Etiket arşivi: Temel Haklar

HALKOYLAMALARI YALNIZCA DEMOKRASİ YOLU MU, YOKSA DİKTATÖRLÜKLERE DE YOL AÇABİLİR Mİ?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:

“Sayın Hocam, 24 Ocak 1993’te katledilen basın şehidimiz, rahmetli sayın Uğur Mumcu‘nun deyimi ile halkımız ve hatta aydınlarımız(!) bilgi sahibi olmadan. fikir sahibi olmayı çok seviyor. Halkoylaması (Referandum) ne demektir? Artıları ve eksileri var mıdır? Eğer varsa neler olabilir? Kısaca açıklar mısınız?”

Halkımız uzun ve doyurucu bilgileri pek sevmiyor. Toplumun binde biri bile sürekli kitap okumuyor. Sözlü kültür hala egemenliğini sürdürüyor. İnsanların çoğu şurup gibi içilen ya da hap gibi yutulan çok kısa bilgiler istiyor. Çerez gibi, atıştırmalık, dişe ve damağa dokunmayan kolay, akıldan kalacak bilgilerin peşinde….

Özetlemeye çalışalım :

Referandum ya da halkoylaması, toplum için, herkesi ilgilendiren, yaşamsal konularda halkın görüşüne başvurmak demektir. Bu sözcüğün kökeni Latince ” referendus ” tur. Latince ‘referre’ fiilinden türetilmiştir.

Halkoylamasının bir adı da Plebisittir. Eski Greko-Romen kültüründe PLEPS halk demektir. Plebisit, ‘halka sormak’ anlamına gelir.

Referandum sözcüğü Türkçemize Fransızca dil yapısı ile girmiştir. Fransızca “fair” yapmak;
refair” yenilemek, tekrarlamak (yinelemek) demektir. Daha önce bilinen bir konuyu yeniden halka sormak anlamına gelir. Referandum = Halk Oylaması. Kamuoyu konuyu referandum olarak tartıştığı için ben de halk daha iyi analsın diye aynı sözcüğü kullanayım.

Hemen belirtmek gerekir ki referandumlar seçimlerden farklıdır. Seçimler siyasal iktidarı belirlemek ve devletin yönetici kadrosunu oluşturmak için yapılır. Örneğin siyasal iktidarlar ve meclisler seçimle görev yetkisi alırlar. Bu nedenle referandumlara seçim olarak değil, kimi zorunlu koşullarda seçimlere destek olmak üzere başvurulur.

Eski Grek ve Romalılardan beri, özellikle de 1789 Fransız Devrimi sonrası, birçok ülkede çeşitli gerekçeler ve amaçlarla referandumlar daha çok kullanılır olmuştur.

Genelde biri önerici-fikir verici ve öbürü de bağlayıcı olmak ya da fikir sorma ya da kural koyma gibi iki tür referandum vardır. Örneğin “Türkiye NATO‘dan çıksın mı, çıkmasın mı?” biçimindeki bir referandum bağlayıcıdır. Aksine, “NATO Türkiye için yararlı mı, yoksa zararlı mı olmuştur?” biçimindeki soruya yanıt aramak bağlayıcı değildir. Kamuoyunun, genel çoğunluğun görüşünü öğrenmeye yöneliktir. Eski bir sözcükle söylemek gerekirse, önerici referandum zorunlu değil, danışımdır (istişaridir). Yaptırım ve kural oluşturmaz. Yönetenlere salt bir fikir verir.

Referandumun biri aşağıdan yukarıya, yani halktan siyasal iktidara, öbürü de yukarıdan aşağıya yani siyasal iktidardan halka iki yönlü bir işlevi ve mesajı vardır. Aşağıdan yukarıya olan işlev ve mesaj, halkın isteklerini siyasal iktidara yansıtmaya yarar. Seçim dönemleri dışında da siyasal iktidarların icraatlarını denetleme ve yanlışlarını değiştirmeye yardımcı olur.

Yukarıdan aşağıya olan referandum mesajı (iletisi) ise, çeşitli propagandalar yolu ile siyasal iktidarın isteklerini halka onaylattırmaya yöneliktir. Yukarıdan aşağıya doğru düzenlenen referandumlar genellikle siyasal iktidarların yetkilerini artırma ve faaliyetlerini genişletme amacı için yapılır. İktidarların otoriterleşmelerine zemin hazırlar.

Tarihsel kayıtlara göre, siyasal iktidarlardan halka empoze edilen mesajları kapsayan referandumlar çoğu zaman demokrasi karşıtlığıdır ve diktatörlük yolunu açabilir. Örneğin Adolf Hitler Alman halkı üzerindeki DİKTATÖRLÜĞÜNÜ referandumla ve yukarıdan aşağıya gelen yoğun propagandalarla ilan etmiştir.(×) Aynı şey Mussolini için de geçerlidir.

Aşağıdan yukarıya, halkın, mesajlarını siyasal iktidara ve Meclise ileten referandum mesajları ise, iyi niyetle, siyasal iktidarların kimi temel politikalarının halk tarafından onaylanıp onaylanmadığına ilişkin referandumlar demokrasiyi güçlendirebilir. Zaten halkoylamasından beklenen de budur. Demokratik iktidarların görevleri halkın üzerinde baskı kurmak değil, topluma daha iyi hizmet yollarını arayıp bulabilmektir.

Özellikle de güçlü siyasal iktidarlarca halka empoze edilen referandum aygıtının temel ve çok önemli kimi sakıncaları kısaca şöyle özetlenebilir.

Halkın ülke, devlet ve toplumun geleceği ile ilgili çeşitli konulardaki fikirleri çoğu zaman anlık ve konjonktüreldir (durumsaldır). Çeşitli güç odaklarının etkilerine açıktır. Halkın büyük bir kesiminin din, dil, ırk, cinsiyet… vb. konulardaki fikirleri akılcı ve bilimsel olmaktan çok sürekli, duygusal ve inançsaldır. Siyasal iktidarların ellerindeki iktidar ve medya güçleri nedeniyle kamuoyu kolayca manuple edilerek (yönlendirilerek) yanıltılabilir.

Ayrıca ülkelerin temel, stratejik ve uzun vadeli (erimli) sorunlarını EVET ya da HAYIR gibi çok basit 2 şeçenekle belirlemek ve çözüm bulmak biraz safdillik olur. Çünkü İnsanlar ve iktidarlar geçici, toplum ve devlet ise kalıcıdır.

Ancak ülkemizde referandum olayının yeniden, hem de hiç beklenmeyen bir konuda aniden gündeme gelmesi, yazılı ve görsel basında uzunca tartışılması, hatta AK PARTİ tarafından bir anayasa maddesi değişiklik önerisine dönüştürülerek TBMM gündemine sunulmasına neden olan olayı kısaca anımsatalım.

Önce CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de başörtüsü sorununu kökten çözmek ve tümüyle gündemden düşürmek iddiası ile Meclise bir yasa önerisi vereceklerini söyledi. Bu öneri üzerine AKP Genel Başkanı ve sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise karşı atağa geçerek, başörtü konusunu yasayla değil, referandum yapılarak anayasa değişikliğine götürmeyi istedi…

Kendi bireysel fikrim o ki, Türkiye’de bir başörtüsü sonunu yoktur. Ortaya çikan tartışmalar yapaydır. Bu nedenle, ne bir yasal düzenleme ve ne de bir referandum ve anayasa değişikliği gerektirir. Tersi olursa hem zaman hem kaynak savurganlığı ve hem de toplumsal sürtüşme ve kutuplaşmaların yolu yeniden açılmış olur.

  • Ayrıca, uluslarüstü hukukla korunan ve ülkemizi de bağlayan temel haklar,
    din ve vicdan özgürlüğü… vb. konularda referandum yapılamaz.

Üstelik Türkiye laik bir ülkedir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletin tüm inanç kümelerine eşit davranması anayasal zorunluktur. Devletin inanç kümeleriyle ilgili eşitliği bozacak, bu kümelerden kimilerini avantajlı ya da dezavantajlı duruma getirecek düzenlemelerden uzak durması gerekir.

Kıssadan hisse ya da son söz :

Mevcut siyasal iktidarca gidilen iki referandum, ayrıca da Cumhurbaşkanının bağlayıcı referandumla, yani halk oyu ile seçilmesi ülkede ikircikli ve kutuplaştırıcı bir sosyolojik yapının doğmasına neden olmuştur. Toplumsal barış zarar görmüş, kederlerde ve kıvançlardaki sevgi ve kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur. Zararın neresinde dönülebilirse kârdır. Ne yeni bir yasal düzenlemeye ve ne de anayasal bağlayıcı referanduma gerek vardır.

Çok kısa bir süre sonra yapılacak genel seçim en gerçekçi referandum ya da halk oylaması olacaktır.

(×)- ANDREV HEYWOOD, Siyasetin temel kavramları. Cev. Hayrettin Özler. Adres Yayınları, 2012. ss.295-297

Hukukun Üstünlüğü Kalmadı

Hukukun Üstünlüğü Kalmadı

Prof. Dr. Sibel ÖZEL
Marmara Üniv. Hukuk Fak.

Cumhuriyet, 01 Aralık 2020

Hukukun üstünlüğü kavramı, son yıllarda herkesin dilinde olup neyi ifade ettiği tam olarak içselleştirilmeyen soyut ve uzak bir terim olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa kavramın anlamı ve işlevi ülke kalkınması ile olan doğrudan ilişkisi çok açık olarak belirlenebilmektedir. World Justice Project, her yıl ülkelerin hukukun üstünlüğü derecesini, kavramın bünyesinde barındırdığı faktörler üzerinden raporlamaktadır. 2020 endeksinde Türkiye, 128 ülke içinde 107. sırada yer almıştır. İlk on ülke Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç, Hollanda, Almanya, Yeni Zelanda, Avusturya, Kanada ve Estonya’dır. Endekste hukukun üstünlüğü dört evrensel prensibi bünyesinde barındıran kanunların, kurumların, normların, toplum dayanışmasının sağlam bir sistemi olarak tanımlanmıştır.  Bu evrensel prensipler şunlardır:

  • Hesap verebilirlik: Özel sektör gibi hükümet de hukuken sorumlu tutulabilmelidir.
  • Adil hukuk kuralları: Kanunlar açık ve net, kamuya ilan edilmiş ve istikrarlı olmalı; tam olarak uygulanmalı ve temel hakları korumalıdır.
  • Açık yönetim: Kanunların yasalaşması, yürütülmesi ve uygulanması erişime açık, adil ve etkili olmalıdır.
  •  Erişilebilir ve tarafsız uyuşmazlık çözümü: Adalet ehil, ahlaklı ve bağımsız temsilciler tarafından yerine getirilmelidir.

EN KÖTÜ ALAN YETKİ DENETİMİ

Hukukun üstünlüğü hukukçuların tekelinde bir kavram değildir. Güvenlik, haklar, adalet ve yönetim meseleleri herkesin günlük hayatını etkilemektedir. Dolayısıyla hukukun üstünlüğünün yürürlükte olması, endekste vurgulandığı üzere yolsuzluğu azaltacak, hastalık ve yoksullukla mücadele edecek ve insanları her türlü adaletsizlikten koruyacaktır. Hukukun üstünlüğü endeksi, 8 faktör üzerinden değerlendirme yapmaktadır :

  • Hükümet yetkileri üzerindeki sınırlamalar: Burada hükümet yetkililerinin ve görevlilerinin kanunla, yargıyla ve bağımsız denetim organlarıyla etkili bir şekilde sınırlandırılması değerlendirilmektedir. Türkiye’nin en kötü notu bu alandadır ve 128 ülke arasında 124. sıradadır.
  • Yolsuzluğun olmayışı: Yasama, yürütme, yargı organındaki kamu görevlileri ile polis ve askeriyedeki kamu görevlilerinin, kamu görevini özel amaçları için kullanmamasıdır. Türkiye 60. sıradadır.
  • Açık yönetim: Kanunların ve hükümet bilgilerinin kamuya açık olması, sivillerin katılımı ve şikâyet mekanizmaları değerlendirilmektedir. Türkiye 97. sıradadır.

    Temel Haklar: Eşit muamele ve ayrımcılık yasağı, adil yargılanma, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, temel işçi hakları bu bölümde ele alınmaktadır. Türkiye’nin en kötü olduğu alanlardan biri de budur ve 123. sıradadır.

  • Düzen ve güvenlik: Suçun etkili bir şekilde kontrolü, özel hukuk ihtilaflarının etkili bir şekilde sınırlandırılması bu bölümde işlenmektedir. Türkiye 77. radadır.

    Mevzuatın uygulanması: Hükümet tasarruflarının etkili bir şekilde uygulanmasıdır. Türkiye 110. sıradadır.

  • Hukuk yargısı: Özel hukuk adaletinin gecikmeden, ayrımcılık gözetmeksizin uygulanmasıdır. Türkiye’nin yeri 103’tür.
  • Ceza yargısı: Ceza kovuşturma ve yargı sisteminin etkili, tarafsız, hükümet tasarruflarından bağımsız olarak işlemesidir. Türkiye 85. sıradadır.

ÜRKÜTEN MANZARA

Endeks, bölgesel ve gelir dağılımına göre de bir değerlendirme yapmaktadır. Türkiye Doğu Avrupa ve Orta Asya bölgesinde 14 ülke arasında sonuncudur. Gelir dağılımına göre yapılan listede ise Türkiye orta-üst gelir grubu içindeki 42 ülke arasında 40. sıradadır. Yüksek gelir grubunda yapılan sıralama gelişmiş ülkelerin hukukun üstünlüğü sıralamasında da üst sıralarda olduğunu göstermektedir. Bu durum hukukun üstünlüğü ve kurumsal yapıların kalkınmaya yol açtığını göstermektedir.

Zira bağımsız ve şeffaf bir yargı sistemi, hukukun ayrım gözetmeksizin herkese eşit biçimde uygulanması, yöneticilerin ayrıcalıksız olarak hukuk kurallarıyla bağlı olması ve etkin kurumsal yapılar ekonomik gelişmeye yol açmakta; küçük işletmelerden azınlık gruplarına, tüketicilere kadar herkesin yararına olmakta ve yatırımcıların gelişimine katkıda bulunmaktadır. Bağımsız ve erişilebilir bir yargı sistemi özel hukuk ilişkilerinde sorunların adil ve öngörülebilir bir süreçte çözümlenebileceğini, mülkiyet haklarının hukuken güvencede olduğunu garanti altına almaktadır.

HUKUK HERKESE LAZIM

İyi işleyen bir hukuk sistemi, küçük işletmelerin gelişimini ve kayıtlı ekonomiye daha fazla firmanın girmesini temin etmektedir. Kayıtlı ekonomideki artış da yeni istihdam alanları yaratarak işsizliği azaltmakta ve vergi tahsilatını artırmaktadır. İstikrarlı, öngörülebilir ve hesap sorulabilir bir hukuk düzeni uluslararası yatırımcılar için de çekim alanı oluşturmaktadır. 25 Eylül 2015’de kabul edilen “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Ajandası” yoksulluğun sonlandırılması, gezegenin korunması ve herkes için refahın sağlanmasına yönelik 17 hedef belirlemiştir.

Bu sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden 16.sı “Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar” başlığını taşımakta ve her seviyede etkili, hesap verebilir kurumların inşası için barışçıl ve kucaklayıcı toplumların gelişimine hizmet etmektedir. Bu hedefin gerçekleşmesi hukukun üstünlüğü ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin kalkınması ve refah seviyesinin artması için hukukun üstünlüğünün önemi kavranmalı ve “hukuk bir gün size de lazım olur” düşüncesinden uzaklaşılarak kavramın içeriği ve uygulaması içselleştirilmelidir.

Bu itibarla Endekste Türkiye’nin yeri, durumun vahametini gösteren bir olgu olarak kabullenilmelidir. Sorunun doğru tanımı çözüm imkânlarını geliştirecektir. “Adalet mülkün temelidir” sözünü yüzyıllardır dillendiren bir toplumda, hukukun üstünlüğü bütün ilke ve kurumlarıyla hayata geçmezse “mülkün” temelinin sarsılacağı anlaşılmalıdır.