Etiket arşivi: uluslararası dayanışma

TBMM VE CB Seçimleri, “Beş yılda bir aynı günde yapılır”

İbrahim Kaboğlu

CHP İstanbul Milletvekili ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, seçimlerin ertelenmesinin hukuksal olarak neden mümkün olmadığını yazdı ve ekledi:

  • “Anayasaya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasayı da ciddiye almazlar. Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır
(Any., md.77/1; Değişik:16/4/2017-6771/4 md.)

“Beş yılda bir aynı günde” kaydının üç istisnası var. Beş yılın dolmasından önce iki ayrık durum, yine 2017 değişikliği ile; beş yıllık süre sonrasına ise, 1982’de öngörüldü:

-TBMM, “üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir” (md.116/1).

-“Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi” hali de öngörüldü (md.116/2).

  • -“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir” (md.78/1).

Bu hükümlerin muhatabı olan vekiller, “…Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.81) sözleriyle görevlerine başladı. Cumhurbaşkanı ise, “…Anayasaya … bağlı kalacağıma… Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.103) sözleriyle  başladı göreve.

ERTELEME KOŞULLARI

İlk iki olasılık, özellikle  ulusal travma yaşatan Kahramanmaraş merkezli deprem nedeniyle gündemden düşmüş olmalı.  Gündeme getirilen, “Beş yılda bir aynı gün” kaydına 3. ayrık durum olarak “geri bırakma” seçeneği için üç koşulun gerçekleşmesi gerekir:

-TBMM’nin, milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilan” etmesi (md.92/1),

-“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görül”memesi,

-TBMM’nin takdir yetkisini, “seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar ver”me yönünde kullanması.

AND ÜZERİNE

TBMM üyeleri ve CB için aynı  görev  tanım ve yükümlülüğü olan and, görevin gereklerini yerine getirmek bakımından bir haysiyet yemini olarak üçlü bağlayıcılık gücünü kapsar:

Norm: En başta ‘yasama ve yürütme’ için bağlayıcı temel hukuk kuralları olarak Anayasa hükümlerinin bu özelliği, and içerek doğrulanır.

Ahlak: Saygı yükümlülüğü anayasal düzlemde and yoluyla temsilcisi olduğu ulusa karşı açıklanarak, ahlaki bir ödev üstlenilir.

Etik: Kendine saygı ilkesi içselleştirilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SİYASAL MÜNAVEBE

Tartışmalar, öne alma veya geriye bırakma, genellikle seçim tarihi üzerine odaklanmış bulunuyor: Seçim ne zaman yapılacak; 18 Haziran öncesi mi, yoksa sonrası mı?

Ne var ki, siyasal münavebe (siyasal iktidarın eldeğiştirmesi) yolu (öncesi), seçim günü kadar önemli. Hatta, tıpkı deprem gibi afetler için yapılan öncesi/esnası/sonrası ayrımı, siyasal münavebe süreci için de yapılabilir; yapılmalı da. Neden? Çünkü, seçim günü ortaya çıkacak tercihte, öncesi süreç, etkili hatta belirleyici olabilir.

Örneğin, seçim ve sansür yasaları, seçime giden yolda serbest yarışma ortamını zedeleme amacına yönelikti. Öyle ki, -tıpkı deprem sırasında olduğu gibi- seçim öncesinde, “Cumhur İttifakı kaybedecek, Saray iktidarının sonu olacak”  vb. beyanların bile engellenmesi amacını gizlemiyor.

Seçim günü ise; Saray’ın, mülki idare amirlerini, kolluk güçlerini ve (askeriye dahil) jandarmayı, caydırıcı güç olarak kullanma riski yüksek. Bir tür ‘devlet seferberliği’ yoluyla, deprem kurtarma çalışmalarında yapıldığı üzere, seçmenler ve sandık ilişkilerinde engelleyici uygulamalara, sosyal medya mesajları üzerine tutuklamalar dalgası eklenebilir.

Sonrasına, iktidarın el değiştirmesine ilişkin olarak, “onlara mı devredeceğiz?” vb. algı operasyonlarına başvurulabilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SAVAŞ” DEĞİL, “İNSANCIL HUKUK

Siyasal münavebe sürecini, seçim öncesi/esnası ve sonrası aşamaları ile bütüncül bakış açısı ile ele alma gereği, Türkiye toplumu ve ülkesi için yaşamsal iken, ‘savaş’ kavramına yönelik bir tartışma, hem bir çelişki hem de tehlikelidir.

Depremin enkazları altında kalan canları kurtarmak için, başta komşularımız, dünyanın dört bir yanından yardım elinin uzatıldığı bir sırada, uluslararası insancıl hukukun öneminden söz etmek yerine, savaş olasılığı bir yana, sözcüğünü bile kullanmak, hem ölülerimize hem de uluslararası ölçekte acılarımızın paylaşılmasına yönelik girişimlere saygısızlıktır.

Şu halde zaman, ‘savaş değil, insancıl hukuk’ diyerek, ulusal ölçekte yurttaşlık bilinci temelinde özerk toplumu, dünyada ise, uluslararası dayanışmayı pekiştirme zamanı.

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasaya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır. Bu nedenle, seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

ANAYASAYA SAYGI NEDEN ÖNEMLİ?

Bu sorunun yanıtını, deprem felaketi ve seçim süreci, bütün açıklığı ile ortaya koydu.

Devletin, “sağlıklı ve düzenli kentleşme” ve “şehirlerin özelliklerini ve çevre koşullarını gözeten planlama” konusundaki yükümlülükleri ötesinde, “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”na denk düşen üçlü yükümlülüğü de kayda değer: Önlemek, korumak ve geliştirmek (md.56).

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasa’ya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır.

Bu nedenle, “seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, “güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

Bu bakımdan, sandığa atılacak oy, şu ikilem arasındaki tercihi de  ortaya koyacak:

-toplumsal ve ülkesel değerlerin belirleyici ölçütü: PARA

ve

– tarihsel, kültürel ve doğal değerleriyle “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”: ekosistem bütünü ve kentsel kamu düzeni ortamında İNSAN.

İşte bu nedenle,  madde 56 kadar madde 78’in de içinde yer aldığı en üst düzeyde normlar bütünü, devleti de tanımlayan Anayasa ciddiye alınmalı.

Son olarak; depremin 2. haftasına damgasını vuran seçimleri erteleme tartışması (daha doğrusu ‘gevezeliği’) üzerine, anayasa ve ilahi kitap farkına da değinme gereği doğdu.

ANAYASA DÜNYEVİDİR

Dünyevi özelliğiyle anayasa, ilahi metinlerin de güvencesidir.

İlahi metinlerden farklı olarak, yaptırımı da dünyevi ve maddidir.

Bir başka ve ana fark şudur:

  • Anayasa gereklerini herkesin yerine getirme yükümlülüğüne karşılık,
    ilahi kitap vecibelerini yalnızca inananlar yerine getirmek zorunda.

Ne var ki, Anayasa’ya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasa’yı da ciddiye almazlar.

Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.

Demokrasi de, ancak anayasaya saygı ile işletilebileceğine göre, “seçim ertelenemez” demek, verili anayasal düzende demokrasiye inancın bir gereğidir.

Swap (Takas) Yapmayız Ama Afganistan’a Yollarız!

H. Ufuk SÖYLEMEZ
Eski Devlet bakanı
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

ABD’yle önceleri sözde stratejik müttefik, sonraları ise yalnızca müttefik olduğumuz söyleniyor her fırsatta. Ama bu öyle sorunlu bir müttefiklik ki ABD, parasını ödediğimiz F-35 savaş uçaklarını vermiyor, fiilen gasp ediyor. S-400’ler nedeniyle Savunma Sanayii Başkanı’na yaptırım uyguluyor. Türkiye’yi Ermeni meselesinde, soykırımcı” ilan ediyor. Tüm bunlara rağmen Afganistanda Türk askerinin terör ve Taliban karşısında, Kâbil Havalimanı’nı savunması için adeta sefer görev emri” çıkartıyor.

İşin bir de ekonomik boyutu var. 2020 Mart ayından itibaren (AS: başlayarak), salgın hastalığın dünya çapında yaygınlaşması ve tüm ekonomileri olumsuz etkilemesiyle ABD, hem Doların dünya çapındaki pozisyonunu ve değerini korumak hem de gerçek” müttefiklerine döviz likiditesi sağlamak için, FED aracılığıyla geniş çaplı swap (takas) uygulamalarını devreye soktu. Gelin görün ki, FED’in o günlerde ABD’ye uçak dolusu insani sağlık malzemesi gönderen Türkiye’ye de böyle bir jest yapabileceği şeklinde, gerçekçi olmayan bir hesap ve beklentiye girenlerin, hevesleri kursaklarında kaldı.

ABD NİYETİNİ GÖSTERDİ

ABD, elinde kendi Dolar bazlı hazine tahvillerini tutan yani paralarını Dolara yatıran, Doların rezerv para olmasına böylece büyük katkı sağlayan, ayrıca siyaseten de dost ve müttefik olarak gördüğü ülkelere, hastalığın yarattığı döviz likiditesi ihtiyaçlarını karşılamak üzere, cömert swap (takas) hatları açtı. FED, elinde yüz milyarlarca Dolar tutarında kendi hazine kâğıdını bulunduran ülkelerle, salgının neden olduğu ekonomik krizi ve döviz likiditesi sıkıntısını aşılabilmeleri için yüksek montanlı swap (takas) anlaşmaları yaptı.

Ekonomik krizden uluslararası dayanışma, mali yardımlaşma ve işbirliğiyle çıkmak gibi bir niyetinin olmadığını, olmayacağını dünya âleme gösterdi. Doların rezerv para olarak hâkimiyetini (AS: egemenliğini) korumak, ekonomik krizde (AS: bunalımda) Doları desteklemek amacıyla sadece ve sadece (AS: yalnızca ve yalnızca) müttefik olarak gördüğü ülkelerin merkez bankalarıyla swap (takas) anlaşmaları yaptı.

Aralarında Türkiye, Mısır, Nijerya, Güney Afrika, Şili, Kolombiya, Arjantin, Tayland gibi yüklü miktarda Dolar bazında kredi veya tahvil borcu olan ülkeleri ise görmezden geldi, her zaman yaptığı üzere. Bunun bilinen istisnası, elinde 23.5 milyar Dolar tutarında ABD hazine tahvili olan Endonezya’yla bu tahvillerin teminat (AS: güvence) gösterilmesi karşılığında yapılan swap (takas) anlaşmasıdır.

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞI SWAP (TAKAS) ANLAŞMALARI

Türkiye’nin Çin ve Katar’la yaptığı söylenen swap (takas) anlaşmaları, olumlu olsa da yetersizdir. Türkiye’nin dış borçlarının % 60’ından çoğu Dolar bazındadır (AS: türündendir). Dış borçlanmasının % 70’ine yakınını, AB ve ABD banka ve fonları üzerinden yapmaktadır. Öte yandan dünyada 2020’de uluslararası ödemelerde para birimi olarak %37.6 oranında Dolar, %37.8 oranında Avro, %6.9 oranında Sterlin, %3.5 oranında Japon Yeni kullanılmıştır. 2020’de, küresel toplam döviz rezervlerinin % 61’i ABD Doları, %21’i Avro idi.

Türkiye’nin Katar ve Çin dışında Azerbaycan, Malezya, Japonya, Güney Kore ve İngiltere’yle de swap (takas) anlaşmaları yapmaya çalıştığına yönelik haberler vardır. Rezervlerin bakiyesini geçici olarak yüksek göstermek ve ilgili ülkelerle yerel para birimleri üzerinden ticaret yapabilmek açısından yararlı gözükse de, bunlar rezervlerimizin net eksi bakiyede olduğu, dış ticaretimizin, dış borçlarımızın büyük bölümünün Dolar ve Avro bazında (AS türünde)  olduğu gerçini değiştirmez.

Sonuçta ABD, Türk askerinin Afganistan’a gitmesini ister ve teşvik ederken Türkiye’yle swap (takas) anlaşmasına yanaşmıyor. Yanaşmaya niyetli de görünmüyor. Böylesine sorunlu bir müttefiklik ilişkisi için Türkiye, ulusal çıkarlarını tehlikeye atabilecek, Karadeniz’de kıyıdaş olduğu Rusya’yla ciddi güvenlik sorunlarına yol açabilecek adımlar atmaktan vazgeçmeli, heves etmemelidir.

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz – 16 Kasım 2020

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz..

Dostlar,

Demecimize 1. sayfada bir bölüm giriş ve arka sayfada devamı verilmiş.
pdf dosyaları aşağıda..

Cumhuriyet’e_demec1_16.11.20

İSTANBUL TIKANIYOR..

Cumhuriyet’e_demec2_16.11.20

SALGIN TEPE  NOKTADA!

Gazete‘ye yolladığımız tam metin ise aşağıda..
****

İstanbul’da yoğun bakımda alarm zilleri çalıyor : İstanbul tıkanmak üzere

  • Prof. Dr. Ahmet Saltık :
  • Hasta seçme durumunda kalınabilir. Acil 14 günlük kapama yapılmalı’

‘Aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir sürpriz var. Aşı yeterince üretilse de eksi 70-80 santigrat derecede soğuk zincirle ulaştırılmalı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle yaygın bir donanım yok. Bu şu an büyük sorun’

SİBEL BAHÇETEPE

Ülkemizde koronavirüs salgını 8. ayını geride bırakırken, özellikle İstanbul’da sıkıntı giderek artıyor. Vaka sayısı “resmen” (!) günlük 3 bine yaklaşırken; sahadan gelen bilgilere göre, koronalı hastalar için hastane hastane dolaşıp yatak aranıyor, hatta özel hastanelerde bile yatışlar için sıra olduğu belirtiliyor. Yoğun bakımlar adeta alarm veriyor. Ankara Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltık, İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde 14 günlük kapatma yapılması gerektiğini belirterek “İstanbul’daki salgın durumu nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaşmış hatta aşmış durumda denebilir. Doktorlar yoğun bakıma alacakları hastaları seçmek durumunda kalabilir, bu çok acı” dedi.

  • Birleşmiş Milletler’e de çağrı yapan Saltık,

    tüm dünyada eş zamanlı 14 günlük kapatama yapılmasını

    bunun bir küresel dayanışma örneği olacağını söyledi.

Prof. Saltık, gazetemize yaptığı açıklamada, İstanbul’daki salgın durumunun Nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaştığını hatta aştığını söyledi. Saltık “Birçok kaynaktan ve hastanelerden arkadaşlarımızdan gelen bilgiler bu yönde. Yoğun bakım yatağı bulmak son derece güç, cankurtaranlar saatlerce gelemiyor, merkezi yönlendirme ile hangi hastanede boş yatak varsa (?) oraya götürüyor cankurtaranlar. Ama yönlendirildikleri hastanelerde de rahatlık yok, tıkanmak üzere İstanbul’daki durum” uyarısında bulundu. Hangi ilde, hangi ilçede ne denli hasta olduğu, artış hızı, ölümler.. gibi epidemiyolojik verilerin bilinmesi ve buna göre önlemler alınması gerektiğini vurgulayan Saltık, “Sahadan gözlemlerimiz, meslektaşlarımızdan gelen bilgilere göre yoğun bakımlar doldu, hastalar sedyelerde bekletiliyor deniyor. Sağlık Bakanı 14 gün kapatma çağrısının yanlış olduğunu düşünüyorsa bilimsel gerçeklerle açıklamalı. İstanbul’dan başlayarak, epidemiyolojik verilerle uyumlu bicide 14 günlük kapatma yapılmalı” dedi.

‘Yoğun bakım hastaları seçilebilir’!

Hastanelerde doktorların “hasta seçme” durumuna düşebileceğini söyleyen Prof. Saltık, “Meslektaşlarımız neredeyse artık yoğun bakıma hasta seçmek durumda kalacaklar. ‘Bu hastayı mı, şu hastayı mı yoğun bakıma alalım?’ .. Bu çok ağır bir sorumluluk. Yoğun bakıma veremediğiniz hasta ölecek, böylesine ağır ve kritik, insan yaşamıyla ilgili kararlar vermeye siyasal iktidar bizi, kötü yönetimi ile zorluyor. Salgın yönetiminde gerek Türkiye genelinde gerek İstanbul’da geldiğimiz bu tıkanmanın temel sorumlusu siyasal iktidarın akıl ve bilim dışı kötü yönetimidir veya yönetimsizliğidir” diye konuştu. Saltık, şöyle devam etti:

“Türkiye, PCR testi pozitif insanların tümünü DSÖ’ye bildirmeyip neredeyse onda birini, yirmide birini bildiriyor. Dünya alem herhalde kör ve sersem değil. Uyarılar da gelmeye başladı. 9 aydır aşağı yukarı hükümet benzer yöntemleri izliyor ve Türkiye salgınla başedemiyor. Bu yöntemlerde eksiklik ve hatalar olduğunu artık kabul etmek gerekir, değiştirmek gerekir.

Ne yapılabilir?

Öncelikle bilimsel danışma kurulu ne kararlar alıyor, bunları iktidarın kamuoyu ile paylaşması gerekir. Sonra neden o kararları uygulamadığını gerçekleri ile paylaşması gerekir. Salgınla ilgili verileri DSÖ’nün kurallarına uygun biçimde PCR (+) çıkanların tümünü, negatif çıksa da klinik olarak tanı konan olguların tümünü kamuoyuna ve DSÖ’ye bildirmelidir.

  • Pek çok ülkede, Türkiye içinde olmak üzere ekonomik kaygılar ve sermayenin kârı öne çıkarılarak, masum insanların önlenebilecekken ölümleri önlenmiyor.
  • Ülkemizde salgınla başetmenin öndeki temel 3 engelden biri, talan edilen ekonomi nedeniyle salgına yeterli finansal kaynağı ayır(a)mamak geliyor.”

Ek Sağlıkçı ataması yapılmalı

Sağlık çalışanları sayısının yetersizliğine de dikkat çeken Prof. Saltık “En az yüz bin yeni sağlık çalışanı alınması gerekir diye aylardır uyarıyoruz.. Varolan sağlık personeli yetersiz, OECD’nin dibindeyiz” dedi.

Salgınla ilgili başarısızlığın bir başka nedeninin ise liyakat olduğunu anımsatan Saltık, Sağlık Bakanlığının liyakata dayalı kadrolarla değil ahpap çavuş ilişkisiyle, yandaşlarla yönetildiğini (nepotizm) anlattı.

“Salgından çok, Türkiye’deki kötü siyasal yönetim masum insanların ölümünün temel sorumlusu“

diyen Saltık, “11 Mayısta AVM’ler açılmıştı, Temmuz gelince yükselmeler başladı. ‘Böyle giderse Eylül – Ekimde Türkiye 14 gün kapama ile karşı karşıya kalabilir, buna hazırlıklı olun.’ demiştik. Şimdi o günlere geldik ne yazık ki.

  • Özellikle İstanbul’da ve büyük kentlerde en az 2 haftalık bir tam kapatma gerekiyor.

Bunun için de ciddi finansal kaynak ayırmalısınız. Ne yazık ki Türkiye iflasın eşiğinde ve AKP para bulamıyor.

  • İktidar, salgın yönetiminde ‘mış’ gibi yapıyor, oyalanıyor ve halkı oyalıyor” değerlendirmesini yaptı.

Maskeden yakında kurtulacağız söylemi yanlış

Sağlık Bakanı Koca’nın ‘aşı yakındır ve yakında maskeden kurtulacağız’ yönündeki söylemlerini de eleştiren Prof. Saltık, özetle şunları kaydetti:

“Bu söylemler halkın desteğini zayıflatır ve bu olmadan salgında başarılı olamazsınız. Maskeden kurtulacağız söylemi son derece yanlış. DSÖ ‘henüz elde aşı yok’ diyor ama çalışmalar hızla ilerliyor. Bu yılın sonlarına doğru belki sınırlı bir dağıtım olabilir. 2021’in ilkbaharı, yaza doğru bir aşı elde edebiliriz ancak bununla da bitmiyor. Ciddi bir üretim yetersizliği sorunu var. Türkiye 90 milyon, 45 milyona aşı yapacaksınız diyelim; bu denli aşıya erişmek olanaklı değil. Ayrıca Türkiye hangi ön anlaşmayı yapmış, bunları bilmiyoruz, İktidar açıklasın. 2 doz gerekli, 90 milyon doz yapar, 1 doz = 15 Dolardan 1,35 milyar Dolar! Bunca kaynak yok!

Ayrıca aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir tatsız sürpriz de var:

En yakın gibi gözüken aşı eksi 70-80 derecede saklanmak zorunda. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir donanım yok. Bu da ciddi bir kaynak ve zaman gerektiriyor.. üretildiği laboratuvardan çıkarken daha eksi 70- 80 derecede soğuk donanımla taşınacak ve kişinin koluna erişene dek bu soğuk zincir korunacak. Bunun hazırlığı yok, ciddi gider ve zaman gerek.

Daha bir yıl yaklaşık, iyimser söylüyoruz, çok sıkıntımız var.

Bu dönemde hem maske hem fiziksel korunma uzaklığı hem de genel hijyen önlemlerini daha da özenle sürdürmeliyiz.

Temaslılarda belirti yoksa test yapılmayacağı açıklandı. Bu kararın bilimsel dayanağı yok.

Hükümet salgınla mücadele ediyormuş gibi yapıyor.

AKP iktidarı, gerçek anlamda salgın politikası yürütemediği için, bu oyalanmalarla zaman kazanmaya çalışıyor. İlaç / aşı geliştirilmesini bekliyor.

24 Ekim’de BM’nin 75. yılında yaptığım konuşmalarda şunları vurguladım :

  • Yalnız Türkiye için değil, uluslararası toplum için tüm dünyada eşzamanlı 14 gün küresel kapatma çağrısı yapıyoruz.

Bu bir uluslararası dayanışmadır ve insanlığa çok şey kazandıracaktır. BM düzleminde konunun mutlaka ve ivedilikle ele alınması gerek.” (15.11.2020)
*****
Cumhuriyet’e ve değerli muhabiri Sn. Sibel Bahçetepe’ye teşekkür ederken,
bu gün  açıklanan Cumhuriyet Gazetesi’ne 28 gün reklam yasağı cezasını kınıyoruz. Asla adil değil, hukuka uygun değil; buram buram siyasal hınç – intikam – çökerteme saldırısı kokuyor.
Bunlar 21. yy’da Türkiye’ye yakışmıyor ama siyasal islamcı AKP kendine yakıştırıyor.
Bu Gazete neler gördü, geçirdi.. Asırlık çınardır.. Sel gidecek kum kalacaktır, unutulmasın.

Gazetemiz Cumhuriyet’i destekleyelim günde birkaç tane alıp dağıtalım..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

Salgın çok şeyi değiştirdi bile

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER

https://www.veryansintv.com/salgin-cok-seyi-degistirdi-bile

Çocukları esirgeyip, liberal sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin yük saydığı yaşlılarla hastaları hedef alan bu tuhaf Korona salgını, çok şeyi değiştirdi.

Binlerce aile ve dost, sevdiklerini son zamanlarında yanına yaklaşamadan tek başına sonsuzluğa gönderdi; bundan sonraki yaşamları artık eskisi gibi olmayacak. ‘Bazılarınız sevdiklerinizden daha erken ayrılmak zorunda kalabilirsiniz’ diyebilen kara-kaderci sözde başbakanlar, bu ailelerle dostların sayısı arttıkça hafızalara daha derin kazılacak. Vücutlara dezenfektan enjekte etsek! gibi Zihni-sinir projeci sözde dünya-lideri-başkanlar, ülkelerinin ve yönetimlerinin kofluğunu akıllara kazıdılar bile. Yalnızca küreselci saldırganlık değil, bütün bir Atlantik yüzyılı bitti.

Birbirlerinin tıbbî yardım kargolarına el koyan, tıbbî cihaz desteği isteklerine olmaz kendimize lazım diye reddeden dünyanın şanlı gelişmiş ülkeleri, siyasi birlik bir yana coğrafi ortak kaderi bile tanımadıklarını gözler önüne serdiler. Avrupa Birliği ülkelerinin yönetimleri, diğer tüm halkları ezme gerekçesi olarak kullandıkları Avrupalılık, Avrupa Kültürü kulesiyle birlikte yıkıldılar. Avrupa’nın insan hakları, demokrasisi, piyasa mekanizması, kendini beğenmiş reformcuları, anayasa yapıcıları, bunların hiçbiri artık yok. Avrupa Birliği raydan çıktı.

AB-D ortaklığından ibaret uluslararası toplum, insanlığın sırtından düştü. İkinci Dünya Savaşı artığı Birleşmiş Milletler, yan kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası’yla birlikte, elbette küresel tahkim sistemleri ve küresel sözleşmeleriyle dondu kaldı. COVID-19, insanlığı bunların küresel liderlik yükünden kurtardı. Artık küresel liderlik yok.

Küreselci bastırmanın sözde bağımsız gerçekte kendine bağlı merkez bankacılığı bitti. Ulusal devletin iradesinden koparılıp küresel liderliğe bağlanmış üst kurullar düzeneği sahipsiz kaldı. Piyasacılık kutsamaları, özelleştirme havariliği, devletsizlik çağrıları, bir ucu kozmopolit elitlere öbür ucu etnik grupların elbiselerine sarınmış sahte dünya vatandaşlığı, ulusların elinden egemenlik yetkisini koparıp almaya çalışan küresel anayasacılık, bütün bu insanlık düşmanı siyasetin artık hiçbir dayanağı yok.

Kendilerini, TINA –There Is No Alternative, Başka Alternatif Yok diye sunan bu kibirli neoliberal siyaset, tarihin çöplüğüne gitti.

***

Korona Salgını, ulusların öz-yaratma güçlerini keşfetmelerine yaradı. Uluslararası dayanışma, artık başka bir dünyanın ilkeleriyle yükselecek. İçinde yer almak için kurulmasını beklemeyeceğimiz, yerimizi kendimizin belirleyebileceği başka bir dünya. Beklemeyeceğiz, çünkü tehdit bu kez evimize girdi.

Bütün özelleştirme çılgınlığına, performansçılığa karşın, halem ezici bölümü devlet memuru olan sağlık ve eğitim ordusunda toplumsal sorumluluk duygumuzun yerli yerinde olduğu ortada. Bugün alkışlananlar, uzun yıllar boyunca ‘tembel, yeteneksiz’ diye aşağılanan ‘memur zihniyeti’ sahipleridir. Devlet hizmeti, yok edilmek için onca uğraşılmış olmasına, onca yıkıma karşın, gördük ki, olanca onuruyla ayakta duruyor; toplumca takdir ediliyor.

  • Yerli tohumculuğu yasaklayan, tarımı küresel şirketlerin kısır sözde tohumlarına, canlı düşmanı sözde gübre ve ilaçlamasına mahkûm eden 1984 doğumlu yok edici siyaset, suçlu ilan edildi.

Kendine yeten, sağlıklı, üretken, verimliliğinden çeşitlilik ve miktarına sağlam bir tarım planlamasının yolu açıldı. Tarımcı aklımız bir an önce toparlanmalı.

Sınaî üretimi, buna işgücü yetiştiren meslek okullarını, mühendislik eğitimi veren üniversiteleri sözde evrensel ilkelere ve sözde dünya işbölümüne göre değil, toplumun gerçek ihtiyaçlarına göre kurma, çalıştırma, yönlendirme ihtiyacı olduğu açığa çıktı. Bunu yapabildiğimizi gördük. Tezgâhlarını ihtiyaca göre üretime dönüştüren fabrikalardan, dersliklerini üretimhaneye dönüştüren meslek liselerinden ders alıyoruz.

Tam yapay zekâlı gelecek korkusuna sürüklenirken, üniversitelerin ve kamu kurumlarının çare bulmak için harekete geçen araştırmacıları, çoktandır içinde uyuştukları AB-projesi olmadan, doğrudan doğruya toplumun ihtiyacını karşılamak amacıyla araştırma projeleri tasarlamanın tadına varıyorlar. Uyuşuk AB projelerinde teknisyenliğe sıkışmış halimize bir an önce son vermeli.

***

Kof küresel liderliğin patlayışını seyrediyoruz.

Aynı anda da kendi toplumsal gücümüzü keşfediyoruz.

Bu, büyük bir olaydır.

Öz-güvene yeniden kavuşmak! Hamasetle, nostaljiyle değil, yaşayıp görerek!

Artık ihtiyacımız olan şey, siyasetin gündemini yapılması gereken doğru işleri konuşmaya çevirmek. Türkiye’nin büyük aklına kuvvet vermek, milli siyasetin yükselmesi için çaba göstermek.

Bitmek bilmez kısır iktidarlık – muhalefetlik çekişmesi yerine…

Yine kendimizle övünerek, yine çalışarak, yine kendimize ve birbirimize güvenerek!
=================================

Not : Yazı 27 Nisan 2020 tarihlidir ve hala günceldir..
Bu yüzden, paylaşılmasında büyük yarar görülmektedir.. (Dr. A. Saltık)

HASUDER uyarısı : ÜLKEMİZDE HIV/AIDS OLGULARI ARTABİLİR!

HASUDER uyarısı : ÜLKEMİZDE HIV/AIDS OLGULARI ARTABİLİR!


Her ne kadar ülkemizin dünya genelinde düşük yoğunluklu bir ülke olmasına karşın, son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve savaşlar nedeniyle
yoğun bir sığınmacı ve mülteci göçüne maruz kalmıştır. Bu “zorunlu” göçler nedeniyle ülkemizde güvenli olmayan cinsel ilişki ve fuhuş riskinin arttığı bildirilmektedir. Bu süreç, ülkemizde HIV/AIDS olgu sayılarında artışa
neden olabilir.     

1 Aralık; 1988’den beri dünyanın pek çok ülkesinde HIV/AIDS’in yeniden değerlendirildiği, “DÜNYA AIDS GÜNÜ” olarak etkinliklerin düzenlendiği,
tüm dünya insanlarının HIV/AIDS’e karşı farkındalıklarını artırdıkları, AIDS salgınına karşı uluslararası dayanışmanın gösterildiği bir gündür. Bu yıl Dünya AIDS gününün sloganı HIV/AIDS tanı ve tedavisindeki eşitsizliklerin giderilmesine yönelik olarak

  • AIDS Salgınını 2030 yılına dek sona erdirmek için a
    çığın kapatılmasına yardım’
    olarak belirlenmiştir.

Uluslararası dayanışma ve sağlık hizmetleri sonrasında 2001 yılından beri yıllık
yeni olgu ve ölümlerde %30’dan çok azalma olmasına karşın, HIV/AIDS hala dünyanın en önemli sağlık sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Sorun tüm dünyayı etkilemekle birlikte, en yoğun yaşandığı bölgeler Sahraaltı Afrika ülkeleridir.
Yeni olguların %70’i bu bölgede görülmektedir. Dünya’da halen 35 milyon kişinin
HIV virüsüyle yaşamakta olduğu kestirilmektedir. Yalnızca 2013’te 2,1 milyon kişi daha
HIV ile enfekte olmuştur.

Hastalığın kaynağı insan olup, HIV virüsü insandan insana güvenli olmayan her türlü cinsel ilişki, kan aktarımı, organ-doku nakli, kirli şırınga ve öbür kesici-delici araçların ortak kullanımı ile, ayrıca gebelik, doğum ve emzirme sırasında anneden bebeğine geçebilmektedir. HIV/AIDS açısından yüksek risk altında bulunan kesimlerin;
eşcinsel erkekler, ticari seks çalışanları, damar içi madde kullanıcıları, mahkumlar, mülteciler (sığınmacılar) ve kaçak göçmenler olduğu bildirilmektedir.

HIV virüsü ile bulaşlı olan kişilerde, süre değişmekle birlikte 1-15 yıl içinde
AIDS tablosu gelişebilmektedir. Bu süre anti-retroviral ilaçların kullanılmasıyla uzatılabilmektedir. AIDS hastalığında, HIV virüsü insan bağışıklık sistemini tahrip ettiğinden bağışıklık sistemi zayıflar ve çöker. Buna bağlı olarak kişiler kimi bulaşıcı hastalık ve kanserlere duyarlı duruma gelirler. Bu hastalıklar kişilerin ölümüne
neden olmaktadır.

HIV bulaşının tanısına yönelik testler ilerlemiş olmakla birlikte, enfeksiyonun tümden sağaltımı halen olanaklı değildir. Ancak, günümüzde geliştirilen ilaçlarla virüsün
beden içinde çoğalması önlenebilmekte ve bu biçimde bağışıklık sistemi vücudu
başka fırsatçı enfeksiyonlardan korumaya devam edebilmektedir. Tedavi yaşam süresini uzatmakta, yaşam niteliğini artırmakta, başkalarına HIV virüsünü bulaştırma riskini azaltabilmektedir. Dünyada son yıllarda tedavi alabilen kişi sayısı artmıştır;
2013’te 12,9 milyon HIV bulaşlı kişi, anti-retroviral tedavi alabilmiştir.
Bunların 11,7 milyonu düşük ve orta gelirli ülkelerdedir.

AIDS yalnızca yakalanan kişinin ölmesine değil ayrıca; HIV virüsü taşıyanların ayırımcılığa uğramasına, ailelerin parçalanmasına, öksüz kuşakların ortaya çıkmasına, yaygın olduğu ülkelerde toplumsal çöküntülere de yol açmakta ve tüm toplumu etkileyebilmektedir. Hastalığın yayılmasının önlenmesi için virüsü taşıyan kişilerin saptanıp tedavi edilmesi, kan ve kan ürünlerinin testlerden geçirilmesi, kuşkulu
cinsel ilişkilerden kaçınılması ve/veya kondom kullanılması etkili yöntemlerdir.

Türkiye, hastalığın düşük yoğunlukta görüldüğü ülkeler arasında sayılmaktadır.
Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre 1985’te ilk olgunun görülmesinden Aralık 2013’e dek tanı alan HIV/AIDS olgusu sayısı 7528 kişiye ulaşmıştır. Olguların %73’ünü erkekler oluşturmakta ve enfeksiyondan en çok 40-49 yaş arasındaki kişilerin etkilendiği bildirilmektedir.

Her ne denli ülkemizin dünya genelinde düşük yoğunluklu bir ülke olmasına karşın, son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve savaşlar nedeniyle yoğun bir sığınmacı ve mülteci göçüne maruz kalmıştır. Bu zorunlu göçler nedeniyle ülkemizde güvenli olmayan cinsel ilişki ve fuhuş riskinin arttığı bildirilmektedir. Bu süreç ülkemizde HIV/AIDS olgu sayılarında artışa neden olabilir.     

Ülkemizde sorunun denetimi için toplumun HIV/AIDS’den korunma, bulaş yolları konusunda bilgilendirilmesi, duyarlı kesimlere ücretsiz ve gizlilik ilkeleri içinde sunulan HIV test hizmetinin yaygınlaştırılması, test öncesi ve sonrasında danışmanlık hizmetinin sunulması, tedavi için doğru merkeze yönlendirme gereklidir. Bunun sağlanması için tüm kişi ve kuruluşlar üzerlerine düşeni yapmalıdır.

Hiç kimseye HIV virüsünün bulaşmadığı, hiçbir HIV/AIDS’linin ayırımcılığa uğramadığı ve AIDS nedeniyle hiçbir ölümün olmadığı AIDS’siz bir dünya oluşturulması herkesin üzerine düşeni yapmasıyla mümkün olabilir. HIV’in bulaşmasından korunma, gizliliğe, ayrımcılığa karşı durma ve insan haklarına saygılı olma konularında halkın bilgilendirilmesi gereklidir.

Kamuoyunun dikkatini HIV / AIDS ile savaşımda şu konulara çekmek istiyoruz:

  • Halihazırda güvenli cinsel ilişki ve kondom kullanımı
    bu hastalıktan korunmada en etkili yoldur.
  • HIV / AIDS hastaları toplumdan ve çalışma yaşamından dışlanmamalıdır.
    Tam tersine onların da herkes gibi tüm insan haklarına sahip oldukları unutulmamalıdır.
  • HIV / AIDS hastalarının, sağlık kurumlarında bile, deşifre edilmemesine
    özen gösterilmelidir. Bunun bir hasta hakkı olduğu unutulmamalıdır.
  • HIV / AIDS hastaları koşulsuz olarak, tedavi ve esenlendirme dahil,
    sağlık hizmetlerinin her aşamasından yararlanabilmelidir.
    Bu hizmetlerde kullanılacak her türlü tıbbi aygıt ve ilaç ülkemizde var edilmeli
    ve sürekliliği sağlanmalıdır.
  • HIV/AIDS ve öbür cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmada,
    güvenli cinsel yaşama dikkat edilmeli, bu açıdan kondom kullanımına
    vurgu yapılmalıdır.
  • HIV/AIDS konusunda özellikle ergen ve genç erişkinler olmak üzere
    tüm toplumun bilinçlendirilmesi gereklidir.
  • Zorunlu göç nedeniyle ülkemize gelen sığınmacı ve mülteciler
    kayıt altına alınarak, barınma ve beslenme gibi gereksinimlerinin karşılanması yanında, temel sağlık hizmetlerinden yararlanmasındaki sorunlar giderilmeli, güvenli cinsel ilişki konusunda gerekli danışmanlık yapılmalıdır.

HIV/AIDS salgının 2030 yılına dek durdurulması için ülkemizde ve dünyada
herkesi sorunun farkında olmaya ve çözümüne her türlü ortamda destek vermeye
davet ediyoruz…

01 Aralık 2014
HASUDER Yönetim Kurulu