi sivil toplum kuruluşları ve CHP milletvekilleri tarafından destekleniyordu.
Adının “Barış mitingi” olması, sadece Suriye Savaşı’na değil, Türkiye’yi yıllardır pençesine almış olan PKK terörüne de karşı bir duruşu simgeliyor ve tüm AKP karşıtı muhalefetin Türkiye genelindeki oylarındaki artışı sürdürmeyi veya en azından korumayı hedefliyordu.
Ne yazık ki, sonradan yapılan soruşturmalarda, güvenlik güçlerinin ihmali olduğu açıkça ortaya çıkan bu miting, IŞİD bağlantılı teröristlerce bombalandı107 kişi hayatını kaybetti ve AKP’yi iktidardan düşüren 7 Haziran süreci tümüyle tersine döndü; 1 Kasım’da AKP yeniden iktidarını korudu:
Bomba ile, barış ve demokrasi beklentileri kana bulanmış, barış süreci savaşa dönüşmüş, şahinler tarafından desteklenen AKP’nin çatışmacı, kavgacı, düşmanlaştırıcı, içte ve dışta savaşa dayalı stratejisi yeniden taraftar kazanmıştı.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu açıkça, bombalama olayından sonra AKP oylarında yükseliş olduğunu söylemişti.
Nitekim, sadece 20 gün sonra yapılan seçimlerde AKP, olayın etkisiyle, 5 milyon daha fazla oy almış, 7 Haziran seçimlerindeki oylarını yaklaşık dörtte bir oranında artırarak, % 40’tan %49’a yükseltmişti.
HDP ise, yaklaşık 1 milyon kadar oy kaybetmiş, %13’ten %10’a düşmüştü.
***
Dün Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu mitingi ve mitingde hayatını kaybedenleri anma toplantıları düzenlendi ve hepsi polisin sert müdahalesi ile karşılaştı…
1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra yeniden inişe geçmiş olan AKP, bu kez de 15 Temmuz 2016 kalkışması ile yeniden güçlenmiş ve üstelik Olağanüstü Hal ilan ederek ülkeyi, Meclis’i de devre dışı bırakarak Kanun Hükmünde Kararnamelerle idareye başlamıştı.
***
Bugüne kadar AKP/Erdoğan iktidarı hep çatışmadan ve sertlikten beslendi…
Ama artık toplum tahammül sınırlarını aşmış görünüyor… Bundan sonrası Barışın, Demokrasinin, Temel Hak ve Özgürlüklerin zaferi olacaktır.
=================================
Dostlar,

Ülkemizde artık tipik bir “faşizm” yönetimi yaşıyoruz.
Hemen hemen tüm veriler faşist rejimlerin özelliklerini yansıtıyor.
Erdoğan ve bitmeyen ihtirasları – hırsı ile peşinden felakete sürüklediği AKP – Türkiye melul -mahzun, adeta öğrenilmiş çaresizlik / pes sendromu içinde kurban konumunda..

Katliamda ölenleri anmaya izin yok!
Polis, CHP’li vekillerle tartıştı, biber gazıyla müdahale etti

10 Ekim 2015’te Ankara’da gerçekleşen canlı bomba saldırısında yaşamını yitiren 107 kişiyi anmak için toplananlara polis, Talatpaşa Bulvarı üzerinden biber gazıyla müdahale etti. Müdahale sırasında çok sayıda kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Anma etkinliğine katılmak için Ulaştırma kavşağından alana girmek isteyen, aralarında CHP milletvekilleri Veli Ağbaba ve Ali Şeker’ in de olduğu gruba polis, önce dağılın uyarısı yaptı, ardından biber gazı ve basınçlı suyla müdahale etti.

[Haber görseli]

Ankara’da geçen yıl Gar Kavşağı’nda meydana gelen ve 107 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısının yıldönümünde, yaşamını yitirenleri anmak için Ankara Tren Garı önünde toplanmak isteyenlere polis, biber gazı ve basınçlı suyla müdahale etti. Ankara Garı, Talatpaşa Bulvarı, Ulaştırma Kavşağı ve Kızılay’da gerçekleşen müdahaleler sırasında çok sayıda kişi gözaltına alındı. Polis saldırının gerçekleştiği tren garına giden yolları da sabah erken saatlerde kapattı.

Terör örgütü IŞİD mensubu 2 canlı bomba tarafından 10 Ekim 2015’te “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” için yüzlerce kişinin toplandığı Ankara Garı önünde gerçekleştirilen saldırıda yaşamını yitirenlerin anısına düzenlenen program için alana girmeye çalışan  gruplara, polis ekipleri biber gazı ve tazyikli su engel oldu.

[Haber görseli]

Biber gazı, 45 derece açı ile havaya sıkılmak gerekirken, rütebli polisin açıkça hedef göstererek silah gibi kullandığı görülüyor. Bu suçtur. Kolluk adeta “düşmanca” tutum ve davranış içne girmiştir. Oysa karşısındakiler, politik görüşlerini paylaşmasanız da T.C. yurttaşlarıdır. Bu tablo ülkemize asla hayır ve birlik getirmez; bunu sakın unutmayın!

Üstteki 2 kareyi, dünyada herhangi bir demokratik hukuk devletinde görmek olası mı?

AKP – RTE ayırdında değil mi bu katı, ağır, baskıcı – ayrıştırıcı politika nereye varır??

OHAL yetmedi, sıra sıkıyönetimde mi?
Irak ve Suriye’de savaş eşiğine sürüklenmek, seçmeni aldatıcı, kanlı, sanal Musul zafer senaryosu ve sonra da seçimleri öne almak ya da kesin yenilgi ardından genel seçimi ertelemek mi plan?

Çizmeden YukarıMusa Kart (Cumhuriyet, 11.10.16)

Nereye, nereye??
Bu kritik soruların ilk muhatabı, AKP’ye son seçimde (1 Kasım 2015) 23,5 milyon oy akıtan muhterem – necip – 15 Temmuz’da AKP – RTE uğruna canlarını bile feda etmekten kaçınmayan “kahraman” yurttaşlarımızadır..

Ama sakın unutulmasın; hepimiz aynı gemideyiz ve gemi hızla kayalıklara sürülmekte!

Sevgi ve saygı ile.
11 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu Adli Yıl Açılışına neden katılmıyor?

Kılıçdaroğlu o açılışa neden katılmıyor?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adli yıl
açılış törenine katılmamasına ilişkin CHP milletvekillerine
açıklama gönderildi

(AS : Bizim açıklamamız yazının altındadır..)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adli yıl açılış törenine katılmamasına ilişkin CHP milletvekillerine açıklama gönderildi. CHP Grup Yönetimi’nin gönderdiği “Adli yıl açılışına neden katılmıyoruz?” başlıklı açıklamada, “Adli yıl açılışı bu yıl önceden planlanan yerin aksine Cumhurbaşkanlığı Sarayına alındı. Genel Başkanımız bu açılışa katılmayacak. Çünkü…” denilerek 6 madde sıralandı.

İşte Kılıçdaroğlu’nun adli yıl açılış törenine katılmamasının gerekçeleri:

1- Yargı yılı açılışının, Anayasada yürütmenin başı olarak tarif edilen Cumhurbaşkanlığının “himayesine” alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına kesin olarak aykırıdır.

2- Yargı gölge kabul etmez. Yürütmenin himayesi hiçbir şekilde kabul edilemez.

3- Sarayın yapımı ve maliyetindeki şüpheler sorun olmaya devam ediyor. Hala maliyeti bilinmiyor, halka açıklanmış değil. Yargı kararları çiğnenerek, ihlal edilerek yapımı tamamlanmış bir Sarayda yargı yılı açılışı bizatihi yargıya saygısızlıktır.

4- Yargı geleneği ve etiği, yürütme hakimiyeti görüntüsü altında toplanmaya izin vermez. Tarihimizin hiçbir döneminde böyle bir uygulama örneği yoktur. Kurumların geleneklerini yok etmek kurumları yok etmekle eşdeğerdir.

5- Yargı bağımsızlığı, saygınlığı ve evrensel değerlerini korumak için bu görüntüye karşı çıkmak şarttır.

6- Önceden belirlenen otel şartlarının güvenlik riski yaratacağı iddiasının gerçekle ve inandırıcılıkla ilgisi yoktur. Bu Türkiye’de otellerde kalanların da güven içinde olmadığının ikrarı demektir.

Gerçek dışı ve inandırıcı olmayan gerekçelerle yargının saygınlığını zedeleyecek böyle bir toplantıya katılmak bu kurumsal tahribata ortak olmak olacaktır. Bu nedenle Sayın Genel Başkanımız bu yıl adli yıl açılış törenine katılmayacaktır.
(http://odatv.com/kilicdaroglu-o-acilisa-neden-katilmiyor-3108161200.html)

=========================================

Dostlar,

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da, TBB Başkanı Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da ilkesel olarak doğru adım armışlardır. Sunulan gerekçeler yerindedir, doğrudur ve haklıdır.

Hele 3. maddede vurgulanan gerekçe en çok yargıçlara dokunmalı değil mi?? Yargı kararlarını hiçe sayan bir Devlet yöneticisinin üstelik “Külliye” diye Osmanlı özentisi sarayına gitmek niyedir? Koskoca Yargıtay’ın uygun salonu yok mudur?? Bu yıla dek RTE’nin Külliyesi mi vardı Adli Yıl açılışı için mekan olarak kullanılan?? Sorular uzatılabilir..

Ancak planın omurgası narsisitik kişiliğin yansılamalarıdır..
Sürekli böbürlenme, poh pohlanma gereksinimi, okşanmaya – övgüye doymayan bir ego (benlik), her şeye egemen olma, ilgi odağı ve merkezde olma, dinmeyen konuşma gereksinimi, muhataplarını ikincil ve değersiz görme… uzatmayalım, davranışın dinamikleri bunlardır başlıca. Tabii bir de, hukuksal statüsünün hala “kaçak” olduğu ileri sürülen Sarayı meşrulaştırmak. Duygu ve konjonktür sömürüsünden da kaçınmadan.. Haydi 15 Temmuz sonrası ülkenin bekası için bu özveri ve sorumluluk gösterildi, Kaçak Saray’a gidildi.. Bu neden istismar edilir ki??

Türkiye bu tabloyu ve bu yöneticileri hak etmiyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • TÜRKİYE’de hürriyetçi fikir hareketleri ilk kez tıbbiyeliler içinde çıktı.

Harbiye’de de gelişti. Halkla da buluşunca 1908 Devrimi oldu. 33 yıl iktidarda kalan Sultan II. Abdülhamid’i de bu hareket 27 Nisan 1909 günü yıktı.

HÜRRİYET YUVASI

Tıbbiyeliler içindeki hürriyet fikri /hareketi ilk olarak İstanbul Demirkapı’da bulunan Mekteb-i Tıbbiye binasında 1887 yılında 5 devrimci tıbbiyeli öncünün bir araya gelerek bu uğurda mücadele edeceklerine söz vermesiyle başladı.

Tıbbiye içindeki hareket gelişme aşamasındayken hafiyeler haber alır ve bunu ezmek için harekete geçerler. Ancak bu baskı gençleri yıldırmaz ve hareketin büyümesine neden olur. İlk soruşturmada 10 öğrenci suçlu bulunur. Divan-ı Harbe verilir. Kelebentlik (AS : Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu, doğrusu Kalebent) cezası alırlar. Askerlikten atılırlar. Abdülhamid bunların cezasını dört buçuk ay hapse çevirir. İşin büyümesini istemez.

TIBBİYE SÜRGÜN EDİLDİ

Bu arada Mektebi Tıbbiye Abdühhamid’in tepkisini çekince, deniz aşırı bir yere nakli istenir. Bugünkü GATA’nın yakınında bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin bulunduğu yere 1903’yılında özel olarak yapılan binaya taşınır. Ancak bu taşınma gençleri yıldırmaz. ‘Jön Türkler’ olarak adkandırılan bu hareket giderek yayılır. Harbiye ve Mühendishaneye de sıçrar. 1895 yılında İttihat ve Terakki’nin ilk temeli atılır.

İşte geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı tarafından el konulan GATA’ya da bu sultanın ismi verildi. Tezat (AS: çelişki) olduğu kadar da intikam alma amaçlı olduğu her haliyle belli. Oysa bu kuruma ad verilecekse o kadar önemli tıbbiyeliler var ki. Onların içinde Abdülhamid adı akla bile gelmez. Bakanlık sanki ‘Taksim Kışlası’nı yapamadık, bari GATA’ya Abdüülhamit adı vererek intikamımızı alırız diyor.

TIBBİYEDE ATILAN TOHUMLAR

İttihat ve Terakki kurucularından Dr. İbrahim Temo Bey (AS : ve tıbbiyeli arkadaşları Diyarbakırlı İshak Sukûti, Arnavut Rıza, Selanikli Ahmet Bahtiyar) 1939’da kaleme aldığı anılarında tıbbiyedeki hürriyet mücadelesini şöyle anlatır:

“1889’da hürriyet aşkının huzmeleri mihrak noktasını buldu. Ateş almaya başladı. İki Diyarbekirli, İshak Sükûti ve tıbbiyeli ufacık Mehmet Reşid’i ders arasında mektep meydanında ağaçlar arasında yakaladım. Artık bir gizli cemiyet teşkil etmek için her şeyin hazır olduğuna dair fikrimi açtım. İshak Sükûti merhum, Dicle nehri gibi tuğyan eden gözyaşlarını tutamadı, ‘Ver elini arkadaş öpeyim ve sana sarılayım’ dedi. Ant içti. Üç sağ el birleşti, sıkıştı. Ahmet Cevdet geldi. Şaşıladı. Fakat itiraz etmedi. Bir iki gün sonra tıbbiye hamamının büyük odun yığının üzerinde daha birçok talebe müzakereye iştirak etmişti. Az sonra Şerafettin Mağmumi, Trabzonlu Kerim Sebati, İzmirli Hikmet, Selanikli Ahmed Bahtiyar, Asaf Derviş, Giritli Necmeddin, Hasan Arif, Giritli Şefik ve diğerleri cemiyete girdiler.” (Hayat, Aralık 1965, s.23-25.)

İŞTE ÜNLÜ TIBBİYELİLER

Dr. İbrahim Temo, Diyarbekirli Dr. İshak Sukûti, Dr. Akil Muhtar, Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şakir, Dr. Yenişehirli Ethem, Dr. Übeydullah Efendi, Dr. Tunali Hilmi, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Rüsuhi Dikmen, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Şerafettin Mağmumi Bey, Dr. Refik Saydam, Dr. Reşit Galip, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Dr. Şefik Hüsnü… Bu isimler 1908 yılında Meşrutiyet’i, 1920 yılından sonra da Cumhuriyet’i getirdi (28.8.16).

============================================

Dostlar,

AKP – RTE’nin askeri kurumları darmadağın etme fırsatçılıüı sürüyor..
Ülke OHAL altında demir yumrukla yönetilirken, “Yüce Meclis” (?) zoraki tatilde..
21 Bakan + 5 Başbakan yrd. + 1 Başbakan (?) + CB .. 28 kişi = Tek adam RTE!

Her şey RTE’nin 2 dudağı arasında.. En küçük bir “fırsat kaçırılmadan – eba edilmeden”,  uzuuun onyılarradan beri düşlenen planlar yaşama geçiriliyor.. Hiçbir engel yok.. Ve bunun adı demokrasi öyle  mi??

Öyle bir şaşkınlık ki, FETÖ AKP’nin İçişleri Bakanını bile ele geçirmiş.. (CHP’li vekil Dr. Aytun Çıray, Twitter’dan “İçişleri Bakanı’nın istifasını bekliyordum. Çünkü tutuklanan Sinop Valisi, abilerinin Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı olduğunu söylemiş.”,  ODATV, 01.09.2016, http://odatv.com/chpden-surpriz-efkan-ala-iddiasi-3108161200.html) Son 3 yılın İçişleri Bakanı (hatta milletvekili olmadan da..).. Önceki 6 yıllık müsteşar.. ondan önce Diyarbakır valisi bir gözde, RTE’nin prenslerinden biri.. Gene mi kandırıldılar, yoksa Cemaat ile cicim döneminde “kota pazarlığı” sonucu mu??

AKP içindeki FETÖ’cüler kimlerdir? En yksek oranda işhal bu partide olmak gerekir organik ilişki gereği.. Bunlar neden tasfiye edilmiyor göstermelik birkaç ad dışında?? Ne zaman ?? Ya da AKP için için kaynayacak ve bölünecek mi? Nasıl engellenececk bu karabasan AKP açısından?

Hal böyle iken, 32 yıl istibdat altında ülkeyi inletimiş bir kızıl sultanın adı, GATA Haydarpaşa Hastanesine veriliyor hiç sıkılmadan! O Abdülhamit ki, 1876’da ilan edilen 1. Meşrutiyetin temel kurumu olan Meclis-i Mebudan’ı Osmanlı – Rus savaşını gerekçe yapıp 2. yılında (1878) kapatmıştı.. O Mustafa Kemal ki, ölüm – kalım savaşını hep TBMM ile yürüttü! Taa ki 32 yıl sonra İttihat Terakki Osmanlı ülkesine “Hürriyeti” geri getirdi, despot ve korku hastası padişah 2. Abdülhamit tahttan iindirildi ve Meclis-i Mebusan yeniden açılabildi..

GATA Haydarpaşa Hastanesi son derece donanımlı, üstün nitelikli hekimleriyle Ülkemizin ve TSK’nın övünç duyması gereken bir kurumdur. Özerk olmayan, Sağlık Bakanlığı güdümünde bir Üniversiteye (Sağlık Bilimleri Üniversiitesi) teslim edilmiştir. 2. Abdülhamit’e gelene dek bu Ülkeye sağlık alanında nice dev hizmetle vermiş hekimler vardır.. Çoğu da ülkemizde tıbbiyenin temelini atan askeri tıbbiyeden..

Dr. Refik Saydam (Atatürk’ün Bandırma vapurundan dava arkadaşı, Sağlık Bakanı ve Başbakan), Dr. T. Rüştü Aras (Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı), Dr. Reşit Galip (Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı), Dr. Adnan Adıvar (Sağlık Bakanı, Meclis 2. Başkanı), Dr. Tevfik Sağlam…. Sonraki kuşaklardan Dr. H. Nusret Fişek, NOBEL Ödüllü Dr. Aziz SANCAR

Yazıklar olsun… Bunca vefasızlık – değerbilmezlik, tarihinr saygısızlık… AKP’ye yakışıyor mu?? Hekim olan Sağlık Bakanı Akdağ‘ın kendisini yetiştirenleri yetiştiren tıp hocalarına minnet borcu ya hiç yok ya da Sultan 2. Abdülhamit’e olan sadakatinin (?!) yanında çok değersiz kalıyor!?

Birlik – beraberlik teraneleri arasında ötekileştirme  “brutal” biçimde bilerek sürdürülüyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016 ve Düşündürdükleri


8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-97

New York’ta Mart 1857’de bir tekstil fabrikasında 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları için greve gitmesi, 8 Mart’ın kadınların mücadele günü haline gelmesindeki
ilk eylem olarak tarihteki yerini almıştır. Bu olayın Dünya Kadınlar Günü için mihenk taşı olmasının nedeni, polisin işçilere saldırıp işçileri fabrikaya kilitlemesinin ardından çıkan yangında çoğu kadın 129 kişinin yaşamını yitirmesidir. Yaklaşık elli yıl sonra 1908’de yine tekstil işçisi 15.000 kadın oy hakkı, çalışma saatlerinin azaltılması, çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması gibi istemlerle “Ekmek ve Gül” sloganı ile yürümüşlerdir. O gün, ‘Ekmek’ ekonomik adaleti ve güvenceyi, ‘Gül’ ise daha iyi yaşam koşullarını simgelemekteydi.1
Tekstil fabrikasında yaşamını yitiren kadınlar anısına belirlenen bir günün her yıl aynı tarihte Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi, ilk kez Danimarka’nın Kopenhag kentinde
26-27 Ağustos 1910’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda gündeme gelmiş ve kabul edilmiştir. Her ne kadar bu öneri kabul edilse de, Dünya Kadınlar Günü’nün tarihinin 8 Mart olarak kesinlik kazanması 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle resmileşmiştir.1

Dünya kadın eşitliği ve özgürleşme konusunda önemli bir davranışsal değişikliğe tanık olmuştur. Yönetim kurullarında daha çok kadın, yasalar düzeyinde daha çok eşitlik ve yaşamın her alanında etkileyici rol modeli olarak kadın görünürlüğü artmış durumdadır. Ancak, kadınlar hala erkek meslektaşlarıyla iş yaşamında ve siyasette eşit sayıda değildir. Küresel düzeyde kadınların eğitim, sağlık, şiddetle karşılaşma ve karar verici mekanizmalara katılım durumları erkeklere göre daha kötüdür.2

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, tüm dünyanın 2015 yılına kadar yerine getirmek için taahhütte (AS: yüklenimde) bulunduğu sekiz yoksullukla mücadele hedefinin (3. Binyıl Kalkınma Hedefleri) üzerine inşa edilmiş ve 2015 yılında dünyadaki birçok ülke tarafından 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Anlaşması olarak imzalanmıştır.

Küresel Hedefler olarak da tanımlanan bu 17 hedefin beşincisi “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”dir. Bu hedef ile cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadınların güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.3,4

Dünya Kadınlar Günü’nün 2016 yılı temasının

  • ‘2030’a kadar Gezegende Yarıyarıya: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İçin İleri’
    (Planet 50-50 by 2030: Step It Up for Gender Equality) olarak belirlenmesinin nedeni; daha adil, kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınma için
    toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerekli olması
    dır.3

    Dünya Ekonomik Forumu her yıl düzenli olarak Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu
    (The Global Gender Gap Report) yayınlamaktadır. Raporda yer alan ölçütler;

    – eğitim durumu,
    – sağlık,
    – siyasal güçlenme,
    – ekonomik katılım ve
    – fırsat eşitliği

    olarak sıralanmaktadır. Türkiye, yayınlanan 2015 yılı raporuna göre 130. sırada yer almakta
    ve eğitimde cinsiyet eşitliği konusunda oldukça gerilerde bulunmaktadır. Bunun yanında, Türkiye’deki kadınların okuryazarlık oranı küresel ölçekte 105. sıra ile yine sonlarda
    yer almaktadır. Her ne kadar kadınlarda iş gücüne katılım %32,20 ise de, bu oran erkeklerde %75,60 düzeyindedir. Tüm ülkelerin bu alanda ilerleme oranlarının da hesaplandığı raporda Türkiye, 2006’dan bu yana 0,039 oranında ilerleme göstermiştir.5,6

Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı (UNDP)’nın her yıl yayınladığı raporda yer alan Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE), kadın ve erkekler arasındaki başarı eşitsizliğini üç boyutta inceleyen kompozit (AS: karma) bir ölçüm ile değerlendirmektedir. TCEE kadınların üreme sağlığı, toplumsal güçlendirme ve iş gücüne katılımlarını yansıtan bir değerdir.
2015 yılı İnsani Gelişme Raporu verilerine göre TCEE değeri 0,359 olan Türkiye 72. sırada yer almaktadır.7

Bu veriler de göstermektedir ki, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda
daha alınması gereken çok yol vardır. Dünya üzerinde cinsiyet eşitliği konusunda aşama kaydedildiği görülse de, kadın ve kız çocuklarının önündeki engeller halen sürmektedir.
Yeni bir küresel gündem olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının tek yolu;
Ülkemiz de dahil, her ülkenin kadın ve kız çocuklarından başlayarak tüm vatandaşları için bireysel hakları, yeniliği ve yaratıcılığı geliştirecek çabalarda bulunmasıdır.4

*******
Bu döküman Dr. Zehra Gökkaya Kılıç, Dr. Metin Kılıç ve Dr. Şevkat Bahar Özvarış tarafından 07.03.2016 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen biçimde

kaynak gösterilmek koşuluyla yazılı, elektronik, vb. ortamlarda kullanılması önerilmektedir:

Gökkaya-Kılıç Z, Kılıç M, Bahar-Özvarış Ş. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
HÜTF Halk Sağlığı AD Toplum İçin Bilgilendirme Serisi-[Internet] http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/.Erişim: 08.03.2016.

Kaynaklar
1 [Internet] http://www.un.org/en/events/womensday/history.shtml Erişim: 05.03.2016.
2 [Internet] http://www.unwomen.org/en/news/in-focus/international-womens-day
Erişim: 05.03.2016.

3 [Internet] http://unesdoc.unesco.org/images/0024/002438/243844E.pdf Erişim: 05.03.2016.
4 [Internet] http://www.tr.undp.org/content/turkey/tr/home/post-2015/sdg-overview.html
Erişim: 05.03.2016.

5 [Internet] http://www.tr.undp.org/content/dam/turkey/docs/Publications/hdr/faq_gii-TR_ece%20FU.pdf Erişim: 06.03.2016.
6 [Internet] http://www3.weforum.org/docs/GGGR2015/cover.pdf Erişim: 06.03.2016.
7 Human Development Report 2015.
[Internet] http://hdr.undp.org/sites/default/files/2015_human_development_report_1.pdf.
Erişim: 06.03.2016.

======================================

Dostlar,

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016
ve Düşündürdükleri

Bizim de Halk Sağlığı Uzmanlık eğitimi aldığımız Hacettepe Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndaki meslektaşlarımıza bu açıklama için teşekkür borçluyuz.

Yaşamın her boyutunu paylaştığımız, yaşamımızın öteki yarısı “kadın arkadaşlarımız” için
daha eşitlikçi, giderek tam eşitlikçi bir düzen yaratmak zorundayız..
Bu amaçla da, halen eşitsiz (dezavantajlı, handikaplı) konumda olan tüm kadınlar için
pozitif ayrımcılık yöntem ve araçlarını kullanmalıyız.

Toplumsal rol paylaşımı bağlamında cinsiyet (gender) ayrımı giderek ve hızla kalkmalıdır. Kuşkusuz kadın ve erkek bedeninin yapısal ve işlevsel biyolojik – ruhsal ciddi ayrımları vardır. Ancak bu temel ve köklü ayrımlar özünde işlevsel amaçlıdır ve birbirini tamamlamaktadır.
Toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı için asla gerekçe oluşturamazlar.

Yasalar önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de daha ilk maddesinde her-ke-sin hak ve özgürlükler bakımından “eşit” doğduklarını vurgulayarak cinsiyet, ırk, etnisite, dinsel inanç, politik görüş, kölelik.. bağlamında net tutum almaktadır (10 Aralık 1948).

Ülkemizde yapılacak işlerin başında; 4+4+4 gibi bir başarısızlığı kanıtlanmış, geçtiğimiz yıl
rekor bir rakamla 135 bin dolayında kız öğrencinin ilk 4 yıldan sonra eğitimden dışlandığı
çok yanlış sisteme son vermektir. 12 yıllık kesintisiz eğitimi HEMEN yaşama geçirmeliyiz.

İkinci olarak 18 yaş altında evlenmeyi mutlak olarak yasa ile engellemeliyiz.
“Törenle ırza geçmek” ten faksız olan “Çocuk gelinler” faciasına hemen son vermeliyiz.
Yasal Medeni nikah, zorunlu ve tek yasal birliktelik kurumu – aracı olmalıdır.

Ailede, toplumda ve örgün – yaygın eğitimde her yer ve fırsatta kadın – erkek eşitliğini vurgulamalı ve yasalarımızdaki eşitsizlikleri sitemli olarak tarayıp ayıklamalıyız.
Kadın kotalarını artık gerek kalmayacağı zamanlara dek özellikle kullanmalıyız.

Anayasa md. 10 ve 50 aşağıda olup, tümüyle yaşama geçirilmelidir :

ANAYASA Madde 10Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

ANAYASA Madde 50 – Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından
özel olarak korunurlar.

***** 12. CB RT Erdoğan bu gün 250 kadını Beştepe Sarayında kabul etti ve gene,
yaşamının en büyük yanlışlarından birini yaptı.. Nüfus artış hızını savundu.. Bu sitede kezlerce yazdık.. Türkiye’nin ve Dünya’nın en büyük sorunlarından biri, belki de birincisi gereksiz – hızlı ve dünyanın kaynaklarıyla kaldırılamayan nüfus artışıdır. Türkiye nüfusu 2014 içinde 1 milyon  30 bin, 2015’te ise daha da artarak 1 milyon 45 bin kişi çoğalmıştır! Bunlar muazzam rakamlardır ve Tayyip beyi yalanlamaktadır. Nüfus artış hızı 2014 sonunda %1,33; 2015 sonunda ise %0,1 puan büyüyerek %1,34 olmuştur. Bu rakam, Dünya nüfus artış hızı olan %1,1’den %0.24 puan daha yüksektir. AB ortalaması olan %0,4’ün tam 3,5 katıdır.

Katolik Papa bile “TAVŞANLAR GİBİ ÜREMEYİN” deme noktasına gelmiş ve kesinkes karşıt oldukları kürtaja sıcak bakmaya başlamıştır. Tayyip bey ise %2’nin üstünde bir nüfus artış hızı telaffuz etmektedir ki, bu rakamın üstünde nüfusu çoğalan dünyada sayılı ilkel toplum kalmıştır!

PAPA_TAVSANLAR_GIBI_UREMEYIN_20150122

Erdoğan, ülkemize ölçüsüz zarar veren bu söylemlerini mutlaka terk etmelidir. Çok sayıda danışmanı vardır, onlardan yorum değil “nesnel – bilimsel” veriler almalıdır. Ülkemiz 80 milyona, Dünya ise 7,5 milyara dayanan korkunç kalabalık ve gereksiz nüfusu kesin olarak kaldıramaMAktadır. Hatta önümüzdeki onyıllarda, Küresel egemenlerin akıl almaz kimi manevralarla yeryüzünden birkaç milyon nüfusu tasfiye edecek olası kimi girişimleri konuşulmaktadır.

Türkiye nüfus henüz çok gençtir, ortanca yaş 31, 65+ nüfus %8’dir. Yaşlı toplumlarda bu son oran ülkemizin 3 katına yakındır. Türkiye  DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ içindedir ve bu dönemi 35-40 yıl akıllıca kullanarak nüfusunu hızla artırmak yerine %1’in altına çekerek sağlıklı ve eğitimli bir toplumu hedeflemelidir. Tersini yaparsa, asla geri kalmışlıktan – yoksulluktan – yükselecek işsizlikten kurtulamayacaktır. Bir yandan doğal olarak artacak
65+ yaş nüfus, bir yandan anormal büyük çocuk nüfus baskısı arasında SANDVİÇ olacaktır. Halen Türkiye nüfusunun 1/3’ü 0-18 yaş çocuktur. SGK açıklarının önemli nedenlerindendir.
6 milyonu aşkın genç yüksek öğrenimdedir ve 30 milyon insan SGK’ya prim ödemeden hizmetlerden yararlanmaktadır. Dev SGK açıkları bütçe açığı ve borçlanma nedenidir.

Tayyip beyin derdi “kalabalık ve niteliksiz” bir nüfus yaratarak “oy deposu” olarak demokrasicilik oynamaktır. AKP’liler kendileri itiraf etmektedirler az eğitimli kitlelerden
daha çok oy aldıklarını.. Hiç kimsenin Türkiye’de Bay RTE’nin hezeyanında olduğu gibi “milletin kökün kurutmak” niyeti ve planı yoktur. Bu bir paranoyadır ve Tayyip bey gene
“Türk Milleti” deemeyerek aslında “ümmeti” kodlamaktadır.

Hz. Muhammet yaşasa idi kalabalık – yoksul – eğitimsiz – Hıristiyan Batı’nın ezdiği ve sömürgeleştirdiği – aşağıladığı sayıca çooooooooooooooook kalabalık bir İslam toplumu arzular mıydı acaba??

Erdoğan her bakımdan ülkemiz için zararlı olmaya, sorun üretmeye devam ediyor.
Daha nüfus planlaması – aile planlaması kavramlarının tanımını ve farkını bile bilmiyor.

AKP iktidarı Anayasa’nın 41. maddesini çiğneyerek halkın anayasal hakkı olan aile planlaması hizmetlerine erişimini de facto (fiilen) engelliyor!

ANAYASA md. 41 : … Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

TNSA 2013 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) verilerine göre Toplam Doğurganlık hızı 2,26’dır. Bir kez bu rakamla ülkemiz 35-40 yıldan önce matematiksel olarak “yaşlı” bir nüfus olmayacaktır. İkinci ve çarpıcı olan, bu rakamın 0,6’sı ailelerin istemeden edindikleri çocuklar yüzündendir! Daha açık anlatımla, eğer aileler istedikleri gibi Aile Planlaması hizmetlerine erişebilselerdi, -ki Anayasa md. 41’e göre Devletin ödevidir- 4 çocuklu olanlar 4.; 3 çocuklu olanlar ise 3. çocuklarını yapmayacaklardı!

Dolayısıyla toplumuzda 2-3 çocuk normu yerleşmiştir. Ancak AKP iktidarı Anayasanın
41. maddesini bilerek ve isteyerek çiğnemekte vc aile planlaması hizmetlerine erişimi özellikle zorlaştırmalktadır. 2827 sayılı yasa ile 1983’ten bu yana tanınan 10 haftayı aşmayan gebelikleri sonlandırabilme hakkı AKP iktidarı ile neredeyse fiilen kullanılamaz durumdadır.

Bu hem bir Anayasayı çiğneme sunu hem de insan haklarını ihlal suçudur!
İnsanlar, AKP’nin akıl ve bilim dışı takıntı ve dayatmaları yüzünden, istemedikleri halde fazladan 1-2 çocuk sahibi olmakta ve gereğinc eyetiştiremeyerek yoksulluğa, düşük sosyal statüye mahkum olmakta; ülkemizde AİLE SİGORTASI AKP tarafından özellikle getirilmediğinden; AKP yandaşı – uzantısı tarikatların, cemaatların, vakıfların ağına düşürülerek yandaş olarak devşirilmekte, bu çaresizlikleri acımadan sömürülerek oy deposuna dönüştürülmektedir.

Bu gidiş ahlak dışıdır – immoraldir – din dışıdır – Allah ile aldatmaktır – vicdansızlıktır..
Türkiye ve dünya gerçekleri ile örtüşmemektedir, akıl – bilim ve çağ dışıdır..

Bu vesile ile bir kez daha uyaralım; bu irrasyonel politika SÜRDÜRÜLEBİLİR de değildir. AKP – RTE’yi bir kez daha insafa, izana, akla – bilime – imana.. çağırmak zorunda kalmanın derin acısını yaşıyoruz bir 8 Mart gününde..

Sevgi ve saygı ile.
08 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimiR.T._ERDOGAN’in_Bilim_Disi_Nufus_Artisi_Takintisi

BÜYÜK KÜRDİSTAN’ın TOP SESLERİ ve EŞBAŞKAN’ın SAHTE ÇIĞLIKLARI..


BÜYÜK KÜRDİSTAN’ın TOP SESLERİ ve 
EŞBAŞKAN’ın SAHTE ÇIĞLIKLARI..

 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com


AKP iktidarı (ve Türkiye!) Kasım 2002’den bu yana 12,5 yıldır ektiklerini biçiyor..
Yıllardır her fırsatta yazıyor, söylüyoruz..

AKP’nin misyonu buydu; BOP kapsamında Büyük Kürdistan’ın kurulması!

BOP eşbaşkanı RTE, bu görevle iktidara taşınmıştı.
Şimdiki “feryatlar” (!) tümüyle iç kamuoyuna dönük timsah gözyaşlarıdır.
Olası bir erken seçimde ciddi oy yitiğini engellemek, dağılmamak içindir.

Bay RTE belki de, BOP Eşbaşkanlığının gerçekte ne demek olduğuyla
ilk kez bu denli yüzleşmektedir ve ciddi ürkü (panik) içindedir..

Tayyip beyin “Bedeli ne olursa olsun..” bağırtısı,
ne yazık ki Mehmetçiğin sorumsuzca kanının dökülmesidir.

Halkımız bu acı ve kanlı siyaset tuzağını yutmayacaktır, yutmamalıdır!

Erdoğan’ın bildik çığlıkları şövenizm ikliminde AKP’nin ve kendisinin elini
ne pahasına olursa olsun” güçlendirme çırpınışıdır!

Ne yazık ki acı gerçek budur ama boşunadır..

Türkiye’nin sağlıklı kurumsal yapıları hala ayaktadır ve artık (7 Haziran 2015 seçimleri sonrası) topal ördek AKP-RTE‘nin böylesine tehlikeli bir serüvenine izin vermeyecektir, vermemelidir.

TSK’nın yurt dışına yollanması Anayasa md. 92 uyarınca TBMM yetkisindedir.
BM Anayasası (UN Charter) ve Güvenlik Konseyi bu tür bir serüvene izin verecek midir?
“Sıcak izlem” bağlamında BM Andlaşması 51. maddeye dayanılacak ise
yıllardır neden bu yapılmamıştır?
Komşular, başta Rusya ve İran ile Suriye nasıl ikna edilecektir?

AKP dış politikası da iç politikası gibi ülkemizi ciddi çıkmaza sürüklemiştir.

Öte yandan ABD’nin de artık sabrı kalmamıştır ve

Büyük Kürdistan’ı = 2. İsrail’i = Büyük İsrail’i artık somutlamak istemektedir.

ABD Başkan yardımcısı, ömrü içinde artık Büyük Kürdistan’ı göreceğine inandığını belirtmişti..

Biz geçen hafta da (20.6.2015) bu sitede yazdık, uyardık, manşette yer verdik :
(http://ahmetsaltik.net/2015/06/20/birlesik-buyuk-kurdistana-2-israile-ve-postmodern-ya-da-yeni-sevre-bolunmeye-bes-kala/)

BİRLEŞİK BÜYÜK KÜRDİSTAN’a = 2. İSRAİL’e ve
POSTMODERN ya da YENİ SEVR’e = BÖLÜNMEYE BEŞ KALA…

İçeride, artık miadını dolduran
Bay RTE’den kurtulmak için kolunu kanadını kırma zamanıdır. 

Klasik senaryodur;
Erdoğan da öbürleri gibi, sümüklü mendil gibi tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Partisinin gardı kırılmıştır, daha da zayıflatılması uygun olacaktır.

Nasılsa CHP “Açılım” a en az AKP kadar tutkun / adanmış kılınmıştır!

CHP ve HDP’nin büyütülmesi ile kısa süre sonraki seçimde AKP’den ve günahlarından kurtulma zamanı gelmiştir.

MHP mi?.. Bir süre daha yüzer – gezer stepne.. Sonra?
Allah Bahçeli’ye ne denli siyasal ömür verdiyse o denli..

AKP’siz bir hükümet kurulmalı ve geçmiş dönemin muazzam yolsuzluklarının, 

  • Cumhuriyet düşmanlığının, muazzam tahribatın ….. hesabı sorulmalıdır..
    Mutlaka, mutlaka..
  • Suriye ve Irak’ta, -dolayısıyla Güneydoğu’da- normalleşmenin ilk koşulu da
    AKP’yi siyasal karar mekanizmalarından olabildiğince hızla dışlamaktan geçiyor.

Yazının pdf biçimi :
BUYUK_KURDISTAN’in_TOP_SESLERI_ve_ESBASKAN’in_SAHTE_CIGLIKLARI
Sevgi ve saygı ile.
29 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

EY SOLCU !


EY SOLCU !

HDP’ye oy verip baraj atlattık diyormușsun,
Sen onu bebeklere ninni diye anlat.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yüzde ikibuçuku geçen oranın mı olmuș?
Emperyalizme karșıyım diye esip gürlüyormüșsun,
Sen onu CNN-Türk sunucularına anlat.
AB ve ABD ile kolkola yürümekten rengin solmuș.
‘Görünenin arkasını görmek’le övünüyormușsun,
Sen onu Treves’li profesörün sakalına anlat.
Peșine takıldığın Yüksekdağ’ın arkasına dönüp bir bak,
Meclis’te yemin ettiğinin ertesi günü Suruç’ta söylediklerini iyi dinle,
Suriye’nin kuzeyinde ‘halkların kardeșçe yașaması’na engel olmaya çalıșan kimmiș öğren.
Irak’ın kuzeyindeki ‘halkların kardeșliği’, ‘usta’ların dediği ‘kardeșlik’ mi imiș bir sor.            Oralarda, haydi, ‘Türk oligarșisi’ egemenlik arıyor olsun,
Hayır ‘Kürt oligarșisi’ gelsin demek mi istiyormuș?
Apo’dan ‘solcu’ ve ‘devrimci’ mi yaratmaya çalıșıyormuș?
Senin dıșındakileri ‘aptal’ mı sanıyormuș?
Emperyalizmle ișbirliği ne zamandan beri ‘yükseklik’ olmuș?
Bunu tarih hep ‘alçaklık’ diye yazmıyor muymuș?
‘Solcu’luğu kirletme bari.
Sen ‘ișbirlikçi’nin Ala’sısın.
Bak tarih ‘stratejik ve taktik’ savașlarla dolu,
Ancak herhangi bir ‘kara kaplı kitap’tan öğrenilemez.
Boșuna satırlar arasından bana ‘sözcük’ler çıkarmaya kalkma.
Ya da kurmay bașkanı gibi haritaya takma.
Strateji ve taktik ‘tarih’in kendisidir.
Sen ‘tarih’ yapabiliyor musun ona bak.
Yazabiliyor musun ya da?
Apo’yla olsun Akyılan ya da Karayılan olsun farketmez,
Selo’yla olsun Yüksekdağ ya da Alçakdağ olsun,
Kurulsa kurulsa yeni bir ‘coğrafya’ kurulabilir.
Ne demek istediğimi anlayamazsın tabii,
Çünkü sende o kuramsal ‘birikim’ yok.
‘Yalçın Küçük’ün ütopya’sı demek istiyorum,
Sen ‘ütopya’ nedir bilir misin?
Ne ki coğrafya tarihin yerini alamaz,
Pratik teorinin yerini tutmaz.
Kaldı ki teori ile pratik ayrılmaz!
Demem o ki, Kürt coğrafyasından bir Kürt tarihi çıkmaz.
Tarihin bir sahibi var !
Sabahın sahibi de odur.
Ve sabahın köründe olduğumuzu unutma.
Senin gözlerin o nedenle buğulu görüyor ya,
Uyanacağından da ‘zerre-i miskal’ kadar kușkum yok ama.
Sadece cahilsin,
Aptal da değilsin ya?
Senden ‘solcu’ olmaz, diyorum sadece,
Sığ bir ‘sağcı’ mısın yoksa?
Ne olup olmadığını bilmeyen ‘hasta’ da denilebilir.
Bu da ‘yükseklik hastalığı’ m’ola?
Hasta hastadır sonuçta.
‘Șifa’ kapıdadır meraklanma ama.
‘Zor’la içeceksin bașka çare yok!
Gıdım gıdım, yudum yudum da olsa bașlangıçta,
Sonra kana kana içeceğiz hep birlikte.
‘Zor’ tarihin önadı mıymıș değil miymiș,
Yașayarak öğreneceksin çocuk!

Habip Hamza Erdem

=====================================

Dostlar,

Yazana da, Viyana’dan bize gönderen dostumuz
Avusturya ADD önceki başkanı Sayın Erol Güçlü‘ye de teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
27 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

el Abyad düşerken Kürt koridoru genişliyor


el Abyad düşerken Kürt koridoru genişliyor

Vatan Partisi yönetici ve uzmanları her vesile ile Suriye ve Irak politikalarımızın Türkiye için bir intihar olduğunu yazdı, çizdi, konuştu…

portresi

 

Soner Polat
E. Amiral
AYDINLIK,
19.6.2015

 

Vatan Partisi yönetici ve uzmanları her vesile ile Suriye ve Irak politikalarımızın Türkiye için bir intihar olduğunu yazdı, çizdi, konuştu… Dileyen arşivleri inceleyebilir! Beşar Esad karşıtı ve Barzani lehindeki politikaların Irak ve Suriye’yi bölünme ve parçalanmaya sürükleyeceğini duyurdu. Bir şey daha söyledi: “Irak ve Suriye’yi bölen süreçler, dönüp dolaşır Türkiye’yi de böler!”

Şimdi hükümete yakın gazeteler hem de manşetten PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin,
ABD desteği ile Arap ve Türkmenlere de katliam yaparak, sınırımızın yanı başında
yeni bir devlet kurmak üzere olduğunu okuyucularına duyuruyorlar.

Cumhurbaşkanı
Erdoğan diyor ki;

“Tel Abyad bölgesinde Araplar ve Türkmenlerin hedef alındığı gibi bir hava var.
O bölgeden yaklaşık 15 bin Arap ve Türkmen Türkiye tarafına geçti.
Onların boşalttığı yerlere PKK ve PYD yerleştiriliyor. Bu pek hayra alamet değil! Hassasiyetlerimizi herkesin göz önünde bulundurması lazım!”

Hemen şunu söyleyelim. Herkes kendi işine bakar. Sadece güler geçerler! Eğer aklınız varsa
ve bileğinize güveniyorsanız, ya tek başınıza ya da yapacağınız ittifaklarla oyuna girersiniz,
onurlu bir şekilde ülkenizin çıkarlarını, gerekirse bedel ödeyerek savunursunuz.
Bakın, İran’ın Kudüs Kuvvetleri hem Irak’ta hem de Suriye’de cirit atıyor.

Şimdi de Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nu dinleyelim:

Türkiye’deki sığınmacı sayısı 2 milyona ulaştı. Omuzumuzdaki yük büyüyor.
Sığınmacılar için şimdiye kadar 6 milyar dolardan fazla harcadık.
Uluslararası toplumdan aldığımız para ise sadece 300 milyon dolar.”

Hani “semer vuran çok olur” derler ya! 300’ü bile iyi almışsınız!
Göç dalgasına gelince! Onu kimse durdurmayacak, bilakis teşvik edecek.
ABD uçakları yanlışlıkla (!) bombalar yağdıracak.

Bölge Arap ve Türkmenlerden temizlenecek ki;
Kürtler kaygısızca ve coşkuyla cirit atabilsin!

Devlet kurarken, nüfus, sayım, demografik yapı gibi formaliteler var ya!

Geçmişin kısa özetini yapalım                 :

CIA ve PENTAGON, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi etkisiz muhalif grupları kurarken
ve bunları silahlandırırken, bu silahların IŞİD gibi radikal dinci örgütlerin eline geçeceğini biliyordu. Bu girişim, IŞİD’i silahlandırma planının alt unsuruydu.
Bu hususlar şimdi basına sızan resmi belgelerde yer alıyor.

IŞİD, CIA ve İsrail’in bir oyuncağıydı. Onlar kurdu, destekledi ve kendi hedefleri için kullandı. Bu konular bugünlerde Batı’nın çok satılan gazetelerinde, kanıtları ile birlikte
yer alıyor.

– IŞİD, Irak’ta Kürt bölgesini, Kerkük’ü de içine alacak şekilde tarihi Sünni Arap ve
Türkmen topraklarına doğru genişletmek ve daralan alanda Sünni bir Arap devleti kurmak
ve böylece Irak’ı fiili olarak üçe bölmek için kullanıldı, kullanılacak!

IŞİD, Suriye’de bir Kürt devleti kurmak ve onu denizle buluşturmak için kullanılıyor.

Suriye’yi bölme planlarının etkili bir vasıtası oldu.

– ABD, Suriye’nin kuzeyinin Türkmen ve Araplardan temizlenmesi ve Kürtlerin önünün açılması için AKP hükümetlerinin ısrarla teklif ettiği, sığınmacılar için “güvenli bölge” tesisini ve bu alanın, “uçuşa yasak bölge” de ilan edilerek güçle korunmasını kabul etmedi.

Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesi ile bölgedeki gelişmeler ülkemizin hayati çıkarlarını tehdit eden kritik bir boyut kazandı. Muhtemelen kısa dönemde ABD’nin hava ve örtülü
kara desteği ile PYD ve PKK Halep’e saldıracak. Bunun ise ülkemize yönelik bir milyon kişilik bir göç dalgasını tetiklemesi kaçınılmaz görülüyor.

– İç sorunları ile boğuştuğu için ve biraz da Türkiye’ye tepki olarak PYD’ye geniş bir
özerklik veren ve karşılığında Suriye’nin birlik ve bütünlüğü için destek arayan Beşar Esad,
şimdi daha büyük bir ayrılıkçı sorun ile karşı karşıya kalmıştır.

ÜLKEMİZDEKİ AKTÖRLERİN KONUMU:

– Geçmişte Kobani (Arap Pınarı) için özel tezkere isteyen Yeni CHP’in, seçim sürecinde
kendi oylarını bile HDP’ye (PKK) yönlendirdiği düşünülürse, genel politikası doğrultusunda, IŞİD’in insanlık düşmanı olduğu gibi söylemlerin arkasına gizlenerek, ABD ve PYD’in yanında yer alması yüksek bir olasılıktır.

HDP (PKK) bütünüyle emperyalist güçlerin hizmetinde olacaktır.

MHP’in, doğrudan ABD’yi karşısına almasa bile, Türkiye’nin milli çıkarları doğrultusunda PKK/PYD karşıtı bir tavır alacağı ve milli politikalara karşı çıkmayacağı düşünülmektedir.

– AKP içindeki Gül’e yakın, emperyalist merkezler ve Cemaat ile uyumlu kanadın
ABD politikaları ile çatışmayan bir çizgide olacağı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın kanadın ise daha dengeli bir tutum içinde olacağı değerlendirilmektedir.
– Ülkedeki oligarşik çevreler ve gayrı millî sermaye ABD politikalarını destekleyecektir.

NE YAPILMALI ?

– Bu tür uluslararası krizlerde bir ülke hayati çıkarlarını korumak için iki konuda
asla taviz vermez:

“Kararlılık ve Süratli Reaksiyon”

Öncelikle,

“bir oldubitti ile yaratılan mevcut statükonun asla kabul edilmeyeceği”,

bu statükonun “de facto” bir duruma dönüşmesine izin verilmeyeceği,
devlet düzeyinde sert bir üslupla gündeme getirilmelidir.

– Derhal bölge ülkeleri ile ortak bir politika arayışı içine girilmeli,
Rusya ve Çin gibi Avrasya güçlerinin desteği aranmalıdır.

– Bölge Suriye devletinin sınırları içindedir. Girişilecek her türlü eylemde
uluslararası meşruiyet için Suriye yönetimi ile eşgüdüm içinde hareket edilmelidir.

ABD ve Batı’nın Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını yok saydığı ve ülkemizi bölecek gelişmelerin odağında olduğu açık, kesin ve net bir şekilde görülmüştür.

Bu durum Cumhurbaşkanı düzeyinde, “Bu pek hayra alamet değil!” şeklinde özetlenmiştir.

– Her devletin birinci görevi, varlığını devam ettirmek, birlik ve bütünlüğünü korumaktır. Türkiye, tek başına kalsa bile, sınırlarımızdaki uğursuz gelişmeleri engelleyebilecek yeteneklere sahiptir. Türkiye, jeopolitik akıl ve stratejik vizyon ile mevcut yeteneklerini buluşturduğunda, sadece caydırıcı gücü ile bu belayı def edebilecek kudrettedir.

– Türkiye milli güç unsurlarını çok uluslu görevler, uluslararası sorumluluklar,
barışı koruma görevleri için değil,
kendi hayati çıkarlarını korumak maksadıyla kullanmasını öğrenmelidir.

====================================

Dostlar,

Türkiye 3 gündür bir cenaze töreni ile meşgul – dolu..
3 gündür Bayraklar yarıda, ulusal yas sürdürülüyor..

İyi güzel de çevrede başlatılan yangına ne ölçüde tepki verebiliyor?

Cumhurbaşkanı düzeyinde, “Bu pek hayra alamet değil!”

söyleminden ibaret ise, vah halimize..

Türkiye, yaşamsal çıkarlarını korumak için, E. Amiral Sayın Soner Polat’ın
bu çok önemli makalesinde dile getirdiği uyarıların gereğini yapmalı ve
kamuoyunu da sürekli olarak bilgilendirmelidir..

ABD, vura vura – maşaları PKK – PYD – ÖSO – IŞİD vb. ni tepe tepe kullanarak,
BOP’un = 2. İsrail’in kurulmasını sürdürüyor..
Coğrafyayı sahiplerinden temizliyor ve Türkiye’ye de sınırları açmak kalıyor.

Bundan daha sefil ve aciz bir dış politikası olmadı Türkiye’nin..
Zamanlama da çooook “müsait”! TBMM ortada yok, AKP iktidarı ve Bay RTE can telaşında.

Sevgi ve saygı ile.
18 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

DİL DERNEĞİ 28 YAŞINDA!

Dil_dernegi

DİL DERNEĞİ 28 YAŞINDA!


Değerli Üyelerimiz,
Yurtsever Dostlarımız,

Yaklaşık bir ay sonra Dil Derneği’nin 28. yaşını kutlayacağız!
Bu derneğin niçin kurulduğunu, 28 yıldır yaşama savaşı verdiğini biliyorsunuz.
28 yıl önce “kurulması yasak dernek” sayılmıştı; bu yasağın kaldırılmasında olduğu gibi “kamu yararına dernek” olma hakkı da yargı yoluyla kazanıldı.

Derneğimizin amacı; bütün Atatürkçülerle, bütün aklın öncülüğündeki bilim ve sanata inananlar ve bilimsel olandan başka doğru tanımayanlarla özdeşleşmektir.

Halkın dinsel inancını ve köken farkını kullananlara tepkimiz özdeştir.
Derneğin 28 yıllık yaşamının, son 12-13 yılında koşullar daha da ağırlaşmıştır.
Ülkemize ve Türkçemize gerici saldırılar her geçen gün yoğunlaşmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik saldırılar
ahlaksızlık boyutuna varmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ardılları olarak daha uyanık ve daha etkin olmalıyız. Ülkemiz cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor;
örgütlerimizi güçlendirerek bu karanlıktan çıkmak zorundayız.

Aziz Nesin,

“Bu derneği yaşatmak namus borcumuz!” demişti.

Koşullarımız zorlasa da her birimiz örgütlü yaşama inanan yurttaşlarız.
Derneğin 28. yaşını destek ve katkıları çoğaltarak, ödenti borcumuz olmadan kutlayalım.

Ortak dilimiz Türkçenin müziğini yaygınlaştırarak,
bu görkemli müziği bozanları uyararak kutlayalım.

En içten saygılarımla. 30 Mart 2015

Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı                                                                                Sevgi Özel

Banka ve Posta Çeki Hesapları:
Üye Ödentileri ve Bağışlar: 

  1. İş Bankası, Ankara, Mithatpaşa Şubesi, (4228) 625 744 (TL)
    IBAN: TR 160006400000142280625744
  2. İş Bankası, Ankara, Mithatpaşa Şubesi, (4228) 3281487 (Euro)
    IBAN: TR 330006400000242283281487
  3. Garanti Bankası, Ankara, Meşrutiyet Şubesi, (528)6299783 (TL)
    IBAN: TR 970006200052800006299783
  4. TC Ziraat Bankası, Ankara, Akay Şubesi, (0760) 63986537-5001 (TL)
    IBAN: TR 340001000760639865375001
  5. Posta çeki: 09 28 51 98================================

    Dostlar,

    Biz de bu önemli ve saygın Derneğin bir üyesi olarak yukarıdaki iletiyi paylaşıyoruz..
    Bizim ödenti borcumuz yok!.. (Mütevazi bağışımızı bile yaptık geçtiğimiz ay..)Yeni dostları ve katkıları bekliyoruz DİL DEVRİMİNİ yaşatma savaşımına….

    Sevgi ve saygı ile.
    30.03.2015, Ankara

    Dr. Ahmet Saltık
    Dil Derneği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com