Etiket arşivi: Söz uçar yazı kalır

Hayaller varsa umut da var!

Hayaller varsa umut da var!

Söyleşi . Mutlu Sereli Kaan
http://www.tipdunyasi.dr.tr/wp-content/uploads/image/td/TD225/TD225.pdf 

(AS: Bizim katkımız ve güncelleme notumuz yazının altındadır..)

TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi Dr. Ali Özyurt’un ilk kitabı Söz Uçar Yazı Kalır yayımlandı. Özyurt, 7 yaşındaki kızına ithaf ettiği ve hediye olarak kızının 1 Ekim’deki doğum gününe yetiştirdiği kitabın gelirini Gezi’de yaşamını yitiren gençler anısına kurulan derneklere bağışlayacak. Olumlu geri bildirimler dolayısıyla ikinci kitabın hazırlıklarına şimdiden girişen Dr. Ali Özyurt, ikinci kitabı da 1 Ekim 2017’ye yetiştirmeyi planlıyor. Kitabına giden süreci, hayatı, aktivistliği (AS: eylemciliği) ve her durumda umutlu olmayı konuştuk.

Dr. Ali Özyurt’un ilk kitabı yayımlandı: Söz Uçar, Yazı Kalır!

Söz Uçar Yazı Kalır kitabı ile ilgili görsel sonucu

“Söz Uçar, Yazı Kalır” adlı kitabınız çok yakınlarda yayımlandı. Kutluyoruz
öncelikle. Kitabı yazma ve yayımlama düşüncesi nasıl oluştu?

Dr. Ali Özyurt : 2008 yılından beri notlar alıyordum, zaman zaman da düzensiz de olsa yazılar
yazıyordum. Kimisi geçmişimle ilgili, ailemle ilgili, çocukluğumla ilgili, bazen duygulandığımda ya da kedere kapıldığımda… Bizim Cerrahpaşa 87 mezunlarının oluşturduğu bir haberleşme grubu var, yaklaşık 250 kişinin takip ettiği, birçoğunu oraya atıyordum. Yaklaşık 8 yılda 100’ü aşkın yazı birikti. Ben bunları biriktirmiyordum aslında. Bazı arkadaşlarımdan zaman içinde beğeniler aldım, geri dönüşler aldım. Bazı arkadaşlarım bu yazıları biriktirdiklerini söylediler. Bu geri bildirimleri alınca, bir yıl kadar önce, yazdıklarımdan da yola çıkarak bir kitap yazma düşüncesi kafamda oluştu ve planlı programlı olmadan, bir kitap yazacağımı arkadaşlarıma söyledim. Fakat söyledikten sonra unuttum ama birkaç ay sonra bana hatırlattılar. Sonuçta bir arkeolog gibi, haberleşme grubunun arşivinden yazılarımı aramaya çalıştım, bulabildiğim kadarıyla bir dosya yaptım ve koltuğumun altına koyarak editöre götürdüm. Editör baktı ve “neden bunu yayımlamıyorsun” diye sordu bana. Hikaye böyle başlamış oldu. Ben asıl kitabı daha yazmadım ama daha önce bu çöpten bulduğum yazıları ayıkladık ve bu kitap ortaya çıktı. Bir denemeydi. Eğer olumlu bir geri bildirim alırsam ki, ilk geri bildirimler olumlu geliyor, bundan sonra bir öykü kitabı yazma projem var. Bunu da ilk kez buradan açıklamış oluyorum. Kızımın doğum gününe yetişsin istedim; 1 Ekim 2016, ona yetiştirdik. İkinci kitabı da 1 Ekim de 2017’de çıkarmak istiyorum, bir aksilik çıkmazsa.

– Dilinizin yalınlığı, akıcılığı, samimi üslubunuz çok dikkat çekiyor. İçinizi, bütün hayatınızı
açıyorsunuz okura samimiyetle. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Dr. Ali Özyurt : Açık söylemek gerekirse; adınıza bir kitap çıkıyor, ben bir yazar olmadığım
için, bir miktar korktuğumu söyleyebilirim. Hatta son dakikaya kadar yayımlamasak olmaz mı diye bir düşüncem vardı. Fakat editörüm okuduktan sonra beni teşvik etti. Onun teşvikiyle yayımlamaya karar verdik.

– Editörünüz kim bu arada?

Dr. Ali Özyurt : İki editör var. Biri Füsun Taş; son okumayı yapan. İlk okumayı yapan da
Ayrıntı’nın da editörlüğünü yapan, Cumhuriyet ve Radikal’de de redaksiyonda çalışan Asaf Taneri. Asaf Taneri Türk Tabipleri Birliği’nde de çalışmış 80’li yıllarda. Oradan hekimleri de tanıyor ve üslubumu da beğenmiş. Ondan da geri bildirim alınca ben çok mutlu olmuştum.
Daha sonra Selçuk Erez; edebiyatçıdır kendisi biliyorsunuz. Hem önsözünü yazdı ve teşvik etti; tekrar yazmalısın dedi. Kitap yayımlandıktan sonra da okuyan yakın çevremden, arkadaşlarımdan olumlu geri bildirim aldım. En son da Latife Tekin okudu. O da benzer
şeyler söyleyince ben gerçekten çok mutlu oldum ve iyi ki yazmışım dedim.

– Otobiyografik, anı-deneme türünde bir kitap. Dünyada da anı, otobiyografi ve biyografi
türünde eserlerin yazılma oranının arttığı, bunun “kendi yaşamına verilen önem ve
seçtiklerine verilen değer” ile ilgili olduğu belirtiliyor. Katılır mısınız bu yoruma?

Dr. Ali Özyurt : Katılıyorum tabii ki. Bence herkesin yazması da gerekiyor. Ömrümüz boyunca çok şeyi biriktirmiş oluyoruz. Kitabın adında da olduğu gibi, söz gerçekten uçuyor ve yazı kalıyor. Hele hekimlik gibi bir alanda yoğun bir meslek hayatı yaşayan bizlerin gerçekten çok fazla deneyimleri ve topluma aktaracakları şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle yazılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Benim özelime gelince; önemli denebilecek
bir sağlık sorunu yaşıyorum. Kitapta da belirttiğim gibi yaklaşık 12 yıldır kanser hastasıyım. Tabii kanser hastası olan herkeste olduğu gibi bende de zaman zaman bir ölüm korkusu oluyor.
Bu kitabı yazmaya başlamadan önce bu ölüm korkusu yoğunlaştı; çünkü hastalığımda
bir ilerleme oldu. Söylediğim gibi, bir kızım var, Neşe, 7 yaşında.

Dr.Ali Özyurt ile ilgili görsel sonucu

Geriye dönüp baktığım zaman, 6-7 yaşlarımdan sonra hatırlıyorum çocukluğumu ve daha öncesini hatırlamıyorum. İçime bir korku düştü, ben ölürsem Neşe benimle ilgili hiçbir şey hatırlayamayacak korkusu geldi ve ona kalıcı ne bırakabilirim diye düşündüm. Benim anne-babam da Neşe’yi tanımamışlardı. Özetle, biraz ilerde Neşe büyüdüğünde, bu kitabı okuduğunda hem babasını kitap aracılığıyla olsa da tanıyabilsin, keza benim ailemi de bilsin, çocukluğumu, ilk gençlik yıllarımı öğrensin isteği de ön planda oldu bu kitabı yazarken.

– Sağlıklı, mutlu, uzun bir ömür diliyoruz size, ailenizle birlikte. Yeni kitaplarınızı bekliyoruz.
Hayatınızın önemli kırılma noktalarına ve önemli dönemeçlerine, ülke tarihinin tanıklığıyla birlikte yer veriyorsunuz kitabınızda. Dönüp baktığınızda, bunlardan sizi en çok etkileyenin ne
olduğunu söyleyebilir misiniz?

Dr. Ali Özyurt : Ben yoksul denebilecek bir ailenin, iç göçle İstanbul’a gelen bir ailenin çocuğuyum. Babamlar 1950’lerde Trabzon’dan İstanbul’a geldiklerinde, ikinci dünya savaşında babalarını kaybetmiş ve yetim kalmış insanlardı ve çalışmak zorundalardı. Ve bizim için tek
bir yol kalıyordu, okumak, eğitim almak ve eğitimli bir birey olmak. Bugünlerde pek fazla olmasa da o zamanlar devletin olanakları vardı. Bir cumhuriyet nesli vardı, biz de onun belki son vagonuna yetişerek, ilkokuldan başlayarak, üniversiteyi bitirene kadar devletin okullarında okuduk. O açıdan devletin, cumhuriyetin vurgusunu yapmak istiyorum. Hayatımda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. İkinci aşamada 12 Eylül darbesi oldu, ben yeni üniversiteyi
kazanmıştım. 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında İstanbul Üniversitesi, hayatımın en önemli evresi diyebilirim. Bilinçlenmem, toplumu tanımam, sosyalizmle daha bir hasbıhal olmam bu döneme rastlıyor. İstanbul Üniversitesi büyük, tarihi bir üniversite, bulunduğu mekân, çevre, hocaları, öğrencileriyle, sanki bütün dünyanın bir minyatürü gibiydi. O nedenle 80 ve 87
arasındaki öğrencilik dönemimi unutamam, bana da çok büyük bir katkısı olduğunu
düşünüyorum. Bugün bu noktadaysam o dönemin çok büyük bir etkisi var diye düşünüyorum. Başka bir kentte, başka bir üniversitede olsam, bugünkü Ali olamazdım diye düşünüyorum.

– Hekim ve aktivist yanınızdan söz etmek istiyorum biraz da… 

– Dr. Ali Özyurt : Mezun olduğumdan beri hep devlet memuru olarak kaldım. Bu 30 yıllık süre içinde maddi hiçbir sermayem olmadı ama sosyal sermayem çok büyüktü. Arkadaş çevrem, çok sayıdan insanla tanıştım, dost oldum. Bu açıdan kendimi çok mutlu ve şanslı hissediyorum. Hatta bir anektod: Bende 2 bin civarında Cerrahpaşa öğretim üyelerinin ve birçok hekimin telefon numarası kayıtlıdır, her gün 4-5 insan beni arayıp telefon numarası sorar. O da bu sosyal sermayenin bir yansıması diye düşünüyorum.

– Tabip odası ile nasıl tanıştınız?

– Dr. Ali Özyurt : 80’li yıllarda, hem TTB’ye hem İTO’ya kayyum atanmıştı, ben 2-3. sınıftayken kayyumdan tekrar hekimlere geçti odamız. Benim tabip odasıyla tanışmam da
85 yılında -5. sınıftaydım sanıyorum bir arkadaş vasıtasıyla oldu. Oda aidat toplayamıyordu, kronik sorun o zaman da vardı. Aidat toplayanlara bir yüzde veriyorlardı. Bir arkadaşım bana aidat toplar mısın diye teklif etti ve Odayla tanışmam böyle oldu. Daha sonra odaya gidip gelmeye başladım. O zaman tıp öğrencileri komisyonu yoktu, çok az kişi gelir giderdi zaten. O zamanlar efsane genel sekreter Dr. Nejat Yazıcıoğlu vardı. Nejat Abi ile tanıştım. 5-6 tıp öğ-
rencisi idik, bizi alır, bizimle sohbetler ederdi. Aradan 30 yıl geçti, kendimi bugün 30 yıllık bir Oda aktivisti olarak nitelendiriyorum. Tıp fakültesini bitirdikten sonra açık söylemek gerekirse,
hekimliğimin de önüne geçen bir aktivistliğim oldu. İnsanlar beni hep Tabip Odasıyla özdeşleştirdiler. Bu belki anestezist olmamdan kaynaklanıyor, hastalar anestezi ile ilgili size soru soramayacakları için belki de…

– Gezi tanıklığınız oldu bu dönemde…

– Dr. Ali Özyurt : Aktivistliğimi taçlandıran bir süreç denebilir. Bir rüya gibiydi o dönem.

– Hayatımda en mutlu olduğum dönem demişsiniz kitabınızda…

– Dr. Ali Özyurt : İlginç bir anekdot; Gezi sırasında ben hastalığım nedeniyle bir ilaç kullanıyordum, ilacın çok ciddi yan etkileri vardı. Bir tanesi de ayaklarımın tabanları soyuluyordu, uzun süre ayakta kaldığım zaman. Bu yüzden de ben olabildiğince ayakkabı giymemeye, terlik ve benzeri şeylere giymeye ve mümkün olduğunca ayaklarımı uzatıp dinlendirmeye çalışıyordum ve çok uzun da yürüyemiyordum. Fakat Gezi bende öyle bir adrenalin deşarjı sağlamış ki, ben o 20 gün boyunca ayakkabı giydim, saatlerce yürüdüm,
koştum, hiçbir şey hissetmedim ayak tabanlarımda. Ne zaman ki Gezi sönümlendi evimize geldik, daha sonra ben bir baktım ki ayak tabanlarımın derisi tümüyle dökülmüş ve iyileşmesi için birkaç ay beklemek zorunda kaldım. Ama gezi bende ne bir ağrı duygusu, ne hastalık duygusu, ne yorgunluk yarattı. Deyim yerindeyse kendimi “Süpermen” zannettim. Bir şeye daha
orada dikkat ettim, sonuçta biz 78 kuşağından sayılırız ve artık bir miktar unumuzu eledik, eleğimizi astık havasındaydık ve gençlerden de açıkçası fazla bir beklentimiz yoktu. Ben orada bunun doğru olmadığına tanıklık ettim. Orada onları görünce büyük bir yanılgı içinde olduğumu anladım. Yeni gelen gençlerin bizden farklı da olsa o devrimci ruhu koruduklarını, ülkeleri için, vatanları için büyük bir mücadele azmiyle çabaladıklarını ve mücadele ettiklerini gözlerimle gördüm. O yüzden de onlara inancım arttı, bu yüzden de kitabı bir yandan da Gezi’ye adamak
istedim ve kitabın gelirini gezide ölen gençler için kurulan çeşitli derneklere bağışlamayı düşünüyoruz.

– Şiir de yazıyor musunuz?

– Dr. Ali Özyurt : Dr. Selçuk Erez’in önsözünde buna ilişkin bir not var… Ben kendimi hiçbir zaman şair olarak görmedim ama yazdığım zaman elimin hep şiire kaydığı söylenebilir. Yazının
sonuna hep bir dörtlük koymak isterim. Kendimin olmasa bile bir şairin dizesini koymak isterim. Benim yazdığım şeylere şiir deniyorsa ben bundan tabii ki mutluluk duyarım. Selçuk Hoca olayına gelince, bir gün bana telefonda bir dörtlük okudu. Önsöze de aldığı dörtlük. Bana büyük bir heyecanla bunu sen mi yazdım diye sordu. Ben tabii kendimi hiçbir zaman şair saymadığım için, yok hocam ben yazmamışımdır ama yine de ben bir bakayım dedim ve bunun üzerine gerçekten benim yazdığımı fark ettim. Çünkü hiç üzerime alınmamıştım. Bu tabii beni çok mutlu etti. Bu yazdıklarımı da toplayıp bir şiir kitabı da yazsam mı diye düşünmüyor değilim.

– Zor günlerden geçiyoruz. Umutsuzluğa düştüğümüz, moralimizin bozulduğu zamanlar çok oluyor. Duygusal olarak sizi çok etkileyen olaylardan sonra bile, umudu hep bir yerde tutuyorsunuz, okuyucuya da hissettiriyorsunuz. Hayata, umuda ilişkin neler söylersiniz?

– Dr. Ali Özyurt : Ben aslında çok küçük şeylerden mutlu olan bir insanım. Yeni bir mendil, çoraptan bile mutlu olan bir insanım, yeni bir ayakkabı, gömlek… Beni çok mutlu eder. Umut da biraz böyle; gerçekliği olmayan, ayakları yere değmeyen bir duygu da olsa, ben samimiyetle hep
umudumu korudum. 70’li yıllarda bir devrim dalgası vardı. O yıllarda bende bir devrim gelecek umudu hep vardı. 12 Eylül darbesi olduğunda ben şaşırmıştım hatta, devrim beklerken, darbe olması nedeniyle. Ama daha sonra konuştuğum insanlar, sen gerçekten uzaksın, nereden çıkardın dediler bana. O nedenle ben gerçeklikten uzak da olsa, güzel günlerin geleceği umudunu hep içimde taşıdım. Marksizmle tanıştıkça en küçük bir ışık bile bana umut kaynağı oldu, umutsuzluğun aslında yaşamla çeliştiğini düşündüm. Yaşamak istiyorsak ve geleceğe
bakmak istiyorsak umutlu olmak gerektiğini düşündüm ve bizler gibi bilinçli aydın insanların umutsuz olma lüksünün olmadığını düşündüm. Bir mum ışığı bile görmüş olsalar, o ışığın yoluna gitmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bugün bir kişi bile olsak, yarın milyonlar olabilir
diye düşünüyorum. Zaten umut olmadıktan sonra ne devrim gerçekleşebilir, ne hayallerimiz gerçekleşebilir. Nasıl hayallerimiz hep olacaksa, umudumuzun da hep olması gerektiğini düşünüyorum.

– Eklemek istedikleriniz var mı?

– Dr. Ali Özyurt : Meslek örgütümü çok seviyorum. Bugün varsam ve biraz tanınıyorsam bunda
meslek örgütümün çok büyük bir rolü olduğunu düşünüyorum. Türk Tabipleri Birliği bir okulsa eğer 30 yıldır bu okulun öğrencisi olduğumu düşünüyorum. Ölene kadar da bu okulun öğrencisi olmaya devam edeceğim. O yüzden, etrafımızda çok sayıda insan TTB’yi kötüleme yarışına giriyorlar. Bense ömrüm boyunca meslek örgütümü savunmaya çalıştım. TTB’nin biricik olduğunu düşünüyorum. Bugün sizin karşınızdaysam eğer, bunda örgütümün çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Bunu belirtmek isterim.
=================================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Ali Özyurt ile yılların dostluğu hukukumuza vardır. Abi – kardeş ilişkisi.. Biz O’ndan 10 yıl daha kıdemliyiz.. Kendisi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanıdır, halen Siyami Ersek Kalp Merkezinde çalışmaktadır ve kalp-damar cerrahisi ameliyatlarında oldukça zor olan anestezi – reanimasyon hizmeti vermektedir. Sevgili Dr. Özyurt’un bir de bizim uzmanlık alanımız olan Halk Sağlığı dalında Doktora (PhD) derecesi var. Koruyucu ve kamusal sağlık hizmetlerinin erdemine inanmış bir hekim..

Son birkaç yıldır görüşemiyorduk. Birkaç ay gecikmeyle, TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) TIP DÜNYASI adlı aylık yayın organının Aralık 2016 sayısını okurken 6. ve 7. sayfalardaki uzun söyleşiyi ve fotoğrafları gördük. Başlık da bizi heyecanlandırdı ve hızla okuduk, duygulandık, özgeçmişi ve üretime dayalı eylemleri, yaşam felsefesi…. saygı ve sevgimiz tazelendi kendisine, saygın kişiliğine.. Hemen telefon ettik ve sesini de duyarak epey sohbet ettik. Bu söyleşiyi web sitemize koymak üzere iznini aldık. Bu sabah da kitapçımıza sevgili Dr. Özyurt dostumuzun kitabı SÖZ UÇAR YAZI KALIR başlıklı kitabını sipariş verdik. İkinci kitabının da çok olgunlaştığını söyledi, sevindik.. Kendisine sağlık – şifa – esenlik diliyoruz ve üretimini sürdürmesini bekliyoruz..

SÖZ UÇAR YAZI KALIR bir Latin atasözü.. VERBA VOLENT SCRİPTA MANENT…
Biz de sıklıkla kullanırız bu çok yerinde uyarıyı. Bu arada bizim de AYDINLANMA MAKALELERİMİZ 21 yılda epey birikti.. 600’leri bulduk.. Umarız önümüzdeki birkaç yılda arka arkaya birkaç cilt olarak bastırıp yayımlama olanağı buluruz…

Türkiye’nin, Uzm. Dr. Ali Özyurt gibi uygar, insancıl, yurtsever, halktan yana öncü aydın ve eylemcilere gereksinimi öyle çok ki!

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2017, Ankara
******

Güncelleme notu                       :

Kitapçımız siparişimizi 2 günde getirdi sağolsun..
Sevgili Ali Özyurt’un 143 sayfalık kitabını elimizden bırak(a)madan okuyup bitirdik.
Yer yer bizi de derinden duygulandırdı.. Hele 95-97. sayfalardaki “Berkin’in Gözyaşları” başlıklı şiir bizi de gözyaşlarına boğdu.. Ve da “Berkin’e ağıt” başlıklı 97-98. sayfalardaki düz yazı ve nazım..

Dr. Özyurt’un yaşam azmi ve kavgası, topluma ve ailesine, özellikle tek yavrusu küçük Neşe’ye sevgisi ve sorumluluğu örnek ve çooook öğretici nitelikte.. Babasının, Dr. Özyurt’un kızkardeşinin erken ölümü üzerine açıkça “ölüme yatışı” / yavaş intiharı çok etkileyici..

Sevgili Ali kardeşimizi ve O’na destek veren başta ailesi herkesi kutluyor ve teşekkür ediyoruz.
Dr. Özyurt’a olabildiğince sağlık ve üretim diliyoruz. 1 Ekim 2017 yaklaşıyor, Dikili’de 2. kitabımı olgunlaştırabiliyordur umarız; Neşe’ye, eşine ve biz dostlarına – okurlarına sözü var.!

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com 

HARF DEVRİMİ’nin 85. YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN


Dostlar
,

E. İlköğretim Denetmeni (Müfettişi) Sn. Mehmet AYHAN,

portresi

  • “HARF DEVRİMİNİN 85. YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN!”

başlıklı bir makalesini gönderdiler. Kendi deyimiyle bilerek oldukça kapsamlı tutulan makale sıkıştırılmış biçimde dolu dolu 5 sayfa.. (Bize gelen 8 sayfa idi)

Makale şöyle başlıyor :

 

  • “Yazı insanlığın belleğidir. Söz uçar yazı kalır…
    (AS: Verba volent scripta manent)
  • En silik yazı, en güçlü bellekten daha geçerlidir.
  • Kültürün yaratılması kazanılması yaşatılması belgelenmesi ve geleceğe aktarılması büyük oranda yazı ile oluşmaktadır. Çağdaş değerlerin oluşması, aydınlanma, hak hukuk bilim sanat sosyal gelişim vb. konularda yazının rolü yadsınamaz. O halde yazının bulunuşu, medeniyetin gelişmesinde önemli bir kilometre taşıdır. Yazı, tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda ve zamanlarda değişimler ve gelişmeler göstermiştir: 
  • Resimler, işaretler resim yazıları (Hiyeroglif) simgeler harfler vb.”

Yazı Devrimi Gerekçeleri

  • “1927’de 13 milyon olan nüfusun %5’i okuryazardı. Halk kitlesi hele kadınlar neredeyse tümden cahildi. Gazetelerin baskı sayısı (tirajı) 30 bini, tüm kitaplıklardaki kitap sayısı70 bini geçmiyordu. Çağdaş uygarlık için harf önemli idi. Yüzyıllardır Arap alfabesinin kıskacında kalan halkımızın aydınlanması için okumanın şifresi alfabenin kolaylaştırılması gerekiyordu. Osmanlıda Cumhuriyetimizin ilk yıllarına dek Arap abecesi (alfabesi) kullanılıyordu.
    Bu abecedeki harfler Arap aksanına uygundu. Ancak, öbür ulusların özellikle Türkçe aksanını zorluyordu.”

Ve Sayın Ayhan çalışmasını şöyle tamamlıyor :

  • İsmet Paşa’nın “Malatya Konuşması” Mustafa Necati’nin “Mehmet Onbaşı Hikayesi” ve daha birçok yazarın öykü ve şiirleri, gazeteler “Yeni Türk Harfleri” ile basılır. Baskı sayısı (tiraj) sorunu mali yönden desteklenir.
  • Osman Zeki Bey’in bestelediği “Harfler Marşı” okullara dağıtılır. Yazı devrimi, bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi sloganıyla Millet Mekteplerinde ve okullarda okuma yazma öğrenilmesi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti, dilimizin özleştirilmesi, kitaplıklar basın yayın kitap, dünya klasikleri, öğretimin birleştirilmesi,
    laik okullar, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle bir bütünlük içinde
    Cumhuriyet Aydınlanmacılığına yürünür. “

Bu değerli çalışmayı pdf olarak veriyoruz.
Okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

HARF_DEVRIMI’NIN_85._YILDONUMU_KUTLU_OLSUN 

Harf Devrimi‘nin 85. yılında Türk ABC’sine ne yazık ki 3 yeni harf eklendi : Q, X, W

Biz de, Büyük Atatürk‘ün bu görkemli devrimi hakkında 1 Kasım 2013 günü sitemizde bir makalemize yer vermiştik :

85. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı..

(http://ahmetsaltik.net/2013/11/01/84-yildonumunde-harf-devriminin-anlami/, 1.11.13)

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dursun Çiçek : ‘Savunma çok kısıtlı’

Dr. Dursun ÇİÇEK
Silivri Cezaevi

‘Savunma çok kısıtlı’

  • Ergenekon davasında Balbay’ın yargılamayı eleştiren sözlerine
    başkan sık sık müdahale etti

Ergenekon davasında tanık beyanları ve delillerin değerlendirilmesi aşamasında söz alan CHP İzmir Milletvekili ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, “Tanıklar kanıtlarını anlatıyor. Sınırsız suçlama, çok sınırlı savunma hakkı ile karşı karşıyayız.” diye konuştu. Balbay’ın “Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir mahkemede yargılandığımız hissinden uzaktayız” şeklindeki yargılamayı eleştiren sözlerine başkan Hasan Hüseyin Özese sık sık müdahale etti. Mahkeme bugüne dek 33’ü gizli tanık olmak üzere 153 tanık dinledi.

254. duruşmasında söz alan Balbay, kendisini “CHP İzmir Milletvekili” olarak tanıttı. Tanık beyanlarının davayı getirdiği aşamayı değerlendiren Balbay, “Öncelikle davanın geldiği noktada son 6-7 aydır uygulamadan sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir mahkemede yargılandığımız hissinden uzak olduğumuz hissini paylaşmak istiyorum. Sanık ve tanık beyanlarının bu davaya getirdiği nokta ‘Bilinmeyen bir yerden üzerimize ateş açılıyor, heyet kıpırdamamızı yasaklıyor’ hissidir” diye konuştu. Başkan Özese, Balbay’a müdahale ederek “Bilinmeyen bir yerden ateş açıldığı yok. Savunma amacını aşıyorsunuz.” diye uyardı.

“Bugüne kadar 10 kadar tanığın benimle ilgili söyledikleri oldu” diyen Balbay, “Her tanık davanın seyrini değiştiriyor” dedi. Balbay şöyle devam etti: “Tanıkların ifadelerine göre Gaffar Okkan 5, Eşref Bitlis10 ayrı şekilde öldürüldü. Allah aşkına bu mu adalet? Burada adalet aranmıyor. Tanıklar kanıtlarını anlatıyorlar. Tanıklar bir şey aydınlatmıyor. Kanaat hukuku söz konusu. Tanık son anda ‘Şu anda aklıma geldi, Balbay’ın yazısını da sitemize koymuştuk. Şimdi aklıma geldi, şunu da söyleyeyim’ diyor. O anda bizim bir şey söylememize izin verilmiyor. Bu şuna benziyor: 5 ay önce kaza yaptık. 5 ay sonra‘Acı var mı’ diye soruyorsunuz. Tanıklar bizleri tanımadıklarını söylüyor ancak mahkemeniz fotoğraflarla teşhis yapmaya çalışıyor.” Özese müdahale ederek“ Tanıkların beyanlarında adı geçenler soru sorabildi. Adı geçmeyenler ise sorularını yazılı olarak sorabildiler” diye konuştu. Balbay ise “Biz sınırsız suçlamaya, son derece sınırlı savunma hakkı ile karşı karşıya kaldık” şeklinde eleştirilerini sürdürdü.

Aslı Aydıntaşbaş’ın tanıklığı

Balbay, sadece bir tanığın ifadelerini değerlendirmek istediğini belirterek şöyle devam etti: “18 Eylül tarihli duruşmada sadece el kaldırıp söz istediğim için 16 duruşmadan men edildim. Duruşmalardan yasaklı olduğum dönemde 27 Eylül tarihli duruşmada Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş dinlendi. Aslı Aydıntaşbaş, Danıştay saldırısından sonra Ergenekon ile ilgili yazılar yazmış. Sabah gazetesinin 25, 26, 27, 28 Mayıs 2006 tarihli sayılarında yoğun şekilde yayın yapılmış. ‘Ergenekon diye öyle bir örgüt var ki anayasasını ele geçirdik’ diye başlıklar atılmış. Ben de 2 Haziran 2006 tarihinde Türkçenin uyaklarından da yararlananak ‘Er Er Ergenekon Gel Her Yere Kon’ diye bu haberleri eleştiren bir yazı yazmışım. Sayın Pekgüzel, tanık Aslı Aydıntaşbaş’a ‘Balbay’dan ilham mı aldınız’diye soruyor. ‘Kim kimden ilham almış’ dedim. Sayın savcı suç duyurusunda bulunmamızı istedi.”

TBMM’ye sitem

Balbay “Darbe, darbe ile temizlenmez”dediği sırada Özese yeniden araya girerek,“Burada özel hukuk yok.” dedi. Davanın giderek karmaşıklaştığını belirten Balbay, “20 Temmuz 2009’da iki bin sayfa iddianame, 56 sanık, 6 Ağustos’ta üçüncü dava ile birleştirilip 2 iddianame 104 sanık oldu. Bu iddianamenin çapı bilgisayarda 5 terabayt. Yani 120 milyon sayfa. Bir kişi bir günde 100 sayfa okusa dosyayı
3 bin 200 yılda okuyabilir. Allah ömür verirse okurum” dedi.

“TBMM’ye de sitemimi iletiyorum” diyen Balbay, “Çıkardıkları yasaların uygulanıp uygulanmadığına bakmıyorlar. İç hukuk yolları tükendiği gibi dış hukuk yolları da tükendi. Artık adil, hızlı, tutuksuz yargılanma talebimizden vazgeçtik, bu davanın hukuk zeminine çekilmesini istiyoruz” dedi.

Tutuklu sanık Prof.Dr. Yalçın Küçük de anadilinde savunma hakkına ilişkin çalışmalara dikkat çekerek “İngilizce ders de verdim. İngilizce kendimi daha rahat hissederim. Bazı konuşmalarımı İngilizce yapacağımı haber veriyoru.m” dedi.
Tutuklu sanık gazeteci Tuncay Özkan, 15 dakikalık sürede 160’a yakın tanıkla ilgili kendisini ifade etmek durumunda olduğunu belirterek İddia makamının benimle ilgili yazdığı hiçbir şey doğru değildir. Yalandır.”diye konuştu. Tutuklu sanık
Tümg. Hıfzı Çubuklu
 da “Burada kovuşturma değil soruşturma yapılıyor.
Kuru iftirayla karşı karşıyayız.” dedi.

=================================

Dostlar,

Silivri yargısı tarihe belki de “Silivri engizisyonu” diye geçecek;
Ortaçağ’dan 4-5 yy sonra!

Katlanılması giderek daha da olanaksızlaşıyor ama sürdürülebilirliği de!
Emekli edilen Albay Dr. Dursun Çiçek.. iyi ki yazdınız bunları..

Ünlü Latin atasözüdür :
Söz uçar, yazı kalır.. (Verba volent, scripta manent..)

Quo vadis Ergenekon?? 

Sevgi ve saygı ile.
24.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net