Etiket arşivi: Sorbonne Üniversitesi

Acınası köksüzlüğümüz

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
Güncel 07.07.2023, BİRGÜN 

Pek çok örneği var. Heinrich Schliemann Truva’yı baştanbaşa kazıp içindeki hazineleri götürürken, Bergama Zeus Sunağı parça parça Berlin’e taşınırken seyreden bir geçmişimiz var. Üzerinde yaşadığımız toprakların tarih boyunca biriktirdiği o kadar çok değer var ki, ne kadarının farkındayız ve sahip çıkıyoruz? Ya da o değerlere ne kadar katkımız oluyor?

Türkiye’nin en köklü hastanelerine yapılanlara bakınca da umursamadığımız, sağlık alanındaki değerimizi para ve beton sevgisine, kent rantına kurban vermekten geri durmadığımız anlaşılıyor. Şehir hastanelerine verilen hasta ve hizmet alım garantileri nedeniyle kapatılan, çürümeye terk edilen, küçültülen, içi boşaltılan hastanelerimizin başına gelenlere bakın. Türkiye’nin dört bir yanında örnekleri var : Ankara Numune Hastanesi’nin, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’nin, Bursa Memleket Hastanesi’nin durumlarına bakın. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, Şişli Etfal Hastanesi’ne bakın. Ülkemiz tıbbının en önemli temellerini oluşturan Gülhane Askeri Tıp Akademisi dahil asker hastanelerine yapılanlara bakın. Şimdi Ankara’da Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri’nin yıkılması gündemde, ihaleler yapılıyor. İzmir’de Tepecik, Bozyaka, Suat Seren, Alsancak Devlet hastaneleri için de kaygılar sürüyor. Bu hastanelerimizin her birinin ayrı önemi, tarihi var. Buralarda yetişen, çalışan hekimler tıp tarihimize yön verdiler, ülkenin dört bir yanında hizmet ettiler, hocalar yetiştirdiler, üniversiteler kurdular.

  • Hastanelerimizin gelecekleri konusunda karamsarlık var.
  • Yapılanlara bakınca nasıl olmasın?

6 Şubat depremlerinden sonra köklü hastanelerimizin yıkılması için yeni gerekçe oluşturuldu. Hastanelerimiz eski ve depreme dayanıksızdı, o halde yıkılmalıydı. Yerine yenisi yapılır mı? Bu hastanelerin çok değerli arazilerine bakınca mevzuyla ilgili herkes kaygı duymadan edemiyor. En günceli Cerrahpaşa’nın durumu ile Dışkapı ve Sami Ulus Hastaneleri için yapılan ihaleler.

Bizde 50-60 yıllık hastaneler “eski” diye yıkılıyor. Dünyada nasıl oluyor bu işler, eski hastaneler yıkılıp yerleri ranta mı açılıyor? Doğrusunun yapıldığı çok örnek var. Size Paris’teki iki hastaneyi anlatayım, siz karar verin.

HÔTEL-DİEU

Tanrı’nın Evi anlamına geliyor. Kuruluş için 651 tarihi (yılı) veriliyor. Neredeyse 1400 yıllık geçmişi olan bir hastaneden söz ediyoruz. Kuşkusuz yıllar içinde işlevlerinde dönüşümler olmuş, yıkılmış, yanmış, hep yeniden yapılmış ve sağlık hizmetleri sunmaya devam etmiş. Savaşlara, isyanlara veba salgınlarına, devrimlere tanıklık etmiş. Kimi zaman kalabalığıyla, kötü koşullarıyla tartışılmış ama bir biçimde sahip çıkılmış ve geliştirilmiş. Tıp tarihine geçen katkıları var. Son olarak 1867-1878 arasında yenilenmiş. Bugün aciller dahil, Paris’in sağlık hizmetlerinde önemi sürüyor. Yeri mi? Notre-Dame Katedrali’nin yanında, Seine Nehri’nin kıyısında. Ne diyeyim, sanırım arsa değeri pek yüksek. Kimsenin aklına burayı AVM ya da otel yapmak, hastaneyi de kent dışına taşımak gelmiyor.

PİTİÉ-SALPÊTRİÈRE

Sorbonne Üniversitesi’nin eğitim hastanesi. Yine kentin çok değerli bir yerinde geniş bir araziye kurulu. Eski bir barut fabrikası, 1656 yılında bakımevine, Fransız Devrimi’nden sonra hastaneye dönüştürülmüş. Modern psikiyatrinin kuruluşunda söz sahibi olan Philippe Pinel 1794’te buranın başhekimi olmuş, girişte bronz heykeli var. Hastanenin tarihinde dünya tıbbına yön veren nörolog ve psikiyatristler var. Hepsini yazmaya imkân (olanak) yok, yazamadıklarıma haksızlık olacak, yine de bazılarını yazayım: Guillaume-Benjamin-Amand Duchenne, Jean-Martin Charcot, Georges Gilles de la Tourette, Sigmund Freud, Joseph Babinski. Burası tüm dünyadan hekimlerin eğitim almak için uğradıkları bir merkez olmuş. Hastane halen Paris’in en önemli sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet ve eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Hastanede çalışanlar burada emek vermiş hekimlerle, hocalarla, tedavi olmuş ünlülerle, hatta tıp tarihine geçmiş hastalarıyla övünüyor. Bizim hastanelerimiz, hekimlerimiz, hocalarımız, çalışanlarımız, hastalarımız bunları hak etmiyor mu? Elbette hak ediyor.

  • Bizim de birikimlerimize sahip çıkıp geleceğimizi kurmamız gerekiyor.

Hastanelerimizi ve onlarla birlikte tarihimizi yaşatmamız çok önemli. Yeni hastane yapmak, olanları yenileyip geliştirmek mi? Elbette hep gerekli. Ama bunu bilime göre, doğru planlamayla, alanın uzman kuruluşlarından katkı alarak, kent dokusuna saygı göstererek ve mevcut (varolan) hastanelerimizi tarihsel yapılarıyla, isimleriyle (adlarıyla) koruyarak yapmak gerekiyor.

Diyeceksiniz ki; bunu önündeki Sıhhiye Meydanı’na adını veren güzelim tarihsel binasından ayrılıp, Bilkent’te dışı cam kaplı yapıya kiracı olan Sağlık Bakanlığı mı yapacak?

Olsun, ben yine de umutluyum. Doğrunun galip (baskın) geleceğine ve bu ülkeyi yönetenlerin de doğruya yöneleceğine inanmak istiyorum.

İki Nobel’li üniversite nasıl bölünür?

İki Nobel’li üniversite nasıl bölünür?

Prof. Dr. Temel Yılmaz

Prof. Dr. Temel Yılmaz
m.temelyilmaz@yahoo.com.tr
http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-temel-yilmaz/1939806-iki-nobelli-universite-nasil-bolunur,
28.04.2018

BUGÜNLERDE ülkenin yeteri kadar yoğun bir gündemi varken, buna bir de üniversitelerin bölünme konusu eklendi. Yeni yasa tasarısıyla İstanbul Üniversitesi’yle birlikte birçok büyük üniversitenin ikiye bölünme kararı alındı.

Tartışmalar en çok İstanbul Üniversitesi’nin bölünme kararında yaşandı. Bu kararla, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi birbirinden ayrılıyordu. Karara önce İstanbul Tıp Fakültesi hocaları, sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hocaları itiraz etti. Her fakülte kendisini kurtarmaya çalıştı.

Akademik hayatımın 20 yılını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, 20 yılını da İstanbul Tıp Fakültesi’nde geçirmiş bir İstanbul Tıp Fakültesi mensubu öğretim üyesi olarak İstanbul Üniversitesi’ni bir bütün olarak savunuyorum.

ÜNİVERSİTENİN KÖKLERİ FATİH’E DAYANIYOR

İstanbul Üniversitesi’nin kökleri Darülfünun’a, Darülfünun’un kökleri o zaman yüksek eğitimin yapıldığı tek kurum olan medrese ve Fatih dönemine dayanır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettikten sonra 1 Haziran 1453’te medrese açılması için emir veriyor. Önce Ayasofya’nın papaz eğitiminin yapıldığı bölüm, Zeyrek’teki Pantokrator Manastırı medreseye çevriliyor.

Daha sonra Fatih Camii’nin iki tarafına birer dershaneli, dördü kuzey, dördü güney tarafından Sekizli Medrese ya da Sahn-ı Seman adı verilen devrin en büyük medresesini yaptırıyor. Medrese 1470 yılında bitiyor. Ayasofya ve Zeyrek’teki medreseyi, hocalarıyla birlikte buraya taşıyor.

Daha sonra güney medresesinin yanına bir hastane (darüşşifa) yapılıyor ve tıp eğitimine başlanıyor. Fatih Darüşşifası’nda 350 yıl eğitim devam ediyor. Darüşşifa da İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk tıp okulu ve hastanesi olarak kabul edilir. Sonuçta İstanbul Üniversitesi’nin temellerinin 1453’e, İstanbul Tıp Fakültesi’nin temellerinin de 1470 yılına dayandığı kabul edilir. İstanbul Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu, 30 Aralık 1970 tarihli oturumunda fakültenin kuruluşunun 500. yılı olarak kabul edilmesi ve kutlanması kararını alıyor.

Daha sonra 1846 yılında yayınlanan resmi bildiride her alanda ilim ve fen bilimlerini okutulacağı (İkmâl-i Kemâlât-ı İnsaniye) bir yüksek öğrenim okulu, Darülfünun kuruluyor. Darülfünunlar birkaç kez açılıp kapatılıyor. Darülfünun’un asıl kalıcı dönemi 1900 yılında başlıyor.

GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK ÜNİVERSİTESİ

1924 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti, Darülfünun’un yapısını koruyor. Katma bütçe, ayrıca idari ve mali özerklik veriyor. 1924 tarihi üniversitelerin ilk özerk olduğu tarihtir. Atatürk birkaç kez ziyaret ediyor. Cumhuriyet’in onuncu yılında Darülfünun kapatılıp yerine 1 Ağustos 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kuruluyor. İstanbul Üniversitesi, Cumhuriyet’in ilk ve tek üniversitesi unvanını alıyor.

Sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi, Almanya’dan ayrılan dünyanın ünlü bilim adamlarına kapılarını açıyor, onlara kürsü veriyor. İstanbul Üniversitesi’nin bilim alanında uluslararası en parlak yılları o dönemlerdir. Bu otorite ve saygın bilim insanlarının eğitiminden geçen genç bilim insanları, modern ve dünyanın en büyük üniversitelerinden biri kabul edilecek bir üniversitenin temellerini atar.

İstanbul Üniversitesi bugün dünyanın köklü üniversitelerinden biri. Tarihi eğer o dönemin yükseköğretim kurulu kabul edilen medreseler ölçüt alınırsa 500 yıl, Darülfünun ölçüt alınırsa 200 yılı aşkın bir süre. Hemen tüm dönemlerde dünyanın ilk 500’ü içinde olan bir üniversite.

KÖKLÜ ÜNİVERSİTE NE DEMEK?

Genç bir uzmanken bir süre Brüksel’de Free Üniversity’de (ULB) çalıştım. O dönem Prof. W.J. Malaisse’nin laboratuvarı, özellikle diyabette insülin salgılayan hücre metabolizmalarının en büyük araştırma laboratuvarlarından biriydi. Yaptığım bir araştırmanın zamana bağlı laboratuvar deneyi için koşuşturup durduğum bir gün, dolaplardan birinden aldığım kimyasal madde şişesini o arada laboratuvar masasının üzerinde unutmuşum. Çalışırken laboratuvar şefi yaşlıca bayan doktor yanıma geldi, “Mr. Yılmaz, bu şişe 90 yıldan bu yana şu dolabın üçüncü rafından sağdan ikinci sırasında durur” deyip yanımdan ayrıldı. Bu uyarı beni çok düşündürdü. Köklü üniversite olmak böyle bir kavram. Köklü üniversiteler yerleşik, kurumlaşmış, kuralları ve sistemi konulmuş üniversitelerdir.

Köklü üniversitelerin en yenisinin tarihi 100 yılın üzerinde, marka değerleri çok yüksektir. Harvard’lı, Oxford’lu, Cambridge’li unvanının arkasında en az 100 yıllık kültür birikimi vardır. Bu üniversiteler dünyanın en saygın kurumlarıdır ve çok önemli bir gerekçe olmadan hiç kimse kuralları değiştirmez, sistemle oynamaz.

KONSENSÜS OLUŞMALI

İstanbul Üniversitesi de dünyanın marka, en köklü üniversitelerinden biri. Bilim alanında ülkemizin dünyadaki gurur kaynağı. İki mezunu Nobel almış. Dünyanın en prestijli üniversiteleriyle Nobel liginde ülkemizi temsil eden tek üniversite. Böyle köklü bir üniversiteyi iki parçaya bölmek, sistemlerini, fakültelerini değiştirmek kolay bir karar değil, yaptım olduyla olacak iş değil. Uzun süre çalışılması, tartışılması, üniversitenin akademik kadrolarından görüş alınması ve üzerinde konsensüs oluşması gereken bir olay bu.

İstanbul üniversitelerinin kadrolarının şiştiği, öğrenci sayısının sürekli artırıldığı, yönetimin güçleştiği doğru. Aslında üniversitenin bu duruma gelmesinde yanlış siyasi politikalar, özerkliğin zayıflaması, yönetim zafiyetinin etkisi var, ama asıl konu bu değil.

Sonuçta nedeni ne olursa olsun, sayısı çok artmış akademik personel ve öğrenci sayısını uluslararası standartlara çekmek gerekir ama bunun yöntemi fakülte fakülte bölmek olmamalı. Yapılan mevcut uygulamada üniversite bölünmüyor, fakülte dağıtılıyor. Bir yana bazı fakültelerin olduğu, öbür yanda bazı fakültelerin olmadığı bir yapı ortaya çıkıyor. Ama bu yöntem, öğrenci ve kadro yükünü azaltmıyor. Diyelim ki 10 bin öğrencisi, bin akademik personeli olan bir fakülte, yine 10 bin öğrencisi ve bin akademik personeliyle aynı şekilde kalıyor, sadece üniversitenin adı değişiyor. Öğrenci fazlalığı ve akademik yük değişmiyor.
*********
ÜÇ ÖNEMLİ ÖNERİ

1) 40 yılı aşkın bir süre üniversite yaşamı bulunan öğretim üyesi olarak benim görüşüm, bölünmede bir tarafa bazı fakülteleri aktarmak değil, aynı yapıyı içeren eşdeğer ikinci bir üniversite (İstanbul Üniversitesi 1-2) kurulması, öğrenci ve öğretim üyelerinin eşit dağıtılması olacak. Sorbonne Üniversitesi de böyle yaptı. İncinmeden, bilimsel düzeyi düşürmeden öğrenci ve akademik personeli uluslararası standartlara çekmenin tek yolu bu. Mevcut durumda olduğu gibi bir tarafında Hukuk, İktisat, İşletme fakültelerinin olduğu, diğer bölümünde Mühendislik, Orman ve Veterinerlik fakültelerinin bulunduğu bir bölünme, bölünme değil parçalanmadır.

2) Bu uygulamanın diğer riski de fakülte ayrılıkları nedeniyle bilimsel gücün bölünmesi ve yeni her iki üniversitenin de artık ilk 500’e girmesinin çok zor olması. Bu durum dünyada insanlar üst sıraya çıkmak için uğraşırken geriye gidiyoruz anlamına geliyor, buna çok dikkat etmeli.

3) Kişisel olarak, tam seçim öncesi yalnızca İstanbul Üniversitesi’nin değil, birçok üniversitenin içinde olduğu çok tartışmalı bir konuyu gündeme getirmeyi zamansız ve aceleci buluyorum. Önerim tasarının geri çekilip üniversitelerde akademik kurullarda değerlendirilmesi, tartışılması, ortak değerlendirilmesi ve sonra karar verilmesi. En sağlıklı yöntem bu.
==========================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız ve meslektaşımız Prof. Temel Yılmaz’ın konuya yaklaşımı, önerileri ne denli ağırbaşlı ve olgun, sakin… değil mi??

Öneri gündemden çekilmeli ve seçim sonrasında kapsamlı değerlendirilmelidir..
Erdoğan bir kez daha “kandırıldım” dememeli.. Yeter artık, ülkeye yazık..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Prof. Ayşen Uysal : Üniversite dediğin…

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)