Etiket arşivi: siyasal İslamcılar

Niye şaşırıyorsunuz?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
18 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Önceki dönemde CHP’den milletvekili olan ama son seçimde aday gösterilmeyen eski AKP kurucusu Abdüllatif Şener, ilk turda Sinan Oğan’a oy verdiğini, ikinci turda geçersiz oy kullandığını açıkladı. Ancak Barış Pehlivan’ın ortaya çıkardığına göre, Şener’in oy verdiği sandıkta hiç geçersiz oy çıkmamış!

Şener’i CHP’ye getiren kimdi biliyor musunuz? CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu. SSK genel müdür yardımcılığı görevi sırasında Kılıçdaroğlu ile çalışan Kuşoğlu, 2002-2008 arasında Mehmet Ağar’ın Doğru Yol Partisi’nin ve Demokrat Parti’nin genel başkanı olduğu dönemlerde, bu partilerde siyaset yaptı; 2009’da AKP’den istifa eden Şener’in Türkiye Partisi’nin kurucularından biriydi!

2010’da o partiden istifa edip CHP’ye katıldı, dört dönem milletvekili oldu. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilseydi, önemli bir bürokratik görevde ya da kabinede yer alacaktı.

Kuşoğlu hakkında bilinmesi gereken önemli bir şey daha var. 2011’de CHP Parti Meclisi üyesiyken, Gülen Cemaati’nin gazetesi Zaman’daki röportajında, tekke ve zaviyelerin Devrim Kanunları ile kapatılmasının topluma zarar verdiğini belirtip şunları söyledi:

  • “Şu anda toplumu kültür ve inanç konusunda besleyecek bu damardan yoksunuz. Bu tür kurumlara ihtiyaç var, yeniden kurulması için gerekli hazırlıkların yapılması gerekir. Tekke ve zaviyeler, çağdaş kurumlar olarak tekrar benimsetilmeli. ‘Bunlar irtica yuvaları!’ Yok öyle bir şey. Tam tersine kültür yuvaları.”

Çok açık ki Cumhuriyet Devrimleri’ne karşı çıkanlar, siyasal İslamcılar, tüzüğüne göre laikliği savunması gereken CHP’ye sokulmuş, milletvekili adayı yapılmış ve parti politikalarını belirlemiştir.

Bunun sorumlusu Kılıçdaroğlu ve partinin yetkili organlarında görev yapanlardır.

Yazımın devamında, 15 Ocak 2023’te bu köşede çıkan makalemden bazı bölümleri paylaşacağım. Çünkü CHP’deki ideolojik yozlaşma hakkında çok uyardık; şimdi olaylara şaşıranlara şaşırıyorum…

CUMHURİYET DEVRİMİ, KARŞIDEVRİMCİLERLE KORUNMAZ, YIKILIR

Altılı Masa, Türkiye’de şeriatçı, faşizan eğilimin yükseldiği bu dönemde, “demokrasi çatısı altında buluşan partilerin yarattığı seçenek” olarak topluma sunuldu. Erdoğan’ın “Şahsım Devleti”nin karşısına “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” konuldu. Otokratik bir yönetime karşı demokrasi vaat edildi.

Hemen herkesle kavga eden bir iktidara karşılık olarak “helalleşme” söylemi siyasete sokuldu. Yanlış bir siyasetti ama gerilimden yılan ülkede gerektiği gibi sorgulanmadı. Helalleşilenler arasında liberaller, sağcılar, siyasal İslamcılar, tarikatlar ve cemaatler de yer aldı ama Masa dağılmasın diyenler sustu.

MASADA SİYASAL İSLAMCI VARSA NE OLUR?

Masadakiler siyasal İslamcı ise demokrasi vaat edemezsiniz. Çünkü onlar varsa, laikliği sulandırmadan savunamazsınız. Laiklik olmayınca da demokratik bir yönetim kuramazsınız.

Masadakiler, kadın düşmanı tarikat liderlerine “kanaat önderi” diyorsa, kendiniz laikliği feda etmiş olsanız bile, tabanınızdaki huzursuzluğu önleyemezsiniz.

Masadakiler, AKP’nin en karanlık döneminde başbakanlık yapmışsa ve o dönemdeki vahim olaylar hakkında susuyorsa ya da ekonomi yönetiminin idaresinden sorumlu bakan olup özelleştirmelerin altına imza atmışsa, halkın hakkını geri alacağınızı ve karanlığı dağıtacağınızı iddia edemezsiniz.

Masadakiler, anayasanın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerine karşı görüş açıklıyorsa, birliği sağlayamazsınız.

Masadakilerle el ele verip, TÜSİAD’a övgüler düzerek NATO’culuk oynarken emekçilerin haklarını koruyacağınızı söyleseniz de kimseyi inandıramazsınız.

  • Masadaki siyasal İslamcı eski AKP’liler karşıdevrimci görüşleri savunurken iktidarınızda AKP’yi sandığa gömeceğinizi söylerseniz, yalnızca kendinizi kandırırsınız. 

ÖDÜNLER, ŞANTAJLAR ve GERÇEKLER

Bunca zamandır Altılı Masa’nın bileşenlerinin demokrasi anlayışları ve beslendikleri siyasal damarların yarattığı uyumsuzluğun üzeri örtüldü. “Partiler arasında farklar olabilir, parlamenter sisteme ve demokrasiye odaklanılsın” denildi. Uyumlu görünmek için de sürekli sağa eğilen CHP oldu. Siyasal İslamcı ve sağcı partiler, hiçbir ödün vermezken CHP, kendi tabanını uzaklaştırma pahasına ilkelerini rafa kaldırdı.

CHP’nin iktidarı değiştirmek için taktiksel olarak bu ödünleri verdiği düşünülse bile, asgari olarak vaat ettiği demokrasinin Altılı Masa’daki liderler ile sağlanamayacağı açıktır. Seçmenin tıpış tıpış gidip kendisine oy vereceğini düşünen varsa yanılır.

Nitekim laikliğin ne kadar hayati (denli yaşamsal) olduğunu bilenler, siyasal İslamcı bir partinin TBMM’de grup kurabilmesi için gereken 20 milletvekili adayı CHP listesinden seçime girerse, oy vermem diyor!

Bir ittifaktaki partiler arasında farklı görüşler olabilir ama siyasal İslamcılar ile fark ayrıntıda değil, temeldedir.

  • Karşıdevrimcilerle, Cumhuriyet Devrimi ve onun kazanımları korunmaz,
    ancak yıkılır.

Tarikatın siyaseti, siyasetin tarikatı

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
11 Haziran 2023, Cumhuriyet

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Muhalefet partileri, seçim sonrasında kendi iç çalkantılarıyla uğraşıp aynı isimler çerçevesinde siyaseti bir tür “tarikata” dönüştürürken tarikatçılar ise Mart 2024’teki yerel seçimler için kolları sıvamış, siyasete etki etme yarışında.

Örneğin, birtakım TV kanallarına konuk edilip saatlerce konuşturulan Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca), şeriatı savunup muhalif belediyeleri hedef alırken şunları söylemiş:

  • Biz şeriatçıyız. Demokrasiye inanmıyoruz; reddediyoruz, biz şeriat ehliyiz… Tehlike büyüktür. İstanbul’da önümüzde belediye işi var. Görüyorsunuz ortalığı, olayları. İstanbul’un ne hale geldiği, belediyenin neler yapıldığı, ne zararlar ne zevaller, ne kazanımların geri gittiği ortadadır. Onun için rehavete kapılmamak lazım ama maalesef Ankara da öyle, İzmir de.”

İsmailağa Cemaati’ne mensup bu vaiz, tarikatlara ve cemaatlere yapılan yardımlar kesilince belli ki çok rahatsız olmuş, “Müslümanlara çok zeval verdiler” diyor ve siyasetin dik alasını yaptığı halde aksini iddia ediyor!

O zaman bıkmadan yineleyeyim:

  • Tarikatları ve cemaatleri kapatan 1925 tarihli 677 sayılı devrim kanunu yürürlükteyken tarikat mensuplarının siyaseti bu şekilde yönlendirmeye çalışması suçtur.
  • Demokrasinin sağladığı olanakları kullanıp şeriatçıyız diyen bu yasadışı yapılanmalar, anayasaya aykırıdır!

Bu konuda sessiz kalan her siyasi parti de savcı da anayasayı ihlal suçuna göz yumuyor. Gerçeği bu netlikte söylemeyen herkes, Türkiye’deki dincileşmeden sorumludur!

‘MİLLİ EĞİTİME İSLAM MÜHRÜ’ 

Laikliği hedef alan bir diğer vaiz ise İhsan Şenocak. O da

  • Milli eğitime İslam mührünü vuramazsak her yere fen liseleri açılsa da mimaride Sinan, hendesede Cezeri, tıpta Biruni, askeriyede Barbaros, siyasette Yavuz Selim yetiştiremez, Batı’nın masallarından kurtulup hakikate ulaşamayız. Adının milli olması yetmez, satırlara İslam mührünü vuracaksınız” buyurmuş…

Şenocak’ın 2017’de Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi müdürü iken Müslüman kadınların pantolon giymesi hakkında söylediklerini hatırlıyor musunuz?

  • “Kızın şu sokaktan geçip de okula pantolonla giderken yüreğin parçalanıyor mu senin? 18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken o halde, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak. Allah’ın emanetini ne hale getirdin? Sevindin üniversiteyi kazanınca; ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne gidince sevindin. Doktor olacak, mühendis olacak, 5 milyar aylık alacak, arabaya binecek, eşine mecbur olmayacak, mahkûm olmayacak… Peki onlara sevindin; kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme!”

Bu skandal sözleri nedeniyle büyük tepki çekmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açığa alınmış, sonra da Sinop İl Müftülüğü’ne eğitim uzmanı olarak atanmıştı. O günlerde İsmailağa Cemaati, “Diyanet camiamızın güzide mensubu, kanaat önderi” diyerek Şenocak’a sahip çıkmıştı.

EĞİTİMDE DİNCİLEŞME TEHLİKESİ

“Milli eğitime İslam mührü vurmaktan” söz edildiği sırada, İstanbul’daki 236 okulun, valilik onayı ile Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sına tahsis edildiği ve yaz boyunca dini eğitimler düzenlendiği; İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Müftülüğü arasında imzalanan protokol kapsamında kentteki 842 okulda imam, Kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirildiği haberleri medyada yer aldı.

Manevi rehberlik adı altında yapılan bu görevlendirmelerde din insanlarının pedagojik formasyonu olmadığı gibi, belli bir inanç sistemi ile eğitimde dincileşme hızlandırılıyor.

200 bin öğretmen ihtiyacı varken, 700 bin meslek mensubu atama beklerken, din görevlileri okullara atanıyor.

Bu, tamamen (tümüyle) laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılmasına yönelik bir projedir.

  • Bu uygulamalar, anayasadaki laiklik ilkesine aykırı olduğu gibi, milli eğitimin kendi mevzuatına da aykırıdır!

=========================================
Dostlar,

Bu bağlamda 11 Haziran 2023 günü yayınladığımız tweet iletisi aşağıda..

14 Haziran 2023, saat 01:26’da izlenme sayısı 64 bine erişti..

  • Taliban bile bu denli pervasız değil..

Bir yandan İslamofobi‘den yakınan İslamcılar, bir yandan da neler yaptıklarına baksalar.. “İslamofobi” haksız mı, az bile belki..

İslam dinine en büyük kötülük ve tehdit ne Batı’dan ne İslam’ı benimsemeyenlerden.. Doğrudan doğruya bu dini siyasete alet eden ve emperyalizmin güdümüne sokan SİYASAL İSLAM ve SİYASAL İSLAMCILAR!

İçten Müslümanların, bu çok tehlikeli ve insanlık dışı, barış düşmanı, Anayasayı ve insan – çocuk haklarını ayaklar altına alan (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere…) abanmayı – dayatmayı – kurguyu reddetmeleri gerek. Açıkça, kararlılıkla ve daha çok gecikmeden..

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılına mücadele azmiyle merhaba!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

01 Ocak 2023, Cumhuriyet

Dünyanın döndüğünü savunmanın kilise karşıtlığı olarak değerlendirildiği günler artık geride kaldı; bugün aklı başında kimse dünyanın yerinde sabit durduğunu savunmuyor. Hatta Vatikan, kilise tarafından yargılanan Galileo Galilei’den 366 yıl sonra özür bile diledi…

Tarihte bağnaz dincilerin tepki gösterdiği isimlerden biri de Charles Darwin’di.

  • Tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla birkaç ortak atadan evrildiğini
    savunduğu için kıyamet koptu.

Sonunda İngiliz Anglikan Kilisesi, Darwin’in ölümünden 126 yıl sonra, ünlü bilim insanından özür diledi. O’nu yanlış anlayıp, yanlış tepki verdiklerini ve başkalarının da O’nu yanlış anlamasına neden olduklarını itiraf ettiler…

Galilei, kazığa geçirilip yakılmaktan kurtulmak için görüşlerini inkâr etmek (yadsımak) zorunda kalmıştı. Bir diğer (başka) İtalyan bilimadamı Giordano Bruno ise dünyadan başka pek çok gezegen bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin kararıyla yakılarak öldürüldü. O da Tanrı’yı reddetmiyordu oysa… Sadece (Yalnızca) Tanrı ile evrenin aynı gerçeğin iki farklı yansıması olduğunu söylüyordu.

Darwin ise dini inancını “agnostik” (bilinemezci) olarak tanımlasa da O’nun kaderi Bruno’nun ve Galilei’nin kaderinden farklıydı. Bunun nedeni, Bruno’nun yakıldığı 1600’den Darwin’in doğduğu 1809 yılına kadar olan dönemde, insanlığın Aydınlanma ekseninde kat ettiği yoldur. Rönesans’ın açtığı yolda ilerleyen toplumlarda zaman içinde din ve devlet işlerinin ayrılması noktasına gelinmiş, bilimsel özgürlükte mesafe alınmıştı.

DEVRİM KARŞITLARININ İKTİDARI

Batı’nın, ortaçağın tutucu skolastik felsefesinden kurtulup Rönesans’ın özgürlük kavramından Aydınlanma’ya uzanması, tarihin en önemli süreçlerinden birisi. Yıkıcı (Yakıcı?) gerçek şu ki; şeriatın hüküm sürdüğü Osmanlı, bu süreci fena halde ıskaladı…

  • Aydınlanma’nın yaşadığımız topraklara gelişi,
    1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla oldu.

Batı’nın yüzyıllar önce ulaştığı aşamayı halka yaşatmak için, dogmayı reddedip aklın egemenliğini ve laik hukuku savunan, emperyalizme karşı gelip halkın kendi kaderini (yazgısını) kendisinin belirlemesi ilkesini hayata (yaşama) geçiren Mustafa Kemal Atatürk, hâlâ dincilerin hedefidir.

  • Türkiye, 21. yüzyılda tarikatçıların yürüttüğü karşıdevrime sahne oluyor.

Tarih kitapları ileride 2002-2022 Türkiye’sini anlatırken siyasal İslamcıların Cumhuriyet kazanımlarını birer birer yok edişinden, Evrim Teorisinin (Kuramının) müfredattan çıkarılışından, devlet kurumlarını yönetenlerin Atatürk’e lanet okuyuşundan, tarikatların ve cemaatlerin devlete çöküşünden, “Şahsım Devleti”nden, emekçilerin ve kadınların haklarındaki gerilemeden, yargının siyasallaşmasından, üniversitelerde bilim insanlarına yapılan zulümden söz edecek…

O kitaplar gerçekleri yazarsa, yıllar sonra bunları okuyanlar, bizim Galilei, Bruno ya da Darwin’e yapılanları okurken hayrete düştüğümüz gibi hayrete düşecek.

  • Laiklik karşıtı odak haline gelmiş, emperyalizm güdümlü bir iktidarın hukuku hiçe sayan baskısını ve yağmasını okuyacaklar…

100 YIL GEÇTİ AMA…

Batı’daki durumu ve Cumhuriyet Devrimi’nin Aydınlanma boyutunu değerlendirirken insanın aklına şu soru geliyor:

Acaba bazılarının (kimilerinin) Cumhuriyet Devrimi’nin değerini anlaması için, kilise özürlerinde olduğu gibi en az 100 yıl geçmesi mi gerekiyor?

Ne hazindir ki 100 yıl geçti ama siyasal İslamcılar, İkinci Cumhuriyetçiler ve
laik Cumhuriyet düşmanları akıllanmadı; emperyalizm güdümlü olduklarından
akıllanmaları da olanaklı görünmüyor.

Bu nedenle bizdeki durum Batı’nın ortaçağından daha vahim. 

  • Laik Cumhuriyetin 100. yılının kutlanacağı 2023’te, onu tamamen kaybetme
    (tümüyle yitirme) riskiyle karşı karşıyayız.

Bazıları, bırakın 100 yıl sonra Cumhuriyet Devrimi’nin değerini anlamayı, ona son darbeyi indirmek için hazırlık yapıyor. 

İşte bu gerçeğin bilinciyle eşitlik, özgürlük, laiklik ve hukuk devleti için daha da güçlenen mücadele azmiyle yeni yıla merhaba!

AH DİLİM

SUAY KARAMAN
ADD Eğitim Kurulu Üyesi

AKP Grup Başkanvekili ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, 21 Ekim 2022’de Kahramanmaraş Uluslararası 8. Kitap ve Kültür Fuarı’nda yaptığı konuşmada Cumhuriyetin kazanımlarını hedef aldı. Konuşmasında şunları söyledi :

  • “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi Mao’nun Çin kültür devrimidir. Lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.”

Bu sözleri söyleyen Mahir Ünal, 24 Kasım 2015 ile 24 Mayıs 2016 arasında Kültür Bakanlığı görevinde bulundu. Söylediklerinin gerçeklerle ilgisi yoktur, yalnızca belli bir amaca
hizmet etmeye çalışan kendi düşünceleridir. CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller,
2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı
kitabında, Türkiye’nin Arap harflerini reddederek, tarihinden radikal olarak (köktenci) koptuğunu
yazmıştı. Cumhuriyeti başarısız bir deneyim olarak gören Graham Fuller, siyasal iktidara yol
gösterenlerin başında gelmektedir. Böylece Mahir Ünal ile Graham Fuller’in özlemlerinin aynı
olduğu görülmektedir.

Bu sözlerine gelen yoğun tepkiler üzerine Mahir Ünal, AKP Grup Başkanvekilliği görevinden
istifa etti. Ama fikirler hep aynı; istifa etmek salt yaklaşan seçimler için gösteri amacını
taşımaktadır. Zaten AKP içinde Dil Devrimi’ne dil uzatan çok sayıda kişi vardır. AKP genel
başkanı Tayyip Erdoğan 24 Aralık 2014’te 49. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri
töreninde yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:

  • “Bizim son derece zengin, bilim yapmaya, bilim üretmeye son derece müsait dilimiz varken,
    bir gece yattık. Sabah kalktık, baktık o dil yok. Son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şu anda Türkçe’nin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime
    ve kavramlara başvuracaksınız ya da İngilizce, Almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız.”

AKP içinde cumhuriyet için “100 yıllık reklam arası” diyen, HDP içinde “Cumhuriyet 100 yıllık
yıkım süreci” diyen, Dil Devrimimize dil uzatan aymazlar bulunmaktadır. Öbür partilerde de
benzer söylemlerde bulunanlar yer almaktadır. Cumhuriyet alfabemizi (abecemizi) yok etmedi, bize ait olmayan alfabe (abece) yerine, kendi abecemizi oluşturdu ve kendi dilimizi kendi alfabemizle okumaya başladık. Böylece ulus devlet yolunda ilerledik. Ancak Arap harfleriyle yazılan mezar taşlarını okuyamayan işbirlikçiler ve hainler bundan rahatsızlık duymaktadır.
Anadolu Türkçesi yerine halkın anlayamadığı, yazamadığı, okuyamadığı, konuşamadığı
Farsça ve Arapça ağırlıklı karışık bir dili, “dilimiz” diye sunmak, kendini inkâr etmektir (yadsımaktır).

Büyük bir kültürün mirasçısı (kalıtçısı) olan bizim tarihimiz, Arap harfleri kullanılarak Arapça ve Farsça ile başlayan bir tarih değildir. İşte bu anlayışla Arap harfleri, Arapça dili, lügati (sözlüğü) ve düşüncesi asla bizim değildir. Cumhuriyet kurulurken, her alanda çağdaşlaşma anlayışı hedef olarak konmuştur. Cumhuriyet kültürü, tam anlamıyla ve her şeyiyle bizim kültürümüzdür. İşte bu kültür, bizi ortaçağ karanlığından kurtarmış ve laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin
doğmasına yol açmıştır.

1 Kasım 1928’de Harf Devrimi ile Lâtin harfleri temelli “Türk Alfabesi”ne geçerek, yeni bir dönem açılmıştır. Bu yeni dönemi benimsemeyen saltanat yanlılarının, hilafet destekçilerinin ve Arap sevicilerin eşsiz liderimiz Atatürk ile cumhuriyetimize olan kinleri ve düşmanlıkları bitmedi; sürekli mücadele içindeler. Türk düşmanı ve Türkçe düşmanı olan, kendi öz kültürüne
yabancılaşmış bu yobazlar, bu siyasal İslamcılar, hayal kurdukları “düşünce setlerinde” yok
olup gideceklerdir. Nasıl mücadele yaparlarsa yapsınlar,

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşayacağını göreceklerdir.

37 dil bilen Belçikalı dilbilimci Johan Vandewalle (1960- ) Türkçe için şöyle demektedir:

  • “Bildiğim diller arasındaki Türkçe öyle farklı bir dildir ki, 100 yüksek matematik profesörü
    bir
    araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki. Az kelimeyle çok şey anlatan iktisatlı dildir.
    Bir
    kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor.
    Türkçe öyle bir dildir
    ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”

Alman filoloji uzmanı Friedrich Max Müller (1823-1900) ‘Dil Bilimi’ adlı eserinde (yapıtında) Türkçe’nin kusursuz, harika bir dil olduğunu bildirerek, “gramer kuralları kusursuz olan bu dili, bilginlerden oluşmuş bir kurul veya bir akademi bilinçle yapmıştır” demektedir. Bu bilim insanlarının yanında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitiren Mahir Ünal için “ah dilim, ettin beni dilim dilim” demekten başka söylenecek söz yoktur.

Büyük Atatürk’ün sayesinde Türk ulusu, Harf Devrimi’yle okuryazarlıkta atılım yapmış, kısa
sürede cahilliği yenmeyi başarmıştır. Çünkü dil; edebiyat, eğitim, bilim, kültür, sanat, tarih, din
ve siyasetle yakın ilişki içindedir. Toplumun aydınlanmasını istemeyenler, bu nedenle dilimize
karşı çıkmaktadır, Türkçemizi aşağılamaya çalışmaktadır.

Yazımızı değerli Rıfat Ilgaz’ın “Türkçemiz” şiirinden bir bölümle bitirelim:

Bak, devrim ne güzel,
Barış ne güzel,
Dayanışma, özgürlük…
Hele bağımsızlık.
En güzeli, sevgi,
Sev Türkçeni, çocuğum,
Dilini sevenleri sev…

Azim ve Karar, 7 Kasım 2022

‘Laiklik olmadan demokrasi olmaz’

Prof. Dr. NECDET ADABAĞ* │ UTEF 2018 | Uluslararası Trabzon Edebiyat Festivali-UTEF
PROF. DR. NECDET ADABAĞ

DTCF Eski Dekanı
13 Ağustos 2022 Cumhuriyet

  • Evet, en çok bir yıl sonra. 20 yıldan, dahası, 1950’den ve daha da kötüsü 12 Eylül’den sonra ilk kez yeniden ülkemiz laik ve demokratik bir anlayışla çağdaş dünyaya kapılarını açacaktır.

Umarım. Özellikle laik dünyaya… İlhan Selçuk, “Laiklik olmadan demokrasi olmaz” demişti.

Dini yozlaştırmadan kendi değerleri içinde yorumlamak ve hiçbir şeye peş keş çekmemek anlamını taşır laiklik.

Machiavelli’nin dediği gibi, siyasanın dinden bağımsızlığıdır.

Giordano Bruno bunun için yakıldı;

Tommaso Campanella bunun için yirmi beş yıl zindanlarda süründü.

Engizisyon, Aydınlanmacı düşünürleri yargılamak için kuruldu.

Galileo Galilei bunun için kendini yadsımak zorunda kaldı ama bilimin bağımsızlığını sağladı.

  • Batı dünyası bilimin ve siyasanın bağımsızlığı üzerine kuruludur.

HER ZAMAN GEREKLİ

Günceldeki siyasacılar Avrupa Birliği’ne gireceklerini söyledikleri zaman hiç inandırıcı gelmemişti. Avrupalılar, Müslüman demokratları destekleyeceğiz demişlerdi. “Bizde Hıristiyan demokratlar, sizde Müslüman demokratlar olacak” demişlerdi. Hıristiyan demokratlar yerlerinde dururken bizde siyasal İslamcılar türedi.

  • Laik Türkiye’yi çok daha arar olduk.

12 Eylül 1980 darbesinden önce ülkemiz dünyanın en laik ülkesiydi!

Niçin mi? Çünkü bilime ve siyasaya din bulaşmamıştı ya da bulaştırılamamıştı. En azından bu boyutta. Çok iddialı olduğumu biliyorum ama haklıyım. Küçük bir araştırma yapmak ya da çevremizdeki siyaset kurumlarına, üniversitelere ve camilerde söylenenlere, toplumumuzun yaşam biçimine bakmak yeterlidir. Bu değerlendirmeyi yapmayı sevgili halkıma bırakıyorum özellikle bugünlerde, bir parça ekmek peşinde koşan halkıma. Hem peşinde koşsunlar ekmeğin hem de niçin bu durumlara düştüklerini düşünsünler, ki artık zamanı gelmiş geçmiştir.

  • Laik bir anlayışa, yaşam biçimine toplumların her zaman gereksinimi vardır.

KARAR SİZİN

Laiklik halkımız için bir anlam taşımayabilir (keşke taşısaydı) ama bu yoksulluğun, yolsuzluğun, açlığın, sefaletin gerisinde laiksizliğin, laik olamamanın, laik olmayan bir ülkede yaşamak zorunda bırakılmış olmanın çokça payı vardır.

Çünkü laik olmayınca demokrat olamamanın sıkıntısı içinde hak, hukuk, adaletten uzak, dahası yoksun kalınmıştır.

  • Hak, hukuk, adaletin yokluğu hakça paylaşımı ortadan kaldırmış, açlık, yoksulluk, esensizlik, fukaralığı getirmiş, varsıl daha varsıl, yoksul daha yoksul olmuştur.

Ağalar, beyler, çapulcular, hırsızlar ülkesi olmaktan geri kalmamıştır zavallı ülkem.

2005 yılında gazetemiz Cumhuriyet’te laiklikle ilgili yazdığım yazıdan bir alıntı yapmak istiyorum. Yazının başlığı “Ben laik miyim?”di. Şunu yazmıştım:

  • Ulu Önder’in ardından uygulanan karşıdevrimci, popülist siyasalar ve tarikatlara hoş görünmek sevdasındaki yaklaşımlar, bizi bugün laikliği tartışma aşamasına getirmiştir”.

Bu yazı, yitirilen bir seçim sonrası yazılmıştı. Şimdiki bir seçim öncesi yazılmış bir yazı oldu. Karar sizin ey halkım!

Şeriat rüyası ve iki ensar 

Gani AŞIK
E. CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 06 Aralık 2021

İlk insanları tutsak alan kar, şelaleler gibi yağmur, ürperten gök gürültüsü, vahşi doğa, yırtıcı hayvan dehşeti, onları sığınıp korunabileceği bir üstün kudrete yöneltmiştir. Dinler ulviyet, ruhaniyet ve kutsiyeti açılarından insanlığın vazgeçilmezi olmakla birlikte, evrenin şayanı hayret yasaları, sürekli genişlemesi ve büyüklüğüne oranla toplu iğne başı bile sayılmayan dünyamızda, insanoğlunun nice kanlı kavgalardan sonra ulaştığı uygarlık düzeyini dinlere değil, müspet ilme borçlu olması, Kuran’la çelişmez. Çünkü Kuran’da akıl sözcüğü “aklınızı doğru kullanın” anlamında 49 yerde geçer. O nedenle, halkın neredeyse tümüne yakınının hak edilmiş bir minnet duyduğu Atatürk’e olan kinleri,

  • Siyasal İslamcıların haram zengini ama akıl yoksulu olduğunu gösterir.

Mustafa Kemal, Milli Mücadele boyunca cephe teftişlerinde asker hafızlara okuttuğu Kuran’ın kendine özgü şiirselliği ve ruhunun derinliğinde hissettiği ilahi musiki ile kurtuluşa olan inancını tahkim etmiş, Cumhuriyeti temellendirirken de İslam’ın iman ve ibadet hükümlerine sadık kalmış,

“muamelat”ı ise bilime açarak uygarlaşmanın önündeki skolastik engelleri tasfiye etmiştir.

Bu müthiş hamle, İslam dünyasında benzeri olmayan bir “Türk devrimi”dir.

  • Atatürk’ün, devletin bekasına engel gördüğü, Osmanlı’nın da yıkılış sebeplerinden olan skolastizmin üretim merkezi tarikatlar, içinde bulunduğumuz süreçte devlete el koymuş durumda.
  • Bu topraklarda kökü 150 yıl gerilere uzanan, uygarlıkla kavgalı hareketin günümüzdeki organize gücü Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), öncü aktörleri ve bürokratları ile bizatihi tarikattır.

İSİMLER TUZAKTIR      

Köye vaaz için gönüllü gelen hoca “Sarığın neden görkemli?” sorusuna “bulgura tuzak” karşılığı vermiş.

Adaleti yağlı sicimle boğan ve halkı yoksulluğun ateşine atan iktidarın ismi de uygulamalarına temelden ters olduğu için bir tuzaktır.

Amacı cehaleti yaymak olan kuruluşun adı, İlim Yayma Cemiyeti’dir.

Aynı amaçla pek çok dernek ve vakıf kuruldu. En ünlüleri “evladım devleti”nin kanatları altındaki TÜRGEV, TÜGVA ve ENSAR’dır.

Belediyenin el değiştirmesi ile ortaya çıktı ki İstanbul’u yıllar yılı söğüşlemişler.

Ekrem İmamoğlu’na duyulan husumetin bir sebebi de bu hortumun kesilmesidir.

Siyasal İslamcılar, halkın kutsallarını çağrıştıracak simgelere sarılırlar.

Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinde onu ve Muhacir arkadaşlarını (Eshab) bağrına basan Medine yerlilerine “yardımsever” anlamında ENSAR denilir. O Ensar kendi malından veriyordu, bu Ensar halkın malından alıyor. O Ensar hurma bahçelerinin mülkiyetini Muhacirler ile paylaşmak bile istedi, Hz. Muhammed, “bu doğru olmaz, bahçelerinizde çalışıp üründen pay alsınlar” diyerek başkasının mülküne çökmeye izin vermedi.

U dönüşlerinin dünya şampiyonu AKP Genel Başkanı Erdoğan, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığında 40 yıl önce hangi noktada ise bugün de orada.

Siyasal İslamın dünya ölçeğinde fiyasko ile sonuçlandığını hiç önemsemeden Türkiye’yi orta çağın zifiri karanlığına sürükleme “davası”nda olağanüstü tutarlı. Anıtkabir defterine “Atatürk’ün çağdaş hedef ve ideallerine bağlılık”  vurgusu yapmasının üzerinden henüz bir ay bile geçmeden, okulöncesi eğitime din eğitiminin de eklenmesi önerisi Milli Eğitim Şûrası’nda kabul edildi.

HEDEF BELLİ

Eğitimci, psikolog ve pedagogların bilimsel bulmamalarının, sabi sübyan durumundaki bu yavruların dikkat, bellek ve zihinsel yetileri yönünden de uygunsuzluğunun hiç önemi yoktur. Amaç, Ali Erbaş’ın beklentilerini de karşılayacak, “dindar nesil” kisvesine büründürülmüş, şeriata militan yetiştirme projesini kotarmak.

Dini oy avcılığına, ekranları göz bayıcılığına çevirme becerileri dahil, iktidarın yalan ve desise stokları eridi.

Bir kaşık sıcak çorba özlemi çeken halk, devletle birlikte kendisinin de ne yaman soyulduğunun öfkesini yaşıyor.

İktidar her an çözülebilir!

authorMERDAN YANARDAĞ

Saray’da panik havası hâkim. Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek hiç beklenmedik bir anda çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor.

İktidar her an çözülebilir!

Ülke hızla daha öncekilerden farklı bir kaotik ortama sürükleniyor. Belirsizlik, endişe ve gelecek kaygısı giderek toplumun her kesimini kuşatıyor. Toplumsal anksiyete dönemin karakteristik özelliği haline geliyor. Tedirginlik, her şeye kuşkuyla bakma hali, her an, her şeyin olabileceğine ilişkin inancın yayılmasına yol açıyor.

Akdeniz ve Ege kıyılarını boydan boya saran orman yangınlarının “sabotaj” olduğu konusunda neredeyse genel bir kabul oluşmuş durumda. Dahası, bu yangınları Kürtlerin çıkardığına ilişkin inanç, toplumun kılcal damarlarında, ülkenin karanlık alanlarında tahminimizin ötesinde bir hızla yayılıyor.
Türkiye’de siyasal mimari öylesine kırılgan hale geldi, toplumsal doku öylesine bozuldu ki gerçekten her an her şeyin olabileceği bir iklim oluştu. Öyle ki uzaylılar gelse ve “işleri biz toparlayacağız” dese, kimse şaşırmayacak. Türkiye’nin bütün Akdeniz ve Ege şeridini içine alan orman yangınlarının iktidarı böyle derinden sarsmasının nedeni budur.

Ülke bıçak sırtında bir yolculuk yapıyor. AKP iktidarı aniden çökebilir. İslamcı hareketin örgütsel dokusu hızla çözülebilir. AKP, İslamcı hareketin geleneksel tabanına doğru daralarak, yeniden marjinal bir siyasi hareket haline gelebilir.

Yukarıda çizilen tabloya karşın iktidarı elinde tutmayı sürdüren AKP, gerçekte yolun sonuna gelmiş olduğunu görüyor. Ancak, iktidarı bırakmaya hiç niyeti olmadığını her eylemi ile ortaya koyuyor. Siyasal ömrünü uzatmaya, şerri bir rejimin kuruluşunu tamamlayarak “bin yıl” iktidarda kalmaya çalışıyor.

Toplumsal anksiyetenin giderek siyasal bir panik atak halini almaya başlamasının maddi nedenleri bulunuyor. Çünkü siyasal İslamcı hareketin bir iç savaşı bile göze aldığı, dahası bu yönde hazırlıklar yaptığı görülüyor. Afganistan ve Suriye’den sığınmacıların içinde eriyen cihatçıların böyle bir hazırlığın parçası olduğu bilgisinin neredeyse kesinleştiği anlaşılıyor.

SİYASAL İSLAM’IN İFLASI

Siyasal İslam, bütün hizipleri ve eğilimleriyle hem dünyada hem de bölgede yüz kızartıcı bir iflas yaşıyor. Bütün tezleri çöken, temel iddiaları yaşam tarafından yanlışlanan İslamcıların, Türkiye’de başarılı olmaları için bir neden bulunmuyor. Türkiye’de halen iktidarda olmalarının nedenini ise muhalefette, hatta solda aramak gerekiyor. Çünkü iktidarı almaya hazır ve istekli bir hareket olmadığı sürece kendiliğinden bir siyasal değişikliğin mümkün olmadığını bilmek gerekiyor.

Erdoğan-AKP iktidarının yarattığı en büyük hayal kırıklığı, hem İslamcı hem de demokrat olunabileceği varsayımını dramatik bir şekilde yanlışlamış olmasında yatıyor.

  • İslamcılar, belki de sonsuza kadar bir daha iktidar olamayacakları bir tarihsel döneme giriyor.

Dolayısıyla, AKP ve siyasal İslamcı hareket, iktidar oldukları gibi muhalefet de olabilecekleri “demokratik” bir sistem üzerinde uzlaşmak ve böylece kendi geleceklerini de garanti altına almak yerine, “kutlu dava” için, yani sonsuza kadar iktidarda kalma hesabıyla totaliter bir rejim kurdu. Bütün dünyaya yalan söyledikleri ortaya çıktı. Bu nedenle Saray’da bir panik olduğunu, Erdoğan’ın çevresinin hızla boşaldığını, nitelikli kadroların kendilerinden uzaklaştığı bir süreç başladı.

TARİHSEL TEZLERİ ÇÖKTÜ

Türkiye gericiliği, Cumhuriyetin (esas olarak laik niteliğinin) tasfiye edilmesi ve ılımlı da olsa İslami bir rejimin kurulması isteminin ideolojik ve tarihsel gerekçesi, Müslüman toplumlardaki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayandırıyor.

Muhafazakâr-dinci tarih anlayışının temelini oluşturan bu hipotez, bir dönem ABD ve Batı’da da büyük ölçüde benimsenmiş görünüyordu. Dolayısıyla bu yaklaşımın oryantalist bir tarih tezi olduğunu ve sömürgeciler tarafından geliştirildiğini saptamak gerekiyor. Dolayısıyla bu hipotezi tartışmak, aslında emperyalizmle mücadele etmek ve Batılı beyaz adamın ideolojisiyle tartışmak anlamına geliyor.

Çünkü sözüm ona İslam dünyasının tarihine, kültürüne ve toplumsal dokusuna özgü, ama gerçekte Batı ile uyumlu yeni bir kalkınma ve uygarlık modelinin oluşturulması tezi, gerçekte emperyalist bir tezdir. Batılı beyaz adamın tarih anlayışına dayanır. Avrupa ve ABD de akademik ve siyasi çevrelerde 17-18. yüzyıldan beri ileri sürülen bir yaklaşımdır. İlginç bir şekilde bu emperyalist tez ile İslamcıların cumhuriyet eleştirisi aynı gerekçeye dayanır.

Batılı stratejist ve siyaset yapıcıları, Doğu’da geçen yüzyılın başlarında gerçekleşen ulusal (burjuva) devrimleri ve sosyalizm deneyimleriyle gelişen aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin yarattığı bağımsızlıkçı anlayışı, tasfiye etmek istiyor.

Sosyalist devrimlerin de sonuçları itibarıyla Marksist yoldan birer aydınlanma ve devrimi olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü uçsuz bucaksız Asya steplerinde yaşayan halkları, derin Çin coğrafyasının toplumlarını ortaçağdan, hatta yer yer takılıp kaldıkları komünal dönemden alıp 20. yüzyıla taşıyan tarihsel atılımı sosyalist devrimler gerçekleşmiştir.

Bu bağımsızlıkçı-ulusalcı duyarlılığı yüksek toplumlar ve devletlerin, şu ya da bu ölçüde emperyalizmin hareket alanını sınırladığı, en azından onu işbirliğine zorladığı, küresel sermayenin serbest dolaşımının önünde engeller çıkardığı gerçektir. Özetle; emperyalizmin hareket alanını daraltan bir işlev görmektedir.

ILIMLI-RADİKAL İSLAM AÇMAZI

Ilımlı İslamcılık kavramı ve bu kavrama uygun bir model ülke oluşturma stratejisi, yukarıda ifade edilen fikri arka planın ürünüydü. Model ülkenin Türkiye olabileceği düşünülmüştü. İşte AKP’yi kuran kadro bu arayışı gördü ve bu projenin, deyim uygunsa “ben hazırım” dedi ve üzerine atladı. Erbakan’ın “Milli Görüş” hareketini terk etmelerinin nedeni buydu.

İkiyüzlülüğe, yalana ve hileye dayalı (takiye) siyaset tarzının sağladığı manevra yeteneğiyle, önce emperyalistlerin hizmetini görüp, güçlenince de kendi programlarını uygulamayı düşünüyorlardı. Emperyalist odakların ise tek şartı vardı; ABD ve Batı ile ilişkileri bozmayacak nitelikte hükümetlerin işbaşına gelmesini sağlamak… Sorun da burada çıktı.

Batı, ılımlı ve radikal siyasal İslamcılık arasındaki diyalektiği anlayamamış, bu iki akımın bir biriyle etkileşimini görememiş ve her iki akımın aynı teolojik temelden beslendiği gerçeğini ıskalamıştır. Örneğin, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki medreselerinde uygulanan müfredat (verilen eğitim, kaynaklar ve kullanılan kitaplar) ile Türkiye’de imam hatip okullarında verilen eğitimin ve referans alanlarının aynı olduğu görülememişti.

YENİ ORYANTALİZM

Yeni oryantalist ideologlara ve politikacılara göre, Müslüman toplumlar laik ülke olma hedefini bir yana bırakmalıdır. Bu hedef gerçekleşemeyecek bir rüyadır. Batıya özgüdür. Doğu’da ancak yumuşatılmış, radikalizm ve Batı düşmanlığından arındırılmış, en fazla sandığa dayalı bir İslami rejimi kurulabilir, daha fazlası değil.

Bu yaklaşıma göre, demokrasi ve laiklik Batı kültürünün ürünüydü. Bu tutum tam anlamıyla, dünyayı yağmalayan ve onu bir enkaz haline getiren, bütün zenginlikleri Kuzey Atlantik (Batı da diyebiliriz) havzasında toplayan beyaz adamın vahşi ideolojisiydi. BOP tam olarak bu anlama geliyordu. Kadere bakın ki kendilerini milli ve yerli sanan İslamcılar, bu projenin üstüne atladı. İşte şimdi Güney’in yoksulları, yıkılan ve enkaza çevrilen ülkelerinden kafileler halinde dünyanın Kuzeyine akıyor.

Yazının başına dönersek; Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek, hiç beklenmedik bir anda aniden çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor. Bu nedenle her geçen gün daha fazla zor aygıtları devreye sokuluyor.

Mülteciler ve sol

authorMERDAN YANARDAĞ

AKP iktidarı Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekmeli, Türkiye işgalin bir parçası olmaktan çıkmalıdır. Ardından yapılması gereken savaş mağduru, yoksul ve çaresiz mültecilerin insanca yaşama koşullarına kavuşturulmasıdır.

ABD ve Batı, Afganistan’ı bir enkaza çevirdikten, dahası adeta taş devrine iade ettikten sonra o acılı topraklardan çekiliyorlar. Yerel halkı, kanlı bir boğazlaşmanın içine iterek hem de.. Ortada ne bir Afgan ulusu var, ne de modern anlamda bir devlet. Önümüzde bir aşiretler ve kabileler düzeni bulunuyor. İlkel ve vahşi ortam.

Bugün, dünyadan neredeyse 500 yıl geride olan bir ülke kaldı. AKP iktidarı da bu enkazdan sorumlu. ABD’nin işgalinden sonra, Pentagon öncülüğünde oluşturulan NATO Görev Gücü’nde Erdoğan yönetiminin kararıyla Türk askerleri de yer aldı. Yani AKP iktidarı işgalci güçlerin siyasal bileşenlerinden biri. Afgan toplumunun yıkımından 1. derecede olmasa bile sorumlu.

Tablo açık; Suriyeli mültecilerden sonra şimdi de akın akın Afganistanlılar Türkiye’ye geliyor. Ülkemizde mülteci nüfusu 6 milyon sınırını aşmış durumda. Buna karşı bir entegrasyon ve iskan programı yok. Mültecilerin barınması, beslenmesi, eğitimi, dil öğretilmesi ve belli bir program doğrultusunda bütün sosyal haklarıyla birlikte istihdam edilerek üretici olmalarının sağlanması için kayda değer hiçbir plan, proje ve program bulunmuyor. Adeta “saldım çayıra” durumu var.

  • AKP iktidarı mültecileri AB ve ABD ile ilişkilerinde kirli bir pazarlık için kullanıyor.

Batı ile ilişkilerinde elindeki yegane koz şu anda mülteciler. İktidar, yüz kızartıcı bir şekilde “sınırları açarım” tehdidiyle Batı’dan para sızdırmaya çalışıyor. Ortada tam bir ahlaksızlık, insanlığa karşı işlenen bir suç var.

Diğer taraftan, kendi kaderine terk edilen mülteciler, kaçınılmaz olarak bir yeraltı ekonomisi oluşturuyor, suç çeteleri üretiyor, kadınlar fuhuş mafyasının eline düşüyor, çocuklar istismar ediliyor. Ortada büyük bir insanlık dramı var.

HÜMANİST AKP İSLAMCILARI!

Bütün bunlar içimizi acıtan birer olgu. Ancak, ortada başka gerçekler de var;

  • AKP iktidarının kirli ve sinsi siyasal hesapları
  • Ülkenin demografik yapısı değiştirilmeye,
    – gericiliğin sosyal tabanı genişletilmeye ve
    – olası bir iç çatışmada kolayca harcanacak, -Osmanlı ordusunda “Azaplar” denilen türden- feda edilecek vurucu-cihatçı güçler için bir havuz oluşturulmaya çalışılıyor.
    Bu durum dikkatli bir bakışla kolayca görülebiliyor.

Sınırlar elek gibi, kontrolsüz şekilde kolayca geçiş yapılabiliyor… Uludere’de (Roboski’de) gökyüzünden çekilen görüntülerden hareketle “terörist” diye kendi vatandaşlarını vuran iktidar, gelenlerin kimliğine bile bakmıyor. İnsanlar adeta ellerini kollarını sallaya sallaya geçiyor sınırı. Gelenlerin niyeti, amacı belirsiz. Aralarında kadın, çocuk, yaşlı yok. Arkadan gelecekler deniyor, ama böyle bir işaret de yok. Genç ve sağlıklı erkekler geliyor.

Bu durum ister istemez bazı kuşkular yaratıyor.

Ayrıca, insan hak ve özgürlükleri konusunda gerici-faşizan bir tutuma sahip olan AKP ve siyasal İslamcıların birden bire mülteci haklarının savunucusu kesilmeleri hiç inandırıcı değildir. Bu ikiyüzlülük, söz konusu kuşkuları artırmak için yeterli bir neden olarak önümüzde duruyor.

  • İslamcıların özellikle Aleviler, Balkanlardan gelen ve görece aydınlanmış yapılarıyla Türkiye’nin ilerici nüfus potansiyelini oluşturan Rumelili Türkler ile diğer inanç grupları karşısındaki tutumu, gerici olmaktan da öte ırkçıdır. Ama onlar şimdi Afgan ve Suriyeli Vehabi-Selefi inanç tabanlı mülteciler konusunda çok insancıllar, öyle mi?

SOL MÜLTECİLERİ ELEŞTİREMEZ Mİ?

Ancak, sol adına, mülteciler sorununa ilişkin kimi kuşkuların üzerini örtmek ve eleştirilerin geri çekilmesini savunmak büyük ve vahim yanlıştır. Kimsenin bizi siyasi “salak” yerine koymasına izin verilmemelidir.

Birçok sınır komşusu bulunmasına karşın, İran üzerinden geçip Türkiye’ye gelen Afganistanlı genç, sağlıklı erkeklere, “zavallı savaş mağdurları” diye bakmak siyasi saflıktır. Bu göçün bir SADAT organizasyonu olduğuna ilişkin ciddi kuşkular vardır.

Yoksulluğun yayıldığı, gelir adaletsizliğinin derinleştiği ve kendi kendisini besleme yeteneğini bile neredeyse kaybetmenin eşiğine gelmiş bir toplumun, 6 milyonu aşkın bir mülteci kitlesini barındırması mümkün değildir. Bir entegrasyon ve iskan programı da olmadığı için topluluklar halinde yaşayan, gettolar oluşturan mülteciler, kendi yerel ve gerici kültürlerini ve ideolojilerini yeniden üretmektedir. Derin bir yabancılaşma ve düşmanlık psikolojisini mayalayan bu durum toplumsal barışı ve huzuru ciddi ölçekte tehdit etmektedir.

Durum böyle olunca, Türkiye’de toplumun bir kesimi mültecileri kendi yaşam tarzları, kültürleri ve laiklik bakımından bir tehdit olarak görmektedir. Daha büyük bir kesimi ise mültecileri kendi aşına ve işine ortak olmaya çalışan yabancılar olarak değerlendirmekte, tepki göstermektedir.

Bu nedenle, mülteciler konusu hassas bir tartışmadır. Öyle, peşin şekilde her eleştireni “ırkçılıkla” suçlamak, melo-dramatik (romantik değil) dayanışma nutukları atmak kolaycılıktır. İnsancıl olmalıyız, ama siyasal aptallar da değiliz.

TÜRKİYE ÇEKİLMELİ, BM DEVREYE GİRMELİDİR

Öncelikle belirtelim; AKP iktidarı, Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekmeli, Türkiye işgalin bir parçası olmaktan çıkmalıdır. Asıl tutum, bu talebi yükseltmek olmalıdır. Ardından yapılması gereken şey, savaş mağduru, yoksul ve çaresiz mültecilerin barınmasını, beslenmesi, eğitimini sağlayarak insanca yaşama koşullarına kavuşturulmasıdır. Bu insanların ırkçı saldırılardan korunması için mücadele edilmelidir.

Türkiye mülteciler için BM’ye başvurarak birlikte bir insani program oluşturmalıdır. Barınma, eğitim, sağlık ve iş koşullarının oluşturulması gereklidir. Mülteciler insanca bir çalışma ortamında üretim süreçlerine kazanılmalı ve tüketici olmaktan çıkmaları sağlanmalıdır. Suriye ve Afganistan’dan bütün yabancı güçlerin çekilmesi sağlanmalı, bu ülkelerde barış, istikrar için bir onarım programı uygulanmalıdır. Yük, uluslararası toplum tarafından paylaşılmalıdır.

  • Afganistan’da Taliban iktidarının engellenmesi için demokratik bir uluslararası dayanışma hareketi başlatılmalıdır.

Bu gelişmelere bağlı olarak, mültecilerin kendi ülkelerine gönüllü olarak dönmeleri teşvik edilmeli, en azından büyük bölümünün dönüşü sağlanmalıdır.

  • AKP iktidarının, mülteci nüfusu kendi gerici-faşizan politikalarının maddi gücü haline getirmesi konusunda uyanık olunmalıdır.

Böyle bir girişim karşısında toplum da bilgilendirilerek engellenmelidir. Bu nedenle, Afgan ve Suriyeli mültecilere ilişkin her eleştirel tutum takınana karşı “ırkçı” ya da en hafifinden “ulusalcı” gibi suçlamalardan vaz geçilmelidir. Bu arada belirtelim; solcular için pek “ırkçı” denemeyeceği ya da bu suçlama tutmayacağı için, genellikle “ulusalcı” yaftası kullanılıyor. Bu ucuz yaklaşıma da hiç gerek bulunmuyor.

Kristal Dükkânındaki Fil

Gani AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 11 Temmuz 2021

Emperyalizm Atatürk’ü iki nedenle affetmedi. Birincisi Kurtuluş Savaşı’nda yediği sopa, ikincisi de laik bir devlet kurarak enerji coğrafyası Ortadoğu halklarının karanlık yazgısına ışık tutmasıdır. Emperyal pencereden bakıldığında Ata’nın suçu (!) bunlarla da sınırlı değildir.

Çünkü Atatürk, milletinin unutulan hasletlerini gün yüzüne çıkaran “Türk Rönesansı”nı da gerçekleştirmiş, milli bilincin ölümsüz iksiri ile silkelediği halkına modern bir Cumhuriyet bırakmış ve -iktidarın karartmaya çalıştığı- aydınlık ufuklar açmıştır. İslam, ümmet temelinde kurulduğu için siyasal İslamcılar Türk ve Türklük kavramına mesafe koyarken başka uluslar bir yana Arapların bile neden çok devletli olduğuna kafa yormazlar. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, Babacan’a “ayrılma, parti kurma, ümmeti bölme” demesi de “milletim” deyip Türk adını anmaması da bundandır.

  • Siyasal İslamcıların belalısı laiklik, tarihsel süreçte yaşanılan acı ve trajedilerin ürünü olarak insanlığın ulaştığı büyük buluştur.

Laik devlette sistem dinden bağımsız ve yurttaşlar din tercihlerinde özgürdür.
– Devlet, dini yapılanmaların demokrasi aleyhindeki etkinliklerini gözetler ve önler.

AKP iktidarında irtica altın dönemini yaşıyor.

Çağcıl ve dünyevi Avrupa’da kilise ve dini oluşumlar devletle barışıktır. Bizdeki benzer kümelenmelerin, bayrağının altında yaşadığı devletini yıkmaya çalışmaları, özellikle aldatılmaya elverişli eğitimsiz taban bulmalarındandır.

AKP’NİN ‘DAVASI’

Erdoğan kısa süre önce “AKP bir dava partisidir” dedi. Hep söyleyip de ne olduğunu açıklamadıkları “dava”larının şifrelerini açalım:

Yollarını aydınlatan ışık (!) Emevi ve İhvan Müslümanlığı
(siyasal İslam), özlemleri ortaçağ, hedefleri Cumhuriyetin naaşını yeşil tabut içinde İskilipli Hocalarının ruhuna armağan etmektir.

Kurtuluş Savaşı’mıza karşı çıkanların uzantıları, 20 yıldan beri devlete egemen.

Yedi ton ağırlığındaki fil, daldığı zücaciye dükkânını nasıl haşat ederse bunlar da laik Cumhuriyeti büyük bir hınçla öylesine tarumar ettiler.

Parlamentoyu işlevsizleştirdiler, Yargı ve Yürütmeyi denetimlerine aldılar. Soygun ve yağma kanser gibi devletin kılcal damarlarına kadar yayıldı. Hazine kaynakları holdingleşmiş çetelere, döviz garantili kara deliklere ırmaklar gibi akıtılıyor. Gemi filosu haberinden başka, Hollanda bankalarında 26 milyar dolarının da stoklandığı haberleri, tarihinin hiçbir evresinde böylesine hayasız bir talan yaşamayan, işitmeyen halkı sarstı.

Yirmi yıldır beton rantı ile vals yapan AKP, siyasi ömrü yeterse yaratılışın DNA’sıyla oynama ve doğa felaketlerine sebep olma pahasına da olsa, hortum lobisi güzergâhı kapattığı için Kanal İstanbul’dan vazgeçmeyecektir.

  • İstanbul’u da aşan ve Türkiye sorunu olan bu rant barbarlığına İmamoğlu’nun direnişini ve çırpınışını selamlıyorum. Halk ve tarih bunu not edecektir.

MİLLETTEN ÜMMETE

Ümmet sözcüğü Kuran’da 64 yerde geçer. Siyasal İslamcıların ideal “ümmeti”, emperyalizmin güdümündeki uysallar topluluğu ve şeyhinin karşısında müridin, “gassal”ın önündeki ölü gibi olmasına inandırılan, iradeleri teslim alınmış zavallılardır.

  • Emperyalizmin İslam ülkelerindeki tarikatlara duyduğu aşk ve sağladığı kaynak, bunların beşinci kol olarak kullanılmasındandır.

Son yılların tarikat skandalları ve siyasal İslamcılığın cüretkâr adımları; halkın Anıtkabir’e dua ve rahmet dileğini şelaleye dönüştürdü, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına yönelimi artırdı.

  • “İslamcılar”, İslam’ı da mahvettiler.

Tarikat yurt ve dergâhlarında bitip tükenmeyen tecavüzler, bugün değilse yarın camileri, direkler ve meleklerle baş başa bırakabilir.

SON SÖZ

Anadolu halkı Atatürk’ün kapsayıcı tanımı ile üst kimlik olarak Türk’tür ve baskın olarak Kuran Müslümanı’dır.

Mısır, Fas, Tunus, Cezayir ve Libya gibi Araplaşmayı reddeder.

Ulusal kimliğini, devletini ve Cumhuriyetini seccadeli hırsızlardan koruyacağına ant içer.

  • Atatürk’ün ve Cumhuriyetin azılı düşmanları (!);
  • Ortaçağ sevdanız, püsküllü belanız olacaktır.

AÇLIK VE ADALETSİZLİKLE İKTİDARDA KALMAK

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Türkiye’nin içte ve dışta sıkışıklığı had safhada, dayanılır gibi değil!
Gerek demokratik rejimin kurum ve kurallarının AKP tarafından ters yüz edilmesi, gerek hukuksuzluk, gerek ekonomik tükenmişlik, büyük resmi gören ve yakın geleceği okuyabilen vatanseverlerin nefes almasını bile zorlaştırıyor!

AKP’ye göre ekonomi büyüyor!
Pandemi karşısında izlenen parasal ve kredi genişlemesi sayesinde, bu senenin ilk çeyreğinde “büyüme” göründü. Ama bu sahte büyüme hiç “İSTİHDAM” yaratmadı.
Yani, büyüme vatandaşa iş-aş olarak yansımadı. İşsizlik ve açlık artıyor.
Borcu borçla kapatmak artık çok zor! Dünyada borca en yüksek faizi veren biziz.
Yatırım yok, halka sosyal destek yok. Devlet Bankaları, yandaşlara milyarlarca lira kredi akıtıp tahsil edemezken, çiftçilerin traktörlerini haczediyor.

Esnafı, KOBİ’leri, Sanayicileri yüksek enflasyon, TL’nin değer kaybı ve yüksek faiz eritiyor.
Hukuksuzluk, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak, Anayasaya uymamak günlük olaylar haline geldi.
Milli değerlerimize, kurucumuza her gün darbe vuruldu, insanlar din ile aldatıldı…

İyi de, nasıl oluyor da AKP denen mafya ile iç içe geçmiş parti, hala %30 dolayında oy alıyor? Türk Milleti mazoşist mi, sadist mi oldu?
Kendisine eziyet edilmesinden zevk alan bir toplum mu olduk?

Dünyanın neresinde olursa olsun, AKP gibi yönetim sergileyen, şeriat soslu, yolsuzluklara batmış, mafyalaşmış bir partiyi o ülkenin milleti, tekme-tokat kovalar!

  • Neden AKP hala %30 bandında duruyor?

-Pandemi nedeniyle, anketler yüz yüze (Anketör-Vatandaş) yapılamıyor. Hepsi, telefon veya sosyal medya ile yapılıyor. İktidarın bilerek yarattığı korku iklimi vatandaşı gerçek kararını açıklamaktan alıkoyuyor. Zorunlu olarak iktidar bundan nemalanmaktadır.

AKP, haram para ile medyanın %95’ini satın aldı

Bir kısmını da devlet bankalarından kredilendirerek yandaşlarına aldırttı. Yani, Türk Milletinin yaklaşık %40’ının ülkedeki hırsızlıklardan, yolsuzluklardan, peş keşlerden, ülkemizin soyulmasından haberi yok. Çünkü bu kitle, gazete okumuyor, sosyal medyada yok, salt (a haber) seyrediyor. Üstelik sosyal yardım alıyor ve bu yardımı AKP’nin verdiğini zannediyor.

-Bu kitle, 2003-2008 arasında, dünyadaki nakit bolluğu nedeniyle AKP’nin akılsızca borçlanması ve borcu üretimde kullanmamasıyla, sanal bir refaha kavuştu. Banka kredileri, kredi kartları ile gelen bu bolluğun devam etmesini istiyor ve bunu AKP’nin yapacağına inanıyor.

-AKP’nin Siyasal İslamcılardan (Din üzerinden para kazanan) oluşan kemik oyu %8-%12 arasıdır. Kalan oyun tümüne yakını “Merkez Sağ” oylardır.
Bu oyların ne CHP’ye ne de İYİ Partiye gitmediğini her seçimde gördük.
AKP’deki bu emanet oyları DOĞRU Partiden başka kimse alamaz. Biz alırız.
Büyük Kongremizi tamamladıktan sonra bu gerçek görülecektir.

Son iki yılda, 3 milyon kişi daha yoksulluk sınırının altına düştü.
Bu sayı maalesef giderek artacak ve herkes artık denizin bittiğini, AKP’nin tükendiğini görecek. AKP’nin sıcak para ve inşaata dayalı büyüme modeli artık tıkandı.

Yapılması gerekeni bir daha söyleyelim                                  :

  • AKP ve MHP’nin bu soygun ve yıkım düzenine karşı olan tüm partiler,
  • STK’lar, aydınlar, gençler, kadınlar birleşip, silahsız Kuvayı Milliye Hareketiyle,
  • demokratik yolla AKP’yi yargıya ve tarihe emanet etmek.

Kurtuluş budur. Var mısınız?

Sağlık ve başarı dileklerimle, 23 Haziran 2021