Etiket arşivi: sosyal güvenlik

ÜSTAT FİŞEK’İN “SOSYAL TIP” DEDİĞİ…

ÜSTAT FİŞEK’İN “SOSYAL TIP” DEDİĞİ…

Nusret Hoca, bir sosyal tıp örgütlenmesini özlüyordu. Yarım yy’lık meslek yaşamının tümünü bu uğurda savaşımla sürdürdü. Binlerce hekim yetiştirdi. Ülküsü ve mesajının, -yurt dışındakiler bir yana- bu binlerin beyninde ve yüreğinde yer ettiğinden kimsenin kuşkusu olmasın… 

Türk ve Dünya insanlarının sağlığının korunması ve geliştirilmesi ereğini yaşamının başlıca uğraşı kılan ve 52 yıllık hekimlik hizmetinin tümünü bu doğrultuda veren Prof. Fişek‘in yorulmak bilmeyen yüreği, 3 Kasım 1990 günü durdu. Ölümünden hemen önce ağzından dökülen sözler, “Sosyal tıbbı koruyun” oldu. Acaba neydi bu büyük sağlık emekçisinin “Sosyal Tıp” tan kastı? ABD’de bakteri biyokimyası doktorası yaparken nasıl olmuştu da Sosyal Tıp anlayışını benimsemişti?

İstanbul Tıp Fakültesi 1938 yılı mezunu Dr. Fişek, aynı yıl Adana Sıtma Enstitüsü’nde sıtma savaş hekimi olarak ülkesinin sağlık ordusuna katılmıştı. 2. Dünya Paylaşım Savaşını izleyen yıllarda ABD’de Harvard Tıp Fakültesinde doktora yapmıştı. Bu yıllarda, tüm  Dünyada hekimlik ve  sağlık sorunları ile tıp hizmetleri  yaygın olarak  tartışılıyor ve 16. yy’da  T. Moore’un, 19. yy’da S. Neuman, R. Virchow, E. Chadwick’in.. temellerini attığı Sosyal Tıp felsefesinin olgunluk dönemi yaşanıyordu. 2 Büyük Savaştan büyük yaralar alarak çıkan insanlık, dev boyutlara varan sağlık sorunlarına çözüm arıyordu. Halk yorgun düşmüştü, kaynaklar son derece sınırlı idi. Özetle Dünya koşulları, olgunluk dönemindeki bu felsefelerin artık yaşama geçirilmesi için çok uygundu. S. Neuman, 1847’de “Tıp aslında sosyal bir bilimdir” demişti. R. Vichow daha da ileri giderek; “Tıp, iliğine, kemiğine dek sosyal bir bilimdir.” diyordu. Virchow, “Hekimlikte Reform” adlı yapıtında şu görüşlere yer veriyordu:

  • Herkesin çalışma hakkı vardır.
  • Herkesin sağlığının korunması toplumun görevidir.
  • Hükümet halkın sağlığı ile yakından ilgilenmelid
  • Sağlığı geliştirme ve hastalıklar ile savaş yalnızca hekimlik hizmetleri ile sağlanamaz.
  • Sağlık ile sosyo-ekonomik koşullar arasındaki etkileşim, önemli bilimsel araştırma konularıdır. 

A. Grotjhan, 1915’te yazdığı “Sosyal Patoloji” kitabında; sosyal hekimliğin 3 ana ilkesini özetliyordu:

  1. En önemli hastalık; toplumda en çok görülen, en çok öldüren ve en çok engelli bırakan hastalıktır.
  2. Bireyin ya da toplumun sağlık düzeyini belirleyen, kişinin hastalanmasına, yaralanmasına
    ya da ölümüne yol açan biyolojik ve fizik çevre etmenlerini oluşturan -veya bunların etkisini
    koşullayan- etkenler, gerçekte sosyal ve ekonomik niteliklidir.
  3. Bir kimsenin hastalığı yalnızca kendini ilgilendirmez, aileden başlayarak tüm toplumun sorunudur.

Sosyal hekimliğin en anlamlı tanımı ise R. Guerin’den geliyordu (1946) : “Sosyal hekimliğin konusu, hiçbir ideolojiye ve öğretiye bağlı olmadan hekimlik hizmetlerinin toplum yararına geliştirilmesidir.” Bu yaklaşımda hiçbir ideoloji ya da öğretiye bağlı olmama öğeleri, sosyalist hekimlik ile sosyal hekimliği birbirinden ayırma amacını gütmektedir. Sosyalist hekimlik, hekimlik hizmetlerinin sosyalist öğreti açısından ele alınmasıdır. Oysa sosyal hekimlik, tüm ideoloji ve öğretilerden bağımsızdır.

Dr. Fişek, işte bu atmosferde ABD’deki eğitimini tamamlayarak ülkesine döndüğünde; Sosyal Tıp anlayışı, yukarıda özetlenen çerçevede kafasında yerleşmişti. Doktora eğitimi sırasında kazandığı yığınla bilgi ve becerinin, aslında ülkesinin karşı karşıya bulunduğu dev boyutlardaki sağlık sorunlarını çözmede yeterli olmadığını, engin sağduyusuyla kısa zamanda sezinledi. O’na göre ülkesinin sağlık sorunlarının çözümü laboratuvarda mikroskobun altında ya da tüplerin içinde değildi. Türk insanının sağlık sorunları çok daha makro düzeyde idi ve öncelikle bütüncül (holistik) bir bakış ve çerçeve gerektiriyordu. Ağacı, giderek onun dallarını, yapraklarını.. incelerken ormanı gözden kaçırmamak gerekiyordu. Altyapıdan yoksun büyük bir kara parçası üzerinde eğitimsiz ve sağlıksız bir nüfus hızla çoğalıyordu! Endüstrileşme süreci henüz başarılamamıştı. Ülke kaynakları olabildiğine sınırlıydı. 2. Büyük Savaşın ardından, hemen her alanda halk darlık içindeydi. Başta sıtma ve verem olmak üzere; lepra (cüzzam), frengi, trahom gibi hastalıklar çok yaygındı. Örn. Tüberküloz 1. ölüm nedeni idi! “Sosyal hastalıklar” adı da verilen bu hastalıklar ülke kalkınmasına ket vuruyordu. Halk yetersiz ve dengesiz besleniyordu. Ölüm oranları ve ortalama yaşam süresi gibi öbür kimi sağlık düzeyi ölçütleri çok karamsardı…

Tüm bunlara karşın, ülkenin özgün koşulları ile uyumlu, dar kaynaklarla dev boyutlardaki ivedi sağlık sorunları ile ussal savaşıma elverecek ulusal bir sağlık politikası ortalarda yoktu. 1950’lerden sonra siyasal iktidarlar sağaltıcı (tedavi edici, iyileştirici) sağlık hizmetlerine daha çok ağırlık vermeye başlamıştı. Ancak bu hizmetler çok pahalı ve sınırlı idi ve büyük kesimi yoksul olan, kırsal kesim insanına ulaştırılamıyordu. Henüz sosyal güvenlik kavram ve kurumları toplumun gündemine çıkmamıştı. Oysa sağlık, –İnsan Hakları Evrensel Bildirisi‘nde de vurgulandığı üzere- doğuştan kazanılmış bir insanlık hakkı idi (10 Aralık 1948, md. 25) ve herkese eşit – hakkaniyetli olarak verilmeliydi. Bu Bildiriye, Türkiye Cumhuriyeti de imza koymuş bir BM üyesiydi. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü kurulmuş ve Türkiye, bu örgütün kuruluş Anayasasını onaylayarak üye olmuştu (1947, 5062 sayılı yasa ile). Buna göre sağlık şöyle tanımlanıyordu :

  • “… Yalnızca hastalık ya da engelliliğin bulunmaması demek olmayıp;
    bedensel, ruhsal ve sosyal yönlerden tam bir iyilik durumudur…”

Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin de yasal sağlık tanımı olan bu evrensel tanımı yakalamak için sağlık hizmetlerini herkese eşit – hakkaniyetli olarak götürmenin kamusal bir görev olarak kaçınılmazlığı bir kez daha vurgulanmış oluyordu.

*  *  *

Nusret Hoca, 27 Mayıs 1960 Devrimi ile birlikte Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığına getirilince, en büyük yapıtı olan, 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası“nı yaşama geçirdi. Prof. Fişek, bu yasayı aynen şöyle tanımlıyordu :

  • ATATÜRK’ün İzinde Bir Devrim Yasası!

Bu yasa, sağlık hizmetini devlet görevi olarak temel kamu hizmetleri arasına alıyor; herkese eşit – hakkaniyetle götürmeyi hedefliyordu. Ülkenin geri kalmış yöre ve kesimlerine öncelik tanıyor;  koruyucu sağlık hizmetlerini öne çıkararak 1. Basamak Sağlık hizmetini örgütlüyordu. Yasa örgütlenme, finansman ve sağlık insangücü politikaları bakımından kendi içinde tam bir bütünlük ve uyum gösteriyordu. Sağlık planları, ülkenin sosyo-ekonomik kalkınma planlarının bir parçası idi; hiçbir biçimde şabloncu değil, özgündü. Sağlık yönetimi biliminin evrensel ilkelerinden kalkılarak; verili koşullarımız doğrultusunda uygulamalar, kurumlar üretilmişti. Pilot denemeler çok olumlu sonuçlar veriyordu. Ne var ki, Hoca Müsteşarlıktan alındıktan sonra (1965) işbaşına gelen iktidarların siyasal yeğlemeleri çok farklı idi. 1961 Anayasası’nın 49. maddesine karşın sağlık hizmetlerinin toplum yararına geliştirilmesi tavsadı, giderek tümden yadsındı ve günümüzde iki yüzyıl öncesinin köhnemiş ekonomi öğretileri (!) doğrultusunda piyasa ekonomisinin sözde liberal acımasız ve çağdışı dayatmalarına terkedildi. 224 sayılı yasa, uygulanmamakla birlikte, günümüze değin bilimsel bir seçenek de üretilemedi.

  • Neo-liberal dayatma Sağlıkta Dönüşüm, KüreselleşTİRme politikaları bütünü içinde tam yıkım oldu!

Kovit-19 salgını bu politikalarla yönetilemedi. Ardışık afetler, iklim faciası.. küresel toplumu açıkça tehdit ediyor.

Çözüm; sağlık hizmetini herkese temel bir hak olarak
kamusal sorumlulukla üstlenmek ve koruyucu hizmetlere
kesin öncelik vermek, sağlığın sosyo-ekonomik belirleyicilerini bütünsellikle iyileştirmektir.

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD kurucularından Nusret Fişek’in 1971’den beri 50 yıllık öğrencisi, asistanı…
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Yazımız ADD web sitesinde de yayınlanmıştır : Microsoft Word – Belge1 (add.org.tr)

3 Kasım Prof. Dr. Nusret Fişek Anma Etkinliği kapsamında Prof. Dr. Nusret Fişek’in özgeçmişi ile hakkında yazılanlardan oluşan seçki için lütfen aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/fotogaleri/nusretsergi.php#

Prof. Dr. Nusret Fişek’in Özgeçmiş Videosunu izlemek için lütfen aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

https://www.youtube.com/watch?v=GV-P6i5skLU

Sosyal güvenlikte devasa küresel eşitsizlik yaşanırken Türkiye’nin sosyal güvenlik karnesi zayıf

authorAZİZ ÇELİK
azizcelik@gmail.com

BİRGÜN, 2021.09.06

Dünyada 4,1 milyar insan sosyal güvenlikten yoksun ve sosyal güvenlik harcamaları açısından zengin ve yoksul ülkeler arasında devasa eşitsizlikler var. Türkiye sosyal güvenlik harcamalarında Arnavutluk’la birlikte Avrupa’nın en zayıf iki ülkesinden biri konumunda.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yeni yayımlanan dünyada sosyal güvenlik raporu sosyal güvenliğe ilişkin dünya çapındaki vahim tabloyu ortaya koyarken Türkiye’nin sosyal güvenlik karnesinin de oldukça yetersiz olduğunu gösterdi. ILO’nun Dünya Sosyal Koruma Raporu 2020-22: Sosyal Koruma Yol Ayrımında-Daha İyi Geleceği Ararken başlıklı raporu 1 Eylül 2021’de yayımlandı.

ILO raporuna göre şu anda 4,1 milyar insan (dünya nüfusunun %53’ü) ulusal sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor, dünya nüfusunun yalnız %47’si etkin olarak en az bir sosyal koruma yardımından yararlanıyor.

ILO’ya göre sosyal koruma,
– başta yaşlılık olmak üzere
– sağlık hizmetleri ve
– gelir güvencesine erişim,
– işsizlik,
– hastalık,
– maluliyet (AS: engellilik),
– iş kazası ve meslek hastalığı,
– doğum veya
– haneye temel geliri sağlayan kişinin kaybedilmesi (ölüm) hallerini kapsıyor.

4,1 MİLYAR İNSAN SOSYAL GÜVENLİKTEN YOKSUN

ILO raporuna göre sosyal güvenlikte devasa bölgesel eşitsizlikler var. Dünyada en geniş sosyal güvenlik kapsamına sahip bölge olan Batı Avrupa’da insanların %90,4’ü, Doğu Avrupa’da %84,6’sı ve Avrupa ve Merkez Asya ülkelerinde %83,9’u en az bir sosyal yardım kapsamında bulunuyor. Ancak Asya-Pasifik ülkelerinde sosyal koruma kapsamı %44, Arap Ülkelerinde %40 ve Afrika’da % 17,4 gibi oldukça düşük düzeylerde. ILO raporuna göre Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamındaki nüfus oranı %79,8. Türkiye’nin sosyal güvenlik kapsamı dünya ortalamasının üzerinde olmasına karşın, bulunduğu bölge (Avrupa ve Merkez Asya) ortalamasının altında seyrediyor.

Sosyal güvenlik kapsamı tek başına açıklayıcı bir gösterge değil. Sosyal güvenliğin etkinliği ve niteliği daha çok milli gelirden sosyal güvenliğe ayrılan kaynaklarla ölçülebilir. Sağlık dahil sosyal toplam sosyal koruma harcamalarının GSYH’ye oranına baktığımızda dünya ortalamasının %18,7’si olduğu görülüyor. Ancak bu veri yanıltıcıdır ve ILO’ya göre büyük eşitsizlikleri maskeliyor. Sosyal korumaya ilişkin kamu harcamaları ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Batı Avrupa ülkeleri sağlık dahil sosyal güvenliğe %26,2 pay ayırırken bu oran Amerika kıtasında %24,2, Doğu Avrupa ülkelerinde %17,7’dir. Ancak dünyanın geri kalanı için tablo iç karartıcıdır. Asya-Pasifik ülkelerinde toplam sosyal koruma harcaması %11,5 iken, Afrika ülkelerinde bu oran %5,8’e geriliyor.

SOSYAL GÜVENLİK HARCAMALARINDA SON SIRALARDA

Dünyada toplam sosyal güvenlik harcamalarının GSYH’ye oranla en yüksek olduğu ülkeler arasında Fransa %32,2 ile ilk sırayı alırken, Danimarka %30,6 ile 2. sırada, Finlandiya %29,3 ile 3. sırada, İsveç %28,8 ile 4. sırada ve Almanya %28,3 ile 5. sırada yer alıyor.

  • Türkiye’nin sağlık dahil toplam sosyal koruma harcamalarının GSYH’ye oranı ILO’ya göre %13,1’dir.

Türkiye bu harcama düzeyi ile %18,7 olan dünya ortalamasının oldukça altında yer almakla kalmıyor, Arnavutluk dışında Avrupa’da en düşük sosyal güvenlik harcamasına sahip ülke oluyor. Türkiye benzer iktisadi ve sosyal özelliklere sahip İspanya, Portekiz ve Yunanistan ile karşılaştırıldığında oldukça düşük sosyal güvenlik harcamasına sahip. İspanya’da toplam sosyal güvenlik harcamaları %23,1, Yunanistan’da %23 ve Portekiz’de %22,9’dur (Tablo).

1945’ten bu yana ulusal ölçekli sosyal güvenlik programları uygulayan Türkiye’nin sosyal güvenlik harcamaları açısından hala Avrupa sonuncusu (Arnavutluk dışında) olması, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorundur. Son 40 yılda sosyal devlete yönelik neo-liberal saldırılara rağmen Avrupa’da, özellikle batı ve kuzey Avrupa’da sosyal koruma düzeyinin önemini koruduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise 75 yıllık kurumsal sosyal güvenlik uygulamaları ve 60 yıllık anayasal sosyal devlet ilkesine rağmen sosyal güvenlikte Avrupa’nın en alttaki iki ülkesinden biridir. Bu tablo Türkiye’de sosyal devlet uygulamalarının zayıflığının çok önemli bir göstergesi.

sosyal-guvenlikte-devasa-kuresel-esitsizlik-yasanirken-turkiye-nin-sosyal-guvenlik-karnesi-zayif-918227-1.

PANDEMİ SOSYAL GÜVENLİK EŞİTSİZLİKLERİNİ ARTIRDI

ILO’ya göre Covid-19 salgını, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal koruma eşitsizliklerini ortaya çıkardı ve daha da ağırlaştırdı. Pandemi sırasında sosyal koruma dünya genelinde benzeri görülmemiş biçimde yayılmasına rağmen, 4 milyarı aşkın insanın hala hiçbir koruması yok. Rapora göre, pandemi ile mücadele dengesiz ve yetersiz seyretti. Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki açık daha da derinleşti, tüm insanların hak ettiği, çok ihtiyaç duyulan sosyal koruma sağlanamadı.

ILO raporuna göre dünyada çocukların büyük çoğunluğu, etkin sosyal korumadan yoksun durumda; sadece 4 çocuktan 1’i (%26,4) sosyal koruma yardımı alıyor. Yeni doğum yapan kadınların sadece %45’i nakdi annelik ödeneği alıyor. Ağır engelli 3 kişiden sadece 1’i (%33,5) engellilik ödeneği alıyor. İşsizlik ödeneklerinin kapsamı daha da düşük; işsizlerin %18,6’sı etkin sosyal koruma kapsamında bulunuyor. Ayrıca emeklilik çağının üzerindeki kişilerin %77,5’i bir tür emekli aylığı alıyorken, dünyanın bölgeleri, kırsal ve kentsel yerler ile kadınlar ve erkekler arasında büyük eşitsizlikler var.

ILO’ya göre pandemi dünya genelinde sosyal koruma kapsamı, kapsayıcılık ve yeterlilik konularındaki kemikleşmiş eşitsizlikleri, açıkları ortaya çıkardı. Yüksek düzeyde ekonomik güvencesizlik, süregelen yoksulluk, yükselen eşitsizlik, geniş çaplı kayıtdışılık gibi yaygın görülen zorluklar Covid-19 ile daha da ağırlaştı. ILO’nun bir diğer önemli vurgusu ise salgının, nispeten (görece) iyi geçiniyor gibi görünen ancak Covid-19’un yarattığı sosyo-ekonomik şok dalgalarından yeterince korunmayan milyarlarca insanın kırılganlığını açığa çıkarmış olmasıdır.

MİHENK TAŞI: DAHA FAZLA SOSYAL GÜVELİK VE İNSAN MERKEZLİ YAKLAŞIM

ILO’ya göre Covid-19 benzeri görülmemiş bir sosyal koruma politika tedbirleri alınmasına neden oldu. Kanımca bunu sosyal politikanın yeniden keşfi olarak da değerlendirmek mümkün. Ancak ILO’ya göre birçok düşük ve orta gelirli ülke, küresel salgının olumsuz etkilerine karşı zengin ülkelerin yapmış olduğu düzeyde sosyal koruma önlemleri uygulayamadı.

ILO’nun öngörü ve önerileri şöyle toparlamak mümkün:

  • Sosyo-ekonomik toparlanma belirsizliğini sürdürürken sosyal koruma harcamalarının artırılması önemini koruyacak. İnsan merkezli toparlanmanın her yerde sağlanması, aşılara her yerde eşit erişilmesine bağlıdır. Bu yalnız ahlaki bir zorunluluk değil aynı zamanda bir Halk Sağlığı gereğidir. Aşıya erişimdeki büyük uçurum yeni virüs mutasyonlarını ortaya çıkaracak ve bu da tüm dünyada aşıların halk sağlığına faydalarını zayıflatacaktır.
  • Ülkeler sosyal koruma sistemlerinin gidişatı bakımından yol ayrımındadır. Eğer bu krizin olumlu bir yanı varsa, o da krizin sosyal korumaya kaynak ayrılmasının kritik önemini güçlü biçimde hatırlatmasıdır ancak birçok ülke önemli mali kısıtlamalarla da karşılaşıyor.
  • Kalkınma düzeylerine bakmaksızın neredeyse her ülkenin bir seçeneği olduğunu gösteriyor: Ya sosyal koruma sistemlerini güçlendirmeye kaynak ayırmaya yönelik “yüksek etkili” bir strateji izlemek ya da mali veya siyasi baskılara boyun eğen, yetinmeci, “düşük etkili” bir strateji izlemek.
  • ILO’ya göre evrensel sosyal korumanın oluşturulması ve sosyal güvenliğin herkes için hak haline getirilmesi sosyal adaleti sağlamaya yönelik insan merkezli yaklaşımın mihenk taşıdır. Böyle yapılması yoksulluğun önlenmesine ve eşitsizliğin denetim altına alınmasına, insanların yeteneklerinin ve verimliliklerinin artırılmasına, saygınlığın, dayanışmanın ve adaletin teşvik edilmesine ve toplumsal sözleşmenin yeniden canlandırılmasına katkı sağlayacaktır.

Kanımca ILO’nun sosyal güvenlik raporundaki veriler ve saptamalar dünya çapında sosyal politikalara daha fazla ihtiyaç olduğunu ortaya koyarken, 40 yıllık neo-liberal politikaların yıkımı da özetlemiş oluyor. Artık salgından da ders alarak insanı esas alan kamucu ve toplumcu politikaların, yeni bir toplumsal sözleşmenin vaktidir.

https://www.birgun.net/haber/sosyal-guvenlikte-devasa-kuresel-esitsizlik-yasanirken-turkiye-nin-sosyal-guvenlik-karnesi-zayif-357664

1 YIL ÖNCE TUTTUĞUMUZ NOTLARDAN BİR AKTARIM..

1 YIL ÖNCE TUTTUĞUMUZ NOTLARDAN BİR AKTARIM..

BirGün, 03.12.2019

Kılıçdaroğlu: Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, Fuat Avni haberlerini girdiği için BirGün gazetesine açılan davaya tepki gösterdi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, “Erdoğan ailesi Man Adası’ndaki kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor.” dedi.

2020’de geçerli olacak asgari ücreti belirleme çalışmalarına da değinen Kılıçdaroğlu, “Türk İş 2580 TL olsun diyor. Asgari ücret 2600 TL olmalı. Ama ben adım gibi eminim, sendikalara şunu diyecekler; haklısınız ama para yok. Bizim sendika başkanları da umarım bu palavraya inanmaz” şeklinde konuştu.

ERDOĞAN AİLESİ VERGİ ÖDEMEMEK İÇİM MAN ADASI’NDA ŞİRKET KURDU

Man adası ile ilgili sunduğu belgelerin tümünün doğru olduğuna dikkat çeken Kılıçdaroğlu, “Bir süredir unuttuğumuz ama geçen salı günü Erdoğan’ın hatırlattığı bir olaya değinmek isterim. Demişti ki; Man Adası konusunda Kılıçdaroğlu mahkemeye gitti ve tazminata mahkum oldu. Yine söylüyorum, kullandığım tüm belgeler yüzde yüz doğrudur. Zaten kimse de bunları yalanlamadı.

  • Senin ailenin 15 milyon $ gelir elde etmesini sağlayan 1 Sterlin sermayeli şirket hangi şirket?” dedi.

Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Erdoğan’ın oğlunun aldığı para, kardeşinin aldığı para.. Bu paralar neden gidip geliyor diye sordum. Dünürü Osman Ketenci, eski özel kalem müdürü. Bütün bu para trafiğini belgelerle açıkladık. Belgelerin tümünü savcıya teslim ettik. Sahtedir dediler. Savcı araştırdı, doğrudur dedi.”

“Erdoğan doğruysa istifa ederim demişti. Etti mi, hayır. Namuslu hakimleri görevden aldı, yerine militan hakimleri yerleştirdi. Sonra diyor ki, haklı olsa tazminata mahkum olmaz. Ama ben haklıyım. Bu para trafiği nedir diye sordum? Erdoğan ‘Bu bir şirket satışıdır?’ dedi. Yani doğruladı. Ama hâlâ istifa etmedi.”

“Yine soruyorum, Bu şirket hangi şirket? Senin ailenin 15 milyon dolarlık gelir elde etmesine hizmet sağlayan hangi şirket? Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.

  • “Herkes vergi ödüyor, Erdoğan ailesi Man Adası’nda bu kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor.
  • Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.
  • Ben bunları soruyorum diye yeniden tazminat davası açacaklarmış.
    Açmazsanız namertsiniz.”

‘BİRGÜN GAZETESİ’NE DAVA AÇILDI, İDDİANAMEDE DELİL YOK’

BirGün Gazetesine açılan dava ile ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, “BirGün gazetesi hepimizin bildiği bir gazete. Ona da FETÖ soruşturması yaptılar. Savcı diyor ki, gazetede yazanların örgütle bağlantılı olmadıkları açık. Aradım delil bulamıyorum ama talimat geliyor, bir şey yapmak zorundayız demiş oluyor. Mahkeme şöyle bir karar veriyor, gazetecilerin üye oldukları dernek ve sendikalar araştırılsın. Kaldıkları oteller araştırılsın. TV abonelikleri araştırılsın. Talimat gelmiş! Böyle adalet olur mu? İnsanlık denen bir şey yok mu? Daha düne kadar bunlar FETÖ ile kol kola gezmiyor muydu?” şeklinde konuştu.

‘SELAHATTİN DEMİRTAŞ HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE HAPİSTE YATIYOR’

Selahattin Demirtaş’ın hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunmasına tepki gösteren Kılıçdaroğlu, “Seversiniz sevmezsiniz. Haksız ve hukuksuz yere hapiste yapıyor. Sebebi “Seni Başkan yaptırmayacağız” demiş olması. Demirtaş beraat ediyor. Başka bir davadan hapsetmeye devam ediyorsunuz. Selahattin bey rahatsızlanmış ve gecikilerek hastaneye kaldırılmış. Acil şifalar diliyorum.” dedi.

‘KİM BU TALİP ÖZTÜRK?’

Aile boyu malı götürüyorlar. Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar‘ diyen Kılıçdaroğlu, “Diyorlar ki, bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım. Tank Palet Fabrikasını da sormuştum. 50 milyon dolar. Bunu da Katar’a ve Erdoğan’ın akrabalarına verdiler. Kim bu Talip Öztürk?

  • Erdoğan ailesi Türk savunma sanayisini ele geçirmeye çalışıyor.

Siyasetçi halka değil de ailesine hizmet ediyorsa, devletin en büyük fabrikalarını kendi ailesine beş kuruş para almadan veriyorsa bunun adı peş keş çekmektir.” şeklinde konuştu.

‘AKILLARINI SARAY’A KİRALAMIŞLAR’

Termik santral yasasına ‘evet’ oyu verdiği halde Erdoğan’ın vetosunun ardından teşekkür açıklamaları yapan AKP’li milletvekillerini eleştiren Kılıçdaroğlu, “Bir torba yasa gelmişti termik santrallarla ilgili düzenlemeler vardı. Bizim arkadaşlarımız itiraz etmişti. Bunlara baca takın sorunu çözün. Dinlemediler, dediler ki 2.5 yıl daha erteledik. Sonra Erdoğan bunu veto etti. Memnunuz veto ettiği için. Ama merak ettiğim şu; önce el kaldırıp onay verenler nasıl sonra alkış tutuyor. Bunlara akıllarını Saray’a kiralamış kişiler denir.” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından diğer satır başları şu şekilde:

Engelli arkadaşlarımız aramızda. Bizim izlememiz gereken 3 öneri sundular.
Buradan ifade ediyorum tüm önerileriniz CHP tarafından takip edilecektir.”

“Hepimiz her an engelli olabiliriz. Hayatımızı bir engelli vatandaş olarak sürdürebiliriz. Sosyal devletin temel ögelerinden birisi herkese sosyal güvenliği vermektir. Ama anayasamız engeliler için özel bir düzenleme yapmıştır. 61. maddedir bu. Devletin aldığı tedbirler hangileri? Az önce Turan Başkan konuşurken dedi ki; devlette boş engelli kadroları var ve doldurulmuyor. Ben de biliyorum devlette 14 bin engelli kadrosu boş.”

“Parlamento yasa çıkarmış mı, evet çıkarmış. Kamuda ve özel sektörde şu kadar engelli çalıştıracaksın. Engellilerin yanında olduğu AKP iktidarı neden bu 14 bin engelli kadrosunu boş bırakıyor! Gelip bize yalvarsın diyorlar. Engelliler de alın teri dökmek, sosyal devletten faydalanmak istiyor.”

“Biliyorsunuz Beşiktaş’ta bir saldırı olmuştu. Orada ölenler için bir bağış kampanyası açıldı. 52 milyon lira para toplandı. Soruyorum bu para nereye gitti?”

  • “15 Temmuz şehit ve gazileri için para toplandı. Bu paralar nereye gitti?”

“46 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği saldırıdaki bir aileye aylık bağlanıyor. 52 milyon lira para topluyorlar, bağışladıkları para 121 lira 96 kuruş. Bütün anneleri sesleniyorum; anne çocuğunun üzerine titrer. Terör dolayısıyla bir anne çocuğunu yitirmiş ve 121 lira maaş bağlanıyorsa, bu Saray’da oturanlara bir ders verin!

  • Aile boyu malı götürüyorlar.
  • Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar.
  • Diyorlar ki; bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar.
  • Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım.”

“Hürriyet gazetesi çalışanlarını sendika kurmak istedikleri için işten çıkardılar. Hürriyet gazetesinin 45 çalışanını işten attılar. Niçin? İşletmesel nedenler. Aslında gerçek neden sendikalı olmaları.”

“Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da ayrılmaya zorlanamaz. 45 çalışanı işten attın. Ee haklarını ver. Bunlar yıllarını verdiler gazeteye. Haber peşinde koştular… İşten atıyorum, kıdem tazminatı yok! Neden yok.”

Ahilik Haftası her yıl kutlanır Kırşehir’de. Ahi Evran yalnızca bizim dünyamızda değil tüm dünyada saygı gören bir insandır. Esnafın etik değerlerini belirleyen Ahi Evran‘dır. Her yıl etkinlikler düzenlenir. Bu yıl bunları bir telaş sardı. Kırşehir’de Belediye Başkanı CHP’li diye Konya’da kutladılar. Merak ediyorum İstanbul’un Fethi‘ni nerede kutlayacaklar! Herhalde İstanbul’un Fethi’ni de Bursa’ya alırlar. ”
=====================================
Dostlar,

Minik bir ekleme yapalım.. Son 13 yılda kişi başına düşen ortalama Ulusal gelir :

2007 : 9.656 $
2008 : 10.931 $
2009 : 8.980 $
2010 : 10.560 $
2011 : 11.205 $
2012 : 11.588 $
2013 : 12.480 $
2014 : 12.112 $
2015 : 11.019 $
2016 : 10.883 $
2017 : 10.602 $
2018 : 9.632 $
2019 : 9.042
2020 : ?????? 2019’dan da düşük çıkacak ve bu kez SALGIN’a bağlanacak!?

Dikkat edilirse, 13 yıl önce 2007’nin kişi başına yıllık gelir rakamı 9.656 $, geçtiğimiz yıl 2019’un ise 9.042 $ ile daha da geridir!

AKP = RTE ile uçuyoruz… 

13 yıldır yerinde sayan bir ekonomi..

İşsizliğin azaltılamayıp büyüdüğü ağır hastalıklı bir ekonomi. Gelirin değil borcun artması ile hastalıklı biçimde şişen ve son çeyrekte %0,9 “büyüyen” (!) Türkiye ekonomisi… Ailelerin siyanür içerek topluca özlerine kıydıkları (intihar ettikleri) “tuhaf” bir ekonomi.. 10 ayda 100 milyar TL’yi aşan açık veren bir bütçe.. 961 milyar TL öngörülen 2019 bütçesinde 117,6 milyar TL kamu (devlet) borcu faizi!
Yurttaşının gelirini, gönencini (refahını), erincini (huzurunu) büyütemeyen bir iktidar.. Ve necip milletimiz bu siyasal kadroyu iktidarda tutuyor!??

Ne diyelim, Stockholm Sendromu” (Celladına aşık olmak) bu demek herhalde..
Ancak 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminde halkın tepkisi anlamlı. Hiçbir halk / ulus sonsuza dek aldatılamaz..

Sevgi ve saygı ile. 18 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)
Hekim, Sağlık Hukuku Uzmanı
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

Tıp-Sağlık Sosyolojisi / Medical-Health Sociology

 

Sevgili AÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı Asistanlarımız ve Tıp Öğrencilerimiz..

Fakültemizde değişik zamanlarda veregeldiğimiz
SAĞLIK SOSYOLOJİSİ – TIBBİ SOSYOLOJİ
derslerimizin yansılarını güncelleyerek sizlere sunmak istiyoruz.

1. Sosyoloji bilim alanını tanıma
2. Toplumsal Etmenlerin Sağlığa Etkileri
3. Sağlık ve Ekin (Kültür) Etkileşimi
4. Kişi ve toplumun sağlığını geliştirmede Sosyoloji’den yararlanma.

Gibi amaçlarla bu konu Tıp ve Sağlık Çalışanları için önem taşımaktadır.

Saglik_Sosyolojisi

Hekimler ve öbür sağlık çalışanları bu dersle;

1.Toplum içinde yaşayan, bir başka deyimle “toplumsallaşmış” bir varlık olarak insanın sağlığının, içinde yaşadığı toplumca nasıl ve ne yollarla etkilendiğini işlemek.

2.Toplumsal (sosyal) çevrenin insan ve toplum sağlığına etkilerine ilişkin
örnekler üzerinde tartışmak.

3.İnsanın, kurduğu toplumsal yapı, “sosyal sistem” bütünlüğü içinde sağlığının yerini irdelemek.

4. Sağlığın evrensel tanımında yer alan “.. bedensel, ruhsal ve t o p l u m s a l  bakımlardan tam bir iyilik durumu..” olgusunun anlamını işlemek.

5. Sağlığın; toplumsal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) belirteçlerini (determinantlarını) vurgulamak.

6. Öğren(i)cide, insan ve toplum sağlığının, içinde yaşanılan toplumsal yapıdan ayrı düşünülemeyeceği bilincini yerleştirmek.

7. Dersin sonunda öğrenci; tıp ve sağlık bilimlerinin (biyomedikal bilimler) özünde sosyal içerikli uğraş alanları, disiplinler olduğunu kavramış ve meslek değerlerini
bu doğrultuda oluşturmaya yönelmiş olacaklardır.

Bu sunu; SAĞLIK ANTROPOLOJİSİ sunumumuzla birlikte okunmalıdır. (http://ahmetsaltik.net/2014/03/04/saglik-antropolojisi-tibbi-medikal-antropoloji/)

138 yansıdan oluşan vasıl içeriğin yararlı olmasını dileriz..
Okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız..

Saglik_Sosyolojisi

Ek olarak 12 sayfalık metin dosyasına da erişilebilir :

Saglik_Sosyolojisi’ne_Giris 

Sevgi ve saygı ile.
11 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com