Etiket arşivi: SICAK PARA

2022 bütçesi uygulanmadan açık verdi 

ATILIM ÜNİVERSİTESİ - Maliye - Akademik PersonelProf. Dr. Duran BÜLBÜL

Cumhuriyet, 26 Aralık 2021

Ülkemiz bugünlere nasıl geldi? Kısaca özetlemek gerekirse 2001 krizi nedeniyle bir çöküntü yaşayan Türkiye ekonomisi, Mayıs 2001 tarihinde başlayan yapısal reformlarla ülkemize ciddi bir kaynak girişi sağlanarak toparlanmış; bu toparlanma üzerine iktidara gelen AKP hükümeti 2008 yılına kadar bir yandan bu yapısal reformlar sayesinde öte yandan sıcak parayla bir rahatlama sağlamıştır.

O dönem, yüksek faiz veren Türkiye ekonomisi dünyadaki likidite bolluğundan önemli ölçüde getiri sağlayarak döviz bolluğu yaşamıştır. Ancak sıcak paraya dayalı büyüme olarak adlandırılan bu durum; ülkemiz ekonomisinin önemli ölçüde sanayiden, tarımdan, yatırımdan ve üretimden uzaklaşmasına neden olmuştur. Gerçekte bu durum uzun vadede (AS: erimde), makroekonomik dengelerin bozulması nedeniyle ülkenin ahlaki ve nitelikli büyümesinde kırılma noktası olmuştur. Yani, inşaat ve rant güdümlü bir ekonomi anlayışıyla büyüyen bir ekonomi durumuna gelmiştir. Bunun sonucunda üretim yerine tüketim, borç yükü ve işsizlik artmıştır.

İKİ ÇARPICI ÖRNEK

Sıcak paraya dayalı ve ahlaki olmayan büyüme modeli, 2001 krizinde 130 milyar dolar dolayında olan dış borçları bugün 485 milyar dolara, hanehalklarının borcunu ise 7 milyar TL’den 800 milyar TL’ye çıkarmıştır. 2008 yılında başlayan makroekonomik denge, mali ve finans yapısındaki bozulmalar, 15 Temmuz 2016 FETÖ karşıdevrim kalkışmasının ardından siyasal iktidar, bunu bir fırsata çevirerek bir sistem değişikliğine gitmiştir. Demokratik parlamenter sistemi baypas eden 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul edilen 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, tüm makroekonomik dengeleri ve siyasal yapıyı da bozarak anayasal kurumların işlemediği ya da işletilmediği bir rejim değişikliğini ülkemize dayatmıştır. İşte böyle bir bozulmuş yapıda 2022 bütçesi, 1 Ocak 2022’de yürürlüğe girecektir.

Orta Vadeli Program ve 2022 bütçesi hazırlanırken Cumhurbaşkanlığı, bütün ödenekleri 2022 için Dolar kurunu 9.22 TL’ye göre hesaplamıştır. 2022 yılı için öngörülen bütçe giderleri 1 trilyon 750 milyar TL olarak belirlenmiştir.

  • Kur artışı nedeniyle 2022 bütçesi daha uygulanmaya konulmadan 875 milyar TL’ye düşmüştür.

Çünkü son yapılan düzenlemeyle birlikte döviz kurlarındaki düşüş, piyasadaki enerji, doğalgaz, akaryakıt, mal ve hizmet alımlarına yansımamıştır. Örtülü faiz artışıyla piyasa faizleri de artmıştır. Bütçenin temel fonksiyonu (AS: işlevi);
– kaynak tahsisi (AS: özgülemesi) sağlamak,
– ulusal geliri adaletli ve dengeli olarak yeniden dağıtmak,
– büyüme ve kalkınmayı artırmak,
– ekonomide istikrar (AS: kararlılık) sağlamak,
– kriz ve konjektürel (AS: durumsal) dalgalanmalarla mücadele etmek,
– makro disiplini sağlamak ve
– hesap verilebilirlik ile birlikte bütçeyi şeffaf hale (AS: saydam duruma) getirmektir.

Bütçe, kamu için emredici, özel teşebbüs için yol gösterici bir manifestodur.

Bu nedenle bütçe; ülkenin ekonomik, mali, sanayi, tarım, yatırım ve sosyal planı olmak durumundadır.

AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne ekonomi alanındaki hiçbir öngörüsü doğru çıkmamıştır.

  • Ülkemiz bugün milli gelir açısından 2007 düzeyine gerilemiştir.

2007 yılında ulusal gelirimiz 650 milyar Dolardır. 2013’te 950 milyar Dolar olan ulusal gelirimiz, o günden bugüne azalış göstererek 2020’de 720 milyar Dolara, 2021 yılı sonunda da en iyimser 700 milyar Doların altına düşecektir.

  • Bugün, bilimsel olarak hiçbir dayanağı olmayan bir model, ülkemizin küçülmesi ve yoksullaşması için dayatılmaktadır.
  • Düşük katma değerli üretim ve ihracatın %75-85’i dışa bağımlı ülkemizde düşük faiz, yüksek kur; ne ülkemize ne de ülkemizin sanayicisi ve yatırımcısına hizmet etmez.
  • Ancak yabancı sermayeye hizmet eder.
  • Ülkemizin bu politika sonucunda tam bağımsız bir ülke konumundan yarı sömürge bir ülke konumuna düşmesi kaçınılmazdır.

Sonuç olarak; 2022 bütçesi ülkemizin ekonomik, mali, sosyal ve siyasal belgesi olmaktan çok uzaktır.

  • Daha uygulanmaya konulmadan 875 milyar TL açık veren bir bütçe yok hükmündedir.
  • AKP iktidarı, krizdeki bir ekonomiyi ideolojik saplantılarla güç bir girdaba sürüklemektedir.
  • Bu dayatmanın sonucunda 2022 yılında ekonomik olarak yoksullaşmış, mali anlamda itibarsızlaştırılmış bir ülke konumunda olacağız.
  • 2022’de Dolar kuru bu dayatmanın sonucu olarak yükselmeye devam ederse, kaçınılmaz bir biçimde ülkemizin ve ulusal paramızın egemenlik hakkı tartışmaya açılır.
  • Ülkenin ve paranın itibarı (saygınlığı) rejim sorunu durumuna gelir.

Memleketimden Büyük Resim Manzaraları…

EKONOMİ POLİTİK

Prof. Dr. A. Erinç Yeldan
Kadir Has Üniversitesi
erinc.yeldan@khas.edu.tr 1 Aralık 2021

Memleketimden Büyük Resim Manzaraları…

AKP’nin ilişkin yeni popüler söylemi Büyük Resim. Ulusal ekonomide resmin tamamını görmek elbette çok önemli. Bugünkü yazımızda bunu “resimlerle” gerçekleştirmeye çalışacağız. AKP iktidarını üç alt-döneme ayırmaktayız: 2003-2009 krizi; 2010 sonrası toparlanmadan, 2018 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arası; ve 2019 sonrasından günümüze. İlgili her üç döneme ilişkin birer büyük resim söz konusu olacak.

I
AKP, 2001 krizinin ardından, ortodoks (muhafazakar) bir istikrar programının yürütücüsü olarak iktidar oldu. AKP, özü itibariyle bir şirketler ve cemaatler koalisyonu idi. 28 Şubat süreci ile önü açılmış, siyasal İslam’ın sözcülüğü mücadelesinde en büyük rakibi olan “Milli Görüş” hareketi tasfiye edilmiş ve “mağdur” söylemi aracılığıyla da toplumda bir nevi hoşgörü kazanmış idi.

AKP, özellikle finans sermayesinin en gözde partisi konumunu koruyarak, 2001 krizi sonrasının IMF yönlendiriciliğindeki istikrar programının en önemli önkoşuluna sıkı sıkıya sahip çıktı:

Ulusal mali piyasalarda yüksek reel faiz sunmak. İktidar olduğu 2003 yılından başlayarak gerek MB’nin politika faizi, gerekse de kredi faizleri enflasyona görece yaklaşık %10 reel faiz açığını korudu. Uluslararası piyasalarda reel faizlerin neredeyse sıfırlandığı bir konjonktürde Türkiye, Türk Lirasının dövizler karşısında değerlenmesiyle birlikte yaklaşık %30 ile %50 arasında spekülatif arbitraj getirisi sunmaktaydı.
Böylesi muazzam bir getiri, spekülatif finans hareketlerini uyarıyor, Türkiye’yi bir sıcak para cenneti haline dönüştürüyordu.

Sıcak para akımlarıyla güçlenen TL, dolar bazında neredeyse yarı yarıya değerlenirken, cari işlemler açığı da hızla büyüyordu. 2003 sonrasının özelleştirmeler ve dış borçlanmanın (özellikle şirketler kesimi için) özendirilmesiyle birlikte cari işlemler açığının milli gelire oranı %6’yı aştı. Oysa Türkiye geleneksel olarak yüksek cari açık veren bir ekonomi değildi. Dolayısıyla, yüksek reel faiz, sıcak paraya dayalı spekülasyon-yönlü büyüme ve cari işlemler açığı kavramları bu dönemde AKP ekonomi idaresinin ayırt edici özellikleri oldu.
****
Yazının devamı için tıklayınız : Memleketimden Büyük Resim Manzaraları… https://yeldane.files.wordpress.com/2021/11/yeldan790_01ara2021_buyukresim.pdf

Diğer EKONOMİ POLİTİK yazılarım için tıklayınız.

Özdeyişlerim (Aforizmalar)

KENDİME YAZILAR

Özdeyişlerim (Aforizmalar)

Dr. Mahfi EĞİLMEZ
07 Nisan 2021

“Bir kez yalan söylemeye başlarsanız sonuna dek yalan söylemek zorunda kalırsınız.”
“Sorunu yanlış tanımladığımız sürece çözümü bulamayız.”
“İnsanlar gördüklerine değil de duyduklarına inanmaya başlamışsa doğruları anlatmak giderek zorlaşır.”
“Yaptığınız hataları kabul edip düzeltmek yerine kendinizi haklı göstermeye çabalarsanız yaşamınız bir hatalar zincirine dönüşür.”
“Riskleri düşürmek istiyorsanız, hatalarınızı kabul edip düzeltmeye başlayın.”
“En büyük risk hatayı kabul etmemekle oluşur.”
“Kimse dinlemese de gerçekleri konuşmaya devam etmek gerek. Gerçekleri konuşmazsak bir süre sonra gerçeğin ne olduğu unutulur.”
“Hata yaptığımızı kabul etmenin zayıflık değil erdem olduğunu görebildiğimiz andan başlayarak doğruyu bulmaya yaklaşabiliriz.”
“Gerçekler teorimize uymuyorsa teorimizi değiştirmemiz gerekir. Teorimizi değiştirecek yerde gerçekleri değiştirmeye çalışırsak yalnızca kendimizi kandırmış oluruz.”
“Türkiye, son kırk yılda risklerini düşürmeye değil faizi düşürmeye odaklandığı için enflasyon sorununu çözemedi.”
“Faizi düşürmenin yolu riskleri düşürmekten geçer. Riskleri düşürebilirseniz kur düşer, kur düşünce enflasyon düşer, enflasyon düşünce faiz düşer. Mesele bu kadar basittir. Yapılması gereken tek şey konuya bilim penceresinden bakarak neden-sonuç ilişkisini doğru kurabilmektir.”
“Bir ülkede sürekli irrasyonel kararlar alınıyorsa irrasyonellik istikrar kazanmış olur ve insanlar kendilerini bu duruma uyarlamaya çalışırlar. Buna irrasyonelliği rasyonalize etme eylemi diyebiliriz.”
“Türkiye, istikrarsızlığı istikrarlı hale getiren, irrasyonelliği rasyonelleştiren bir yapı içinde görünüyor.”
“Faiz artırmayla sorunlar çözülebilseydi Türkiye dünyanın en sorunsuz ülkesi olurdu. Faiz artırımı geçici çözümdür. Yalnızca asıl adımları atabilmek için zaman kazandırır.”
“Bugüne dek açıklanan her reform paketi reform umudunun biraz daha azalmasına yol açtı.”
Yapısal reformların yapılmamasından daha kötüsü, yapılıyormuş havası yaratılmasıdır.”
“Bir insan büyürken bilgisini, kültürünü, görgüsünü artırırsa nitelikli insan olur. Artıramazsa salt büyümüş olur. Ekonomi de böyledir. Büyürken demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, düşünce özgürlüğünü geliştirebilirse büyümeyle birlikte kalkınır, geliştiremezse yalnızca büyümüş olur.”
“Risk almak başka şeydir, risk yaratmak başka şey. Risk alırsanız kazanabilirsiniz ama risk yaratırsanız kaybedeceğiniz kesindir.”
Sıcak para faizin yükseldiği, kurun düştüğü ortamları sever. Kur yükseldiğinde faiz değişmiyorsa sıcak para kaçar. Faizi sürekli artıramayacağımıza göre sıcak parayı sürekli tutmanın yolu yoktur. Asıl olan doğrudan yatırımı çekebilmektir. Onun da yolu risk yaratmamaktır.”
“Bizde yapısal reformların ilk adımı, kamu yönetiminde ‘söz gümüşse sükût (susmak) altındır’ atasözüne uygun davranılmasını sağlamak olmalı.”
“Bir toplum, geçmişte çekilen acıları hatırlamaz, yapılan hataları değerlendirmezse aynı acıları çekmeye mahkûmdur. Tarihini doğru okumayan kuşaklar, gün gelir o tarihi başkalarından dinlemek zorunda kalırlar.”
“Bir okur: Peki siz niye siyasete girmiyorsunuz da benden istiyorsunuz diye sorarsanız Mahfi bey, ben sizin kadar tecrübeli değilim. Ben: Siz yeteri kadar tecrübeli olmadığınız için girmiyorsunuz siyasete, bense yeteri kadar tecrübeli olduğum için.”
“Enflasyon yükselirken bankalar mevduat faizlerini indiriyorsa ortada bir tuhaflık var demektir.”
Öğrenciler geleceğimizdir. Onların önerilerini dinlemeliyiz. 1968’de biz öğrenciydik. Başka ülkelerdeki öğrenciler gibi taleplerimiz vardı. Herkes öğrencilerini dinledi, çözümler getirdi, ileri gitti. Bizde kimse kimseyi dinlemedi ve kaybettik. Aynı hatayı tekrarlamayalım.”
“Kapitalizmin reset’i yani fabrika ayarlarına dönüşü bugünden çok daha kötüye dönüş anlamına gelir. Kapitalizmin fabrika ayarlarının nasıl olduğunu anlamak için Charles Dickens romanlarını (mesela Zor Zamanlar) okumak yeterli.”
“Geçmiş, geleceğin aynasıdır derler. O nedenle büyük sıfırlama adı altında masum görünen bu yaklaşımdan kuşku duymakta haksız değiliz.”
“Türkiye ekonomisinde sorunların temelinde risklerin yüksekliği yatıyor. Bir sorunu çözmenin yolu nedeni bulup onu ortadan kaldırmaktan geçer. Biz tersini yapıp sonuçtan gitmeye çabalıyoruz.”
“Riskleri ortadan kaldıramadığınız ya da en azından azaltamadığınız bir ortamda çözümler hep geçici olmaya mahkûmdur.”
“Bugünkü ekonomik sıkıntıların çoğu, gerçekte ekonomik olmayan nedenlerin yarattığı risk artışından kaynaklanıyor. O nedenle çözüm de oralardan başlamak zorunda.”
“İnşaata dayalı büyüme modeli uygulayan ekonomilerde faiz, neden gibi görünür.”
“2000’lere gelirken, seçimi yitirenlerin koltuktan kalkmasının erdem haline geleceği bir dünyayı hiçbirimiz düşünmemiştik sanırım.”
“Dünya, her alanda ve her yerde ciddi bir nitelik düşüşü yaşıyor. Meritokrasi hızla mediokrasiye, demokrasi hızla ahbap çavuş demokrasisine dönüşüyor. Kurtuluş gibi sunulan küreselleşme tam anlamıyla bir karabasana dönüştü.”

  • “Devlet, Varlık Fonu olsa da olmasa da her durumda hastalarına bakmalıdır. Devlet olmak böyle bir şeydir. Devlet, şirket değildir, kâr amacı gütmez, vatandaşını korur, hastasına bakar, toplum yararını gözetir.”

“Ekonominin temel uğraşı konuları bazı arkadaşların sandığı gibi dolar, borsa, türev işlemler gibi sorunlar değildir. Ekonomi, asıl olarak; tüketim, üretim, yatırım, tasarruf, değerin kaynağı, gelirin paylaşımı, paranın reel dünyayı etkileme biçimi gibi sorunlarla uğraşır.”
“Bir sorunun çözümü için her şeyden önce ortada bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir.”
“Bir dönem yüksek faiz düşük kur vardı. Sonra düşük faiz yüksek kur dönemi geldi. Şimdi yüksek faiz yüksek kur var. Bütün bu dönemlerde riskler hep yüksekti. Riskleri düşüremediğimiz sürece faiz ve kurla oynayarak bir yere varamayız.”
“Ne oldu da kur yükseldi? Düşerken ne olduysa şimdi tersi olduğu için yükseldi. Faiz artırıldığı halde niçin böyle oldu? Faiz artışı tek başına kur sorununu çözmez. Asıl olan riskleri düşürmektir. Risk yaratmaya devam edersek kur da yükselmeye devam eder.”
“Benim yapısal reform yaklaşımımla IMF‘nin yapısal uyumlandırma yaklaşımının çakıştığı alan yalnızca ekonomideki bazı kısımlardır. Siyasal ve sosyal reformlar IMF programlarında hiçbir zaman yer almaz. Oysa onlar olmadan yapısal reform olmaz.”
Magna Carta‘dan beri (1215) demokrasinin olmazsa olmaz (sine qua non) koşulu; hükümetin halktan topladığı vergileri nerelere harcadığının hesabını kuruş kuruş vermesidir. Bu hesabın verilmediği yerde demokrasi yok demektir.”
Keynes: “Bir ülkede sermayenin gelişimi kumarhane faaliyetlerinin yan ürünü haline gelmişse, orada işler hastalıklı bir hal almıştır” der. Bugünün dünyasında büyük ölçüde kumarhane faaliyetine dönmüş finansal sistemi görse ne derdi acaba?”
“Her hipotez, altındaki varsayımlar ve çevrelendiği koşullarla ele alınıp değerlendirilmelidir. Aksi takdirde hipotez olmaktan çıkar, slogan haline dönüşür.”
“Kur yükselmesin diye döviz rezervlerini kullanıp kura müdahale ederseniz rezervler düşer, rezervler düşünce riskler artar, riskler artınca kur yükselir ve tekrar aynı noktaya gelirsiniz. Buna kısır döngü deniyor.”
“Önemli olan bizim dolara bakmamamız değil doların bize bakmaması.”
“TCMB’nin faiz konusunda ne karar vereceği sorusuna verdiğim yanıt hiç değişmez. Bu kez de aynı yanıtı vermiştim: TCMB’nin faiz kararını tahmin edemem, çünkü neye göre karar verdiğini bilmiyorum.”
“Uzman olmadığın konuda konuşma” diyen kişiye bakıyorsun, o konuda onun yaşı kadar okumuşluğun var. Gülsen mi ağlasan mı bilemiyorsun. Sonra bir bakıyorsun aynı kişi hiç anlamadığı ekonomi ve finans konularında uyduruk teoriler geliştirmekte sınır tanımıyor.”
Osmanlıyı bilim yolundan ayrılması, aydınlanmaya sırt çevirmesi batırdı. Bilimden ayrılanı kurt kapar.”
“Yaşam değişir, insanlar da değişir. Eğer yaşam değiştiği halde insanlar değişmiyorsa orada gelişme sağlanamaz. Türkiye, bugüne kadar değişime gösterdiği dirençle inanılmayacak kadar zaman yitirdi.”

  • “Analiz yapmayı, soru sormayı, sorgulamayı öğretemediğimiz bir kuşağa hangi bilgiyi verirsek verelim, sonuç almak mümkün değil.
  • Eğitimde öbür ayrıntıları ayıklayarak yalnızca bilim, felsefe, mantık ve analiz yapmaya yönelik bir anlayış benimsemeliyiz.”

Umut yok batıyoruz!

Umut yok batıyoruz!

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/1389717/Prof._Dr._Kozanoglu_Umut_yok_batiyoruz.html 13.5.19, Cumhuriyet

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu: Türkiye’nin daha demokratik, daha özgürlükçü, bilime, aydınlanmaya ve kurumsallaşmaya önem veren bir anlayışla yönetilmesi gerekiyor. Böyle bir dönüşüm olmadan krizden çıkış olmayacak.

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, var olan zihniyet ve ekonomi politika anlayışı devam ettiği sürece Türkiye’nin nefes almasının olanaklı olmadığını söyledi.
Kozanoğlu, ekonomide umut verici söylemin zor olduğunu vurgulayarak, “Dolar 6.20 TL’ye çıkmışsa belki yarın çok daha büyük bir sıçrama göstermeyebilir, faizler bulunduğu yerde kalabilir ama bu bile bir ekonominin yavaş yavaş bulunduğu yerde çürümesi için yeterli bir neden” dedi.
Türkiye’de en endişe veren göstergenin işsizliğin yükselmesi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile İstanbul seçiminin yenilenmesinin ekonomiye etkisini, krizi ve çıkış yollarını konuştuk

İstanbul seçiminin tekrarlanması krizdeki Türkiye ekonomisi açısından ne anlama geliyor?
– 23 Haziran’a giderken ekonomide hiçbir gösterge 31 Mart’tan daha iyi olmayacak. Türkiye’de en endişe veren gösterge işsizliğin yükselmesidir. Ocak 2019’da işsizlik oranı % 14.7’ye çıktı, gelecek dönemlerde %15’in üzerinde gelecek. Bu sürede merak ediyorum geçim sıkıntısı çeken kesime AKP nasıl bir mesaj verecek. Türkiye’de zaten işgücü piyasasında yapısal bir bozukluk var. İşgücüne katılım %50 düzeyinde. Bu % 15’in işsiz kalması demek, 100 kişiden yaklaşık 43’ünün çalışması demek. Çalışacak insanların yarısı bile işgücüne katılamıyorsa o toplumun üretken bir toplum olması beklenemez. Türkiye ne yazık ki bu eşiğin altına düşmüş durumda.

Bu denli yüksek işsizliğin sonu nereye varır?
– İspanya gibi ülkelerde gençlere yeni yetenekler ve beceriler kazandırmak için çabalar var. Ama Türkiye’de işsizliğin getirdiği karamsarlık, dışlanma duygusu, şiddete yatkınlık gibi psikolojik sorunlarla karşılaşmaları daha yaygın. Türkiye’de ne bir işte ne eğitimde olan gençlerin oranı %25’lerin üzerinde. Dünyanın değişik coğrafyalarında kapitalist küreselleşmenin getirdiği gelir ve servet dağılımı bozuklukları ve insanların üretimden dışlanmasına karşı çok ciddi bir tepki oluşmuş durumda.

  • Bir anlamda küresel kapitalizmin sonuna geldik.

Nefes almak yok!

Ekonomi için umutlu olabilme olanağı var mı, her şey güzel olabilecek mi?
– Ekonomik göstergelerde 23 Haziran’da da daha sonraki dönemde de var olan zihniyet ve ekonomik politika anlayışı devam ettiği sürece Türkiye’nin bir nefes alması mümkün değil. Aslında 2008-2009 krizinde farklı olarak gözlemlediğimiz 2 tane çok ciddi tehlike var.

Birincisi borçların azaltılması çabası. Türkiye’nin dış borçları 2018’in ilk çeyreğinde 467 milyar dolarken şu anda 448 milyar dolara düşmüş. Bu borçların üretkenliği verimliliği artıracak alanlara yönelmemiş. Borçların hızlı biçimde azaltılması daha büyük bir tehlikeyi getirir. Ekonomi durgunlukta. Mal ve hizmet üreten şirketlerin kapasiteleri artmıyor. Nakit akışları durmuş durumda. Tüm kaynaklarını borçlarını ödemeye ayırmaları demek, üretimlerini
daha da düşürmek demek. Bu da işçi çıkarmak anlamına gelir. Bu bir anlamda ekonominin damarlarından kanın çekilmesini gösterir.

İkinci tehlike kredi kıtlığı. Krediler neredeyse dondu. Faizlerin enflasyonun yüksek olduğu bir ortamda kredilerin enflasyon oranında artması gerekiyor. Böyle bir ekonominin çıkış yakalama dinamiği kaybolur. Olduğu yerde debelenmeye başlar. Zaten bu kriz ortamının başından beri Türkiye’nin geçmişte karşılaştığı krizlerden farklı olarak günbegün hafta ve hafta akut etkilerinin görülmesinden öte, çok uzun süreli, yavaş yavaş insanın bataklığa batmasına benzer bir tablo izliyor. Dolar 6.20 TL’ye çıkmışsa belki yarın büyük bir sıçrama göstermeyebilir, faizler bulunduğu yerde kalabilir ama bu bile bir ekonominin yavaş yavaş bulunduğu yerde çürümesi için yeterli bir neden.

Bir programla çıkış önermem..

Çıkışı nerede görüyorsunuz, IMF’ye gidilme olasılığı var mı?
– Türkiye için bir ekonomi programı çerçevesinde çıkış yolunu önermiyorum.

  • Türkiye’nin öncelikle daha demokratik daha özgürlükçü, bilime ve kurumsallaşmaya önem veren bir anlayışla yönetilmesi gerekiyor.

Böyle bir dönüşüm olmadan ekonomik performanstan fazla bir şey beklenmemeli. IMF’nin Türkiye benzeri ülkelere önerdiği reçetelerin de çok hayır getirdiğini düşünmüyorum. Bugün IMF ile bir anlaşma yolu aransa burada ABD’nin onayı gerekiyor. ABD ile S-400 sorunu varken onaylanacağını beklemiyorum.
Diyelim ki sorunlar aşıldı ve IMF ile bir anlaşma yapılacak, hiçbir hesabın verilmediği harcamaların kısıtlanması gerekiyor, bu bir anlamda Cumhurbaşkanı’na mali yetkiler veren sistemin tıkanması anlamına geliyor. Bu açıdan da IMF ile anlaşma yapmak kolay görünmüyor. Ben IMF temelli bir kemer sıkma politikasını desteklemem. Ama hükümetin Bakan Berat Albayrak’ın niyetlendiği hamleleri yapabilmesi de kendi iç kaynaklarıyla mümkün değil. Böyle büyük bir enjeksiyona gereksinim var.

Kamu, üretimde daha etkin olmalı

Ekonominin önünde 3 seçenekten söz edebiliriz:

1- Kamunun ekonomide üretim bağlamında da daha etkin olması gerekiyor. Tanzim satışlarında bunu yeniden anımsadık. Devlet her şeyi üretmez ama onun düzenleyici rolü çok önemlidir. Kamuculuğun, planlamacılığın yeniden canlandırıldığı bir anlayış gerekiyor. Ama böyle bir iktidardan bunu beklememiz söz konusu değil.

2- Bunu pek temenni etmem ama kendi parametreleri içinde bir çözüm olabilecek piyasacı bir yaklaşım. 2001 ve 1994 krizindeki gibi yine büyük fatura emekçilere kesilecektir.

3- Tehditlere, korkutmalara, sopa sallamalara dayanarak insanların hizaya geleceği, ekonominin bu şekilde yoluna gireceği anlayışı terk edilmeli. Eğer bu yöntemden vazgeçilmezse Türkiye ekonomisi debelenmeye devam eder.

Yurttaş için zor dönem

Yılın ikinci yarısında ekonomide bir düzelme beklentisi söz konusuydu, siz neler öngörüyorsunuz?
– Ekonomide düzelmeye dönük bir potansiyelin bulunduğunu düşünmüyorum. Özellikle
31 Mart seçimi ve sonrasında hükümetin ekonomide durumun vahametini kavrayamadığını görüyorum. Bu da manzaranın daha ürkütücü bir hal almasına yol açtı. Mart ayı dolar kuru ortalaması 5.40 TL iken şu anda 6.20 TL’ye sıçramış durumda. İki yıllık hazine bonolarının faizi de % 25’i aştı. Firmaların TL cinsinden kredilerinin faizi çok yükseldi, döviz cinsinden borçlarının da kur oynamasından dolayı maliyeti arttı. Kurun artması şirketlerin yüklerini artırıyor. Firmaların bunun altından kalkması hem çok zor olacak hem de firmaların 2011 krizinden de 1994 krizinden de tanık olduğumuz gibi işçi çıkartma, işçilerin ücretini geç ödeme, eksik ödeme, işten çıkarttıkları çalışanların yerine kalanları daha uzun mesailere bırakma gibi koşulları önlerine koyacaklar. Sade yurttaş bir taraftan istihdam olanaklarının daralmasıyla bir taraftan da hayat pahalılığıyla karşı karşıya kalacak. Cumhurbaşkanı “gaz sıkışması” ndan bahsetti, asıl enflasyonda bir gaz sıkışması olduğu düşünüyorum. Enflasyon rakamlarında üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki fark 10 puanın üzerine çıktı. Bu da gelecek dönemlerde tüketici fiyatlarına yansıyacak. Kurdaki artış da fiyatları daha yukarıya taşıyacak. İnsanların satın alma gücü geriledikçe giderek en zaruri ürünlere yöneliyorlar.

Oylara sahip çıkmak önemli

Ekonomide dip nokta göründü mü, çürüme, batış nereye kadar gider?
– En iyimser tahminciler bile seçimlerin dip olacağını ondan sonra yükselişin başlayacağını düşünüyorlardı. Hiçbir analitik değerlendirme yapmadan ekonomi yönetimi de 2008-2009’da V şeklinde krizden dönüşe güveniyorlardı ama şu anda o zamanın potansiyelinin olmadığının farkında değiller. O dönemde IMF’den büyük kaynak geldi. Dünya likiditeye boğuldu. Petkim, Tüpraş, Erdemir gibi büyük kuruluşlar elden çıkartıldı. Şimdi öyle bir potansiyel yok. Dünya ekonomisi uygun değil. Şu anda Türkiye’nin imajı da dibe vurmuş durumda. Ekonomide
umut verici şeyler söylemek çok zor
. Ekonomiyle ilgili umut verici mesajların da ancak siyasi dönüşümden sonra verileceğine inanıyorum. İnsanların oylarına sahip çıkması çok önemli.

Liyakat yoksa yenilik olmaz

Hükümet bu krizi öngörmedi mi, hangi noktadan itibaren yanlış yapmaya başladı,
bu kadar seçimin yapılması mı ekonomiyi bu hale getirdi?

– Buna aşama aşama bakmak gerek. Türkiye kapitalist küreselleşmeyle ülkenin dinamiklerini göz önüne almadan gözü kapalı bir bütünleşme süreci izledi. Türkiye sıcak para dediğimiz anında vurup kaçan akımlara çok açık bir ülke. Kendi kaynaklarınızın ötesinde geçici bir refah yaşanmasına neden oldu. 2012’de yabancıların borsadaki yatırımları ve devlet iç borçlanma senetlerine park ettikleri para miktarı 140 milyar dolardan giderek krizin en şiddetli yaşandığı ağustos – eylül döneminde 40 milyar dolara düşmüştü. İkinci aşama enerji ve inşaat gibi döviz üretmeyen üretkenlik düzeyi düşük sektörlere hapsolundu. Bu da bir yandan borçların geri ödenmesini zorlaştırdı.

Üçüncü aşama ise başkanlık sistemine geçilmesi. Şimdi Türkiye’de liyakat mekanizmanın tıkandığı, tüm yetkilerin yandaşlık, cemaat, tarikat bağları çerçevesinde verildiği bir sisteme geçildi. Bilimin olmadığı, liyakate değer verilmeyen bir sistemde yenilik de inovasyon da olmaz.

 

Uzmanlar anlatıyor: Krize yol açan temel nedenler nelerdi?

Uzmanlar anlatıyor:
Krize yol açan temel nedenler nelerdi?

(AS: Oldukça kapsamlı bir inceleme.. Yaşanan ekonomik yangını anlamak için özen ve sabırla okunmasını öneririz.. 15.08.2018)
İktidar, kur fırtınasıyla ilgili savaş vurgusu yapsa da Cumhuriyet’e konuşan uzmanlara göre sorunun temeli, görmezden gelinen ekonomi politikaları. (Cumhuriyet, 13.08.2018)

İktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman, yaşanılan ekonomik krizin ABD ile gerilimden öncesiyle de değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Gazetemizin sorularını yanıtlayan Konukman, “Karşılıkları düşürme adımı bile dolar 7 lirayı geçtikten sonra yapıldı. Dolar 5 lira olduğu zaman adım atılsaydı işler belki bu noktaya gelmeyecekti” dedi.
İktidarın kurlardaki yükselişi Amerika ile krize bağlamasını eleştiren Konukman, “Kriz çıkmadan önce her şey yolunda mıydı, dış mihraklar yok muydu? Yapı kırılgan, cari açık kronik halde, ithal girdilere bağımlılık arttı. Üretebilmek için önceki yıllara göre daha fazla ithal girdi kullanmak gerekiyor artık. Spekülatif ataklar işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Dışa bağımlılık ekonomiyi spekülatif ataklara açık hale getirdi” diye konuştu. Konukman şöyle devam etti: “İkincisi bir ‘yönetme’ meselesi var. Malesef bu kadrolar yetersiz.”

Kendileri övünüyordu

Türkiye’nin 2002-2007 arasında sıcak parayla ‘müthiş’ büyüdüğünü vurgulayan Konukman, “O zaman potansiyel büyüme %5 olmasına rağmen Türkiye %7 büyüdü. Bunu Korkut Boratav hoca ‘Lale Devri’ olarak adlandırmıştı. Bu büyüme sıcak para etkisiyle gerçekleşti. O zaman ‘Onlar dolar sahibi bizim Allahımız var’ denmiyordu. Bununla övünülüyordu. Şimdi neden birden düşman ilan edildiler?” dedi.

Kriz alıp başını gidiyorsa, oyunun kuralları içinde yapılabilecek şeyin politika faizini yükseltmek olduğunu vurgulayan Konukman, bunun yerine son Merkez Bankası toplantısında faizin sabit tutularak adeta piyasalarla kavga edildiğini aktardı. Para politikası araçlarının tam zamanında uygulanırsa etkili olabileceğine işaret eden Konukman, “Zamanında müdahale edemediler. Yapmaları gerekenleri yapmıyorlar ama yapıyormuş gibi gözüken açıklamalar yapıyorlar ya da belgeler sunuyorlar. 100 günlük eylem planı gibi” dedi ve şöyle devam etti:

“Normal şartlarda hükümet programı açıklanır, arkasından eylem planı açıklanır. Bunca zamandır hep böyle olmuştur ve olması gereken bu. Ortada hükümet programı olmadığı için bir bütçelendirme yok, yatırım programı yok salt vaatler var. Orta Vadeli Plan’ın en geç eylülün ilk haftası açıklanması gerek. 11. Kalkınma Planı 15 Temmuz’da açıklanacaktı, halen bir ses yok. Önümüzü göremiyoruz, öngörü sorunu var diyorsanız acilen bir anti-kriz programı hazırlayın. Tasarruf programı vs. gibi.”

Faturası yine halka

Aziz Konukman, faturanın yine geniş halk yığınları ve emekçilere çıkacağını vurgulayarak krizin temel nedenlerini ‘

  • ithal girdi bağımlılığı ve
  • ‘gerçek ekonomik programların ortada olmayışı’ olarak sıraladı..

    Enerji dışındaki girdilerde yerli ürünlerden faydalanma şansı olduğuna vurgu yapan Konukman, “Dışa bağımlılık spekülatif ataklara açık hale getiriyor. Bunu aşmak için ithal ikameci yeni bir model gerekiyor” değerlendirmesi yaptı.
    *****

Krizin, ABD geriliminden çok ekonomideki yapısal sorunlardan kaynaklandığını belirten ekonomist Barış Soydan, yurttaşlara nasıl yansıyacağını anlattı: Zam, vergi, işsizlik

-TL’deki sert düşüşün nedenleri sizce neler? Krizin tarifini yapabilir misiniz?

Sert düşüşün akut ve yapısal olmak üzere iki nedeni var. Akut neden, ABD ile yaşanan Rahip Brunson Krizi. Kronik nedenler ise cari açık ve enflasyon. Türkiye’nin cari açığının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı %6.5 dolayında. Bu oranın %5’in üzerine çıkması tüm dünyada kriz habercisi olarak değerlendirilir. Cari açığı yurt dışından aldığımız borçla finanse ettiğimizi bilmeyen yok. Bunun üzerine özel sektörün meşhur 337 milyar dolarlık borcunu ekleyin… Yapısal sorunlar olmasa Rahip Brunson krizi tek başına TL’nin bu kadar düşmesine neden olmazdı. Demek ki sorun, cari açık ve enflasyon. Cari açık ve enflasyonun arkasında ise ekonominin aşırı ısınması var. Biliyorsunuz, araba motoru aşırı hararet yapınca su kaynatır. Ekonomi hararet yapınca iç talep ve ithalat patladı. İthalat patlayınca da cari açık hızla büyür. Peki ekonomi nereden aşırı ısındı? Çünkü 2017 Referandumu öncesinde dağıtılan KGF kredileri ve açıklanan vergi indirimleri, talebi ateşledi… Merkez Bankası’nın enflasyondaki artışı kompanse edici faiz artırımlarına gitmekten kaçınması da, tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Faiz artmayınca yabancı yatırımcı enflasyon nedeniyle Türk tahvillerinden zarar etmeye başladı. Rahip Brunson Krizi, spekülatif atak için fırsat kollayan uluslararası sermayenin aradığı ortamı yarattı.

-Bundan sonra Türkiye ekonomisini ne bekliyor? Kısa ve orta vadede hangi adımlar atılmalı?

Akut sorunun, yani Rahip Brunson Krizi’nin çözüleceğini umut ediyorum. Veya umut etmek istiyorum, diyelim. Eğer akut sorun çözülürse yapısal sorunlarla baş başa kalırız. Cari açık ve enflasyonu indirmek için ekonomiyi “soğutmak” gerekiyor. Ekonomiyi soğutmak, vergi indirimlerini kaldırmak ve kamu harcamalarını kısmak demek. Harcamaları kısmanın yolu Kanal İstanbul gibi büyük projelerin askıya alınmasından ve maalesef yeni vergiler salınmasından geçer. Bu arada eğitime, sağlığa yapılan harcamaların kısılacağını da söylemek zorundayız. Yani “IMF’siz IMF programı”, ya da fiyakalı ismiyle “istikrar programı” gelip kapıya dayanır. İktidar yerel seçim arefesinde bunu göze alabilir mi? Bence zor. Baz senaryoda akut sorun çözülür, kronik sorunlar devam eder. İyimser senaryoda hem akut sorun çözülür, hem de iktidar yapısal sorunlar olan cari açık ve enflasyonu çözmeye yönelik adımlar atar. Kötümser senaryoda ise ne yapısal sorunlar ne de Rahip Brunson ile ilgili adım atılır…

-Piyasalardaki dalgalanma ne kadar sürebilir, öngörülerinizi paylaşır mısınız?

Rahip Brunson Krizi sürdükçe dalgalanma ve spekülatif atak sürecek gibi görünüyor. Neyse ki, bayram herkese nefes alma fırsatı verecektir.

-Geçen hafta liradaki değer kaybından Avrupa ve ABD borsaları da etkilendi. Krizin bulaşıcılığı konusunda fikirlerinizi alabilir miyim?

Bu daha derin bir mesele. Amerika 2008 Krizi’nin 1929 benzeri bir buhrana dönüşmesini engellemek için düşük faiz, ucuz para politikası izlemişti. Şimdi faizleri kademeli şekilde artırarak bu politikayı bitiriyor. Ucuz para döneminde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişen ülkelere akan sıcak paranın bir kısma eve geri dönüyor. Dolayısıyla salt Türkiye değil tüm gelişen ülkeler diken üzerinde.

-5. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye ile ilgili açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya’nın Türkiye’nin istikrarsızlığa sürüklenmemesi gerektiğiyle ilgili açıklaması, AB ile Amerika’nın bakış farklılıklarını yansıtıyor. Biliyorsunuz Rusya konusunda da AB ile ABD arasında siyaset farklılıkları var; bilhassa Almanya, Rusya ile daha ılımlı ilişkiden yana.

-Peki TL’deki değer kaybının yurttaşa yansıması ne olur?

Zamlar, yeni vergiler ve işsizlik şeklinde yansıma olur. Özellikle ithal ürünlerin fiyatlarının çılgın seviyelere yükseleceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Artık herkesin cebinde iPhone’n son modelini göremeyeceğiz. İşsizlikte ani ve hızlı artışlar yaşanması da kaçınılmaz görünüyor.

Eğer kurda geri çekilme olmazsa, enflasyonun %30’lara dayanacağını söyleyebiliriz. Yılbaşında özel sektör zamları ortalama %10 civarındaydı. Demek ki, reel ücretlerde yalnızca bir yılda %10-20 arasında erime olacak. Yıl sonunda şirketlerin krizi ve ekonomi
genelindeki olası eksi büyümeyi bahane göstererek enflasyonun etkisini giderici zamlardan kaçınacaklarını tahmin ediyorum. Yani reel ücretlerdeki erimenin etkisi önümüzdeki döneme yayılacak. Bu sürecin sendikal mücadeleyi ateşlemek gibi bir yan etkisi olacaktır…

‘Kimse bilmediği sularda yüzmesin’

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, kurdaki hareketlilikle ilgili, “Geldiğimiz seviyeler ekonomik temellerle açıklanmaya müsait değil. Saldırı niteliğinde fiyatlar oluştu” dedi.
Yurttaşa da tavsiyede bulunan Bali, kimse bilmediği sularda yüzmesin. Dolarda, Avroyla, borcu, alacağı, geliri projekte edilmiş herhangi bir şeyi olmayan kişinin dövizle işi olmamalıdır. Aşağı yukarı da 24-25 senemi bu işlerle geçirmişim. Bugüne dek 1 Dolar bile tasarruf amaçlı alımım olmadı. Bu gün de olmadı, dün de olmadı, önceki gün de olmadı. Nedeni şu: Benim gelirim TL. Şunu tavsiye ederim sadece; ihracatçıysanız, ithalatçıysanız, turizmciyseniz, işiniz varsa gücünüz varsa, Ayşe Teyze’nin ne işi var dövizle? Mudilere önerim böyle zor bir dönemde fırsatçı yaklaşım içinde olmamalı. İşlerini güçlerini doğru düzgün yaparak kendi gelirleriyle, aynı para cinsiyle yürütmeleri” dedi. Adnan Bali, NTV ve Bloomberg HT’de yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Eylem zamanı

Zor günlerden geçiyoruz. Spekülatif ataklarla karşı karşıyayız. Bu yaşanan olaylar normal piyasa dinamikleriyle açıklanacak bir şey değil, bu karşılıklı aynen ifade edildiği gibi bir ekonomik savaş. Biz böyle bir atağı öngörebilmeli, çabuk aksiyon göstermeliyiz.

-Şu an artık söylem değil eylem zamanı. Piyasa, yeterli aksiyon alınmama halini cezalandırıyor.

-Şu an yaşanan kur artışı karlılıkları azalttığı gibi risk ağırlıklı varlıkları arttırıyor. Sermaye yeterliliklerimizi yönetmek açısından iyi hareket edeceğiz.

-Ben kur atağını ekonomik verilerle izah edemiyorum. Reel sektörün çevrilmeyecek borcu yok.

-Faiz iyi bir şey değil. Kararlar alırken teknik çerçevesinin siyasi çerçeveden ayrı olarak kendi kurallarıyla yürüdüğünün hissedilmesi lazım.

11.5 milyar liralık ek yük

Enerji Ekonomisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu, Türkiye-ABD geriliminin enerji ekonomisine yansımaları ile ilgili, Doların Temmuz başından beri 4.6 TL’den 6.4 TL düzeyine yükseldiğini vurguladı.

Kumbaroğlu, “Son 45 günlük zaman dilimini ele aldığımızda TL %40 değer yitirince Türkiye’nin enerji ithalat faturası da TL bazında %40 arttı. Türkiye’nin ayda ortalama 4.6 milyar metreküp doğalgaz, 2.1 milyon ton ham petrol ve 1.2 milyon ton akaryakıt ithal ediyor. Bu veriler bugünkü piyasa fiyatlarından aylık 3 milyar Doları aşan bir enerji ithalat faturasına karşılık geliyor. Bugünkü kurlardan hesaplandığında, son 45 günde enerji ithalatının faturası TL’nin değer yitirmesi nedeniyle 11.5 milyar TL artmış durumda. Rusya ile 16.8 milyar Dolar, İran ile de 4.2 milyar Dolar ticaret açığımız var. Salt iki ülkeye baktığımızda enerji kaynaklı ithalat nedeniyle 21 milyar Dolarlık ticaret açığımız söz konusu. Döviz kurundaki artış bu açığı TL bazında katlamakta. Bunun ülkemizde enerji fiyatlarını artırması kaçınılmaz. Irak ve Doğu Akdeniz’de hem ABD hem de İsrail ile karşılıklı kazanabileceğimiz bir işbirliği için geç değil” ifadesini kullandı.

DİSK: Emekçi alacaklı

DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu, yaptığı değerlendirmede, “Bir borç krizi olarak karşımıza çıkan ekonomik krizin, işsizlik ve yoksullaşma olarak işçi sınıfına fatura edilmesine izin vermeyeceğiz Borç %1’in borcudur. %99 bunu neden ödesin?” dedi. Çerkezoğlu değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı:

-Türkiye ekonomisi, tehlikeli bir “döviz krizi” ve “borç krizi” ile karşı karşıyadır. Ancak döviz ve borç krizi olarak başlayan kriz kısa sürede ekonominin öbür alanlarına enflasyon, durgunluk, işsizlik ve yoksulluk olarak yansıyacak.  Büyük oranda dövizle borçlanmış şirketlerin iflas haberleri bir süredir gelmeye başlamıştı. Krizin ekonominin öbür alanlarında da bir domino etkisi yaratması tehlikesi her geçen gün büyüyor.

-Köklü yapısal nedenleri olan kriz, demokratik siyasetin, hukukun, toplumsal barışın da krize girdiği bir ortamda şiddetleniyor.

-Enflasyonun, işsizliğin, döviz kurunun ve faizlerin eş anlı yükseldiği bir kriz ortamında, ülkeyi yönetenler henüz krizin çözümü için bir eylem planı duyurmadı.

Reel ücretler eriyecek

Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik’e göre kriz işçilerin, ücretlilerin alım gücünü düşürerek yoksullaşmalarına yol açıyor. Kurlardaki sert yükselişin fiyatlara yansımasının kaçınılmaz olduğunu, enflasyondaki tırmanışın bunu gösterdiğini dile getiren Çelik, “Toplu iş sözleşmeli az sayıdaki işçi dışında fiyat artışlarının ücretlere yansıması zor görünüyor. Bunun anlamı işçi ücretlerinin reel olarak gerilemesi olacaktır. Kriz koşullarında, işsizlik baskısı nedeniyle ücret artış talebinin de güçlü olamayacağı düşünülecek olursa reel ücretlerde ciddi bir düşüş yaşanabilir.” dedi.

Özellikle döviz borçlusu şirketler ve ithalata dayalı sektörler başta olmak üzere daralma ve kapanmaların söz konusu olacağını vurgulayan Çelik, “Ekonomideki durgunluk hem yeni iş yaratma olanaklarını azaltabilir hem de ciddi bir işsizlik dalgasına yol açabilir. İşçilerin krizden korunması için başta asgari ücret olmak üzere bütün ücretlerin enflasyon artışına göre revize edilmesi gerekiyor.

Krizle kemer sıkarak değil alım gücünü destekleyen politikalarla krizle mücadele edilmeli” diye konuştu.

Nazif Ekzen : Şimdi biz bir yeni dönemdeyiz

Dostlar,

Çook deneyimli ikitisatçı Sayın Nazif Ekzen‘den tam anlamıyla “mükemmel” bir makale..

Mutlaka, sindire sindire okumalı, üzerinde düşünmeli ve tartışılmalı..

Teşekürler Sayın Ekzen..

Sevgi ve saygı ile.
14.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Şimdi biz bir yeni dönemdeyiz

portresi_AYDINLIK

Nazif Ekzen

Aydınlık, 13 Ağustos 2013

Altı yıl önce bugünlerde,
2007 Ağustosu başında, ABD ekonomisinden başlayan ve bütün batılı ekonomilere de yayılan, aynı anda piyasalara yönelik bir dizi “doğrudan müdahale” yaşandı.

Finansal kriz olarak başlayan süreç ekonomik krize dönüştü.

2013 Ağustos ayı başında altıncı yılı tamamlayıp yedinci yıla girerken,
krizin nasıl sonlanacağına ait en ufak bir işaret yok
.

Tersine, merkez ekonomilerin çoğunluğunda, ABD hariç, 2013 yılı büyüme hızına ilişkin beklentiler durgunluğun devam ettiğine işaret ediyor.

Devlet müdahalelerine karşın büyüyen kriz

2007 yılı Temmuz ayının son haftası ve Ağustos ayının ilk haftası başında, beklenmedik şekilde, başta ABD olmak üzere batılı merkez bankalarının, piyasaya doğrudan 360 milyar doları bulan “likidite enjeksiyonu” yaşandı.

Yetmedi, aynı haftanın son gününde, ABD’de FED iskonto faiz oranlarını indirdi.

Müdahaleyi takip eden hafta başında, merkez bankalarının likidite enjeksiyonu ile mevcut likidite krizinin aşılacağı söyleniyordu.

Başta FED olmak üzere merkez bankalarının 360 milyar dolarlık “kurtarma operasyonunun” yetmediği görüldü ve hafta sonunda faiz oranları da düşürüldü.

Gösterge faiz oranlarına dokunulmamıştı, ancak iskonto faiz oranları indirilmişti.

Batılı merkez bankaları iki ayrı aracı kullanarak “piyasaya doğrudan müdahale ediyordu.”

Ancak hafta sonunda faiz müdahale aracı da kullanıldıktan sonra bile piyasalarda yaşananın “likidite krizi mi yoksa bir borç krizi mi” olduğu üzerinde henüz açık bir mutabakat sağlanmamıştı.

Bu ortamda ABD’den gelen bir “yeni reform yasası” açıklaması krizin gerçek nedenini ortaya koydu.

Borçları devlet yükleniyor!

ABD Başkanı Bush’un piyasalara doğrudan müdahale kararlarının etkisiz kalmasından hemen sonraki hafta içinde, 2007 yılı Ağustos ayı ortasında açıkladığı “reform” yasası, ABD emlak piyasalarına devletin doğrudan müdahale etmesini öngörmekteydi.

Açık anlatımla, emlak piyasalarında, tahminlerin ötesinde, çok yüksek sayıdaki borçlu konumdaki bireyin kredi borçlan ödenemez durumdaydı ve borçları “devlet yüklenmekteydi.”

2007 yılı sonbaharına girerken “ev-alımı kredileri borçluluğundan” kaynaklanarak başlayan kriz, 2008 Ekim ayında ABD ve Kara Avrupa’sındaki büyük banka iflasları ile finansal krize ve hemen ardından

  • kapitalizmin bilinen 250 yıllık tarihinin en uzun süreli “ekonomik krizine” dönüştü.

Krizden hala çıkılamadı..

Nasıl çıkabileceği konusunda ortaya konabilmiş bir ekonomik öneriler dizisi de oluşturulabilmiş değil.

Büyük daralma

Kapitalizmin son büyük krizi olarak 2007 Ağustos borç-finansal krizi ile ABD başlayan ve alt yıldır, 2007-2013 Ağustos aralığında yaşanmakta olan, IMF’m adlandırması ile; Büyük Daralma” dönemi.

Ancak sonuçları bakımından, öbürlerinden farklı olarak bütün dünya ekonomilerini etkileyen özelliği ile “finansal yapıların ekonomik yapılara en büyük yıkıcı darbeyi vurduğu” bunalım dönemi.

Globalist saldırı

1970’li yılların sonunda, 1980 başında ve ilk yarısında, neo-liberal köktenciliğin
en saldırgan dönemindeki sloganı anımsatalım.

İktisat politikası uyarılan karşısında, hep “alternatif yok” deniyordu.

24 Ocak 1980 ve 12 Eylül 1980, ekonomik ve askeri darbelerinin milat oluşturduğu “eylülist rejim” ile Türkiye de “alternatifi yok” denen neo-liberal köktenciliğin içine sürüklendi.

  • 33 yıldır kesintisiz olarak bu “alternatifi yok” denen çıkmazın içindeyiz.

Son altı yıldır bu modelin ekonomik yapısı çöktü.

Ancak devlet destekleri ve merkez bankalarının sürekli likidite enjeksiyonları ile ayakta durabiliyor.

Merkez ekonomiler dışındaki Türkiye ve benzeri konumdaki çevre ülkeler de, bu likidite enjeksiyonlarından kendilerine sızan “sıcak paranın” giriş-çıkışlarına bağlı olarak sınırda yaşıyorlar.

Global saldırı aracı: Ilımlı İslam

1980’li yılların hemen başında başlayan Globalist” dalga, Türkiye ve benzeri konumdaki müslüman ülkelerdeIlımlı İslam” dalgası ile birlikte yükseldi.

Bu sayfada sıkça gösterdik. 1980 yazında “eylülist rejim” darbesinden kısa süre önce açıklıkla söylendi.

Yalçın Küçük ‘ kitabında, “Yolun neresindeyiz?” diye sorguladığı, gelmekte olan eylülist rejimin açılımını yaptı.

“Siyasal iktisadın duygusuz fakat açıklayıcı mantığıyla bakınca ortaya söyle bir tablo çıkıyor:

  • Ufukta İslam var. Aslında İslamcı baskı şimdi de var.
    Ufukta olan daha derin bir dinsellik.”

Globalist saldırının İslami dalga ile yükseldiği açıktı.

Öyle oldu, tam 33 yıldır kesintisiz yaşıyoruz.

Ilımlı İslam ya da İslami vesayet

Sivil vesayet ya da askeri vesayet değil söz konusu olan, 1 yıllık Mısır pratiği,
30 ve 10 yıllık Türkiye pratiğinde yaşananlar “İslam vesayeti” ile ilgilidir.

Şimdi bu dalga, 1970’li yılların sonunda, 1980’li yıllarda ABD’nin öncülüğünde
neo-liberal köktenci finans mimarisi ile birlikte, Afganistan’dan başlatılarak-Pakistan-Türkiye’de yükseltilen ve en son Kuzey Afrika ülkelerine ve Mısır’a “uyumlanmak” istenen ılımlı islam” dalgası artık kırılmış ve sönmektedir.

Bu kırılmada en önemli gelişme Mısır ve Türkiye örneklerinde ortaya çıkan;
demokrasi ile siyasi-ekonomik liberalizm ile ilgisi olmayan pratik oldu.

Şimdi artık çok daha açık görülüyor.

Otuz yıl önce “ılımlı İslam” uyarılarına, on yıl önce “demokrasi takiyyesi” uyarısına
itibar etmeyen Türkiye’nin iflah olmaz liberalleri bir kez daha yanılırken,
şimdi “demokrasiyi değil, İslami vesayeti” hedefleyen ve tramvayı
“İslamı vesayet durağında” terk eden sahiplerine kızıyor
.

Çok geç.

Direnen gençlik

O tarihten günümüze, 2007/2008 krizi başlangıcına dek geçen otuz yılı aşkın dönemde yetişen gençlere hep başka iktisadın olmadığı söylendi;
bir sentetik dünyada büyüdüler.

Neo-liberal iktisat dışında iktisat olmadığı gibi, yalnızca sandık demokrasisine endeksli siyasi liberalizm dışında bir siyaset de yoktu.

Büyüdükleri siyasi ortam ve örgütlenmede sentetik, sandıksal demokrasi ortamı idi.

Şimdi, yaşanan krizin sonuçlarını, işsizlik, sosyal güvencesizlik başta olmak üzere, “sandıktan ben çıktım bana boyun eğeceksiniz” dayatmasını,
olup bitenleri anlamakta çok zorlanıyorlar.

O gençler “direnmeye” başlıyorlar.

Alternatif var

Altı yılını tamamlayıp yedinci yılına giren ve sonlanıp-sonlanmayacağı bilinemeyen “Büyük Durgunluk” dönemi içindeyiz.

Şimdi açık olarak söylenen, artık günümüzde, “başka iktisat politikası ve sandıksal demokrasisi dışında yönetim mümkün.

Nasıl?

Bir yeni dönemdeyiz.

Cumhuriyetin bir yeni dönemi bu.

  • Milat; Taksim Başkaldırısıdır.

Sıkça söylediğimiz gibi, Taksim-Gezi Milat’tır.

Şimdi yeni şeyler yapmak zamanı.

Cumhuriyeti küllerinden yeniden inşa edeceğiz!

RİFAT SERDAROĞLU : HESAPLAŞMA

RİFAT SERDAROĞLU

portresi3

HESAPLAŞMA

Dışişleri Bakanı Davut oğlu, AKP iktidarının beyni gibidir. O’nun bildiklerinin
kırkta birini Tayyip Bey bilmez. Davut oğlu, öylesine zekice planlar yapar ve uygulatır ki, Tayyip Bey “yeterli bilgi derinliği” olmadığı için bunlara inanır ve kendi planını uyguladığını zanneder.

Hâlbuki Dünya ve Türk tarihini inceleyenler ve devletlerarası ilişkileri bilenler
görüyorlar ki, Davut oğlu, gerçekleşmeyen senaryolar yazan bir “Hayal Taciridir.”

T.C. Dışişleri Bakanı, “Kurtlar Vadisi” dizisinin senaryosuna benzeyen konuşmasında üçayaklı bir restorasyona ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Diyarbakır’da söylediklerine tek-tek bakalım;

*İnsanoğlunun ve kendi insanlarımızın restorasyonu,
*Ekonomik restorasyon,
*Demokrasinin restorasyonu.

Davut oğlu, önce Türkiye Cumhuriyeti Tarihdaşlarını(Vatandaş yerine bunu kullanıyor!) restore edecek, sonra da tüm insanlığı restore edecek!
Bu balonu patlatacak kelime şudur; Nasıl?
Senin, Kadim Kültürün (Kadim Arapça bir kelimedir, başlangıcı olmayan, ezeli anlamındadır) nasıl olacak da, tüm insanlığı bir restorasyona razı edecek?
Herkes senin Kadim kültürün gibi düşünmek zorunda mı?
Restorasyon aracı olarak, dinlerarası diyalog safsatasında iddia edilen ve
Cemaatin de istediği “Tek Dünya Dini” ve “Tek Dünya Devleti” mi kullanılacak?

Davut oğlu, Ekonomik restorasyon olarak, Başbakan’ın kendilerine koyduğu hedefi söyledi.
Bugün, iktidar yalakası olmayan gerçek ekonomistler çok iyi biliyorlar ki,
Türkiye Ekonomisi, uluslararası tefecilerin elinde ve onların pompaladığı
“Sıcak Para” sayesinde ayakta duruyor görünmektedir. 11 yıl tek başına iktidarda olacaksın ve hala sıkılmadan Ekonomik restorasyondan bahsedeceksin!

Demokratik restorasyona gelince    ;

11 yılda demokrasimize restorasyon değil, operasyon yaptılar. Tıpkı organ nakli yapar gibi. Çağdaşlığı ve Özgür Düşünceyi söküp, Cemaatleri-Tarikatları demokrasiye eklemeye kalktılar. Her türlü Milliyetçiliği ayaklar altına aldılar.
Kuvvetler Ayrılığını-Yargıyı-TBMM’yi ayak bağı gördüler.

  • Kendilerinin ve ailelerinin çılgınca artan servetlerinin hesabını vermediler.

Hesap vermekten hep kaçtılar. Sadaka dolandırıcılarını adaletin elinden kaçırdılar.
Bunlar senin Kadim Kültüründe var mı idi?

Davut oğlu; “Edirne niye çıkmaz sokak olsun, ta Saraybosna’ya kadar niye açılmasın?” diyor!

Ne kadar dar bir görüş! Korkma yürü, al Mehteran’ı önüne, Viyana’dan gir Paris’ten çık. Paris ne ki, Londra’dan denize gir New York’tan çık.
Bin Kadim Kültürüne, New York’tan başla tüm dünyayı dolaş!…

Şimdi, Davut oğlu bunları niçin yapıyor, onu kısaca özetleyelim;

MS 70 yılında Roma Egemenliğine geçen Yahuda Devletinden arda kalan bir bölüm İsrail oğlu, İspanya’ya yerleşmişlerdi. Burada Yahudi Bilge Hahamlardan oluşan “Yetmişler Meclisi”nin yönetiminde 1492 yılına kadar bu ülkedeki her şeyi ile elde ettiler. Aynen bugünkü Amerika’da olduğu gibi, İspanya Sarayına ve Devlet Yönetimine
hâkim oldular.

İşte bu dönemde Yahova’nın krallığında Kudüs merkezli, Süleyman Tapınağının inşası ile Tevrat eksenli Nil’den Fırat’a kadar olan bölgede Yahudi Dünya Egemenliğini gerçekleştirme projesini hazırladılar ve adına Mesih Planı dediler.
Bu plan 3 bölümden oluşuyordu;

1)1492-1897 Avrupa Baharı Dönemi;

Yaklaşık 400 yıl süren bu dönemde Avrupa’da din asıl, medeniyet türev iken
durum tümüyle tersine çevrilmiş; medeniyet asıl, din türev haline getirilmiştir.

Katolik hâkimiyetini yıkmak üzere başlatılan Protestanlık ve Calvinizm hareketi,
Avrupa ve İngiltere’yi Püritenleştirdi.

İngiltere’den Amerika’ya kuruluşundan başlayarak geçen Püritenlik,
günümüzde Evanjelizm olarak Beyaz Saray’ın egemen dini oldu.

Reform ve Rönesans hareketleri olarak yürütülen dönüşüm nedeniyle başlayan
din savaşları sonunda “Avrupa Baharı”nda yalnızca Fransa’da 18 milyon insan öldü. 400 yıl süren bu sürecin sonunda, başta planlandığı gibi Yahudilik ve Hıristiyanlık, Müslümanlığa karşı tek yumruk halinde birleştirildi.

2) 1897-1948 İsrail Devletinin Kurulması;

Bu dönem, 1897 yılında İsviçre’nin Basel Kentinde, 1. Siyasal Siyonizm Kongresi‘nde “50 Yıl sonra İsrail Devletinin” kurulması kararının alındığı toplantıyla başlar ve 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devletinin kurulmasıyla sonuçlanır. (Planlanandan birkaç aylık bir sapma ile kuruldu)

Bu dönemde Türklük ve Müslümanlık bitirilmek üzere hedefe oturtuldu.
İlk olarak Osmanlı İmparatorluğu sona erdirildi.

3) Yalta Konferansıyla Başlayan ve Arap Baharı ile Devam Eden, Büyük İsrail Projesi;

Yalta’da Roosevelt-Churchill-Stalin’i bir masa etrafında toplayanlar,
İngiltere’nin sömürgelerinden çekilirken yerine ABD’nin geçmesini kararlaştırdılar.
1990’a kadar sürecek “Soğuk Savaş” dönemi başlatıldı. Daha sonra süreç
Yeni Dünya Düzeni , Büyük Ortadoğu Projesi” ve “Arap Baharı adlarıyla sürdürülmektedir.

  • Varılmak istenen nokta, “Mesih Planında” kararlaştırılan
    Nil’den-Fırat’a yerleşecek olan “Büyük İsrail” devletidir.

Hedefe adım-adım gidilmektedir. Irak’ın Kuzeyi ile Suriye’nin Kuzeyi temizlenmiş,
sıra Türkiye’nin yıllar içinde “Özerklik-Federasyon” yoluyla bölünmesine ve
diğerlerine eklemlenmesine gelmiştir. Önce “Büyük Kürdistan Devleti” kurdurulacak
ve bölgede 2. İsrail olarak görev yapacaktır. “Eşbaşkanlık” görevi budur.

Davut oğlu, Eşbaşkan’ının emri ve Hazar Yahudileri ile yakınlığından dolayı
bu şekilde konuşmaktadır.

Dünya yeni bir uygarlık ve barış ihtiyacında iken, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun
neden bu uygulamalara maruz bırakıldığı Mesih Planı ile çok net anlaşılmaktadır.

Şalom Davut oğlu!

Not; Katkıları için Sayın Sedat Şenermen’e çok teşekkür ederim.

Sağlık ve başarı dileklerimle.
20 Mart 2013

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

TÜRKİYE BORÇ BATAĞINDA ! Günde 100 milyon dolar borçlanıyoruz..

TÜRKİYE BORÇ BATAĞINDA !
Günde 100 milyon dolar borçlanıyoruz..

“Cumhuriyetin 79 yılında yapılanları son 10 yılda yaptık” diyenler çok doğru söylüyorlar..
Gerçekten de, son 10 yılda alınan borç Cumhuriyetin 79 yılında alınan toplam borçtan daha fazla.

MANZARA-İ UMUMİYE :

79 YILLIK KAMU BORÇ STOKU :257,2 MİLYAR TL
SON 10 YILDA KAMU BORÇ STOKU :291,1 MİLYAR TL
TOPLAM İÇ DIŞ BORÇ STOKU :548,3 MİLYAR TL

YANİ BUGÜN İTİBARI İLE 548,3 MİLYAR TL’LİK BORC STOĞUNUN %46’SINI 79 YILDA AKP’DEN ÖNCEKİ HÜKÜMETLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ %54’ÜNÜ SON 10 YILDA YALNIZCA AKP GERÇEKLEŞTİRMİŞ.

HA BU ARADA NE OLMUŞ? TÜRKİYE KAĞIT ÜZERİNDE (+) BÜYÜME RAKAMLARI YAKALAMIŞ. ÇİN’DEN SONRA EN BÜYÜK BÜYÜME ORANINA SAHİPMİŞ..PEKİ BU 10 YILDA ÜLKE REFAHINA VEYA BİREY REFAHINA YANSIMIŞ MI? HAYIR !!!

VERGİLER GÜNDEN GÜNE ARTIYOR. HALK GÜNDEN GÜNE SATIN ALIM PARİTESİ OLARAK FAKİRLEŞİYOR.
BÜTÇE AÇIKLARI DURDURULAMAZ BİR HAL ALDI. BÜTÇE AÇIKLARI DOLAYLI VERGİ OLARAK HALKIN SIRTINA YÜKLENİYOR.
KAĞIT ÜZERİNDEKİ BU BÜYÜME YALANLARI YALNIZCA İSTATİSTİK VERİLERİN KAĞIT ÜZERİNDE PAZARLAMA SUNUMU OLARAK KALMIŞ; ÇÜNÜ HER GEÇEN YIL YILLIK CARİ AÇIK KATLAYARAK ARTIYOR. AZALMASI BEKLENİRKEN.

BAŞKA BİR BAKIŞLA; ÖNCEKİ HÜKÜMETLER YILLIK ORTALAMA 3,2 MİLYAR TL BORÇLANIRKEN, AKP HÜKÜMETİ ÜLKEYİ YILLIK
29,1 MİLYAR TL BORÇLANDIRMIŞTIR.

YAPILAN KÖPRÜ, KAVŞAK, BÖLÜNMÜŞ YOL, HAVAALANI İLE ÖVÜNÜP OY KAPANLAR BUNLARI MİLLETİN VERGİSİ İLE YAPIYOR
EMİN OLUN… SON 10 YILDA ÖZELLEŞTİRME ADI ALTINDA KELEPİR FİYATINA SATILAN FABRİKA, LİMAN, İŞLETME, KİTLER VE ARAZİLERİ DE HESABA KATMIYORUZ. DEDE YADİGARI BU TAŞINMAZLARIN PEŞ KEŞ ÇEKİLMESİNDEN ELDE EDİLEN GELİR İSE ANCAK 40 MİLYAR $ KADAR.

IMKB YILLIK % 65-75 ARASI ORANLARDA YABANCI SERMAYEYE “KOTE”. PİYASADA KAYIT DIŞI 130 KÜSÜR MİLYAR DOLAR SICAK PARA DOLAŞIYOR,

BU PARANIN SAHİPLERİ TÜRKİYE’DEN DEMOKRASİ ADI ALTINDA sözde “YENİ ANAYASA”, FEDERATİF YAPI, “FREE KURDISTAN”, TÜRK VE ATATÜRK İFADELERİNİN BELLEKLERDEN, KAYITLARDAN, ANAYASADAN, DEVLETİN HER KADEMESİNDEN SİLİNMESİNİ VE TÜRKİYE’NİN KÜRESEL SERMAYE BUYRUĞUNDA ORTA DOĞU’YU BİÇİMLENDİREN BİR PİYON OLMASINI BEKLİYOR …

MANZARA BUNDAN İBARET…
================================

Teşekkürler Ali hocam..

Hazine Müsteşarlığı web sitesinden aktarımınız için..

Sevgi ve saygı ile.
11.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net