“Ülkenin bölünmez bütünlüğü ve Kanal İstanbul”, geçen yılın ilk yazı başlığı idi (2 Ocak).
Dünya çevre günü vesilesiyle yazdığım yazı başlığı şuydu: “İnsanlığın ortak mirası ve demokratik toplum” (4 Haziran).
Bu yıl, Haziranı, çevresel otopsi ile karşıladık: Marmara Denizi’ndeki Müsilaj Sorunu Hakkındaki Komisyon Toplantısı (TBMM, 9 Haziran).
MARMARA DENİZİ’NE OTOPSİ
Marmara Denizi’ni nasıl öldürdük? Musibetlerin gerisinde genellikle “dış güçler” parmağı aranır. Neyse ki, Marmara’nın katilleri, böyle bir kozdan yoksunlar.
Soruna, dün-bugün-yarın bakış açısıyla yaklaştığımızda, düne dair ölümün nedenlerini, “düzenleme-denetim-yaptırım” zincirinde araştırabiliriz.
Bu üçlü halkanın her birinde ciddi sorunlar bulunduğu biliniyor. Düzenleme aşamasında, Marmara Denizi kıyılarının nasıl yağmalandığı belli: tarım arazilerinin yok edilmesi, düzensiz aşırı yapılaşma ve sınai tesisler, Marmara Denizi’nin kirletilmesi için zaten yeterliydi. Etkili bir düzenleme yapılmayınca, denetim ve yaptırım aşamalarının işe yaramayacağı açık.
Marmara Bölgesi, Türkiye’nin “sanayileşme havzası” olarak nitelense de, gerçekte, Bölge’nin bir yağma ve/veya kaptı kaçtı ekonomisine dayandığı açık.
Marmara’da kesin olan şu: Geride kalmış olan düne dair yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Otopsi, başarılı uzmanlarca yapılsa da, artık hiçbir zaman Marmara Denizi eskisi gibi olmayacak.
KANAL İSTANBUL VE MARMARA BÖLGESİ
Ama Kanal İstanbul için durum tamamen (AS: tümüyle) tersi:
Bugün, Kanal’ın ne denli büyük bir doğal ve kentsel çevre katliamı olacağını, ekolojik suç, ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesinin ihlali veya vatana ihanet olduğunu söylesek de, katliama giden her eylem, geriye dönülmesi olanaksız bir tahribat yaratır.
“Ülkenin bölünmez bütünlüğü ve Kanal İstanbul” yazısını şöyle noktalamıştım:
“Üç kişisel proje, 2010’lu yıllara damgasını vurdu: Anayasa, Külliye ve Kanal.
Başbakanlık için yapımına başlanılan Saray, CB seçilince kendi konutu oldu. FETÖ’cü darbe girişimi ardından Bahçeli’nin fitilini ateşlediği Anayasa, Erdoğan için kişisel proje oldu.
“Kaçak Saray” ve “meşru olmayan Anayasa” gölgesinde “Kanal dayatması” ile 2020’ye giren Türkiye, “çılgın ülke” olarak çok zorlu bir ikilem karşısında: Saray-Anayasa-Kanal, monokratik yönetimi temellendirir; tersi ise, demokratik hukuk devleti yolunu açar…”.
Ne var ki bu yazıyı COVID-19 öncesi dönemde yazmıştım.
“İnsanlığın ortak mirası…” yazısı ise, şu cümlelerle sona eriyordu:
- “Covid-19, sadece büyük hastaneler inşasıyla üstesinden gelinecek bir sorun değil, koruyucu hekimlikten sağlıkta kamulaştırmaya, bölgesel ölçekteki çevre sözleşmelerine saygıdan İklim Sözleşmesi’nin gereklerine kadar geniş yelpazeyi kapsamına alan görev ve sorumluluklar bütünüdür. Özetle, çevre ve sağlık hakkı birlikteliği ötesinde bütüncü bakış açılarıyla oluşturulacak uzun erimli planlama politikalarının yaşamsal olduğu bir çağa giriyoruz.”.
COVID-19’un ilk aylarında yazılan bu yazının üzerinden geçen bir yıllık zaman diliminde, çevresel koşullarla bağlantılı bu salgın hastalığın neden olduğu kitlesel kıyımlara çok acı bir biçimde tanık olduk. Yerküreyi sarsan salgın felaketleri dizisine karşın, bir “inat” uğruna Kanal İstanbul ısrarı, “doğaya karşı ısrar sökmez” deyişi ile geçiştirilemez.
Kanal; İstanbul’u öldürür, Trakya’yı böler, hatta Anadolu ve Trakya’dan oluşan Türkiye ülkesinin bütünlüğünü ve kimliğini bozar.
Öyle ki, artık, “dün-bugün ve yarın” ayrımının hiçbir anlamı kalmaz.
Peki, bugün ne yapılabilir? Bu sorunun yanıtı açık: Direnme.
ÇEVRESEL ADALET VE DİRENME
- Kanal İstanbul; ekoloji, kentbilim ve çevre hukuku kuralları bir yana bırakılarak,
bir kişinin inadı ile dayatılan bir yıkım projesi. - Bunun karşısında tek ve son çare, direnme hakkını kullanmak.
- Bunun doğrudan anayasal temeli var:
“Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” (Anayasa md.56)
Dayanağını, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden alan “direnme hakkı”, jus cogens (bağlayıcı kural) niteliğinde.
“Hak/hukuk/adalet” için uzun Haziran yürüyüşünü gerçekleştiren CHP, çevresel adalet için Kanal İstanbul’a karşı direnişi de örgütleyecektir.