KADINA ve ÇOCUĞA ŞİDDET
Son yıllarda giderekten (AS : giderek) daha da bir hız kazanan şiddet artışı var.
Tecavüzler, vahşi cinayetler, çocuk kaçırmalar ve linç eylemleri hepimizi dehşet içinde bırakıyor.
Her kesimde ve her yörede her türden suça ve şiddete eğilimin arttığı gözleniyor. Bunun en dikkat çekici özelliği de bu şiddetin belirgin bir biçimde kadınlara ve çocuklara yönelmesi.
Bu tablonun gerisinde, göç, toplumsal yapıda çözülme, ekonomik zorluklar,
adalet mekanizmasının yavaş işlemesi, aile yapısının zayıflaması, topluma ve
kendine yabancılaşma var. Bunların her biri, bireylerin yaşamında ruhsal bir travmaya/ zedelenmeye yol açıyor.
Ruhsal olarak zedelenen insanlar yaşadıkları bu acının sorumluluğunu başkalarında arıyor ve öfkelerini bunlara yöneltiyor. En kolay alt edebileceği gücünün yeteceği kişiler olarak da kadınları ve çocukları görüyor.
Hızlı göçün, iri birer köye dönüştürdüğü kentlerde, toplumsal destek ve denetimden yoksun kalan kişiler/gruplar ne geldiği yörenin/köyün değerlerini koruyabiliyor
ne de onun yerine kentli değer sitemlerini koyabiliyor.
Sonuçta anlamsızlığın ve değer yoksunluğunun pençesine düşmüş ve yabancılaşmış, hiçleşmiş bireyler haline geliyor. Kendilerini ezik, aciz ve güçsüz olarak hissediyorlar.
Bu duyguyu dengeleyebilmenin en kestirme yolu olan, kendilerinden daha zayıfa, kadına ve çocuklara şiddet uygulayarak kendilerini güçlü hissetme yolunu seçiyorlar.
Ulusumuza yaşatılan regresyon nedeniyle, giderekten (AS: giderek) yeniden yeşeren ve güçlenen aşiret ve tarikat yapısının, ilkel kapitalist ve vur kaç düzeniyle karışımından oluşan bir ortamda, insani değerlerden yoksun, kimliksiz, çıkar makinasına dönüşmüş bireyler, etrafındaki her şeyi bu ara da (AS: arada) insanları ve hatta ailesinin bireylerini dahi meta olarak algılıyorlar. Sonuçta birbirlerini yakını/kardeşi/komşusu/yurttaşı olarak algılamak yerine, hınç alınacak, üzerinde tatmin olunacak birer rakip/obje/araç olarak görüyorlar.
Kartopu etkisi yaratan ve çok tehlikeli olan bu gidişin önlenmesi, bu gidişe yol açan bataklığın, genelde “ilkel kapitalist düzenin” özelde de gemiciğini yürüten kaptanın “vur kaç düzeninin” önlenmesine ve “toplumun yeniden rehabilite edilmesine” bağlı.
Cezaların artırılması ve hatta idamın yeniden getirilmesinin hiçbir yararı olmayacaktır. Suç işleyenin cezalandırılması tarihin hiçbir döneminde suçluyu durduramamıştır. Önemli olan suçun işlenmeden önce önlenmesidir. Gerekli olan toplumun ruh sağlığını bozan etmenlerin koruyucu hekimlik anlayışı ile ele alınarak bir an önce düzeltilmesidir. Aksi takdirde bu gidişten herkes nasibini alacaktır.
Prof. Dr. Recep AKDUR