Etiket arşivi: uluslararası insancıl hukuk

TBMM VE CB Seçimleri, “Beş yılda bir aynı günde yapılır”

İbrahim Kaboğlu

CHP İstanbul Milletvekili ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, seçimlerin ertelenmesinin hukuksal olarak neden mümkün olmadığını yazdı ve ekledi:

  • “Anayasaya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasayı da ciddiye almazlar. Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır
(Any., md.77/1; Değişik:16/4/2017-6771/4 md.)

“Beş yılda bir aynı günde” kaydının üç istisnası var. Beş yılın dolmasından önce iki ayrık durum, yine 2017 değişikliği ile; beş yıllık süre sonrasına ise, 1982’de öngörüldü:

-TBMM, “üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir” (md.116/1).

-“Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi” hali de öngörüldü (md.116/2).

  • -“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir” (md.78/1).

Bu hükümlerin muhatabı olan vekiller, “…Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.81) sözleriyle görevlerine başladı. Cumhurbaşkanı ise, “…Anayasaya … bağlı kalacağıma… Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.103) sözleriyle  başladı göreve.

ERTELEME KOŞULLARI

İlk iki olasılık, özellikle  ulusal travma yaşatan Kahramanmaraş merkezli deprem nedeniyle gündemden düşmüş olmalı.  Gündeme getirilen, “Beş yılda bir aynı gün” kaydına 3. ayrık durum olarak “geri bırakma” seçeneği için üç koşulun gerçekleşmesi gerekir:

-TBMM’nin, milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilan” etmesi (md.92/1),

-“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görül”memesi,

-TBMM’nin takdir yetkisini, “seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar ver”me yönünde kullanması.

AND ÜZERİNE

TBMM üyeleri ve CB için aynı  görev  tanım ve yükümlülüğü olan and, görevin gereklerini yerine getirmek bakımından bir haysiyet yemini olarak üçlü bağlayıcılık gücünü kapsar:

Norm: En başta ‘yasama ve yürütme’ için bağlayıcı temel hukuk kuralları olarak Anayasa hükümlerinin bu özelliği, and içerek doğrulanır.

Ahlak: Saygı yükümlülüğü anayasal düzlemde and yoluyla temsilcisi olduğu ulusa karşı açıklanarak, ahlaki bir ödev üstlenilir.

Etik: Kendine saygı ilkesi içselleştirilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SİYASAL MÜNAVEBE

Tartışmalar, öne alma veya geriye bırakma, genellikle seçim tarihi üzerine odaklanmış bulunuyor: Seçim ne zaman yapılacak; 18 Haziran öncesi mi, yoksa sonrası mı?

Ne var ki, siyasal münavebe (siyasal iktidarın eldeğiştirmesi) yolu (öncesi), seçim günü kadar önemli. Hatta, tıpkı deprem gibi afetler için yapılan öncesi/esnası/sonrası ayrımı, siyasal münavebe süreci için de yapılabilir; yapılmalı da. Neden? Çünkü, seçim günü ortaya çıkacak tercihte, öncesi süreç, etkili hatta belirleyici olabilir.

Örneğin, seçim ve sansür yasaları, seçime giden yolda serbest yarışma ortamını zedeleme amacına yönelikti. Öyle ki, -tıpkı deprem sırasında olduğu gibi- seçim öncesinde, “Cumhur İttifakı kaybedecek, Saray iktidarının sonu olacak”  vb. beyanların bile engellenmesi amacını gizlemiyor.

Seçim günü ise; Saray’ın, mülki idare amirlerini, kolluk güçlerini ve (askeriye dahil) jandarmayı, caydırıcı güç olarak kullanma riski yüksek. Bir tür ‘devlet seferberliği’ yoluyla, deprem kurtarma çalışmalarında yapıldığı üzere, seçmenler ve sandık ilişkilerinde engelleyici uygulamalara, sosyal medya mesajları üzerine tutuklamalar dalgası eklenebilir.

Sonrasına, iktidarın el değiştirmesine ilişkin olarak, “onlara mı devredeceğiz?” vb. algı operasyonlarına başvurulabilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SAVAŞ” DEĞİL, “İNSANCIL HUKUK

Siyasal münavebe sürecini, seçim öncesi/esnası ve sonrası aşamaları ile bütüncül bakış açısı ile ele alma gereği, Türkiye toplumu ve ülkesi için yaşamsal iken, ‘savaş’ kavramına yönelik bir tartışma, hem bir çelişki hem de tehlikelidir.

Depremin enkazları altında kalan canları kurtarmak için, başta komşularımız, dünyanın dört bir yanından yardım elinin uzatıldığı bir sırada, uluslararası insancıl hukukun öneminden söz etmek yerine, savaş olasılığı bir yana, sözcüğünü bile kullanmak, hem ölülerimize hem de uluslararası ölçekte acılarımızın paylaşılmasına yönelik girişimlere saygısızlıktır.

Şu halde zaman, ‘savaş değil, insancıl hukuk’ diyerek, ulusal ölçekte yurttaşlık bilinci temelinde özerk toplumu, dünyada ise, uluslararası dayanışmayı pekiştirme zamanı.

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasaya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır. Bu nedenle, seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

ANAYASAYA SAYGI NEDEN ÖNEMLİ?

Bu sorunun yanıtını, deprem felaketi ve seçim süreci, bütün açıklığı ile ortaya koydu.

Devletin, “sağlıklı ve düzenli kentleşme” ve “şehirlerin özelliklerini ve çevre koşullarını gözeten planlama” konusundaki yükümlülükleri ötesinde, “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”na denk düşen üçlü yükümlülüğü de kayda değer: Önlemek, korumak ve geliştirmek (md.56).

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasa’ya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır.

Bu nedenle, “seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, “güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

Bu bakımdan, sandığa atılacak oy, şu ikilem arasındaki tercihi de  ortaya koyacak:

-toplumsal ve ülkesel değerlerin belirleyici ölçütü: PARA

ve

– tarihsel, kültürel ve doğal değerleriyle “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”: ekosistem bütünü ve kentsel kamu düzeni ortamında İNSAN.

İşte bu nedenle,  madde 56 kadar madde 78’in de içinde yer aldığı en üst düzeyde normlar bütünü, devleti de tanımlayan Anayasa ciddiye alınmalı.

Son olarak; depremin 2. haftasına damgasını vuran seçimleri erteleme tartışması (daha doğrusu ‘gevezeliği’) üzerine, anayasa ve ilahi kitap farkına da değinme gereği doğdu.

ANAYASA DÜNYEVİDİR

Dünyevi özelliğiyle anayasa, ilahi metinlerin de güvencesidir.

İlahi metinlerden farklı olarak, yaptırımı da dünyevi ve maddidir.

Bir başka ve ana fark şudur:

  • Anayasa gereklerini herkesin yerine getirme yükümlülüğüne karşılık,
    ilahi kitap vecibelerini yalnızca inananlar yerine getirmek zorunda.

Ne var ki, Anayasa’ya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasa’yı da ciddiye almazlar.

Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.

Demokrasi de, ancak anayasaya saygı ile işletilebileceğine göre, “seçim ertelenemez” demek, verili anayasal düzende demokrasiye inancın bir gereğidir.

Çifte yıkım ve kitlesel ölümler

SİYASET16.02.2023, BİRGÜN

 

İlk yıkım tarihi, 16 Nisan 2017: Kurumlar, kurallar ve ilkeler kaldırıldı. Beş asırlık kurum olarak hükümet lağvedildi. (İlga için saha temizliği adına, OHAL KHK’zede onbinlerce ‘sivil ölü’ için reva görülen, ‘ağaç kabuğu’ oldu. ).

İkinci yıkım, 6 Şubat 2023 saat 04.17’de 7,7 (ve izleyen saatlerde 7,6) şiddetindeki Kahramanmaraş merkezli depremler, on binlerce (belki de yüz bin!) insanın (tasavvuru güç acılar içinde) fiziksel ölümüne neden oldu.

Karşılaştırılabilirlik sınırları bulunsa da, ‘hukuk ve politika’ kullanımında ortak paydalar belirgin: Öncesi, esnası ve sonrası aşamaları bakımından.

2016: SİVİL ÖLÜLER

Öncesi: Anayasasızlaştırma ve “anayasa suçları”.

Esnası: Darbe girişimi, ‘Allahın lütfu’ olarak görüldü.

Sonrası: Darbe girişimcilerini cezalandırmak için -suç ortaklığını kamufle edici- laik Cumhuriyet’e kasteden cemaatlere karşı durmuş demokratlar için ‘gaz odaları’ (OHALİİK) kuruldu.

2023: FİZİKİ ÖLÜMLER

Öncesi: Düzenleme, denetleme ve yaptırım düzeneklerini işletmek yerine, imar barışı adı altında ‘kente karşı suçlar affedildi. Etki analizi bir yana, imardan kamu ihalesine kadar insan yerleşimleri (habitat) ile ilgili yasalar yalnızca 27. Yasama döneminde onlarca kez, konuyla hiç ilgisi bulunmayan torba yasalara adeta tepiştirilerek ‘mevzuat enkazı’ yaratıldı. Anayasa, kamu yararı, ekosistem ve kentsel kamu düzeni kavramları ile dalga geçen AKP ve MHP’li vekiller için sayısal üstünlük, haklılık ölçütü oldu. Yürütme için, liyakat yerine partizan kadrolaşma yolunu açan düzenlemelerde sınır tanınmadı.

Esnası: Deprem, ’kader planı’ olarak görüldü. Enkaz altındaki mağdurları kurtarmak için doğrudan müdahale görev ve sorumluluğunda olan Yürütme, TSK desteğiyle çok hızlı ve seri davranmak, yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin yardımlarını kolaylaştırmak yerine, geciktirici ve dışlayıcı eylemleri öne çıkardı. Böyle bir ortamda, uluslararası insancıl hukukun katkısı da gölgelendi.

OHAL –gerekliliği bir yana- ilanı bile gecikmeli oldu.

Birçok kamu kuruluşunda olduğu üzere AFAD’ın, liyakat ve uzmanlık dışında yapılandırıldığı teşhir edildi. Ekiplerin bir kenara itilmesi ve kurtarma anında “tekbir” sloganları karşısında, eğer bunlar kendisinden kaynaklanmadı ise, AFAD ne yaptı?

Ensar Vakfı’na milyonlar aktaran Kızılay, ne ölçüde etkili oldu? (8 milyon $!)

Bu enkazın altında Devlet yatıyor” çığlıkları, “Bu enkazın altında kişi + parti + devlet (k+p+d) birleşmesi yatıyor” şeklinde okunmalı.

Can kurtarma müdahalesinde gecikmeye karşın, enkaz kaldırmak için ivecenlik arasındaki çelişki, bazı yabancı ekiplerin erkenden ayrılmasına neden olmadı mı?

Sonrası: Bu soru, sonrasına ilişkin öncelikte yanıtını buluyor: Bir yıl içinde konut inşası; yani seri ve hızlı inşaat. Konut yapımına ilişkin projeler, yine tek kişi iradesi ile ortaya konulmaya başlandı; gündemde ne afet mevzuatı ne de idari yapılanma var. Konut inşaat vaadi var, ama standartlar yok ortada.

Şu da sorgulanmıyor: Düzenleme-denetim ve sorumluluk (yaptırım) zincirinde ne tür zaaflar meydana geldi?

Yurtları tahliye ve üniversiteleri tatil eylem ve işlemleri de hukuksal dayanaktan yoksun.

YASA/YAPI/YARGI

Özetle, çifte yıkım eşliğinde “siyaset-din-ticaret” üçgeni, yüzbinleri enkazlar altında bıraktı. Oysa yaşama öncelik, liyakat-uzmanlık ve bilim üçgeninde mümkün. Bunun için ivedilik taşıyan düzenlemeler:

Afet Yasası: Yeterli birikim var ve bunda, güçlü bir saha deneyimi de olan CHP’nin,
‘hak-hukuk-adalet’ ekseninde öncülüğü belirleyici olacak.

Afet siyasal/idari yapılanması: Bakanlık veya uzmanlık ilkesine dayalı güçlü bir özerk yapı,
TBMM’de Afetler Komisyonu,
Özel yetkili uzmanlık mahkemeleri.
Deprem sonrası bu hızlı adımlar, şu üçlü inşa ana hedefi pekiştirici olmalı:

-Anayasa ve hukuk,
-Siyasal rejim ve kurumlar,
-Türkiye.

  • Gerçekte, enkaz altında kalan Türkiye Cumhuriyeti değil,
  • Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla dayatmanın ürünü olan k+p+d birleşmesi/füzyonu.

Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yanlıları, toplumun bireysel ve kolektif yaşam hakkını güvencelemek için Türkiye Cumhuriyeti tüzel kişiliğini inşa görev ve sorumluluğu ile de karşı karşıya.