Etiket arşivi: Sami Selçuk

AKP Gn. Bşk. Erdoğan’a sorular…

AKP Gn. Bşk. Erdoğan’a sorular…


(31 Mart / 1 Nisan 2019 gecesi AKP Gn. Bşk. R.T. Erdoğan)

  1. 1994’te %24 ile, bölünen oylar nedeniyle aradan sıyrılıp İstanbul BB oldunuz.
    Belediye Meclisinin 3/4’ü partinizden değildi. Sizi engelledi mi bu Meclis, nasıl yönetebildiniz?
  2. On beş bin oy farkıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olunmaz buyurdunuz;
    sayım yenilenir ve Binali bey diyelim 3-5 oy çok alırsa İstanbul Belediye Başkanı olacak mı?
    Bahçeli “1 oy, kazanmaya yeter” demişti. Evrensel kural da böyle..
    Size göre kaç fark yeter?
  3. Devlet, hücrelerine dek TEK ADAM olarak elinizde ve AKP İstanbul’da 32 bin sandığa neredeyse 10’ar görevli (yaklaşık 280 bin kişi!) atadığını açıklamıştı. Sandık başında
    AKP’li kurul üyeleri sayım sonunda şerh koymadılar, şimdi neye itiraz ediyorlar?
    Partinizin köktenci şeriatçı çelik çekirdeği sizi rehin mi aldı??

  4. İstanbul’da itiraz edilen oyların %98’inden çoğu yeniden sayıldı ve fark hala 14-15 bin…
    Hangi matematiksel (!) beklenti ile itirazlar ha bire yenileniyor, yineleniyor; niyet ne!?
  5. İş geldi OLAĞANÜSTÜ İTİRAZ YOLU‘na!? Seçimlerde TAM KANUNSUZLUK yapıldığı zorlama ve uydurma gerekçesi ile.. Ülkede uçan kuşa dek her şeye egemen olağanüstü yetkileriniz var..
    İstanbul seçimlerini gerçekte olmayan “tam kanunsuzluk” (!) tan niçin koru(ya)madınız??
  6. 15 Temmuz 2016’dan bu yana FETÖ ile mücadele ediyorsunuz!? 3 yıl oldu.
    Hala temizleyemediniz mi / temizlemediniz mi? Başka hangi başarısızlığınızda yükü
    FETÖ’ye / dış güçlere yıkacaksınız??
  7. YSK’nın görevini 1 yıl uzatarak Anayasa’nın 67. maddesine aykırı, hükümsüz bir YSK oluşturdunuz. Bu Kurul partinizin itirazlarının otomatik onaylayıcısı gibi. Muhalefetin itirazlarında ise tam tersi. Operasyonunuzun “işe yaraması”ndan (!) mutlu musunuz??
    Adalet bu mu??
  8. Posterlerinizde “Ben halkın iradesinden daha büyük bir irade tanımadım” diye yazılı.
    İstanbul seçmeni 31 Mart’ta sizi seçmeyince tu kaka mı sayılıyor?
    Sudan gibi %90-95 oy alma hayaliniz mi var?
  9. “Demokrasi tramvayından inme hakkınızı” (!) mı kullanıyorsunuz? Gerçekte 31 Mart,
    yaptığınız korkunç haksızlıkların küçücük bir diyeti değil mi; neden mertçe yüzleşip
    milli iradeyi kabul etmiyorsunuz? Kazansaydınız, muhalefet sizin şimdiki gerekçenizle
    itiraz etseydi tepkiniz ne olurdu??
  10. 2023 hedeflerinizde daha neler kaldı İstanbul rantlarına sizi mahkum – mecbur – tutsak eden?
  11. 16 Nisan 2017 Halkoylamasında bu YSK açıkça yasayı çiğneyerek 1,5 milyon mühürsüz oy ve zarfı sayım sırasında geçerli saydı ve ancak bu sayede Anayasa değişikliği onaylanmış oldu..
    Yargıtay onursal başkanı Prof. Sami Selçuk bu oylamanın ve bütün sonuçlarının hukuksal olarak yok hükmünde olduğunu ısrarla yazıyor, söylüyor. Ne buyurursunuz?

    Şimdiki konumunuzun hukuksal hiçbir meşruluk zemini yok!?

Çooooooooook korkuyor olmalısınız,  çoooooooooooooooook ??

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 13 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

‘Anayasal devlet’ten ‘anayasalı devlet’e

‘Anayasal devlet’ten ‘anayasalı devlet’e

SAMİ SELÇUK
Prof. Dr., Eski Yargıtay Başkanı
Bilkent Üniv. Hukuk Fak.
Cumhuriyet, 10.01.2017

Başkanlık sistemleri katı mı katı bir erkler ayrılığına dayanır. Parlamenter sistemler ise daha esnek bir erkler ayrılığını öngörür.
Bu belirlemeler yüzünden 228 yıl önce yayımlanan 16 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin herkesçe bilinip özümsenmiş ünlü 16. maddesinde “… Erkler ayrılığının bulunmadığı toplum(lar)da anayasa yoktur” denmiştir. Bu küresel ilkeye göre, söz konusu anayasa taslağı yasalaşırsa artık ülkemizde ortada bir anayasa kalmayacak, Türkiye anayasaya dayanan bir “anayasal devlet” olmaktan çıkacak, sadece anayasa adını taşıyan aldatmaca metne sahip bir “anayasalı devlet” olup çıkacaktır. Bu duruş, kendini aldatmadır, temaruzdur (simulation), hayalettir (simulacre).

Herkes köle!
Hem başkanlık sistemini getirmek iddiasıyla yola çıkacaksınız, hem de erkler birliğini dayatacaksınız. Bu bir güldürüdür. Böyle bir sistemde demokratik bilince sahip bir başkan bile diktatör olmak, baskı, daha doğrusu tümelci (totaliter) bir rejimle toplumu yönetmek zorundadır. Montesquieu’nun teşhisiyle o ülkede tek bir insan özgürdür, öbürleri ise köledir. Kısaca taslak, zorunlu tümelciliği kurallaştırmaya yeltenen,
bu yüzden savunanları da köleleştirip doğduklarına pişman edecek bir metindir.
Bu belirmeden sonra olanları gözlemliyorum ve kahroluyorum.

Hukukçular susmasın
Çünkü isterdim ki, yüze yakın hukuk fakültesi bulunan ülkemizde hukukçular susmasınlar. Sağduyulu ve ağırbaşlı bilim insanlarımız, siyasal ve ideolojik dalaşlara girmeksizin, bu metne nesnel ve yansız bir mantıkla ve de yüksek sesle karşı çıksınlar; “en doğru yol gösterici” olan soğukkanlı bilimin, salt bilimin ışığıyla yönetenleri ve yönetilenleri, Mevlana’nın deyişiyle
“Ne olacak? Söyle gitsin!”
diyerek aydınlatsınlar. Ancak görüyorum ki, birkaçı dışında bilim insanlarının neredeyse tamamı yine Mevlana’nın deyişiyle “Söyleyince ne olacak? Sus bitsin!” demeyi yeğliyor ve bu yanlış metnin kotarılmasına bir bakıma katkıda bulunuyorlar.

İsterdim ki aydınlar, toplantı üstüne toplantı yapsınlar, sürekli konuşsunlar, iktidarı ve toplumu uyarsınlar. İsterdim ki, özellikle iktidar milletvekilleri, gidişin iyi olmadığını dile getirsinler. Özellikle hukukçu olanlar, hukukun saygınlığını koruyup gözeterek tasarlanarak (taammüden) işlenmekte olan yanlışı yöneticilere duyursunlar. Böyle bir metne oy vermenin insan şerefi üzerine titreyen hukuka aykırı olacağını, fakültelerde öğrendikleriyle bağdaşmadığını, hocalarını kabirde bile rahatsız edeceğini haykırsınlar. Ama bırakın haykırmayı, gördüğüm kadarıyla rahatsız bile değiller.

  • “Düşen bir çığda hiçbir kar tanesi olup bitenden kendisini sorumlu tutmaz”
    der Oscar Wilde. Ama adı üstünde milletin vekilleri, milletin haklarını korumak için oradadırlar;olan bitenden sorumludurlar.

Halk ilgilenmiyor!
İsterdim ki, halkımız getirilmek istenen düzene karşı çıksın, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymayacağını söyleyen Başbakan De Gasperi’yi özür dilemeye zorlayan İtalyan halkı gibi, hükümeti taslağı geri çekmeye zorlasın. Ama ortada bir kıpırtı bile yok. Sadece devletin tasarlayarak insan öldürmesi demek olan çağ gerisi ölüm cezasını isteyen bir kamuoyu var. İtiraf edelim ki, hukuk bilinciyle donanmış bir hukuk toplumu olmanın çok uzağındayız.
Daha çok yemek içmekle uğraşan bir halk var.

  • Demokrasi,
    – laiklik,
    – hak ve özgürlükler,
    – erkler ayrılığı,
    – yargı bağımsızlığı

gibi demokratik erdemleri kaygı edinmiş bir kamuoyu ülkemizde henüz yok. Bu büyük açık, Batı toplumlarında yaşananların tersidir. Hayıflanarak kabul edelim ki, yazılı bir anayasası bile olmayan bir İngiliz toplumu değildir henüz halkımız. İşte iktidarlar çoğu zaman ülkemizde bundan yararlanmış, bu durumu sürgit kötüye kullanmışlardır. Bugünlerde ise durum daha da üzücü. Halk çoğunluğu “Anayasa Taslağı”yla ilgili değil. İlgilenenlerse bir kölelik düzenini getirdiğinin ayrımında değil. Üstelik can derdine düşmüş toplum, OHAL ile yönetilmekte.

Milletin vekilleri ne yapıyor?

İsterdim ki, hükümet edenler, böyle bir metni bu koşullarda TBMM’ye sunmasınlar. Görevine başlarken yumuşak biçemi ve akılcı sözleriyle Başbakan beni çok umutlandırmıştı. Ama şimdi görüyorum ki, yanaşık düzende yerlerini almış yandaş hukukçuların dışında kimseye danışılmamakta. Dahası yadırganası sorumluluk anlayışları sergilenmekte ve “monşerler” küçümsenerek izlenen bir dış politikanın “baştan yanlış” olduğundan söz edilerek bütün sorumluluk eski bir bakana, başbakana yüklenmek istenmektedir. Bilim, olguları deneyerek, gözlemleyerek “kavram” üretir.

  • “Stratejik derinlik”, “değerli yalnızlık” gibi zihinsel kurgularla ve metafizik kavramlarla olgular değiştirilemez, ayaklar yere basmadığından gerçekçi bir dış politika yapılamaz,
    ülke yönetilemez. Nitekim öyle olmuş ve sonuç da çok acılar getirmiştir. Bunu görmeyip izlenen politikaya uzun süre ses çıkarmayanların, dahası destek olanların bu yanlışa katlanacakları, sorumluluğun gereğini yapacakları yerde, kendilerinin hiç günahları yokmuşçasına,birini karalamaları etik açıdan insanı düş kırıklığına sürüklemektedir.

Sözüm sanadır
Ozan Banco Banov’un “Tavşanın Üçüncü Kulağı” adlı şiirindeki kulağı kestikten sonra sayan kaplan gibi mantık çarpıtmalarıyla, safsatalarla, totolojilerle ortak suç ve sorumluluktan sıyrılmaya çabalayan bir hükümetten bu taslak konusunda bir şeyler beklemek, artık anlamsızdır. Çünkü düştür. Şimdi sözlerimi herkese yöneltiyorum. Ülkemin her bireyi
elini vicdanına koyarak, bütün ideolojik, dinsel önyargıları dışlayarak, paranteze alarak
lütfen şu soruyu yanıtlasın:

  • Bu koşullarda böyle bir metni halkoyuna sunmak doğru mu? Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkalarına yapmak doğru mu? Ayıbı gizleyerek birine mal satmanın cezalandırıldığı bir
    hukuk düzeninde bilmeyenleri kandırarak sonuç almak dürüstlüğe sığar mı? Gelecek kuşakları, çocuklarımızı, torunlarımızı bir kölelik düzenine teslim edebilir miyiz?

Aydınlanma yüzyılı düşünürlerinin en büyüğü olan Kant’ın diliyle pratik aklın,
ahlaka yaslanan aklın kategorik buyruğu bu sorulara “hayır” demektedir.

Son sözlerimi bugünkü Cumhurbaşkanı’na söylemek isterim:

  • 2007’ye değin muhalefetin de katkısıyla hukuk alanında iyi işler başardınız. Dilleri bozuk da olsa temelde iyi yasalar çıkardınız. Türkiye’yi AB’ye hızla yaklaştırdınız. Ancak daha sonraları yandaşlarınız sizi sürekli yanlışlara sürüklediler. Şimdi ise son vuruşu yapmaya hazırlanıyor; sizi “zorunlu diktatör” yapmak istiyorlar. Buna lütfen izin vermeyin. Kendisine padişahlık, halifelik önerilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bunları elinizin tersiyle geri çevirin. Çevirin ki, bu ölümlü dünyada tarih sizi bu erdemli duruşunuzla ansın.

Neden yazdım?

Her insanımıza da şunları iletmek isterim               :
Benim kendini düşünmek gibi bencil duygulara ve art düşüncelere kapılmak için yaşam sürem azaldı. Bilim yaparken de, hukuksal kararlar verirken de aynı bilinçle davranmaya çabaladım. Bu çabalarıma karşın yanıldığım elbette oldu. Bu nedenle okuduğunuz bu yazıyı sadece
bilim adına kaleme aldım
. Hiçbir inancın, hiçbir ideolojinin etkisiyle değil. Bu bir.
Milletin vekillerinden ve halkımdan umudumu kesmediğim için kaleme aldım.
Bu iki. Ve nihayet çok eleştirdiğim, meşru olmadığını yüksek sesle haykırdığım
1982 Anayasası’nı kotaranlardan özür dilemek zorunda kalmamak için kaleme aldım.
Bu da üç.
=================================
Dostlar,

Bilge hukukçu Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk, ülkemize gerçek anlamda hukuksal reçete olabilecek nefis ve yetkin bir bilimsel metin kaleme almış.. Daha önceleri de
birkaç kez R.T. Erdoğan’a açık mektupları olmuştu ve sitemizde yer vermiştik..

– Prof. SAMİ SELÇUK UYARIYOR
– 
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’tan Başbakan’a Açık Mektup

Türkiye, bunca ciddi bilimsel – demokratik cumhuriyetçi – erdemli… insanlara sahip..
Dileyelim sağduyu egemen olsun ve ülkemiz bu çok ağır, utanılası tablodan sıyrılsın..

Sevgi ve saygı ile.
11 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi


ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un “OdaTV” de
yer alan değerlendirmesini aynen sizlerle paylaşmakta yarar gördüm.
Selam ve saygılarımla.

Algan HACALOĞLU (22/06/2014)

****

Ekmeleddin İHSANOĞLU‘nun CHP tarafından “çatı aday” olarak gösterilmesi konusundaki itirazımın nedenlerini derli toplu ve son kez sizlerle paylaşmak için
yazma gereğini duydum. Başka kaynaklardan okumak zorunda kalmayın diye.
(Prof. Dr. Süheyl BATUM)

Bunun çok yararı da olacak.

Çünkü 10-15 yıldır alıştığımız “algı yaratma yöntemi ile kandırma” çabaları
yine aynı şekilde başladı.

Farklı gibi görünen aktörler, farklı televizyonlar, farklı gazeteciler, farklı yazarlar,
(üstelik bazıları da sizlerden görünenler) aynı hedefe kilitlendiler; Saçma sapan,
yalan yanlış bir sürü bilgi ve sözüm ona aptalca analizlerle, kafaları karıştırma
ve sizleri ikna (!) etme hedefine.

OYUNUN İÇİNDE OLDUKLARI İÇİN YALAN SÖYLÜYORLAR

SORU 1) “Tek başına CHP’nin adayı nasıl seçim kazanacak?” diye soranlar var.
“Bu nedenle ortak aday çıkarılması neden yanlış olsun?” diyorlar?

Bu soruyu soran iyi niyetliler dışında, çoğunun yanıtı bildiğine,
ama “oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü tabii ki ortak aday seçilebilirdi. Hatta seçilmeliydi de.

Ama insaf edin CHP- MHP ve diğer partilerin üzerinde anlaşabilecekleri tek aday

  • siyasal İslamcı, Rabıtacı, siyasal İslam’ın parasal kaynaklarını sağlayan vakıfların yöneticisinden başkası olmaz mıydı? Olamaz mıydı?

Olamazdı diye iddia edenler, bunun nedenini açıkça açıklamadan,
ikna olmamız mümkün değildir.

Hatta daha aday belirlenmeden önce de ileri sürdüm. Neden Mehmet Haberal olmasın? Akademik kariyer ise, akademik kariyer. Dünyaca ün kazanmak ise,
o da var. Uluslararası saygınlık ise, o da var. Her kesimden oy alabilecekse, alır.
Ama sakın bir tek şeyi eksik demesinler; uluslararası oyunun, projenin içinde değil.

Neden Murat Başesgioğlu olamazdı, neden İlhan Kesici olamazdı ?
Neden Sami Selçuk olamazdı?

Bir anlatsınlar görelim, duyalım bakalım !

UĞUR MUMCU’NUN, SONER YALÇIN’IN, YILMAZ ÖZDİL’İN YAZDIKLARI
GERÇEK DIŞI OLSUN

SORU 2) İhsanoğlu’na karşı çıkanlar, O’nu tanımıyormuş, tanıyınca çok seveceklermiş. Bunu ileri sürenler de var.

Bunu da cok ciddi bulmuyorum. Önemli olan sevip, sevmemek değil,
kendimize damat ya da baba aramıyoruz. T.C.’ne cumhurbaşkanı seçiyoruz.

Yeter ki, Uğur Mumcu’nun yazdığı Vakıfların içinde yer aldığı yalan olsun.
Bize onu söylesinler yeter.

Yeter ki Türkiye’de 1980’ler sonrası CIA desteği ve parası ile, Siyasal İslam üzerinden Türkiye’yi teslim alan şeriatçı oluşumlara gerekli finansı sağlayan Vakıfların yöneticisi olduğu yalan olsun.

Yeter ki Uğur Mumcu’nun, Soner Yalçın’ın, Yılmaz Özdil’in ve diğerlerinin tüm yazdıkları gerçek dışı olsun.

Bunlar bize yeter!

Yoksa oyunun bir parçası olarak, hemen bazı gazetelerde verdigi, düzmece Atatürk sevgisi demeçlerine ne gerek var. (zaten zorlama olduğu da, ikna oyunun bir parçası olduğu da çok açık anlaşılıyor, o da ayıp, kişiliğine, akademik kariyerine yazık)

BUNLARIN SAHTEKARLIKLARINI HERKES GÖRDÜ

SORU 3) İhsanoğlu’na karşı çıkanların Baykal’cılar, Ulusalcılar, olduğu,
onlar dışında herkesin memnun olduğu söyleniyor. Bunu yazan, iddia edenler var.

Tabii ki, algı yaratarak kandırma yöntemini uygulayan gazeteci, yazar, sözde aydınlara, siyasetçilere bir şey söylemeye gerek yok.

Türkiye’nin son 15 yılını izleyen herkes, bunların yöntemlerini ve söylediklerini, sahtekarlıklarını gördü. Ünlü (!) anchorman’lerden tutun, CIA ajanı gazetecilere kadar, RTE’nin uçağında gezdirdiği, midesinden bağladığı gazeteci, akademisyen, yazarlardan tutun, bunlara heves eden yeni yetmelere kadar,
bunların ne olduğu belli, açıkta.

Ama bunlara inananlar da olabilir. Tek şey söyleyeyim. Kesinlikle doğru değil.
Bunu söyleyenler, şu anda baskı altında olan milletvekillerine ya da yöneticilere
değil de, örgütlere, seçmenlere yani “aile üyelerine” bir sorsunlar bakalım.

Aldıkları yanıtı sonra konuşuruz.

PROJELERİ BOZULMASIN DİYE CHP’YE ETKİ YAPTILAR

SORU 4) Mansur Yavaş’a neden bir şey söylemediniz diyenler var.

Bu soruyu soranların da, iyi niyetli birkaçı dışında, yanıtı bildiğine ama
“oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü hiçbir gün, Cumhurbaşkanı mutlaka CHP milletvekillerinden biri olsun
düşüncesi içinde olmadım. Üstelik bunu açık açık da söyledim.

Hatta Yalova ve Mahmudiye seçimlerinden sonra açıkça yazdım.

Görüntü çok açıktı. Mahmudiye ve Yalova seçimleri çok açık göstermişti ki,
AKP seçmeninden (hele bu dönemde) oy almak çok zordu. Yapılması gereken,
CHP-MHP-DP -İP ve diğer partilerin bir aday üzerinde anlaşması idi.

Bu sayede tekrarlanan Yalova seçiminde de, Mahmudiye’de de,
AKP aynı oyu almasına karşın kazandık. Yapılması gereken yine aynı şeydi.

Ama bunun için birçok aday çıkabilecek iken, aynı RTE çizgisinde olan bir
Siyasal İslamcının gösterilmesi zorunlu muydu? Neden zorunluydu?

Ve açıkça söylüyorum, doğru bir adayda birleşilmesi durumunda başarı şansı da
çok yüksekti.

Zaten inanıyorum ki, “birileri” bu gerçeği gördükleri için, oyun bozulmasın,
her durumda siyasal İslam projesi sekteye uğramasın diye, CHP’ye de etki edip, Sayın İhsanoğlu’nu aday gösterttiler. Hem de dikkat edin MHP’ye bile değil, CHP’ye.

BU SORU YANLIŞ

SORU 5) Yanıtlanması gereken son soru da şu; birileri “Ne var, önemli olan
RTE’ye karşı mücadele etmek, O mu kazansın?” diye soruyorlar.

Bu soru da yanlış. Maalesef inandığını söyleyen dürüst gazeteciler de,
partililer de, Cumhuriyet yanlıları da olabiliyor.

Oysa gerçek şu; Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bu bölgede o zamana kadar olmayan, pırıl pırıl parlayan bir model yaratmıştır. “Demokratik, laik, sosyal, bağımsız bir Cumhuriyet” modeli.

Ve yıllarca bazıları, bu modelin karşısına farklı bir model çıkarmaya çalıştılar.

– “Yeşil kuşak” projesinden başlayarak,
– siyasal islam projesi,
– mikro milliyetçilikler projesi,
– hatta Arap Baharı ve
– BOP projeleri de,

bizim “demokratik, laik projemizin” karşısına çıkarılan projelerdir.

Bu projelerin tümü uygulandıkları ülkelerde, CIA desteği ile de inanılmaz değişikliklere yol açtı.

Örneğin Hüsnü Mübarek, Mısır’da 2005 yılında oyların yüzde 88,6 sini aldı. Sonra tam tersini Mursi aldı. Daha sonra da onu idama mahkum eden Sisi yüzde 99 aldı.

Yine örneğin Gürcistan’da devrim sonrasında, halk, sözüm ona Şevardnadze’yi bile istemeyip, hiç tanımadıkları, ABD’de avukatlık yapan Saakaşvili’yi işbaşına getirmek (!) istedi (!)

Yine örneğin Libya’da, halk, Kaddafi’yi linç edip, yerine hiç tanımadığı,
40 yıldır ABD’de yaşayan Abdurrahim El Keib’i getirmek istedi (!)

Ne tesadüf (!) değil mi? Size tanıdık geldi mi dersiniz?

Ama bu projeleri yapan “laboratuvarların yöneticileri” ya da CIA,
Türkiye’de ise, hep şaşırdılar.

Baktılar ne olursa olsun,
“Atatürk ve Cumhuriyet projesinden” vazgeçmeyen bir kitle var.
Evet %20 olabilir, %25 ya da 30 olabilir. Ama hiç vazgeçmiyor.

Evet bu kitle, iktidar olamıyor. Ama en azından 1 Mart tezkeresini geçirtmiyor.
Suriye’ye müdahaleyi engelliyor. Öcalan’ın “Türkler, Kürtler, Araplar, bizi birbirimize bağlayan tek bağ İslam birliğidir, ulus devlet yerine İslam birliğine dayalı bir yeni devlet kuralım..” söylemini reddediyor. Bir daha ağzına almasına bile engel oluyor.

Bu kitle, bu %20, 25, 30 hiç korkmuyor ve geri adım atmıyor da! “Al senin o ılımlı İslam projeni, BOP projeni, Cumhurbaşkanı uçaklarını, kömürlerini, makarnalarını, başına çal, bana demokratik, laik, bağımsız Cumhuriyet modeli yeter!” diyor.

İşte önemli olan CHP ve MHP ve diğer partilerin bu “demokratik, laik Cumhuriyet modelini” temel alan bir kişiyi ortak aday göstermeleri idi.

Yani RTE’nin de içinde olduğu siyasal İslam görüntülü küresel sermaye modeline karşı “Atatürk Cumhuriyeti” modeline sahip çıkan birini aday göstermeleri.

Ve böylece başarı şansı da çok yüksekti. 1 Haziran seçimleri bunu açıkça göstermişti. O kadar güçlü olduğu iddia edilen RTE, üstelik partisi iktidarda iken, yerel yöneticiler genel olarak iktidara bağlı iken, Yalova ve Mahmudiye’de, Çorum’da kaybetmişti.

Nitekim Atatürk ve arkadaşları da, bu Cumhuriyet modelini kurarken, devrim yasalarını yaparken, birilerinin “biz yapamayız, gelin Amerikan ya da İngiliz mandasını
kabul edelim, gelin biz halife olup, halifeliği devam ettirelim” taleplerini görmezden gelmişlerdi, itibar etmemişlerdi.

Ama bugün ne yapılıyor? Biz normal birini seçtiremeyiz, gelin başka bir siyasal islamcıyı aday gösterelim, bari onunla vuralım” deniyor.

Yani Atatürk’ün partisi, Atatürk’ün yapmadığını yapıyor. Yani bir anlamda “bırakın cumhuriyeti, ilk önce halifeyi biz seçelim, sonra işimize bakarız, Cumhuriyeti o zaman kurarız” demiş oluyor.

Aynen böyle denmiş oluyor.

İşte bu nedenlerle bu projeye de, uygulanmasına da, adayına da karşıyım.
Ve Cumhuriyetçilerin, Cumhuriyete gönül vermiş insanların,
CHP’lilerin de büyük çoğunluğu eminim ki karşılar.

Şimdi tüm dostlarıma, bu sorulara ve verdiğim yanıtlara bir de bu gözden bakmalarını rica ediyorum. Yeter ki, “malum koronun” algı yaratma ve kandırma yöntemlerine kapılmasınlar. Aldanmasınlar.

Çünkü göreceksiniz, Balyoz davasında olduğu gibi, mutlaka kazanacağız.
Belki yarın, belki yarından da yakın…

Prof. Dr. Süheyl BATUM
Odatv.com

Hukuk Merceğinden Ergenekon Davası


Dostlar
,

  • ERGENEKON – BALYOZ davalarını ve yıllardır zındanlarda tutsak alınan yurtseverleri unutmayalım..

Gündem oyunları vargüçle biraz da bu amaçla sergilenmekte..

Mısır, Suriye, Erdoğan’ın valsleri, timsah gözyaşları, Rize’ye kadın – erkek olimpik yüzme havuzu.. Rize’nin tam de bu gereksinimi acil duruma gelmişti!

Aşağıdaki yazı Ergenekon tertibi davasının dosya hacmi ve astronomik rakamları ile ilgili..

Yargıtay önceki başkanlarından Ceza hukukçusu Sayın Prof. Sami Selçuk,
şu çarpıcı değerlendirmeyi yapmıştı :

  • Böyle bir dava insanın beyin gücünü, yeteneğini aşıyor,
    bunu temizlemek gerek.

Peki “genel af”.. Kimlere, ne zaman, hangi kapsamda ve kim tarafından??
Anayas md. 10 (hukuk önünde eşitlik!), Apo dışlanarak genel af olanaklı mı?
Taşınmak istendiğimiz yer burası mıydı tam da??

Ergenekon – Balyoz bunun için mi, bilerek mi hukuk bataklığına gömüldü??

Başbakan’ın sesi konumundaki danışmanı Yalçın Akdoğan diyor ki;

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 27.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Hukuk Merceğinden Ergenekon Davası

İnsanın bugünkü fiziksel ve zihinsel kapasitesine göre, Ergenekon dava dosyasının layıkıyla ve hukuksal gereklere uygun şekilde yargısal bir sonuca bağlanması olanaksızdır. Bu davayı içinden çıkılamaz, sağlıklı ve adil bir yargılama yapılamaz hale getirmenin sorumluluğu, hiç kuşku yok başta soruşturmayı yürüten savcılara, polislere ve yargılamayı yürüten mahkemenin yargıçlarına aittir.

Akın ATALAY

Ülkemizde yakın zaman öncesine dek askeri bürokrasinin siyasal sistem üzerinde vesayet sahibi olduğu, siyasal iktidarı fiilen paylaşıp kullandığı, birçok kez darbe yaparak demokratik rejimi askıya aldığı, gerekli olduğuna inandığı anda darbe yapmayı meşru bir hakkı ve yetkisi olarak kabul ettiği, aklıselim sahibi herkesin reddedemeyeceği tarihsel, siyasal ve toplumsal bir olgudur.

Ergenekon dosya yığını içinde yargılananlar arasında bu siyasal zihniyete, kültüre sahip olanların bulunduğu da söylenebilir. Yine, yargılananlar arasında çok sayıda darbe heveslilerinin ya da adları anıldığında kamuoyunun belli kesimlerinde suç/suçlu algısının hemen akla geldiği bir zamanların çete-mafya-suikastçı ya da ırkçı eylem ve faaliyet sahiplerinin, kamu vicdanında faili meçhullerin, karanlık cinayetlerin sorumlusu olarak yer edenlerin olduğunu da söylemek gerekir. Bu kişiler siyasal iktidar ya da yargı organlarınca haksızlığa ve hukuka aykırı kimi işlemlere maruz kalsalar ve hukuken mağdur olsalar, edilseler bile, salt bu mağduriyetleri nedeniyle elbette demokrasi kahramanı olarak görülemezler. Bu gerçekler, adil bir yargılama yapılmamasının özürü olamaz, olmamalıdır. Hak ve özgürlük bilinci gelişmiş toplumlarda, insanlar, kendilerinin hak ve özgürlüklerinin gerçekten güvence altında olması için rakiplerinin, karşıtlarının ya da benimsemedikleri kesimlerin hak ve özgürlüklerini gerektiğinde savunmanın zorunlu olduğunun bilincindedir. Bu nedenle, en sevmediğimiz, en aykırı fikirlere sahip ya da hatta bize göre kesinkes suçla irtibatlı insanların da adil yargılanma hakkını ve hukuk güvencesini gerektiğinde savunmalıyız. Bu onların fikir ve eylemlerini savunmak değildir.

100 metreyi 2 saniyede koşmak

Size kalkıp birisi, “Bugün 100 metreyi 2 saniyede koştum” ya da “Yarın sabah saat 9’da İstanbul’dan otomobilimle yola çıkacağım, tam bir saat sonra saat 10’da Rize’de olurum” derse herhalde inanmaz, bunu diyenin aklından zoru olduğunu düşünürsünüz.

  • İşte, Ergenekon davasında 100 metrenin 2 saniyede koşulduğu iddiasında bulunanlar var.

Mahkemenin kendisinin açıkladığı verilere bir bakmak bile bu gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Mahkemenin açıkladığına göre, dosyanın hacmine ilişkin kimi sayılar şu şekilde:

– Yaklaşık 40 bin sayfa duruşma tutanağı,
– Davaya ilişkin yazılı belgelerin bulunduğu delil klasörlerinin sayısı 2 bin 538 (her bir klasörde ortalama 250 sayfa olsa, toplam yaklaşık 600 bin sayfa).
– Bunların üstüne yaklaşık 20 bin sayfa iddianame,
– 2 bin 200 sayfa esas hakkında mütalaa,
– On binlerce sayfa sanık ve avukat savunmaları,
– yüzlerce saat telefon görüşme ses kayıtları,
– yine yüzlerce saat görüntü ve ses kaydı,
– milyonlarca sayfa belge içeren CD, DVD, flash bellek, harddisk vs. dijital materyali eklerseniz nasıl bir dosya yığını ile karşı karşıya olduğunuzu belki tahayyül edebilirsiniz.

Milyonlarca sayfalık hacmi, ses kayıtlarını, dijital kayıtları vs. bir yana bırakıp yalnızca yazılı belge ve klasörleri okumakla yetinelim.

Abartılı bir rakam vermeden yalnı bir milyon sayfa okuyacağımızı düşünelim.
Evet, çok daha fazla ve hacimli olmasına karşın, biz yine de bir milyon sayfa üzerinden bir okuma yapalım.

  • Soru şu: Bir milyon sayfayı ne kadar zamanda okuyabilirsiniz?

Bunun için toplamı iki sayfadan ibaret olan bu yazıyı kaç dakikada okuduğunuzu bir test edin. Herhalde, ortalama bir okuyucunun 4-5 dakikasını alır. Yargıçlar da, sizin benim gibi insanlar olduklarına göre, bu iki sayfayı aşağı yukarı aynı sürede okuyabileceklerdir. Kısaca, normal bir insan bir sayfalık yazıyı okumak için 2-3 dakikaya ihtiyaç duyar. Eğer, yapacağınız okuma titiz ve dikkatli bir okumayı gerektiriyorsa, bu süre uzayacaktır. Ama, biz yine de alttan alalım ve diyelim ki, yargıçların okuma yetenekleri öbür insanlara göre daha gelişkindir ve onlar hiç yorulmadan günde on saat boyunca aynı hızla 2 dakikada bir sayfa okuyabilirler.
Yok canım, bu da 100 metrenin 5 saniyede koşulabilmesi gibi olur demeyin, varsayın ki koşuyorlar. Bu durumda bile bir milyon sayfayı okuyabilmesi için bir yargıcın 2 milyon dakikaya ihtiyacı yok mu? 2 milyon dakika 33 bin 333 saat demektir. Ara vermeksizin ve dinlenmeksizin her gün düzenli olarak 10 saatlik bir okuma ile 3 bin 333 günde bir milyon sayfayı bitirebileceğiniz, üstelik fiziksel, zihinsel, bilimsel sınırları zorlayarak ulaştığınız bir sonuç oluyor.

Başka bir deyişle yaklaşık 10 yıl boyunca hafta tatili, hafta sonu demeden her gün okuyarak bir milyon sayfayı okuyup tüketebilecek yargıçlar arıyoruz. Peki, var mı?
Ergenekon mahkemesinde toplam 6 yılda bütün dosyayı okuyup bitirmiş, hazmetmiş olduklarına göre demek ki, doğaüstü ve insanüstü bir işi başardıklarını söylemek gerekiyor. Ya da bugün hiçbir insanın 100 metreyi 2 saniyede koşamayacağına inanıyorsak,

  • dosyanın büyük bölümünü okumadan, okumuş gibi karar verdiklerini söylemek durumundayız.

Bundan sonraki süreç

Ergenekon davasında herkes temyiz sürecini yani ikinci derece yargılamasını bekliyor. Önce, Ergenekon mahkemesi gerekçeli kararını yazacak. Kısa kararın 500 sayfa olduğuna bakılacak olursa, gerekçeli kararın 5 bin sayfayı aşacağını düşünebilirsiniz. Ardından Yargıtay Başsavcılığı dosyayı okuyup inceleyecek ve sonucunda kendi görüşünü (tebliğnameyi) hazırlayacak. Yani eğer dosyayı okumuş gibi yapmayıp gerçekten okuyacaksa dosya 10 yıl Yargıtay Savcılığı’nda kalacak. Ya da mütalaayı hazırlamakla görevlendirilecek savcılar aralarında işbölümü yaparak, her biri bölüm bölüm okuma yapacak, sonuçta bir araya gelecek ve
birinin okuduğu bölüme ilişkin değerlendirmesini, öbürleri zorunlu olarak kendi görüşüymüş gibi kabul edecek. Dava dosyası, ancak bundan sonra Yargıtay ceza dairesinin önüne gelebilecektir. Aynı zamana Yargıtay yargıçları da ihtiyaç duyacaklardır. Şeklen bile olsa, hiç olmazsa bundan sonraki süreçte adil bir yargılama olduğu izlenimi verilmek isteniyorsa, neredeyse 20 yıllık bilemediniz 10 yıllık bir temyiz süreci önümüzdeki gerçeklik.

Deneyimli ceza yargıcı, önceki Yargıtay başkanlarından Sami Selçuk, bu açık olguyu bütün çıplaklığı ile gördüğü için şunu ifade ediyor:

  • “Bunları gözeterek, bütün bunları ve bu davanın hacmini, karışıklığını ve karmaşıklığını, bir insan beyni, kafasında birlikte tutarak bir senteze gidemez; zor bir olaydır. Böyle bir davada yanlış yapmamak hemen hemen olanaksız. (…) Milyonlarca sayfalık bu davanın içinden çıkabilir misiniz? 100 bilemediniz 200 sayfalık davalar gördük; onlarda bile çok bocaladık.
  • Böyle bir dava insanın beyin gücünü, yeteneğini aşıyor, bunu temizlemek gerek.”

Sonuç                     :

1. İnsanın bugünkü fiziksel ve zihinsel kapasitesine göre, Ergenekon dava dosyasının layıkıyla ve hukuksal gereklere uygun şekilde yargısal bir sonuca bağlanması olanaksızdır.

2. Bu davayı içinden çıkılamaz, sağlıklı ve adil bir yargılama yapılamaz hale getirmenin sorumluluğu, hiç kuşku yok başta soruşturmayı yürüten savcılara, polislere ve yargılamayı yürüten mahkemenin yargıçlarına aittir.

3. Özellikle siyasi davalarda, adil bir yargılamanın gereklerine uymadan da hüküm verildiği, hatta bu hükümlerin kamuoyunun belli kesimlerini tatmin ettiği görülmüştür.

4. Ancak, adil bir yargılama yapılmadan ulaşılan hükmün kendisi -hukuksal anlamında- asla adil olarak görülemez. Ulaşmak istediğiniz hedef kadar, hedefe hangi yoldan gittiğinizin de hukuk devletlerinde ve demokrasilerde önemli olduğu unutulmamalıdır.

5. Bunun için “Ceza yargılamasında, zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur.”
ilkesi ortaya çıkmıştır.
(Cumhuriyet, 16.08.2013)

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net