Etiket arşivi: siyasal İslamcı AKP

ADD’den Basına ve Kamuoyuna YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ Çağrısı

BASINA ve KAMUOYUNA

NEREDEN NEREYE?

Akıl ve bilimden ayrılmayan namus ve liyakat esaslı yönetim anlayışı ile onca yoksulluk, yoksunluk, borç ve yıkıma karşın kısa sürede uçak üreten bir sanayi ülkesi ve kendini doyuran 7 ülkeden biri olan Türkiye’yi yaratan, iki Dünya Savaşı arası dönemin ve 1929 Büyük Buhranı’nın bütün kısıt ve zorluklarını aşarak gemiyi limana ulaştıran Cumhuriyet Halk Partisi; kurucusu Atatürk’ü çok erken yitirmesi talihsizliğine eklenen 2. Paylaşım Savaşı’nın yarattığı küresel yıkımın olumsuz etkisi altında girdiği 14 Mayıs 1950 seçimlerini, emperyal güçlerin İslam coğrafyasındaki tek Laik Cumhuriyeti güdümlerinde bir din devletine dönüştürme hedefleri doğrultusundaki (günümüzde BOP’la süren) çabalarının da katkısıyla yitirmiş, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiştir.

Ülkemiz 73 yıldır -kısa süreli birkaç koalisyon hükümeti dışında- genellikle Cumhuriyetimizin “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlanmış temel nitelikleri ve Aydınlanma Devrimleri ile sorunlu sağ partiler tarafından yönetilmektedir.

Son olarak 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin solsuz ve soluksuz bıraktığı ortamın ürünü olarak 2002 Kasım’ında iktidara gelen Siyasal İslamcı AKP; Cumhuriyet kazanımlarını geriletmiş, Laik Cumhuriyet düşmanı F. Gülen cemaatinin kamuda kadrolaşmasına olanak sağlamış, “mezardaki ölülere bile oy kullandırın” denilen 12 Eylül 2010 referandumunda yargıyı da aynı cemaate teslim etmiş, yargı ve emniyetteki cemaat kadrolarının kumpasları ile “Türk Ordusu’nun kafeslenmesine” ve 21. yüzyılda demokrasimizin darbe kalkışması ihanetine uğramasına neden olmuş, bastırılan bu hain girişimin ardından diğer tarikat ve cemaatlerle işbirliğini sürdürmüş, şaibeli 2017 referandumu ile rejimi değiştirerek fiilen uyguladığı ‘’Tek Adam’’ yönetimine hukuki meşruiyet kazandırmış, dış borç, yolsuzluk ve yoksullukta rekor kırmış, laiklik ilkesini ağır tahribata uğratmış, kuvvetler ayrılığını yok ederek demokratik hukuk devletini tarumar etmiş, selden yangına, salgından depreme yaşamsal önemdeki tüm sorunları yönetmede başarısız olmuş, ekonomiyi krizden krize sürüklemiş, ama yine de son seçimleri kazanabilmiştir.

NEDEN ?

Çünkü bu süreçte CHP; kuruluş felsefesinden, antiemperyalist özünden uzaklaşmış, Kemalist ideolojisinden utanır olmuş, kendi olmaktan vazgeçmiş, “Son 10 yılda en çok değişen parti biziz”, “30’ların CHP’si değiliz”, “Biz neyi terk ettiysek saray artık tam odur” ve benzeri söylemlerle başkalaşmış, hiçbir dahli olmayan kimi uygulamalar için yapılan -herhangi bir olumlu yanıt da alınamayan- “helalleşme” çağrıları ile zımnen mahkum edilmiştir. Bunlara ek olarak; solculuğu etnikçilik, demokratlığı mezhepçilik sanma cehaletine tutsak edildiği, Kemalizm’e “ırkçılık”, ulusalcılığa “faşistlik”, Atatürk’e “katliamcı” diyen gafillerle anılır olduğu için tabanında ciddi kırılmaya neden olmuştur. O kadar ki; tarihin ilk antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı meydanlarında doğmuş, kurulduktan 50 gün sonra devlet kurmuş “Atatürk’ün Partisi”; “Benim ömrüm CHP zihniyetiyle mücadeleyle geçti”, “Zamanı geldiğinde Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirebiliriz”, “Anayasadan Türklük çıkarılmalıdır”, “Türkiye’nin bugün Said Nursî modeline ihtiyacı olduğunu düşünüyorum”, “İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti 10 misli artırdı” diyen Laik Cumhuriyet karşıtları ile aynı potaya sokulmuş, içine bu sapkın görüşleri savunanlar doldurulmuş, hatta kimliği ile özdeşleşmiş Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirmeyeceğine dair protokol imzalamak zorunda bile bırakılmıştır.

Böylelikle CHP, iktidar seçeneği olmaktan çıkmış, diğer partilere benzemiştir.

Bu ortamda, “Millet İttifakı” adı ve “Dostlarımızla İktidar Olacağız” söylemiyle CHP liderliğince bir araya getirilen, ama CHP’nin hiçbir ilke ve değerini benimsemeyen, devamlılığı ancak CHP yönetiminin verdiği ödünlerle sağlanabilen “6’lı Masa”; bütün koşullar mevcut iktidarın aleyhinde iken bileşimindeki uyumsuzluk ve seçimlerin Anayasaya aykırı ve adaletsiz koşullarda (ki tüm uyarı ve çağrılara karşın “mağduriyet yaratmama” gerekçesiyle bunların hiçbirine itiraz edilmemiştir) yapılması yanında, süreçteki vahim hataları, son birkaç aydaki akıl almaz savrulmaları ve çok yanlış tercihleri sonucu hezimete uğramış, coşku ile sandıklara koşan geniş halk kitlelerini hayal kırıklığına uğratmıştır.

Bu arada masayı oluşturan partilerden 4’ü umduklarından fazlasını alıp mutlu olurken seçmeni ve tabanıyla hüsrana uğrayan tek parti CHP olmuştur.

Bu ağır yenilginin ardından doğal olarak güçlü ve haklı bir ‘’Değişim’’ talebi dile getirilmeye başlanmıştır.

NASIL BİR DEĞİŞİM?

Adını aldığı Atatürk’e, kurucularına, onbinlerce üyesine ve aziz milletimize duyduğu sorumlulukla “6’lı Masa”nın 28 Şubat 2022’de yayınlanan ilk “Mutabakat Metni”ne ilişkin eleştirilerini duyurduğu 02 Mart 2022 tarihli basın açıklaması ve gazete ilanlarından itibaren (başlayarak) seçime kadar geçen süreçte yüz yüze görüşmeler, basın açıklamaları ve gazete ilanları ile uyarılarını defalarca (kezlerce) yinelemiş bir demokratik kitle örgütü olarak bu soruyu da -bu kez duyulması dileğiyle- yine dostça bir uyarı ile yanıtlamak isteriz.

Öncelikle değişimden kastedilenin; sadece kişilerin, kurulların değil, onlarla birlikte politikaların da değişmesi, CHP’yi CHP yapan değerlere yabancılaşmanın son bulması, parti programına uyulması, süregelen yenilgilerin nedeni olan yönelişlerden, savrulmalardan kurtulunması olduğu görülmelidir.

Beklenen;

– Yıllardır uygulanan neoliberal politikalarla üretimden kopmuş, fabrikalarını, ulusal varlıklarının önemli bölümünü özelleştirmelerle yitirmiş, milyonlarca geçici sığınmacı ile demografik yapısı bozulmuş, etnik ve dini ayrımcılıkla kutuplaştırılmış insanlarımızın özlemlerine yanıt verecek

– Lider merkezli değil politikaların tabandan tavana oluşturulup örgütlerce halkla buluşturulduğu, parti içi demokrasiyi kurumsallaştıran, emeğin en yüce değer olduğu bilinciyle dünyaya bakan

– Emperyalizmi yenilgiye uğratan ilk ulusun çocukları olmanın özgüvenini taşıyan, gerektiğinde özeleştiriden kaçınmayan, yanlış gördüğünde eleştirmekten korkmayan

– “Yurttaş Hakkı” bilinciyle hukuk devletini kıskançlıkla koruyan, emperyalizmin mikromilliyetçilik ve mezhepçilik oyunlarına gelmeyen, etnik köken ayrılıkçılığını bütünleştirici ulus (millet) kavramı ile çözen, mezhep ayrımcılığını laiklik özgürlüğünde sorun olmaktan çıkaran, üniter ulus devlet yapısından ödün vermeyen bir Demokratik Toplumcu Değişim’dir.

NE YAPILMALI?

Ülkemizin acil gereksinimi; yeniden, laik, bilimsel eğitimdir.

Yeniden, 1921 değil, 1961 anayasasını esas alan demokratik hukuk devletidir.
Yeniden, kuvvetler ayrılığıdır.
Yeniden, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğüdür.
Yeniden, kadın-erkek eşitliğidir.
Yeniden, ulusal birlik ve iç barıştır.
Yeniden, sınır güvenliğidir.
Yeniden, toplumcu kamucu sağlık sistemidir.
Yeniden, bölge merkezli karşılıklılık esaslı onurlu dış politikadır.
Yeniden, özgür basın, özgür bilim, özgür sanattır.
Yeniden, kendini doyuran, yüksek teknolojili ürün üreten karma ekonomidir.
Yeniden, güçlü demokratik kitle örgütleri, güçlü sendikalar, örgütlü toplumdur.
Yeniden, gençlerimize fırsat eşitliği, iş güvencesidir.
Yeniden, kendi gücü ile kalkınacağına inanan millettir.
Yeniden, tarikat cemaat kuşatmasından kurtulmuş devlettir.
Yeniden, yarınlarına güvenle bakan Türkiye’dir

Kısacası, YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’dir.

Öyleyse CHP bir an önce; başarısı kanıtlı, günümüzde de geçerli olduğu yaşananlarla doğrulanmış, dünyaca örnek alındığı da pek çok yabancı devlet ve bilim insanı açıklamalarıyla ortada olan ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ yoluna girmelidir. (Bu bağlamda, 23 Nisan 2022 ve 23 Nisan 2023 tarihlerinde iki kez yayınladığımız, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerle paylaştığımız, diğer uyarılarımız gibi gazete ilanları ile de duyurduğumuz Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestomuz’un dikkate alınması talebimizi yineliyoruz.)

Yeni TBMM yapısına bakıldığında; önümüzdeki dönemde Laik Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyet kazanımlarımızı korumakta hepimize çok daha zorlu görevler düşeceği ortadadır. En önemli dayanağımız Atamız’dan miras ideolojimiz (Kemalizm), en değerli gücümüz Laik Cumhuriyet’in yetiştirdiği, Ulusumuz’un büyük çoğunluğunu oluşturan nitelikli insan kaynağımızdır. Bu dayanak ve güçle DEMOKRATİK TOPLUMCU DEĞİŞİMİ gerçekleştirmek umuda giden ilk adım olacaktır.

Saygılarımızla… 20.06.2023 (Cumhuriyet, arka tam sayfa, 21.6.23)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

28 Mayıs ve sonrasında Türkiye

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
26 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İki hafta önce cuma günü, 14 Mayıs’taki seçimde geleceğe ilişkin umudu yeşertmek için Erdoğan’a karşı oy vermemiz gerektiğini yazmıştım. Aynı cümleyi bugün, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimi için kuruyorum.

28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa her şeyin çok güzel olacağını hiç söylemedim; her iki aday konusunda da eleştirilerimi net olarak yazdım, okuyucularımı nesnel bir tavırla bilgilendirdim, gerçeği söylemeyi ertelemedim.

Yine öyle yapacağım.

ERDOĞAN KAZANIRSA…

28 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa…

Devletin televizyonu TRT’ye çıkıp “Ama montaj, ama şu, ama bu” diyerek rakibine iftira atmak için montajlanan bir videoyu kampanyasında kullandığını rahatlıkla söyleyebilen, gerçeği kolaylıkla saptırabilen biri cumhurbaşkanı olacak.

Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters diyen biri tekrar cumhurbaşkanı olacak.

Kadın cinayetleri ve cemaat yurtlarındaki tacizler için “münferit” diyen bir cumhurbaşkanı olacak.

Yıllardır sürekli olarak kullandığı nefret söylemleriyle toplumu kutuplaştıran bir cumhurbaşkanı olacak.

Beşli çeteler ceplerini doldururken batan ekonominin bedeli işçi sınıfının, emekçinin sırtına yüklenmeye devam edecek.

“Adalet Sarayı” denilen binalarda adaletin esamesi okunmayacak; yargının, aydınların ve ilerici kesimlerin, hak mücadelesi veren herkesin üzerindeki baskı artacak.

Siyasal İslamcı AKP ile Hizbullah uzantıları, aşırı milliyetçiler ve dinciler arasında kurulan ittifak, Türkiye’deki karanlığı daha önce görülmedik şekilde koyulaştıracak.

  • Emperyalizmin Türkiye’de kurduğu oyunun bir sonucu olan sığınmacı sorunu, şiddetlenerek sürecek ve Türkiye’nin varlığını tehdit eder hale gelecek.

Erdoğan kazanırsa, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen laik Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılında, Erdoğan’ın lideri olduğu Karşıdevrim Tarikatına teslim edilecek.

KILIÇDAROĞLU KAZANIRSA…

Kılıçdaroğlu seçilirse, 21 yıldır ülkenin üzerine çöken, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ürünü AKP’ye güçlü bir yanıt verilecek; yozlaşmış düzeni değiştirmek isteyen muhalefetin sesini duyurması için daha fazla olanak olacak.

Söz verdiği gibi ilk 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek söz konusu olacak.

Türkiye, Şahsım Devletinden çıkıp parlamenter sisteme ve hukuk devletine dönüş rotasına girecek.

Elbette tek bir seçimle tüm sorunları çözmemiz, ideal bir sistem yaratmamız olanaklı değildir. Millet İttifakı’na ve seçim sürecinde ortaya koydukları politikalara yönelik eleştirilerim aynı şekilde devam ediyor (biçimde sürüyor).

Kim kazanırsa kazansın, laiklik, tam bağımsızlık ve güçlü bir sol için verdiğimiz mücadele hızlanarak sürecek. Üstelik de karşımızda artık tarihin en sağcı Meclis’i varken!

Ancak son tahlilde (çözümlemede) 28 Mayıs için durum nettir:

  • Erdoğan’ın gitmesi için bir kez daha oy vermek ve sandıklara sahip çıkmak,
    her vatansever yurttaşın temel görevidir. 

Gün kararsızlık günü değildir!

Cesareti örgütlemek

SİYASET 22.01.2023, BİRGÜN

Siyasal İslamcı AKP’nin ülkeye nasıl el koyduğunu anlamak için, seçmen davranışlarını belirleyen temel etkenin değişimine de bakmakta büyük yarar var. Bu ülkede ABD ve NATO desteği ve yönlendirmesiyle son 70 yıldır izlenen dinselleştirme siyaseti; Cumhuriyetin modern, aydınlanmacı ve ilerici değerlerinin adım adım tasfiye edilmesi, insanların sınıfsal konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişkiyi kopardı. Yani insanlar, sosyal/ sınıfsal konumlarından hareketle ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla oy kullanır duruma getirildi. İnsanların sosyo-ekonomik konumlarıyla seçmen davranışları arasında negatif bir ilişki oluştu.

  • Sırf alnı secde görüyor diye kendi cellatlarına oy veren bir seçmen kitlesi oluşturuldu.

Siyasal tercihi belirleyen temel etken din, geleneksel kültür ve etnik duyarlılıklar oldu. Sonuçta yoksullar, kendilerini ezen efendilerinin arkasından gitmeye başladı. Giderek toplumsallaşan gönüllü bir kulluk yaratıldı. Aklı ve vicdanı özgürleşmemiş veya teslim alınmış kölelerin önüne sandık konulunca, onlar da kaçınılmaz olarak efendilerini seçti. Anımsayalım; AKP iktidara geldikten sonra seçim kampanyalarını genel olarak ekonomik-sınıfsal istemler çevresinde değil, daha çok kültürel değerler ve ideolojik talepler zemininde yürüttü.

YOKSULLUK ve KUTSAL DAVA

İçinden geçtiğimiz büyük ekonomik krize, yoksullaşmanın derinleşmesine, insan onurunu ayaklar altına alan sefalete karşın Erdoğan-AKP iktidarının oy oranı yaklaşık olarak %30 düzeyini koruyor. Bu durum gerçekten büyük bir şaşkınlık yaratıyor. Oysa nedeni basit, iktidarları her zaman tencere-mutfak metaforuyla ifade edilen yoksulluk, ekonomik krizler, yaşam pahalılığı vb. gibi gelişmeler değiştirmiyor. Bazen süreç tersine işler ve daha baskıcı ve faşizan yönetimlerle sonuçlanır. Çünkü, toplumlar krizlere ilerici ve devrimci çözümler üretemez ise, siyasal mücadeleler daha koyu bir gericilikle sonuçlanabilir.

Son 20 yıldır Türkiye’de de siyasal ve toplumsal süreçler böyle işledi. Çünkü, ortada esas olarak bir rejim tartışması vardı ve siyasete rejimi değiştirme iddiasıyla giren AKP, seçim kampanyasını da din, kutsal dava, milletin değerleri gibi temalar çevresinde yürüttü. Bunun karşısında liberalizmin etkisi altındaki sol ve ilerici güçler ise, ideolojik bir dağınıklık içinde ve bir yenilgi psikolojisiyle yer aldı. Daha çok ekonomik ve sendikal taleplerle sınırlandırılmış bir mücadele çizgisi izledi.

Daha önemlisi, solun bir kesimi, saldırılarını laiklik, cumhuriyet ve aydınlanmanın kazanımları gibi ideolojik ve kültürel alanda geliştiren İslamcı hareketin karşısına değil, yanında yer almak gibi büyük bir siyasi ahmaklık içine düştü. Liberal entelijensiya, bütün muhalefet alanını ve ilerici değerleri çürüttü. Cumhuriyetçileri ve solu pasifize etti.

Sonuç olarak, bugün kurtulmaya çalıştığımız dinci-faşizan cehennemin yollarını döşendi.

CESARETİ TOPLUMSALLAŞTIRMAK

Muhalefet ve sol, mücadelenin ideolojik ve kültürel bir alanda geliştiğini yeterince göremedi. Dolayısıyla, “fakirlik edebiyatı” üzerinden geliştirilen ve ekonomik talepler ekseninde seçim kampanyaları yürüttü. Ne cumhuriyet ne de laiklik etkin bir biçimde savunuldu. Toplumun AKP’ye oy vermeyen % 50’yi aşkın kesiminin aydınlanma değerleri çevresinde birleştirilmesi için etkili hiçbir girişimde bulunulmadı. İdeolojik ve kültürel mücadele alanı boşaltıldı. Toplum kendiliğinden direndi.

Buna karşılık AKP, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin yarattığı kaos (karmaşa) ortamından da yararlanarak toplumu dönüştürme ve sokağı terörize etme siyasetini yükselterek sürdürdü. İktidar olanaklarını kullanarak örgütlediği yasadışı çeteler ve SADAT gibi milis örgütlenmeleri aracılığıyla muhalif toplum kesimlerini tehdit etmeye başladı. Bu tehdit karşısında sürekli geri çekilen, pasifist bir tutum takınan muhalefet anlayışı, topluma güven veremezdi. Bu tutumun bir özgüven yıkımına yol açması kaçınılmazdı. Nitekim, öyle de oldu!

AKP’nin toplumda yarattığı korku ve umutsuzluk iklimi, muhalefet güçlerinin bu siyasal atmosferi değiştirme konusundaki beceriksizliği ve –hadi korkaklık demeyelim– tereddütleriyle (çekinceleriyle) birleşince, gerici hareketin kendisini olduğundan daha güçlü gösterdiği bir tablo oluştu. Ülkede, eğer Mahir Çayan’ın geliştirdiği özgün kavramla ifade edersek, bir tür “suni denge” ortamı oluştu. Korku ve kötülük giderek yayıldı, örgütlendi ve toplumsallaştı.

Çetelerin kol gezdiği, düzenin mafyalaştığı, yasaların askıya alındığı, kuralsızlığın hüküm sürdüğü, adalete inancın kalmadığı bir ülke ortaya çıktı. Liberallerin paha biçilmez desteğiyle (!)  gelişen bir umut krizi, yenilmişlik duygusu ve korku atmosferi bütün toplumu içine aldı. Eski çürüyor, ama yeni olan doğamıyordu. Dönem canavarların zamanıydı.

UMUT KRİZİNİ AŞMAK

İşte bu dönemin artık sonuna gelindi. Cumhuriyeti imha eden İslamcı hareket, yerine yeni bir rejim ve düzen kuramadı. Buna görgüsü, bilgisi, birikimi, insan kaynakları, geleneği, ideolojik donanımı, müktesabatı (birikimi) yetmedi. AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler değişti.

Tabloyu kabaca şöyle özetleyebiliriz :

Yalnızca geniş halk kesimleri, emekçiler, sol ve cumhuriyetçiler için değil, hemen her kesimde “bu kadar yeter” duygusu yerleşmeye başladı. Büyük sermaye ve Batılı güç merkezleri için de durum pek farklı değil. Belli ki, Batı ve sermaye bütün kirli işlerini gördürdüğü ve artık işine yaramayan, dahası kendileri için bir istikrarsızlık kaynağı oluşturan İslamcı iktidar ile daha çok gitmek istemiyor. Ancak, sermayenin ve Batı’nın iktidara taşıdığı İslamcılar da ele geçirdikleri gücü bırakmak niyetinde değil. Çünkü, rejim değişikliğini tamamlamak ve geleceklerini güvencelemek istiyorlar. Bugün yaşanan şiddetli siyasal gerilimin temelinde bu durum yatıyor.

İslamcı hareket, düşük yoğunluklu da olsa bir dinci-faşist ya da faşizan rejimin kuruluş sürecini tamamlamak istiyor. Bu amaçla iktidarı yitirmemek için her şeyi yapacağı anlaşılıyor. Bu bağlamda, 2023 seçimleri ülkenin yazgısının yeniden belirleneceği kritik bir eşik özelliği kazanıyor.

Sonuç olarak                    :

  • Seçimlere doğru giderken yapılması gereken şey;
  • Topluma güven vermek ve AKP iktidarının yıkılabileceğini göstermektir.
  • Umut krizini aşmaktır.

Bu amaçla, “ideolojik saflığı” korumak gibi bir kaygıyla hareket etmek yerine, dönemin maddesine ve ruhuna uygun bir mücadele çizgisi geliştirmektir.

İyiliği ve cesareti örgütleyip toplumsallaştırmaktır.

Yakın ve vahim (ürkünç) tehlikeyi yenilgiye uğratacak bir siyasal taktik izlemektir.

Küçük hesapları bir yana bırakarak, İslamcı-faşist cephenin karşısına, “tek aday” diye kodlanan ve yaşam içinde geliştirilecek bir “halk ittifakı” ile çıkmayı başarmaktır.

Cumhurbaşkanı adaylığı için türban şantajı

30 Aralık 2022 Cumhuriyet

“Kemal Bey’in adaylığının olmazsa olmaz bir koşulu var. O da başörtüsüne özgürlük diye duyurulacak referanduma CHP’nin ‘evet’ demesini sağlamak. Eğer bu referanduma CHP ‘hayır’ derse o zaman çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bu referanduma giderse, yani 400’ün altında kalırsa, bunu iki ay önce getirir referandum %80 ile geçer, bu rüzgâr Erdoğan’ı acayip bir yere götürür veya aynı gün sandık gelir, başörtüsüne özgürlük diye mührü basan, döner gider Erdoğan’a da basar. CHP’nin bu referanduma ‘evet’ demesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu bunu başarırsa oyun kurucu hale gelir.” 

Bunları söyleyen kişi, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun danışmanı Bilgehan Uçak adlı kişi. Katıldığı bir söyleşide dile getirdiği bu sözlerin yer aldığı videoya Twitter’da rastladım. Baktım ki daha önce bu şahsın hesabını engellemişim.
***
Sonra hatırladım… Geçen yıl Türkiye’de “liberaller” diye anılan grubun cemaatleri sivil toplum kuruluşu diye öne çıkarmalarından sonra bu köşede “Bu kadar dönüşe mide dayanmaz” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Orada adı geçmemesine karşın alınmış olacak ki, varlığından bile haberdar olmadığım bu kişi, İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri adlı kitabımı kötüleyen tweet’ler atıp “Hayvanların korunması için çalışın, bu konuları anlamamışsınız. Et yememek iyi olabilir ama kâğıt israfını da düşünün” diyerek acınası paylaşımlar yapmıştı. Benimle herhangi bir siyasal konuda tartışmayı beceremeyenlerin, lafı hemen vegan olmama getirmesi ise tipik bir yetersizlik göstergesi…

“Hem hayvanları korurum hem de Mülkiye’de siyaset bilimi dalında yüksek lisans yapan biri olarak bu konuda yazarım. O kitaba konu olan tezim Korkut Boratav, Taner Timur ve Sina Akşin’den oluşan bir jüriden onay aldı; sizden almasa da olur” diye yanıt verince paylaşımlarını silmişti.

İşte bu kişi, AKP’nin türban teklifine “hayır” demenin Allah’ın emrini reddetmek olacağını söyleyen Davutoğlu’na danışman olmuş. Şaşırmadım tabii. Ne de olsa siyasal İslamcı AKP ile “liberallerin” ortak bir geçmişi var. Ne de olsa bugünlere o işbirliği yüzünden geldik. Ne de olsa bu grupların ortak noktası, Cumhuriyet Devrimi’ne düşmanlık.
***
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda Davutoğlu da söz konusu danışmanı ile aynı görüşü paylaşıyor mu bilmiyorum ama böyle bir şantaj kabul edilemez. Danışman, sözlerinin çarpıtıldığını söyleyerek kendini savunmuş ama duyduklarım gayet açık.

  • Her şeyden önce AKP’nin türbanla ilgili anayasa teklifi anayasaya aykırı. 

Bu konuda daha önce birkaç kere ayrıntılı olarak yazdığım için bu yazıda onları tekrarlamayacağım. Ancak danışmanın sözleri konuyu kavrayamadığını da gösteriyor. Israrla “Kılıçdaroğlu referanduma evet demeli” diyor, oysa Davutoğlu günlerdir medyaya beyanatlar verip “Başörtüsünü referanduma götürmek toplumsal barışa vurulacak en büyük darbedir” diye konuşuyor. Danışman herhalde, referanduma gitmemesi için anayasa değişikliğine evet denmesi gerek demeye çalışıyor ama o kadar anlatabilmiş işte…
***
Bu konuda Davutoğlu’nun söylemediği çok önemli bir madde var. Anayasaya göre, anayasa değişikliği kanunu TBMM üye tamsayısının en az üçte ikisiyle kabul edilmiş ise cumhurbaşkanının onay, halkoylamasına sunma ve geri gönderme olmak üzere üç değişik yetkisi var. 

AKP yetkilileri, anayasa değişikliği teklifi 400 oyla geçerse referanduma gitmeyeceklerini söylüyorlar ancak bundan asla emin olunamaz. Bu tuzağa hiçbir muhalefet milletvekili düşmemeli.

Türkiye’nin bir hukuk devleti olması isteniyorsa;

  • Anayasaya açıkça aykırı,
  • Laikliğe ve kadın haklarına büyük bir darbe indirecek bir değişikliğe
    şantajla evet denilemez.
  • Temel hak ve özgürlükler ile laiklik, referandum konusu yapılamaz.
  • Tek bir inanca ayrıcalık tanınamaz.
  • Devlet, kamu hizmetleri açısından cinsiyetler arasında ayrım yapamaz.
  • Medeni Kanun’a aykırı düzenlemelere evet denilemez!