Etiket arşivi: Sağlık Bilimleri Üniversitesi

Askeri Sağlık Sisteminin Kaldırılması

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral
Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Bu bölümde incelediğimiz konular TSK’nin gücünü ve saygınlığını azaltarak ulusal güvenliğimizi olumsu etkileyen hususlardır. Ancak askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının bunun yanında insancıl bir boyutu da bulunmaktadır. AKP iktidarınca kaldırılan Askeri sağlık sistemi, güvenliğimiz için büyük özveri ile çalışan askerlerimizin yaşamı, sağlığı ve morali (savaşma azim ve iradesi) ile doğrudan ilgilidir.

Askeri sağlık sistemi, art arda gelen savaşlarda cepheden cepheye koşan Osmanlı ordularının ihtiyacından kaynaklanmış, Türk tıbbının gelişmesinde öncü rol oynamıştır. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) temeli 1898’e dayanmaktadır.

Askeri tıbbiye öğrenceleri ve tıbbiyeli subaylar, Mülkiye ve Harbiye ile birlikte 20. yüzyıl başlarında Türk aydınlanmasının temelini atmışlardır. Bu nedenle karşı devrimciler ve irticacılar ileri görüşlü, aydın askeri tıbbiyelilerden hoşlanmazlar.

Askeri sağlık sistemi hain FETÖ darbe girişiminin hemen ardından kaldırılmıştır. 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 no’lu Kanun Hükmündeki Kararname’nin (KHK) 106. maddesinde şöyle denilmektedir :

  • Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bakanlığına devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilir… Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir.

Bu düzenleme ile dünyanın bütün silahlı kuvvetlerinde var olan, bizde de 1898’den beri asker hekimler yeniştiren Askeri Tıp Akademisi askeri olmaktan çıkarılmış, Türkiye’nin her yerinde ordu ve kolordu bölgelerindeki askeri hastaneler de askeri olmaktan çıkartılmış, askeri sağlık sistemi ortadan kaldırılmıştır. Buna paralel (koşut) olarak tüm askeri sağlık sistemini yöneten Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı, başında bir tabip general olan TSK Sağlık Komutanlığı da lağvedilmiş (kaldırılmış), işlevleri MSB’ye devredilmiştir.

Bu düzenlemeler ile halen pek çok cephede silahlı mücadele veren Türkiye, NATO içinde askeri hastaneleri olmayan tek devlet durumuna getirilmiştir.

Askeri sağlık sistemi ülkenin güvenliğini sağlayan TSK çalışanlarının aileleri ile birlikte sağlıklarını koruyan ve tedavilerini (sağaltımlarını) yapan bir sistemdir. Sağlıklı asker güçlü ordu, güçlü ordu güçlü devlet demektir. Askeri sağlık sistemi barışta ve savaş veya silahlı çatışmalarda aşağıdaki gibi işletilir(di):

Barışta:

Her Birlikte kıta tabipleri hasta ve yaralılara ilk müdahaleyi yaptıktan sonra, kendi olanaklarını aşan vakaları (olguları) bölgelerindeki askeri hastanelere sevk eder. Hastaların tedavilerine (sağaltımlarına) burada devam edilir, gerekirse merkezi konumda olan daha donanımlı mevki hastanelerine veya Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edilirler(di).

Savaş veya silahlı çatışmalarda:

Yaralanan askerlerin tedavileri (sağaltımı) Kara Kuvvetlerinde “takım yaralı yuvasında” ilk yardımdan başlayan tabur düzeyinde sıhhiye takımlarında doktor müdahalesi ile; tugay seviyesinde sıhhiye bölüklerin kurduğu sıhhi yardım istasyonları ile devam eden ve en donanımlı askeri hastaneye dek uzanan sıhhi tahliye ve tedavi zinciri içinde yapılır(dı). Yurt dışı operasyonlarda harekât alanında kurulan seyyar cerrahi hastanelerin kendi hekimleri tarafından veya  gerekirse yurt içinden askeri uçakla gönderilen askeri hekimler tarafından acil ameliyatlar yapılır veya yaralılar askeri ambülans uçakla GATA’ya tahliye edilir(di).

Askeri sağlık sistemi ordunun ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş ve donatılmış sağlık tesislerinde, özel eğitim görmüş askeri hekimler ve askeri sağlık personeli tarafından çalıştırılır(dı).

Askeri hekimlik özel bir uzmanlık ve deneyim ister. Özellikle ateşli silah yaralanmaları, bazı organların kesilmesi, askeri hijyen; Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal NBC silahlara karşı savunma, pilotların uçuş muayeneleri, harp psikiyatrisi gibi konularda askeri hekimler uzmanlaşmıştır. Askeri tıp konularında GATA’da bilimsel altyapı oluşturulmuş, TSK bünyesinde uzun yıllara dayalı deneyim ve bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu konularda sivil üniversiteler ve hastaneler askerler kadar yeterli bilgi ve deneyime sahip değillerdir.

Ayrıca askeri hekimler asker olduklarından, birliklerin gittiği yurt içi veya dışındaki her yerde TSK’nın bir unsuru (ögesi) olarak görev yaparlar. Kore’de, Kıbrıs’ta ve iç güvenlik harekatında askeri sağlık personeli ve doktorlar bizzat cephede görev yapmış pek çok şehit ve gazi vermişlerdir. Yeterli askeri eğitim almamış sivil doktorları cepheye sürmek hem tedavi hizmetini aksatır hem onların da can güvenliğini tehlikeye atmak olur. Askerler gerektiğinde yurt dışında da seyyar cerrahi hastaneleri kurup işletirler. Bakanlığa bağlı sivil doktor ve sağlık personelinin yurtdışı görevlendirilmeleri, oralarda seyyar cerrahi hastaneler kurup çalıştırmaları askerler kadar kolay olamaz.

Askeri sağlık sistemi kaldırılınca özellikle yurt dışı operasyonlarda sorunlar yaşanmaktadır. Bunun en açık göstergesi son zamanlarda verilen şehit haberlerinin “Kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit olmuştur” ifadesi ile bitmesidir. Örneğin Suriye’de veya Irak’ta yaralanan bir asker yurt içindeki en yakın devlet hastanesine sevk edilmekte, burada harp cerrahisi deneyimi olmayan sivil doktorlar tarafından tedavi edilmektedir. Sınır ilçelerimizdeki devlet hastanelerinde genel cerrah, beyin cerrahı, ortopedist gibi uzmanlar ya yeteri kadar bulunmamakta ya da deneyimsiz uzmanlar bulunmaktadır. Askeri sağlık sistemi bozulmamış olsaydı kurtarılabilecek askerlerimiz, bu sistemin kaldırılması yüzünden şehit olmakta veya ömür boyu engelli kalmaktadır. Bu durum askeri sağlık sistemini kaldıranlara insani ve vicdani bir sorumluluk yüklemektedir. Askeri sağlık sisteminin kaldırılması, kendi çocuklarını askere göndermeyen yöneticiler için kolay verilebilecek bir karadır.

Birinci Dünya Savaşında özellikle Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta verilen büyük zayiatın en önemli nedeni, etkili bir sağlık sisteminin cepheye kadar götürülmemesidir.

Askeri sağlık sistemi savaşan askerlerimizin morali bakımından da önemlidir. Cephede yaralanan arkadaşlarının iyileşip birliğine katılması, öbür askerlerin moralini ve güvenini yükseltir, aksi halde şehit haberinin gelmesi moral bozucu bir etki yaratır. Savaşı şehitler değil, yaşamda kalanlar kazanır.

TSK Fizik Tedavi ve Rehabiltasyon Merkezi

Ankara Bilkent’teki bu merkez dünyadaki benzerleri arasında ön sıralarda yer alan bir sağlık kurumu idi. Bu kurum 1995 yılında TRT’nin açtığı “Mehmetçikle Elele” kampanyası ile halkın parası ile kurulmuş, öncelikle TSK mensubu gazilerin tedavilerini yapmakta idi.

Bu merkezin TSK’den alınıp Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastaneye (gaziler fizik tedavi hastanesine) dönüştürülmesi sonucunda fizik tedavi ihtiyacı olan sivil hastalar da (örneğin trafik azasında yaralanan siviller) kabul edilmekte, TSK mensubu gazilerin tedavileri eskiden olduğu gibi öncelikle ve etkinlikle yapılmamaktadır. Burada “terör gazisi”  “15 Temmuz gazisi” ayırımının yapılması terör gazisi askerleri üzmektedir.

TSK Özel bakım merkezleri

Bu kurumlardan emekli ve bakıma muhtaç TSK personeli ile yakınları yararlanmaktadır. Ancak bakım merkezleri de eskiden bağlı oldukları TSK Sağlık Komutanlığından alınarak MSB’ye bağlanmış, kurum içindeki kimi kadrolara askerler yerine siviller atanmıştır.

Özel bakım merkezlerinin eskiden olduğu gibi TSK Sağlık komutanlığı bünyesinde askerlerce işletilmesi, sağlık sisteminin bütünlüğü ve etkinliği açısından gerekli ve önemlidir.

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK hain FETÖ darbe girişiminden hemen sonra ve bu girişime tepki olarak çıkarılmıştır. Askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının yeni bir darbe girişiminin önlenmesi veya FETÖ hain darbe girişimine tepki gösterilmesi ile ilgisi açıklanamamıştır. Uzun yıllar devam etmiş, oturmuş ve pek çok can kurtarmış bir sistemi kaldırmanın amacı ne olabilir?

İçine FETÖ unsurları sızan bir kurumu kapatmak veya bağlantısını değiştirmek yanlıştır. Hukuk devletinin yapması gereken kurumları toptan bozmak değil, sorumluları bulup yargı önüne çıkartmaktır.

Hain darbe girişimine salt askeri doktorlar değil, sivil doktorlar, savcı ve yargıçlar da katılmışlardır. Aynı düşünce ile öbür tıp fakültelerinin de Sağlık Bakanlığı’na, hukuk fakültelerinin Adalet Bakanlığı’na bağlanması gerekirdi. Bunlar yapılmayıp, yalnızca GATA’nın Genelkurmay’dan alınarak üniversiteye bağlanması FETÖ bahanesi ile askere bir darbe daha vurmak istendiğini göstermektedir.

Öneri

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK iptal edilmeli, en kısa zamanda 2016 yılı öncesi sağlık sistemi yeniden kurulmalı,  TSK fizik tedavi ve bakım merkezi ile özel bakım merkezleri Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Sağlık Komutanlığı’na bağlanmalıdır.

Tıp fakültelerinde güncel durum

Özellikle sağlık alanında eylemlerin arttığı, hekimlerin de her platformda sıkıntılarını dile getirdiği bir haftada üzerinde durmamız değerli. Hekimlik tüm dünyada en saygın mesleklerden. Gençlerimizin bu mesleği benimsemeleri, tercih etmeleri, gönül vermeleri Türkiye için olumlu, teşvik edilmeli. Tıp eğitimine, mesleğe, sağlığa yönelik kötülüğün devam ettiğini görmek ise üzüntü verici.

FAKÜLTELER ve KONTENJANLAR

Ankara Tabip Odası’nın derlediği güncel verilere göre 2023 yılında devlet ve vakıf üniversitelerine toplam 18 bin 18 tıp öğrencisi alınacak. Bunların dışında açılan devlet üniversitesi tıp fakültelerine bin 795, vakıf üniversitesi tıp fakültelerine 2 bin 137 yabancı öğrenci kontenjanı ile toplam alınacak öğrenci sayısı 21 bin 950 olacak.

T.C. vatandaşları için kontenjanların dağılımlarına bakalım.

Türkiye sınırları içinde (sınır dışında Kıbrıs, Azerbaycan, Özbekistan ve Suriye’de kurulmuş olanlar da var) 76’sı Türkçe, 12’si hem Türkçe hem İngilizce ve biri yalnızca İngilizce programı olan toplam 89 devlet üniversitesi tıp fakültesi var. Bunlardan 87’si bu yıl öğrenci alacak. Devlet üniversitelerindeki toplam 99 tıp fakültesi programına 13 bin 530 Türkçe, bin 221 İngilizce eğitim öğretim için toplam 14 bin 751 öğrenci alınacak.

Kurulmuş olan 37 vakıf üniversitesi tıp fakültesinden 33’ü bu yıl öğrenci alacak. Bunların 12’sinde Türkçe, sekizinde İngilizce, 13’ünde ise hem Türkçe hem de İngilizce tıp eğitimi programı var. Buralara 2 bin 87 Türkçe, bin 180 İngilizce eğitim öğretim için toplam 3 bin 267 öğrenci alınacak.

Kontenjanların belirlenmesi, tıp fakültesi ve programları açılması, öğretim üyesi ve altyapı kapasitesi konularında çok sorunumuz var. Tüm bunlarda doğru planlamayı ve bilimin gereğini yapamıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın kendi insan gücü planlama raporunda 2017’den itibaren (başlayarak) toplam tıp fakültesi kontenjanının yıllık 5 bin 250’ye düşürülmesi gerekiyordu. Tersine, artışın devam ettiğini ve bu yıl 18 binin üzerinde olduğunu görüyoruz. 2022 yılı itibarıyla (verileriyle) tıp fakültelerindeki toplam öğrenci sayısının 112 bin 58 olduğunu düşünürsek nitelikli hekim yetiştirmenin çok uzağında olduğumuzu söylememiz mümkün. Hekim sayısını hızla artırma telaşı bitmiyor, “giderlerse gitsinler” yaklaşımıyla da birleşince sağlık ortamımıza zarar veriyor. Genç hekimlerin sürekli artan yurt dışına gitme talebi (istemi), Türkiye’de gelecek görememeleri ülkemiz için ciddi bir kayıp olmaya devam ediyor.

İngilizce tıp eğitimi programları da tartışmalı biçimde artmaya devam ediyor. Bu yöntemle mevcut tıp fakültelerine yeni programlar ekleniyor, kontenjanlar daha da artıyor. İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi örneği çarpıcı. Daha önce Türkçe programına öğrenci alan fakülte bu sene nedendir bilinmez, Türkçe programına öğrenci almazken İngilizce programına öğrenci alıyor.

Bu kadar yaygın tıp fakültesi olduğu halde, yeterli altyapısı olmadan öğrenci almaya devam eden, eğitimin tamamı ya da bir bölümü başka yerlerde olan, altısı Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde 11 tıp fakültesi var. Vakıf üniversitelerinin özellikle İstanbul ve Ankara’da konuşlanması da dikkat çekiyor. İstanbul’da tablo acayip, altı devlet ve 21 vakıf üniversitesi tıp fakültesi var. Vakıf üniversiteleri için tıp fakültesi açmak öyle kolaylaştırıldı ki 12’sinin kendi hastanesi yok, özel hastaneleri tıp fakültesi hastanesi olarak kullanıyor, buralardan hekimlere akademik kadro, profesörlük veriyorlar.

Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) Türkiye’de tıp fakültelerinde eğitimin değerlendirilmesinde önemli bir kurum. Dernek, Türkiye’deki tıp eğitimi programlarının ulusal ve uluslararası ölçekte akreditasyonunu sağlıyor. Güncel olarak, yazdığım tıp eğitimi programlarından 50’si akredite. Akredite olmuş programların toplam programlar içindeki oranı yalnızca %34. Alınması gereken çok yol olduğu anlaşılıyor.

VAKIF TIP ÜCRETLERİ EL YAKIYOR

Vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde okuyan öğrenciler bursluluk düzeyine göre ücret ödüyorlar. Tamamı burslu olan da var, tamamını ya da bir bölümünü ücretli okuyan da. Bu fakültelerdeki öğrencilerin 115 bin TL’den 435 bin TL’ye kadar değişen ücretleri cebinden ödemesi gerekiyor. ABD gibi, hekimlerin yüksek miktarlarda kredi borcu ile mezun olduğu bir ülke olma yolundayız.

Türkiye’de tüm meslek alanlarında görülen eğitimde bozulmanın, sürekli yeni fakülteler açmanın, niceliğin niteliğin önüne geçmesinin yansımalarını tıp alanında da görüyoruz. Ancak biliyoruz ki, sağlık alanı bambaşkadır, verilen kimi zararların telafisi yoktur. O nedenle uyarımızı yineleyelim.

  • Bu ülkeyi yönetenlere “Önce zarar verme!” diyelim.

Bilimin, toplumsal ihtiyaçların gereklerine göre nitelikli tıp eğitimi talebimizi hatırlatmaya devam edelim.

Tıp eğitimi ve hekimliğe bitmeyen kötülük

author

Tıp eğitimi ve hekimliğe bitmeyen kötülük

Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitiminde sayısız sorun tartışılıyor. Yeni öğretim yılına Covid-19 gölgesinde girerken, genç hekimler eğitimlerine ilk adımı atarken genel manzara ne gösteriyor?

  • Öncelikle unutmayalım, nitelikli tıp eğitimi olmadan nitelikli sağlık hizmeti olmaz.
  • İyi hekim yetiştiremezseniz sağlıklı olamazsınız, üstelik bunu kimi zaman dillendirildiği gibi ithalatla da başaramazsınız.

Yedi yıl önceki şaşaalı Yunan hekimlerin Türkiye’de çalışmak istediği duyurularını hatırlıyor musunuz?

Sürekli tıp fakültesi açılması, kalabalık sınıflar, İngilizce ve Türkçe programlar adıyla katlanan sayılar, öğretim üyesi ve altyapı yetersizlikleri tıp eğitiminin kritik konuları. Sağlık Bakanlığı 2014 yılında yaptığı çalışmada 2023 yılı için Türkiye’nin ihtiyacı olan sağlık işgücü hedeflerini ve alınması gereken öğrenci sayılarını ortaya koydu. Buna göre hekim sayısının ihtiyaca göre gerçekleşip korunması için 2014 yılında alınan öğrenci sayısı olan 12 binin hızla azaltılması ve 3 yıl içinde 5250’ye indirilmesi önerildi. Oysa tam tersi yapıldı, yeni fakülteler açılmaya, kontenjanlar artmaya devam etti.

Bu yıl toplam 16553 tıp öğrencisi alınıyor!

Rakamlar Sağlık Bakanlığının öngördüğü hekim fazlalığına doğru gidildiğini gösteriyor. Pek çok meslek için geçerli, niteliksizleştiren ve değersizleştiren uygulamalar hekimlik mesleğine de uzanmış durumda.

Halen 86 devlet, 36 vakıf olmak üzere toplam 122 tıp fakültesi mevcut. Üstelik bu 122 fakültenin 17’si Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki program açmış durumda, toplam program sayısı 139. 2000 yılında 39 devlet ve 5 vakıf olmak üzere toplam 44 tıp fakültesi vardı. Modern tıp eğitiminin başladığı tarihten itibaren 173 yılda açılanın yaklaşık 2 katının 20 yılda açıldığını hatırlatırsam durum daha iyi anlaşılır.

Gerek devlet gerekse vakıf üniversitelerinin tıp fakültesi açması öylesine kolaylaştı ki, bu yıl ilk kez öğrenci alacak bazı vakıf üniversitelerinde dersliklerin yeri bile belli değil. Yedi vakıf tıp fakültesinin kendi hastanesi yok, özel hastane zincirleriyle ortak kullanım yapılıyor, bu sayede tıp eğitiminde doğrudan bulunmayan kimi özel hastane hekimlerine de profesörlükler verilebiliyor.

SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ

İstanbul merkezli bu üniversitemiz dünyada benzeri olmayan özellikler taşıyor. Özbekistan’dan Cerablus’a, Kerkük’e, Filipinler’e, Sudan’a, Somali’ye kadar açılmış birimleri var. Dokuz tıp fakültesi var, ülkenin dört bir yanındaki Sağlık Bakanlığı’na bağlı 53 eğitim ve araştırma hastanesi ile ortak kullanımda, asistan hekimlerin eğitiminden sorumlu.

Bu üniversitemizin 5 tıp fakültesi, Adana, Erzurum, İzmir, Bursa ve Trabzon son 2 ayda açıldı, tümü bu yıl öğrenci de alıyor. Gerekli altyapı çalışmaları tamamlanmadığı için bu 5 fakülteye başlayacak öğrencilerimiz eğitimlerinin ilk 3 yılını sırasıyla Çukurova, Atatürk, Ege, Uludağ ve Karadeniz Teknik Üniversitelerinin tıp fakültelerinde tamamlayacaklar.

Sormadan edemiyoruz         :

  • Neden bu üniversiteye bağlı her yerde tıp fakülteleri açılmaktadır?
  • Gerekli altyapı çalışmaları tamamlanmadan neden öğrenci alınmaktadır?

Covid-19 zamanında aynı illerdeki diğer fakültelere ek öğrenci yükü, dersliklerde kalabalık anlamına gelecek, öğrencilerimizin, hocalarımızın sağlığını tehlikeye sokacak bu uygulamanın ardındaki telaş nedir?

Tüm karar vericilere bir kez daha seslenelim:

  • Biraz nefes alıp duruma sakinlikle bakın, önce zarar vermeyin!

Sonra bu tablonun içinden hekimlerin ve yurttaşların yararını gözeterek nasıl çıkılır, birlikte bakalım.
=======================================

Biz de bir kez daha vurgulayalım :

  • Tıp eğitiminin niteliğini bozar ve iyi hekim yetiştir(e)mezseniz bunun bedelini sağlığınızı yitirerek, engelli kalarak ve ÖLEREK ÖDERSİNİZ!
Dr. Ahmet SALTIK

Şehir hastanelerinde hangi hukuk geçerli

Şehir hastanelerinde hangi hukuk geçerli?

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 22 Eylül 2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Sıklıkla değiniyoruz. Şehir hastanelerinin açıldığı illerde, kamuya bağlı hastaneler kapatılacak/kapatılıyor. Bu, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modelinin işleyebilmesi için kurgulanmış bir “gereklilik” Şöyle: Sağlık Bakanlığının kiracı olduğu müteahhit şirketlerin, olabildiğince şehirden uzak, doktorların içinde “ginger” ile dolaşacağı büyüklükte, iktidar medyasının “5 yıldızlı otel gibi” diye takdim edeceği standartlarda hastane yaparak devlete her ay yüklü işletme faturaları kesebilmesi, kentin içindeki kurulu kamu hastanelerinin kapatılmasıyla mümkün.

***
Bu hafta başı hasta kabulüne başlayan Adana Şehir Hastanesinde öyle oldu mesela. 
Cumhurbaşkanlığı Sarayını da yapan Rönesans’ın üstlendiği Adana Şehir Hastanesi açılınca Adana Numune Hastanesi devreden çıktı. Adana Numune Hastanesi, eğitim-araştırma hastanesiydi. Eğitim hastaneleri de bir süre önce Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlanmıştı. 
Şimdi bir sorun çıktı. Şehir hastaneleri ile eğitim araştırma hastaneleri arasında, diğer anlatımla şehir hastaneleri ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında kurulmuş bir hukuksal bağ bulunmuyor. Bu nedenle üç gün öncesine dek Numune Hastanesi’nde görev yapan doktorların, bugün Adana Şehir Hastanesi’nde hangi yasal çerçeveye göre çalıştırıldığı açık değil. 
Adana Numune Hastanesi personeli, Sağlık Bakanlığı onayıyla şehir hastanelerine devredildi. Fakat şehir hastanelerinin statüleri Devlet Memurları Kanunu ya da Devlet Personel Başkanlığı’yla ilgili KHK’de sayılan kurum ve kuruluşların hiçbirine uymuyor. 
Bütün şehir hastaneleri gibi Adana Şehir Hastanesi de görüntüleme, laboratuvar ve diğer tıbbi destek hizmetleri, bilgi işlem, sterilizasyon, çamaşır, temizlik, güvenlik ve yemeği de içine alır şekilde ticari alanların yapım ve işletilmesini üstleniyor. 
Ancak bütün bu hizmetlerde kamu çalışanlarının yer alıp almayacağı, kamu çalışanları olacaksa nasıl işleyeceği, ödemeler vs. gibi konuların kapsamı bilinmiyor. 
Bu tür konular “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmıyor. Devlet kurumları, açık açık şirket çıkarlarını kamu çıkarlarının önüne koymuş durumda. Kapatılacak yer ve birimlerde çalışan kamu görevlilerinin akıbeti de belirsizliğini koruyor. Kamu çalışanlarının özlük haklarında kayıplara yol açan, kamu çalışanlarını şirket yetkilileriyle karşı karşıya bırakan tuhaf bir tablo ortaya çıkıyor. 
Dahası bu tablo Adana ile sınırlı değil. Şehir hastanelerinin açıldığı her ilde benzer sorunlar yaşanıyor. Şehir hastanelerinin 25 yıllık sözleşmelere dayandığı hatırlanırsa, bu koşullar altında nitelikli bir sağlık hizmetinin nasıl olup da uzun süre aksamadan verileceği büyük bir soru işareti olarak havada asılı duruyor. Doktorların özlük hakkı belli olmasın varsın. Nasılsa “ticari sır” diye açıklanmayan sözleşmelere dair en mühim bilgiyi biliyoruz:

  • Şirketler, 25 yıl boyunca Hazine’den kazanacak.
    =====================================
    Dostlar,

ŞEHİR HASTANELERİNE SAĞLANAN HUKUKSAL DOKUNULMAZLIK 

Cumhuriyet‘in değerli yazarı Çiğdem Toker, sebatla, bu ŞEHİR HASTANELERİ SOYGUNU‘nu işlemeyi sürdürüyor sağolsun..

Kullanılan terimlere özen göstermek ve açıklıkla tanımlamak uygun olur. KÖİ : Kamu Özel İşbirliği uygun bir tanımlama değil. İngilizce aslı “PPP – Public Private Partnership”, dolayısıyla “Kamu – Özel Ortaklığı” diye tanımlamak gerekir. Ama ne yazık ki ilgili yasada KÖİ : Kamu Özel İşbirliği sözcükleri kullanılmakta. Bu da yanıltıcı.. Devlet – sermaye arasında tarafların denkliği de söz konusu değil.. Sermaye “has ya da esas oğlan”, Devlet üvey, yanaşma!

  • Bilindiği gibi “De-regülation”, KüreselleşTİRmecilerin en önemli silahlarındandır.

Açığı, toplumsal yaşamı düzenleyen mevzuat kurallarının bir bütün olarak esnetilmesi, kuralların gevşetilmesi, özellikle ticaret – ekonomi alanında neredeyse mutlak bir de-regülasyon / kuralsızlaştırma ile yerel ve özellikle küresel sermayeye ve bunların ortaklıklarına açılması, dikensiz gül bahçesi olarak sömürüye sunulması demektir..

Anayasa’nın 47. maddesinde yapılan kritik değişiklik gözden kaçırılmamalıdır :

  • ANAYASA md. 47 / (Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırabileceği veya devredebileceği kanunla belirlenir. (AS: Devletin.. diye başlamalı, tümce düşük!)

    Değişiklik tarihi 1999’dur ve 57. koalisyon hükümeti dönemidir; Başbakan Bülent Ecevit ve yardımcıları – ortakları ANAP-Mesut Yılmaz ve MHP-Devlet Bahçelidir.
    Küresel sermaye bastırmış ve koparmıştır bu muazzam ödünü..
    Böylelikle Devlet, dilediği yatırım ve hizmeti kamu hukuku alanı dışına çıkararak, özel hukuk alanına aktarabilecek, böylelikle olası davalarda şirketler güçlenirken Kamu’nun eli zayıflatılacaktır.

    Buna koşut olarak özel sektöre sağlanan güvence pekiştirilerek (tahkim edilerek) Anayasa md. 125’e de çok kritik ekleme yapılmıştır aynı Anayasa değişikliği paketiyle :

  • ANAYASA md. 125 – ……. (Ek hüküm: 13/8/1999-4446/2 md.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir.Açıkçası; …. Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıklar Türk yargısı önünde değil, tarafların belirleyeceği yargıç olmayan “hakemler” eliyle çözüme kavuşturulacaktır.

Oysa Anaysa md. 36 aşağıdaki gibi..

Hak arama hürriyeti
Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.(1)
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Öte yandan YARGI yetkisi, devleti egemen kılan 3 ana erkten biridir Yasama ve Yürütme ile birlikte. Böylelikle yerel – küresel sermaye Devletin Yargı erkini dışlamakta ve uyuşmazlıkları kendilerinin belirleyeceği yerli – yabancı hakemlerin çözümüne bırakmaktadır.. Bu şirketlerle anlaşmazlığa düşen yurttaşlar da, bağımsız – tarafsız Türk yargısı önünde hak arayamayabilecektir.

Bunun açık adı YARGISAL – HUKUKSAL KAPİTÜLASYONDUR, egemenlik hak ve yetkisinden – gücünden çok ciddi bir ödün vermektir ve kabul edilemez

Günümüz ŞEHİR HASTANELERİ vb. lerinin adeta dokunulmaz statüsü böylelikle ve yıllar önce Anayasa düzeyinde sağlama bağlanmıştır. Nitekim,

  • “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” 
    (yasa no. 6428, RG: 09.03.2013) md. 1/ö şöyle :

    md. 1/ö) Sözleşme: Yapım işlerinde özel amaçlı şirketle idare arasında; yenileme işleri ile bu Kanun çerçevesinde ihtiyaç duyulan araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin gördürülmesi için yüklenici ile idare arasında özel hukuk hükümlerine göre yapılan sözleşme ve eklerini… 

    Anayasa md. 47’de yapılan değişiklikle getirilen sözleşmenin hukuksal statüsünü “yasa ile belirleme” yetkisi İdarece kullanılarak, Sağlık Bakanlığı ile şehir hastanelerini yapan – işletecek olan, İdarece bu yasayla (6428) kullanılarak Sağlık Bakanlığı ile şehir hastanelerini yapan – işletecek ve olan ve dahi Devletin kendini soyutladığı “araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin” de satın alınması için girişimci(ler) arasında “sözleşme” kamu hukuku değil, özel hukuk kapsamında düzenlenmiştir. Tahkim yolu da pekala Sözleşmeye konabilir (Sözleşmeler ticari sır olarak korumaya alındığından, içeriğini bilemiyoruz), yasal ekleme ya da çooooooook kolaylıkla gece yarısı bir OHAL KHK’sı ile dayatılabilir.. OHAL KHK’ları ile Türkiye’de yapılamayacak iş yok gibi.. Çünkü AYM (Anayasa Mahkemesi) kendisini yetkisiz saydı, CHP’nin açtığı bunların anayasa yargısınca denetlenmesi davasında. Dolayısıyla bir OHAL KHK’sı AYM’yi kaldırırsa, bu Mahkeme kendini daha başından felç ettiğinden, kendisinin yok edilmesine bile “gık” çıkaramayacak.. Oh ne ala hukuk devleti..İşte bu yüzden, Şehir Hastaneleri kumpası ile ülkemize kurulan büyük tuzak örtük kalabilsin diye bunlar hakkında hemen hemen hiçbir temel veriye erişemiyoruz, tek yanlı olarak ilkesiz ve ölçüsüz ileri sürülen “ticari sır” kalkanına çarpmaktayız. Bilgi Edinme Yasası da işlevsiz.

    Lütfen tıklar mısınız : Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasası ve Getirip-Götürdükleri

Taa 24 Mart 2013’te, yasanın çıkarılmasından 2 hafta sonra, günümüzden 4,5 yıl önce yazmıştık..

Şimdi soralım mı :

  • Türkiye’de hala, bu halkın bir devleti var mı; yoksa Devletimizi yerli – yabancı sermaye gasp etti de biz hala yanılsama içinde Devletimiz olduğunuz sanıp oyalanmakta mıyız?? Hangisi??

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN TIP FAKÜLTESİ KURMASI


Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız, ayrıca bizim gibi Halk Sağlığı Uzmanı olan
Prof. Sefer Aycan‘ın bu sitede öğretici yazılarını zaman zaman yayımlıyoruz.

– SON TORBA KANUN TASARISI VE AİLE HEKİMLİĞİ
(http://ahmetsaltik.net/2014/07/08/son-torba-kanun-tasarisi-ve-aile-hekimligi/, 8.7.14)
– SAĞLIK BAKANLIĞI ve SAĞLIK ENSTİTÜLERİ
(http://ahmetsaltik.net/2014/07/03/saglik-bakanligi-ve-saglik-enstituleri/, 3.7.14)
– TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN ve HEKİMLERİN DURUMU
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/14/turkiyede-saglik-hizmetlerinin-ve-hekimlerin-durumu/, 14.3.14)
– SAĞLIKLI KENT OLMAK..
(http://ahmetsaltik.net/2014/02/19/saglikli-kent-olmak/, 19.2.14)

Dr. Aycan, geçmişte (57. Hükümet döneminde MHP’li Sağlık Bakanı Doç. Dr. Osman Durmuş döneminde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yaptı henüz genç bir doçent iken…
(1996’da biz Uzman Dr. Aycan’ın Doçentlik jürisinde idik ve olumlu oy kullanmış,
yazılı raporumuzun bir örneğini Jüri önünde kendisine sunmuştuk..)

*****

Sağlık Bakanlığı artık deyim yerinde ise apaçık “saçmalamaya” başladı.

Kimler olduklarını iyi – kötü bildiğimiz birtakım aklıevveller, Bakanlığı çıkarları doğrultusunda deyim yerinde ise yönlendirmekte, “rezil etmektedirler”!

Dünyanın hiçbir uygar ülkesinde Bakanlığa bağlı “Üniversite” söz konusu değildir.
Bu olgu “üniversite” kavramının tarihsel özüne aykırıdır. “Üniversite” yi “Üniversite” yapan temel olgu “Bilimsel özgürlüğü ve yönetsel (parasal dahil) özerkliği” dir!

Bu 2 temel karakteristikten uzaklaşıldıkça o yüksek öğrenim kurumu Üniveriste olmaktan uzaklaşır.

Türkiye gibi 1. sınıf bir demokratik hukuk devleti olmayan ülkede bile;
üstelik 12 Eylül Dönemi’nin güdük Anayasası bile bu olguya izin vermemektedir.
Bu bağlamda biz de aşağıdaki makaleyi sitemizde yayımlamıştık (2.7.14, http://ahmetsaltik.net/2014/07/02/akpnin-saglik-bilimleri-universitesi-girisimi-anayasaya-aykiri/)

* AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı!

Yinelemeden kaçınmak için kısa tutmak istiyoruz.
Bu yazımızın küçük bir bölümünü alıntılamak gerekirse şunları vurgulamıştık :

*****

Hemen belirtelim ki, Anayasa’nın 130. maddesi şöyle başlıyor :

  • “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan
    kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler
    Devlet tarafından kanunla kurulur..”

Buna göre, AKP hükümetince kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” nin İLK özelliği “BİLİMSEL ÖZERKLİĞE SAHİP” olmaktır.

İkincisi, kurucu işlemin hukuksal yöntemi – biçimi ile ilgili olup, Anayasa koyucu bu özneyi “Kanunla kurulur” diyerek TBMM olarak tanımlamıştır. Daha açık söylemek gerekirse,

Yasa Gücünde Kararname ile üniversite kurulması söz konusu değildir“.

Böylesi davranış “erk” gaspı olup, apaçık anayasaya aykırıdır.

*****

Sevgili Prof. Aycan’ın uyarıcı yazısı aşağıda, kendisine teşekkür ediyoruz..
Dileriz sağduyu egemen olur ve böylesi Türkiye’yi utandıracak bir girişim geri çekilir.

Hekimlerin ve tüm emekçilerin özlük haklarının iyileştirilmesi gereği tartışma dışıdır
ve ivedidir. Adil ve hukuka uygun biçimde bu düzeltmeler yapılmalıdır. Profesör ve Doçent hekimlerin emekli aylıklarının öbür hekimlerde  görece “iyi” olması, tüm hekimleri akademik personel yapmayı gerektirmez. Böylesi tuhaf ucube bir mantık ve uygulama dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu gerekçeyle “SAĞLIK BAKANLIĞI ÜNİVERSİTESİ” ni (!?) savunmak da yukarıda sıkılarak kullandığımız sıfatları hak ediyor..

Türkiye aklını başına almalı..
Gündelik siyaset yapmak istemiyoruz ama AKP’den kurtulmadan bu olanaklı mı??
Şu son 11,5 yılda Türkiye öylesine başkalaştırıldı hatta yozlaştırıldı ki, tanınmaz oldu!

Sevgi ve saygı ile.
16 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

SAĞLIK BAKANLIĞININ TIP FAKÜLTESİ KURMASI

portresi

 

            Prof. Dr. Sefer Aycan
            Gazi Üniv. Tıp Fakültesi

 

 

Sağlık Bakanlığı’nın TBMM sunduğu “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Sağlık Komisyonundan geçti ve TBMM Genel Kurulunda görüşülmeyi bekliyor. TBMM’ye sunmadan önce tartışılmayan, sır gibi saklanan tasarı, Komisyonda da çok tartışılmadan hızlı bir şekilde kabul edildi. Tasarıda Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ve birçok başka Kanunlarda değişiklik yapılması tasarlanmaktadır. Bu tasarının Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ile ilgili kısmını tartışan bir makale daha önce yazmıştım. Şimdi de tasarının öbür bölümleri ile ilgili görüşlerimi yazmak istiyorum.

Bu torba yasada da yine birçok değişiklik yapılmaktadır. Torba yasa ile daha önce
kabul edilmiş yasalara birçok ek yapılmakta veya var olan maddeler adeta günübirlik değiştirilmektedir. Devlette süreklilik esas iken, bu  tür hareketler Devlet’te tutarsızlık olarak değerlendirilebilmekte ve güvensizliğe neden olmaktadır.
Bu değişikliklerin hep “Torba Yasalar” ile yapılması da ayrı tuhaflıktır. Çorba şeklinde oradan buradan yasa maddeleri değiştirilmekte, kavramlar karışmakta veya belirsizliğe itilmekte, birbiriyle çelişen maddeler ortaya çıkmaktadır.

Şimdi değişiklik yapılan konulara gelirsek, bunlardan bir diğeri ise;
Sağlık Bakanlığına bağlı Üniversite ve buna bağlı Tıp Fakültesi kurulması
ve yüksek öğrenimle ilgili diğer değişikliklerdir.    

Sağlık Bakanlığının Üniversite Kurması

Yasa tasarısında dikkati çeken bir başka konu ise Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi” adıyla Devlet Üniversitesi statüsünde bir üniversite kurmasıdır. Bu Üniversitede Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakülteleri ile
Sağlık Bilimleri Enstitüsü bulunacağı belirtilmektedir.

Peşinen söylemek gerekir ki; böyle ciddi bir konuyu bir torba yasanın içine sıkıştırmak, işi oldu bitti ye getirme çabası olarak değerlendirmemize neden olmuştur.
Tümüyle zorlama, keyfi, uydurma ve ben yaptım oldu mantığıyla yapılan bir iştir.

Öncelikle bu şekilde bir Üniversite Anayasamıza ve YÖK Yasasına da aykırıdır.

Çünkü mevzuatımızda Devlet Üniversitelerinin kuruluş şekli, yönetim organları ve yönetim yapısı bellidir. Bu şekilde herhangi bir bakanlığa ve bakana bağlı üniversite tanımlanmamıştır. Devlet Üniversitesinde Rektörün üzerinde bir
Mütevelli heyeti tanımlanmamıştır. Bunu bilmemeleri olanaklı değildir.
Bu nedenle yapılan iş hukuksuz ve keyfi bir girişimdir.

Bu tasarıda kurulmak istenen üniversiteye hem Devlet Üniversitesi deyip hem de buna Sağlık Bakanlığı’nın üst düzey yöneticilerinden mütevelli heyet oluşturma ve
mütevelli heyetin başkanının da Bakan olması gibi hilenin mevzuatta yeri yoktur.
Bu nedenle tasarının bu konudaki hükümleri Anayasaya ve öbür yasalara aykırıdır. Mütevelli heyet 2547 sayılı yasada Devlet Üniversiteleri için öngörülen bir organ değildir. Yasa tasarısı Mütevelli Heyete, Senato ve Yönetim Kurulunun üstünde yetkiler vermektedir. Rektör adaylarını belirlemektedir. Bu da YÖK yasasına aykırıdır.

Bu şekilde zaten Üniversite olmaz. Burada bilimsel ve yönetsel özerklik olması da olanaklı değildir. Burası olsa olsa Bakana bağlı “yeni bir  birim” olur.

Aslında niyetin ne olduğu bellidir. Asıl amaç bir fason bir Tıp Fakültesi kurmaktır. Yanına göstermelik sağlık bilimleri fakültesi ve sağlık bilimleri enstitüsü eklenmiştir.

Daha önceki Sağlık Bakanı Ankara’da YBÜ Tıp Fakültesini kurmuştu.
Gerçi bu tasarıdaki gibi kendini Mütevelli Heyeti başkanı yapıp, Üniversiteyi kendine bağlamamıştı. Ama tüm yönetim kadrolarını istediği gibi oluşturdu ve Sağlık Bakanlığı’nın bürokratlarından asgari koşulları tutan veya tutar duruma getirilen kişileri de orada öğretim üyesi yaptı. Sağlık Bakanlığı’na ait hastaneyi de Tıp Fakültesine vermişti.

Şimdiki Bakan da (herhalde seçim bölgesi İstanbul olduğundan olmalı)
kendine İstanbul’da bir Tıp Fakültesi kuruyor.
 Yasa tasarısında yine istediği
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneleri buraya devredeceği ve istediği yerdeki Doktorları
burada Üniversite Öğretim Üyesi yapacağı belirtilmektedir.

Yalnızca birtakım insanları oldukları yerde öğretim üyesi, profesör ve rektör yapmaya yarayacak olan bu uygulamanın Bakanlığa ve ülkeye bir yararı yoktur.
Oluşturacağı huzursuzluk, çatışmadan başka bir şey değildir. Aslında bu tasarıya
YÖK ve tüm üniversiteler ve öğretim üyeleri de karşı çıkmalıdır.
Bu tasarıya karşı tarafların sessiz kalmasını da anlamak mümkün değildir.

Bu yaklaşımın hastalıklı bir yaklaşımın ürünü olduğunu düşünüyorum.
Gerçek amacın tıp eğitimi yapmak olduğunu da sanmıyorum.
Aslında bu durum; ille de her hastanenin Tıp Fakültesi olması, her doktorun da profesör olma hastalığının göstergesidir diye düşünüyorum.
Bu tam
Sağlık Bakanlığı’nın, sağlığa ticari meta olarak bakanların, hastaneyi ticari işletme olarak görenlerin, piyasa ekonomisi mantığında olanların yaklaşımıdır.
Gereksiz bir kompleksin, rekabetçi piyasada olumsuz görülen durumun düzeltme girişimidir. Hatta haksız avantaj elde etme girişimi olarak da düşünülebilir.

Oysa 2. Basamak hastaneler de en az Tıp Fakülteleri kadar şereflidir ve buralarda çalışmak onurdur. Tedavi hizmeti vermek için hastanenin Tıp fakültesine olması gerekmediği gibi, bu bir aldatmadır. İlle de hastanenin adının Tıp Fakültesi Hastanesi, kişinin adının önüne profesör eklemek gerekmez. O hekim de, her hekim kadar değerlidir ve iyi hekimdir. Hekimin hasta bakması için profesör olması gerekmediği gibi, profesör olan da iyi hekim demek değildir.
Bu da  hastayı aldatma ve haksız avantaj elde etme girişimidir.

Bu nedenlerle hastaneleri tıp fakültesi, yandaş doktorları profesör yapma hastalığından vazgeçilmelidir.

AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı

AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı

Dostlar,

AKP hükümeti yaşamın her alanını, her hücresini, her santimetrekaresini egemenliği altına almak üzere sitemli, planlı, kararlı, inatçı hatta yapışkan ve saldırgan eylemlerini sürdürüyor..

Ehh, epey yabancı danışman da vargüçleriyle AKP’yi yönlendirmekte..

Türkiye’nin “gürültülü kılınan” ve acımasızca oynanan gündeminde
istenen kimi girişimler de pek ala halkın dikkatinden kaçırılabiliyor.

3 Kasım 2002 seçimini “kazanıp” (“Kazandırılıp” !?) 14 Kasım 2002’de güvenoyu aldıktan bu yana, kabul edelim “çok iyi” hazırlanmış bir strateji bağlamında Türkiye, “2023 Hedefi” ne sürüklenerek taşınmakta. 11,5 yılda ne çok yol alındığı ortada.
9 kritik yıl kaldı “2023” ün tümüyle dönüştürülerek başkalaştırılmış Türkiyesi için.

“Hedef 2023”. kodlu bir slogan olarak bu parti yöneticilerince, özellikle de Başbakan R.T. Erdoğan‘ca ustalıkla, özel mimik – jestler ve tonlama eşliğinde kullanılarak tabana ileti verilmekte..Örtük söylemle açık “kutsal ittifak” pekiştirilmekte..

Bu bağlamda oldukça önemli bir dönüştürücü olarak AKP hükümetince hazırlanan bir Yasa (Kanun) Gücünde (Hükmünde) Kararname (TGK, KHK) hazırlığı sürdürülüyor.

Kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi“.. sorunu..

Konuya ilişkin olarak Tıp Fakülteleri Dekanları Konseyi’nin görüşünü paylaşmak istiyoruz.  Hemen belirtelim ki, Anayasa’nın 130. maddesi şöyle başlıyor :

  • “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan
    kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler
    Devlet tarafından kanunla kurulur..”

Buna göre, AKP hükümetince kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” nin İLK özellliği “BİLİMSEL ÖZERKLİĞE SAHİP” olmaktır.

İkincisi, kurucu işlemin hukuksal yöntemi – biçimi ile ilgili olup, Anayasa koyucu bu özneyi “Kanunla kurulur” diyerek TBMM olarak tanımlamıştır. Daha açık söylemek gerekirse,

Yasa Gücünde Kararname ile üniversite kurulması söz konusu değildir“.

Böylesi davranış “erk” gaspı olup, apaçık anayasaya aykırıdır.

Esas olarak TBMM, ancak yürütülmesinde ivedilik olan olağan devlet işlerinde,
TBMM tatilde ya da kapalı iken kullanılmak üzere Hükümete (3 ana erkten biri olan Yürütme organına) kapsamı ve süresi sınırlı olmak üzere YGK çıkarma yetkisi tanımaktadır.

Bu yetkinin zorlanarak genişletilmesi Anayasanın güçler ayrılığı ilkesini çiğnemektir.

Anayasa’nın 6. maddesi şöyledir :

Madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

  • “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

İzleyen 7, 8 ve 9. maddelerde ise teker teker 3 ana erki (Yasama, Yürütme ve Yargı) ve egemenlik alanını tanımlamaktadır.

Bu bağlamda, düzenleyici bir işlemle (YGK – KHK) yapılacak bu idari işlem, apaçık Anayasaya aykırı düşmektedir. Hükümet, “yalnızca” (münhasıran, exclusively) TBMM’nin yasa çıkararak kullanacağı yasama erkini, üniversite kurma hak ve yetkisini gaspederek onun yerine geçmekte ve aşkın bir zorlama ile YGK eliyle bu münhasır yetkiyi ele geçirmektedir.

Türkiye Tıp Dekanları Konseyi‘nin 9 sayfalık kapsamlı raporunda da bu noktaya vurgu yapılmaktadır. Bu raporu okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

Turkiye_Saglik_Enstitüleri_Baskanligi_icin_YGK_Hk._Tip_Dekanlari_Konseyi_Gorusu

Sıradan bir hukuk devletinde bile böylesi bir girişim kimsenin aklından geçmez.

Dolayısıyla ilk iş olarak AKP Hükümetinin bu girişimini geri çekerek Anayasa
md. 88 uyarınca TBMM önüne bir yasa önerisi ile gitmesi anayasal zorunluktur
(AY md. 88: Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir.)

İşin özünü derinden etkilemekle birlikte bu yöntem (usul) hatası giderilse bile sorun çözülmüş olmuyor..

İkinci sorun ÜNİVERSİTE ÖZERKLİĞİDİR.. Üniversiteyi evrensel bağlamda üniversite kılan onun BİLİMSEL ÖZGÜRLÜĞÜDÜR. Bunun da 2 ön koşulu yönetsel (idari) ve akçal (finansal, mali) özerkliktir.

Sağlık Bakanlığı, söz konusu SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ’nin apaçık patronu olmayı öngörmektedir.

“Benim olsun, ben yöneteyim, ben karar vereyim, istediğime ünvan vereyim,
istediğimi atayım, istediğim konularda güdümlü tezler yaptırayım……….”

Bu güç hastalığı neyin nesidir??

Siz hiç “demokrasi” terbiyesi almadınız mı?

Hak ve yetkileri demokratik hukuk kurallarına uygun olarak paylaşmak ve toplumu birlikte, katılımcı olarak yönetmek….. gibi kavramlar sizin kültürünüzde, dağarcığınızda
yok mudur?

3. olarak YGK’nin içeriği                          :

Türk Yükseköğretim yaşamını, sağlık bilimleri alanında uzun yıllarda oluşturulan geleneklerini, kurumlarını akılcı hiçbir gerekçesi olmadan darmadağın etmektedir. Batı’ya da da dünyanın gelişmiş üniversiter sistemlerine referans vermemektedir.
Kerameti kendinden menkuldür!

“12 Eylül ürünü” diye hep eleştirilen YÖK düzeni bu hükümetçe 11,5 yılda değiştirilmemiş, tersine sağladığı yetkiler katı biçimde kullanılagelmiş,

– çok yoğun biçimde kadrolaşılmış,
– Anadolu’ya bu üniversiteler üzerinden AKP ideolojisi dayatılmış,
– Yandaşlara parasal ve türlü olanaklar ve sürekli rant aktarımı sağlanmıştır.

“Her ilde 1 Üniversite” sloganının hazin ve korkutucu ardalanı (background) böyledir.

Sonuç                       :

Söz konusu YGK derhal geri çekilmelidir.
YÖK düzeni, gelişmiş ülkeler bağlamında demokratikleştirilmeli,
kesin olarak LAİK ve seküler olarak düzenlenmelidir.

Hedef, Üniversitelerin 21. yy’ın ağır yarışmacı koşullarında Türkiye’yi küresel dünyada ileri taşıyacak kadroları yetiştirmektir..

Hedef, Üniversitelerin 21. yy’ın ağır yarışmacı koşullarında Türkiye’yi ileri taşıyacak bilim ve teknolojiyi üretmektir..

Kurulması tasarlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” de bu 2 temel işlevi özellikle
sağlık sektöründe üstlenecektir.

Hedef; “badem”ler – “mollalar” – “rabia” lar yetiştirmek, arka bahçeler oluşturmak ve üniversiteleri daha da gericileştirererek medreseleştirmek asla ol-MA-malıdır.

Elbette bunları AKP iktidarından beklemek gerçekçi değildir

Sorun; Türkiye’de çağdaş – demokratik – Cumhuriyetçi kadroların iktidar sorunudur!