Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği TTB

TTB’den COVID-19 Pandemisi 2. Ay Raporu : Süreç şeffaf yönetilmiyor!

TTB’den COVID-19 Pandemisi 2. Ay Raporu:
Süreç şeffaf yönetilmiyor!

Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör ve TTB COVID-19 Danışma ve İzleme Kurulu üyeleri Prof. Dr. Kayıhan Pala ile Prof. Dr. Özlem Azap katıldılar.

Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın raporun hazırlık sürecine ilişkin TTB Merkez Konseyi’nin açıklamasını paylaştığı basın toplantısında, Prof. Dr. Kayıhan Pala da raporda yer alan tespitlere ilişkin bir sunum yaptı.

TTB olarak, COVID-19 salgını dönemini sadece bir tartışma ve değerlendirme dönemi olarak görmediklerini, ilk günden bu yana halkın ve sağlık çalışanlarının sağlığının korunmasının yanı sıra salgın döneminde önemi daha belirgin şekilde ortaya çıkan sağlığın sosyal belirleyicilerine vurgu yaptıklarını belirten Adıyaman, COVID-19 ile mücadelenin ancak bilimsel yöntemler ve epidemiyolojik veriler kullanılarak ciddi bir işbirliği ve koordinasyonla yürütülmesinin zorunlu olduğunu hatırlattı.

Adıyaman, “Sağlık Bakanlığı’nın kendi “bilimsel danışma kurulunun” mu, “Bakanlık bürokrasisinin” mi ya da bir başka “yetkili kurulun” mu verdiğinin tam olarak bilemediğimiz ülkemizdeki 83 milyon yurttaşımızla birlikte sahada olan hekim ve sağlık çalışanlarını doğrudan etkileyen ve bazılarının sonuçlarından kaygı duyduğumuz kararlarla salgın yönetimine devam ediliyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Kayıhan Pala da raporun içeriğine yönelik sunumunda, ülkeler tarafından kullanılan bazı halk sağlığı yöntemleri, Türkiye’de benimsenen pandemi stratejisi, sağlık çalışanlarının sağlığı, olgu, ölüm bildirimi ve kayıtlar gibi çeşitli başlıklardaki tespitleri aktardı. Türkiye’de COVID-19 pandemisinin yönetiminin şeffaflıktan uzak olduğunu belirten Pala, Sağlık Bakanlığı, klinik ve epidemiyolojik olarak COVID19 tanısı konulan, ancak laboratuvar testi ile kesinleştirilmemiş olası/kuşkulu olgular ve ölümlerin sayısını açıklamadığı için meslek örgütleri ve bağımsız bilim insanları tarafından pandeminin gerçek etkisinin değerlendirilemediğine dikkat çekti.

Sürecin toplum ve meslek örgütlerinin katılımına açık olmamasının büyük bir eksiklik olduğunu belirten Pala, alınan önlemlerin etkili olup olmadığının da Sağlık Bakanlığı tarafından değerlendirilmediğini kaydetti. Pala, Türkiye’de var olan pandemi stratejisinin salgının baskılanması değil, etkisinin azaltılması yönünde olduğunu belirterek, salgının doğru yönetilebilmesi için adımların Epidemiyoloji biliminin gereklerine göre atılması gerektiğini kaydetti.

Normalleştirme” denen sürecin aslında “yeniden açılma” olduğunun altını çizen Prof. Dr. Kayıhan Pala, DSÖ’nün pandeminin kısa sürede sona ermeyeceği, aşı ve ilaç çalışmalarının halen sürdüğü yönündeki açıklamalarını da hatırlatarak, halen çok dikkatli olunması gerektiğini vurguladı. Pala, AVM’lerin açılması için erken olduğunu belirterek, “AVM’ler açılıyor ama parklar kapalı. Bu durum bize kararların sağlıkla ilgili veriler ışığında değil, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda alındığını düşündürüyor” diye konuştu. Pala, konuşmasını salgının başından bu yana emek veren tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ederek ve yaşamını bu mücadelede kaybedenleri anarak tamamladı.

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör’ün TTB’nin önerilerine ilişkin paylaşımının ardından, tüm katılımcılar, gazetecilerin sürece ilişkin sorularını yanıtladılar.

Basın açıklaması için tıklayınız.

Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın sunumu için tıklayınız.

TTB COVID-19 Pandemisi İkinci Ay Raporu için tıklayınız.

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, COVID-19 tanısı veya tedavisi alan sağlık çalışanlarının hastalıklarının meslek hastalığı olarak kabul edilmesinin bir hak olduğunu belirterek, sağlık çalışanlarından hastalıklarının meslek hastalığı olarak bildiriminin takipçisi olmalarını istedi.

TTB Merkez Konseyi, konunun daha fazla gecikmeden gündeme alınması talebiyle Sağlık Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na birer yazı gönderdi.

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

Sağlık Çalışanları Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Bildiriminin Takipçisi Olmalıdır

Ülkemizde, meslek hastalığı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda; “… mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalığı” ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda da “… sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Sağlık alanında (hastane, aile sağlığı birimi, işyeri hekimliği birimi, laboratuvar vb.) çalışanlar, ancak riskli bir iş yaptıklarında (entübasyon, aspirasyon vb.) ya da riskli bir durumla karşılaştıklarında (maskesiz olan COVID-19 hastasıyla, maskesiz olarak 15 dakikadan fazla süre temas gibi) COVID-19 açısından yüksek riskli sayılmaktadır. Oysa sağlık çalışanları, ister hasta naklinde, ister 1. Basamakta filiasyon çalışmalarında, aile hekimliği merkezlerinde hasta muayene ederken, ister hastanede hasta karşılama ve ayırma (triaj) alanlarında, ister test için sürüntü alma, ister laboratuvar analiz süreçlerinde, isterse salgın döneminde verilen eğitimlerde, fabrikalarda işçilerin peryodik muayenelerini gerçekleştirirken olsun; her an  virüs ile enfekte olma riski belirgin şekilde artan en önemli risk grubudur. Bu koşullar altında COVID-19’a yakalanmış olan sağlık çalışanları doğrudan meslek hastalığına yakalanmış sayılmalı ve meslek hastalığı için tazminat talep edebilir duruma geçmelidir.

Olağan koşullarda meslek hastalığına başvuru sürecinde işletilecek olan süreçler sağlık çalışanları açısından kolaylaştırılmalı; pandemi sürecinde “doğrudan kabul edilme” yönünde bir işleyiş uygulanmalıdır. Çünkü COVID-19 ile enfekte olmuş kişi sayısının bu kadar yüksek olduğu koşullarda mesleği, gerçekleştirdiği işi gereği yakın temasta dolayısıyla, yüksek risk altında olan sağlık çalışanlarının hastalığa yakalanması çevresel / toplumsal etmenlerden değil, doğrudan çalışma ortamlarından kaynaklanmaktadır.

Öyle ki Fransa’da Sağlık Bakanı Veran, 21 Nisan’da sağlık çalışanları için COVID-19’un “otomatik” olarak meslek hastalığı kabul edileceğini ve geçici ya da sürekli işgöremezliğe neden olduğunda da tazmin edileceğini duyurmuştur. Sağlık çalışanının “kim” olduğu, nerede çalıştığı (hastane, huzurevi vb.), özel ya da kamuda olmasının herhangi bir fark yaratmayacağını belirten Bakan, bu uygulama ile sağlık çalışanının işyerinde enfekte olduğunu kanıtlama gibi bir sürece girmeden iş kaynaklı olduğunun kabul edileceğini; bunun net bir politik emir olduğunu ve gereğinin yapılacağını açıklamıştır.

Mevzuatımızda da yeraldığı gibi, sağlık çalışanlarında görülen COVID-19 hastalığının meslek hastalığı olarak kaydedilme / kabul edilmesi, tüm sağlık giderlerinin %100 karşılanması, hiçbir katkı payının alınmaması ve geçici ya da kalıcı işgöremezlik durumunda tazminata hak kazanmak, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi demektir. Vefat durumunda, hak sahiplerine gelir bağlanması da bu koşullarda mümkün olacaktır.

  • COVID-19 ya da şüpheli COVID-19 tanısı alan ve buna göre tedavi gören sağlık çalışanlarının hastalığının meslek hastalığı olarak kabulü hekimler ve sağlık çalışanları için bir haktır.

Bunun herhangi bir tereddüte yer vermeden uygulanması, istemesek de hastalık görüldüğünde gerçekleştireceğimiz bildirim ve bu sürecin takibiyle çok yakından ilişkilidir.

Bu bağlamda hekim ve sağlık çalışanlarını dayanışma içinde bu sürece sahip çıkmaya ve bildirim belgelerini sağlık kurumu ile birlikte Türk Tabipleri Birliği ile de paylaşmaya davet ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Sağlık Bakanlığı’na gönderilen yazı
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na gönderilen yazı
Sosyal Güvenlik Kurumu’na gönderilen yazı 

https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fe400c4c-8853-11ea-911b-f85bdc3fa683 29.4.20
======================================
Dostlar,

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, bu gün, 29 Nisan 2020 akşamı yaptığı “geleneksel” açıklamasında 7428 sağlık çalışanının COVID-19’a yakalandığını belirtti. Oran olark ise %6,5 rakamını verdi.

(7428 / .065) x 100 = 114,277.. Demek ki toplam 114,277 PCR (+) olguyu temel alıyor.. Dün açıklanan toplan olgu sayısı 114,653..

Çok büyük bir oran.. Avrupa’da bu oranın %10-11 olduğunu belirtti. Bu son verinin araştırılması gerek. Ne var ki, Çin’de, 82 günlük salgın sürecinde toplam 3000 sağlık çalışanı koronavirüs bulaşını aldı. Biz, 11 Mart 2020’den bu yana 50. günde Çin’in 2,5 katı sayıda sağlık çalılanını COVID-19’dan koruyamadık. Bakan Koca, ölüm sayışarnı vermedi. Rahmet diledi ölenlere, ailelerine sabır da..

Ancak bu oran son derece yüksektir ve baştan beri sağlık çalışanlarının koruyucu donanımı, çalışma ortam ve koşulları, nöbet ve dinlenme süreleri, beslenmeleri ve sosyal destek, uygun aralıklarla örneğin 5 günde bir düzenli test.. yapılarak erken tanı konması ne ölçüde uygulanmıştır??

Salgın ile savaşta cephedeki öncü birlikler = sağlık çalışanları gereğince lorunmazlarsa bu savaşı kazanmak çok güçleşir..

Öte yandan sağlık çalışanlarının COVID-19 TANISI ALMALARI TARTIŞMASIZ MESLEK HASTALIĞIDIR!

AKP İktidarının ayak  sürümeden bu hakkı yaşama geçirmesi gerekmektedir.

Hastalanan sağlık çalılanlarına, öbür hastalarımız gibi şifa diliyoruz hızla..

Yitirdiğimiz sağlık çalışanlarının acısını duyumsuyoruz yüreğimizde öbür insanlarımız gibi..

Ama salt bu duygusal söylemlerle kanlınamaz..

Herkese hak ettiğini vermek en temel insani değerlerden biridir.
Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

Dr. Erdinç Şahin COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirdi..

Dr. Erdinç Şahin COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirdi… Çok üzgünüz!

TTB Haberler, 23.04.2020
http://www.ttb.org.tr/245yi32

TTB Merkez Konseyi’nin açıklaması şöyle:

COVID-19 nedeniyle bir meslektaşımızı daha yitirdik! Çok üzgünüz!

COVID-19 tedavisi devam ederken bugün Silifke’de kaybettiğimiz Aile hekimi Dr. Erdinç Şahin’in yakınlarına başsağlığı dileklerimizi iletiyor, her zaman ailesinin yanında olacağımızın bilinmesini istiyoruz.

Bakan Bey tanımlamada “hiçbir sorun yok” diyor ama biz katılmıyoruz!

Dr. Erdinç Şahin adına Sayın Sağlık Bakanı’na somut olarak soruyoruz:

Silifke’de Aile hekimi olarak görev yaparken üç gündür tedavi gördüğü hastanede bu gün yaşamını yitiren meslektaşımız Dr. Erdinç Şahin’in ölüm nedeni nedir?

PCR testi 2 kez negatif çıkan ancak BT’si ve bütün kliniği COVID-19 ile uyumlu olduğu için COVID-19 algoritmasına göre tedavisi ve ilaç temini Bakanlığınız tarafından yapılan, Dr. Erdinç Şahin’in ölüm raporunda ölüm şekli: “Bulaşıcı Hastalık – Doğal ölüm” olarak işaretlenmiş, Ölüm nedeni kısmında ise:  “Viral Pnömoni” yazılmıştır.

Hem Sağlık Bakanı hem de bir hekim olarak size soruyoruz?

Risk grubunda olmayan, herhangi bir kalp ya da solunum sistemi hastalığı taşımayan, BT’si ve kliniği COVID-19 tanısıyla uyumlu, 50 yaşındaki Dr. Erdinç Şahin’in ölüm nedeni sizce nedir? Tanıda ve ölüm nedeni belirlenmesinde COVID-19 ya da kuşkulu COVID-19 yazılmamasının, “iş kazası-meslek hastalığının“ belirlenmesinde meslektaşımızda yaratacağı hak kaybını önemsiyor musunuz?

Bütün bu verilere bakınca bu akşam açıklanacak COVID-19 nedeniyle vefat edenler arasında yaşamını yitiren meslektaşımızı da sayacak mısınız? Yoksa meslektaşımız COVID-19 salgın süreci ile hiçbir ilgi ve irtibat kurulmadan birçok hasta gibi “viral pnömoniden” vefat etmiş mi sayılacak?

PCR testi negatif olup bütün kliniği COVID-19 ile uyumlu olan ve Dr. Erdinç Şahin’de de somut örneğini gördüğümüz bu tabloları görmezden gelmeye ve bu hasta ve vefatları COVID-19 salgın sürecinin bir parçası olarak göstermemeye devam edecek misiniz?

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

 

TTB : Bakanlık koronavirüs ölümlerini DSÖ kodlarına göre raporlamıyor; ölüm sayıları az gösteriliyor!

TTB : Bakanlık koronavirüs ölümlerini DSÖ kodlarına göre raporlamıyor; ölüm sayıları az gösteriliyor!

TTB: Bakanlık koronavirüs ölümlerini DSÖ kodlarına göre raporlamıyor; ölüm sayıları az gösteriliyor

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi,
Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs ölümlerini uygun kodlarla Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirmediğini açıkladı, bunun ölüm sayılarının az gösterilmesine
yol açtığı kaydedildi.

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs ölümlerini uygun kodlarla Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirmediğini söyledi. TTB’den yapılan açıklamada,

  • Bu kodların DSÖ gibi uluslararası kuruluşların önerdiği biçimde kullanılmaması COVID-19 pandemisi sırasında ölüm sayılarının az gösterilmesine yol açmakta” denildi.

TTB Merkez Konseyi tarafından yapılan açıklamada, doğrulanmış koronavirüs vakalarının artış gösterdiği Türkiye’de, ölüm sayılarının buna paralel bir grafik göstermemesinin dikkat çektiği belirtilirken, yapılan araştırma sonucunda Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs ölümlerini Dünya Sağlık Örgütü kodlarına göre raporlamadığının görüldüğü kaydedildi.

TTB tarafından yapılan dikkat çekici açıklamanın tümü şöyle:

Pandemi gibi halkın büyük bölümünün sağlığını ilgilendiren acil durumlarda, mortalite sürveyansı salgının toplumdaki yaygınlık derecesini izlemek, halk sağlığı önlemlerine ve bunların etkisini ölçmeye rehberlik etmek için vazgeçilmez öneme sahiptir. Mortalite sürveyansının en önemli araçlarından biri ölüm belgelerindeki ölüm nedenlerinin takip edilmesidir. Ölüm belgelerinin doğru biçimde düzenlenmesi epidemiyolojik analizler ve halk sağlığı çalışmaları için doğru ve güvenilir bilgilerin oluşturulması için zorunludur.

Türkiye’de COVID-19 pandemisinin ölümler üzerinden değerlendirilmesinde soru işaretleri bulunmaktadır. Son günlerde açıklanan ölüm sayıları epidemiyolojik dağılımlara uyum göstermemekte; doğrulanmış olgu sayıları ile ölüm sayıları arasında paralellik bulunmamaktadır. Kuşkusuz ölüm sayılarının artış göstermemesi çok memnuniyet verici bir durumdur, ancak dünyanın diğer ülkelerinde gözlenen örüntü ile örtüşmemesi dikkate alınması gereken bir durumdur.

Birliğimize bağlı hekimlerden yapılan bildirimler, bilgisayarlı tomografisi ve/veya klinik bulguları hastalığı desteklediği halde, PCR testi pozitif olmayan hastaların yaşamlarını yitirdiklerinde kayıtlara COVID-19 olarak geçmediği, bunun yerine ‘viral pnömoni’, ‘doğal ölüm’ veya ‘bulaşıcı hastalık’ olarak geçebildiği biçimindedir.

ttb-saglik-bakanligi-covid-19-olumlerini-dunya-saglik-orgutu-kodlarina-gore-raporlamiyor-713099-1.

Oysa Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) COVID-19 pandemisi sırasında ölüm kayıtları için iki farklı uluslararası kod önermektedir. Bu kodlar;

► COVID-19, virüs tanımlanmış (laboratuvar testi (PCR) ile kesinleştirilmiş olgular) ve

► COVID-19, virüs tanımlanmamış şeklindedir.

DSÖ, (U07.2) kodunun, klinik ve epidemiyolojik olarak COVID-19 tanısı konulan ancak, laboratuvar testi ile kesinleştirilmemiş olası/kuşkulu olgular için kullanılması gerektiğini belirtmektedir (https://www.who.int/classifications/icd/covid19/en/). Ölüm bildirimlerinde de bu kodların kullanılması önerilmektedir. (https://www.who.int/classifications/icd/COVID-19-coding-icd10.pdf?ua=1)

Ülkemizde, ölüm belgelerinin düzenlenmesi için kullanılan Ölüm Bildirim Sistemi (ÖBS) 06.04.2020 günü incelendiğinde; (U07.1) tanı kodunun karşılığında MERS COV HASTALIĞI, (U07.2) kodunun karşılığında AVİAN İNFLUENZA ENFEKSİYONU bulunduğu, tanı kodlarının DSÖ kararları neticesinde düzenlenmediği görülmektedir. Adli Tıp ve Adli Bilimler Uzmanı Prof. Dr. A. Coşkun Yorulmaz’ın konuya ilişkin yazısı çarpıcıdır.

Sağlık Bakanlığı’nın DSÖ tarafından önerilen kodları neden kullanmadığı merak konusudur. ABD’de Hastalık Önleme Merkezi (CDC) söz konusu kodların olabildiğinde spesifik (AS: özgül) olmasını, viral pnömoni gibi daha geniş ve spesifik olmayan tanımlamalardan kaçınılması gerektiğini önermektedir. Bu kodların DSÖ gibi uluslararası kuruluşların önerdiği biçimde kullanılmaması COVID-19 pandemisi sırasında ölüm sayılarının az gösterilmesine yol açmakta, böylece sorunun boyutunun tam olarak belirlenememesi ve alınması gereken halk sağlığı önlemlerinin yeterli düzeyde alınamaması riskini doğurmaktadır.

Sağlık Bakanlığı’nı hemen DSÖ tarafından belirlenen COVID-19 kodlarını kullanmaya, Şubat ayından başlayarak ölüm kayıtlarını bu yaklaşım üzerinden gözden geçirmeye ve gerekmesi halinde sözel otopsi tekniğini uygulamaya çağırıyoruz. Ölüm kayıtlarının açılması halinde, Türk Tabipleri Birliği bu sürece katkı sunmaya hazırdır.” (https://www.birgun.net/haber/ttb-bakanlik-koronavirus-olumlerini-dso-kodlarina-gore-raporlamiyor-olum-sayilari-az-gosteriliyor-295430)

Koronavirüs Enfeksiyonundan Korunmaya İlişkin TTB Bilgi Notu

Koronavirüs Enfeksiyonundan Korunmaya İlişkin TTB Bilgi Notu

Nasıl korunabiliriz?

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Solunum yolu enfeksiyonlarının bulaşma riskini azaltmak için yapılan öneriler yeni koronavirüs hastalığı için de geçerlidir.

  • Hasta insanlarla temastan kaçınılmalıdır (mümkün ise en az 1 m uzakta bulunulmalı).
  • Özellikle hasta insanlarla veya çevreleriyle doğrudan temas ettikten sonra eller sık sık yıkanmalıdır.
  • Eller yıkanmadan ağız, burun ve gözlerle temas edilmemelidir.
  • Eller, en az 20 saniye boyunca sabun ve suyla yıkanmalı sonrasında kurulanmalıdır.
  • Antiseptik veya antibakteriyel içeren sabun kullanmaya gerek yoktur, normal sabun yeterlidir.
  • Sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği veya kolonya kullanılmalıdır.
  • Elde görünür bir kirlenme olmadığı sürece el antiseptikleri, el yıkama kadar etkilidir. Ancak elde görünür bir kirlenme olduğunda ellerin mutlaka yıkanması gerekir.

Maske ne zaman kullanılmalı?

  • Sağlıklı kişilerin maske kullanmasına gerek yoktur.
  • Herhangi bir viral solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan kişinin öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağzını tek kullanımlık kağıt mendil ile örtmesi, kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içini kullanması gereklidir.
  • Hasta kişilerin mümkünse kalabalık yerlere girmemesi, eğer girmek zorunda kalınıyorsa tıbbi maske kullanması önerilmektedir. Maske çıkarıldığında hemen çöpe atılmalı ve eller yıkanmalı veya antiseptikle temizlenmelidir.
  • Hasta olmayan kişilerin maske kullanmasına normalde gerek yoktur. Yalnızca yeni koronavirüs hastalığını geçirenlerle temas edenlerin (sağlık çalışanları, hasta ile aynı evde yaşayanlar) maske takması gerekmektedir. Bu durumlarda kullanılacak maskelerin cerrahi/basit/tıbbi maske olması yeterlidir.
  • N95 veya FFP2 türü maskeler sağlık çalışanları tarafından yalnızca özel koşullarda (hastanın solunum aygıtına bağlanması gerektiğinde.. vb.) kullanılmalıdır.

Eldiven giymeli mi?

  • Hayır. Eldiven, salt sağlık çalışanları tarafından hastanın bakımı ve muayenesi sırasında kullanılır. Sağlık çalışanları dışındaki kişiler eldiven kullanmamalıdır. Bunun en önemli nedeni, eldivenlerin uygun şekilde kullanılmadığı durumda hastalığın daha çok yayılmasına neden olmasıdır.
  • Eldivenlerin uygun kullanımı,  sağlık çalışanlarına verilen eğitimlerle sağlanmaktadır.
  • Sağlık çalışanları dışındaki kişilerin eldiven kullanması uygun değildir.

Eller, hastalığın bulaşmasında çok önemlidir ve bulaşı azaltmanın yolu ellerin su ve sabun ile yıkanmasıdır. Sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği veya kolonya kullanılmalıdır.
******

******

Dostlar,

Meslek örgütümüz TTB’nin yukarıdaki önerilerine katılıyoruz.
(Yazının sonundaki “TTB Barışı Savunduğu İçin Yargılanıyor” logosunu TTB web sitesinden biz ekledik, bu basın açıklamasında yoktu..)

Sorunu küçümsemiyoruz ancak sağduyuyu ve ölçüyü de elden kaçırmamak gerek. Lütfen aşağıdaki kutuda verilen sayısal değerlere bakalım.. 1 insanın bile önlenebilir – ötelenebilir ölümü kuşkusuz çok önemlidir. Ancak sayısal karşılaştırma da sorunun boyutunu irdelemede önemli bir ölçüttür.

  • En çok görülen / en çok engelli bırakan / en çok öldüren sağlık sorunu elbette en önemlisi olmak gerekir.

Bize bu ölçütü armağan eden Dr. Alfred Grotjhan‘a şükran doluyuz (Sosyal Patoloji, 1912).

Sağlık Bakanlığı’nın bilimselliği ve saydamlığı asla bırakmadan, serinkanlılıkla, toplumu da katarak bu savaşımı sürdürmesini diliyoruz..
Ancak “elbirliği” ile en az zararla kurtulabiliriz bu ciddi sorundan..
Sağlık Bakanlığı, bu Pandemi = Küresel salgın / kıtalararası salgın nedeniyle, süreçte ve ilerleyen zamanda Ulusumuzun herhangi bir biçimde aldatılmasına, sömürülmesine izin vermemesini diliyoruz. Olası tüm durumlar stratejik bir derinlikle irdelenmelidir. Uluslararası İlişkiler uzmanlarından, deneyimli diplomatlardan da görüş alınmalıdır.

Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulunu tanımak istiyoruz..
Eğer yoksa, Türk hekimlerinin yasal meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği – TTB’nin de temsilcisinin Kurula mutlaka katılmasını diliyoruz.

Birkaç Halk Sağlığı Uzmanı‘nın yer almadığı bir Bilimsel Kurulu hayal bile edemiyoruz. Gerçekte ve temelde bu sorunu yönetecek olan tıp disiplini Halk Sağlığı bilim dalıdır. Orkestra şefliğini bu disiplin yapmalıdır. Türkiye’de Tıp uzmanlık derneklerinden biri de HASUDER kısaltmasıyla Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları Derneğidir. Bu dernekle de mutlaka kurumsal işbirliği kurulmalıdır.

DSÖ salgını Pandemi = Kürsel salgın / kıtalararası salgın olarak ilan etti bu gün, 12 Mart 2020 günü. Dolayısıyla, DSÖ Anayasası ve Uluslararası Sağlık Tüzüğü (International Health Regulasyon) temelli yönergelere T.C. Sağlık Bakanlığının da uyum sağlamasını, küresel toplumla uyumlu davranmasını diliyoruz.

AKP’nin sabıkaları artık bıktırdı hepimizi, ciddi bir güven bunalımı yaşıyoruz.
Bu olayda olsun, akıl – bilim / bilimsel akılcılık yolundan ayrılmayalım.

Sakın unutulmasın; sürecin ulusal elbirliğiyle yönetimi kaçınılmazdır ve bu da ancak en küçük bir güven bunalımı yaratmamaya bağlıdır; aman dikkat.

Her şeyin başı sağlık..

Ve de Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, siyasetçiden çok bir hekim; Hipokrat yemini etmiş üstelik..

Sevgi ve saygı ile. 12 Mart 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

YENİ CORONAVİRUS (2019-NCOV) HAKKINDA BİLGİ NOTU

YENİ CORONAVİRUS (2019-NCOV) HAKKINDA BİLGİ NOTU

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK), Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede çok sayıda kişide görülen Yeni Coronavirus ile ilgili bilgi notu paylaştı.

Bilgi notu şöyle:

YENİ CORONAVİRUS (2019-NCOV) HAKKINDA BİLGİ NOTU

Yeni Coronavirus nasıl ortaya çıktı?

Yeni Coronavirus ilk kez 29 Aralık 2019’da, Çin’in Wuhan şehrindeki deniz ürünleri ve canlı hayvan satan bir markette çalışan 4 kişide ve aynı günlerde bu marketi ziyaret eden çok sayıda kişide akciğer infeksiyonu (pnömoni) bulgularının belirlendiğinin açıklanmasıyla gündeme gelmiştir. Hastalardan alınan örneklerin incelenmesi sonucunda 7 Ocak’ta, hastalığa neden olan virusun SARS (2002) ve MERS (2012) gibi Coronavirus ailesinden olduğu anlaşılmış ve virusa Yeni Coronavirus 2019 (2019-nCoV) adı verilmiştir.

Coronaviruslar insanlar arasında hastalık yapabilen, kimi hayvan türlerinde (kedi, deve, yarasa) tespit edilebilen geniş bir virus ailesidir. Hayvanlar arasında dolaşan Coronaviruslar zaman içinde değişim göstererek insana bulaşma yeteneği kazanabilirler ve böylelikle insan olguları görülmeye başlar. Ancak bu virusların insanlar açısından tehdit oluşturması, insandan insana bulaşma yeteneği kazanmalarından sonra söz konusu olur. 2019-nCoV, Wuhan şehrinde canlı hayvan marketini ziyaret edenlerde ortaya çıkmış, insandan insana bulaşma yeteneği de kazanmış olan bir virustur.

Hastalık kaç kişide ve nerelerde görüldü? Kaç kişi yaşamını yitirdi?

Kesin olarak kanıtlanmış hasta sayısı 23 Ocak saat 01:00 itibariyle 571 kişidir. (AS: 02 Şubat 2020 gecesi yaklaşık 15 bin!) Bunlardan 95’inin ağır seyirli olduğu ve 17 kişinin de yaşamını yitirdiği bildirilmiştir. (AS: 02 Şubat 2020 gecesi 300’e yakın) Ayrıca henüz kesin olarak kanıtlanmamış 393 (AS: çoook fazla) hasta daha olduğu belirtilmektedir. Hastalık Wuhan başta olmak üzere ve buradan yayılarak Çin’in 25 şehrinde, Japonya’da (1 kişi), Hong Kong’da (1 kişi), Tayvan’da (1 kişi), Makau’da (1 kişi), Güney Kore’de (1 kişi), Tayland’ta (3 kişi) ve ABD’de (1 kişi) görülmüştür. (AS: sayılar çok büyüdü..)

Hastalığın belirtileri nelerdir?

Hastalık, 2-14 gün süren bir kuluçka süresinden sonra birden başlayan yüksek ateş (39 derece), öksürük ve nefes darlığı ile niteliklidir. Kimi hastalarda boğaz ağrısı ve burun akıntısının da olduğu görülmüştür. Hastalık genellikle orta-ağır bir klinik seyir göstermektedir. Ağır hastalanan ve ölen kişilerin büyük kısmı ileri yaştaki (>65 yaş), altta yatan hastalıkları (akciğer hastalıkları, organ yetmezlikleri, kanser, diyabet, bağışıklık baskılayan hastalıklar) olan kişilerden oluşmaktadır. Genç sağlıklı erişkinlerde hastalık görece hafif seyretmektedir.

Hastalık nasıl bulaşır?

Yeni Coronavirusun, öbür Coronaviruslar gibi solunum salgıları ile bulaştığı düşünülmektedir. Hasta kişilerden öksürük, hapşırık, gülme, konuşma sırasında çevreye saçılan virus içeren solunum salgısı damlacıkları, sağlam kişilerin mukozalarına temas ederek bu kişilerin hastalanmasına neden olur. Hastalığın bu yolla insandan insana bulaşması için yakın temas (1 m’den yakın) gereklidir. Bugüne dek 16 sağlık çalışanının hastalarla temas sonucunda hastalandığı, hayvan marketini hiç ziyaret etmeyen kişilerde de hastalık geliştiği gösterilmiştir. Bu bulgular 2019-nCoV’nin insandan insana bulaşabildiğinin göstergesidir. Ancak halen bulaştırıcılığın ne ölçüde olduğu bilinmemektedir. Salgının nasıl seyredeceğini belirleyen en önemli etmen, virusun insandan insana ne ölçüde kolay bulaşabildiği ve gerekli önlemlerin ne denli başarıyla alınacağıdır. Bugünkü bilgiler ışığında 2019-nCoV’nin gıdalarla (et, süt, yumurta vb.) bulaşmadığı söylenebilir.

Hastalıktan nasıl korunulabilir?

Hastalıktan korunmak için bir aşı söz konusu değildir. Bu nedenle korunmada şimdilik en etkili yöntem virusla (hasta kişilerle) temas etmekten kaçınmaktır. Bugün için ülkemizde hastalığın yayılması söz konusu olmadığından, toplumda özel bir önlem alınmasına gerek yoktur. Ancak solunum yolu enfeksiyonu yapan çok sayıda virusun (grip, nezle virusları vb.) insanlar arasında dolaşmakta olduğu kış aylarında yalnızca 2019-nCoV’tan değil, öbür tüm solunum viruslarından

  • korunmak için el temizliğine dikkat edilmesi,
  • temiz olmayan ellerin göz, ağız ve buruna götürülmemesi çok önemlidir.

Hastalığın kaynağı olan Çin’den dünyanın öbür bölgelerine yayılmasını engellemek için Wuhan’da toplu taşıma araçları kullanımı yasaklanmış, kentten giriş-çıkışlar durdurulmuş, maske kullanım zorunluluğu getirilmiştir.

Hastalığın tedavisi var mıdır?

Bugün için Coronaviruslara etkili olduğu gösterilmiş ilaç yoktur. Bu nedenle hastalara yakınmalarını azaltacak ve varsa bozulan organ işlevlerini destekleyecek tedaviler verilmektedir. Ülkemizde son 14 gün içinde Çin’e bizzat seyahat etmiş olan veya seyahat etmiş biriyle yakın teması olan kişiler, ateş, öksürük, solunum sıkıntısı gibi belirtileri olursa mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdırlar.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
TÜRK KLİNİK MİKROBİYOLOJİ VE İNFEKSİYON HASTALIKLARI DERNEĞİ

Aşı karşıtlarının iddiaları ve gerçekler

Aşı karşıtlarının iddiaları ve gerçekler

Türk Tabipleri Birliği (TTB) – Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu, Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK), aşı karşıtlarının iddialarını yönelik bir açıklama yayınladı.

Aşılar insanoğlunun sağlık alanındaki en değerli buluşudur. Hiçbir bilimsel ortamda aşıların gerekli olup olmadığının tartışıldığını duyamazsınız. Yapılması gereken, insanların aşı olmaması için değil, tam tersine, aşıların gelişmiş-gelişmemiş tüm ülkelere aynı miktarda ve kolaylıkla temin edilmesi, zengin-fakir herkese ücretsiz şekilde yapılması için mücadele etmektir. Aşılar bütün insanlık içindir.

Aşıların gereksiz olduğunu hatta zararlı olduğunu iddia eden, farklı gerekçeler öne sürerek aşılar konusunda toplumda kafa karışıklığı oluşmasına neden olan kişi ve kesimlere kısaca “aşı karşıtı” diyoruz. Aşı karşıtlığı ne yazık ki son yıllarda giderek daha çok taraftar toplamaktadır. Geleneksel olarak modernleşmeye-bilimsel ilerlemeye karşı olan kesimler dışında daha eğitimli, kentli, çağdaş yaşam süren ve teknolojik gelişmeleri destekleyen toplum kesimlerinde de aşılar ve aşılanma konusunda soru işaretleri oluşmaktadır. Sosyal medya ve öbür iletişim kaynaklarının yaygınlık kazanması aşı karşıtlarına daha geniş kitlelere ulaşarak iddialarını dillendirme ve yandaş kitlesini genişletme şansı vermektedir.

Kapitalist üretim biçiminin, düşünen-sorgulayan-araştıran “insan” yerine, sorgulamayan-inanan “tüketici” yetiştiren eğitim sisteminin insanları bilimsel düşünceden uzaklaştırarak metafizik ve akıl dışı düşüncelerin etkisine açık bırakıyor olması aşı karşıtlarının savlarının yayılmasını kolaylaştıran bir başka önemli etkendir. Aşı karşıtlarının komplo kuramlarını dillendirmedeki başarısı da kuşkusuz aşı karşıtlığının etkisini artırmaktadır.

2000’lerin başında İngiltere’de kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının otizme neden olduğuna ilişkin yalan yayın yapan ve bu nedenle hekimlik diploması iptal edilen Andrew Wakefield, ABD’de aşı karşıtı hareketlerin etkinliklerinde yer alarak açık bir yalanı dillendirmeyi sürdürmekte, ne yazık ki hâlâ yandaş toplayabilmektedir.

Aşı karşıtlarının taktikleri     :

YALANIN BÜYÜĞÜNÜ SÖYLE

Aşı karşıtları toplumu ikna etmek için 2 önemli taktiğe başvurmaktadır.

Birincisi; doğru olmadığı açık olan bilgilerin büyük bir iddia ile doğruymuş gibi savunulmasıdır. Bilim insanları bunu çürütünce hemen başka bir iddiayı dile getirirler. Böylece kamuoyunu ve bilim insanlarını sürekli meşgul etmeye çalışırlar. Bunu yaparken bir önceki savlarının çürütülmüş olmasından hiç utanç duymadıkları gibi, o konunun önemsiz olduğu, asıl önemli olanın yeni sav olduğu yönünde bir algı yaratırlar. Bu böyle sürüp gider. Ülkemizden örnek verecek olursak, birkaç ay önce, adının önünde profesör unvanı olan bir doktorun grip aşısı içinde alüminyum bulunduğu için yaşlılarda Alzheimer hastalığına neden olduğu savı tam da böyle bir iddiadır. Üretilen hiçbir grip aşısının içinde alüminyum yoktur. Bu gerçeğin Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları (KLİMİK) Derneği tarafından kamuoyuna sunulmuş olmasına karşın, bu kişi ortaya yeni savlar atmayı ve insanları kandırmayı sürdürmektedir.

BİLİMSEL GERÇEKLERİ ÇARPIT

2. taktik çok daha ikna edici ve sinsidir. Açıkça yalan söylemek yerine bilimsel kimi gerçekleri çarpıtarak veya onlardan yanlış sonuçlar çıkartarak, bir anlamda bilimi kullanarak yalan söylemektir. Örnek vermek gerekirse, anne sütü bebeği infeksiyonlardan koruduğu için iki yaşını bitirene dek çocuklara aşı yaptırmak yerine anne sütü vermenin yeterli olacağını iddia ederler. Anne sütünün infeksiyonlardan koruduğu çok doğrudur. Hekimler anne sütünü bebeğin ilk aşısı olarak tanımlar. Ancak bu bilgi ne denli doğru ise buradan yola çıkarak dile getirilen “tek başına yeterlidir” savı o ölçüde yanlıştır.

Yine aşıların özel şirketlerce üretildiği ve bu şirketlerin aşı yan etkilerini gizlediği savı da benzer biçimde doğru bir bilgiden yanlış sonuç çıkartmaktır. Aşıları özel şirketlerin ürettiği, kâr etmeyi hedefledikleri doğru olmakla birlikte, aşı yan etkileri bağımsız bilimsel kuruluşlarca izlenmektedir.” (cumhuriyet.com.tr, 23.11.19)

Aşı karşıtlığının etkisini azaltabilmek, her fırsatta ve her ortamda bilimsel gerçekleri ortaya koymakla olanaklıdır. (http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=cc313f06-0c65-11ea-b2cc-3f57f9d95314)

Türk Tabipleri Birliği
TTB – Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK)

14 MART TIP HAFTASI’NDA SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DURUMU

13.3.2019
BASIN AÇIKLAMASI

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ (TTB)
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI (SES)
DEVRİMCİ SAĞLIK İŞ SENDİKASI (Dev-Sağlık İş)
TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLER VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ (TÜM-RAD DER)
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ (SHUDER)
TÜRKİYE PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TPD)

14 MART TIP HAFTASI’NDA SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DURUMU

İnsanın yarasını saran acısını dindiren, yaşama, sevdiklerine kavuşturan sağlık alanındaki tüm çalışanların Tıp Bayramını kutlarız. Sağlık çalışanlarının mücadele günü 14 Mart Tıp Haftasında sağlık alanının giderek derinleşen yoğun sorunlarıyla birlikte karşınızdayız.

Sağlıkta dönüşüm programıyla birlikte katmerlenen sorunlarımız,
cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte çözüm mekanizmalarını kaybettiğimiz bir sürece girdi.

Şehir hastanelerinin açılmaya başlaması yeni sorunları beraberinde getirdi; her birimiz nerede çalışacağımızı, nasıl çalışacağımızı bilmeden, geleceğimizin ne olacağını bilemeden çalışmaktayız. Bu belirsizlik ne yazık ki, müdahale edemediğimiz etmekte geciktiğimiz bir süreç yaratıyor. Sonuç ise ne yazık ki yıllarca emek verdiği sağlık kuruluşundan ayrılma, işsiz kalan sağlık çalışanları, gittikleri şehir hastanelerinde işlerini yapamayan laboratuvar teknisyenleri, fizyoterapistler, röntgen teknisyenleri olmakta. Şehir hastanesinin devasa büyüklüğü içinde sürekli göz altında tutulduğumuz  alanları, bitmeyen koridorları çalışırken her birimizi birbirinden uzaklaştırıyor, yalnızlaştırıyor.  Çıkmaz gibi görünen bu süreci değiştirmek hepimiz için çalışılır hale getirmek  meslek örgütlerimiz, birlikler, sendikalar, derneklerle mümkün olacak.  Bu dönem çalışandan yana, haklarımızdan yana olan örgütlerimizin güçlenmesi ve güçlü bir biçimde taleplerimizi dile getirmesi ve mücadelemizi birleştirmemizle aşılacak.

Olağanüstü hal döneminde yüz binden fazla kamu emekçisinin ihraç edilmesine neden olan düzenlemeler, üç yıl daha yürürlükte kalarak iş güvencemizi ortadan kaldırmaktadır. Sağlık alanında yönetim kadrosu dışında gerekmeyen güvenlik soruşturmaları ise kurum değiştirirken iş güvencesini ortadan kaldırırken işsiz pek çok meslektaşımızın kamuda istihdamını engellemektedir. Üzülerek nitelikli pek çok meslektaşımızın Türkiye dışına göçüne tanık olmaktayız. Türkiye dışına beyin göçünü engellemek üzere getirilmiş mecburi hizmet uygulamalarının şimdi kendilerinin beyin göçüne neden olması kabul edilemez. Bu düzenlemeler derhal kaldırılmalı,

  • haklarında yargılanma ile kesinleşmiş suç bulunmamış kamudan ihraç edilen sağlık çalışanları işlerine dönmelidir.

Çalışanların talepleri dikkate alınmadan tek taraflı belirlenen ücret politikaları maaşlarımızın giderek erimesine yol açmıştır. Ekonomik krizin etkisiyle giderek artan enflasyonun çok altında yapılan zamlar maaşlarımızı küçültmüştür. Maaşlarımızın daha büyük bir bölümünü oluşturan performansa dayalı ek ödemeler ise krizden ve şehir hastaneleri sürecinden etkilenen en düzensiz ödeme kalemini oluşturmaktadır. Sağlık hizmetini metalaştırarak alınıp satılan bir mala dönüştüren döner sermaye uygulamaları ve tamamlayıcısı olan performansa dayalı ödeme sistemi, sağlık hizmetinin bir ekip tarafından üretildiğini görmemektedir. Performans ödemesinin aylık gelirin önemli bir kısmını oluşturması ve ancak tam ay çalışıldığında ödenmesi, kesintilerin anlamsız biçimde çalışılmayan günler üzerinden değil üç günün üzerindeki izin ve istirahat kullanımlarında tamamen kesilmesi  hakkımız olan izinleri kullanmamızı ve hasta olduğumuzda gerekli şekilde istirahat etmemizi engellemektedir. Bunlar ve daha birçok nedenle sağlık alanında döner sermaye ve performans sistemi kaldırılmalıdır. Eğer döner sermaye olacaksa performansa dayalı ek ödeme toplam ücretin %20’sinden fazla olmamalıdır. Göstergeler yeniden üniversite mezunu çalışanların hepsi için 3600’den başlayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

  • Emekliliğe yansıyacak, güvenceli, görev tanımına, liyakat ve kariyere uygun bir ücretlendirme politikası izlenmelidir.

Sağlık çalışanları ve sağlık çalışanı emeklilerinin ücretleri, şu anda aldıklarının iki katından az olmayacak şekilde düzenlenmelidir.

Aynı işyerinde aynı mesleği farklı statülerde yapmaya bağlı olarak farklı haklar bize dayatılmaktadır. İzin gün sayısından iş güvencesine, ücretlere uzanan bu eşitsizlikler en iyi, haklarda eşitlenme sağlanarak düzeltilmelidir.

Nitelik değil nicelik hedefleyen döner sermaye/ performans uygulamaları sağlık hizmetinin ve sağlık kuruluşunun amacından sapmasına yol açarak iyileşmeyi değil döner sermaye gelirlerinin artmasını sağlayacak biçimde yönetilmesine yol açmaktadır. Bilimsel tıbbın temel hastalık yok hasta vardır yaklaşımı teşhis tedavi paketleriyle ortadan kaldırılmıştır. Meslek bağımsızlığımızı ortadan kaldıran bu yaklaşım ne yazık ki hastalarımızın sorunlarının tam çözülememesine yol açarak hastaların fiziksel, ruhsal, sosyal iyilik haline ulaşmalarını engellemektedir. Bu durumun yarattığı en önemli sorun şiddettir.

Her yıl on binden fazla sağlık çalışanı sözel ya da fiziksel şiddete uğramaktadır. Şiddet öldürücü boyutlara ulaşmış; pek çok sağlık çalışanı öldürülmüş ve yaralanmıştır. Çoğumuzun hasta ve yakını ile yüz yüze çalıştığı iş yerlerimizin bu kadar güvensiz olmasını kabul etmiyoruz. Bu nedenle TTB tarafından meclise sunulan sağlıkta şiddeti önleme yasası gecikmeksizin çıkarılmalıdır.[1]

Yıllardır sağlık emek ve meslek örgütlerinin gerekçelerini de sunarak, yapılan işin yıpratıcılığa göre düzenlenmiş fiili hizmet tazminatı kanun teklifi görmezden gelinerek 3 Ağustos tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 7146 sayılı kanunla  31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan tabloya yapılan eklemeyle “insan sağlığıyla ilgili işlerde çalışanlara yıllık 60 gün olmak üzere yıpranma payı” düzenlemesi yapılmıştır. Çok yetersiz olan bu düzenleme sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin tümünü kapsamamaktadır, geçmiş çalışma yıllarımızı kapsamamaktadır, özelde çalışanları kapsamamaktadır. Fiili çalışma koşuluna bağlanmıştır, yıllık izinlerimiz, hafta sonu tatillerimiz, dinlenme hakkımız gasp edilmektedir. Topladığımız imzalarla da belirttiğimiz gibi sağlık ve sosyal hizmet işkolunda çalışan tüm emekçilerin dahil edildiği, geçmiş çalışma yıllarını kapsayan, fiili çalışma süresi koşulunu kaldıran, yeni bir fiili hizmet yasası yapılmalıdır.

[1] Yasa tasarısı: Sağlık çalışanlarına yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet suçlarının mutlak cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve önleyicilik açısından, Türk Ceza Kanunu’na; “1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı, sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi,
iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.” hükmünün eklenmesini içerir.

TTB : Bu yasa teklifi çalışma barışını bozar

TTB: Bu yasa teklifi çalışma barışını bozar

Hepiniz gibi bizler de Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Tabip Odaları ile diğer meslek kuruluşları o günden beri teyakkuz halinde bu torba yasanın geri çekilmesi için mücadele ediyoruz. Bu amaçla nöbetler tutuyor, meydanlarda bildiriler dağıtıyor, TBMM’de grubu bulunan siyasi parti temsilcileriyle görüşüyor ve düzenli basın açıklamaları yaparak kamuoyunu aydınlatıyoruz. Bu yazıda, bu yasa teklifi getireceği belli başlı tehlike ve anayasaya aykırılıklara değinilecektir. Yasa teklifi, Türk Tabipleri Birliği ve öbür meslek kuruluşlarının görüşü alınmadan hazırlanan bir tekliftir. Birçok yönüyle evrensel insan haklarına ve anayasaya aykırılıklar içermektedir

Sağlık çalışanına karşı kasten suç işleyenlerin polis tarafından alıkonup savcılığa sevk edilmesi şeklindeki değişiklik, göz boyamanın ötesine gitmeyecektir. Önleyicilik içeriğinden yoksun, etkisiz bu düzenleme sağlık çalışanlarının şiddete karşı yıllardır çıkardığı çığlığa kulak tıkandığı izlenimi vermektedir. O yüzden 24. madde, şiddetin önlenmesine yönelik bir içerik taşımamaktadır. Çözüm, TTB’nin dünya örneklerinden yola çıkarak hazırladığı ve TBMM Başkanlığı’na sunduğu Sağlıkta Şiddet Yasası’nın bir an önce çıkarılmasıyla sağlanır. 
Bu madde, OHAL dönemi ürünü bir uygulamanın yasallaştırılarak kalıcı duruma getirilmesi girişimidir. 

Meslek örgütlerini işlevsiz kılan 11. ve 21. maddelerin içeriğine bakıldığında meslek örgütüne üyelik biçimsel ve işlevsiz hale getirilmektedir. 

Hastane başhekimi, öğretim elemanları ve diğer üniversite personeli ile en çok üç yıl süre ile sözleşme imzalayabilecektir. Bu düzenleme, anayasanın 130. maddesi uyarınca öğretim üyelerinin özlük hakkının, yetki ve sorumluluklarının yasa ile düzenleneceği ilkesine aykırıdır.

Aile hekimliği 
Aile hekimliği uygulamalarını yürütecek aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının çalışmaları 72 yaş olarak düzenlenmişti. Bu maddeyle yaş sınırı 65’e çekiliyor. Bu madde ile yaş ayrımcılığına dayalı bir düzenleme yapılmıştır. Bilindiği gibi özel sektörde bir yaş sınırı yoktur. Aile hekimlerinin işveren olabileceğine dair düzenleme ile Birinci Basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmeye çalışıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. Yine aile hekimlerinin izinlerinin yıl içinde kullanılması zorunluluğu getirilmiştir. Aile hekimlerine tanınan yıllık kongre izinleri de 10 günden 5 güne indirilmiştir.

Saydam biçimde hazırlanmalı 
Bu yasa önerisi ile getirilen yeni düzenlemeler sağlık ortamında çalışma barışını bozmasının yanında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yaptığı tahribatı ölümcül bir hale getirme niteliği taşıyor. O yüzden TTB, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği gibi meslek kuruluşlarını yakından ilgilendiren bu torba yasa alt komisyona geri çekilerek tüm paydaşlarla yeniden şeffaf biçimde hazırlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği 5 Kasım Pazartesi gününden başlayarak tasarıya karşı kamuoyu oluşturmak için ülke çapında protesto gösterilerine başlamıştır. Komisyonda gerek başkanımız gerek hukukçularımız karşı geldiğimiz noktaları TBMM Komisyon üyelerine anlatmaktadır.

Tabip Odalarında, meydanlarda nöbetler tutulup forumlar yapılarak halka propaganda çalışmaları yapılırken merkez metro istasyonlarında da bildiriler dağıtılmaya başlanmıştır.

Nöbet ve öbür eylemlerimiz, yasa tasarısı geri çekilene dek sürecektir.

Dr. ALİ ÖZYURT
TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi 

Aşı Candır, Hayat Kurtarır: Sağlık Bakanlığı’nı Aşılama Konusunda Göreve Davet Ediyoruz!

Aşı Candır, Hayat Kurtarır:
Sağlık Bakanlığı’nı
Aşılama Konusunda
Göreve Davet Ediyoruz!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB), özellikle çocukluk dönemi aşılama oranlarının düşmesi, çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısının yükselmesi ve buna bağlı olarak artabilecek bulaşıcı hastalık riskine karşı “Aşı Candır Kampanyası”nı başlattı ve Sağlık Bakanlığı’nı yükselen aşı karşıtlığı konusunda göreve davet etti.

Kampanya ile ilgili bilgiler, İstanbul Tabip Odası’nda 5 Nisan 2018’de düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Nilay Etiler ve TTB Aile Hekimleri Kolu Başkanı Dr. Fethi Bozçalı katıldılar.

Prof. Dr. Raşit Tükel, 5-24 Nisan tarihleri arasında Aşı Candır Kampanyası ile bilgilendirme çalışmalarının yürütüleceğini belirterek, yapılan çalışmaların bu konuda net bir tutum alması için Sağlık Bakanlığı’na aktarılacağını bildirdi. Tükel, kampanyanın tüm yurtta çeşitli etkinliklerle devam edeceğini söyledi.

Prof. Dr. Nilay Etiler, aşılama konusunun hekimler için her zaman çok önemli olduğuna dikkat çekerek, bugün pek çok hastalığın azalmasının nedeninin aşılama yapılması olduğunu kaydetti. Ancak son yıllarda hekimlerin aşılama konusunda ailelerle karşı karşıya geldiğini ve onları bu konuda ikna etmeye çalıştıklarını anlatan Etiler, bu konuda Sağlık Bakanlığı’ndan destek görmediklerine dikkat çekti. Etiler, “Önceden beri aşılamanın önemini Türk Tabipleri Birliği olarak anlatmaya çalıştık. Son yıllarda bu çalışmalar hakkında hekimlerimize bilgilendirme çalışması yapıyoruz.” diye konuştu.

Dr. Fethi Bozçalı da, kampanyanın ayrıntılarına ilişkin bilgileri paylaştı.
Konuşmaların ardından basın açıklamasını Prof. Dr. Raşit Tükel okudu.
Sağlık Bakanlığı’nın aşılama konusunda sorumluluk almaya ve göreve davet edildiği açıklamada şu istemlere yer verildi:

  • Mevzuatta aşılama konusundaki belirsizlik sona erdirilmeli; TTB’nin 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda değişiklik yapılması önerisi dikkate alınarak, bu konudaki yasal düzenlemenin ivedilikle yapılmasını sağlanmalıdır.
  • Sağlık çalışanları aşılar ve aşılama hizmetleri konusunda güncel ve bilimsel bilgiler ile donatılmalı, sürekli hizmet içi eğitimlerle desteklenmelidir.
  • Kamuoyuna, medya ve her türlü iletişim aracı kullanılarak aşı savunuculuğu yapılmalı; halkın kuşkularına karşı bilimsel ve gerçekçi yanıtlar verilmeli, halk bilgilendirilmelidir.”

Basın açıklamasının tam metni aşağıdadır ..
TTB bu kampanya ile birlikte özellikle 1. Basamak sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında yararlanılacak önemli bir kaynağı da tanıttı. TTB Halk Sağlığı Kolu tarafından hazırlanan Aşı Rehberi TTB tarafından basılarak Tabip Odalarına dağıtımı yapılmıştır. Bununla birlikte TTB aşıların zorunlu hale getirilmesi için bir yasa taslağını de hazırlayarak kamuoyu ile paylaşmıştır. TTB Aşı ile ilgili daha önce de önemli çalışmalarda bulunmuştur;

Sağlık alanında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle Halk Sağlığı Kolu, pozitif deneyimlerimizi ön plana çıkarmak, tarihsel bir süzgeçten geçirmek ve güdülenme (motivasyon) sağlamak amacıyla “Türkiye’de Sağlık Alanında Yaşanan Olumlu Deneyimler” etkinliği başlatmıştır. Bu çalışma kapsamında Prof. Dr. Feride Saçaklıoğlu’nun “Türkiye’de Aşı Üretiminin Tarihçesi” konulu çalışmanın sonuçları 2002 Nusret Fişek Günleri’nde bir konferans ile kamuoyuna açıklanmış ve TRT tarafından “Aşıyla Gelen Hayat” adında bir belgesel çekilerek 14 Mart 2003’de TRT 2’de yayınlanmıştır. Ayrıca “Aşı Pazarı Can Pazarı: Aşı Üretiminin Perde Arkası” adlı bir kitapçık basılmıştır. TTB’nin yayınladığı makale ve yaptığı basın açıklamaları sayfa aracılığı ile paylaşılmaya devam edecektir.

https://youtu.be/LqVDBLfE-9Q 

Sağlık alanında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle Halk Sağlığı Kolu, pozitif deneyimlerimizi ön plana çıkarmak, tarihsel bir süzgeçten geçirmek ve güdülenme (motivasyon) sağlamak amacıyla “Türkiye’de Sağlık Alanında Yaşanan Olumlu Deneyimler” etkinliği başlatmıştır. Bu çalışma kapsamında Prof. Dr. Feride Saçaklıoğlu’nun “Türkiye’de Aşı Üretiminin Tarihçesi” konulu çalışmanın sonuçları 2002 Nusret Fişek Günleri’nde bir konferans ile kamuoyuna açıklanmış ve TRT tarafından “Aşıyla Gelen Hayat” adında bir belgesel çekilerek 14 Mart 2003’de TRT 2’de yayınlanmıştır. Ayrıca “Aşı Pazarı Can Pazarı: Aşı Üretiminin Perde Arkası” adlı bir kitapçık basılmıştır. TTB’nin yayınladığı makale ve yaptığı basın açıklamaları sayfa aracılığı ile paylaşılmaya devam edecektir.

http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/2018/04/13/asi-candir-hayat-kurtarir-saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/ 15.04.2018
============================================
TTB’den basın açıklaması            :

Sağlık Bakanlığını Aşılama Konusunda
Göreve Davet Ediyoruz!

Aşı konusunda köklü bir tarihi olan bu topraklarda, bugün aşılanmayan binlerce çocuk olmasını ve aşı karşıtlığının giderek yaygınlaşmasını kaygı içinde izliyoruz. Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak son derece güvenilir ve etkin bir koruyucu sağlık hizmeti olan aşı konusunu her zaman önemsedik ve her seferinde görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmayı görev bildik.

Ülkemizde yüzyılların birikimine sahip aşı laboratuvarlarının kapısına kilit vurulurken itiraz ettik; bu birikimin yok edilmemesi gerektiğini savunduk. Aşılama hizmetlerinin geliştirilmesi için önerilerde bulunduk. Salgın çıktığında inceledik, önerilerimizi sunduk. Söylenecek sözlerin çoğunu söyledik. Ama bugün bir kez daha, sayıları giderek artan aşı reddi karşısında açıklama yapma ihtiyacı içindeyiz.

Geçtiğimiz günlerde bir TBMM soru önergesi ile aşı reddi yeniden tartışılmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden aile sayısı 2011’de 183 iken 2016’da 12 bine, 2017 ise 23 bine çıktı. Ne yazık ki günümüzde yalnızca aşı yaptırmayan değil, aşısı olan çocukların da risk altında olduğu bir durum söz konusudur. Kızamık olgularının arttığı gözlenirken bunlar arasında aşılı çocukların da olduğu görülüyor. Öte yandan, aşı olmayı reddeden ailelere karşı hukuksal süreçlerin işletildiği durumlar da oldu.

Sağlık Bakanlığı suskun…

Aşı konusunda Sağlık Bakanlığı kendisini kenara çekmiş görünüyor.
Toplumda giderek artan aşı karşıtlığı ve bu konuda yürütülen tartışmalar karşısında Sağlık Bakanlığı ne yazık ki suskunluğunu sürdürüyor. Aşı ve bağışıklama hizmetleri, artık Bakanlığın faaliyet raporlarında dahi yer almayan tali bir konu haline geldi.

Aşının büyük oranda uygulandığı kurumlar olan aile sağlığı merkezlerindeki sağlık çalışanları, aileler ile karşı karşıya kalmakta, Bakanlığın iradesinin eksikliğini her gün yaşamaktadırlar. Sağlık çalışanları, aşılar konusundaki bilgilerini tazeleyebilecek kurumsal destekten yoksun bir biçimde aşılama hizmetlerini yürütmeye gayret etmektedirler.

Sağlık Bakanlığı, aşılama hizmetlerini tanımladığı Genişletilmiş Bağışıklama Genelgesi’ni 2009’dan bu yana güncellememiştir. Medyaya, gerek popülist söylemler nedeniyle gerekse aşı karşıtlığı üzerinden yansıyan haberler ailelerin kafasında şüpheler oluşturduğunda, Sağlık Bakanlığı yine sessizliğini korumuştur. Oysa Bakanlıktan beklenen, topluma güçlü mesajlar vererek aşılanmayı teşvik etmesi iken bu suskunluk aşıyı reddedenlerin sayısını büyütmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Dava konusu olan pek çok olayda aşılama konunda yasal düzenleme yapılması gerektiği mahkemelerce hükmedildiği halde, Bakanlığın ısrarla gerekli düzenlemeyi yapmaması dikkat çekicidir.

Aşılar güvenli ve etkin ürünlerdir.

Aşıya karşı çıkanların savlarından biri, aşıların içinde bulunan maddeler nedeniyle güvenilir olmadığıdır. Oysa, aşıların geliştirilme süreci, öbür ürünlere göre çok daha titiz bir çalışma  ile yürütülmektedir. Bazı aşıların içinde bulunan cıvalı bileşik (tiyomersal), cıvanın organik formudur ve otizm yaptığına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Yakın zamanda Avustralya’da bir milyondan çok çocuğu kapsayan bir çalışma, bu konudaki tartışmaya son noktayı koymuştur. Aşıların etkisini güçlendirmek amacıyla kullanılan alüminyum çok düşük miktardadır; bu maddeye gıdalar ve hava yoluyla maruz kalma ile karşılaştırıldığında, ihmal edilebilir düzeydedir.

Aşılarda domuz jelatini bulunduğu iddiası ise, kolaylıkla açıklığa kavuşturulabilecek bir konu-dur. Türkiye’de aşı üretimine son verildikten sonra, ithal edilen aşıların kalite denetimi Sağlık Bakanlığı laboratuvarlarında yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığının gerek ithal edeceği ürünü seçer-ken gerekse ithal ettikten sonra, aşı örnekleri üzerinde laboratuvarlarında yapacağı analizlerle domuz jelatini kullanılan ürünlere ruhsat vermemesi mümkündür. Sağlık Bakanlığının bu deneti-mi yaparak domuz jelatini içeren ürünlerin satışına izin vermediğini kamuoyuna açıklaması ve kaygı duyanları bilgilendirmesi gerekmektedir.

  • Bir kez daha altını çizmek istiyoruz ki;
    aşılar gönül rahatlığıyla kullanılabilecek güvenilir ürünlerdir.

Aşı karşıtları bilmeli ki;

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünyada insan sağlığına en çok katkısı olan 2 uygulamadan;

  • biri aşılar öbürü
  • su dezenfeksiyonudur.

Türkiye’de aşılama oranlarının bugünkü düzeyine erişmesi 1. Basamakta emek veren sağlık çalı-şanları sayesinde gerçekleşmiştir. Aşılama hizmetinin yaygınlaşmadığı yıllarda Türkiye’de do-ğan her bin bebekten 150-200’ü bir yaşını görmeden ölüyordu. Aşıyla korunabilir hastalıklar ço-ğunlukla yaşamı tehdit eden yani ölüm ya da engellilikle sonuçlanan hastalıklardır.

  • Çocuklarınızı aşılatmadığınızda onların yaşamını riske atarsınız.

Yüksek aşılama oranları toplum bağışıklığı denen olguyu ortaya çıkarır ki, bu da artık o hastalı-ğın salgınlarının olmadığı, yalnızca az sayıda olgunun görülebildiği bir durumdur. Bu nedenle;

  • aşılama gerçekte bireysel değil toplumsal bir hizmettir.
  • Aşı salt uygulandığı kişiyi korumaz;
    hastalık etkeninin toplumdaki dolaşımını engelleyerek toplumdaki riskli kişileri de korur. 

Aşılama oranının düşük düzeyde kalması, kanser tedavisi gören ya da doğuştan bağışıklık siste-mi hastalığı olan çocukları risk altında bırakmaktadır. Bu nedenle aşı olmasına engel durumu ol-mayan çocukların aşılanması, aşı olma konusunda engelleri olan çocukları da dolaylı olarak ko-rumaktadır.

  • Aşı olmayı reddetmek, bireysel özgürlük değil
    kamu sağlığını tehdit eden bir davranıştır.

Ne istiyoruz?
Sağlık Bakanlığını aşılama konusunda sorumluluk almaya ve göreve davet ediyoruz.

Sağlık Bakanlığı;

  • Mevzuatta aşılama konusunda belirsizliği sona erdirmeli; bu konuda yasal düzenlemenin ivedilikle yapılmasını sağlamalıdır. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununda değişiklik yapıl-masına yönelik yasa değişikliği önerimiz ektedir.
  • Sağlık çalışanlarını aşılar ve aşılama hizmetleri konusunda güncel ve bilimsel bilgiler ile donat-malı, sürekli hizmet içi eğitimlerle çalışanları desteklemelidir.
  • Kamuoyuna, medya ve her türlü iletişim aracını kullanarak aşı savunuculuğu yapmalı;        halkın kuşkularına karşı bilimsel ve gerçekçi yanıtlar vermeli, halkı bilgilendirmelidir.

05.04.2018, İstanbul
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu
TTB Aile Hekimliği Kolu

http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/2018/04/13/saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/ 15.04.2018
============================================
Dostlar,

AŞI reddine ilişkin sorun artık kabul edilemez ve sürdürülemez aşamaya tırmanmıştır.

Konunun Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ile taşınmasının ve yüksek mahkemenin de Anayasa md. 13’ü gerekçe göstererek “hak ihlali” kararı vermesinin üzerinden 2,5 yıla yakın bir zaman geçti. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11.11.2015’te (Başvuru No: 2013/1789) ve İkinci Bölümü 26.10.2016’da (Başvuru no 2014/4077) zorunlu aşı uygulaması hususunda verilen tedbir kararları nedeniyle bireysel başvuru haklarını kullanan davacıların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvuruda, velayet altında bulunan çocuğa bebeklik dönemi aşılarının uygulanmasının kabul edilmemesi ve zorunlu aşı uygulamasının açık yasal dayanağı olmamasına karşın Mahkemece sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesi nedeniyle çocuğun vücut bütünlüğünün ihlal edildiği belirtilerek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Belirtilen kapsam ve amaçlarla Anayasa md. 13 gereği zorunlu aşı uygulamasına ilişkin açık bir yasal düzenleme bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Bu 2 bireysel hak ihlali kararı kamuoyunda ve uzmanlık çevrelerinde kapsamlı tartışmalara yol açmıştır. Türk Tabipleri Birliği ve ilgili Tıp Uzmanlık Dernekleri genelleyici bir bakışla, toplum yararının birey özerkliği gerekçesiyle çiğnenebileceği anlayışını çok tehlikeli bir yaklaşım olarak nitelemiş; duyarlı kişilerin aşılanmasıyla toplum düzeyinde etkin ve güvenli koruma sağlanabilen bulaşıcı hastalıklar dikkate alındığında, bir değer olarak ve hiçbir şeye ikincil olmayan toplum yararı ile çocuğun en yüksek yararının bireysel onamın (rızanın, özerkliğin) üzerinde olduğu tezi savunulmuştur. Hukuk çevrelerinde de değişik yorumlara gidilmiştir.

Ancak hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki; Anayasa’nın sağlıkla ilgili temel maddesinde (56. md.) herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanınarak Devlete + Yurttaşa bu bağlam-da ortak – birlikte sorumluluk ve görev yüklenmektedir. Bu görev ve yükümlülük aşı yaptırma-makla ve aşı yapmamakla yerine getirilemez; tersine, Anayasa açıkça çiğnenmiş olur! AYM’nin kararında bu maddeyi dikkate almaması kabul edilemez.

Sağlık Bakanlığınca yapılacak küçük bir yasal düzenleme (tek maddelik!) sorunu çözecektir. Böylesi bir yasal içerik için üst hukuk normu Anayasa elverişli olup (md. 13), eksik olan, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde “açık yasal norm yokluğu” dur.

Sağlık Bakanlığınca 2,5 yıldır kısa, tek maddelik bir yasal düzenlemenin neden yapılmadığı ciddi bir soru ve sorundur. Söylemler, devletin yüksek tepelerinin buna karşı olduğu yönündedir!??! Bu arada Sağlık Bakanı 2 kez değişmiştir. TBMM, geçen hafta 34 uluslararası andlaşmayı 2,5 saatte ve salt AKP + MHP’li 193 vekilin oyu ile geçirmiştir. (Konuşma süresi 3 dakikaya indirilen muhalefet partileri CHP ve HDP salonu terk etmişlerdi..)

  • Erdoğan, bu sorunun ivedilikle çözümü için ne düşündüğünü kamuoyuna hemen açıklamak zorundadır.

Kabul edilemeyecek ve açıklanamayacak bir biçimde, 2,5 yıl gibi çooooooook uzun bir sürede tek maddelik bir yasal değişikliğin yapıl(a)mamış olması, duyumları, yani Erdoğan’ın buna engel olduğu savlarını güçlendirmektedir. Durum böyle değilse, hemen yarın çözüm yoluna konmalıdır. T.C.’nin partili – AKP’li ve anayasaya aykırı olarak tarafsız olmayan Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’a tarih önünde açık çağrımız ve konunun uzmanı olarak ciddi – kritik uyarımızdır :

  • Aşı reddinin yaygınlaşmasından doğacak salgınların ve bu salgınlarda hastalanarak ölecek, engelli kalacak masum çocukların vd.nin sorumlusu doğrudan R. T. Erdoğan olacaktır!

Böylesine ağır bir insanlık suçu işlemek istenmiyorsa, hemen yarın gerekli yasal düzenlemenin önü açılmalı ve Sağlık Bakanlığı yaygın aşılama ile ilgili tüm görevlerini eksiksiz yerine getirmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 15 Nisan 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com