Etiket arşivi: Türk Rönesansı

ADD YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU


Zafer’in 100. yılından, Cumhuriyet’in 100. yılına ilerler ve bir seçime giderken;
Demokratik Kitle Örgütlerinin katılmasını umduğumuz,
Siyaset Kurumunun dikkate almasını beklediğimiz,
Ulusumuzun da desteklemesini dilediğimiz ÇAĞRIMIZDIR.

AZİZ MİLLETİMİZ!

Her karışını kanlarıyla sulayarak VATAN yaptıkları bu topraklar üzerindeki bağımsızlık ve egemenliğimizi Lozan’la dünyaya tanıtan KEMALİST DEVRİMCİLER, akıl ve bilimden koptuğu için
çökmekte olduğunu gördükleri, cepheden cepheye koşarak kurtarmaya çalıştıkları, yıkılışını tarifsiz acılarla yaşadıkları devletlerinin enkazı üzerinde, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” düsturuyla kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hamuruna bir MAYA kattılar.
O mayanın adı NAMUS’tu! Devletimizin hamurunu çürümekten koruyan NAMUS MAYASI’nın eksilmesine izin verilmemelidir.
Çok kutuplu yeni bir DÜNYA DÜZENİ oluşurken; barış, huzur ve topyekûn kalkınma için,
bu toprağın insanlarının kadın erkek birlikte yarattığı, başarısı kanıtlı, bütün ilke,
eser ve politikalarıyla dünyaya örnek olmuş ATATÜRK CUMHURİYETİ en doğru yoldur,
YENİDEN o yola girilmelidir.
ATATÜRK CUMHURİYETİ; Aydınlanma Devrimleriyle toplumu tepeden tırnağa değiştiren,
çağ atlatan, özünde bir KÜLTÜR ve KADIN devrimi, SANAT ve BİLİM özgürleşmesi,
bir TÜRK RÖNESANSI’dır. Anadolu’nun binlerce yıllık kültürü ile bütünleşen LAİK CUMHURİYET KÜLTÜRÜ devletimizi bugünlere taşıyan en değerli kazanımımızdır, korunmalıdır.
LAİKLİK; demokrasinin olmazsa olmazı, aklın doğmalara tutsaklıktan kurtularak özgürleşmesi,
yurttaşın; fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür birey olmasıdır. Devlet; taş binalar değil,
görevli yurttaşlardır ve görevlileri laik bireyler ise laiktir. Laiklik, gölgesinde güvenle yaşadığımız Cumhuriyet Kubbemiz’in kilit taşıdır. Tarihten ders alınmalı, tarikat, cemaat adıyla
örgütlenmiş, emperyalizm taşeronu yapılanmalar için yasalar uygulanmalı, Devlette
hiçbirLaik Cumhuriyet ve Üniter Ulus Devlet karşıtı kadrolaşmaya izin verilmemelidir.
YARGI; egemenliğin ve Ulusal bağımsızlığın temel unsurudur. Bağımsız olacaktır, ama tarafsız olamaz. Anayasal düzenden yana taraftır. Bir devlet; yargı hak ve yetkisini, hiçbir koşulda
başka bir otoriteye ya da devlete devredemez. İktidarların ya da paralel güçlerin emrine girmiş, baskılarla hüküm kuran bir yargının devletleri felakete sürüklediğinin tarihte örneği çoktur,
biri de Osmanlı Devleti’dir. Yargı; kayıtsız, koşulsuz bağımsız olmalıdır.
Ulusumuz; 1961 Anayasası’nı esas alan demokratik bir ANAYASA’ya ve Hukukun Üstünlüğü ile Kuvvetler Ayrılığı ilkesine tam bağlı gerçek bir HUKUK DEVLETİ’ne kavuşturulmalıdır.
PARA; bir diğer egemenlik ve ulusal bağımsızlık unsurudur. Üretimden kopmuş, hukuk güvencesi sunamayan, nepotizme, yolsuzluğa, rüşvet ve israfa batmış devletlerin PARASI PUL, YURTTAŞI KUL olur. Üretim artırılmalı, her yurttaşın vergi mükellefi olacağı, her gelir ve harcamasını kayda geçireceği adil bir vergi sistemi kurulmalı, kayıt dışı ekonomi önlenmeli,
hakça bölüşüm ve gelir dağılımı adaleti sağlanmalıdır. Merkez Bankası bağımsız olmalı, kamu maliyesi naslar ya da saplantılarla değil, akıl ve bilimle yönetilmelidir.
ATATÜRK’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir” tanımı
doğrultusunda; ulus olma bilinci ve ulusal birliğimiz güçlendirilmelidir. Emperyalizmin
BÖL YÖNET” taktiği güdümlü mikro milliyetçilik ve mezhepçilik tuzaklarına düşülmemeli, federasyon çağrıştıran arayışlara itibar edilmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı mezata düşürülmemeli, siyasi beklentilerle dağıtılmamalıdır. Uluslaşamamış, Ulus Devlet olamamış Irak, Suriye, Libya, Ukrayna gibi uzak yakın bazı komşularımız dahil, birçok devletin nasıl ezilen çimen oldukları iyi değerlendirilmeli, ÜNİTER ULUS DEVLETİMİZ gözümüz gibi korunmalıdır.
DIŞ POLİTİKA; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ve bölge merkezli, karşılıklılık esaslı KEMALİST felsefeyle yürütülmelidir. Atatürk’ün; Sadabad Paktı ve Balkan Antantı, Montrö ve Hatay politikaları ile SSCB (Rusya), Orta Doğu ve Avrupa ilişkilerindeki prensipleri hep akılda tutulmalı, uluslararası anlaşmalarda ve büyük devletler siyasetinde bağımsızlığımızı zedeleyecek  adımlardan kaçınılmalıdır. BOP, 21. yüzyılın Sevr’idir. Bölgemizi kana bulayan bu
emperyal projenin Sevr ile aynı mantıkla hazırlandığı ve ülkemizi bölme amacının haritası ile sabit olduğu görülmelidir. Cumhuriyetimiz antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı
KURULUŞ AYARLARI’na dönmeli, TÜRKİYE TÜRKİYE’DEN YÖNETİLMELİDİR!
TBMM’ye neden GAZİ MECLİS dendiği, Devletimizin Büyük Millet Meclisi Hükümeti esası ile kurulduğu, MECLİS’in demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasal partilerden oluştuğu
dikkate alınarak Meclis iradesini esas alan bir yönetim sistemi kurulması, yürütme erkinin
TEK ADAM’a teslim edilmemesi hedefi doğrudur, ancak sonraki iştir. Seçim kapıdadır.
Mevcut Anayasamıza göre Türkiye’yi seçilecek Cumhurbaşkanı yönetecektir. Seçmenin;
“En iyi ben yönetirim” diyecek ve ikna edecek adaya oy vereceği unutulmamalıdır.
EĞİTİM en önemli sorunumuzdur. Çocuklarımız; öncelikle düşünmeyi, öğrenmeyi, sorgulamayı öğrenmeli, tarikat ve cemaatlerden, hurafe ve dogmalardan uzak tutulmalı, bilimsel bilgi ile
eğitilmelidir. 4+4+4 yanlışından dönülmeli, temel eğitim kesintisiz 12 yıl olmalıdır. Parasız LAİK MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİ ile özgür bireyler yetiştirilmeli, öğretmenlerimiz YENİDEN baş tacı edilmelidir. Öğretim Birliği Yasası’nı yok etme çabalarına, hele 100 yıl sonra yeniden MEDRESE ve benzeri DİYANET AKADEMİSİ türü arayışlara hiç girilmemelidir. Üniversitelerimizin bilimsel olarak özgür, mali ve idari özerkliği tartışmasız demokratik bilim yuvaları olacağı bir
Üniversite Reformu yapılmalı, ara eleman yetiştirecek meslek okulları Köy Enstitüleri modeliyle YENİDEN örgütlenmeli, gençlerimiz geleceklerini yurt dışında arama çaresizliğinden kurtarılmalıdır.
SAĞLIK, sosyal devletin temel görevidir. Hastayı müşteri, hastaneyi ticarethane olarak tanımlayan, sağlık çalışanının emeğini sömüren, insan sağlığını küresel kapitalizmin
çok uluslu şirketlerinin talanına terk eden neoliberal sağlık politikalarına son verilmeli,
Koruyucu Tıp öncelikli, Toplumcu Kamusal Sağlık Sistemi YENİDEN kurulmalı,
ilaç, aşı ve tıbbi malzeme üretimi yerli kaynaklara dayandırılmalıdır.
KADININ; insan olarak eşitliği temelinde, çalışma hayatının ve sosyal yaşamın içinde olması ile toplumsal özgürleşmenin mümkün olacağı bilinciyle, sadece ailenin değil, uygarlaşmanın da taşıyıcı kolonu olduğunu içselleştiren bir yönetim anlayışı YENİDEN yaratılmalıdır.
Eğitim müfredatından başlanarak, medyadan sokağa ve eve kadar, başta kadına ve çocuğa, şiddetin, istismarın her türü sözlüklerimizden çıkarılmalıdır. İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’ne dönülmeli, ÇOCUK ve GELİN sözcüklerinin birlikte kullanılması utancı tarihe gömülmelidir.
İstihdam yaratamayan, Sosyal Güvenlik Sistemini çökerten, sürekli cari açık üreten,
dışa bağımlı, emekçisini, emeklisini süründüren, nüfusun % 1-2’si ile faiz lobilerine çalışan NEOLİBERAL ekonomi politikaları sürdürülemez. Üretimsizlik SEBEP; faiz, enflasyon, işsizlik
ve açlık NETİCEDİR. Yüksek teknolojili ürün üretme ve 4 Denge Teorisi (Bütçe, Gelir gider,
Dış Ticaret, Kamu Özel Sektör Dengeleri) esaslı KEMALİST KARMA ÜRETİM EKONOMİSİ
YENİDEN Devletimizin Ekonomi Politikası olmalıdır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
YENİDEN devreye sokulmalı, akılcı planlama ve teşvik politikaları ile kamu ve özel tüm güçlerin katılacağı bir ÜRETİM SEFERBERLİĞİ başlatılmalı, KOOPERATİFÇİLİK geliştirilmelidir.
İşsizliğin ücretleri baskılamasına, sermayenin emeği kâr hırsına kurban etmesine izin verilmemeli, Sınıf Sendikacılığı güçlendirilmeli, “Sigortasız İşçi”, “Çocuk İşçi” gibi kavramlar
yok edilmelidir. Bilişim  çağı ve sanayi 5.0 kaçırılmamalı, TARIM ve HAYVANCILIK güçlü biçimde desteklenmeli, en zor koşullarda kendini doyuran 7 ülkeden biri olmamızı sağlayan çiftçimizi toprağından koparan politikalara son verilmeli,
kamu üretim tesisleri YENİDEN faaliyete geçirilmelidir.
NÜFUSUMUZ ve insan kaynağımız planlanmalıdır. Eğitimsiz kalabalıkların iş gücü ve üretime katılamayacakları, topluma yük olacakları bilinmeli, insanlarımız 3 çocuk yapma,
5 çocuk yapma gibi bilim dışı öğütlerle eğitimsizlik, işsizlik ve yoksulluğa mahkûm edilmemelidir. MÜLTECİ (iltica için başvuran) ve geçici koruma altında olanlar sorunu,
akıl dışı ırkçılık suçlamalarının sislemesine bırakılmayacak kadar ciddidir. Bu sorunun;  demografik yapımızı tahrip ve ülkemizi bölme amaçlı bir emperyal saldırı olduğu görülmeli, gereği yapılmalıdır.
TÜRKİYE; sınırlarını koruyamayan, yurt dışı tek toprağı Süleyman Şah Türbesi’ni
terör örgütlerine terk eden, 19 adasındaki Yunan işgalini tepkisiz seyreden, beyzbol sopaları
ve mektuplarla had bildirilen, tehditle terörist(!) salıveren, kapılarda bekletilen,
tescilli rüşvetçilerce temsil edilen ve İTİBARI saraylarda arayan bir ülke olmamalıdır.
TÜRKİYE; büyük doğmuştur, onurlu insanlar ülkesidir,
büyüklüğüne layık ve onurla yönetilmelidir.
ORDUMUZ; siyasetin etkisinden arındırılmalı, komuta bütünlüğü YENİDEN sağlanmalı,
kendi sağlık, eğitim, yargı ve terfi sitemlerine sahip kılınmalıdır. PARTİ ORDUSU arayışları nafile, sonu hüsrandır. Paramiliter yapılanmalar dağıtılmalı, bireysel silahlanma önlenmeli,
halkımızın bütün güvenlik güçlerimize tereddütsüz güveneceği bir düzen kurulmalıdır.
BASIN; Atatürk’ün “Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası,
yine basın hürriyetidir
.” sözü ışığında ÖZGÜR olmalıdır. Basın organları sahiplerinin
tek işlerinin basın olması YENİDEN sağlanmalı, YANDAŞ MEDYA yaratmanın
kimseye yararı olmayacağı bilinmelidir.
SİYASİ PARTİLER ve SEÇİM YASALARI demokratikleştirilmeli, lider sultası ortadan
kaldırılmalıdır. Anayasa ve yasalarımıza uygun bütün örgütlülüklerin -Örgütlü Toplum olmanın- önündeki engeller kaldırılmalı, hukuk dışı uygulamalarla baskılanmamalıdır. Tırnak boyası ve seçim kurulları dahil, SEÇİM GÜVENLİĞİ tartışılır olmaktan çıkarılmalı, propaganda eşitliği sağlanmalıdır.
ULAŞIM; demiryolu ve deniz ulaşımı öncelikli geliştirilmelidir. Başta ENERJİ, tüm stratejik üretim alanlarındaki korkunç dışa bağımlılığımız en aza indirilmeli, yer altı ve yer üstü kaynaklarımıza, sularımıza, madenlerimize, ormanlarımıza ve çevremize sahip çıkılmalıdır.
Çalışma yaşamından banka ve sigorta sistemine, turizm ve kültürden spor ve sanata, emekli ve yaşlılarımızdan engelli yurttaşlarımıza her alanda uygulanacak ulusal ve akılcı politikalarla insanlarımızın barış, huzur ve güven içinde yaşayacakları bir düzen kurulmalıdır.
Ulusumuz; bütün bunları 100 yıl önce yaptı, doğru önderlik, doğru kadrolar, doğru yol haritası ile bugün de yapacak güçtedir. ULUSUMUZA GÜVENİYORUZ!
Dünyanın en bereketli topraklarında, dünyanın en fedakâr,
en çalışkan halkını açlığa mahkûm eden BU DÜZEN DEĞİŞMELİDİR!
Biz Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri, MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ!
Bilgili olacağız, cesur olacağız, kararlı olacağız, çok çalışacağız,
KEMALİZM’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi  yurdumuzun semalarına asacağız ve milletçe

YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’ni kuracağız.

SÖZ VERİYORUZ!
23 Nisan 2022, ATO Kongre Merkezi, Ankara

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU
====================================================

PDF ; 23 Nisan 2022 YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ Bildirgesi

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

Kristal Dükkânındaki Fil

Gani AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 11 Temmuz 2021

Emperyalizm Atatürk’ü iki nedenle affetmedi. Birincisi Kurtuluş Savaşı’nda yediği sopa, ikincisi de laik bir devlet kurarak enerji coğrafyası Ortadoğu halklarının karanlık yazgısına ışık tutmasıdır. Emperyal pencereden bakıldığında Ata’nın suçu (!) bunlarla da sınırlı değildir.

Çünkü Atatürk, milletinin unutulan hasletlerini gün yüzüne çıkaran “Türk Rönesansı”nı da gerçekleştirmiş, milli bilincin ölümsüz iksiri ile silkelediği halkına modern bir Cumhuriyet bırakmış ve -iktidarın karartmaya çalıştığı- aydınlık ufuklar açmıştır. İslam, ümmet temelinde kurulduğu için siyasal İslamcılar Türk ve Türklük kavramına mesafe koyarken başka uluslar bir yana Arapların bile neden çok devletli olduğuna kafa yormazlar. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, Babacan’a “ayrılma, parti kurma, ümmeti bölme” demesi de “milletim” deyip Türk adını anmaması da bundandır.

  • Siyasal İslamcıların belalısı laiklik, tarihsel süreçte yaşanılan acı ve trajedilerin ürünü olarak insanlığın ulaştığı büyük buluştur.

Laik devlette sistem dinden bağımsız ve yurttaşlar din tercihlerinde özgürdür.
– Devlet, dini yapılanmaların demokrasi aleyhindeki etkinliklerini gözetler ve önler.

AKP iktidarında irtica altın dönemini yaşıyor.

Çağcıl ve dünyevi Avrupa’da kilise ve dini oluşumlar devletle barışıktır. Bizdeki benzer kümelenmelerin, bayrağının altında yaşadığı devletini yıkmaya çalışmaları, özellikle aldatılmaya elverişli eğitimsiz taban bulmalarındandır.

AKP’NİN ‘DAVASI’

Erdoğan kısa süre önce “AKP bir dava partisidir” dedi. Hep söyleyip de ne olduğunu açıklamadıkları “dava”larının şifrelerini açalım:

Yollarını aydınlatan ışık (!) Emevi ve İhvan Müslümanlığı
(siyasal İslam), özlemleri ortaçağ, hedefleri Cumhuriyetin naaşını yeşil tabut içinde İskilipli Hocalarının ruhuna armağan etmektir.

Kurtuluş Savaşı’mıza karşı çıkanların uzantıları, 20 yıldan beri devlete egemen.

Yedi ton ağırlığındaki fil, daldığı zücaciye dükkânını nasıl haşat ederse bunlar da laik Cumhuriyeti büyük bir hınçla öylesine tarumar ettiler.

Parlamentoyu işlevsizleştirdiler, Yargı ve Yürütmeyi denetimlerine aldılar. Soygun ve yağma kanser gibi devletin kılcal damarlarına kadar yayıldı. Hazine kaynakları holdingleşmiş çetelere, döviz garantili kara deliklere ırmaklar gibi akıtılıyor. Gemi filosu haberinden başka, Hollanda bankalarında 26 milyar dolarının da stoklandığı haberleri, tarihinin hiçbir evresinde böylesine hayasız bir talan yaşamayan, işitmeyen halkı sarstı.

Yirmi yıldır beton rantı ile vals yapan AKP, siyasi ömrü yeterse yaratılışın DNA’sıyla oynama ve doğa felaketlerine sebep olma pahasına da olsa, hortum lobisi güzergâhı kapattığı için Kanal İstanbul’dan vazgeçmeyecektir.

  • İstanbul’u da aşan ve Türkiye sorunu olan bu rant barbarlığına İmamoğlu’nun direnişini ve çırpınışını selamlıyorum. Halk ve tarih bunu not edecektir.

MİLLETTEN ÜMMETE

Ümmet sözcüğü Kuran’da 64 yerde geçer. Siyasal İslamcıların ideal “ümmeti”, emperyalizmin güdümündeki uysallar topluluğu ve şeyhinin karşısında müridin, “gassal”ın önündeki ölü gibi olmasına inandırılan, iradeleri teslim alınmış zavallılardır.

  • Emperyalizmin İslam ülkelerindeki tarikatlara duyduğu aşk ve sağladığı kaynak, bunların beşinci kol olarak kullanılmasındandır.

Son yılların tarikat skandalları ve siyasal İslamcılığın cüretkâr adımları; halkın Anıtkabir’e dua ve rahmet dileğini şelaleye dönüştürdü, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına yönelimi artırdı.

  • “İslamcılar”, İslam’ı da mahvettiler.

Tarikat yurt ve dergâhlarında bitip tükenmeyen tecavüzler, bugün değilse yarın camileri, direkler ve meleklerle baş başa bırakabilir.

SON SÖZ

Anadolu halkı Atatürk’ün kapsayıcı tanımı ile üst kimlik olarak Türk’tür ve baskın olarak Kuran Müslümanı’dır.

Mısır, Fas, Tunus, Cezayir ve Libya gibi Araplaşmayı reddeder.

Ulusal kimliğini, devletini ve Cumhuriyetini seccadeli hırsızlardan koruyacağına ant içer.

  • Atatürk’ün ve Cumhuriyetin azılı düşmanları (!);
  • Ortaçağ sevdanız, püsküllü belanız olacaktır.

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM

 

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM     

portresi

 

 

 

 

Prof. Coşkun Özdemir
coskunoz@superonline.com, 23.10.2015
https://profcoskunozdemir.wordpress.com/2015/10/23/cetin-altan/ 

Türkiye büyük bii savunan, o yıllarda emekçinin topluma ağırlığını koyduğuna inanan ve inandıran bir aydın, bir yazar. Ama bu ülke bu toplum, bu iktidarlar Sola – Soldaki gelişmelere  uzun süre tahammül edemezdi. Meclis’te Nazım Hikmet Türkiye’nin en büyük şairidir.” dediği için nr yazarını yitirdi. 50’li – 60’lı yılların büyük Aydınlanmacısı, militan solcusu, sosyalisti, emekçi dostu.

Mecliste “Nazım Hikmet Türkiye’nin büyük şairidir” dediği için neredeyse O’nu linç edeceklerdi.. Çetin Altan‘ın büyük övgü ile andığı ve çok sayıda ülke aydınının umut bağladığı 27 Mayıs’tan sonra gelen askeri darbeler Solu bastırmayı ve cezalandırmayı hiç ihmal etmemiştir. 60’lardan başlayarak Ülke büyük savrulmalar içinde kalmış, 12 Mart’ın yarattığı ağır havayı 70’li yılların kaosu, onun ardından 12 Eylül faşizmi izlemiştir. Çetin Altan çok sayıdaki, Solcu ile birlikte hapiste kalmış ve yine çok sayıdaki Solcu gibi yaşadığı bu olayların etkisi altında kalan Altan, tartışılmaz üstün yeteneklerini farklı bir üslupta kullandığı bir döneme adım atmıştır. Bence, Türkiye’de O’nun yaşam öyküsünden çıkarılacak çok dersler vardır.

O’nu baştan beri izleyenler arasındayım.

cetin_altan

Benim kuşağım, Sola, Sosyalizme bel bağlamış, gönül vermiş olanlar O’nu büyük bir hayranlıkla okumuş ve alkışlamışlardır. Demokrat Parti zorbalığına karşı yaptığı muhalefet, Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili olarak verdiği mücadele, köşe yazıları siyasal ve düşünce tarihimizin unutulmaz sayfaları arasında yer alır. Ama bu topluma önde gelen katkısı, toplumsal bilinci uyandırması, milli gelir, milli gelir dağılımı, hak ederek kazanma, çağdaşlık, gelişme, ilerleme, emek – sermaye ilişkisi, sınıfsal bakış açısı ve Türk toplumunun yabancısı olduğu kavramları o çarpıcı üslubu ve nefis Türkçesi ile ve tutarlı bir şekilde gündeme getirmesi olmuştur.

27 Mayıs’ın ardından yazdıkları ile toplumdaki sağlıksızlığın, bozukluk ve eşitsizliklerin analizini yapmaya ve nedenlerini ortaya koymaya çalışıyordu.

“Hiçbir zaman bu memlekette meseleler açıkça konuşulmadı. Buna neden menfaat yarışçılarının işlerini bozacak prensiplere hınzırca cephe almaları ve avantacıların aleyhine olan düşüncelerin katakulliye getirilip memleket aleyhindeymiş gibi gösterilmesidir. Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğu iddiası da bu aşağılık oyunların sonucudur. Komünizm tehlikesi okuyan köylüden değil, cahil köylüyü dolandıran ve servet yapan zümreden gelir. Ben bizdeki oportünistler ve kapkaççılar kadar görgüsüz, bencil, fikir düşmanı ve hain bir zümrenin medeni geçinen hiçbir memlekette var olabileceğini zannetmiyorum. Herkes açıktan geçinmek, topluma verdiğinden daha çoğunu toplumdan almak istiyor. Böyle bir demokrasi yeni ihtilal tohumları ekmekten başka hiçbir işe yaramaz. Şimdi neden şeriatçılar “din elden gidiyor” vaveylasını evirip çevirip usul usul yaymaya çalışıyor? Anadolu’da müthiş safça görünen ve müthiş ucuz bir oyun oynanıyor.

İki ayrı dünya arasında ilk köprüyü kurmaya kalkan tek devlet adamı yine Atatürk olmuştur. Türk Rönesansı O’nunla başlamış ve güçlendikçe de büyük tepkilerle boyuna yerle bir edilmek istenmiştir.”

İşte bu büyük yazardan bugüne de ışık tutan alıntılar.

Çetin Altan’ın bu yazıları, elinden kültür ve sanat ödülünü aldığı Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’ye ve Atatürk karşıtı oğullarına armağan edilmeli diye düşünmüşümdür.

Çetin Altan ve yakın dostluk ettiği İlhan Selçuk devrimcilerin  gözünde o yılların idolleridir. İlhan Selçuk hapse girdi işkence gördü ama O’nun Devrimci çizgisinde hiçbir sapma olmadı. Ne  yazık, bu iki büyük yazar ilerleyen yıllarda  ayrı düştüler. Ne kadar hazindir, Çetin Altan İlhan Selçuk’u uzun süren hastane günlerinde aramadığı gibi, ölümünden sonra da tek satır yazmadı. Oysa sevgili İlhan, Cumhuriyet‘te O’nun aleyhinde yazılar yayınlanmasını  stememiştir.

Evet, Çetin Altan hapishane deneyiminden sonra yavaş yavaş bir değişime uğramış, siyasetten çekilmiş ve o büyük birikimi ve dil ustalığı ile deneme tipi yazılar yazmaya ve fanteziler oluşturmaya başlamış bunu sürdürmüştür. Verdiği soylu mücadelenin ardından belki de uğradığı büyük düş kırıklığını, umutsuzluğunu ustalıklı bir şekilde gizlediğini düşünebiliriz. O artık davayı, sınıfsal bakış açısını terk etmiş, emekçiyi – sömürüyü unutmuştur.

Böyle bir Devrimcinin “Ben zenginleri severim, benim memurum işini bilir, demiryolları komünistliktir” diyen köşe dönme felsefesinin yaratıcısı ÖZAL’a destek vermesi bence dünyanın en büyük paradokslarından biri sayılmalıdır. Tayyip Erdoğan’ın elinden Ertuğrul Günay’ın beraberliğinde aldığı kültür – sanat ödülü de öyle.

En şaşırtıcı ve inanılmaz olan,

Atatürk bir ümmet toplumundan bir ulus yaratmış olan devlet adamıdır. Cumhuriyetçilik bir kişiye ait bir devlete köle olmaktan kurtulmak demektir. Cumhuriyetlerde devletin ayrıca bir sahibi yoktur. Devletin sahibi vatandaşların hepsidir. Böylesine bir aşamayı yapmış bir insandır Atatürk. Osmanlı köleliği ile övünerek, padişahları bile tanımadan O’nu abartmaya kalkanlar Cumhuriyeti de Atatürkü de
hiç anlamamış olanlardır.

Bu  satırların sahibinin, bana, birlikte olduğumuz bir sofrada ”Atatürk otuz bin kişiyi öldürtmekten başka ne yapmıştır?” demiş olmasına kolay inanılmaz. İnanmamak belki daha doğru. Siz okuyucular öyle yapın derim, inanmayın. Bu işin içinde bir patoloji var. Belki O’nu o sofrada dinleyen benimle birlikte 7 kişinin kulaklarındadır bu patoloji. İşitsel bir halüsinasyondur bu. Çünkü yukarıda Atatürk’le ilgili satırların sahibi ile bana sofrada söylenenleri  aynı insan söylemiş olamaz. Amansız Kemalizm karşıtı Ahmet – Mehmet Altan kardeşler için bir şey söylemeyeceğim. Onlarla ilgili zaten düşlediğim hiç bir şey olmadı.

Son kitabımda (Urfa’dan Harvard’a) Çetin Altan’ı anarken şöyle demiştim :

“Kimbilir belki o güzel akıcı Türkçesi ile şöyle dobra dobra gerçek bir yaşam öyküsü ile birlikte yaşamının açık yürekli bir muhasebesini yapıp geriye bırakmak isteyecektir..
diye düşünüyorum.

Türk toplumuna bu toplumdaki değişim dinamiklerini, toplumcu mücadele verenlerin
nasıl oradan oraya savrulduklarını ve acılar çektiklerini Türk Solu’nun nasıl darmadağın edildiğini en iyi anlatacak
insanlardan biridir Çetin Altan. 65 yıllık iktidarların sicilini çıkaracak, onu bütün açıklığı ile meydana koyacak düşünür ve yazarlara çok ihtiyaç var.”

Bitirirken şunu söyleyeceğim :

Ben 86 yaşındaki bir Cumhuriyetçi, bir Aydınlanmacı olarak çok sayıda düş kırıklığı yaşadım, İktidarlarla olaylarla, dostluk ettiğim insanlarla ilgili. Ama kişilerle ilgili bana en büyük acı veren düş kırıklığım Çetin Altan olmuştur. O gerçekleri gümbür gümbür inançla haykıran Devrimciden yoksun kalmış olmaktır.

O’nu, o Devrimci, Aydınlanmacı kişiliği ile anacağız ve özleyeceğiz. TV ekranlarında O’nun hakkında konuşan dostların da böyle yaptıklarına tanık oldum. O’ndaki değişimden söz etmediler. Kişiliklerin yanı sıra değişimlere yol açan ülke, toplum koşullarını zaten  her vesile ile konuşup tartışıyoruz. Işıklar içinde yatsın.

======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir, bizim İstanbul Tıp Fakültesi’nden Nöroloji hocamızıdır. Sonraki yıllarda ise kimi ortak çalışmalarda aynı masanın çevresinde olma onurunu yaşamışızdır. Urfa’dan çıkarak, Dünyanın en ünlü ilk birkaç üniversitesi arasında yer alan Harvard’a dek uzanan başarılı özyaşam öyküsü, son derece başarılı hekimlik – parlak öğretim üyeliği yıllarına ek, alçakgönüllü bir kişilikle bezenmiştir. İlerleyen yaşına karşın (halen 86’da!) toplumsal ve mesleksel savaşımını bırakmamıştır. Bir Silivri ziyaretimizde birlikte oluşumuzu unutamayız. Yazılarını bir web sitesinde toplamış olması çok sevindiricidir. Bu hazineden yararlanılmasını öneririz.. (https://profcoskunozdemir.wordpress.com)

Coşkun hoca, biz de dahil, bir rol modeli, idoldür binlerce İstanbul Tıp mezunu hekim için!.. Ulusal Kanal’da katıldığımız programların hemen ardından kutlama telefonu edenlerin başında O gelir tüm değerbilirliği ve inceliğiyle. Emeklilik sonrasnda son derece nitelikli emeğini – yılların birikimini Kas Hastalarına adamış, KAS-DER‘i (Kas Hastalıkları Derneği) kurarak Yeşilköy’de belediyeden kiralanan mütevazi binada bu ağır hastalara karşılıksız hekimlik hizmeti vermektedir. (İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu binanın kira sözleşmesinin sonuna doğru her yıl boşaltma için Çin işkencesini sürdürüyor. Ama koca koca binaların İstanbul’da AKP’li belediyelere satın alınarak, Bay RTE’nin oğlu Bilal oğlanın vakfı TÜRGEV’e özgülendiğini (tahsis edildiğini) okuyoruz basında!?.. )

O (Coşkun hoca), gerçekten, Nobel ödüllü yüzakımız Saygın Prof. Dr. Aziz Sancar gibi -ki O’nun da hocası olmuştur!- geldiği yeri Cumhuriyet‘e, onun kurumlarına ve eğitim sistemine borçlu olduğunu bir an bile aklından çıkarmamıştır. Dolayısıyla, Çetin Altan hakkında yazdıkları da hiç kuşku yok, virgülüne dek doğrudur.. Bizim klavyemiz bir türlü Çetin Altan hakkında birşeyler yazmaya yönelmiyor nedense.. O’nun hakkında yazan Coşkun hocayı yazdık üstelik..

İz bırakan bir olguyu paylaşmak isteriz ki; 1970’ler ortasında İstanbul Tıbbiyesi öğrencisi iken Çetin Altan’ın “BEN MİLLETVEKİLİ İKEN” adlı kitabını okumuştuk. Erken 20’li yaşlarda idik ve çok etkilenmiştik. 27 Mayıs Devrimcileri “Göreli (Nispi) Temsil ve Ulusal Artık (Milli Bakiye)” seçim sistemi getirmişler, 1 oy bile telef olmaksızın temsilde adaleti sağlamışlardı. Bu sayede TİP (Türkiye İşçi Partisi) 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekilliği kazanarak TBMM’ ye girmişti. Çetin Altan da TİP milletvekili idi ve o Meclis, 1968’e dek son derece renkli olmuştu. Altan, TBMM konuşmalarına yer veriyor, orada yedikleri dayaklaradan, gördükleri baskılardan usta kalemiyle (1978 Türk Dil Kurumu ödülü sahibidir) söz ediyordu. Gözünün birinde önemli görme yetisi azalması olmuştu Demirel’in AP’li vekillerinin saldırısı ile.. Dokunulmazlığı kaldırılmıştı (sonra geri verildi..).

…. Başkaca yazmak istemiyoruz Çetin Altan hakkında.. Tüm olumlu devrimci – aydınlanmacı katkılarını şükranla karşılıyoruz.. Tosuncuklarına gelince.. onmaz Atatürk düşmanlığı tutum ve davranışları midemizi bulandırıyor.. Hele küçüğünün “..bir kadın memesine vatanı satarım..” sözleri.. Çetin Altan “dönmese” idi, 2 oğlu böyle mi yetişirdi acaba??

Sevgi ve saygı ile.
25 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com