Etiket arşivi: TEK ADAM REJİMİ

Türkiye’nin yarınını neler belirleyecek…

Erol ManisalıErol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com
Cumhuriyet 30.11.21

– İktisadi ve siyasi olarak Türkiye “olağanüstü” sorunlarla karşı karşıya.
– Büyük krizden çıkmak için siyasi ve iktisadi olarak “yapılması gerekenler” bellidir. Ülkede %70’lik toplumsal destek (ve istekli) gerekenler ana hatları ile ortaya konmuştur. Sorunların hangi yollarla (ve araçlarla) çözüleceği konusunda % 70’in temsilcileri, “asgari müştereklerde”, temel noktalarda, ortak bir görüşte şimdilik “fikren” de olsa birleşmişlerdir.
– Öte yandan, çözüm için gereken araçları ve değişiklikleri kabul etmeyen iktidar ortakları da bellidir: Bir yanda krizden kurtuluş için gereken önlemler belli iken öte yanda bunların yapılmasının yolunu kesenler de bellidir.
– Yarın nasıl bir Türkiye olacağını, bugün ülkede “mevcut olan iç siyasi ve iktisadi dinamikler üretecektir”“Veri” olan, mevcut alan, var olan faktörler (AS: etmenler) doğrultusunda yarının Türkiye’si şekillenecektir.
– Şunu da kabul etmek gerekir: fiilen mevcut olan, iç siyasal ve iktisadi faktörler

a) Bir yandan değişken faktörlerdir.
b) Öte yandan bu değişim süreçleri kendi dışsallıklarını (externalities) her iki yönde de “besleyerek” değiştirebilirler; Almanya’da Hitler faşizminin “kendi dışsallıklarını da üretebilmesi” gibi.

– Sözün kısası yarının Türkiye’sini, bugün iç siyasal ve ekonomik dinamikleri belirleyeceklerdir: Ya güçlü parlamenter sistem ve demokrasi yönünde yol değiştirme: Ya da tek adam rejimi ile ray değiştiren ülkenin demokrasi istasyonundan daha da uzaklaşarak siyasal İslam odaklı, tümüyle otoriter bir yapıya dönüşmesi.

Halkın %70 dolayındaki güçlü çoğunluğuna rağmen, aynı oranda güçlü bir muhalefet “etkinliği” bulunmuyor. Bu konuda, her bir muhalefet partisinin “kendi öncelikleri” ile ulusal boyutta bütünleşmiş muhalefet cephesi arasında farklar var.

%70 dolayındaki “halk muhalefetine” karşın muhalefet cephesindeki siyasal partiler aynı oranda, organize başarı gösteremiyorlar.

Buna karşın Erdoğan ve AKP’nin kemikleşmiş %25’inin iki ayağı bulunuyor:

a) Tek adam iktidarında tüm ekonomik ulusal kaynaklar denetimsiz olarak rejimin elinde bulunduğundan “iktidar cephesine” aktarılan olağanüstü ekonomik güç söz konusu: bu kesim, iktidar ile kader birliği içinde,
b) Siyasal İslamcı düzeni savunan dinci örgütler de iktidarın en büyük destekçileri. Bunlara zaman zaman de olsa katılan kimi yabancı devletleri de katmak gerekiyor.

Türkiye kader seçimlerine, bu iki cephe arasındaki mücadele (ve kavga) ile gidiyor. Ayrıca “haksız rekabet” koşullarının büyük ölçüde geçerli olduğu bir ortamda yapılacak. İktidar cephesinin, “kaybettiği andan itibaren katlanacağı olağanüstü bedel” de göz önüne alındığında, “iktidarın ölçüyü ne oranda kaçıracağı” en çok sorgulanan sorun.

Kavga özünde, demokrasi ve siyasal İslam arasındadır.

Muhalefet partileri bu gerçeği ne oranda özümseyip değerlendirecekler?

İşin ilginç yanı halen %70 oranındaki bölümü bu gerçeği görmüş ve eğilimini buna göre belirlemiştir. Halkın bu eğilimine karşın muhalefet partileri ellerini taşın altına koyma konusunda, “sokaktaki insan kadar kararlı gözükmüyorlar”. Tabandaki, “demokratik örgütlenme yetersizlikleri” bu çelişkinin en önemli nedenidir.

Yoksa, dincilerden uluslararası mafya ve emperyalizme “olağan şüpheliler” ortaklığı kasıp kavurur. Son aylarda Diyanet İşleri Başkanı’nı, Sedat Peker’leri ve Biden’ları konuşmuyor muyuz… Sahneyi işgal edenler bu “üç ayak”

KRT Programımız : SALGINDA SİL BAŞTAN MI; NELER YAPMALI?

Dostlar,

Bu akşam, 26 Temmuz 2021 Pazartesi, KRT’de olacağız. / OLDUK..

Konu : SALGINDA SİL BAŞTAN MI; NELER YAPMALI?

Sayın Çiğdem AKDEMİR’in sorularını yanıtlamaya çalışacağız.. / YANITLADIK..

İzlemek için tıklayınız (17 dk.) : https://www.youtube.com/watch?v=KktIYrKQfyY


Eldeki veriler aşağıda.. 1 Temmuz 2021’de birden bire, kabak çiçeği gibi 4. kez açılım – saçılım kumarını oynadık. Oysa o gün 5288 yeni olgu – vaka ve 42 ölüm kaydedilmişti. 3 hafta sonranın verileri aşağıda.. Ve bu daha başlangıç.. Bayram dönüşlerinin etkisini izleyen 2 hafta içinde – sonunda gözleyeceğiz.

Emekler boşa mı gidecek? Durum ciddi..
Bu gün saat 17:08’de aşılama durumu şöyle :
Toplam Yapılan Aşı Sayısı : 67.382.722
1. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 39.709.346
2. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 23.654.371

Toplam doz 67,4 milyon. Türkiye eylemli (de facto) 90+ milyon. 16’yaş altı yaklaşık 20 milyon çocuk henüz aşılan(a)mamaktadır ancak aşılanması gereken risk kümesi, hedef nüfustur gerçekte. 70 milyon hedef kitle dense, 2 doz üzerinden 140 milyon, 3 dozdan düşünülürse 210 milyon doz aşı yapılmış olması gerekir ancak yapılabilen 67.4 milyon ile 1/3’ü bile değildir. Gerçek biyolojik / immünolojik bağışıklık henüz çok yetersizdir, kayıtlara göre bağışıklık oranı değil ancak aşılanma oranı verilebilir. Aşılanma, bağışık olma demek değildir.

Artan aşılamaya karşın olgu – vaka sayıları patlamada. Niçin böyle?
Aşı karşıtları bu durumu kullanmaya hazır.. Ancak yine haklı değiller, yine bilimsel değiller. Hatta tersine, bu olumsuz tabloda açık pay ve sorumlulukları var.
**
Salgın yönetimi bir orkestra uyum ve disiplini ister. Bir tür “Quartet” gibidir :
1. Kişisel korunma önlemleri (aşılanma dahil) : Maske, uzaklık, hijyen ve AŞILANMA
2. Toplumsal korunma önlemleri : Hareketliliği, kalabalıkları, sınır kapılarını.. düzenleme.
3. Yaygın – hızlı aşılama, seferberlik! Çekince ve reddi uygun önlem – yaptırımlarla aşma.
4. Sosyal devlet önlemlerinin sürdürülmesi..
Dilerseniz masanın 4 ayağı benzetmesi de yapılabilir.

4 önlem alanı birbirinden bağımsız değil, birbirine geçişli, birbirini tamamlayıcı..
**
Aşılama artarken neden olgu – vaka sayısı da artıyor?
1. Toplumda hastalık yükü çok fazla; belirtisiz dolaşan 1,2 milyon dolayında taşıyıcı var.
2. Hastalığı geçiren 5,5 milyon insandan ancak son 6 ayda geçirenler bir ölçüde doğal bağışık.
3. Aşılamaya geç başladık, 14 Ocak 2021 ve tedarik sıkıntısı uzadı, bulaş zinciri kırılamadı.
4. 1 Haziran 2020 ve 1 Mart 2021 açılımları denetimsizdi – hatalıydı, bedeli çok ağır oldu.
5. 1 Temmuz 2021 açılım – saçılım kumarının Epidemiyolojik temeli yok; politik-ticari-ekonomik-turistik ve popülist.. gerekçelerle erken ve sınırsız, acul bir açılım oldu, bedel sofrada.
6. Aşılamada istekli kitleye kolay erişildi; şimdi çetin cevizlere bire – bir erişmek gerekiyor.
7. Toplum bağışıklığı bir havuza benzetilirse, uygun – yeterli aşılananlar yeterli sayılabilecek bağışık direnç geliştirerek havuza ekleniyor. Hastalığı geçirerek doğal bağışık olanlar da. Ancak havuzun ciddi bir kaçakları da var : Aşıdan çekinenler, aşıyı reddedenler, kuralsız uygulananlar (süreyi uzatma gibi), aşı olup yeterli bağışık yanıt veremeyenler, aşı olan ya da hastalığı geçirenlerden 3-6 ay sonra bağışıklıkları sönümlenen – zayıflayanlar..
8. Toplum bağışıklığı olabildiğince hızla gerçekleştirilemeyince bulaş zinciri kırılamıyor. İnsandan insana geçiş sırasında kaçınılmaz biçimde mutasyonlar oluyor ve varyant tipler gelişiyor. Her yeni varyant, başedilmesi daha güç özellikler kazanıyor; örneğin aşılara direnç geliştiriyor, daha kolay bulaşıcı oluyor, bulaştığı insanda çok ve daha hızlı çoğalabiliyor.
9. Elde hala etkili bir koruyucu ya da sağaltıcı ilaç yok; sağaltım salt destekleyici.
10. Kişisel – toplumsal korunma önlemleri zayıfladı. Halka yanlış ileti verilerek gevşetildi. Oysa maske – uzaklık – hijyen kurallarına uymak hala zorunlu.
11. Türkiye sınır kapılarında yeter önlem almadı, turizmi teşvik için bilerek risk aldı. Özellikle Delta varyantı kaynayan Rusya’dan birkaç milyon turiste bilerek – isteyerek göz yumuldu.
12. İktidar hala haktan veri saklıyor, işbirliğine yanaşmıyor, orta-uzun erimli yapılaşmaya gitmiyor. AKP iktidarı ülkeyi içine sürüklediği çok ağır ve çok yönlü bunalımlarla başetme yetisini yitirdi. İçine dönük sorunlara boğuldu. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık sorunları artık kamuoyu önünde; Erdoğan giderek artan örneklerde konuşurken, otururken, ayakta.. uyukluyor; en azından olağanüstü yorgun. ucube TEK ADAM REJİMİ TIKANDI, ülkenin pek çok sorunu çözüm bekliyor, birçok temel kamusal işlev gecikmeyle yapılabiliyor.
***
Liste uzatılabilir.. Örn. Türkiye’nin komşuluk ilişkileri, transit coğrafya oluşu, yoksulluğu! Özellikle test politikası (tarama amaçlı test yapılması zorunlu!), Ulusal Özerk – Bilimsel Halk Sağlığı Kurumu yokluğu, Sultanizm!

Doğu – güneydoğudaki yetersiz aşıla(n)ma oranları sorununun üstüne enerjik biçimde gidilmeli.
Erdoğan, açık, net, çekince – red nedenlerine odaklanan sürekli çağrılar yapmalı halka.

Toplumla işbirliği yaparak, Sağlık Bakanlığı yaygın halk eğitimi – ikna çabası göstermeli.

Okulların açılması için tüm öğretmenler, okul çalışanları, 16+ yaş öğrenciler aşılanmalı.
Okul sağlığı birimleri kurulmalı, okulların fizik mekan – hijyen sorunları çözülmeli.

Salgın finansmanı için gerekirse EK BÜTÇE çıkarılmalı, sosyal destekler sürdürülmeli.
***
Hemen kimi kısıtlar başlatılmalı                          :
– Çalışma yaşamında esnekleştirme.. Kısa süre çalışma, farklı zamanlarda başlama – bitirme.
– Evden yapılabilecek işleri teşvik etme..
– Toplu taşımayı iyileştirerek kalabalıklaşmayı azaltma
– Kapalı mekanlarda kalabalıklaşmaya izin vermeme
– Sınır kapılarında sağlık güvenlik önlemlerini sıkılaştırma
– Özellikle turizm mekanlarında maske – uzaklık – hijyen – aşı – eğitim – denetleme- yaptırım zincirini çalıştırma..
– Aşılamayı 12 yaş sınırına çekme..
– Aşı sağlama (tedarik) zincirinde güvence – süreklilik sağlama..
– Güven veren – saydam – katılımcı – toplum sağlığı öncelikli ve odaklı salgın yönetimi.

26 Temmuz 2021 için yeni hastalık sıklığı (insidensi) yüzbinde 16.. epey yüksek.

  • Geçen hafta, önceki haftaya göre dünyada Kovit-19 %3 artarken, ülkemizde %43 arttı!
  • Geçen hafta, önceki haftaya göre dünyada Kovit-19 ölümleri %4 artarken, ülkemizde %32 arttı!
  • Bu veriler ürkütücüdür ve “Dünyada da artıyor” gerekçesi ileri sürülemez.

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

 

 

Türkiye 15 Temmuz’la hesaplaşamadı

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller

 

(AS: Bizim “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” irdelememiz yazının altındadır.)

ABD destekli FETÖ’cü 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin üzerinden beş yıl geçti. Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” gören iktidar, bu sürecin ilk bölümünde ülkeyi OHAL yetkileriyle yönetti. Sonrasında iktidar, 15 Temmuz’un konjonktüründen yararlanarak Türkiye’de hükümet sistemini değiştirdi. Parlamenter sistem yıkıldı, yerine “Türk tipi başkanlık sistemi” getirildi. Böylece 2016-2018 yılları arasında uygulanan OHAL yönetimi, güncellenerek tek adam rejimine dönüştürüldü. Ancak bu bile Erdoğan’a yetmiyor!

Erdoğan’ın üç hamlesi

Yetmiyor, çünkü 2023 seçimi ya da olası bir erken seçimde Erdoğan’ın iktidarını sürdüremeyeceğine dair işaretler gittikçe çoğalıyor; ekonomik ve siyasi işaretler, rejimin ortalığa saçılan mafyokratik ilişkileri, hatta gençlerin ve kadınların sosyokültürel itirazları…

Erdoğan bu nedenle “tek adam rejimi”nin üzerine, yeniden OHAL yetkileri eklemek istiyor. İşte TBMM’ye torba yasayla gelen OHAL kullanma yetkisi talebi bu nedenledir.

1) Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek adına attığı adımlar, sadece sopalı seçim süreci için OHAL yetkisi istemekten ibaret değil.

2) Afganistan’da Mehmetçiğe görev verilmeye çalışılması, Erdoğan’ın iktidarını koruyabilmek için ihtiyacı olan Batı’dan “olası” siyasi ve ekonomik desteğin bedelidir.

3) 10 Temmuz günü Diyarbakır’da “Samimiyetle başlattığımız süreci provoke ettiler. Evet, çözüm sürecini biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyen Erdoğan, Kürt oyları için yeni bir hamle peşinde. Kuşkusuz “bitirmedik” dedikleri açılımı, kaldığı yerden başlatma şansları yok. Ancak Saray, bir süredir, HDP’nin oylarının bir bölümünü alabilecek bazı modeller üzerinde çalışıyor.

15 Temmuz, 1946’da başladı

  • AKP iktidarı, eski ortağı FETÖ’nün darbe girişimiyle “belli ölçülerde” hesaplaştı ama Türkiye hâlâ birincisi ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle, ikincisi de AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşamadı. 

Bu iki konu, aslında birbirinin bütünleyenidir ve Türkiye’nin önündeki temel sorundur. Çünkü bu hesaplaşma, Türkiye’nin 1946 yılından itibaren başlayan dönüşümüyle topyekûn hesaplaşmaktır. Türkiye’nin Atlantik kampına dahil edilmesiyle ortaya şu temel sorunlar/sonuçlar çıktı:

– Sola ve komünizme karşı mücadele için dincilik desteklendi (İmam hatiplerin, tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. FETÖ’cülüğün başladığı yer Komünizmle Mücadele Dernekleridir).

– Antiemperyalist Türk milliyetçiliği, NATO Türkçülüğüne dönüştü.

Kemalist devrime karşıdarbe yapıldıAtatürk sembollerde kaldı ama devrimci programı adım adım tasfiye edildi.

– Amerikancı darbelerle emperyalizmin “Yeşil Kuşak” stratejisine uygun Türk-İslam sentezi inşa edildi. Devlet, bu ideolojiye göre yukarıdan aşağıya kurumları ve toplumu dönüştürdü.

– Türkiye, ABD’nin neoliberal serbest piyasa ekonomisine eklemlendi.

Özetle                          :

  • 15 Temmuz süreci, 1946’daki dönüşümle başladı.
  • ABD Gladyosu’nun operasyon eli FETÖ; Menderes döneminde tohumlandı,
  • Demirel iktidarlarında doğdu ve yürüdü,
  • 12 Eylül sürecinde koştu ve
  • Erdoğan’la ortaklığında “iktidar ve devlet” oldu!

Türkiye, AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşacak

“Yakın yarına” bakılınca, kuşkusuz önümüzde sıkıntılı hamle ve gelişmeler duruyor ancak “geniş yarına” bakınca, önümüz aydınlık:

1) Erdoğan’ın aldığı önlemler, iktidarı kaybetmesini önleyemeyecek. 
2) Türkiye, er geç AKP-FETÖ ortaklığıyla ve ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle hesaplaşacak.
3) Türkiye, yeni bir dünya kurulurken, oradaki yerini alacak. Komşularla düşmanlığın yerine, kolektif güvenlik anlayışı ile geliştirilen barış kuşakları oluşturulacak.
4) Türkiye, siyasal bağımsızlığının esas teminatı olan ekonomik bağımsızlığı için, borcu borçla çevirme döngüsünden çıkacak ve üreten bir ekonomi modeli uygulayacak.
===================================
Dostlar,

10 Maddede 15 Temmuz Kumpası

1. AKP = RTE iktidarı, ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişimini
önceden haber al – mış – tır! MİT öğleden önce öğrenmiş ve bilgi vermiştir.
2. Karşı önlemlerini alan AKP = RTE iktidarı, resti görmüştür.
3. ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişiminin “ŞAH MAT” hedefi o gece püskürtülmüştür.
4. Bu kanlı “başarıda” AKP = RTE iktidarının aldığı önlemelere ek, saldırıyı kavrayan Kemalist – Yurtsever güçlerin direnmesi başat belirleyici olmuştur.
5. AKP = RTE iktidarının silahlandırdığı para-militer güçler o gece doğrudan Erdoğan tarafından sokağa çağrılmıştır ki bu darbelerde genel kural olan “halkın evde kalması” istemlerinin tam tersi olup hazırlığa dayalıdır.
6. 250+ insanın ölmesi ve çok daha fazla yaralının sorumlusu doğrudan AKP = RTE iktidarıdır. Şehit ve gazilerin istismarı utanç vericidir.
7. AKP = RTE iktidarı yaşamının kumarını oynamış ve bedeli olarak da Türkiye’ye 2+ yıl OHAL’i dayatmış, o koşullarda hileli olarak anayasayı ve rejimi değiştirmiştir. “Bu darbe bize Allah’ın lütfu” sözleri AKP = RTE iktidarının apaçık kendini elevermesidir.
8. Türkiye’de 200 yıla yaklaşan demokratikleşme süreci askıya alınmış; dinci – gerici karşı devrim ülkeye yaşamın her alanında şiddetle dayatılmıştır.
9. Ancak 20 yıllık tek başına iktidar ve mutlak sultanlık yetkileri de Türkiye’nin aydınlık birikimini tümüyle teslim alamamış ve çökertememiştir.
10. Giderek despotlaşan her politik lider – rejim gibi; AKP = RTE de şimdi tümüyle irrasyonel, ilkel bir refleksle “daha da fazlasını” istemeye başlamıştır.

Ne var ki, buraya dek Aziz Lordum, tarihin sonlu kredisi buraya dek!

Hala akıllanmazsanız, hiç ama hiiiç kuşkunuz olmasın, en ağır bedeli sizler ödersiniz.

Yakın tarih öylesine ibret verici örnekler içeriyor ki; biz somutlamayalım, siz yüzleşin!


Sevgi, saygı ve kaygı ile. 15 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

CHP’nin Tarihi Görevi

Mehmet Tomanbay (@mtomanbay) | TwitterProf. Dr. Mehmet TOMANBAY
22. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra Milli Mücadele’yle ilgili ilk açıklamasını 22 Haziran 1919’da Amasya’da yapmıştır. Tarihe “Amasya Tamimi” olarak geçen ve Atatürk tarafından kaleme alınan açıklama, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” cümlesiyle başlar. “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle de çözümün ne olduğunu belirtir.

KİRLİ İLİŞKİLER SAÇILDI

Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadele’nin yol haritasını, Erzurum ve Sivas kongreleriyle çizmişlerdir. Sivas Kongresi, Cumhuriyetin kurulmasında en önemli dönemeçlerdendir. CHP’nin 2. Kurultayı’nda Atatürk, Sivas Kongresi’ni “partimizi doğuran kurultay” olarak tanımlar. Bu sözüyle

  • CHP’ye, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olan cumhuriyetimizi, ebediyete kadar koruma, kollama görevini vermiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri egemen olan demokratik parlamenter sistem, 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumuyla terk edildi. Yerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejimi egemen kılındı. TBMM işlevsizleştirildi. Otoriterlik ve kutuplaşma arttı. Kuvvetler ayrılığı yok edildi. Denge, denetleme mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Egemenlik kişiselleştirildi. Artık Türkiye’yi denetlenemeyen, partili bir cumhurbaşkanı yönetmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulanmasıyla ekonomide,
dış politikada, toplumsal sorunlarda sıkıntılar giderek büyümüştür

  • Salgın hastalığın da iyi yönetilememesi sonucu, işsizlik olağanüstü artmış, gelir dağılımı daha da bozulmuştur.

TL’deki değer kaybı durdurulamamıştır. Vatandaş yükselen enflasyon karşısında, her zamankinden daha çok ezilmiştir. Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de geri adımlar atılmıştır. AB ve ABD’yle ilişkilerde iyileşme olmamıştır.

  • Organize suç örgütlerinin kirli ilişkilerinin devleti nasıl tahrip ettiği de son dönemde kamuoyuna yansımıştır.

MİLLET İTTİFAKI’NIN SORUMLULUĞU

Bu ortamda siyasal mücadele yaşamsal önemdedir. Muhalefet partilerinin, ülkemizi hızla sonu belirsiz noktaya yaklaştıran gidişe dur deme sorumlulukları büyüktür. Yapılması gereken, Amasya Tamimi’nde Atatürk tarafından belirtilmiştir. Kötü gidişe dur deme görevi milletindir. Milleti örgütleme sorumluluğu da kurucu parti CHP’nin ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nundur.

Bu anlamda Kılıçdaroğlu, CHP’nin sorumluluğuna uygun bir politikayla “Millet İttifakı” adıyla muhalefet partileri arasında önemli bir dayanışmayı başarmıştır. Bu politika ilk meyvesini yerel seçimlerde vermiş, Millet İttifakı birçok belediye başkanlığı kazanmıştır. Bu başarı, CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik beklentiyi daha da artırmıştır. Her geçen gün artan ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları aşabilmek için Millet İttifakı’nı daha da genişletmek, güçlendirmek zorunludur. Milletin büyüyen sorunlarını, Millet İttifakı’nda bir araya gelen güçlerin azmi çözebilir. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve toplumdaki hassas dengeler nedeniyle, ittifakın genişletilip güçlendirilmesi kolay değildir. Ancak ülkemizin birliği, dirliği için bu zor görev başarılmalıdır.

Atatürk, ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeli durum karşısında, Anadolu’da binlerce yıldır tasada, kıvançta bir arada yaşamış, aynı gelenek, görenek, inanca sahip kesimleri, etnik ve mezhepsel farklılıklarına bakmadan, ayrım yapmadan bir araya getirmişti. Ümmetten millete geçmeyi başarmıştı. Cumhuriyeti kurmuştu. Şimdi de millet, her kesimden siyasi liderin aynı sorumlulukla davranmasını beklemektedir. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın diğer liderleri, ittifakı desteklemek isteyen, Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmeyi arzulayan irili ufaklı her partiyi ve parti liderini, ittifak çatısı altında buluşturma sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar. Cumhuriyetimizin esenliği ve kurtuluşu, Millet İttifakı’nı kuran Kılıçdaroğlu ve diğer genel başkanların bu zor ama tarihi görevi başarmalarına bağlıdır.

ADALETİNLE BİN YAŞA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’den dinlediğim ve çokça anlatılan bir fıkrayı bir kez daha paylaşmak istedim :

“Osmanlı döneminde, yolsuzlukları ve avantacılığı ile ünlü “Karakuşi” adında bir kadı varmış. Bir gün bu kadı, fırının önünden geçerken burnuna nefis bir koku gelmiş. Vitrinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen enfes bir ördek var. Kadı, fırıncıya; ‘Ben bunu aldım’ demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Ördeğin esas sahibi gelmiş; ‘Hani bizim ördek?’ Fırıncı boynunu büküp; ‘uçtu’ demiş. Fırıncı pişmiş ördek için uçtu deyince, önce münakaşa, derken yumruk yumruğa kavga başlamış. Kavga sırasında fırıncı, fırın küreğiyle araya giren bir gayrimüslim vatandaşın gözünü çıkarınca, korkup kaçmaya başlamış. Fırıncı önde, ördek sahibi ve gözü çıkan vatandaş arkada koşarken, can havliyle kaçmakta olan fırıncı, önüne çıkan duvardan atlamış ama hamile bir kadının üstüne düşüp, kadıncağızın çocuğunu düşürmesine ve ölümüne sebep olmuş. Kadının kocası ve Yahudi komşusu da kovalamaya katılınca, zaptiyeler hepsini derdest edip, Karakuşi Kadı’nın huzuruna çıkarmışlar.

Kadı sırayla sormuş; Ördeğin sahibi; ‘Kadı Hazretleri, fırıncı benim pişmiş ördeğimi hiç etti’ demiş. Kadı, fırıncıya sormuş; ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’ Fırıncı, hınzırca Kadıya bakıp; ‘Uçtu’ demiş. Kadı kara kaplı defteri açmış; ‘Ördeğin karşısında TAYYAR yazılı. Tayyar, uçar anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değildir’ diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan Gayrimüslim vatandaşa sormuş ve onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir uygun madde bulup; ‘Her kim gayrimüslim birinin iki gözünü çıkarırsa, o müslimin tek gözü çıkarıla…’ Davacı; ‘Benim tek gözüm çıktı, şimdi ne olacak?’ diye sorunca Kadı; “Şimdi, fırıncı senin diğer gözünü de çıkaracak, biz de ceza olarak onun tek gözünü çıkaracağız’ deyince, adam davasından vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Kadı, çocuğunu düşüren kadının kocasına dönüp; ‘Tamam, sen karını fırıncıya vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak’ deyince, adam arkasına bakmadan kaçmaya başlamış. Kadı, Yahudi vatandaşa dönüp; ‘Senin şikâyetin nedir bre?’ demiş. Bir süre düşünen Yahudi;

‘Ne diyeyim Kadı Efendi, Adaletinle bin yaşa e mi’

İrtica’nın en yalın tarifi şudur :

“Pozitif Hukukun yerine, Şeriat Hukukunu getirmeye İRTİCA denir.”

AKP’nin de hedefi budur. AKP’nin bu hedefine varabilmesi için en büyük desteği bizzat “Yargı Camiasından” alması gerekir. Maalesef öyle de oldu! En büyük desteği de Yüksek Yargı mensuplarından aldı! İki örnek verelim; Yüksek Yargının FETÖ’ya teslim edilmesi operasyonu şöyle gerçekleşmişti :

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın emriyle Adalet Bakanı Sadullah Ergin bu operasyonu yönetti. Müsteşarı aracılığıyla, Müsteşar Yardımcısının evinde, FETÖ’nun “Yargı İmamlarıyla” bir toplantı yapıldı ve listeler oluşturuldu. Ertesi gün listedeki 160 ismin 160’ı da Yargıtay üyesi seçildi! Bir tane Yüksek Yargıç bile, “Ben FETÖ’nun listesi ile seçilmeyi kabul edemem. Bu şerefsizliği taşıyamam” demedi, diyemedi!

Her biri Yüksek Yargıç olan “Yüksek Seçim Kurulu” üyeleri, 2017 Referandumu sırasında, sandıklar kapatıldıktan sonra, geçerli sayılmaları Yasa gereği yasak olan “Mühürsüz Oy Zarflarını” geçerli saydılar.

  • YSK Kararlarına itiraz edilemeyeceği için, ülkemizi Tek Adam rejimine sokan bu seçim, YSK’nın kanunsuzluğu ve hile ile kabul edilmiş oldu!

İşin özü, Laik Cumhuriyete ve demokratik değerlere en büyük darbe, Anayasamızın, adaleti sağlamak ve anayasayı korumak görevini verdiği Yüksek Yargıçlar tarafından vuruldu!

Dünden beri, ülkemizin her yöresinden arayıp, CB’na hakaret suçu işlediğim gerekçesiyle(!) bana verilen 11 ay 20 gün hapis cezası için üzüntülerini ve desteklerini bildiren dostlarımız lütfen üzülmesinler.

  • Cübbesinin asaletini, züppelerin keyfine bırakanlar bizi asla mahkum edemez.

Onları, gerçek bağımsız Türk Yargısında bizler yargılatacağız…

Polis, 8-9 yaşlarındaki çocuğa seslenmiş : Evlat, Başbakan geçecek bisikletini kaldır direğin dibinden! Çocuk; Merak etme amca, bisikletimi zincirle direğe bağladım. Çalamazlar…

CB Erdoğan, madalya kazanmış Milli Sporcularımızı Sarayda konuk etti!

  • “Dikkat edin, madalyalarınızı çalmasınlar” dedi.

Sporcunun biri fısıltıyla arkadaşına sordu:

Burada da çalarlar mı?

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Haziran 2021

HALK TV Programımız – 10 Nisan 2021

Dostlar,

10 Nisan 2021 Cumartesi günü saat 20:00’de HALK TV’de olacağız..

Sn. Fatih ERTÜRK‘ün konuğu olup sorularını yanıtlayacağız.

  • Türkiye son günlerde Avrupa’da günlük yeni tanı konan olgu sayıları bakımından 1. oluyor, dünyada ise 2. hatta kimi günlerde Dünya şampiyonu oluyor.

Erdoğan’ın “Şahsım Devleti” ne dönüştürülen Türkiye, böylesi bir cehennemi yaşamakta.

Son günlerde “resmen” 300’e yakın kurban veriyoruz salgına. Gerçekte ise 3 katına yakın..

  • 2. açılım – saçılım kumarına geçilen 1 Mart 2021 öncesi 28 Şubat’ta havuzda 99 bin aktif hasta vardı, 5 haftada 4 katından çok artarak 430 bini geçti!

Günlük ölüm sayısı 66’dan, 4 kata çıkarak 253 oldu.
Toplam hastalanan 2.7 milyondan 3,75 milyona tırmanarak son 40 günde 1 milyondan çok arttı. 3,75 milyona varan toplam olgu sayısının 1/3’ünden çoğu salt son 40 günde yaşandı.

Ama AKP = RTE iktidarı akıl almaz bir vurdumduymazlık içinde salgını adeta seyretmekte..

10 NİSAN 2021 verilerine göre    ;

ABD 80 bin yeni olgu / vaka (PCR+ hasta), 80 bin / 335 m = milyon nüfusta 239
Brezilya 89 bin yeni olgu / vaka (PCR+ hasta), 89 bin / 215 m = milyon nüfusta 379
Hindistan 132 bin yeni olgu / vaka (PCR+ hasta), 132 bin / 1,4 Bn = milyon nüfusta 94,3
TÜRKİYE 56 bin yeni olgu / vaka (PCR+ hasta), 56 bin / 84 m = milyon nüfusta 667!

Açık ara Dünya şampiyonu Türkiye, yukarıdaki nesnel değerlendirmeye göre.

Ayrıca, Dünya toplamı 786,147 yeni – günlük hastanın 55.791’i, %7,1’i!
Oysa Türkiye nüfusu dünya nüfusunun 84,3 milyon / 7.8 milyar = %1,1!i..
Nüfusuna oranla 7 kat aktif kovit-19 hastası var!

Bu mu destan??
Yazıklar olsun!!
***
Tüm bilimsel eleştiri ve öneriler – katkılar boşlukta yankılanmakta..

TEK ADAM REJİMİ, ülkemizde demokrasiyi ve insan haklarını yok etti.

Masum insanların yaşam haklarını bile korumuyor / koruyamıyor iktidar..

Muhalefet ortak hareket ederek bu can alan sorunu 1. sıraya taşımalı, orada tutmalı ve toplumu da arkasına alarak iktidara etkin baskı yapmalı..

Bunları dillendireceğiz olabildiğince..

İlgi ve bilginize sunarız.

Derhal 4 hafta TAM KAPANMA, başka çare kal-ma!

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Cumhuriyet’e demecimiz : AKP SALGINI YÖNET(e)MİYOR AMA NE YAZIK Kİ KULLANIYOR!

Cumhuriyet gazetesine demecimiz..

AKP SALGINI YÖNET(e)MİYOR AMA NE YAZIK Kİ KULLANIYOR; 1 AYDA 10 BİN KİŞİ ÖLECEK!

  • Yönetil(e)meyen ama politik olarak kullanılan bir salgın dehşeti…

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci

AKP = RTE iktidarının salgını asla yönet(e)mediği, azgınlaşan verilerden, hasta ve ölüm sayılarından apaçık görülmekte.. Üstelik sözde turkuvaz, gerçekte kapkara tablodaki veriler epey makyajlı olsa da..

1 Mart 2011’de başlatılan 2. açılım – saçılım kumarı ile olgu (kovit-19 hastaları) sayısı adeta roketlemeye geçti ve 28 Şubat 2021’de 8424 olan günlük hasta sayısı 3 Nisan 2021 akşamı 44.756’ya fırladı, 5 kattan çok büyüdü! 28 Şubat’ta 66 olan günlük ölüm sayısı 3 Nisan akşamı 186 olarak açıklandı. Olgular 5 kat ama ölümler 3 kat (?!) arttı 5 haftada. Bunlar resmi veriler, gerçekte sayılar her zaman daha yüksektir etik olan – olmayan değişik nedenlerle..

3 Nisan 2021 akşamı havuzda 330.298 aktif hasta var. 28 Şubat’ta bu rakam 98.938 idi. 99 bin hastadan 35 günde, havuza bu sürede her gün eklenen yeni hastalardan ölenler de içinde olmak üzere 3509’u öldü.

330.298 hastanın %3’ü, yani 9909’u izleyen 4 haftada, Nisan sonuna dek ne yazık ki aramızdan ayrılacak. Bu sayıya, 3-30 Nisan arasındaki 4 haftada yeni hastalanıp ölenler de eklenecektir.
Bekleyip, acı sonuçları, önceki 5 haftada öngördüğümüz gibi yaşayacak ve yüzleşeceğiz!

Nisan sonuna dek 4 haftada beklenen 9909 ölüm rakamı daha da büyük olabilir, 4 hafta boyunca havuza her gün 40+ bin gibi muazzam bir sayı ile yeni olgu eklenir ise…

Salgın denetimden çıktı!

Ayrıca mutant tiplerin ülkemizde %75’leri aşması nedeniyle ölüm oranının artması beklenmelidir.

Bir umut, aşılanma yaygınlaşırsa Nisan içinde, ölümleri bir ölçüde frenleyebilir; aşılamanın mutant virüs bulaşlarına hala ne ölçüde etkili olduklarına bağlı olarak..

  • Öngörülen, önümüzdeki 4 hafta boyunca 9909 ölüm, günde 330’u aşkın “fiilen” ölüm demektir.

Ancak AKP iktidarı değişik yöntemlerle bunun 1/3’ünü ilan ederek halkı kandırmayı sürdürmekte. Son zamanlarda görece daha gerçekçi sayıların açıklandığı düşünülebilir. Halkı korkutarak önlemlere uyumunu artırma amaçlı olarak..

  • Halkı hastalık – ölüm korkusuyla sözde eğitmek (!) bilimsel ve insancıl mıdır??

Havuzda 330+ bin hasta biriktiğini, 15 aylık dünya verilerine göre hastalığa yakalanan her yüz insandan 3’ünün öldüğünün verili bir gerçek durumuna geldiğini biliyoruz. Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı / RTE iktidarı %1,1 oranında ölüm açıklıyor; gerçeğin 3’te 1’ini!

Dolayısıyla, Nisan boyunca her gün kaç yeni hasta yakalanacağı olgusu bir yana, halen PCR testi (+) 330.298 hastamızın %3’ünü, her gün ortalama 330 kurban vererek acı acı yaşayacağız. 1/3’ü resmen ilan edilirse, Nisan boyunca her gün resmen ortalama 110 vefat göreceğiz. Buna, azgınlaşan salgın nedeniyle her gün havuza katılan 40 bini aşkın yeni hastadan da ölenler ne yazık ki eklenecek.

Bu KIRIM SEYREDİLEBİLİR Mİ??

Son 4 günün nominal olgu sayıları bakımından Türkiye Avrupa’da 1. ya da 2. dir!
Nüfus orantılı olarak bakıldığında da son 4 günde Türkiye Dünya 1. si ya da 2. sidir!

“ŞAHSIM DEVLETİ” Reisi Erdoğan, salgınla savaşımda “destan yazdıklarını” (!!??) bile açıklayabildi salgının 1. yılı 11 mart 2021’de ne yazık ki!!?? Bu nasıl destandır masum – yoksul halk “mestan” edilip kırılırken?

  • Salgının yönetilmediği ama AKP iktidarınca KULLANILDIĞI son derece nettir.

Toplumsal hareketliliği azaltmak, toplantıları, mitingleri, gösterileri… frenlemek için Pandemi,
altın bir anahtar (!) olarak TEK ADAM rejimince kullanılmaktadır. Muhalefeti bastırmak için!

Bu ağır koşullarda Türkiye, Nisan ayı boyunca her gün en az 330+ gerçek, 110+ açıklanan ölüm gerçekliğine nasıl katlanacaktır?

Bu bir kırımdır ve çirkin – karanlık – insanlık dışı siyaset uğruna asla katlanılamaz!

Kritik bir sorumuz var iktidara :

  • Siz salgını yönet(E)miyor, AMA kulanıyorsunuz;
  • ÖRTÜK GÜNDEMİNİZ NEDİR??

Tüm Türkiye’ye de bir kritik sorumuz var :

  • Türkiye işgal altında mıdır; eğer öyle olsa idi, bu salgın bundan daha kötü yönetilebilir miydi??

İktidarın “denetimli karmaşa” (kontrollü kaos) çemberini hep birlikte kırmak zorundayız.

Muhalefet ortak ve atak davranmalı ve

Türkiye MUT – LA – KA 4 HAFTA SÜRELİ TAM KAPANMAYA gitmelidir.

Bu sürede sosyal devlet yükümlülükleri tartışmasız yerine getirilmeli ve aşılama da olağanüstü bir seferberlik anlayışı ile sürdürülmelidir.

  • Halk, iktidara karşın, YAŞAM HAKKINI KORUMAYA çabalamalıdır..

    Başka çare kalmamıştır. 05.04.2021

Cumhuriyet’e demecimiz 5.4.21

(pdf, 5 Nisan 2021, sayfa 3)

ARTI TV Programımız – 3 Nisan 2021

Dostlar,

Bu gün 16:00 haberlerinde ARTI TV’de salgını değerlendirdik.

Sn. Şükran Ekinci bize temel olarak ölüm sayılarını sordu. Dün, 2 Nisan 2021 akşamı Sn. Lale O. Arslan’ın BİZİM TV programına katılmış ve yaklaşık 67 dakika boyunca oldukça kapsamlı olarak salgını değerlendirmiştik.

O programda, Havuzda 308 bin hasta biriktiğini, 15 aylık dünya verilerine göre hastalığa yakalanan her 100 insandan 3’ünün öldüğünün verili bir gerçek durumuna geldiğini belirttik. Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı / RTE iktidarı %1,1 oranında ölüm oranı açıklıyor; gerçeğin 3’te 1’ini!

ARTI TV’de, önümüzdeki 4 haftada – 1 ayda en az 9 bin ölümün beklenebileceği savımızın gerekçesi soruldu. 28 Şubat 2021 günü akşamı ülkemizde havuzda 100 bin hasta vardı. %3 ölüm hızı üzerinden, 4 hafta – 1 ay içinde en az 3 bin insanımızın salgına kurban verileceğini o gün(lerde) çığlık çığlığa açıklamıştık.

1 Mart’ta başlatılan 2. açılım – saçılım kumarı ile olgu sayıları hızla roketlemeye geçti ve 28 Şubat 2021’de 8424 olan olgu sayısı 2 Nisan 2021 akşamı 42.308’e fırladı, 5 kat büyüdü! 28 Şubat’ta 66 olan günlük ölüm sayısı 2 Nisan akşamı 179 olarak açıklandı. Olgular 5 kat ama ölümler 3 kat (?!) dolayında arttı.

2 Nisan 2021 akşamı havuzda 308 bin aktif hasta var. 28 Şubatta bu rakam 100 bin idi. 100 bin hastadan 33 günde 3223’ü öldü. 308 bin hastanın %3’ü, yani 9240’ı izleyen 4 haftada, Nisan sonuna dek ne yazık ki aramızdan ayrılacaktır. Bekleyip göreceğiz. Üstelik bu rakam daha da büyük olabilir, 4 hafta boyunca havuza her gün 40 bin gibi muazzam bir sayı ile yeni olgu eklenir ise… Ayrıca mutant tiplerin ülkemizde %75’leri aşması nedeniyle ölüm oranının artması beklenebilir. Bir umut aşılanma yaygınlaşırsa Nisan içinde, ölüleri bir ölçüde frenleyebilir: mutant virüs bulaşlarına hala ne ölçüde etkili olduklarına bağlı olarak..

Kabaca 4 hafta boyunca 9240 ölüm, günde 300’ü aşkın “fiilen” ölüm demektir. Ancak AKP iktidarı değişik yöntemlerle bunun 1/3’ünü ilan ederek halkı kandırmayı sürdürmektedir. Son zamanlarda daha gerçekçi sayıların açıklandığı düşünülebilir. Halkı korkutarak önlemlere uyumunu artırma amaçlı olarak..

Halkı hastalık – ölüm korkusuyla eğitmek (!) bilimsel ve insancıl mıdır??

***
Son 4 günün nominal olgu sayıları bakımından Türkiye Avrupa’da 1. ya da 2. dir!
Nüfus orantılı olarak bakıldığında da son 4 günde Türkiye Dünya 1. si ya da 2. sidir!

  • Salgının yönetilmediği ama AKP iktidarınca KULLANILDIĞI son derece nettir.Toplumsal hareketliliği azaltmak, toplantıları, mitingleri, gösterileri… frenlemek için Pandemi, altın bir anahtar (!) olarak TEK ADAM rejimince kullanılmaktadır. Muhalefeti bastırmak!

    Bu ağır koşullarda Türkiye, Nisan ayı boyunca her gün en az 300 gerçek, 100 açıklanan ölüm gerçekliğine nasıl katlanacaktır? Bu bir kırımdır ve çirkin siyaset uğruna katlanılamaz!

    Tek yol, 4 hafta %95 tam kapanmadır, başka çare kalmamıştır.

    Konuşmamızı izlemek için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 03 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Image result for Prof. Dr. Rona AYBAY

Prof. Dr. Rona AYBAY
Cumhuriyet, 11 Şubat 2021

Yazılı bir anayasadan, geleneksel olarak beklenenler şöyle özetlenebilir:

  • Devletin ideolojisini, yani egemenliğin dayandığı temeli belirtmesi; yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşma biçimini ve bunlar arasındaki erkler bölüşümünü düzenlemesi.

Bu “geleneksel” işlevlere, tarihin akışı içinde,
– temel hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidara karşı korunması ve
– idarenin ve yasamanın işlemlerinin (yasaların) yargı denetimine bağlanması eklenmiş ve son olarak da
– “insan hakları” kavramının tanınmasıyla, anayasadan beklenen koruma,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Bu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir demeciyle “yeni bir anayasa” yapılması, Türkiye’nin siyasal gündemine, birdenbire girmiştir. Oysa, Türkiye’nin bütün sorunlarına hızlı ve etkili çözümler getireceği savıyla yapılmış anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin üzerinden sadece ikibuçuk yıl geçmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki 2018 Temmuz’unda yürürlüğe girmiş olan değişikliklerden, o değişiklikleri öneren ve öven çevreler de memnun değildir. Bu durum, “işlerin aceleye getirilmiş” olduğunun bir itirafı da sayılabilir.

150 yıllık anayasa kültürü 

Burada çıkarılması gereken, en önemli ders şudur: Anayasa yapılmasının çok ciddi bir iş olduğu; önünü, arkasını düşünmeden; konuyu, parlamentoda basit bir oy sayısı sorununa indirgemenin yanlış olduğu görülmelidir.

Oysa, Türkiye’nin 1876 Osmanlı Anayasası’ndan başlayarak, İkinci Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi deneyimleriyle oluşmuş, bir “anayasa kültürü” vardır. Bu kültür göz ardı edilerek yapılacak yeni düzenlemeler çok yanlış sonuçlara yol açabilir.

  • Nitekim, siyasal iktidarın gerek parlamento içinde gerek, parlamento dışında denetlenmesini etkisiz ve anlamsız hale getiren, geniş kapsamlı anayasa değişikliği, Türkiye’yi adeta yönetilemez bir duruma getirmiş görünmektedir.

Haftalarca süren kampanyalarda harcanan onca emeğe, enerjiye ve masrafa mal olmuş bir metnin, daha üçüncü yaşına basmadan, kaldırılıp “yeni” bir anayasa yapılmasının gerekliliğini ileri sürmeyi, anayasa değişikliği konusunun ciddiyetiyle bağdaştırmaya olanak var mıdır?

GERÇEKÇİ VE AKILCI DEĞİL

Her hukuk metni gibi, anayasaların da zamanla eskimesi, toplumda ve siyasal yaşamda ortaya çıkan yeni gelişmeleri karşılayamaz hale gelmesi söz konusu olabilir. Ama, burada “makul” bir ölçü olmalıdır.

  • Anayasa, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre, nerdeyse ayda bir değiştirilen “İhale Kanunu” gibi bir metin değildir.

Anayasada değişiklik yapılması ve özellikle de yeni bir anayasa yapılması çok boyutlu incelemeler, tartışmalar gerektiren bir iştir.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi, elbette vardır; giderek, bu bir zorunluluktur diyebilirim. Bu gereksinimi dile getiren iktidar, değişikliklerin içeriği ve kapsamı konusunda somut bir işaret, net bir tavır göstermemekte; buna karşılık muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” kavramını öne sürerek; yapılması istenilen değişikliklerinin içeriğiyle ilgili genel çerçeveyi ortaya koymaktadır.

Ama, kanımca bu aşamada “içerik”ten de önce yeni bir anayasanın nasıl, hangi yöntemle yapılacağı sorunu üzerinde düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Yapılacak “yeni” bir anayasa, sonunda halkoyuna sunulacak da olsa, metin, sonuç olarak, bir “Meclis”çe hazırlanacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru şudur: 

Halen görev başında olan Meclis, bu işi yapabilir mi? Bu aşamada, konuya bir siyasal” kapsayıcılık ve inandırıcılık sorunu olarak bakıyor ve bu Meclisin, yeni bir anayasa yapmaktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum.

SİYASAL GERÇEK

Bugün görevde olan Meclis, 24 Haziran 2018 seçimleriyle oluşmuştur. O tarihten bu yana Türkiye’de gerek içteki toplumsal ve siyasal değişmelerden gerek uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmelerden kaynaklanan çok önemli olaylar yaşanmıştır.

Özellikle de “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ya da “tek adam rejimi” gibi adlarla anılan yönetim biçiminde Meclis, işlevleri azaltılmış, birçok konuda “devre dışı” kalmış bir görünümdedir. Çok üzücü de olsa, siyasal gerçek budur.

SONUÇ

Özetle, bugünkü Türkiye, Haziran 2018 Türkiyesi’nden oldukça farklı sorunlarla karşı karşıyadır.

  • Halen görevde olan Meclis, iktidar partisi ile ortağının fiili denetiminde, ”uzlaşma kültürü”nden uzak, muhalefetin etkisizleştirildiği bir ortam haline gelmiştir.

Öte yandan, var olan anayasayı hiçe sayan davranışlarıyla ünlenmiş bir iktidarın, ülkeye “yeni bir anayasa kazandırma” girişiminin hangi siyasal düşüncelerle ortaya atıldığı; ne ölçüde içtenlikli olabileceği de sorgulanmalıdır.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır.

Ama böyle bir anayasa, bugünün kutuplaşmışözellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir.

Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “Kurucu Meclis” oluşturulmasıdır (Değerli dostum Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın bu konudaki görüşleri için bkz. Anayasa Hukuku Ders Notları; Lefkoşa 2013, s.271 vd.).

Tarihimizdeki iki “Kurucu Meclis’in de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze karşı alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ yoktur. Yani, TBMM yapacağı bir Kanunla bir Kurucu meclis oluşturabilir.

ATMA RECEP, DİN KARDEŞİYİZ

ATMA RECEP, DİN KARDEŞİYİZ

Suay Karaman 

Her zaman kullanılmayan ya da kullanılmaması gereken, özellikle eğitimsiz, bazen de eğitimli kimselerin kullandıkları sözlere ve deyimlere argo sözcük adı verilir. Argo olarak kullanılan bir deyim vardır: “Atma Recep, din kardeşiyiz.”  Bu deyim, ‘söylediklerin hep yalan, palavra, çok abartma, biz birbirimizin ne olduğunu biliriz’ anlamında kullanılmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında, Arnavut Recep adındaki bir eşkıya, çetesiyle birlikte dağa çıkmış ve halka eziyet edermiş. Hükümet, Recep ve çetesini saklandıkları yerde kıstırmış. Çatışmadan kurtulamayacağını anlayan Recep askerlere şöyle seslenmiş: “atmayın, biz de din kardeşiyiz, teslim olacağız.” Teslim olan Recep ve çetesi yakalanıp, az bir ceza ile kurtulmuşlar. Daha sonra Recep, bu olayı kahve köşelerinde anlatırken; “Vallahi gebertecektim askerleri. Çoluğumuz çocuğumuz var diye ağladılar, acıdım da bıraktım” diye palavra atarmış. Bir gün olayın iç yüzünü bilen birisi; “Atma Recep, biz de din kardeşiyiz.” demiş. Bundan sonra “Atma Recep” sözü böylece literatüre girmiş.

AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan 25 Ocak 2021 tarihinde Denizli, Mersin ve Uşak’taki AKP kongrelerine canlı bağlantı ile katıldı. AKP genel başkanının yaptığı açıklamaların bazıları şöyle:

  • “Cumhuriyet tarihinde yapılanların kat be kat fazlasını 18 yılda kazandırmanın gururunu yaşıyoruz. Terörle mücadeleden, sınırlarımızın güvenliğini sağlamaya kadar onurlu ve kararlı politikalar ile ülkemizin itibarını artırdık. Her bir vatandaşımızın yaşam kalitesini hiç olmadığı kadar artırdık. AK Parti’nin girdiği 15 seçimin tamamında birinci olmasının gerisinde bu gurur tablosu vardır. Tüm başarıları vesayetin, darbecilerin, husumet besleyen nice çevrelerin saldırı ve engelleme çabalarına rağmen elde ettik. Uzun iktidar dönemimizde karşımızda hep bir muhalefet bulduk.”

1923 yılında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın tüm borçlarını ödüyor, harabeye dönmüş ülkeyi ayağa kaldırarak tek kuruş dış borç almadan çok büyük ve önemli yatırımları gerçekleştiriyor, Türk parasını en değerli para haline getiriyor, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe yapıyor. Bunların sonucunda 1929-1939 yılları arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır; dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 seviyesindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Bütün bunlar ortadayken Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk ve arkadaşlarını karalamaya çalışmak, şimdilik aymazlık olarak nitelenebilir. Atatürk döneminde yapılanları yazmaya kalksak, burada sayfalar yetmez.

Cumhuriyet tarihinde yapılanların kat be kat fazlası” nedir? 2002-2020 döneminde 60 milyar doların üzerinde özelleştirme yapılmıştır. ERDEMİR, PETKİM, TEKEL, TÜPRAŞ, TÜRK TELEKOM gibi ulusal değerlerimiz başta olmak üzere 11 liman, 98 elektrik santralı, 50 tesis ve işletme, 11 otel, 3920 taşınmaz ve araç muayene hizmetleri ile makine-teçhizat, maden ruhsatları, demirbaşlar özelleştirilerek, 80 yıllık Cumhuriyetimizin birikimleri 20 yılda peş keş çekilmiştir. Denk bütçe tarihe karışmıştır, sürekli bütçe açığı verilmektedir; bugün 435 milyar doların üstünde dış borcumuz bulunmaktadır. Yaklaşık 18 milyon yurttaşımız yoksulluk sınırında yaşamaktadır. Toplum enflasyona alıştırılmıştır.

Cumhuriyet tarihimizin en uzun süreli hükümetlerini kuran AKP iktidarı, cumhuriyet, demokrasi ve laik hukuk devleti ile çatışmaktadır. Bugün ülkemiz büyük boyutta ekonomik ve siyasi kriz ile karşı karşıyadır. Açlık, işsizlik, yokluk ve yoksulluk büyük boyutlara ulaşmış, yatırımlar durmuş, üretim bitirilmiş, birçok işyeri kapanma durumuna gelmiştir. Demokratik parlamenter sistem, şaibeli bir halk oylaması sonucunda değiştirilmiş ve tek adam rejimine, kısaca diktaya döndürülmüştür. Ülkemizde ekonomik sorunların yanında, terör, tarım, hayvancılık, sanayi, eğitim gibi birçok konulardaki yanlış politikalar sonucunda, toplum nefes alamaz duruma getirilmiş, Ortaçağ karanlığına doğru sürüklenmektedir.

  • 80 yıllık Cumhuriyetimizin birikimleri ve değerleri, AKP iktidarı ile elden çıkarılmıştır;
  • rejim değiştirilmiştir.
  • Cumhuriyet dönemi ile AKP iktidarını kıyaslayınca ve bu verileri görünce
  • Atma Recep, din kardeşiyiz” demekten başka ne denebilir?

Azim ve Karar, 1 Şubat 2021.