Etiket arşivi: Sağlıkta Dönüşüm Programının (SDP)

Her yıl 1.5 milyon kişi aşılanmadığı için ölüyor

Her yıl 1.5 milyon kişi aşılanmadığı için ölüyor


Konuk Yazar: Kayıhan Pala – Prof.Dr.,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
BİRGÜN, 
04.09.2018

Aşılar, belirli bir hastalığa karşı bağışıklığı geliştiren biyolojik ürünlerdir. Bir aşı tipik olarak, hastalığa neden olan mikroorganizmayı andıran bir maddeyi içerir ve genellikle mikrobun, toksinlerinin veya yüzey proteinlerinin zayıflatılmış veya öldürülmüş formlarından elde edilir. Aşılama ile kişinin etkenle karşılaşarak vücudunun bağışıklık oluşturması ama bu sırada hastalığa yakalanmaması istenir.

Bir aşının geliştirilmesi yıllarca sürer. Süreç ilk olarak laboratuvar koşullarında yapılan araştırmalar ile başlar, daha sonra klinik çalışmalar ile devam eder. Aşının etkinliğinin ve güvenliğinin sınandığı çalışmaların olumlu sonuçlanması halinde aşı üreticisi lisans almak üzere başvuruda bulunabilir.

Kızamık aşısı 20.4 milyon hayat kurtardı
Aşılar, küçük çocuklarda hastalık yükünü önemli ölçüde azaltan ve milyonlarca ölümü önleyen güvenli, etkili ve düşük maliyetli bir sağlık müdahalesidir. Kızamık, çocuk felci, difteri, tetanoz, boğmaca, B tipi grip hastalığı (Haemophilius influenzae tip B), streptokok pnömonisi ve rotavirüs kaynaklı diyare gibi bazı ölümcül çocukluk hastalıkları için etkinliği gösterilmiş aşılar mevcut. Bu aşılar sayesinde çocuklar hastalıktan ve ölümden korunabiliyor. 2000-2016 yılları arasında yalnızca kızamık aşısı ile bütün dünyada 20,4 milyon kişinin yaşamını yitirmesinin önüne geçildi.

26 hastalıktan korunmak mümkün
Bugün 26 hastalığa karşı aşı ile korunmak olanaklıyken, dünyada her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişi aşı ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiriyor.

Risk altındaki kişilerin aşılanmasıyla toplumun söz konusu bulaşıcı hastalıktan korunması ve hastalığın kontrolünün sağlanması olanaklı. Aşılar toplum düzeyinde salgınları önleyebileceği gibi, hastalıkların hiç görülmemesini ya da çiçek hastalığında olduğu gibi hastalık etkeninin kökünün kazınmasını da sağlayabilir. Bilindiği gibi çiçek hastalığı, variola virüsünün neden olduğu akut bulaşıcı bir hastalıktır. İnsanlık tarafından bilinen dünyanın en yıkıcı hastalıklarından biriydi. Yalnızca 20. yüzyılda 300 milyon kişinin çiçek hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor. Bilinen en son olgu 1977’de Somali’de gözlendi. Dünya Sağlık Örgütü’nün başlattığı küresel bir bağışıklama kampanyasının ardından 1980’de ortadan kaldırıldı.

Toplumda çeşitli nedenlerle aşılan(a)mayan kişiler bulunmakta. Bunlar doğuştan bağışıklık sistemi hastalığı olan çocuklar, bazı hastalıkların tedavisi nedeniyle bağışıklık sistemi bozulmuş olan hastalar, ağır beslenme bozukluğu olan çocuklar, sağlık hizmetlerine erişemeyenler ve anababaları tarafından aşı olmaları reddedilen çocuklar olarak sıralanabilir. Aşılar, aşı yapılan kişiyi hastalığa karşı korumanın yanında, toplumda hastalığın kontrolünün sağlanması işlevini görerek aşılanamayan kişileri de korur. Yüksek orandaki bir bağışıklama ile söz konusu hastalık etkeninin toplumda dolaşımı engellenebilir. Bu durumda etkenin korunmasız kişilere ulaşma ve buna bağlı olarak hastalık yapma olasılığı azalacaktır. Toplum bağışıklığı adı verilen bu durum (nüfus bağışıklığı veya sosyal bağışıklık olarak da adlandırılmakta), bir toplumun büyük bir oranının (Genellikle bu oran %95 ve üzeri olarak kabul edilmekte) bir enfeksiyona karşı bağışık hale gelmesiyle ortaya çıkan ve böylece o hastalığa karşı bağışıklığı gelişmemiş olan bireyleri de koruyan bir bağışıklama yaklaşımı.

Toplum bağışıklığı ile, bulaşıcı hastalıklara karşı toplumun büyük bir oranı aşılandığı için salgın çıkma olasılığı azalmakta, toplumun tüm üyeleri korunmakta.

  • Bu bağlamda toplum bağışıklığı aynı zamanda toplumsal bir dayanışmadır.

Temel sağlık hizmetleri AKP ile geri plana itildi
AKP iktidarı ile 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın (SDP) uygulamaya konulmasının ardından, temel sağlık hizmetlerinin geri plana itilmesi nedeniyle, Birinci Basamakta çalışanların bütün özverisine karşın ülkemizde aşılama hizmetlerinde bazı sorunlar bulunuyor. Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan istatistiklere bakıldığında, SDP sonrasında hemen tüm aşılama hızlarının arttığı ve %100’e yakın oranlara eriştiği iddia edilmekteyse de saha araştırmaları bu verileri doğrulamıyor. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması 2013’ün sonuçları çarpıcı:
2013 yılında 15 aydan önce aşılanan çocuk oranı karma aşı (DTaP-IPV-Hib 3) için %84,3, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak (KKK) aşısı için %88,5 ve Hepatit B için %86,5.

Türkiye’de dört çocuktan birinin aşısı eksik
2008 yılında tam aşılı çocuk oranı %80,5 iken 2013’te bu oran %6,4’lük azalmayla %74,1’e indi. 2013 verilerine göre ülkemizde her 4 çocuktan 1’inin tam bağışık olmaması, bulaşıcı hastalıklar açısından önemli bir sorun. Nitekim 2013’te ülkemizde yaşanan kızamık salgını, aşılama oranlarının Bakanlık tarafından iddia edildiği gibi çok yüksek olmadığının önemli bir kanıtı.

Sağlığın korunması için etkili bir müdahale olmasına karşın, son yıllarda dünyada ve ülkemizde aşıya karşı bir güvensizlik ortamı yaratılmakta ve buna bağlı olarak bazı olumsuz tutumların ortaya çıktığı gözlenmekte. Bunlar genel olarak zorunlu aşı uygulamasına birey hakları açısından karşı çıkış, aşı konusundaki tereddütler nedeniyle aşıların reddedilmesi ve dini gerekçelerle aşı karşıtlığı olarak nitelenebilir. Aşı tereddüdü genellikle aşıyı kabullenmekte gecikme veya aşıya ulaşılmış olmasına karşın aşı yaptırmak istememe durumudur ve bir ya da daha fazla aşı için söz konusu olabilir. Aşı karşıtlığı ise tüm aşıları reddetme, kişinin iradesi ile hiçbir aşıyı yaptırmama durumudur.

Aşı konusundaki tereddütler genel olarak aşıların istenmeyen etkilerinden kaynaklanmakta. İlaçlar gibi aşıların da tedavi ve koruma etkilerinin yanı sıra istenmeyen etkileri var. İlaçların istenmeyen etkilerine daha kolay katlanılması ilaçların hastalara; aşının ise sağlam insana verilmesinden kaynaklanıyor. Aşının koruduğu hastalıkların boyutu, yol açacağı yan etkinin karşısında çok daha fazladır.

Örneğin kızamık, bulaştırıcılığı en yüksek olan enfeksiyonlardan biri ve dünyadaki önemli hastalanma ve ölüm nedenleri arasında. Bir kızamık hastası çevresindeki 16-18 kişiye hastalığı bulaştırabilir. Herkes, her yaşta hastalığa duyarlıdır.

***

Aşı kamusal ürün haline getirilmeli

Aşılarla ilgili olarak ayrıca şirketlerin kâr maksimizasyonu aracı olmaları nedeniyle de tereddütler bulunuyor. Bu tereddüdü gidermenin yolu aşıları kamusal bir ürün haline getirmekten geçiyor. Örneğin Küba, çocuklarını difteri, tetanoz, boğmaca, hepatit B ve Haemofilis influenzae tip B hastalıklarına karşı koruyan beşli karma aşı üretmekte ve kullanmakta. Küba’da aşıyla önlenebilir hastalıklar (Çocuk felci, difteri, tetanoz, boğmaca, kızamık, kızamıkçık) uzun yıllar önce tümüyle ortadan kaldırıldı.

Aşı konusundaki tereddütler anababalara temel aşı bilgilerinin sağlanması ile büyük ölçüde giderilebilir. Bu bilgiler aşıyla önlenebilen hastalıkları, çocukları aşılanmazsa ne olabileceğini, aşıların nasıl bir işlev gördüğünü ve toplum bağışıklığı kavramını içermeli.

Ancak zorunlu aşı uygulamasına birey hakları açısından karşı çıkış, üzerinde epeyce tartışılan bir konudur ve bireyin özerkliği ile toplum yararı arasındaki çatışmanın ortadan kaldırılması için yoğun çaba harcamak gerekmekte. Kendisinin ya da çocukları için anababanın onamı olmaksızın kişiye tıbbi girişimde bulunmanın çerçevesi iyi çizilmeli, tıbbi girişim için toplumun yararının üstün olduğu bilimsel bilgiye/kanıta dayalı olarak gösterilmeli. Bağışıklamayı reddetmeye yönelik kişisel özerklik, birey ve toplum için daha fazla risk oluşturmamalı. Bağışıklamanın başarılı bir sonuç vermesi için toplumun yüksek bir oranda aşılanması gerekli olduğundan, aşı uygulaması söz konusu olduğunda toplum yararının kişi özerkliğinin üzerinde olduğu açık.

***

Dini gerekçelerle aşıya karşı olmak bilime aykırı

Dini gerekçelerle aşıya karşı olmanın ise bilimsel hiçbir açıklaması yok. Tıbbi gerekçelerle aşı yaptırmamak doğru olduğu halde, dini gerekçelerle aşı yaptırılmaması etik olarak da uygun değil.

  • Etik olarak, aşılama kişiyi korur ve toplum bağışıklığı yoluyla toplumun güvenliğini sağlar.

Dini gerekçeler de içinde olmak üzere aşı yaptırmamanın çocukların sağlığını olumsuz etkilediği birçok araştırmada gösterildi. 1987-1998 yılları arasında ABD Colorado’da yapılan bir çalışma 3-18 yaş arasındaki aşılanmamış çocukların 22 kat daha fazla kızamığa yakalandığını gösterdi. Aynı çalışma, 1996-98 arasında, aşılanmamış çocukların boğmaca alma olasılığının aşılananlara göre 5,9 kat daha fazla olduğunu da ortaya koydu. ABD New York’ta 2000-2011 arasında yapılan bir çalışmada, aşılamadan muaf tutulmuş çocuklarda boğmaca sıklığı, aşılanan çocuklara göre 14 kat daha yüksek bulunmuştur. Bu çalışmaya göre, toplumdaki yüksek aşı muafiyeti oranları hem aşılanmış hem de muaf tutulan çocuklar için boğmaca riskini artırdı.

Türkiye’de geçmiş yıllarda kayda değer bir aşı karşıtlığı söz konusu olmazken, son yıllarda çocuklarının aşı olmasını reddeden aile sayısında büyük bir artış söz konusu. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre 2014’te 1370, 2016’da 11 bin olan çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı, 2017 yılında 23 bine yükseldi. Bu eğilim Türkiye’de bulaşıcı hastalıklarla ilgili yeni salgınlar açısından büyük bir risk etmeni olarak karşımızda duruyor.

Kaynaklar
» Aksu Tanık F. Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları. Toplum ve Hekim, 2018;33(2):83-97.
» Beyazova U. Aşı Konusunda Bilgi Notu, Ankara Tabip Odası, http://www.ato.org.tr/announcement/show/358 .
» Birinci Basamak Sağlık Çalışanları İçin Aşı Rehberi. Yayına hazırlayan: Nilay Etiler, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Ankara, 2018.
» Chung S, Nguyen T, Havins W. Immunization Mandates: Abolishing the Religious Exemption in Nevada. Journal of Legal Medicine, 2017;37(sup1):1-2.
» Imdad A, Tserenpuntsag B, Blog DS, Halsey NA, Easton DE, Shaw J. Religious Exemptions for Immunization and Risk of Pertussis in New York State, 2000–2011. Pediatrics, 2013;132:37–43.
» Vaccines, World Health Organization, http://www.who.int/topics/vaccines/en/.
» Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, T.C. Kalkınma Bakanlığı ve TÜBİTAK, Ankara, 2014.
===================================================
Dostlar, 

Değerli meslektaşımız, Halk Sağlığı Uzmanı  Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın yukarıdaki değerli makalesini biz de içeriğine katılarak paylaşıyoruz..

Sağlık Bakanlığı’nın hızla yasal düzenleme yaparak köktenci biçimde sorunu çözmesi gerekiyor:

  • Aşılar tıbbi dolayısıyla yasal yükümlüktür.

Sevgi ve saygı ile. 05 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

 

TTB Raporu : AİLE HEKİMLİĞİ; NE DEDİLER – NE OLDU?

AİLE HEKİMLİĞİ: NE DEDİLER,
NE OLDU?

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği (TTB – Ankara Tabip Odası) meslek örgütümüzden çok değerli bir rapor daha yayımlandı. Bu rapor vesilesiyle, AKP’nin kökü dışarıda – güdümlü sağlık politikalarını irdelemek istiyoruz. 12 sayfalık özlü rapor şöyle başlıyor :
*****

Aile Hekimliği: Ne Dediler Ne Oldu?

Sağlıkta Dönüşüm Programının (SDP) önemli bileşenlerinden biri olan aile
hekimliği, yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra 2005 yılında pilot uygulama
olarak Düzce’de başlatıldı. SDP’nin içerdiği sekiz bileşenden biri de “Yaygın, Erişimi Kolay ve Güler Yüzlü Sağlık Hizmet Sistemi” başlığı idi. Bu başlıkta 3 öge bulunuyordu:

1. Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği,
2. Etkili, Kademeli Sevk Zinciri,
3. İdari ve Mali Özerkliğe Sahip Sağlık İşletmeleri.

Hastaneleri özerkleştirirken 1. Basamak sağlık kurumları olan Sağlık Ocaklarını
dönüştürmeyi de ihmal etmeyen SDP, aile hekimliği sisteminin 1. Basamakta yaşanan sorunları çözeceği iddiasındaydı. Ama beklenen olmadığı gibi varolan sorunlara yeni sorunlar eklendi.

Ne Dediler??

“Hastaların büyük çoğunluğunun sorunlarının 1. Basamakta çözülebilir olduğu ve hastane polikliniklerinin bu tür hastalarla dolu olduğunu biliyoruz. Sistemin etkili hale getirilmesi, hem hastanelerimizdeki gereksiz yığılmaları azaltacak ve tedavi hizmetlerinin kalite artışına hizmet edecek, hem de sağlık harcamalarındaki israfı azaltacaktır. Sevk sistemi tek yönlü bir yol
değildir. Tanı ve/veya tedavi için 2. veya 3. Basamak kuruluşlara sevk edilen hastaların çoğu, tedavinin devamı, izleme ve bakım için daha alt seviyedeki kurumlara geri gönderilmelidir. Hastaların kayıtlarını tutmakla sorumlu olan hekimin sevk ettiği hastasına 2. Basamakta verilen konsültasyon hizmetinin geri bildirimi tıbbi kayıt sistemini güçlendirecektir. Böylece bireylerin aile hekimlerince sürekli izlenmesi mümkün olabileceği gibi, kaliteden ödün vermeksizin daha kısa sürede ve düşük maliyetli sağlık hizmetinin sunumu mümkün olabilecektir.”
*****
NE OLDU ??

SDP’nin sevk sistemi iddiası çok kısa sürdü. “Hastanelerimizdeki gereksiz yığılmaları azaltacak ve tedavi hizmetlerinin kalite artışına hizmet edecek, hem de sağlık harcamalarındaki israfı azaltacak” sevk sistemi, 2007 yılındaki Genel Seçim öncesi kaldırıldı. 2008 yılı Kasım ayında Bayburt, Denizli, Isparta ve Gümüşhane gibi oldukça sınırlı nüfusa sahip illerde pilot olarak tekrar başlatılan sevk zinciri uygulaması, 15 gün sonra aile hekimliği birimlerine kayıtlı hasta sayısının çok fazla olması ve aile sağlığı merkezlerindeki işlerin içinden çıkılmaz hal alması nedeniyle ikinci kez tarihin tozlu raflarına kaldırılmış oldu.
*****
Koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendireceği iddiasındaki SDP’nin aile hekimliği sistemi ile kızamık bağışıklama oranları %96-98 düzeyinde seyrettiği belirtilirken, 2013’te 7112 kızamık olgusu görüldü bu olguların 2931’inin aşısız olduğu ortaya çıktı. Sağlık Bakanlığı tarafından yapılması gereken aşı ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılmaması nedeniyle “aşı reddi” sayısı giderek artarak tüm toplumu tehdit etmeye başladı. Yine, Sağlık Bakanlığı’nın pasif tutumu
nedeniyle önlenebilir doğuştan hastalıkların tanısı için kullanılan “topuk kanı” alınmasına karşıda dirençler başladı.
En önemli sağlık göstergelerinden biri bebek ölüm hızıdır. 2014 yılında doğan her bin bebekten Kilis’te 25.3’ü, Van’da 19’u, Şanlıurfa’da 18’i bir aylık bile olmadan yaşamını yitirdi. 2015 yılında benzer şekilde, canlı doğan her bin bebekten Kilis’te 25.3’ü, Şanlıurfa’da 20.1’i, Gaziantep’te 17.2’si ilk ayını bile doldurmadan yaşama veda etti..
*****
Rapor şöyle sonlandırılıyor                       :

“Hekim seçme özgürlüğü” herhangi bir bölge sınırlaması olmaksızın kişilerin aile hekimine kaydını olanaklı kıldı. Hizmet bütünlüğü ve hizmete erişim açısından olumsuzluklar oluşturan bu özgürlüğün sınırları duruma ve yere göre çizildi. İstanbul’da yaşayan bir hastanın aile hekimliği kaydının Trabzon’daki bir aile hekimine yapılması olanaklı hale geldi. Aile hekimliği sistemiyle 1. Basamak sağlık hizmetleri parçalı hale getirildi. Bu hizmetlerin bütüncül yaklaşımı parçalanarak bireysel ve toplumsal sağlık hizmeti birbirinden ayrıldı. Aile hekimliği sistemi ile oluşturulan kurumlar; sağlık hizmetlerinin planlanmasında kullanılacak verilerin elde edilemediği, kişiye yönelik koruyucu hizmetleri performans gereklilikleriyle sınırlandıran, “müşteri memnuniyeti” odaklı hale getirildi. Bu kurumlarda çalışan hekimlere bir tür “işletmeci” rolü verilmektedir. SDP ile aile hekimliği sistemi, piyasa yönelimli bir 1. Basamak hizmeti olmuştur. Böyle bir yönelimle hekimler, rekabet etmek ve “müşteri memnuniyeti”ni sağlamak zorunda oldukları, güvencesiz, kuralsız ve mesleksel bağımsızlığın tehlikede olduğu bir çalışma ortamında ayakta kalmaya çalışmaktadırlar.
*****
Dostlar,

Bu önemli ve ülkemiz sağlık tarihine not düşen rapor için TTB’ye ve emek veren meslektaşlarımıza teşekkür borçluyuz. Okunmasını, okutulmasını ve yaygın olarak paylaşılmasını dileriz. En önemlisi de AKP iktidarının, başta Sağlıkta Dönüşüm Programını başlatan ve yıllarca her tür eleştiriye gözünü – kulağını tıkayan ve militanca uygulayan eski Sağlık Bakanı, şimdilerde Başbakan yardımcısı. Prof. Dr. Recep AKDAĞ okumalı ve hiç olmazsa 15 yıl sonra, bir parça olsun serinkanlı ve nesnel yaklaşımla yarattığı enkazı görmelidir.

  • Erdoğan, –en iyimser safiyane değerlendirmemizle– bu alanda da “kandırılmaktan-üstelik en yakınındakiler tarafından..- kendini koruyamayan biri olarak, bu rapora dikkatle bakmalıdır.  Kandırılmaktan sakınmanın çaresi, karşıt içerikli eleştirilere AKP – Erdoğan’ın kulak kabartması; değişik kişi ve kurumları önyargısız dinlemesidir. AKP iktidarının ömrünü uzatmak isteniyorsa; hukuk – etik – siyasal ahlak dışı…seçim ittifakları gibi hastalıklı dayatmalara girişmeden, ürkünç (vahim) yanlışlardan dönmeye bakmalıdır.

    Dr. Akdağ, Artık hastalar memnun edilecek, müşteri olarak kabul edilecek.” buyurmuştu kökü dışarıda DB-IMF dayatması olan Sağlıkta Dönüşüm Programının 2. ayında..  (Milliyet, 26.07.2003). Bu söz, bir politikacı için yaşamının gafı sayılacak nitelikte bilimsel olarak yanlış ve halkın sağlığından yana değil küresel sermayeden yana oluş demektir. Son derece talihsizdir. AKP – Erdoğan’a en büyük olumsuz yük, Dr. Akdağ ve yürttüğü emperyal sağlık politikaları olmuştur, olacaktır. Ekim 2017’den bu yana Sağlıkta Dönüşüm Programının 2. aşamasına (!) geçildiğinden söz edilmektedir ki, bu da ŞEHİR HASTANELERİ’dir. Sitemizin manşetinde 1 Kasım 2017’den bu yana bir power point sunumumuz duruyor :
  • ŞEHİR HASTANELERİ TALANI!

    Bu sunuşu o tarihte Mülkiyeliler Birliğinde yapmıştık. 07 Mart 2017 günü Batıkent Meydan Sahnesi’nde yineleyeceğiz (duyuru posteri sitemiz manşetinde..).

Eski Sağlık Bakanı Dr. Akdağ’ın son derece talihsiz “Artık hastalar memnun edilecek, müşteri olarak kabul edilecek.” sözündeki 2 büyük hata şöyle :

1. Bakan, “hastaları memnun etmek”ten söz ediyor. Oysa asıl sağlık hizmeti, insanlar hastalanmadan önce, kişi ve toplum sağlığını koruma amaçlı verilmesi gereken koruyucu sağlık hizmetleridir. Bu hizmetler “kâr getirmezler”, bu yüzden de dünyanın her yerinde kamusal sorumluluktadır. Tedavi hizmetleri, koruyucu sağlık hizmetlerine karşın gene de engellenemeyen hastalıkların iyileştirilmesi içindir ancak ülkemizde masa tepetaklak edilmiştir. Sağlık Bakanından beklenen, bu kurgulu ve yaygın çarpıklığı kullanmak- sömürmek değil, halkın algısı da dahil, sistemi düzeltmektir.

2. Bakan Akdağ, zincirleme bir başka hata ile, “hastaların memnun edilmesini” çok kritik bir koşula bağlamaktadır : “Müşteri olarak görülmek“.. “Memnun edilmek istenen hasta”, müşteri olarak görüldüğüne göre, küresel emperyalizmin kurallarına göre “bedelini ödeyecektir”! Müşterinin tanımı böyledir; istekli olduğu mal – hizmetin bedelini ödeyen – ödeyebilecek olan kişi ancak “müşteri” liğe terfi edebilir! Bu “müşteri” ayrıca, sağlığının neden korunmadığını sormamalıdır; hastalanmadan önce koruyucu sağlık hizmetini aklına bile getirmemelidir. Kuzu kuzu “müşterileşmeli”, bedelini ödemeli ve “memnun olmaya” bakmalıdır uslu uslu. İnsan hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde, Anayasa’da (md. 56), pek çok ulusal – uluslararası hukuk metninde (Avrupa Sosyal Şartı… vd.) sağlık hizmeti TEMEL İNSAN HAKKI olarak tanınmış iken; insanlar vahşice piyasalaştırılmış sağlık hizmetlerinin sömürülen müşterilerine indirgenmektedir..

  • Hak sahibi özne olarak insanlar müşterileştirilmiş, vergi karşılığında sağlık hizmeti de verme yükümlüsü Devlet ise halkın sırtında, sermayenin sopalı tahsildarlığına koşulmuştur.. Sağlıkta Dönüşüm ihaneti işte tam da budur!

Bakan Akdağ ve çalışma arkadaşlarının, AKP yönetici kadrolarının bu süreci anlamadığı, kavrayamadığı savunulamaz. Bu, o kişileri “anlama – kavrama sorunlu” olarak nitelemek olur ki, hak ettiklerini ve böyle olduğunu düşün(e)miyoruz. O zaman 2. seçenek gündemdedir : Tüm olup bitecekleri öngörerek – bilerek – anlayarak, hukuksal deyimi ile “taammüden” yapmaktadırlar. Üstelik ülkemizin “yerli – milli” uzmanlarını görmezden gelip – karalayıp; DB – IMF’nin yabancı uzmanlarının güdümünde..

Sağlık Bakanlığındaki “yeminli” kadroya gerçekte en anlamlı katkıyı, ne yazık ki “düşman” gibi gördükleri TTB vermektedir! Dr. Akdağ, Sağlık Bakanlığının kuruluş, görev, yetki, örgütlenmesini tümüyle yeniden düzenleyen 663 sayılı KHK içine saklayarak (RG 02.11.2011 – 28103, mükerrer); 663 sayılı KHK md. 58), 6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinden adeta cımbızlayarak “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamakibaresini çıkarmıştı. TBMM açıktı ama bu düzenleme Yasa ile değil, Bakanlar Kurulunca, hiç de ivedi olmamakla birlikte yapılmıştı ve o gece çıkarılan 35 KHK’den yalnızca 1’i idi. Kamu yönetiminin DNA’sı değiştirilmekte idi küresel ağaların istekleri doğrultusunda..

TTB, Anayasanın 135. maddesi uyarınca kurulmuş, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur (TBB, TDHB, TEB, TMMOB, TOBB… da). TTB, meslek üyelerinin hak ve yararlarını, disiplinini, etiğini ve HALKIN SAĞLIĞINI korumak amacıyla kurulmuştur. TTB yasasından çıkarılan yukarıda verilen altı çizili ibare, ne acıdır ki Sağlık Bakanına batmaktadır. Ne var ki bu tuzaklı ve etik dışı değişiklik, 14.2.13/30 s. kararla Anayasa Mahkemesince iptal edildi! AYM’nin bu kararı hala 6023 s. TTB yasasına işlenmiş değildir Başbakanlık Kanunlar….. Gn. Müdürlüğünce!? Niçin, bu ne hazımsızlıktır ve ilgili Gn. Md. lük görevini niçin 5 yıldır kötüye kullanmaktadır??

Bakan Akdağ, daha önce de Samsun’da “heyecanına yenilerek” (!?) “.. 2 satırlık bir yasaya bakar.. TTB vs. kapatırız olur biter..” anlamında boyunu aşan sözler etmişti. Akdağ, MÜSİAD’ın Samsun Şubesi toplantısında TTB, TDB ve TEB’i kapatmakla tehdit etmişti (TTB Tıp Dünyası, 1 Mayıs 2010, sayı 174, http://www.ttb.org.tr/TD/TD174/index.pdf).

Değerli okurlar,

Bu sorunları sitemizde yeri geldikçe zaman zaman işlemekteyiz. Günümüzde TTB, TBB…. ne savaş açmış durumda AKP iktidarı. En küçük karşıt görüşe dayanç (tahammül) yok ne yazık ki!
Bunun adı FAŞİZM! Oysa toplumsal kurumsal muhalefet, iktidarları felaketlerden korumanın ve demokratik rejimin açık sigortasıdır.

Sevgi ve saygı ile. 27 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com