Etiket arşivi: “şüpheden sanık yararlanır”

Soner Yalçın : Bir hafta önce


Bir hafta önce

portresi_eli_cenesinde
Soner YALÇIN
SÖZCÜ
, 18.3.15

 

30 Aralık 2002: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 4.5 km uzunluğundaki
Otogar-Bağcılar Hafif Metro Projesi’nin yapım kararı alındı.

26 Nisan 2004:
İBB Başkanı Kadir Topbaş üst yöneticilerine imza karşılığı tebliğ yayımladı; “İhale onay belgesi tarafımdan imzalanmayan, hiçbir mal ve hizmet alımı ile
yapım işi ihaleye çıkarılmayacaktır.”

30 Aralık 2004: Usulsüz olarak sürekli uzatılan ihale sonuçlandı.
Hafif metro inşaatı, 173 milyon dolar’a Gülermak-Doğuş ortak girişimine verildi.

21 Mart 2006:
Şimdi sıkı durun: Tamamen ayrı bir metro projesi olan;
15.8 km uzunluğundaki proje bedeli 1 milyar 180 milyon dolar’ı bulan
Bağcılar-Başakşehir-Olimpiyatköyü Metro Projesi, (mevcut hattın devamı nitelemesiyle) ihalesiz bir şekilde aynı yüklenici Gülermak-Doğuş ortak girişime yaptırma kararı alındı!

17 Eylül 2007: İhalesiz işlemle ilgili Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığı’na başvuruldu.

22 Ekim 2007:
Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’na “ihaleye fesat karıştırma” iddiasıyla suç duyurusunda bulunuldu.

24 Temmuz 2008: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, dilekçeyi İçişleri Bakanlığı’na gönderdi. Bakanlık, İstanbul Valiliğine talimat verdi. Valilik müfettiş görevlendirdi. Müfettiş usulsüzlüğü tespit etti. Valilik, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’na
suç duyurusunda bulundu.


13 Mayıs 2009:
Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı görevsizlik kararları vererek
dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.

10 Haziran 2009:
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı karşı görevsizlik kararı vererek dosyayı tekrar yetkili ve görevli Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.

Top çeviriliyor

30 Ekim 2009: Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı iki yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra Kadir Topbaş’ın da şüpheli konumunda bulunduğu “ihaleye fesat karıştırma”  soruşturmasını başlattı.

15 Şubat 2010: Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul ederek dava açtı. (Dosya No: 2010/31).

28 Mayıs 2010:
Savcının Topbaş ile ilgili soruşturma izin istemine İçişleri Bakanı,
işi kapatmak için, “şikayetin işleme konulmaması” kararını verdi.

22 Aralık 2010:
İçişleri Bakanı’nın bu kararı Danıştay 1. Dairesi’nden döndü.

4 Nisan 2011:
Danıştay kararı üzerine İçişleri Bakanı mecburen Mülkiye Başmüfettişi görevlendirdi. Ön inceleme sırasında Topbaş’ın müfettişe yanlış bilgi verdiği ortaya çıktı. Bakan “soruşturma izni vermedi.

15 Kasım 2011:
Danıştay 1. Dairesi, İçişleri Bakanı’nın bu kararını da kaldırdı.
Milyar doları aşan bir işin ihalesiz olarak verilerek kamunun zararı uğratıldığını belirtti.

17 Eylül 2012:
Bu arada dava başladı. Mahkemenin belirlediği ilk bilirkişi rapor tanzim etmeden dosyayı iade etti. Ardından; konusunun uzmanı olmayan iki kişi bilirkişi olarak görevlendirildi. Bunların da davanın konusunu bir yana bırakıp, başka tali bir konuyu incelediği ortaya çıktı!

1 Ekim 2012:
İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi Türkiye hukuk tarihinde
pek rastlanmayan bir şekilde davada durdurma kararı verdi.

2 Kasım 2012:
İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nin “davanın durdurulması” kararını  kaldırdı.

12 Şubat 2013:
Danıştay’ın kararı üzerine savcılık sonuçta Topbaş ile ilgili
iddianame düzenledi.

Sanık Topbaş

22 Şubat 2013:  İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde Topbaş hakkında “Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk davası” açıldı.

1 Mart 2013: Davanın ilk duruşması yapıldı. Sanık Topbaş duruşmaya gelmedi.

27 Mart 2013:
Davanın 2. duruşması yapıldı. Sanık Topbaş yine gelmedi.
Zorla getirilmesinin düşünülmesine karar verildi.

10 Mayıs 2013:
Duruşmaya sanık Topbaş yine gelmedi. Mahkeme zorla getirme kararı yerine iki duruşma arasında günsüz olarak gelmesine karar verdi.
Ayrıca dosyanın; 
Sayıştay uzman denetçilerinden oluşturulacak bir bilirkişi heyetinin incelemesi için Ankara Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdi.

25 Temmuz 2013:
Ayrıcalığa karşın sanık Topbaş iki duruşma arasında yine gelmeyince mahkeme “zorla getirme” kararı verdi.

2 Ağustos 2013:
Ankara Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi dosyayı ne Sayıştay’a ne de Sayıştay’ın uzman denetçisine inceletti. Üç kişilik başka bir bilirkişi heyeti oluşturdu.
Bu heyet kamu zararı için başka bir teknik bilirkişi heyetinin oluşturmasını belirterek dosyayı iade etti.

8 Ekim 2013:
Sanık Topbaş, özel duruşmada mahkemeye ifade verdi.

10 Ekim 2013:
Sanık Topbaş’ın sorgusunu gerçekleştiren ve davayı karar aşamasına getiren mahkeme hakimi İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına atandı!

18 Kasım 2013:
Mahkemeye atanan yeni hakim duruşmayı erteledi.

23 Ocak 2014:
Mahkeme “dördüncü kez” bilirkişi raporu aldırılmasına karar verdi.

25 Eylül 2014:
Duruşma yapıldı.

25 Aralık 2014:
Duruşma yapıldı. Bilirkişiye ek süre verildi.

19 Ocak 2015:
 4. kez bir bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Rapor içeriği baştan başa tutarsızdı. Heyetten beş kişiden üçünün de daha önce Topbaş’ın yargılandığı davalarda gerçeğe aykırı bilirkişilik yapan kişiler olduğu ortaya çıktı.

23 Şubat 2015:
Mahkeme, bilirkişi tayini konusunda tarafsızlık ilkesini kaybettiği gerekçesiyle HSYK’ya şikayet edildi.

10 Mart 2015:
Mahkeme, bu bilirkişi raporunu kaynak gösterip
“şüpheden sanık yararlanır” diyerek sanık Topbaş hakkında beraat kararı verdi.

Sonuç?

Göreceğiz…

================================

Dostlar,

Nefes kesen bir AKP yolsuzluk klasiği..

Tarihlere geçecek hiç kuşku yok..

Soner Yalçın da…

Dileriz “necip” milletimiz ve yolsuzluğa ortak olmayan milyonlarca AKP seçmeni de okur ve 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ülkenin kara yazgısı durdurulur,
AKP iktidardan düşer ve yasal hesap verme dönemi başlatılır..

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

E. Alb. Atilla Uğur’un Düzmece Ergenekon Davasında Yaptığı Savunma


E. Alb. Atilla Uğur’un Düzmece Ergenekon Davasında Yaptığı Savunma

Dostlar,

“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…”

Bilinen bir sözdür. Acaba daha çok yaşlılar mı kullanır yoksa uzak olmasa da
geçmişe gönderme yapacaklar mı?

Sorunun yanıt bir yana; E. Albay Atilla Uğur‘un düzmece Ergenekon Davasında yaptığı savunmayı paylaşarak dün ile bugün arasında kimi çağrışımlar uyanmasını ve bunların geleceğe bağlanmasını istiyoruz. Tarih bilimi ve amacı da bu 2’li eylemin ta kendisi değil mi?

O Albay ki, Apo Kenya’dan Türkiye’ye getirildiğinde sorgusunu ustalıkla yapan ve gerçekleri konuşturan kişi idi.. Temmuz 2001 seçimlerinde Antalya’dan bağımsız milletvekili adayı olmuş ama sevgili halkımız, bağımsız adaylara iltifat etmemişti..
Bu durumda olan Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Çetin Doğan, Erdoğan Karakuş.. da vardı.

*****

ANTALYA BAĞIMSIZ ADAYI E. ALB. ATİLLA UĞUR’UN SAVUNMASI

Sayın Başkan,

Sözlerimi 15 dakikalık (yaklaşık) sürede bitireceğim. Bu uydurma Ergenekon davası, emir ve talimatlarla başlatıldıktan sonra burada bulunan birçok insana yapıldığı gibi bana da yalaka ve yandaş medya tarafından olmadık saldırılar, hakaretler yapıldı. İddianamede bile bulunmayan birçok konuda iftiralar atıldı.
“Nasıl olsa yönetimin, yargının ve polisin büyük kısmı bizden, vurabildiğimiz kadar vuralım..” dendi.

Türk Milleti, Anadolu insanı önce “ Vay anasını ne biçim örgütmüş bu” dedi… Psikolojik harp o kadar yoğun uygulandı ki; insanımızın kafası karmakarışık oldu. Ardından saygıdeğer heyetiniz binlerce sayfadan oluşan ve iftiraname niteliğindeki bu uydurma iddianameyi çok CİDDİ bularak kabul etti.

O kadar kısa süre içinde tamamını inceleme olanağınız olmadığı gibi, sizi bu iddianameyi kabule zorlayan bir mevzuat hükmü de bulunmuyordu. Sonra usulsüzlükler, digital katliamlar, sehven yüklemeler, uydurmalar, gizli ve açık tanık komedileri yaşanmaya başladı. Önceleri bu davaya “evet, bir şeyler vardır” diyen vatandaş sayısı hızla düşmeye başladı. Son anketlerde bu davayı inandırıcı ve yargılamayı hukuka uygun bulanların oranı %29 çıktı. Yani millet uyanmaya başladı…!

İDDİANAMEDEKİ YALANLARIN HEPSİNİ BELGELERLE KANITLADIM..!

Sayın Başkan;

Genel görünüm ve gidişatı kısaca özetledikten sonra şahsımla ilgili trajikomik durumlardan örnekler vermek istiyorum. Hakkımda malum çete tarafından uygulamaya konulan karalama kampanyası sırasında gazeteci ve köşe yazarı olduklarını iddia eden yirmiye yakın şahıs ve gazeteleri hakkında suç duyurusunda bulundum. Gerçek savcılar suç duyurularımı ciddi bulup dava açtılar ve yine gerçek hakimler kovuşturmaya başladılar. Bunlardan en belirgin örnek Ayşe Nazlı ILICAK adlı kişinin İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesince şahsıma hakaret ettiğinin sabit görülmesi ile daha sonra paraya çevrilen bir cezaya mahkum edilmesidir. Burada cezanın miktarı veya niteliği önemli değildir. Aslolan benim haklılığımın bağımsız Türk Mahkemesince TESCİL edilmiş olmasıdır.

Diğer bir önemli husus ise emrinde çalışmaktan onur duyduğum, terörle mücadeledeki başarımdan dolayı defalarca ödülünü aldığım şehit Albay Rıdvan ÖZDEN’in benim tarafımdan öldürüldüğü iddiasıdır. Bu iddia alçaklıktan öte şerefsizlik ve iğrençlik abidesidir..! Yalaka, tetikçi ve yandaş medyada günlerce bu hususta yayın yapılmıştır. Hepsi ile ilgili yaptığım suç duyuruları kabul edilmiş ve dava açılmıştır. Heyetiniz Mardin Başsavcılığından ilgili belgeleri istemiş ve bana ulaşmıştır.

İddianame adı verilen iftiralar manzumesi kabarık olsun diye, kamuoyunu ve kovuşturmayı yapan heyetinizi şahsım hakkında olumsuz etkilesin diye konulan Gizli Tanık Aydos ve Gizli Tanık Kıskaç’ın benimle ilgili iftiralarının yine tarafınızdan çeşitli makamlardan istenen resmi belgelerle YALAN olduğu anlaşılmıştır.

Bu husus heyetinizce de görülmüştür. Hatırlatmak için söylüyorum,
“Ben bir köylü kadına uyku hapı vermişim, teröristlerin yemeklerine koymuş sonra teröristler sarhoş gibi dağda dolaşırken ben de bunları yakalayıp öldürmüşüm(?).”
“Bir başka terörist grubu da caminin altında yakalayıp aynı şeyi yapmışım(?)”
Mardin C. Başsavcılığı’ndan gelen cevabi yazıda bu canilerin nerede, ne zaman güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmalarda etkisiz hale getirildikleri açıkça belirtilmiştir. Heyetiniz bu konuya da vakıf olmuşlardır. Keza Kütahya’da Alay Kom.lığı yaptığım, ADD’ye üye olduğum iddialarının da doğru olmadığını sizlere gelen yanıt yazılarından anladınız. Ayrıca eşime ait şirketin askeri ihalelere girdiği ve aldığı iddiası ile ilgili iddia makamı salt eşime ait şirketin değil arkadaşım
“Dr. B. G.’nın M.” adlı şirketinin de ihalelere girip girmediğini, ihale alıp almadığının sorulmasını istedi. Sordunuz, yanıt geldi, zaten bunu da siz okudunuz, tek bir ihaleye girilmemiş ve de alınmamış olduğu ortaya çıktı. (Sayın Yetkili, Köksal&Partners olarak, müvekkillerimiz
B. G. ve M. I. şirketi adına sizinle iletişime geçmekteyiz.” içerikli e-iletinin bize 06.05.2015 günü ulaşması üzerine açık adlar tarafımızdan, biz Dr. Ahmet Saltık olarak kısaltılmıştır.)

Sayın Başkan;

Bir yıl kadar önce 4 No’lu da iken adsız ve imzasız mektuplar gelmeye başladı.
Bir kadın kocasının benim yüzümden battığını, perişan olduğunu, çocuklarının özel okul paralarını ödeyemediğini yazıyor, ilgili ilgisiz, saçma sapan hususlara vurgu yapıyordu. Kurum Müdürlüğü imzasız, adsız mektupları kabul etmeme kararı aldı. Şimdi öğrendim, yaklaşık bir aydır avukatlarım Sn. Celal Ülgen, Sn. Hüseyin Ersöz ve Sn. Serkan Günel’in bürolarına aynı doğrultuda telefonlar gelmeye başlamış. Anlıyorum ki artık her şeyi açığa çıkmış bir çete yeni numara ve düzmece senaryoların peşinde. Bana daha önce iftira atan, buradaki bütün insanları itibarsızlaştırmaya çalışan çete, iş bu çetedir.

Sayın Başkan,

Size de iğrenç iftiralar atan çete aynı çetedir.
Polis ve Yargı içine ustalıkla sızmış olan bu çetenin yemeyeceği herze yoktur.

ÇETENİN YENİ HEDEFİ 11. AĞIR CEZA HAKİMİ’DİR..!

Çok yakın bir gelecekte 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’na aynı iğrençlikleri uygulayacaklardır. Türk Milleti adına karar verdiğinin bilincinde olan bu hakim hem Balyoz düzmece davasında hem de Hanefi Avcı ile ilgili konuda korkmadan hukuk adamlığının gereğini yapmıştır. Bu yüzden çetenin hedefidir… Şimdi elimdeki bir başka resmi belgeden söz etmek istiyorum.

Heyetiniz üyesi hakimlerden duymadım ama Sayın Başkan, sizin tecrübeli bir hukukçu olarak sanıklara “Neden sen” “Neden bunlar sana yapılmış da bir başkasına yapılmamış” anlamında sorular sorduğunuza tanık oldum.
Aynı şeyi savunmamda bana da sordunuz.

EVET, NİYE BEN?
Bunun cevabı son derece açıktır;

EVET BEN, Çünkü; Bebek katilini İmralı’da sorgulamış Türk subayıyım..!
EVET BEN, Çünkü; PKK, DHKP-C ve Hizbullah terör örgütleri ile mücadelede hasbelkader başarılı olmuş bir Türk subayıyım..!
EVET BEN, Çünkü; Hizbullah Terör Örgütü üst düzey yöneticilerinin yakalanması operasyonuna katılmış bir Türk subayıyım…!
EVET BEN, Çünkü; Allah’ını, milletini bilen Mustafa Kemal’in yolundan giden bir Türk Subayıyım…!

İŞTE “NEDEN” SORUSUNUN CEVABI KISACA BUDUR…!

Bana “Darbecisin, Teröristsin” deniyor. Darbeci de, terörist de şerefsizdir.

“Falanca milletvekili ile görüşüp onu AKP’den koparmaya çalışıyorsunuz” deniyor.
Darbe olduğunda milletvekilinin, rektörün, partinin hükmü mü kalır?
Darbe böyle mi yapılır?

Sayın Heyet,

Beni sevmiyor, hatta nefret ediyor olabilirsiniz… Hatta bu teröriste bir an önce ağırlaştırılmış müebbet verelim de gününü görsün diye düşünebilirsiniz…
Ama heyetiniz Türk Milleti adına karar veren bağımsız bir mahkemedir. “İddianamede bu sanık için şunlar şunlar yazılı ama gelen yanıt yazılarında
birçok konunun gerçek dışı olduğunu gördük, bu şüphelidir ve
şüpheden sanık yararlanır.” diye hiç mi düşünmüyorsunuz?

ABD, PKK’ya YARDIM GÖNDERDİ…!

Geçen duruşmada İbrahim Şahin, Amerikan helikopterinden teröristlere yardım malzemesi atıldığını söyledi. Siz de “Rapor yazdın mı, bildirdin mi?” diye sordunuz. İşin aslı şudur :

1992 yılında Şırnak ile Beytüşşebap arasındaki Hezil Çayı’nın batısındaki bölgede kalabalık bir terörist grubu ile çatışma çıkmıştı.

Ben de o sırada Pervari Kalmetepe ve Konisor sırtlarında başka bir terörist grup ile çatışmada idim. Hezil Çayı kenarındaki terörist grup güvenlik güçlerince tümüyle sarıldığında birçok yaralılarının olduğu bir zamanda, akşama doğru bir Amerikan Sikorsky helikopteri gelip teröristlerin bulunduğu alana 10-12 balya atıyor. Bu durum Şırnak Tugay Kom.lığınca üst makamlara arzediliyor, C. Başkanı’na kadar sunuluyor ve Amerikalılardan yanıt isteniyor. Çekiç Güç cevap veriyor ve yanlışlıkla atıldığını, Peşmerge sandıklarını söylüyor.

Ayrıca teröristlerle girdiğimiz birçok çatışma sonucunda bulduğumuz sığınak ve de sonucunda, bulduğumuz sığınak ve depolarında ABD Ordusuna ait çok sayıda matara, ilaç, harp paketi vs. gibi malzemeler bulup rapor ettik. Ele geçen malzeme dökümleri aynı zamanda ilgili savcılıklara da bildirildi. Yani bu husus tümüyle DOĞRUdur…!

Öbür önemli konu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku,
Yurttaşlar İçin Medeni Bilgiler Kitabı ve Nutuk adlı eseridir.

Ben burada ”Bursa Nutku vardır, yoktur tartışmasına birkaç kez tanık oldum.
Ayrıca Ulu Önderin el yazısı ile notlar düşerek hazırladığı ve okullarda okutulması amacıyla ile 1930 yılında basılmış olan Medeni Bilgiler adlı kitabın 7 nci sayfasının suç kanıtı olarak 3. iddianame ek klasörlerine konulduğunu gördüm.

Sn. Başkan,

06 Şubat 1933 günü İzmir’den Bursa’ya gelen Ulu Önder, Çelik Palas’ta kalırken akşam Balıkesir Kolordu Kom., Bursa Valisi, İçişleri Bakanı ve Adliye Bakanı’nın olduğu toplantıda bu nutku irade buyurmuştur. Bu toplantıda ulusal ve yerel gazeteciler de bulunmaktadır. Bursa ilinde bazı Cumhuriyet düşmanlarının faaliyetlerinden söz edilirken, Bursa belediye başkanı ”Efendim Bursa gençliği bu olayı hemen bastıracaktı ama polis ve adliyeye olan güveninden ötürü …” diyor.

Ulu Önder, Başkanın sözünü keserek patlıyor ve ”Bursa gençliği de ne demek? Ülkede yer yer, parça parça gençlik yoktur, yalnızca ve yalnızca Türk gençliği vardır!” diyor ve hepinizin bildiği nutku söylüyor.

Bu söylevde özetle Türk Gençliğinin devrimlerin ve rejimin sahibi olduğunu,
bunlara saldırı olduğunda Cumhuriyetin polisi var, askeri var, adliyesi var demeden mücadele etmesi gerektiğini öğütlüyor Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya‘nın anılarında ve Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal Barış adlı eserinde bu husus vardır.

Sayın Başkan; Halen yürürlükte bulunan Anayasamızın 23 Temmuz 1995 gün ve 4121/ 1 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle başlangıç maddesinde aynen şöyle denilmektedir.

Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Milletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusundadır.” denilmiş, 03.10.2001 gün ve 4709 / 1 sayılı yasanın değişik ibaresinde ise; “Hiçbir faaliyetin Türk Milleti menfaatlerinin, Türk varlığının Devlet ve Ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk’ün ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği..” hususu AÇIK ve NET OLARAK ORTAYA KONULMUŞTUR.
Ve en sonunda da şöyle denilmiştir:

”Bu Anayasa Türk Milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Sn. Başkan;

Nur içinde yatsın, rahmetli babam Ulu ÖNDERİN dönemine yetişmiş bir Türk genci idi. Hep Mustafa Kemal’in in yolundan gitti. Kardeşlerim ve bana ilk öğrettikleri Yüce Allah ve sevgili peygamberimizin sevgisinden sonra Atatürk ve Vatan aşkı idi. Ben de Atatürk’ün yolundan gittim ve gidiyorum, çocuklarım da aynı çizgiyi izleyecekler.

Artık tüm dünya alem tarafından bilinen malum çetenin de bütün korkusu Atatürkçüler ve Türk gençliğidir….

Çete, korkusunda haklıdır. Çünkü Mustafa Kemal’in yolundan giden bizler milyonlarız ve Cumhuriyet’i, Vatanı, Allah’ın izni ile bu çete ve yandaşlarına yedirmeyeceğiz.

Sözlerimi bitirirken çok küçük bir anımı nakletmek istiyorum :
2007 yılında 5.000 Mehmetçiğe emir komuta ederken icra ettiğimiz yemin töreninde
binlerce aileye seslenen bir konuşma yapmış ve Ulu Önderin Gençliğe Hitabe’ sinden söz etmiştim. Konuşma sonunda herkes heyecanla alkışladı.
Evimi bastıklarında aldıkları CD’lerden birinde bu da vardı. Tören sonunda verdiğim resepsiyonda Sn. Vali, Ağır ceza reisi ve Başsavcı ayakta sohbet ederken
Ağır ceza reisi arkadaşım ”Komutan güzel konuştun, hepimizi duygulandırdın ama Mustafa Kemal‘den o kadar sıklıkla söz ettin ki; bu kimilerini rahatsız etmiştir, maazallah başına bir şey gelir.” diye laf etti, gülüştük…

Aradan bir yıl geçmeden, “terörist” diye tutukladılar …

Ulu Önderin izinden gidip Silivri Zulümhanesi’ne atılmak benim için şereftir.

Teşekkür ederim.

Em. Albay Atilla Uğur
Silivri Esiri

———- Yönlendirilmiş ileti ———-
Kimden: Ömer Öztürkmen <alb.ozturkmen@gmail.com>
Tarih: 14 Nisan 2011 12:03
Konu: TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR..

Karakuş Hükmü (Hükmi Karakuşi)


Dostlar
,

Dostumuz, yetkin hukukçu ve felsefeci Av. İbrahim Türkeş (Fethiye) geçtiğimiz haftalarda müthiş bir makale kaleme aldı. Yazısı Cumhuriyet‘te yayımlandı (21.1.13). Yoğunluğumuzdan güncel olarak size aktaramadık. İyi de oldu..
Bu arada yazıya gelebilecek olası tepkileri de gözleme olanağımız oldu. Verilebilecek tutarlı ne yanıt olabilirdi ki? Yazı kendi içinde öylesine sağlam..
Sayın Av. Türkeş, Balyoz Davası kararının gerekçesini bir “hükm-i karakuşi” olarak niteliyor ve adalet ve hakkaniyete açıkça aykırı buluyor:

  • İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararı
    “adalet” ve “hakkaniyet”e aykırı bir karardır. (Balyoz davasında)

Bir de sorusu var, mutlaka yanıt verilmesi gereken :

  • O halde Sahte delil üreten bir ‘çete’ ortalıkta kol mu gezmektedir? sorusu gündemdedir.

İlk saptama belki, ağırlıklı olarak yargı erkinin sorunudur.. diyelim..

İkincisi doğrudan iktidarın sorumluluğu değil midir?

“Sorumluluk” iktidarın ortadaki sorunu gidermesi bağlamıyla sınırlı mı acaba?
Ya da sorunun yaratılmasıyla ilgili “asli sorumluluk” mudur?
Biz de Sayın Türkeş gibi eski dille soralım :

  • “Sahte deliler üreten şebeke” (?)
    AKP iktidarının “mes’uliyet-i ekberi” midir?

Frankeştayn’ın, gelenek olduğu üzere, yaratıcısını da yutması
çok mu uzaktır acep?

Sevgi ve saygı ile.
6.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : Sayın Türkeş’in “İşte Gerçek Adalet; İşte Gerçek Demokrasi” başlıklı
bir yazısına daha önce sitemizde yer vermiştik (http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=6735&action=edit., 21.9.2012)

===============================================

Karakuş Hükmü (Hükm-i Karakuşi)

İbrahim TÜRKEŞ
Hukukçu, Felsefeci

Mahkemelerin gerekçeli kararları, bir ispat amacı güder. Verilen kararın doğru olduğunu ispat! Bu amacın gerçekleşmesi, iki koşulun yerine getirilmesine bağlıdır: Delillerin (kanıtların) güvenli / güvenilir olması ve o kanıtların böyle bir sonucu zorunlu kılması!

Bu koşulları gerçekleyemeyen hiçbir karar, artık ne bir ispat, ne bir doğrulama olmayıp, olsa olsa birtakım önyargıları haklı çıkarma gayreti olabilir. Gerekçenin kuvvetini meydana getiren mantıksal zorunluluğu içinde taşımayan, delilleri zihinlerde mevcut önyargılar lehine feda eden bir mahkeme kararı da artık
hukuksal olmaktan çıkmış, bir “hükmi karakuşi”ye (hesaba kitaba gelmeyen,
abuk sabuk karar) dönüşmüştür. “Balyoz” davasının açıklanan gerekçesinin zihinlerde uyandırdığı ilk izlenim bu olmuştur.

Delil güvenliği ve güvenilirliği

Günümüzün teknolojik gelişmeleri karşısında “dijital” verilerin ceza yargılaması açısından “delil güvenliği” (delillerin korunması) ve “güvenilirliği” (delillerin hukuka uygun olarak elde edilmiş ve manüple edilmemiş olması) taşıyıp taşımadığı tartışmalı hale gelmiştir. Bu iki emredici kural, “adil yargılanma” hakkının da güvencesidir.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın bu konu ile ilgili soru önergesine
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından verilen yanıtta, öz olarak,

Balyoz davasının temelini oluşturan CD ile Kafes Eylem Planı olduğu iddia edilen DVD’nin kullanıcı adının ASD olduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu adda bir kullanıcı olmadığı” ve devamla, “dijital verilerdeki yazı karakterinin 2003 yılında Silahlı Kuvvetler’de kullanılmadığı” açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca gerek davanın savunma avukatları, gerekse mahkeme tarafından yaptırılan bilirkişi incelemeleri, Balyoz davasındaki CD’lerde 2003 yılında kullanılmayan “Office 2007” programına işaret etmektedir.

  • O halde “Sahte delil üreten bir ‘çete’ ortalıkta kol mu gezmektedir?”
    sorusu gündemdedir.

Eksik inceleme                    :

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararı, bir “kozmik oda”dan üretildiği kuvvetle muhtemel olan bu delillerin hukuka uygunluğu konusunda
yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan oluşturulmuş, belki “dar hukuk”a
(ius strictum) uygun, fakat “hukukun hukuku” (quaetio juris) meselesi olan
adalet” ve “hakkaniyet”e aykırı bir karardır.

O kadar ki, Türk Silahlı Kuvvetleri dışında, dışarıdan sisteme girip suç oluşturduğu iddia edilen dijital verilerin kullanıcısı durumundaki ASD kimdir? CD’lerin imajları ile kopyaları arasındaki farkın sebebi nedir? Kimi o tarihte akademik eğitim için İngiltere’de, kimi askeri ataşe olarak Roma’da bulunduğunu kanıtlayan askerlerin hangi eylemleri ile isnat edilen fiil arasında “nedensel” bağ kurulmuştur? Davanın savunma avukatları ve Cumhuriyet gazetesinde Sayın Orhan Bursalı, bütün bu konuları didik didik etmiş, fakat gerekçenin bu konularda uskutu tutulmuştur (uskutu tutulmak yerel bir halk ağzı olup, sesi sedası kesilmek anlamına gelir).

Adalet; hâkimlerin keyfiliğine ve kanunların tesadüfiliğine terk edilemez.

Ünlü Fransız yazar Alain Söyleşilerinde

  • “Ortalığa korku salmak isteyen yargıç aramızda dolaşıyor; 
    yargıcı ne zaman yargılayacağız?” diye sorar.

Türk toplumu bir süredir bu soruyu sorar hale gelmiştir.

  • Hukuk devletinde hâkim ve savcılar da dahil hiç kimse, hukuka aykırı,
    keyfi işlem ve kararları nedeniyle sorumsuz değildir.

(Sağ olsun bizim hukuk devletimiz bunun da önlemini almış, Sayın Mehmet Haberal lehine verilen bir karar nedeniyle hâkimlerin keyfi gerekçelerinden şahsi sorumluluklarını bir yasa ile kaldırmıştır.)

Bu ülkede, üniversitelerin, kimi baroların, kimi yargı mensuplarının,
bertaraf olmak yerine bitaraf olmayı yeğleyen kimi işadamlarının, nice büyük (!) gazetecinin uskutu tutulmuşsa da, vicdanı kararmayan Türk toplumu,
“Hâkimdir, ne yapsa yeridir” deyip keyfiliği sineye çekecek kadar çaresiz,
sinik ve adalet duygusunu yitirmiş değildir.

Gerekçenin mantığı                        :

Mahkeme, “Eğer bir A olayı varsa, bu, B’nin de gerçekleşeceğini içerir” gibi bir nedensellikten hareket etmiştir. Bu muhakemede (akıl yürütme) B’ye ait iddia,
“eğer A varsa” koşulu ile korunmaktadır. Bilim felsefecisi Hans Reichenbach
ünlü “Nedensellik ve Endüksiyon” adlı makalesinde “Eğer böyle değilse,
olaylar arasındaki sıkı nedensel bağ, yerini ihtimaliyet (olasılık) bağına bırakır.” der.

Olasılıkta her zaman bir “şüpheli” taraf vardır ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi hukukun evrensel ilkesidir. Bu davadaki dijital kanıtların, bu içermenin geçerli olabilmesi için “şart” diye kabul edilen A kategorisine kesinlikle sokulabilecek derecede “tam” ve “kesin” olmadığı ortada olduğu halde, mahkemece A şartı gerçekleşmiş varsayılmıştır.

Savunmanın, davanın esasını etkileyecek nitelikteki bu hususun dikkate alınması yönündeki ısrarlı talepleri, konjonktürün (içinde bulunulan siyasal topludurumun) bu davanın kestirmeden ve çabuk bitirilmesi için uygun olduğu konusunda mahkemede de bir kanaat hâsıl etmiş olmalı ki; sürekli reddedilmiştir.

  • Yargının tarafsızlığı “siyasal konjonktür”e feda edilmiştir.

İddiayı ispat edecek yerde, yargılama sürecine egemen olduğu “ağır usul ihlalleri” ile daha başından belli olan “önyargı”ları haklı çıkarmaya yönelik bir gerekçe,
artık yasal bir “hüküm” değil, olsa olsa bir “hükmi karakuşi”dir.

Temel sorun                            :

Vaktiyle Çetin Altan bir yazısında, “Birkaç yüz kelimeye sığıyorsa dünyanız; Matisse’nin balıklarına bakmayın.. anlamazsınız.” demişti.

Temel sorun budur. Ülkemizin,“düşünce dinamikleri” zengin, bütün dünyası “haciz”, “döviz”, “faiz” ya da “tahliye”, “tutuklama”, “infaz” gibi, sınırlı sayıda ve üstelik Justinyanus’tan bu yana değişmeyen kavramlardan ibaret olmayan, bakınca Matisse’nin ya da Picasso’nun balıklarına, dibine kadar “anlayan”,
“ama bunlar balık değil ki, bir ucube(!)” 
demeyen yargıç, savcı ve avukat varlığına ihtiyacı vardır.

Prof. Ragıp Sarıca’nın ifadesi ile “ünlü bir ressamın tablosuna içi titreyerek bakmamış, heykel denilince İstanbul Üniversitesi binasının önündeki heykel aklına gelen” gene hocam Prof. Aydın Aybay’ın ifadesi ile, Kafka’yı belki de Çek milli takımının kalecisiİbsen’i de bir ihtimal İsveç’in milli güreşçisi zanneden” bir kültür birikimi ile hukukun “kanun”la iltibas edilmesinin (birinin öteki sanılmasının) önüne geçilemeyeceği gibi; hukukun muhteva gerçekliğini “formül” ve “formalite” düzenciliğine indirgeyen o yargıçtan adını “özgürlük hâkimi” koysanız bile “tutuklama”nın dışında bir karar alamazsınız.

Nitekim bu güne kadar alınamamıştır da.

Çünkü düşünce dinamikleri kaynağını kültürün geniş insani bilinç ve duyuncundan (vicdanı) değil, bilinçaltının görünmeyen derinliklerinde gizli kimi duygulardan ve ceberrut devlet” bekçiliğinden almaktadır.

Bu yüzden, görelilik (relativite) kuramı, atom ve kuantum fiziği ile bilimin ve felsefenin kavram yapısının köklü değişikliklere uğradığı bir dünyada, 19. yy’dan kalma düşünce kadroları ve gene 19. yy’dan kalma “skolastik” ve “kazuistik” hukuk yöntemleriyle
“hukuk eylemek”, ancak bizdeki kadar olur.

“Yasa”lar değil, “kafa”lar değişmelidir. Gerisi “laf-ü güzaf”tır.

(Cumhuriyet, 21.1.13)