Etiket arşivi: Talim ve Terbiye Kurulu

2018-2019 Öğretim Yılı Ders Zili Çalarken EĞİTİMDE KIYAMET KOPACAK MI?

2018-2019 Öğretim Yılı Ders Zili Çalarken
EĞİTİMDE KIYAMET KOPACAK MI?

Nazım MUTLU
Ulusal Eğitim Derneği ve Öğretmen Dünyası Dergisi adına
17.09.2018, Ankara

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yeni öğretim yılına, göreve 8 Temmuz günü atanan “Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’tan Beklentiler Yılı” desek yanlış olmaz.

Kimi toplantı ve televizyon izlencelerindeki konuşmalarıyla, basına verdiği demeçlerle böyle bir sonucun oluşmasını sağlayan Sayın Selçuk, en son 8-9 Eylül günleri İstanbul’daki “2023’e Doğru Türk Eğitim Sistemi” konferansında yaptığı açış konuşmasındaki Eğitimde kıyameti koparmamız lazım çıkışı ses getirmişti. Bu konuşmasının başlığının “Yusuf’un hakkını vermek” olduğunu söyleyen Selçuk, “Bizim Yusuf’un hakkını vermemiz  lazım. Eğitim meselesini çok uzun yıllardır dava edinmiş, üzerinde düşünmeyi görev addetmiş birisi olarak Yusuf’un hakkını çok önemsiyorum.” da dedi.

Bu toplantının adına “Bulma Konferansı” dediklerini de ekleyen Milli Eğitim Bakan Selçuk, bunun asimetrik bir düşünce olması için yapılmadığına dikkat çekerek, “Bu toplum Katip Çelebi’den beri arıyor. 1610’lardan beri arıyor. Artık bulalım..” dileğinde de bulundu.

“Araştırma, sorgulama akıl ve kalp için buradayız. Eğitim, antropolojidir. Nörobilimdir. Biyolojidir. Eğitim ilahiyattır, felsefedir. Eğitim sadece ‘eğitim’ değildir. Sadece eğitim olursa kısır kalır. (…) Bir şey yapmak lazım. Dahi sayısı, üstün zekalı sayısı bizim ülkemizin nüfusu kadar olan ülkeler var dünyada. Başka bir rekabet var. Başka bir bilim ve teknoloji var dünyada. Bizim kıyameti koparmamız lazım eğitimde. ‘Bir şey yapmak lazım’ın ötesinde kıyameti koparmamız lazım.”

Öyleyse Sayın Selçuk’un burada özetlenen saptama ve dileklerine katkıda bulunalım.

“Kıyameti koparmak” hakkında

Sayın Selçuk, şimdi sizin oturduğunuz koltukta daha önce oturan kişiler zamanında eğitimle ilgili irili ufaklı sayısız kıyamet kopmuş, koparılmış; ancak özellikle Cumhuriyet Devrimlerinden, Aydınlanma düşüncesinden, bilim ve sanattan intikam alma güdüsüyle yola çıkan ve tam bir militan iştahıyla güç zehirlenmesi yaşayan bu kişiler kulaklarına beton dökmüş, gözlerine kara perde çekmiş, dolayısıyla o sırada kopan kıyamet çığlıkları bir kulaklarından girip öbüründen çıkma şansı bile bulamamıştır.

Erkan Mumcu’yla başlayıp Hüseyin Çelik’le hızlanan, bugüne dek ara verilmeksizin sürdürülen, yandaş sendika üyesi ya da tarikat-cemaat militanı olma dışında hiçbir liyakat ölçüsüne bakılmaksızın yürütülen kadrolaşmaya karşı kaç kez kıyamet koptu, sizinkiler oralı bile olmadı.

Sizin Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınız döneminde, Avrupa Birliğine üye olma heveslerinin zirve yaptığı “yalan rüzgârı” sıralarında görücüye çıkarılmış kız gibi ülkeyi birilerine beğendirmek amacıyla ve ‘kopyala yapıştır’ yoluyla, yerli-yabancı ortaklar eliyle üç ayda çırpıştırılan “küreselleşme” odaklı sözde ders programları (müfredat) konusunda ne kıyametler kopmuştu bilseniz… Ama ne siz duydunuz o yıllardaki “güç bizde artık” çılgınlığı içinde ne de o günkü amirleriniz duydu.

2012’de açık edilen “dindar-kindar nesil” amacına uygun, yamalı bohça örneği 4+4+4 düzeneği hazırlanırken gerek TBMM’de gerekse sokaklarda, okul önlerinde kopan kıyametler “arşı âlâ”yı buldu, ama Cumhuriyete, bilime, laik eğitime karşı ezelden şerbetli öncülleriniz o sırada akşam yemeklerinde buluşup zaferlerini kutlama partileri arasında bunları duymadılar, duyamadılar.

Geçen yıl yürürlüğe konan bilimsiz, Atatürksüz, sanatsız, hurafe ve safsatalarla şişirilmiş sözde ders programlarına karşı kopan kıyametler çok taze. Siz şimdi Eğitim, antropolojidir. Nörobilimdir. Biyolojidir. Eğitim ilahiyattır, felsefedir” diyorsunuz ya, bu dediğinizi sözle, yazıyla binlerce kez anımsattık ama selefiniz İsmet Yılmaz, yaptıklarını “dünyanın en bilimsel ders programı” diye tanımlayıp çıktı işin içinden. Bununla ilgili kıyamet koparma süreci hâlâ bitmiş değil. Siz şimdi Bakansınız, yetki sizde, buyurun, kaldırın bu “müfredat”ı, kıyameti koparmakta içtenlikli iseniz…

“Yusuf’un hakkı” hakkında

 “Yusuf’un hakkını vermek gerek” diyorsunuz. Bu “hak” konusunda verilecek çok örnek var ama sözü unutmamak için bir tanesiyle yetinelim. Şu tablo, MEB’in 2017-2018 verilerinde yer aldı:

 Ne acıdır ki MEB, 16 yıldır bu ve buna benzer verilere hiç bakmadı, başarısızlığı bağıra bağıra anlatan sayıları önüne koyup bir güne bir gün “Bu ne iştir, biz ne yapıyoruz?” demedi. Bu tabloya iyi bakın ve şimdi başında bulunduğunuz köklü kurumun hangi politikalarla 1 milyon 675 bin çocuk ve genci okul dışında tutmayı başardığını bulun, bulmakla yetinmeyip onları okulla buluşturun Sayın Selçuk. “Yusuf’un hakkı” da “Ayşe’nin hakkı” da böyle bir kararlılıkla ödenir ancak.

Buna ek olarak, toplumsal yaşamın doğal gerekliliği nedeniyle bir bütünü oluşturan Yusuf ile Ayşe’nin aynı okulda, aynı sınıfta eğitilmesine savaş açıp “karma eğitimi” hedef tahtası yapan Ortaçağ artıklarına karşı da az kıyamet koparmadık, ama dinleyen kim! En yetkili makamın sahibi olarak bu ilkelliğe bir çift sözünüz olmaz mı acaba?

“Kâtip Çelebi’den beri” hakkında

“Bulma Konferansı”nızda “Bu toplum Kâtip Çelebi’den beri arıyor” diyorsunuz ya… Elbette “aramak”, yaşamın gerektirdiği sürekli bir eylemdir. Bilimde “iyi”nin, “doğru”nun sonu yoktur. Hep öyle olacaktır. Ama örneğin, dönüp kendi eğitim tarihimize baksanız bir… Baksanız ve neleri, bırakalım kendimizi, dünyaya örnek olmuş ne modelleri bulmuş, uygulamışız, bunları görseniz. Görseniz, bunların Karşıdevrim iktidarlarınca nasıl yok edildiklerini söyleseniz, sonra da “Olan olmuş, bundan sonra bütün deneyimlerimizden yararlanarak daha iyisini bulacağız” diyebilseniz keşke…

Sonuç olarak…

Eğitimde içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için verilecek çok örnek var. Madem bir “bulma” derdimiz var, bulunacak en temel varlığın “gerçek” olduğunu, yıllardır üretilmiş yalanlarla görünmez olan “gerçek”i bulmamız gerek önce. Okula başlayan yaklaşık 25 milyon çocuk ve gencimiz için önce “gerçek”te buluşalım Sayın Bakan, sonra “doğru”ları hep birlikte, “bilimin kılavuzluğu”nda bulalım.

  • Hurafenin, dinsel inançların, buna destek için de paranın merkeze alındığı bir bakışla eğitimde ne gerçeği bulabiliriz ne doğruyu.
  • Dolayısıyla sözünü ettiğiniz kıyamet de kopmaz.

Öğrencilerimizin, öğretmen ve velilerimizin yeni öğretim yılını bu düşüncelerle kutlarız.
=================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği ve sürdürümcüsü (abonesi) olduğumuz Öğretmen Dünyası Dergisi adına, sırasıyla Genel Başkan ve Genel Yayın Yönetmeni sıfatlarını kullanmadan bu makaleyi yazan çok değerli dostumuz, on yılların yetkin, özverili ve yürekli Eğitim emekçisi Sn. Nazım Mutlu‘yu kutluyoruz.

Sn. Bakan Selçuk’a verilen krediler henüz tükenmedi, umutlar sürüyor ihtiyat içinde. Göreceğiz. Çok zaman almaz, Sn. Mutlu’nun bu makalesinde dillendirdiği alanlarda Bakan Selçuk’un alacağı tutum turnusol kağıdı işlevi girecektir.

Ne var ki; tepedeki adam Erdoğan tek ve mutlak belirleyici!

Sorunların sonsuzluğu karşısında ne ölçüde hepsine egemen olabilir ve inisiyatifi Bakanlara -gerçekte Sekreterlerine- bırakmak zorunda kalır, onu da göreceğiz. Bakan Selçuk’un arkasında oluruz gerçekten “Eğitimde kıyamet koparacak” ama ÇAĞCIL – BİLİMSEL adımlar atarsa. Değilse biz Aydınlanmacılar “Eğitimde kıyamet koparacak” savaşımımızı (mücadelemizi) sürdüreceğiz. Çünkü biz hem haklıyız hem de hancı!

Şimdiden balonları uçurmak düş kırıklığına yol açabilir..

Bu arada; anababalar da çocuklarının LAİK – BİLİMSEL – AYDINLANMACI – AKILCI – SORGULAYICI… eğitim alabilmeleri için “kıyameti koparmalı”!

Kitaplar, ödevler, çocuktaki gelişim… dikkate alınarak;

  • Resmi okul müfredatı karşısında etkin bir ev – aile eğitimi seçeneği yaşama geçirilmeli..
  • Gönüllü eğitim kooperatifleri kurularak buralarda eğitimdeki gerici – yobaz – dinci karşıdevrime direnilmeli. Eğitim sendikaları halkımıza bu süreçte öncülük etmeli..

Sevgi ve saygı ile. 19 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Ulusal Eğitim Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Prof. Dr. Mahmut ADEM : Cumhuriyetin Öğretmeni


Cumhuriyetin Öğretmeni

portresi

 

 

Prof. Dr. Mahmut ADEM

 

24 Kasım 1928 tarihinde Cumhurbaşkanı Atatürk,
Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul etmiştir.
1981’de askeri cuntanın Milli Eğitim Bakanlığı 24 Kasımı, “Öğretmenler Günü” olarak benimsemiştir.
Cumhuriyetin ilanı, hiç kuşkusuz en büyük devrimdir.
Büyük Önder, Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir.
Onlara sarsılmaz bir güvenle şöyle demiştir:

  • “Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
    Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.”

Bu bağlamda gençleri yetiştirecek olan öğretmenlere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Atatürk, öğretmenleri her fırsatta onurlandırmıştır. Düşmanın Ankara’ya çok yaklaştığı 16 Temmuz 1922’de toplanan Maarif Kongresine şöyle seslenmiştir:

  • “Beklediğimiz kurtuluşun saygı değer öncüleri olan yüce Türk öğretmenlerinin bugünkü durumu göz önünde bulunduracağından ve her türlü güçlüğe göğüs gererek bu yolda yılmaksızın yürüyeceğinden kuşkum yoktur. Göreviniz çok önemli ve yaşamsaldır.”

Bugüne dek izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde
en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli eğitim programından sözederken eski devrin hurafelerinden, toplumsal yapımızla hiçbir ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen tüm etkilerden tümüyle uzak,
ulusal özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür kastediyorum.

Aynı yıl, bir yasa ile öğretmenlerin resmi protokoldeki yerleri belirlenmiştir.
Atatürk’ün savaş sırasında, savaştan sonraki önceliği eğitime verdiği, eğitimin baş mimarı öğretmenlere çok büyük değer verdiği anlaşılıyor. Başta Mustafa Kemal
olmak üzere

  • Cumhuriyeti kuran devrimci kadrolar, eğitimi, Cumhuriyetin de, demokrasinin de alt yapısı olarak kabul etmişlerdir.

Bu bağlamda Atatürk şöyle diyor:

  • “…En mühim, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitimdir ki,
    bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir cemiyet halinde yaşatır
    ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder. “

1924’Te Türk eğitimi konusunda bir rapor hazırlayan Amerikalı eğitimci John Dewey, şöyle diyor:

  • Eğitim, demokrasinin iyi işlemesi için bir ön koşuldur. Eğitim sisteminin antidemokratik eğilimlere sahip siyasal gruplarca denetlendiği bir ülkede
    sağlıklı bir demokrasinin oluşması beklenemez. Eğitim çocuğu, tüm yaşamı boyunca etkileyecek biçimde ideolojik olarak yönlendirmekte ve ona
    değerler yüklemektedir. Bu da daha sonraki yıllardaki siyasal seçmelerini etkilemektedir. Bu nedenle, öğrencinin yetişme döneminde kişiliği oluşurken onu belli siyasal kimliklere hapsetmeyen, dikkatli, demokratik bir eğitim verilmesi, gereken ön koşuldur. Bu koşuların gerçekleşmediği bir toplumda yapılan hiçbir seçimin meşruiyeti iddia edilemez.”
    (1)

Atatürk, Kütahya’da öğretmenlere şöyle diyor:

  • “Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla sağlanabilir. İrfan ordusunun kıymeti de siz öğretmenlerin kıymeti ile ölçülecektir.” (24.3.1923)

Öğretmenler Birliği kongresine O, şöyle sesleniyor :

  • “Öğretmenler! Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” (25.8.1924)

Atatürk, bir başka konuşmasında öğretmenlere şu görevi veriyor:

  • “Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yaşatacak olan sizlersiniz… Milletleri kurtaracak olanlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden ve eğitimciden mahrum bir millet, henüz millet namını almak yeteneğini kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir, millet denmez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere ve öğretmenlere muhtaçtır.
    Onlardır ki, bir sosyal topluluğu gerçek millet haline koyarlar.”

Atatürk’ün milli eğitim bakanları (Vasıf Çınar, Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip,
Saffet Arıkan
– daha sonra bakan olsa da bence Hasan Âli Yücel de bunlar arasında sayılmalıdır) her zaman öğretmenlere büyük değer verip yüceltmişlerdir.
Mustafa Necati, 1926 tarihli “Maarif Teşkilatına Dair” yasa ile öğretmenliğin bir meslek olmasını sağlamıştır. Buna göre “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir.”
Bu saygıdeğer öğretmenler, öğretmen okullarında, Köy Enstitülerinde,
eğitim enstitülerinde, yüksek öğretmen okullarında yetiştiriliyordu.
Türk eğitim tarihine altın harflerle yazılan bu kurumlar da birer birer kapatıldı.

Eğitimci Maaske şöyle diyor:

  • “Okullarda eğitimde gelişmenin temeli, öğretmenin yetiştirilmesine dayanır. Öğretmenler iyi yetiştirilirse, kısa bir süre sonra eğitim-öğretim istenilen düzeye getirilebilir. Dinamik ve demokratik bir toplum, okulları için üstün nitelikte öğretmen yetiştirmeyi hedef alarak bütün umutlarını buraya bağlar.” (2)

Köy Enstitülerinde yetiştirilen öğretmenlere Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel,
şu sözlerle kefil oluyordu:

  • “Köye göndereceğimiz bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmen…istisnasız çalışkandır. Tatile bile gitmek istemez. Kendisine verilecek işi bekler ve o işi yapar, ahlaklıdır, yalan söylemez, hırsızlık etmez, civarında bulunan kız arkadaşlarının şeref ve haysiyetini kendi kardeşi olarak muhafaza etmek şuurunda ve iktidarındadır…Biz, istiklal mücadelesinden başlayarak sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu imamdır.
    Biz imamın yerine köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik. Köydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve devrimin yayıcısı, bekçisi
    ve öğreticisidir.”
      (TBMM; 1942)

Atatürk ve O’nun eğitim bakanlarının, pek çok saygı duyduğu öğretmenleri,
AKP iktidarının ilk Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk nasıl aşağılıyor:

“Öğretmenlerin öyle meslek olarak saygınlığı da yok. Öğretmenliği öyle çok önemsemeyiniz…”

Daha ileri gidiyor.

“Atatürk’ün “Öğretmenler; yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!”
sözü için “artık bu söz güncelliğini yitirdi.” diyor (3)

Öğretmenliğin saygınlığını yükseltecek olanlar böyle konuşursa!

XI. Milli Eğitim Şûrası (1982), şu kararı almıştır:

  • “Bir toplum, varlığını sürdürebilmek için, bu toplumu oluşturan bireyleri, amaçlarına göre yetiştirmek zorundadır.”

Bireyi, anılan amaçlara uygun olarak yetiştirecek olan, nitelikli, üstün nitelikli öğretmendir. Türk toplumu bireyi amaçlarına göre yetiştirebilmiş olsaydı son 53 yılda demokrasimiz dört kez kesintiye uğrar mıydı? 1996 yılında T.C. Başbakanı, ilk yurtdışı ziyaretini
İran’a mı yapardı? Aynı Başbakanın Mısır ziyaretinde ilk durağı, yoğun şeriat eğitimi verilen El Ezher Medresesi mi olurdu? Ülkemiz, 2013 yılında, Anayasa Mahkemesince “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” kabul edilen bir siyasal parti tarafından mı yönetilirdi? Bu demokrasi karşıtı olaylara önderlik eden kadrolar nerede yetişti?

  • Çünkü Köy Enstitüleri kapatılıp yerine imam-hatip okulları ve her köşe başında Kur’an kursu açıldı.

Kimdir cumhuriyetin öğretmeni? Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkan, Cumhuriyetin niteliklerini özümseyen, davranışa dönüştüren, bu davranışı öğrencilerine kazandıran öğretmendir.

Öyleyse kimler cumhuriyetin öğretmeni? Kimler yok ki! Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Rüştü Uzel, Muammer Aksoy, Bahriye Uçok, Ahmet Taner Kışlalı, Rauf İnan, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Mehmet Başaran vb.

Kimler Cumhuriyetin öğretmeni olamaz?

– Laik eğitimi dinselleştiren,
– çağdaş okulları “imam-hatipleştiren,
– devlet okullarını harem-selamlık yapan
,
– bir siyasal partinin “simgesi” sıkmabaşı TBMM, dahası okullarda yaygınlaştırarak çocukları siyasal olarak istismar eden,
– bilim yuvası üniversiteleri “medreseleştirenler”,
– yoğun şeriat eğitimi verilen El Ezher medresesine denklik veren YÖK üyeleri, – kara çarşaflı öğretmene ders verdirenler,
Devrim Yasalarının ilki ve laiklik ilkesinin temelini oluşturan Öğretim Birliği yasasını fiilen uygulamayan ve
laiklik karşıtı eylemlerin odağı olanlar..

Cumhuriyetin öğretmeni olabilir mi?

Laik Cumhuriyetin tüm öğretmenlerinin gününü kutluyorum.

Kaynaklar :
1- Aktaran İlhan Tekeli, Eğitim Üzerine Düşünmek, Türkiye Bilimler Akademisi yayınları, Ankara, 2003, s:14.
2- Ord. Prof. Dr. Roben J. Maaske, Oregon Öğretmen Koleji Rektörü, ABD, “ Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Hakkında Rapor” Ankara, 1955.
3- Star TV, 20 Ağustos 2004, (Aktaran: Prof. Rifat Okçabol),
Öğretmen Dünyası, Sayı:313, Ocak 2006.

========================================

Dostlar,

Cumhuriyet’in öğretmenlerinden, binlerle / binlerce Cumhuriyet öğretmeni yetiştirmiş,
bilge eğitimbilimci, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyelerinden
Sayın Prof. Dr. Mahmut ADEM’e bu yazısı için teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
24 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com