Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde komşumuz Suriye ile çelişkiler içindeki ilişkileri AKP’den başka bir siyasal iktidar yaratamazdı. Devlet Başkanı Esad ile yakın dostluk kuran ve kısa süre sonra O’nu düşman ilan eden R.T. Erdoğan’dan başka
hiçbir Başbakan böylesi akıl almaz çelişkiyi sergileyemezdi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politikasındaki akılcı davranışı sayesinde, Suriye ile dostluk ilişkileri zedelenmeden Hatay’ın ülkemize bağlanması nasıl sağlanabilmişti?
Bu konuyu açıklayarak bugünkü iktidara gereken dersi vermek olası mıdır, bilemiyoruz.Ne yazık ki, Suriye’de Esad yönetimine silahlı kalkışmayı üstlenen örgüt üyelerini
Hatay gibi barışçıl bir kentimize ithal ederek o kentimizi yaşanamaz duruma getirmiştir AKP iktidarı. Bunun sorumlusu R.T. Erdoğan’dan başka biri daha varsa o da Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül’dür. Çünkü O, Anayasanın kendisine tanıdığı 104. maddenin “b” bölümündeki yetkiyi kullanarak, Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırmalı ve böylesi çelişkinin gerekçesini sormalı idi.
Hiçbir siyasal iktidarın komşu ülkeleri hasım ilan etmeye ve o ülkenin iç ilişkilerine karışmaya yetkisi yoktur. Böylesi bir yetkinin görüşüleceği ve karara bağlanacağı bir yer vardır, o da yalnızca TBMM’dir.Bu kısa açıklamadan sonra 140 yıl öncesine dönelim:
Amanos dağlarında Ulaşlı kavmi başkaldırmış ve Hassa’da egemenliğini uygulamaya koyulmuştu. Yıl 1864. Osmanlı Birlikleri tarafından başkaldırının bastırıldığını ve Hassa’nın Maraş Mutasarrıflığı’na bağlandığını görüyoruz. 1. Dünya Savaşı’nda Fransız Birlikleri tarafından işgale uğrar. Stratejik konumu nedeniyle önemli bir geçiş merkezi olduğu için. Mustafa Kemal‘in tutarlı dış politikasının sonucu, 20 Ekim 1921 günü Ankara‘da imzalanan
Ankara Antlaşması uyarınca, 5 Ocak 1922 gününden Hatay’ın ülkemize katılımına kadar geçen süre içinde, Gaziantep’in İslahiye ilçesine bağlı “Bucak” ve 1939 yılında da ilçemiz olur Hassa..
Suriye ile ilişkilerimizi zedelenmeden Mustafa Kemal Atatürk, Hatay’ı ülkemize
nasıl kazandırdı sorusuna yanıt vermeye çalışalım:
Mademki “Yurtta Barış Evrende Barış” ilkesi Devletimizin temel yöntemidir,
o halde Hatay ‘ın ülkemize katılımını haklı gösteren nedenleri Dünya kamuoyu bilmeliydi.
Mustafa Kemal Atatürk, bu amaçla Asım Us’u görevlendirir.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin bir tek özeti vardır:
O özet Anadolu yönetiminde
“Aklın özgürleşmesi, dogmalardan arındırılması” devinimidir. O nedenle Asım Us’un soy adı “akıl” anlamındaki “us” olacaktı elbet..
Misak-ı Milli sınırlarımız içinde Hatay’ın yer alması konusunda “Kurun Gazetesi”nde O’nun 5 makalesi yayınlanır. Bununla yetinilmeyecekti elbet. 26 Eylül 1936 günlü
Cemiyet-i Akvam (daha sonra
Birleşmiş Milletler adını alacaktır) toplantısında konuyu gündeme getirmiştir; Türkiye’mizin Dışişleri Bakanlığı. Dünya kamuoyu, ülkemizin bu dileğini haklı görmeliydi. Aynı yöntemi Ecevit de
“Kıbrıs’a Barış“ Projesi’ni uygularken kullanmış İngiltere ve ABD’ye giderek haklılığımızı kanıtlamayı başarmıştı.
Ne var ki, AKP içinde, dünya bir yana, ülkemiz kamuoyunu bilgilendirecek
“aklı özgürleşmiş” yani “biat” kültüründen arınmış bir tek kişiye (Çankaya dâhil) rastlamak acaba olası mıdır bilemiyoruz.Mustafa Kemal Atatürk,
“Hatay Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti“ Başkanı
Tayfur Sökmen’i Ankara’ya çağıracak; derneğin adının
“Hatay Egemenlik Cemiyeti” olarak değiştirilmesini önerecektir.Bu satırları yazan kişinin (Ali Nejat Ölçen’in) İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi 5. sınıf öğrencisi iken Ocak 1937’nin son günlerinden birinde (anımsamıyorum), İstanbul
Büyük Postane’nin önünde Karaköy Meydanındaki öğrencilerin düzenlediği miting’ten söz etmesi gerekir. Sümerbank mağazasının tam karşısındaki işhanının cephesi ahşap onarım iskelesi ile kaplanmıştı. İzinsiz yapılan o mitingi önlemek için atlı polisler gelmişti.
Bir anda iskele yok oldu çünkü ahşap direkler bizlerden daha büyük öğrencilerin savunma araçlarına dönüşmüştü. Zaten buna gerek de kalmamıştı. Çünkü atların nallarından kaldırımlara şerareler sıçrıyor ve kimileri yere düşüyordu, Yere düşen polisleri kurtaranlar da bizlerdik. Meydan cılgın seslerle inlemeye başlamıştı.
“Hatay Bizimdir”.
Polisler de bizlere katılmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Beyaz treni hazırlattığı ve Hatay’ı ülkemize katmak için
yola çıktığı haberi de kahramanlık ruhumuzda yeni bir sayfa açmıştı. Ne var ki,
2 Eylül 1938 günü kurulan bağımsız Hatay devleti 29 Haziran 1939 günü Hatay
Millet Meclisi’nin kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne katılım kararını alarak, bir askeri girişimin nedeni ortadan kalkmış oldu.
Bunları anımsatmamın bir tek amacı var:
Siyasal iktidarlar, ülkemizde millî iradeyi tek başına temsil ettiği gibi bir yanılgıya
kendisini kaptırmamalıdır.
- AKP iktidarı şunu bilmelidir ki; Milli İrade’nin kendisi değildir!
- Milli İrade, Türk Ulusu’dur ve Türk Ulusunun uygun görmediği kararı almak
ve uygulamak hakkına sahip çıkılamaz.
- Sahip çıkmayı da biber gazı ve polis vahşetiyle önlemeye hiçbir iktidarın gücü yetmeyecek ve bu gerçeğe o iktidarın kafası er geç bir gün çarpacaktır.
- AKP iktidarı, Başbakanın Milli İrade’ bağlamında yurttaşlarına savaş açarak ve “yüreğinizdeki kin’i yitirmeyiniz” demesiyle “meşruiyetini” yitirmektedir.
Çünkü, hiçbir ulus kin ile yönetilemez ve yönetenlerin kindar olma hakları yoktur.
Şimdi bu yazının başlığında
“HATAY, HATA’YI BAĞIŞLAYACAK MI?” sorusuna
yanıt vermeye çalışalım.1. Önce, Başbakan olan R.T. Erdoğan’ın Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 53 yurttaşımızın ölümü ve 150+ yurttaşımızın yaralanması olayındaki sorumluluğunu kabul etmesi gerekirdi. Demokratik bir ülkede böylesi bir olay nedeniyle hükümet tüm üyeleriyle birlikte istifa ederdi. Çünkü ağır patlayıcı yüklü hangi plaka numaralı araçların ülkemize gireceği AKP iktidarının yetkili kurumlarına bildirilmiş,
fakat bu iktidar önlem almaya gereksinim duymamıştı. Ve Başbakan olan R.T. Erdoğan adındaki kişi, bu umursamazlığındaki sorumluluğu da bölücülüğe yönelik çok yanlış biçmde;
Reyhanlı’da yaşamını yitiren ve yaralanan yurttaşlarımızın
Sünni olduklarını” söyleyerek yadsımaya çalışmıştır.
- R.T. Erdoğan’ı gerçekler değil; zihnindeki zan’lar yönetiyor.
Yalan yanlış ekseninde bunları söyleyecektir.
2. Reyhanlı’daki bombalı kalkışmanın, Suriye Devlet Başkanı Esat’a yalnızca ABD’nin değil, AKP iktidarının da güdümü ve desteğindeki bir örgütün düzenlediği ortaya çıktığı günlerde R.T. Erdoğan, böylesi bir açıklamayı yaparak gerçeği gizleyebileceği
umuduna kapılmıştı.
3. R.T. Erdoğan ve AKP içinde O’na biat eden üyelerinin yalnız Ülkemiz yasalarına değil İslam’ın kutsal kitabına da ters düştüklerini, saygı duymadıklarını dolayısıyla İslam’ın Münkirleri olduklarını kanıtlayacağım.
Bunu kanıtlamadan doğacak tepkilerin tümünün sorumluluğu bana ait olacaktır.
Çünkü bu satırları yazan kişi, Mustafa Kemal Atatürk’ün korkusuzluğu’nun
Türkiye’mizdeki temsilcilerinden biridir ve de en korkusuz olanıdır.
2 Eylül 1938 günü bağımsız Hatay devleti kurulmuş ve 29 Haziran 1939 günü de
Hatay Millet Meclisi kendisini fesederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne katılım kararı almıştı.
AKP iktidarı R.T. Erdoğan aracılığıyla hem Cumhuriyete hem de İslamın kutsal Kitabına ters düşmektedir.
Çünkü:
1. R.T. Erdoğan Kutsal kitapta Maide Suresi’nin 42. Ayetine ters düşmeyi sürdürmektedir. O Ayet “Adaletle hüküm vermeyi” koşul görüyor ve “Tanrı’nın adalet yapanları sevdiğini” açıklıyor. O’nu halkımızın sevmediği kadar Tanrı’nın da sevmeyeceğini birilerinin söylemesi gerekir.
2. Başbakan olan R.T. Erdoğan, Lokman Suresi‘nin 18. Ayetine de ters düşmekte.
Çünkü o Ayet, böbürlenen insanları Tanrı’nın sevmediğini açıklıyor.. Hatta aynı Sure’nin bir sonraki Ayeti de yüksek sesle bağırarak konuşmamayı öneriyor.
Çünkü, seslerin en çirkinin eşek sesi olduğunu belirtiyor.
3. R.T. Erdoğan Nisa Suresi’nin 112. ayetine de ters düşmekte ve bu Ayete saygı göstermemektedir. Çünkü o güzelim Ayet, “Bir suçsuzun üzerine kim suç atarsa
bu büyük bir iftiradır ve açık bir günah yüklenmiş olur.” koşulunu öngörmekte.
R.T. Erdoğan bu Ayeti hiçe sayarak Reyhanlı cinayetinde belli bir grubu
suçlamaya yeltenmiştir.
4. R.T. Erdoğan Hücurat Süresi’nin 12. ayetine de saygı duymamaktadır. Çünkü o Ayet müminlere “zan”dan sakınmalarını bildirmektedir:” Zan’ın bir kısmı zira günahtır.”
Oysa R.T. Erdoğan zihnindeki zan’a dayalı kendisine karşı herkesi suçlamaktadır.
5. R.T. Erdoğan, Hucurat Suresi‘nin 11. Ayetine de ters düşmektedir. Çünkü o Ayet “Birbirinizde kötülük aramayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın” ilkesini koşul görmektedir. Oysa Gezi Parkında yanlış ve sakıncalı bir karara karşı çıkma haklarını kullanan yurttaşlarımızı “çapulcu” lakabıyla yalnız onlara değil, aynı zamanda
bu güzelim Ayet’e de saygısızlık etmiştir.
6. Saf Suresi‘nin 3. ayetine de R.T. Erdoğan ters düşmekte. Çünkü “yapamayacağınız şeyi söylememeyi” öngörmektedir. Oysa R.T. Erdoğan, söylediklerinin hemen hiçbirini
yerine getirmiş değildir.
7. Araf Suresi‘nin 43. ayeti de “Göğüslerinizde kinden ne varsa atmışızdır” koşulunu öngörürken R.T. Erdoğan bu ayete de ters düşerek “gönlünüzdeki kini koruyunuz” diyebilmiştir.
8. R.T. Erdoğan, Nahl Suresi’nin 30. Ayeti “güzel iş yapanlara güzellikler bağışladığına” göre, R.T. Erdoğan’ın güzel diyeceğiniz bir sözü ve davranışına bugüne kadar
tanık olabildiniz mi?
9. Maide Suresi’nin 8. Ayeti, “Bir kavme duyulan kinin adaletsizliğe yönelmemesini” öngörmektedir. Oysa R.T. Erdoğan Suriye Devlet Başkanı Esat’ı dost edinmişken,
O’na kin duymaya ve savaş önlemleri alarak Tanrı’nın öngördüğü adaleti yadsımaya başlamıştır.
ÖZETLE :
R.T Erdoğan’ın davranış, karar ve uygulamaları nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarına ve polislerin yemin ettikleri hizmet anlayışına ters düştüğü için değil,
fakat aynı zamanda İslam’ın kutsal kitabındaki ayetlere saygısızlığı ve de tersine davranışı nedeniyle de öteki dünyada da meşruiyet’ini yitirmiş bulunmaktadır.
Yukarıda sıraladığımız nedenlerle Hatay’ın böylesi akıl dışı “Hata”yı bağışlaması
olanaklı mıdır, bilemiyoruz.. Sanmıyoruz. Bu kanımızın geçerliliğinin kabulü umuduyla.
Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma Kurulu Üyesi
28.6.13