Etiket arşivi: Türk Kimliği

TÜRK YALNIZCA BİR AD MIDIR?

Nusret KEBAPÇI

Zaman zaman pek çoğumuzun toplumsal ilişkilerden yakındığı olmuştur. Hatta öyle ki, gerek toplumda gerekse trafikte, otobüste, dolmuşta.

Ya da alışveriş ederken sonuç değişmiyor, çok uzun bir süredir birbirimize saygı duymadığımız gibi bir gerçek var. Bunu hemen, yaşamın her alanında görmekteyiz. Örneğin uzun süredir dolmuşta, otobüste, gençlerin yaşlılara, gebelere veya engellilere yer verdiğini görebiliyor muyuz? Elbette istisnalar (ayrıklar) kuralı bozmaz ama eğer gerçekten doğruyu söylemek gerekirse görülmüyor.

Bir de günümüzün oyuncağı cep telefonunun o sihirli çekiciliğine kapılıp eğer kulağına da kulaklığını takmışsa, inanın dünya umurunda olmuyor. Peki, bu tür olayları tekil, yani ender olaylar olarak adlandırabilir miyiz? Kesinlikle değil. O halde, toplumumuzun önemli bir bölümünün de bu gidişten hoşnut olmadığı göz önünde bulundurulursa, konuyu biraz irdelemekte yarar bulunuyor. O zaman soralım: Birlikte savaş vermiş, acılar çekmiş bir ulusun çocukları olarak neden birbirimize karşı saygısız, hoş görüşüz bir duruma geldik? İsterseniz ortaya bir soru atmakla işe başlayalım.

Sizce bugün toplumu birleştirecek, harç görevi görecek, ortak duygu ve düşüncede bizi buluşturacak bir düşün ya da ideolojimiz var mı? Tasada ya da sevinçte aynı duyguları paylaşıyor muyuz? Doğrusunu isterseniz buna evet demeyi çok isterdim ama ne yazık ki böyle bir şey söz konusu olamıyor. Peki neden? Gerçekte nedeni pek çok insanca biliniyor ama yine de söyleyelim :

  • Bizim hepimizi kapsayacak, kucaklayacak ve birbirimize saygı duymamızı sağlayacak bir kimliğimiz yok!

Sakın ola Anayasa’da “Türk Milleti” yazıyor demeyin! Evet, Anayasa’ da var ama yalnızca orada. O da ne denli orada kalabilirse. Çünkü inanın ilk fırsatta ya yeni anayasayla ya da yapılabilecek değişikliklerle emin olun kaldırılacaktır. Ama zaten benim kastettiğim Anayasa’da olması değil, bunun yaşamımızda hiç olmadığı.

Hani kimi kez çeşitli yerlerden “Türk” adı kaldırılınca çok ciddi olmayan bir tepkiyle “Türk adı kaldırılıyor.” türünden hatta tepki de demeyelim, serzenişte bulunulmuştu ya, işte orada kaldırılan salt ad değil, bizi; tüm yurttaşları kucaklayan ulus kimliğimizdi aynı zaman da.

Bugün hemen her ülkede yaşayan insanların aslında pek çok kimliği bulunmaktadır. Bu etnik kimliğiniz olabildiği gibi, dinsel yani hangi din – mezheptenseniz onun kimliği de olabilir. Cinsiyet kimliğinizi de bu kapsamda sayabilirsiniz. Ancak; bu kimlikleri taşımış olmanız, toplumda salt sizinle aynı düşünceleri paylaşan çok küçük bir kesimi ilgilendirmektedir. Bu nedenle tüm halkı birleştiren, bu az önce saydığım türden kimliklerin üzerinde yer alarak,

  • Toplumun bölünmez bütünlüğünü sağlayacak bir ulus kimlik işin olmazsa olmazıdır.

Çünkü bilinmeli ki; hemen herkesi eşit birey olarak görerek benzer düşünce ve duygulara sahip bir toplum oluşturmayı amaçlayan ulus kimlik olamazsa, ister istemez bugün olduğu gibi hemen herkesin kendini farklı tanımlayabildiği pek çok farklı etnik ve dinsel kimlikler ortaya çıkacaktır. Böyle olunca da haliyle ulus olmak, dayanışmak, bağımsızlık, emperyalizme karşı mücadele, sanayileşme, ülkenin kalkınması da ister istemez anlamını yitirecektir. İşte tüm dünyada bunu engelleyebilmenin yalnızca bir yolu bulunmaktadır:

Ulus kimlik…

Bizdeki adıyla da Türk kimliği.

Bilinmelidir ki Dünyadaki hiçbir devlet; etnik ve dinsel kimlikler üzerinden toplumunu parçalayabilecek girişimlere ve örgütlenmelere izin vermez, veremez!

Demek istediğimiz, Ulus kimlik bir ülkede birleştirici harçtır, çimentodur

Onu yok saymak demek, etnik ve dinsel parçalanmaya çanak tutmak demektir.

Asla başka bir şeye değil.

Ali Babacan ve 6’lı masa

Barış DosterBarış Doster
07 Ocak 2023 Cumhuriyet

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında söylediklerinin yankıları sürüyor. Babacan’ın Türk vatandaşlığı, Türk kimliği, Devrim Kanunları, anadilde eğitim, cemaat ve tarikatlar için yasallık türünden sözleri yeni değil. Babacan’a özgü de değil üstelik. Babacan’ın eski partisinde de ana muhalefet partisinde de diğer partilerde de böyle düşünen çok kişi var. Daha genel ölçekte liberallerin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, iman bankerlerinin, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle, ulus devletle, ulusal kimlikle, yurttaşlıkla sorunu olan etnikçilerin, mezhepçilerin, numaracı cumhuriyetçilerin Babacan gibi düşündüğünü biliyoruz. Babacan bu bağlamda, Osmanlı’daki Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin günümüzdeki devamı niteliğinde. Şaşırmamalıyız…

Abdullah Gül’ün desteğini arkalamış, Londra tefecilerinin gözüne girmiş, New York bankerlerinden aferin almış, küresel finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart tezkeresi öncesinde, dönemin ABD Başkanı Bush’la, Amerikalıların aşağılayıcı benzetmesiyle “at pazarlığı” yapmış bir isim Babacan. Partisini kurduktan sonra, önceki partisini (AKP) kıyasıya eleştiren ama AKP hükümetlerinde dışişleri bakanlığı, ekonomi bakanlığı, başbakan yardımcılığı yaptığını unutan, o dönemki icraatlarına, sorumluluklarına ilişkin tutarlı, samimi, inandırıcı bir özeleştiri vermeyen bir isim Babacan. Böylesi bir özeleştirinin sadece siyasi bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmeyen bir isim Babacan.

CHP VE İYİ PARTİ’NİN SESSİZLİĞİ

Asıl şunları soralım :

Babacan’ın bu sözlerine, savaş meydanlarında kurulmuş, Manda ve himayeye hayır denilen Sivas Kongresi’ni (1919) 1. kurultayı kabul etmiş, devlet kurmuş, Atatürk’ün partisi olarak tarihe geçmiş, ana muhalefet partisi CHP’den de Türkçü, milliyetçi, Ülkücü gelenekten isimler öncülüğünde kurulan İYİ Parti’den de sert tepkiler gelmedi.

Biliyoruz, CHP içinde Babacan gibi düşünen, partiye etnikçi, mezhepçi, liberal, ikinci cumhuriyetçi, siyasal İslamcı kota, kontenjan ve kompartımanlar sayesinde eklemlenen çok isim var. Etkili konumdalar üstelik. Peki ya parti tabanı niçin sessiz? Seçimler öncesinde genel başkanla ters düşmek istemeyen ve yeniden seçilmenin hesabını yapan milletvekillerini biliyoruz da peki ya parti örgütünün sessizliği?

Biliyoruz, İYİ Parti genel başkanı, son aylarda sıklıkla, Jön Türklerin, İttihatçıların sloganı olan Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganını kullanıyor. Peki, aynı zamanda Cumhuriyet tarihi doktoralı bir bilim insanı olan İYİ Parti lideri, niçin Babacan’a şöyle okkalı bir Cumhuriyet tarihi dersi vermiyor?

  • Sıkça yineliyoruz:
  • CHP genel başkanı, 6’lı masayı bir arada tutmak için harcadığı enerjinin onda birini, partisini büyütmek için harcamıyor.
  • “Aman 6’lı masa dağılmasın” endişesi, CHP ve İYİ Parti yöneticilerinin elini, kolunu bağlıyor.

Peki, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, henüz rüştünü ispat etmemiş, seçime girmemiş, en küçük bir siyasi özeleştiri vermemiş Babacan’ın niçin, kendileriyle aynı hassasiyeti, aynı endişeyi taşımadığını, bu ipe sapa gelmez lafları, neye güvenerek söylediğini sorgulamıyorlar mı?

CHP ve İYİ Parti’nin yönetimleri, “Aman 6’lı masa dağılmasın” diyorlar da Babacan, “Birkaç ay sonra seçim var. CHP listelerinde yer alabilirim. CHP tabanından oy isteyebilirim. CHP’lileri kızdırmayayım” kaygısı taşımıyor mu? Bu cesareti kimden alıyor? Montrö konusunda çok haklı ve isabetli hassasiyetlerini kamuoyuyla paylaşan 104 amiralin bildirisi  için “zevzeklik” diyen Akşener, Babacan’ın bu saçma sözleri için, son haftaların moda sözcüğüyle “ahmaklık” demeyi düşünüyor mu?

Yukarıdaki soruların yanıtını bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz o ki siyasetçiler ideolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, kavramsal bilinçten yoksun olunca ve zamanında gereken tavrı almayınca inandırıcı olamıyor, umut ve güven vermiyorlar. O nedenle sürekli yalpalıyorlar. Bu yüzden Babacan ve saz arkadaşlarına gereken tepkiyi ülkemizin gerçek Cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri, devrimcileri, yurtseverleri, ulusalcıları, solcuları veriyor.

Alevi önderlere dost uyarısı!

Alevi önderlere dost uyarısı!Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
17 Kasım 2022, YENİÇAĞ, YAZARIN SAYFASI 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır, okunması dileğiyle..)

Alevi ve Bektaşilerin örgütlü sekiz çatı kurumu adına düzenlenen basın toplantısına davetli olarak katıldım.

Benim bu toplantıya davet edilmemin sebebi, 32 yıl önce Tercüman gazetesinde yayınlanan “Gelin Canlar Bir Olalım” başlıklı araştırmam ile sorunları ortaya koymuş olmamdır… Demek ki unutulmamış…

Toplantıda sekiz çatı kurum adına konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan, 35 yıldır “laiklik ve demokrasi temelinde, eşit yurttaşlık, Diyanet’in lağvedilmesi ve devletin inançlara karışmaması” gibi taleplerini gündeme getirdiklerini ama bir sonuç alınamadığını söyledi..
***
Aslan, “2009’da başlatılan Alevi açılımı sırasında ortak taleplerimiz iktidara iletildi. Hiçbir talebimiz gereği yerine getirilmedi. Daha sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi’nin, zorunlu din dersine karşı alınan kararı, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesiyle ilgili mahkeme kararları, 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayırımcılığa vurgu yapan ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması gerektiğine dair kararı var ama uygulanmıyor. Bunun yerine, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın Hüseyingazi Cemevi’ne ziyaretiyle yeni bir süreç başlatıldı. Bu arada sanki Aleviler bir güvenlik sorunuymuş gibi İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ekipler cem evlerini gezdi ve raporlar hazırladı. Sonuçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması ve cem evlerinin sorunlarıyla bu kurumun ilgilenmesi karara bağlandı. Oysa biz 35 yıldır, devletin inançlara karışmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bütün siyasal parti temsilcileriyle Alevi ve Bektaşi kuruluşlarının toplantı yaparak sorunlara çözüm getirmesi gerektiğini savunuyoruz. Cem evlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlayan kararname, yasal çerçeve adı altında bir inancı yok saymaktadır. Bu kararname ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bize göre yok hükmündedir. Biz eşit yurttaşlık talebimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Mustafa Aslan, yakın tarihte Fetullah Gülen‘in Alevi adıyla dernek kurdurduğunu hatırlatarak “İktidarın da şimdi kendi Aleviliğini oluşturma girişimleri olduğunu biliyoruz” uyarısında da bulundu.
***
İktidarın, Alevi kuruluşlarına bakışı, barolara bakışı gibidir. Nasıl, baroları parçalayarak yandaş barolar oluşturmaya çalışıyor iseler, kendi Alevi kuruluşlarını da aynı yöntemlerle kurdurmak istiyorlar. Devleti yöneten siyasal kadroların bu tür oyunlara başvurması hiç hoş değil…

Diğer taraftan (Öte yandan), Alevileri temsil eden kuruluşların başkanları da bence daha dikkatli ve özenli bir dil kullanmalıdır. Dost acı söyler. Eşit yurttaşlık kavramı, Anayasa’daki “kanun önünde eşitlik”ten farklı olarak etnik veya dini anlamlarda kullanılmaktadır “Eşit yurttaşlık” denince akla ilk olarak Abdullah Öcalan‘ın “etnik kimliklerin Anayasa’da belirtilmesi” talebi gelir…

“Eşit yurttaşlık”, emperyalizmin anahtar kavramıdır

Bir ara AKP de kullanıyordu. Şimdilerde kavramı CHP devraldı!

  • “Eşit yurttaşlık” ile ulaşılmak istenen hedef,
    Türk kimliğini yok ederek yerine yeni bir kimlik getirip, konfederasyon kurmaktır!

***
Alevilerin kanaat önderi durumundaki bütün yetkin kişilerle 32 yıl önce görüşmüş ve mevcut bütün kaynakları incelemiş bir kişi olarak söyleyebilirim ki; Alevilerin asıl talebi Anayasa’daki laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin uygulanmasıdır. Zira,

  • Laiklik ilkesi gerçekten uygulandığında,
    devlet kimseye bir inanç dayatmayacağı gibi kimsenin inancına da karışmayacaktır…

Gerçi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında “laiklik ve demokrasi temelinde” söylemini kullandı ama her kezinde sözü sanki büyülü bir kavrammış gibi “eşit yurttaşlık” ile tamamladı.

Aleviler, zaten Türk Milleti’nin ta kendisidir. Öyleyse kiminle eşit yurttaşlık?
==================================
Dostlar,

Konuya biz de web sitemizde değişik kezler (“müteadit defalar” demedik!) yazdık.

“Eşit yurttaşlık” kavramı kodlu bir kavramdır.
Önce ilgili ülkede değişik etnisiteleri ayrıştırmayı, öne çıkarıp belirginleştirmeyi ve adlandırmayı içerir.
Anımsayalım, Türkiye’de de sayılıp durulur bir küme etnisite.
İzleyen adım, birbirinden ayrıştırılan bu etnik kümelere sözde “eşitlik” sağlamaktır.
O yüzden “Eşit yurttaşlık”  anahtar kavramı türetilmiş olarak öne sürülür.
Bir başka anlatımla, değişik etnisitelerin bir potada eritilerek uluslaşması dışlanır.
Oysa bu politika asla asimilasyon olmayıp, emperyalizmin böl – paçala – yut iğrençliği karşısında Ulus Devlet savunma kalkanıdır.
Dolayısıyla önce farklılıklarımızla birlikte olacağız, baskın halk yığını kimliğini ortaklaşa edineceğiz. Türkiye’de bu kimlik TÜRK KİMLİĞİ’dir ve -bir kez daha asla- ırkçılık temelli değildir.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş’u izleyen Kuruluş yıllarında, Anadolu halklarını bütünleştirmek için son derece ussal (akılcı) ve gerekirci (deterministik) biçimde şu önermede bulunmuştur :

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu bir tarihsel çağrıdır ve kaçınılmaz – seçeneksiz sosyolojik senteze – uzlaşıya davettir.

Tersi durumda Anadolu coğrafyası Sevr Andlaşması / 14 Wilson İlkesi bağlamında çok sayıda “lokmaya” (federasyona!) parçalanacaktır. Üstelik emperyal Batı ikramı (!) İslami sos ile..

Benzer tablo dünyada pek çok ülkede geçerlidir.. Başta ABD olmak üzere.. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, bu oyunla parçalanan Yugoslavya, Çin, Rusya, Finlandiya, Belçika..

Dolayısıyla, etnik kökene bakmadan, öncelikle ülkedeki tüm vatandaşlar YURTTAŞ kılınacaktır.
Ardından, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliği sağlanacaktır.
Halen, yürürlükteki 1982 Anayasası’nda verili durum budur. Öncekilerde de öyleydi.

Anayasanın 10. maddesi bu amaçladır.
2. maddede sayılan değiştirilemez temel Cumhuriyet nitelikleri pekiştiricidir.
Laikliğe özgülenmiş 24. madde vd. tamamlayıcıdır.
Hedef, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir..

10. Yıl Söylevi‘nde de (1933) Atatürk,

  • “Ayrıcalıksız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız”..

derken ve sözlerini “Ne mutlu Türk’üm diyene” çağrısı ile bağlarken, sağlam bir tarihsel, politik, sosyolojik bilinç zeminindedir.

Bu sözde gücenecek bir algı yoktur. Herkesin alt kimliği kendinedir ve saygındır. Ama bir devletin uyruğu olarak da bir üst kimlik kaçınılmazdır. 50 Eyalet ve 72,5 milletten (!) oluşan ABD, tipik örnektir.

Bu ülkede herkes, göğsünü gerek gere ilk olarak “I’m an American!” demektedir.
İzleyen tümce alt kimlik, kökendir. Örn. BioNTech aşısını geliştiren Prof. Uğur Şahin bir Alman vatandaşıdır. “Ben Alman’ım” demektedir ve demek zorundadır. İzleyen tümce, “Türk kökenli Alman’ım” olmaktadır. ABD’de senatörlüğe aday olan Prof. Mehmet Öz de aynı durumdadır. Her 2 ülke, etnik kökenlerine bakmaksızın adı geçen 2 Türk’ü önce vatandaş kabul etmiş, ardından da EŞİT YURTTAŞ kılmıştır.

Ancak Şahin de, Öz de etnik milliyetçilik temelinde ırkçılık yapar ve ayrımcılık güderlerse, Devlet ile yurttaşı arasındaki sözleşme bozulacak ve “deportasyon” süreci başlayabilecektir.
***
Sonuç olarak;
– Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlar, hiçbir ayrım yapılmadan T.C. Devleti yurttaşıdır.
– Ayrıcalıksız – kaynaşmış bir halk – ulus olmamız; parçalanmadan, ülke- ulus birliğini koruyarak yaşamamızın (bekamızın) sigortasıdır.
– Federal – konfederal bir Türkiye Yugoslavya gibi parçalanmaya mahkumdur.
– Gereksinimimiz, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,
TÜM YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir.. Bu kurumu Anayasal güvenceye almak ve uygulamaktır. Türkiye Anayasası bu amaca uygun bir yapıdadır (md. 2, 10, 24. vd.).
– Tarihsel gerçeklikleri kavrayamayan ve gerekli savunma düzeneklerini kuramayan halklar parça parça edilerek sonsuza dek emperyalizme sömürge, yem, lokma olmuşlardır.
– Bu nedenle Türkiye’de etnisite, milliyetler, hiçbir mikromilliyetçilik sorunu yaratılmamalıdır.

Bu bağlamda, örneğin Türkiye’de KÜRT SORUNU YOKTUR… diyoruz. Hepimiz yasalar önünde eşit hak ve özgürlüklere, onura sahip olduğumuzda, –bir kez daha tipik ABD örneği– geriye bir sorun kalmayacak, hep birlikte ULUS olarak kardeşçe, bir arada ve emperyalizmin oyununa gelmeksizin ulus devletimizde özgür – bağımsız yaşayabileceğiz. Başka reçete yok!!

Anadolu halkının / ahalisinin uluslaşarak, bu tarihsel ve vazgeçilmez, kaçınılmaz sağduyu ve bilinci göstereceğine inanıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

DEMOKRASİ, LAİKLİK ve TOPLUMSAL BARIŞIN SÜREKLİLİĞİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Osmanlı Devleti bir imparatorluktu. İmparatorluklar çok etnisiteli, çok dinli, çok mezhepli ve çok kültürlü yapılardır.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeniden dirilerek bir ulus devlete ve bir cumhuriyete dönüşmüştür.

Günümüzdeki Türkiye Cumhuriyeti’nin demografisi Osmanlı’nin tüm dinsel, etnik ve kültürel çeşitliliklerini bünyesinde barındıran bir yapıdadır. Türkiye toplumu, demografik ve sosyolojik yapı olarak türdeş (homojen) değildir. Çok etnisiteli, çok dinli ve çok kültürlü özellikler taşır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK,

  • ” Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye (Türk değil) halkına Türk Milleti denir.”

diyerek çoğulcu bir çerçeve (zarf) kimlik oluşturmuş, bu çoğulcu kimliğin hukuksal ve anayasal karşılığı olarak tüm yurttaşların eşitliği üzerine bina edilmiştir.

Yürürlükteki 1982 Anayasımızın 66. maddesi Türk kimliğini, “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” diye tanımlamıştır. Bu tanım, tüm etnik ve dinsel çeşitlilikleri olduğu gibi eşit kabul eden bir tanımlamadır.

Bu verilerden hareketle, sosyolojik, siyasal ve hukuksal açılardan Türk kimliği, bir ırk tanımı olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkesin ortak kimliğidir; geniş ve kapsayıcıdır.

Peki devletin ve ulusun varlık ve bütünlüğünü bozmadan bu etnik, dinsel ve kültürel çeşitlilik bir arada, barış ve erinç (huzur) içinde nasıl yaşatılabilir?

Çözüm, bu tür farklılıkları ortak çıkarlar, ortak amaçlar ve ortak idealler rotasında, hiçbir kesimi öbürlerine ezdirmeden, barış, dostluk, kardeşlik ve erinç (huzur) içinde birlikte yaşatmaya yönelik olmalıdır.

ÖYLEYSE:

1- Dinler, mezhepler ve öbür inanç farklılıklarını bir arada yaşatabilmek; evrensel ölçülerde din ve vicdan özgürlüğü sağlayabilmek için LAİK bir rejime gerek vardır.

  • Laiklik olmadan inanç demokrasisi, din ve vicdan özgürlüğü olmaz.

2- Toplumdaki tüm ırk, dil vb. etnik farklılıkları bir arada yaşatabilmek için, çoğunlukçu değil iyi işleyen, temel ve evrensel insan haklarına dayalı ÇOĞULCU BİR DEMOKRASİ gerekir. Ontolojik olarak her etnik kümenin kendisini ifade etmesine ve gündelik yaşamda kendi anadilini konuşmasına engel oluşturmak yanlıştır. (AS: Tek Resmi dil koşulu ile)

3- Devletin anayasal hukuk düzeninin ve bu hukuku uygulayacak siyasal iktidarlar ve devlet bürokratlarının, yurttaşların eşitliğinin vazgeçilmezliği ilkesinden hareketle, devletin tüm nimet ve külfetlerinin adil dağıtılması gerekir. Çünkü DEVLETİN DİNİ –ille böyle söylenecekse- ADALETTİR. Adalet mülkün (Ülkenin) yani iktidar olabilmenin temelidir.

  • Laik devletin dini, ırkı, mezhebi tarikatı, cemaati…olmaz.

Devlet, liyakat ve ehliyet ilkesi dışında, kendi yurttaşları arasında ayrımcılık yapamaz.

4- Başta eğitim, ekonomi, adalet, yargı, diyanet, iç ve dış güvenlık (polis, ordu) vb. kurum ve örgütlerin yukarıda gösterilen 3 ana amaca uygun ve etkin olarak kurgulanması gerekir. Devlet çarkı düzgün ve adil işlemelidir.

5- Demokratikleşmeye, belki de partilerin siyasal örgütlenme yapısından başlanmalıdır. Siyaset kurumunun işleyişi, a’dan z’ye adil ve güvenilir olmalıdır. Siyasal ahlak yasası çıkarılmalıdır. Siyasal partilerin, oy devşirme kaygısı ile ırkçılık, etnik bölücülük, dinsel ayrımcılık vb. konularda ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı söylemlerde bulunmaları yasaklanmalıdır. Siyasal partiler arasındaki rekabet de kirli değil, dürüst olmalıdır. Partiler arasındaki rekabet konusu, her alanda ekonomik, toplumsal gönencin (refahın) artırılması ve halka hizmet niteliğinin yükseltilmesi üzerine odaklanmalıdır.

6- Hiçbir siyasal. ırkçı, dinci, etnik, bölgeci cinsiyetçi…  kesime demokrasi görüntüsü ya da düşünce özgürlüğü gerekçe yapılarak laikliği, din ve vicdan özgürlüğünü, kişisel ve demokratik özgürlükleri yok etme özgürlüğü verilmemelidir.

Kıssadan hisse, Atalarımız diyor ki :

“Ne doğrarsan aşına o gelir kaşığına.”

Bireyler ve toplumlar kendi geleceklerini ancak kendi akılları, kendi yetenekleri ve kendi olanakları çerçevesinde oluşturabilirler. Eldekini yeterli bulanlara sözüm yok. Ancak, yeterli bulmuyorsanız, mutsuzsanız, daha özgür ve iyi koşullarda yaşamak istiyorsanız o zaman akılcı ve bilimsel olarak gereğini yapın.

İnsan umut ettikçe yaşarmış. Umudunuz, yaşama sevinciniz ve yaşamı güzelleştirmeye yapabileceğiniz katkılarınız hiç eksilmesin..

‘Biz Osmanlı değiliz!’ 

İP: Doğu Silahçıoğlu sahte Atatürkçü

DOĞU SİLAHÇIOĞLU

EMEKLİ TÜMGENERA
L
26 Eylül 2022, Cumhuriyet

Ulusal kimlik bilincinden yoksun siyasal İslam, saltanat-hilafet dönemindeki tavrını bugün de sürdürüyor. Dünyanın en büyük sömürgeci devletlerine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı güç koşullar altında kazanılmış “Türk Kurtuluş Savaşı”nı ve onun eşsiz komutanı Atatürk’ün adını tarih sayfalarından çıkarmak istiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çokuluslu yapısı içinde diğer ulusların ardında kalan Türkler, bulundukları her ortamda ulusal kimliklerini sergilemekten kaçınırlar; adeta Türk olduğunu söylemekten utanırlardı. Çünkü İslama göre ulusçuluk günahtı. Köhne saltanatı ortadan kaldıran ve Cumhuriyeti kuran “Atatürk Devrimi”, ulusal niteliği nedeniyle başlangıcından bu yana hep siyasal İslamın hedefi oldu. Sonra da “Kurtuluş Savaşı” tartışmaya açıldı ve sonunda ulus kimliğinin reddi noktasına gelindi… Bugün, Türk kimliğinin yok edilmesi için Osmanoğlu soyu, Türk ulusuna “ecdat” olarak benimsetilmek isteniyor.

ATATÜRK DİYOR Kİ

  • “Bizim karşı olduğumuz bu hanedandır (Osmanoğlu). Anadolu-Rumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı hanedanı değil! Biz hanedan soylu değiliz.”
  • “Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara ‘Artık yeter’ diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor.”
  • “Kafasını ve vicdanını en ileri gelişme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan bugünün Türk çocukları biliyor ve bildirecekler ki onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen yüksek kabiliyetli bir millettir.”

Bilimsel tespitler Anadolu’da Türk kültürüne ait bulguların geçmişini binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Ne var ki bu gerçek, siyasal İslamın sistemli çabalarıyla göz ardı ediliyor. Ve Anadolu’daki Türk varlığı 11. yüzyılda Selçuklularla başlatılıyor.

Zamanla yaygın yanlış kullanım, nadir doğru kullanımın yerine geçiyor ve gerçeklerden uzak yapay bir tarih anlayışı oluşturuluyor.

İslamiyet öncesini ve İslamiyeti kabul etmemiş olan Türkleri yok sayan bu sorunlu tarihsel yaklaşımla, Cumhuriyetin oluşturduğu “ulusal kimlik” ve “ulusal bilinç” yıkıma uğratılıyor.

  • Böylece “Türkiye Cumhuriyeti”ni ”Türkiye İslam Cumhuriyeti”ne götürecek yolun taşları döşeniyor!…

TÜRK KİMLİĞİ

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ı sitemiz izleyenleri yakından tanırlar. Birbirinden değerli çok sayıda yazısı ile biz güç katmıştır. Birkaç yıl önce (24.5.2016) ADD Çankaya Şubesinde TÜRK KİMLİĞİ ve NÜFUS HAREKETLERİ adı altında çok bilgilendirici bir sunum yapmıştı. Yansıları sitemizde paylaşmıştık :  Prof. Dr. Ali ERCAN Konferansı : TÜRK KİMLİĞİ ve NÜFUS HAREKETLERİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Geçtiğimiz hafta, 16 Nisan 2022 günü ADD Bilim Kurulu üyelerine kapalı kümede zoom ortamında aynı konuyu güncellemiş olarak sundular. Yansılar çok varsıl (zengin) içerikli ve ufuk açıcı. İzlenmesi ve paylaşılması dileğiyle..

Türk kimliği.æ.16.4.22

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Tıkanan Siyaset ve Çözüm 

Tıkanan Siyaset ve Çözüm 

Ahmet YAVUZ
Cumhuriyet, 26 Kasım 2020

Ülkenin gündemini günübirlik olaylar oluşturuyor. Tartışmaların hiçbirinin ömrü bir haftadan uzun sürmüyor. Herkes yazıp çiziyor. Ancak nedensellik incelemesi yok. Çözüm öneren de yok. Böyle devam ederse bu açmazdan çıkış da yok.

Bunun sebebi siyasetin yapılış tarzıdır. Milli güç unsurlarının her biri üzerinde olumlu etki yaratarak ülkenin bekası, halkın refahı ve demokratik yaşamın birey ve toplum yararına geliştirilmesi anlamında tartışılmaz rolü olan siyasi güç, mevcut haliyle tam tersi bir işlev üstlenmiş durumdadır. Bu yapı kırılmadan ülke göstergelerinin olumluya doğru evrilmesi mümkün değildir.

İktidar açısından mümkün değildir. Muhalefet açısından da mümkün görülmemektedir.

  • İktidar, artık “kendisi için bir varlık” haline gelmiştir. 
  • Ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur.
  • Tek derdi ayakta kalmaktır.

Muhalefet ise siyaseti yalnızca “Erdoğan’ın iktidardan uzaklaştırılması” düzlemine indirgemiştir. Hedef bu olunca onların da ülkenin geleceğine aydınlık bir ufuk sunma şansı yoktur.

Aydınlar da genel olarak halihazır duruma karşı çıkmak yerine, mevcut sarmalın parçası haline gelmiş durumdadır.

Bu gözlemi paylaşan geniş bir kitle mevcuttur. Ancak örgütsüzdür.

DOĞAN KUBAN’IN GÖSTERDİĞİ

Bağımsız aydın tanımıyla özdeşleşebilen nadir kişilerden biri olan Doğan Kuban da benzer yargılarda bulunmaktadır: “Türk aydını, Amerikan sömürgeciliği ve kırsal kültür tarafından esir alınmışa benziyor. Bir entelektüel iflas ortamında yaşıyor.” (HBT, Sayı 242, 13 Kasım 2020, s. 7).

Yazısının devamında, üretime dönük yapılanma ihtiyacını her şeyin önüne koyan Kuban, “Bu bağlamda özgürlük demokrasiden çok, üretim için gerekli olacağa benziyor. Bu da özgün bir eğitim ortamının örgütlenmesini ve politik örgütlenmenin yapısal değişikliğini gerektiriyor. Oysa iktidarda ya da muhalefetteki partilerin yeni mallar satacak ne tezgâhları var ne de tezgâhtarları” demektedir.

İKTİDAR VE MUHALEFETİN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ

İktidar partisi “siyasal İslam” merkezli siyasetini 2007’lerden itibaren görünür kıldıkça önce ideolojik iflası tattı, sonrasında ise siyasi iflasın eşiğine geldi. Ülkeyi de uçurumun kenarına getirdi. Çünkü 2010’dan bu yana kendisini denetleyen hiçbir güç kalmadı. İşin ilginci, attığı yanlış adımların bir kısmını da “bağımsızlık adımları” olarak sundu.

Oysa sorun, kaynağını ve gücünü yanlış yerde, yanlış şekilde kullanması ve gücünün üstünde yönelimlerde bulunmasıydı. Bu adımların birçoğu da sonuçsuz kaldı.

Muhalefet ise iktidarın geçmişte yaptıklarını eleştirmekle birlikte, benzer şeyleri yapmaya talipmiş gibi görünüyor. Yeni anayasa tartışmaları bunun bir parçasıdır. Hedefinde “Türk kimliği” vardır. AKP bunu denedi. İktidarı kaybedeceğini anladı. Geri adım atmış gibi duruyor. Şimdi muhalefet aynı arayış içindedir.

Ayrıca muhalefetin laiklik konusunda duyarlı olduğu da söylenemez. Muhafazakârların oyunu alacağım kaygısıyla devletin dini esaslara göre örgütlenmesinin önünde açık tavır almadı. Almıyor. Üstelik laikliğin, liyakatin ikiz kardeşi olduğu, egemenliğin kullanılması, hukuk karşısında herkesin eşitliği ve özgürce bilim yapılmasının garantörü (AS: güvencesi) olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.

Fethullah Gülen oluşumunun Amerikancı ve dinci bir terör örgütü olduğunu yaşanan darbe girişimine rağmen görmezden gelenler var. İktidar partisi, kendisine zarar vermeyen bir “FETÖ ile mücadele perspektifini” benimserken çeşitli muhalefet partileri göğüslerini bu yapılara açmakta gönüllü görünmektedir.

Batı ile ilişkilerde, “Erdoğan iktidardan uzaklaşırsa” ortamın tamamen (AS: tümüyle) değişebileceği gibi bir dar bakışın kendilerini sarıp sarmaladığı izlenimi veriyorlar. Hatta Biden’ın seçilmesini, sadece bu yanıyla gören çevreler bile mevcut. Oysa bu hayaldir. Bazı ilişkiler farklılaşsa bile özde bir değişiklik olmayacaktır.

Bunların örneğini çoğaltmak mümkündür. Sözün özü, iktidar zaten kendi derdine düşmüştür. Muhalefet de sadece iktidarı yerinden etmeyle sorunun çözüleceğini sanmaktadır. Parlamenter sisteme geçiş önerileri önemli olmakla birlikte, mesele siyasetin yapılış tarzını değiştirmektir. Ülke için esas beka sorunu bu noktadadır.

ÇÖZÜMÜN ANAHTARI

Çözüm değilse bile çözümün anahtarı, siyasete uzak duran kitlenin sorumluluk almasından geçmektedir.

Bu kesimin kurucu değerlerle sorunu yoktur. Ancak sorumluluk almaya istekli durmamaktadır.

Elimizi taşın altına koymazsak taşın ağırlığı altında kalıp toptan ezilmek söz konusudur. Bu nedenle derdi ülkesi olan kişilerin bir araya gelmesi, yaratacakları yetkin akılla sorunları çözebilecek bir kadro oluşturmaları bir mecburiyet olarak karşımızda durmaktadır. İş basittir ama zordur. İşe girişmekse en temel görevdir.

Kimsenin elinde sorunları hemen çözebilecek bir çilingir yoktur. Buna mukabil (AS: karşılık), sorunları giderek azaltan bir yapıyı hayata geçirmek mümkündür. Bunları yapmak için iki kaynak vardır: Bedava olanlar ve maddiyat gerektirenler. Bedava olanlar öncelendiği takdirde diğerleri için kaynak yaratmak kolaylaşır.

Kimseyi ötekileştirmemek, etnik ve mezhep ayrımına tabi tutmamak ve bu tür ayrımlara dayalı çözümlerden uzak durmak, ifade özgürlüğünü sağlamak, liyakate dayalı olarak kurumları yeniden yapılandırmak, yalan söylememek, boş vaatlerde bulunmamak, kaynakları kamu yararına kullanmak ve şeffafça sergilemek…

Ardından öncelik sırasına göre atılacak adımların amacı, bireyin özgürlüğünü ve ülkenin bağımsızlığını garanti eden yapıyı kurmaktır. Bu, ancak üretim, eğitim ve çağdaş hukuk ile olur.

Cumhuriyetin herkesi tasada ve sevinçte ortak kılan felsefesinden güç alan ve “ben” demek yerine “biz” demesini bilen vatansever gönüllüler aranıyor.

Yan yana gelmeleri çözümün ilk adımı olacaktır.

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Küçük Genel Kurul Konuşması..


Dostlar
,

ADD Küçük Kurultayı sürüyor..

Biz katılmadık..
(Tüzük gereği, Bilim Danışma Kurulu Üyesi olarak katılma hakkımız var..)

Umarız, kış ortasında, Örgüt emekçilerinin özverilerine değer, beklenen yararı sağlar.

Sn. Genel Başkan’ın Küçük Kurultay’ı açış konuşmasını paylaşmak istiyoruz.
(http://www.add.org.tr/index.php/dernegimiz/yonetim/genel-baskanimiz/1091-add-genel-baskan-say-n-tansel-coelasan-n-kuecuek-genel-kurulunda-yapt-g-konusman-n-metnidir)

Yararlı ve bilgilendirici bir konuşma..
Ancak tek boyutlu.. Yalnızca dersaneler  – eğitim sorununa odaklanmış..
Oysa Türkiyemizin sorunları geniş bir yelpazeye dağılıyor..

Dava arkadaşlarımıza gönülden kolaylıklar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Danışma Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

==============================================

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın
Küçük Genel Kurulda Yaptığı Konuşma Metni

07 Aralık 2013, Batıkent – ANKARA

portresi
Değerli konuklar; önceki Genel Başkanlarımız,
Değerli Bilim Danışma Kurulu Üyeleri,
Değerli Şube Başkanları ve katılımcılar

Hepinize hoşgeldiniz diyorum.

Her yıl Kasım ya da Aralık ayı içinde tüzük gereği Şube Başkanlarımızın ve siz değerli katılımcıların katkısı ile Küçük Kurultay düzenliyoruz. Bu toplantılarda bir yandan;
ülke sorunları üzerinde tartışıp, Atatürkçü Düşünce Derneğinin yeni yılda yol haritasını çiziyoruz, diğer yandan da, örgüt içi sorunlarımızı tartışıp çözüm üretiyoruz.

Amaç: Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunarak ileriye taşınmasında,
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin görevini gereği gibi yapmasını sağlamak.

Hatırlarsınız, 2012 Haziran Genel Kurulunda sizlere söz verdik:
ADD, olarak Cumhuriyet yıkıcılarına karşı Kuvvay-ı Milliye’nin öncü gücü olarak, halkın genetiğinde var olduğuna inandığımız “Cumhuriyet bilinci” ile Cumhuriyete sahip çıkma refleksini harekete geçirip, O’nun korku duvarını yıkmasını,
bu gidişe DUR demesini, EL koymasını sağlayacaktık.

Sözümüzde durduk. Sizleri çok yorduk. Eylem yorgunu oldunuz ama başardık.

2013 Taksim direnişinin arkasında; bizim 19 Mayıs 2012’de Samsun’da başlattığımız,
bugüne kadar 10’u bulan, öncüsü olduğumuz kitlesel eylemler var.

Geçen yıl 29 Ekim’de Ulus’ta ilk gazı sizin Genel Başkanınız, ben yedim.
Sonra alışkanlık oldu.

Bugün; halk artık korku duvarını aşmış, Cumhuriyet yıkıcılarına DUR demiş,
sürece el koymuştur.

İstedikleri kadar biber gazı – toma – basınçlı su sipariş etsinler. Geriye dönüş yok.

AMA görevimiz bitmedi: İktidarıyla – muhalefetiyle siyasetin, halkın sesini iyi duyması,
doğru algılaması ve halkın iradesine aykırı politikalara yönelmemesi noktasında onları izleyeceğiz, gündemi takip edeceğiz ve Atatürkçü Düşünce İlkeleri doğrultusunda siyasete söylemlerimizle, gerekirse eylemlerimizle yine yol göstermeye devam edeceğiz.

Bu yıl 7-8 Aralık (bugün ve yarın) yapacağımız 2 ayrı gündemli toplantıda yine ülke ve örgüt sorunları üzerinde yoğunlaşacağız.

Bugünün gündemi: Türkiye’nin gündemi ve ADD.

Benim, izninizle çerçevesini çizmeye çalışacağım güncel konularda,
Bilim Danışma Kurulu üyelerimiz kendi görüşlerini sizlerle paylaşacak.

Cevaplanmasını istediğimiz soruların cevaplarını da birlikte,
tartışarak bulmaya çalışacağız.

Ortaya çıkacak sonuçların 2014 yılı seçim sürecinde örgütümüzün eylem ve söylemlerine ışık tutacağını umuyorum.

(1) Ben dershaneler üzerinden cemaatle – iktidar arasında yaşanan ve bugün
üstü örtülmeye çalışılan kavgayı, Cumhuriyetin tasfiye süreci ile ilgisi nedeniyle
önemli buluyorum ve tarihe not düşmek istiyorum.

Yaşanan, bir eğitim tartışması değildir.

2004 tarihli MGK toplantı tutanakları basına yansımamış, sonrasında tarafların birbirini suçlayan ifadeleri basında yer alamamış olsa idi, konu bir eğitim konusu olarak kapanabilirdi.

Ancak basında yer alan suçlamaların arkasında cemaatle – iktidar arasında
derin bir iktidar savaşı olduğu anlaşılıyor.

Bizi ilgilendiren yönü ise, taraflar birbirini suçlarken, Devlet içinde yapılanmış,
yasa dışı bir örgütlenmenin özellikle 2007 sonrasında çeşitli tertip ve operasyonlarla, Cumhuriyetin tasfiyesine yönelik olarak çalıştığı da ortaya çıkıyor.

Aslında herkesin bildiği, resmen kabul edilmeyen (F) tipi örgütün yasadışı varlığı
kendi ifadeleri ile kanıtlanıyor.

Önümüzde büyük bir suç (Cumhuriyet yıkıcılığı) ve suç ortaklığı var.

Biz bu kavganın tarafı değiliz.

Ama (bana ne) diyemeyiz.

Türkiye’nin siyasi gündemini gerici odaklar arasındaki rekabetin belirlemesine
göz yumamayız.

Buradan Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyorum; yöneticileri ve sözcüleri tarafından varlığı itiraf edilen, Başbakan tarafından da varlığı teyit edilen bu yaşa dışı örgüt hakkında ne yapıyorsunuz?

(2) Buradan (Eğitime) geçiyorum.

Cemaatin dershaneler içinde payı %20 imiş. 700 dershane Cemaatin, olmayan hukuki varlığının elinde.

Emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ve bu hali ile laik ve milli (ulusal) olmaktan çıkmış
eğitim sistemini yeniden laik ve milli yapmanın yolu nedir?

Sinan Meydan son kitabında:

  • “Cumhuriyet, 1945’ten bugüne kadar zaman zaman artan ya da azalan
    ama kesintisiz devam eden bir biçimde Atatürkçü yani Tam Bağımsızlıkçı
    ve laik çizgiden, tam bağımlı ve dinci bir çizgiye sürüklenmiştir.”
    diyor.

Katılıyorum. Gerçekten, 2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasetin ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdiği karşı-devrim sürecinde; 1949 yılında ABD – Türkiye arasında imzalanan Eğitim Antlaşması çerçevesinde TÜRK TARİHİ
yeniden yazılmıştır ve bu tarihten sonra, bugüne kadar da okullarımızda okutulan TARİH, genelde Türkiye’nin ulusal (milli) çıkarlarına değil, Emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmiştir.

1990 başlarında ise ABD, BOP kapsamında yeni nesiller yetiştirmek üzere AB ise üyelik sürecinde; demokrasi – insan hakları – azınlık hakları gibi gerekçelerle
bizden Tarihimizle yüzleşmemizi, tarih kitaplarını yeniden yapmamızı istemişler,
bu istekleri de yerine getirilmiştir.

Kurulan kimi üniversite (Bilgi, Sabancı), vakıf ve enstitüler eliyle çıkarılan Alternatif tarih kitapları, dergi ve proje çalışmalarıyla, “demokrasi” adına, Samuel Huntington’un (Atatürk’ün mirasından kurtulun!) temel ilkesine uygun olarak Cumhuriyet yıkıcılığına soyunulmuştur.

Yalnızca bir örnek vereyim : Halil Berktay, 84.000 AVRO karşılığında ABD’ye yaptığı “İzmir’in yakılmasının yarattığı sosyal travmalar” projesiyle İzmir’i Yunanların değil,
bizim yaktığımızı ve Rumlara etnik temizlik yaptığımızı kanıtlamaya çalışmaktadır.

Hüseyin Aygün’ün akıl hocası da anlaşılan Halil Berktay’dır.

Örnekleri çoğaltmak kolay. Kısa geçiyorum.

Son 10 yılda ise bu konuda çok önemli adımlar atılmıştır: AB tarafından yayınlanması istenen kitaplar yayınlanmış, tüm eğitim sistemi yeniden biçimlendirilmiştir.

SOROS bu sürece Açık Toplum Enstitüsü aracılığı ile katkı vermiştir.
Öğrencileri, gençleri, tarih öğretmenlerini hedef alan, amacı, Türkiye’de Avrupa Kimliğini güçlendirmek olan projeler üretilmiştir. “İnsan Hakları” vurgusuyla yapılan çalışmalarda Ulusal Kimlik, Türk Kimliği eleştirilmektedir.

Yine bu dönemde TUSİAD tarafından hazırlatılan TARİH kitaplarından Türk – Türklük –
Ulusal Kurtuluş Savaşı – Ulus Devlet kavramları çıkartılmış, Atatürk ağır şekilde eleştirilmiştir.

Bugün İlköğretim 8. Sınıf Devrim tarihi kitabında 10. Yıl Nutku yok.

Yine TUSİAD ve Tarih Vakfı tarafından AB destekli Alternatif tarih kitapları hazırlatılmıştır. Talim Terbiye Kurulu ve Tarih Vakfı birlikte ders kitapları müfredatını köklü bir şekilde yenileme çalışmalarını sürdürmekteler. Çalışmanın temel özelliği, Atatürk – ulus devlet – milli kimlik karşıtlığıdır.

Açıkça söylenebilir. Türkiye’de ABD ve AB istekleri doğrultusunda yeni bir TARİH yazma görevinin hazırlıkları TUSİAD ve TARİH VAKFINCA YÜRÜTÜLÜYOR.

TARİH VAKFININ 2005 yılında hazırlattığı (20 yy. Dünya ve Türkiye) kitabında;

– Ulus devletin modası geçmiştir.
– Ulus kimliğine kör bağnazlıkla sarılmaktan vazgeçilmelidir.
– Kurtuluş Savaşı önemli bir savaş değildir.

vurgusu yapılmakta, 333 sayfalık kitapta Kurtuluş Savaşı yalnızca 2 sayfa tutulmaktadır.
Tüm ideolojilere yer verildiği halde, Atatürkçülük (Kemalizm) kavramları
yalnızca okuma parçalarında belge olarak adı geçen 3 askeri bildiride vardır:

12 Mart – 12 Eylül – 28 Şubat
Askeri Bildirileri. (darbe ideolojisi olarak)

Devam ediyorum..

Tek parti dönemi Faşizmle özdeşleştirilmiştir.
1923 devrimi küçültülürken / 1946 sonrası yüceltilmektedir.
Kitapta Köy Enstitüleri yoktur.
İrtica tehlikesi yer almamaktadır.

Sonuç                    :

Bugün MEB ders kitapları ve çeşitli fonlarla beslenen vakıf ve kurumlarca hazırlattırılan alternatif Tarih kitapları ile Cumhuriyet tarihi altüst edilmiş, vatanseverler hain, hainler kahraman yapılmıştır.

Resmi tarihle yüzleşme adı altında, kamuoyu, ABD-AB istekleri doğrultusunda yazılacak
YENİ BİR TARİHE alıştırılmaktadır :

– Atatürksüz,
– TÜRK kimliğini dışlayan,
– ulus devleti yıkan,
– bölmeyi kolaylaştıran,
şeriat devletine giden yolu açan bir TARİH anlayışı.

Sonuç : Laik ve milli olmaktan çıkmış, Cumhuriyet yıkıcılığına hizmet eden bir
eğitim sistemini yeniden milli ve laik yapmanın yolu ne olabilir?

Kanımca: Milli ve laik eğitim, ancak

emperyalizmin boyunduruğundan çıkmakla,
BATI ile hesaplaşmakla mümkün.

Teşekkür ediyorum. 07.12.13

Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı

Naci BEŞTEPE : Türkiye’yi Demirtaş mı Yönetiyor?


Türkiye’yi Demirtaş mı Yönetiyor?

Naci_Bestepe_portresiNaci BEŞTEPE

Türkiye’yi Demirtaş mı yönetiyor? Başbakan O’na neden üfürmüyor?

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü
(25 Temmuz 2013) medyada bir haber yer aldı.

Bazı gazeteciler, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş‘a
PKK’lıların yol ve kimlik denetimi sırasında kendilerine sert davrandığından yakınmışlar.

Bunun üzerine Demirtaş, “Bölgede yaşanan olumsuzlukları engellemek üzere bir genelge yayımlama” sözü vermiş.
Yanlış okumadınız.
Ben de yanlış yazmadım.
BDP’li, bölücü- Kürtçü Demirtaş ülkemizin bir bölgesine genelge yayımlayacağına söz vermiş.

İki soru takıldı aklıma :

Birincisi, bu adama yakınan, derdini anlatan ve çözüm isteyen gazeteciler kimdir?
Haberde bu sorumun yanıtı yoktu.
O gazeteciler eğer Türk vatandaşı iseler, öncelikle vatandaşlık kimlik kartlarını
yırtıp atmalıdırlar.Çünkü hangi devletin yurttaşı olduklarının bilincinde değildirler..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anlamını ve değerini bilmemektedirler.
Türk kimliği onlara fazladır, yüktür. Dünyanın herhangi bir ülkesinden vatandaşlık hakkı talep edebilirler.

İkincisi, Demirtaş kendini ne sanmaktadır?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içindeki bir bölgenin güvenliği, düzeni, emniyeti gibi konularda genelge yayımlama hak ve yetkisini nereden almaktadır?
Böyle bir genelgeyi, konusu itibarıyla; Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü yayımlayabilir.

Demirtaş bunlardan hangisidir?

Yasalarımız O’na böyle bir yetki veriyor mu?
Yasal dayanağı olmayan bir yetki kullanılabilir mi?
Demirtaş bu makamların hiçbirini dikkate almaya değer görmüyor mu?
Görse ve kendini T.C. yasalarına bağlı saysa böyle bir şey söyleyebilir mi?
Bu işin Demirtaş cephesi.
Bir de yönetim cephesi var.
Yukarıda sıraladığım makam sahipleri yetkilerinin gasp edildiğini görmezler, duymazlar mı?
Sağır ve dilsiz şeytan mı olmuşlardır?

Taksim’de destan yazan (!) polisine ödül veren Emniyet Genel Müdürü ve
bağlı olduğu bakan hazretleri nerededirler?

Gezi Parkı eylemleri ile en demokratik haklarını kullanan milyonlarca insana demediğini bırakmayan, kendinden saymadığı vatandaşlarını fare veya sincap türüne benzeterek KEMİRGEN diyen, polise acımasızca ve ölçüsüzce güç kullanma yolunu açık tutan, yazan-çizen-konuşan-tencere tava çalan herkesi
terör suçlusu sayarak adli makamları harekete geçiren Başbakan nerededir?

  • Gücü, elinde karanfili, belinde su çantası-bebek maması-kitap taşıyan
    temiz yürekli, aydınlık insanlara mı yetmektedir yalnnızca?

Hayır diyebilecek var mıdır?

Kuru lafa gelince sade Türkiye’yi değil, bölgeyi, Arabistan’ı,Kuzey Afrika’yı, AB’ni hatta dünyayı yöneten yüce lider, büyük insan, dünya Müslümanlarının koruyucusu kendi ülkesinin yönetimine ortak çıkılmasını nasıl içine sindirir?

Kağıttan kaplan mıdır yoksa?

Herkese yaptığı gibi bir de Demirtaş’a üfürse ya.

Şapka düşmüş kel görünmüştür.

Kendinden saymadığı vatandaşına, Mısır’da Mursi karşıtlarına,
Suriye’de Esat yanlılarına aslan-kaplan-sırtlan kesilen

  • Başbakan RTE,
    ülkesinin bölünmesi karşısında süt dökmüş kedi olmaktadır.

PKK’nın Suriye kolunun lideri Müslim, devletin daveti ile geldiği Türkiye’den dönüşte “Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt Özerk Bölgesi’ni desteklediğini” açıklamıştır.

Aynı konuda bölücü,Kürtçü Demirtaş da “Kürdistan’la komşu olmaktan korkmamız gerektiğini” söyleyerek AKP-BDP-PKK-PYD işbirliğini teyit etmiştir.

Başlangıçta Kürt bölgelerini de içine alarak büyüyecek ve yeni Osmanlıyı kuracak olan BAŞKAN=SULTAN havucunu yutan ve bize de yutturmaya çalışan RTE,
güzel yurdumuzu ve insanımızı kafasında bölmüş bile.

Bilmediği ve anlamadığı ise bir şeye benzetemediği Türk halkının O’nun kafasına uymayacağıdır.

Türk Ulusu kendini yönetemeyenlere karşı tavrını koymuştur.

İftar sofraları zılgıtları, gözaltılar, ölümler, yaralanmalar, polis işkenceleri,
vergi tehditleri, gazeteci kovmalar, yargıyı yönlendirmeler dahil artık

  • hiçbir zorba yöntem ulusu yolundan döndüremeyecektir.
  • 5 Ağustos’a kadar Yargıtay’da BALYOZ duruşmalarında,
  • 5 Ağustos’ta SİLİVRİ’de görüşmek üzere…

    Naci BEŞTEPE

TÜRK KİMLİĞİ…

Dostlar,

ADD Bilim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan (Çekirdek Fiziği Uzmanı) bilindiği gibi çok yönlü bir Kemalist aydın.

Ülemizin temel sorunlarına kafa yoran ve bilimsel akılcılık yöntemi ile kanıta dayalı yorumlar, çıkarımlar yapan ve bunları yazarak, emekli yansılar ve konferanslarla paylaşarak AYDIN SORUMLULUĞUNU tümüyle yerine getirmeye çalışmakta.

“Matematiksel düşünce” yöntemini ustalıkla kullanmakta.

23 Şubat 2013 günü, BCP Genel Merkezi’nde bir görsel konferans verdi.
Biz de izledik. Sarı ve beyaz leblebiler çıkardı sunumunun bir yerinde ve bunları karıştırarak Anadolu’daki etnisitelerin genetik karışımını (hibritleşme, melezlenme) somut olarak örnekledi.. Sonra da izleyiciler bu leblebileri bir güzel yediler..

Bu renkli ve çok öğretici, bilimsel sununun yansılarını izlemek için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklamalısınız.. Kendisine, bu değerli dosyasını cömertlikle bizimle paylaştığı için teşekkür borçluyuz, öğrettiklerinin yanı sıra..

Turk_kimligi_23.2.13_æ

Sevgi ve saygı ile.
4.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net