Etiket arşivi: Silivri Zulümhanesi

Silivri zindanı önünden tarihsel görüntüler, 8 Nisan 2013


Dostlar,

8 Nisan 2013 günü, Silviri zulümhanesinde yıllardır tutsak alınan,
5-6 yıldır hükümsüz tutuklu “yargılanan” (?!) yurtseverlere destek için oradaydık..

13 Aralık 2012’de de.. Zaman zaman sitemizde bu konulara yer verdik..

Şimdi söze çok yer bırakmayacak biçimde fotoğraflar sunacağız..

İlk fotoğraf aşağıdaki gibi :

  • Örgütlü halkı yenecek hiçbir güç yoktur!..

Orgutlu_halki_yenecek_hicbir_guc_yoktur

Silivri 1

Silivri 3

Silivri 4

Silivri 5

Ve Jandarmanın değil, çevik kuvvetin gaz bombaları yağmaya başlıyor..

O soğukta ve yağmur altında basınçlı su eşliğinde elbette..

Halkı yıldıracaklar güya!?

Yürekli katılımcılar gaz bombalarının üzerine basıyor ve çamurlaşmış toprağa gömerek boğuyor..

Polisler hiç hazır değiller bu beklenmeyen çoook akıllı refleksle savunmaya!

Silivri 6

Silivri 7

Veeee yüzlerce metrelik 2-3 sıra kademeli, ihale ürünü barikatlar “halkın” ayakları altında..

Silivri 8

  •  Hedef tam bağımsız Türkiye!

Yani emperyalizmin isteminin tam tersi!

Silivri 9

  • F tipi; Devletin polis gücünü ülkenin halkının üstüne düşmanca sürüyor..

Bu tutum ne getirir?? Ayrışma, çatışma giderek iç savaş ve bölünme değil mi??

Bunun farkındalar mı sahnedeki taşeron aktörler??
Aldıkları -dış- talimatın sonucunu düşünebiliyorlar mı??

Silivri 10

İçişleri Bakanı Muammer Güler lütuf buyurarak açıklıyorlar :

Toma’lar şebeke suyu püskürtüyor..

Daha önce söylentiler çıktı.. kirli su ve kum içeriyor .. diye..
Tam bir dehşet ve insanlık suçu! Şecaat arzederken  sirkatin söyleme örneği..

Kolluk orantısız güç kullanıyor, hukuk dışına çıkıyor.. Amaç açık gözdağı, sindirme!

Silivri 11

Geri çekilme emri alana dek,

  • Halkın emperyalizmin pençesinden kurtarmaya çabaladığı TSK’nın,

İçişleri Bakanlığı emrindeki kolu Jandarma ordusu da basınçlı suyla
“kurtarıcısını” sulamayı sürdürüyor.. Ne hazin bir ironi..

Bir de, Silivri zulümhanesi Jandarma bölgesi. Hangi yasal yetkiyle
Jandarma geri çekildi ve polis öne sürüldü? Üstelik EMASYA Protokolü,
AKP’nin korkusuyla (asker fobisiyle gerçekte!) kaldırılmışken..
Aman asker bulaşmasın..
Polis emir kulumuz nasılsa..

Silivri 12

Aziiiiz halkımız direniyor..

Barikatlar ayaklar altında.. Çoook sayıda insan o soğukta sırılsıklam ve de
gazdan etkilenmiş durumda.. Ama insanlar daha da bilenmiş olarak görevde..

Amaç zindanı basmak değil..
Bu gidişle oraya da gidebilir.. Bastil örneği 1789 tipik..
Halkın meşru direniş hakkı bağlamında literatürde kabul görüyor..

Yurtsever tutsaklara destek ve mahkemeden (Özel yetkili diyorlar!) adalet istemek..
Çünkü mahkeme hükmüne, “Türk milleti adına..” diye başlayacak..

Vee direnen halk kazandı..

Son söz, ilk sözün aynısı :

Orgutlu_halki_yenecek_hicbir_guc_yoktur

Türkiye’nin sağduyuya ve dinginliğe çok gereksinimi var..

Gerilimin tırman(dırıl)ması çok tehlikelidir ve bedeli yüksektir.

Ülkemiz bu tabloyu hak etmemektedir.

En büyük görevlerden biri, AKP’nin yurtsever yöneticileri ve özellikle de milletvekilleridir.
Susan dilsiz şeytandır.

Artık her-kes ülke barışı ve birliğinden – bütünlüğünden yana aktif taraf olmalıdır.

Türkiye bu deli çemberini de kıracak ve yoluna devam edecek..

Büyük ATATÜRK böyle yazdı, öngördü :

– Benim ölümlü bedenim elbet bir gün toprak olacaktır ama

TÜRKİYE CUMHURİYETİ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR !

Sevgi ve saygı ile.
11.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bir Tıp Öğrencisinden E. Org. Ergin Saygun Paşa Dramının Yorumu


Dostlar
,

Ankara Tıp Fak. Dönem 3’ten değerli öğrenci arkadaşım Sevgili Arda Civelek,

E. Org. Ergin Saygun Paşa‘nın cezasının sağlık koşulları nedeniyle infazının ertlenmesi bağlamında “tahliyesi” (cezasının kaldırılması anlamında değil..
Buna ancak Cumhurbaşkanı yetkili.. Paşa ileride “cezasını çekecek düzeyde iyileşirse” yeniden hapse konabilecektir!) yazımıza biir yorum yazmış..

21 yaşlarında bir Türk gencinin yorumunun sitemizde arkadüzlemde (background) kalmasına gönlümüz razı olmadı..

Bu yazı okunmalı, paylaşılmalı. Kendisinin izniyle aşağıya alıyorum..

Aşkolsun sana çocuk, aşkolsun!

Sevgi ve saygı ile.
10.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Arda CİVELEK

Arda_Civelek_portresi

“Kurtla birlikte olur kuzuyu yer; koyunla birlikte olur kuzuya ağlar.”

Gün geçmiyor ki Sn. Başbakan yaptığı manevralarla bizi şaşırtmasın, Türkiye’nin gidişatı hakkındaki görüşlerimizi alt üst etmesin. Alışılageldiği üzere yine bu tür bir hareketle Ergin Saygun Paşa’yı hastanede ziyaret etti. Bize de bu ziyaretin içinde barındırdığı gizleri anlamak düştü.

Yazıda savunacağım fikirlerin nasıl eleştirileceğini tahmin ettiğimden, öncelikle
Ergin Paşa halen cezaevindeyken kendisi hakkında, kızı Ece Saygun’un tuttuğu bloga bıraktığım iki notu paylaşmak istiyorum. Notlar sırasıyla geçtiğimiz yılın 10 Haziran ve 22 Eylül 2012 günlerine aittir:

Sevgili Ece Hanım;

Blogunuzu, Vardiya Bizde’nin Facebook sayfasında gördüm ve karmaşık duygular içinde okudum. Tıp fakültesinde okumaya, tercih döneminde annemin geçirdiği kısa bir taşikardi atağı üzerine karar vermiştim: ben kalp krizi geçiriyor zannedip çıldırmanın eşiğine gelmiştim ve kendisi de doktor olan annem bile beni teskin edememişti.

Babanızın -ki bir subay çocuğu olarak kendisini Ergin Amca olarak anmak isterim-
sağlık durumunu, eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, şimdinin CHP MV Dr. Aytun Çıray’ın katıldığı bir televizyon programında dinledim. Mitral kapak değişikliğinden vertebrobaziler yetmezliğe, diabetes mellitus’a dek son derece riskli bir medikal tablo içinde, Ergin Amca’yı bu koşullarda yaşamda kalmaya mahkum kılan vicdanı imgelemeye (tasavvur etmeye) çabaladım ancak başaramadım. Bu, gerçekten yalnızca derin bir “kin” ile açıklanabilir. 50 yıla yakın asker üniforması giymiş, devleti en üst düzeyde teslim etmiş, bunca sağlık sorunu olan birini “kaçabilir, kaçırılabilir” kuşkusuyla cezaevine koymak nasıl bir saygısızlık, nasıl bir vicdansızlıktır? Neyin intikamını almaya çalışıyorlar? Bir tümamiralimizin avukatına savcı “Siz Yassıada’yı bilir misiniz?” diye sormuş. Anlaşılan o ki yarım yüzyıl öncesinin intikamını almayı görev (misyon) edinmiş bir anlayış iş başında.

Babam emekli bir subay, Kuleli Askeri Lisesi’nde ilk kez giydiği üniformayı neredeyse 35 yıl üzerinde taşıdı. Talihliyiz ki, özgürlüğü elinden alınmadı. Alınabilirdi de, çünkü tutuklama gerekçelerinin iler tutar yanının olmadığını hepimiz biliyoruz. Bugün yaşananları gördükçe, acaba bir askerin ve ailesinin çektiği sıkıntılara değer miydi diye soruyorum kendime… Babam yurtdışı görevlerine gitmeye, NATO tatbikatlarına katılmaya ben henüz konuşmayı öğrenemediğim sıralarda başlamıştı. Annem hastanede nöbet tutarken, gecenin bir yarısı hastası telefon edince palas pandıras evden çıkarken, ben bakıcımla büyüdüm. Öyle ki, Bulgar göçmeni olan bakıcım sayesinde az daha Elveda Rumeli karakterlerinin şivesiyle sökecektim Türkçe’yi…

Güneydoğu’ya gitti sonra, en karışık zamanlarda, izne gelmek için konvoyla havalimanına giderler, annem evde hop oturup hop kalkar, haberlere bakmaya korkarız. Terör örgütünün saldırısında yaşamını yitiren subayın adını söylemek üzereyken spiker, zaman yoğunlaşır, bakışlar donuklaşır, korku elle tutulabilir hale gelir.
Bakıyorum da, ergenlik öncesindeki 12-13 yılımın birçoğunda babam hep meşgulmüş.

Bir cenah var ki ülkede, TSK’ya saldırmayı görev edinmiş. Neymiş efendim,
GATA keyfiymiş! O gazeteciyi tanıyoruz, dezenformatif ve misenformatif eserlerini,
incir çekirdeğini doldurmayacak fikirlerle bezeli makalelerini, mensubu olduğu “oluşum”u, “hizmet” aşkıyla yanıp tutuşan yüreğini… Ve bunlardan çok var, ne yazık ki çok var.

İnanın yüreğim sıkışıyor, onun için de daldan dala atlıyorum sürekli. Gece yastığa başımı koyunca aklıma Silivri geliyor, Hasdal geliyor. Bu ülke bu duruma nasıl geldi?

Ece Hanım, dillere pelesenk olmuş şiirlerden alıntı yaparak, bugünlerin sonunda yeniden aydınlığa çıkacağımız umudunu paylaşmak yerine, sağlam bir öngörümü paylaşmayı yeğliyorum: Bu bir umut değil, bir gereklilik, diyalektiğin bir sonucu, bu etki tepkisiz kalamaz ve kalmayacaktır. Bugün üzgünüz, hepimiz farklı ölçülerde acı çekiyoruz, öfkemizi içimizde biriktiriyoruz ve yumruklarımızı sıkıyoruz. Bu ülkenin
en güzel insanlarının yaşamlarından çalınan yılların telafisi nasıl yapılacak, bilmiyorum. Hesaplar sorulacak, ama yitirilen yıllar? Hatta yaşamlar, Yarbay Ali Tatar gibi
onur intiharları, onların geride bıraktıkları?

Lütfen Ergin Amca’yı benim için öpün ve en içten selamlarımı iletin kendisine. Sıkıntısını paylaşan bir kişi daha var, huzura ermesini dört gözle bekleyen…
Hepinize sabır ve güç diliyorum. (10 Haziran 2012)

Sevgili Ece Hanım;

Blogunuza ikinci kez yazıyorum. İlkinde, 10 numaralı girinizin altında duygularımı paylaşmıştım ve o satırları yazarken, hakkında konuştuğum şeyin tassavur edilemeyecek ölçüde zor bir deneyim  olduğuna ikna olmuş, bir yandan elimden geldiğince sizi teskin etmeye çalışırken, öbür yandan kendi kendime
“Bundan kötü ne olabilir ki?” diye soruyordum. “Balyoz” gibi bir cevap aldım bu soruma, şimdi duygularım öncekinden daha da yoğun, umutlarım daha da zayıf,
Perşembe gününden beri çökmüş durudayım.

Adalet marketlerde satılan bir ürün olsaydı, üretici firma hukuksal olarak ürünlerinin üstüne “Çocukların kullanımına uygun değildir.” yazmak zorunda olurdu bence.
Sekiz yaşında bir çocuk yanında anababası olmadan “bir paket adalet” almak istese, kasiyer tarafından engellenmesi çocuğun ve ailesinin yararına olurdu. Çünkü adaletle oynamak, kibritle yahut fare zehriyle oynamaktan bile daha tehlikelidir. İnsan kibritin de, fare zehrinin de tehlikeli şeyler olabileceğini büyüdükçe anlar; ama, adalet ile oynamanın tehlikesini anlamak için yaşlanmaktan çoğu gereklidir: onur ve şeref gibi şeyler örneğin, bir de vicdan doğallıkla. Öyle bir durumdayız ki; fare zehrini bir tür yiyecek sanıp tüketebilecek yahut evi kibritle tutuşturabilecek bir çocuk bile, uygun bir dille bu saçma davada dönenleri dinlese ve kendisinden karar verilmesi istense,
en basitinden bir kişinin hem deniz altında hem deniz üstünde olamayacağına
kanaat getirip düzgün bir karar verebilirdi. Çünkü bir çocuk, az önce saydığım erdemler bakımından, kalemi elinde tutanlara göre çok daha zengindir. En azından temiz ya da daha az kirlenmiş bir vicdanı, kin gütmeyen bir kalbi vardır.

Şaşırarak fark ettim: blogunuzun adını -l5f6- üzerinde düşünmeksizin adres çubuğuna giriverdim; halbuki burayı ziyaret edişimin üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmişti ve bu süre içinde belleğimde l5f6 kodunu kenara itebilecek bir yığın şey birikmişti.
Meğer l5f6 sandığımdan daha güçlü biçimde kazınmış belleğime, elbette harf veya numaraların arasındaki ilişkiden değil, bana çağrıştırdıklarından: onurlu bir meslek yaşamı, devlete hizmet, emeklilik… bir iftiranın muhatabı olma, “kaçabilir” kuşkusuyla görevlilerin gözetiminde ordan oraya sevk edilme, koca bir ömrün adandığı millet tarafından aptal bir futbol maçı kadar bile önemsenme… Sanıyorum listeyi uzatmayıp keyfinizi daha da kaçırmamam yerinde olacak.

Sanmayın ki buraya bunları yazarak yalnızca üzüntülerimi paylaşıyorum. Bakmayın umutlarım daha zayıf falan dediğime de, eğer bizler umudumuzu yitirirsek her şey biter. Bugün uygun yerlerine yakacak kına yetiştirmekte güçlük çeken demokrasi havarilerinin suratlarındaki gülümsemeyi görmeye devam etmek, cehenneme kaçak kat çıkıp oturmak kadar azap verici bir durum benim için.

  • İşleri rayına sokmak da boynumuzun borcu.

Kararın açıklandığı sırada duruşma salonundan ağlayarak çıkan kadın annem olabilirdi, şu anda O’nu teselli etmeye çalışan kişi de ben olabilirdim. O uçsuz bucaksız subaylar listelerinde babamın adı da yazılı olabilirdi. Ortada bir suç olmadığı için suçlanan kişilerin torbaya atılmasının bir standardı da yok sonuçta. Bundan ötürü, duyarsızlık, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık mahallemize uğramayacak.

Bugün yaşadıklarımızı anlatan belgeseller çekilecek, kitaplar yazılacak gelecekte.
Yeni bir Attila İlhan çıkacak, tıpkı selefinin 1940′ları “40′ların Karanlığı” diye andığı gibi, bugünleri anacak. Diziler çekilecek, o günün çocukları anne babalarına -yani
bizim kuşağımıza- “Gerçekten oldu mu böyle şeyler?” diye soracak. Muhabirler her
21 Eylül’de, o zamana dek çoktan dönüştürülmüş Silivri Zulümhanesi’nde haberler yapacak, o gün TV karşısındakiler VTR’leri izlerken içlerinde bir sıkıntı hissedecekler. Kısacası, bugünler geçecek. Tolstoy, “En kuvvetli savaşçılar sabır ve zamandır.” demiş. Güç onlarda olsa da hala biz haklıyız. Size sabır ve güç diliyorum.
Kucak dolusu sevgiler… (22 Eylül 2012)

****************************

Ergin Paşa’nın tahliyesine ne denli sevindiğimi bu iki nottan anlayabiliriz.

Bildiğiniz gibi, son aylarda “Ne şiş yansın, ne kebap!” felsefesini ilke edinen
Sn. Başbakan, hem ulusalcıların, hem de ayrılıkçı Kürtlerin gönlünü hoş tutabilmek adına büyük bir çaba gösteriyor. Eh, yolun sonunda tüm bu çabalara değecek bir havuç var sonuçta: Başkanlık!

Yeni anayasayı Meclis’ten geçirebilmek için BDP’ye, Başkan seçilebilmek için milliyetçilerin desteğine gerek duyuyor Sn. Başbakan. İşte bunun için televizyonlarda uzun tutukluluk sürelerini eleştiriyor, tahliye çağrıları yapıyor; hatta bununla kalmayıp, başında bulunduğu hükümeti cebir kullanarak devirmeye teşebbüsten yargılanmış ve 18 yıl hapisle cezalandırılmış emekli bir orgenerali hastanede ziyaret ediyor.
Ama, bu noktada adama sorarlar:

Siz değil miydiniz, sizi karşılamak için ayağa kalkmayan korgeneral için
“bedelini ödedi, yerini buldu” diyen?

Siz değil miydiniz, Silahlı Kuvvetler içindeki çetelerle savaşa savaşa bugünlere geldiğinizi iddia eden?

Siz değil miydiniz bu davaların savcısı?

Sizin bakanlarınız, “İyi ki bunlarla savaşa girmemişiz.” demediler mi
esir subaylarımız için?

Sizin partinizin mensupları değil miydi “Ordu bağırsaklarını temizliyor.” diyen?

Bu liste uzatılabilir, çünkü AKP’de tepeden bir çıkış geldiğinde o çıkışın yankıları partinin her düzeyinden duyulur.

Ha, bir de Sn. Cumhurbaşkanımız… Kendisi Türkiye’de, Anayasa’nın ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca, bir tutuklunun – hükümlünün sağlık – yaşlılık nedenleriyle cezasını affetme / infazını erteleme yetkisiyle donanmış tek kişi değil miydi? Ee, Ergin Paşa’ya geçmiş olsun dileklerini ileten Cumhurbaşkanı, adam enfektif endokardit olmadan önce nerdeydi? Yoksa haberdar mı değildi sağlık durumundan? Benzer duyarlığı Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ve E. Tuğg. Levent Ersöz için de gösterecek mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi, Türk halkını unutkan bellemiş olabilir.

Eh, bu değerlendirmede kullandıkları insan profilini kendi seçmen portföylerinden seçtilerse onları suçlamak yersiz olur! Ama bizler, Atatürk Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği kuşağın torunları olarak; bu ülkenin, bütün Atatürkçü değerlerle bezenmiş, “Türk’üm!” demekten haz duyan insanları olarak kimi şeyleri kolay kolay unutmayız. Şehit Yarbay Ali Tatar’ı, Şehit Albay Abdülkerim Kırca’yı,
yıllardır subaylarımıza, aydınlarımıza çektirilen ızdırapları u-nut-ma-yız!

Benim asıl eleştirim Saygun Paşa ve ailesine: Kendileri tüm bunlardan haberdar
değil miydiler ki, Sn. Başbakan’ı güler yüzle karşılayıp, aylardır süregelen PR çalışmasına alet oldular? Neden, “Şimdiye dek nerdeydiniz?” diye sormadılar? Kendisini kibarca reddetmek, babalarının ziyaretçi kabul etmediğini bildirmek
çok mu zordu?

Dün Ankara’daki Sessiz Çığlık eyleminde edindiğim izlenim, tutsak subayların ailelerinin, deyimi yerinde ise, “olası bir Büyük Takas“a sıcak bakmadıkları,
iktidardan gelen açıklamaların içtenliğine inanmadıkları yönündeydi.
Umarım yanılmıyorumdur.

Sn. Mine Kırıkkanat’ın dediği gibi:

  • “Merhamete gelen kasabın bıçağını yalamak bizim kitabımızda yazmaz.

Saygılar sunarım…

Arda CİVELEK
10.2.13

Avrupa Kooperatif Üniversitesi


“Sevdiklerinizi gömmeyin,
organlarını bağışlayarak onları onurlandırın.”
 

Prof. Dr. Alihan Gürkan

Dostlar,

Muğla Üniv.’den emekli Sayın Prof. Dr. Ayhan Çıkın hocamız önemli bir derleme yapmış..

Bizim önümüze “En önemli sorununuz Kürt sorunudur” diye içeriden ve dışarıdan dayatılırken, dışımızdaki dünye nelerle meşgul..

Bu arada özellikle balonlaştırlan gündemle (3 PKK’lının cenaze töreni ve
Mehmet Ali Birant‘ın ölümü) Silivri Zulümhanesi unutturulmak isteniyor.
Bir de 7 ilde yeni bir baskın dalgası ve ilerici avukatlar da dahil kapsamlı gözaltı..

  • Kooperatifler ülkemiz için yaşamsal önemde..

Gazi Mustafa Kemal Paşa da işin bilincinde ve Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği‘nin kurucusu. Silifke Şubesi’nin de 1 sayılı üyesi..

Yüce ATATÜRK, 30.6.1936’da Silifke Tekir’de ilk Tarım-Kredi Kooperatifini kurarak kendisi 1 sayılı üye olmuş ve özellikle yoksul köylüyü, çok sınırlı gücünü
biraraya getirmek üzere Kooperatif örgütlenmesine teşvik emiştir.

Sakın kimse Kooperatiflerin komünist icadı olduğunu savlamaya kalkmasın.

Bu dayanışma birimlerinin -kooperatiflerin- anavatanı İngiltere ve kuruluşu
21 Aralık 1844!

21 Aralık, Rochdale Haksever Öncülerinin İngiltere / Manchester’da 1844’te kurdukları tüketim kooperatifi ile ekonomide yarattıkları soylu devrimin yıl dönümüdür. AB ülkeleri, günümüz kalkınmışlık düzeylerini başta sömürü olmak üzere başlıca kooperatiflere borçludurlar.

Uluslararası platformlarda kooperatifin kabul görmüş 2 tanımı var :

Birincisi Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin (ICA) kuruluş kurallarında yer alan tanımdır. Buna göre;

  • Kooperatifler; kişilerin karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan girişimlerinin, üyelerinin ekonomik ve sosyal gelişimi için kullanıldığı örgütlerdir.

2. tanım da ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) kararlarında yer almıştır :

  • Kooperatifler; kişilerin gönüllü olarak belli ortak bir amacı gerçekleştirmek için oluşturdukları, gerekli sermayeye eşit koşullarda katıldıkları,
    üyelerin aktif girişimlerindeki kâr ve risklerin adil olarak paylaşıldığı
    demokratik denetimli örgütlerdir.

Anlaşıldığı gibi, kooperatiflerin 2 temel yönü bulunmaktadır;
hem sosyal, hem ekonomik birimlerdir. Bize göre de, kooperatif hareketin
en temel özellikleri, yurttaşların örgütlenme ve dayanışma gereksinimlerine
yanıt vermesidir.

Ayrıca BM geçtiğimiz yılı, «2012 Dünya Kooperatifçilik Yılı» olarak duyurmuştu.

Bu bağlamda ülkemizin 2 temel alanda daha ülke düzeyinde örgütlenmiş Kooperatifleşmeye gereksinimi var :

1. Sağlık Kooperatifleri

2. Eğitim Kooperatifleri

İlki özellikle piyasalaştırlıdı giderek erişilmez, bedeli ödenemez olmakta; SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM Masalının balayı dönemi bitti..

İkincisi ise, piyasalaştırlmaya ek olarak bir de özellikle 4+4+4 ile dincileştirldi.

Her iki küresel güdümlü saldırıya direnmenin yollarından biri bu koooperatifler.

Ama sorun gündemde değil ne yazık ki!

Niçin ??

Bu konuyu tartışmamız gerek..

Prof. Ayhan Çıkın, “takma kalbi” ile 10. yılında, web sayfasında aydınlanma çabasını azimle sürdürüyor. Kendisine şükran borçluyuz. Bu yüzden de bu dosyamızın en üstüne organ aktarımı ile ilgili bir öneri koyduk; yineleyelim :

  • “Sevdiklerinizi gömmeyin,
    organlarını bağışlayarak onları onurlandırın.”

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 19.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Avrupa Kooperatif Üniversitesi

Avrupa Kooperatif Üniversitesi (AKÜ), “kooperatif kolejleri birliği” aracılığı ile geliştirilmiş bir proje birliğidir.

Avrupa Kooperatif Üniversitesi (AKÜ)[1],[2], 2003’de kurulmuş açık bir Avrupa internet ağıdır.

Bu ağ içinde kooperatif kolejlerinin tüzel kişilikleri ile gerçek kişiler toplanmıştır. Amacı, sosyal girişimciler tarafından gerçekleştirilen üretim, sermaye birikimi (capitalisation) ve bilgi iletim alanının canlandırılması ve yapılandırılmasıdır.
AKÜ, Avrupa düzeyinde dinamik bir sosyal girişimci modelinin gelişmesine katkıda bulunur[3]. Avrupa Kooperatif Üniversitesi, Leonardo da Vinci Avrupa Programı çerçevesi içinde “kooperatif kolejleri birliği” aracılığı ile geliştirilmiş bir proje birliğidir. Bu projenin konusu,“sosyal ve dayanışma ekonomisi işletmecilerinin eğitimiyle yükümlü üniversiteler ve eğitim kuruluşları için Avrupa düzeyinde kooperatifçilik deneyim ve araştırma alanı” yaratmaktır[4].

AKÜ KAYNAK MERKEZİ

AKÜ Kaynak Merkezi, Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi işletmecilerinin bilgilerini, uygulamalarını ve yenilikçi araçların kullanımını ve araştırma, sermaye birikimi (capitalisation), yardımlaşma ve yayılma süreçlerinde besleyici pedagojik kaynaklar sunar.

Ağ olarak AKÜ’nün başta gelen hedeflerinden biri, kooperatif pedagojisiyle ilgili akılcı bir eğitim yöntemi açısından ve sosyal ekonomi girişimlerinin farklı ailelerinin kurallar sisteminin ve özel ilkelerinin büyük bir kısmının, içerik açısından,
bizzat kendilerine bağladığını kabul eder; sosyal ekonomi girişimcilerinin formasyonunun özelliği de, eylem ve kuram düzeylerinde kaynakla beslenmesi gereğini önemser.

AKÜ PROJESİ

“Avrupa Kooperatif Üniversitesi” projesinin kuruluş teklifi,  “Kooperatif Kolejleri Birliği” (Groupement des Collèges Coopératifs) tarafından getirilmiştir. Bu projenin orijininde ikili bir meydan okuma vardır :

1.   Sosyal ve Dayanışma Ekonomisinin yeni mesleki niteliklerinin ihtiyaçlarına
yanıt vermek

Tatmin edilemeyen ihtiyaçlara cevap vermeye uygun yenilikçi projeler, onların destekçileri ve işletmecileri için yeni becerileri gerektirir. Bu projeler, küresel yaklaşımlar ve stratejik uyarlamalar isterler. Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi’nin aktörlerinin bölge içinde kökleşmesi ve uzaktan eğitim uygulamalarının gelişmesi, pedagojik araçların ve yöntemlerin gelişmesini ve yeniden kurulmasını gerektirir :

*  Avrupa düzeyinde nöbetleşe uygulamalar,

*  Eylem araştırması,

Kooperatif eğitimi.

Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi aktörlerinin kazandığı yeni beceriler pek az bilinmektedir ve bu becerilerin bir doğrulanma sisteminden geçmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

2 – Avrupa düzeyinde Sosyal Ekonomi ve Dayanışma Ekonomisi profesyonellerinin, eğiticilerinin, araştırıcılarının ve  bilgi birikiminin yakınlaşmasını teşvik etmek.

Bu başlığı üç amaç altında özetlemek mümkündür :

*  Avrupalı sosyal girişimcilerinin uygulamalarının araştırılması, kimlikleştirilmesi ve profesyonelleşmesi için bir referans belgesi oluşturmak;

*  Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi’nde girişimcilik ve toplumsal yenilikçilik için
bir Avrupalı eğitim mekanizmasını başlatmak.

*  Kısa sürede, Avrupa Kooperatif Üniversitesi çerçevesinde bu eğitimi geliştirmek ve sürekli kılmak.

AKÜ PROJESİNİN 3 EVRESİ  : 1999-2009

Avrupa Kooperatif Üniversitesi projesinin ilk evresi : 2001-2004[5]

Bu projeyi yürütme sorumluluğunu “Provence Alpes Méditerranée (P.A.M.) 
Kooperatif Koleji[6] üstlenmiştir. Bu ilk dönem bir hazırlık dönemidir :

*  Sosyal girişimcilerin günlük faaliyetlerinde kooperatifçilik ilkelerine uygulamaya koyan bir Avrupa girişimci Referans belgesinin geliştirmesi[7];

*  Bir AKÜ Şart’ının hazırlanması[8];

*  5 grup (Belçika, İtalya, İspanya, Fransa, Portekiz) sosyal girişimcilere uzaktan
deneysel eğitim kursunun açılması;

*  Kaynak merkezinin ve web sitesinin ilk belgesel temelinin kurulması.

Avrupa Kooperatif Üniversitesi projesinin 2. evresi  : 2005-2007[9] 

Bir önceki proje evresini tamamlayan, “2005-2007 Avrupa Kooperatif Üniversitesi Ağı” evresinde, sosyal ekonominin genel ilkelerini ve demokratik yönetim pratiklerini uygulamaya koyması, dayanışmanın sonuçlarını takip ederek karakterize olmuş girişimlerin yöneticilerini, sosyal girişimcilerin formasyonu üzerine bir Avrupa ağı yapılandırmayı ve geliştirmeyi hedeflemektedir. Projenin  bu evresinde 3 eksen geliştirildi :

1.    Dört uzmanlık konusuna göre  yenilikçi eğitim araçları ve uygulamaları, bilgi-bulgularının toplanması, yardımlaşma, bunların yayılması ve kullanımına olanak veren  bir “Avrupa sosyal girişimcilik eğitimi kaynak merkezi” kurulması :

Kooperatif eğitim araçları ve uygulamaları, sosyal ekonomi girişimcileri eğitiminin özel içeriği, sosyal girişimcilik ve formasyon mühendisliği, sosyal girişimcilikte eğitim aktörleri sistemi;

2.    Sosyal Ekonominin mesleki örgütleri  (Kooperatifler, Yardımlaşma Sandıkları ve Dernekler) ve formasyon aktörleri (öğretici-araştırıcı, eğiticiarasında değişimi geliştirme ve sağlamlaştırma;

3.     Sosyal Ekonomi birlikleri ve federasyonları, formasyon aktörleri ve yerel belediyelerin, Avrupa düzeyinde bir mobilizasyon stratejisiyle bu ağın sürdürülebilir koşullarının oluşturulması.

Avrupa Kooperatif Üniversitesi projesinin  3. evresi  :  -2009 : UCE-GIFES projesi

1999’dan beri AKÜ projesini yükümlenen “P.A.M Kooperatif Koleji”, projenin bu evresinde, eğitim aktörleri ağını açma ve remobilize etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, P.A.M. Kooperatif Koleji, “Avrupa Kooperatif Üniversitesi Uluslararası Sosyal Ekonomi Eğitimcileri Birliği Ağı” (UCE-GIFAES)[10] için yeni bir proje geliştirir. Bu projenin iki amacı vardır :

*  Ağın önemli araçlarını teşkil eden “Kaynaklar Merkezi’nin ve sitesinin kooperatif çalışma sürecini kayıt altına almak;

*  Kendi bilgilerini ve pratiklerini yardımlaşmacı bir yaklaşım içinde ve sosyal girişimcilerin formasyonunda sürekli yükümlü eğitici bir topluluğu oluşmasına (ulusal ve uluslararası düzeyde) teşvik etmek ve organize etmek.

SONUÇ                     :

  • Türkiye’de kooperatifçilikle ilgili eğitimi, araştırmayı, vb…
    ne zaman ve nasıl gerçekleştirebiliriz ?

Dr. Ayhan ÇIKIN
18.1.13



[1] L’Université Coopérative Européenne (UCE)
[2] Daha ayrıntılı bilgi için bkz:  http://uce.universite-cooperative.coop/index.php?option=com_content&task=view&id=489&Itemid=365
[3]http://fr.wikipedia.org/wiki/Coll%C3%A8ge_coop%C3%A9ratif
[4]http://www.entreprises.coop/decouvrir-les-cooperatives/se-former-a-la-cooperation/prix-et-recherche-cooperative.html
[5] Daha ayrıntılı bilgi için bkz: http://uce.universite-cooperative.coop/images/pdf/uce%20fra%2001_04.pdf
[6] “Provence Alpes Méditerranée Kooperatif Koleji” 1979’da kurulmuştur. O, “Aix-Marseille II”üniversitesi ile işbirliği ile kurulmuş ve “Avignon  ve  Montpellier II” üniversiteleri ile ortak çalışmaktadır.
[7]  Daha ayrıntılı bilgi için bkz: http://uce.universite-cooperative.coop/images/pdf/resume%20entrep%20soc_8%20pages%20fran%20defin%20coul.pdf
[8] Daha ayrıntılı bilgi için bkz: http://uce.universite-cooperative.coop/images/pdf/charte%20uce%20fr.pdf
[9] Daha ayrıntılı bilgi için bkz: http://uce.universite-cooperative.coop/images/pdf/plaquette%20version%20francaise%2002%2005%2006%20definitive.pdf
[10] « Groupement International des Formateurs d’Economie Sociale de l’Université Coopérative Européenne en réseau » (UCE-GIFES).