Etiket arşivi: Prof. Bilsay Kuruç

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle

OSMANLI’nın MEŞ’UM MİRASI

OSMANLInın MEŞ’UM MİRASI

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır..)

 

Değerli arkadaşlar,

1300’de Bilecik/Söğütte küçük bir Beylik olarak kurulan,
1453’te Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun Başkenti Konstantinopolis’i (İstanbul) ele geçirerek genişlemesini sürdüren,
1500’lerde 4 milyon km2’lik toprakların üzerinde gücünün doruğuna erişen, ancak (Şeriat batağına saplanmış olduğundan) Dünyada değişen Paradigmalara, özellikle Avrupa’daki Aydınlanma sürecine, sosyal reformlara ayak uyduramayan, Keşif ve İcatları ıskalayan, Bilimsel-Teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlı İmparatorluğu, 1600’den başlayarak duraksama ve düşüş dönemine girmiş; talana – haraca dayalı Osmanlı ekonomisi çökmeye, Silah gücü etkisizleşmeye, Orduları yenilmeye ve 1700’lerden başlayarak (1699 Karlofça antlaşması) topraklarını yitirmeye başlamıştır.

Osmanlı-Rus Savaşlarındaki Yenilgiler (1774) geri dönüşü olmayan bir çöküş sürecini tetiklemiştir. 1. Dünya Savaşı sonrasına dek topraklarının %80’ini yitirmiş olan Osmanlının Başkenti İstanbul, 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa…) tarafından işgal edilmiş ve Osmanlı Devleti “fiilen” son nefesini vermiştir. (TBMM’nin 1 Kasım 1922 “Saltanatın ilgası” kararı ile Osmanlı Devleti “resmen” son bulmuştur.)
***
Son dönemlerinde çaresizlik içinde kıvranan ve battıkça batan Haşmetli Osmanlının bir zamanlar hükümran olduğu Avrupa’dan borç dilenmesi çok hazindir. 1854-1874 arası alınan borçlar, şimdiki Osmanlıcıların Büyük Padişahı (Ulu Hakan) 2. Abd-ül-Hamid Han zamanında ödenemeyecek bir düzeye (~240 milyon altın Lira) geldiğinde Devlet artık İFLAS etmiştir… ;
Bu borçların tasfiyesi için 1876’da Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kurulmuş ve Osmanlının ekonomisi bilfiil yabancıların denetimine geçmiştir.

Lozan Andlaşmasıyla Osmanlı borçlarının %62’sini (85 milyon Lira ~600 ton Altın) üstlenen Türkiye 1954 yılına dek bu borçları taksit taksit ödeyerek kapatmıştır. Bu muazzam borç yükü ve sıfır altyapı nedeniyle sanayileşmek, okullaşmak ve öbür sosyal reformlar çok çok büyük zorluklarla yapıldı… Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi sıfırdan değil, sıfırın altından başlamıştı. Buna karşın o “Büyük bunalım” yıllarında bile, 1930-38 arasında, Türkiye ekonomisi yıllık ortalama +%6 gelişimini sürdürebilmiştir.

Mustafa Kemal’e laf edeceklerin önce bu rakamları bilmesi gerekir.

Değerli arkadaşlar,

1930’da 10 milyon $ olan dış borç, 1960’ta 1 milyar dolar sınırını, 2000 yılına gelindiğinde ise 100 milyar dolar sınırını aşmıştır… Son 15 yılda bu miktar 4 katını aşmış ve Dış borcumuz  (faiziyle birlikte) 430 milyar dolar düzeyine gelmiştir. İktidar Partisinin “Zamanımızda Türkiye’yi 4 e katladık” şeklindeki söylemleri aslında dış borcun 4’e katlandığı anlamını taşıyor. Son durumda ulusal gelirimizin %60’ı kadar Dış Borcumuz bulunuyor(Yani cebinizdeki
100 Liranın 60 Lirası borç)
 ve bu borç her gün ~ 100 milyon dolar artıyor! 

Bu gidişle T.C., kuruluşunun 100. yılında “Borcu Gelirine eşit bir Ülke” olacak demektir… Maaşallah !!! æ 13.02.14
===============================
Dostlar,

Atatürk’ün ekonomideki başarısını bu sitede epey yazdık.
Batılılar buna “Mustafa Kemal’in ekonomi mucizesi” adını verdiler.
Prof. Mustafa Aysan, Prof. Bilsay Kuruç, Dr. Serdar Şahinkaya dönemin kitaplarını yazdılar.

17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi‘nde sergilenen kararlılıkla,
yarıda kesilen Lozan görüşmeleri başarıyla tamamlanabildi.. O yokluklar içinde ödenen muazzam Osmanlı borcuna bakar mısınız?

Displaying Lozan_borclari_Ataturk_donemi.jpg
Bir Osmanlı torunu kızcağız çıkmış, utanmadan dedesinin mirasını istiyor..
Be kadın, dedelerin Osmanlı borç ve yıkım bıraktı, bu ne utanmazlıktır?!

Sevgi ve saygı ile. 17 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Dr. Serdar ŞAHİNKAYA : Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi

Konferans : Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi

93. Yıl Anması.. 17 Şubat – 4 Mart 1923
Dr. Serdar ŞAHİNKAYA (Siyasal Bilgiler Fak.)
Yollar Dikensiz Gül Bahçesi Değildi

Düzenleyen : İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Mezunlar Derneği

Yer : Mithatpaşa Cad. 16/6, Yenişehir / ANKARA
Gün : 02 Mart 2016, Çarşamba, saat 16:00

Dostlar,

Duyuru hem yukarıda hem de görsel olarak aşağıda..
Dostumuz, Ankara Mülkiye’den Dr. Serdar Şahinkaya, konunun uzmanı olarak
bize bu önemli konuyu sunacak..  (Devamı görselin altında..)

Birinci İzmir İktisat Kongresi - 93 Yaşında (3)

Toplantıtı düzenleyen, yine dostumuz, adı geçen derneği Ankara şubesi başkanı
Sn. Davut Özdemir ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ederiz.

Serdar bey, “CUMHURİYET EKONOMİSİ ve GELECEK”
başlıklı makalesine (İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Dergisi, Ekim 2015) şöyle giriyor :

  • “Bize en lazım şey.. fabrika, gine fabrika[dır]… Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları yararlanıyor…alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidaî maddeleri (AS: hammmadeleri)… yok pahasına harice satıyoruz sonra yabancılar bu maddelerin şeklini değiştirerek bize iade ediyorlar… Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü bin iki yüz kuruşa bir metre kumaş halinde yalvararak geri alıyoruz.”{1921. II. İcra Vekilleri Maliye Vekili Ahmet Ferit Bey (Tek) }

    Ve devamında şunların altını çiziyor :

  • Shakespeare’in bir sözü vardır, bilirsiniz; “Bütün dünler, yarınları aydınlatan fenerlerdir”. Gerçekten de öyledir. O nedenle, bugünün gözlüğünden bakarak 1920’leri, 1930’ları değerlendirirken dönemin kendine özgü koşullarının hatırlanması büyük önem taşır.
    Yoksulların zaferi olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş Savaşımız sonrası 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu, 20. yüzyıla girme adımıdır. Bir anlamda 20. yüzyılın dünyasına, bilimine ve geç kalınmış aydınlanmasına giriştir. 1923 Cumhuriyeti, yoksun ve bitkin bir köylüler ülkesinde geri kalmışlığı aşabilme davası / iddiasıdır. Osmanlıyı yıkan ekonomik ve mali hastalıkların tümünü geride bırakarak, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi bu vatanı yeniden yurt yapma özleminin çelikleşmiş ifadesi olan “çalışkanlar diyarı” yapma kararlığıdır 1923 Cumhuriyeti.

*****

Aşağıdaki çok değerli kitabını da bize imzalayarak armağan etmişti bir SBF toplantısında..
Planlama uzmanı hocası Prof. Bilsay Kuruç‘un (eski DPT müsteşarı) 80’i aşan yaşına karşın düzenlemeyi sürdürdüğü Türkiye’de 21. Yüzyıl İçin Planlama kurultaylarından birinde idi.

gazi-mustafa-kemal-ve-cumhuriyet-ekonomisinin-insasi-serdar-sahinkaya

Biz de katılmış ve Sağlık Planlaması konulu (20 dakikalık) bir sunum yapmıştık
(Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz; Nasıl Planlamalı? 21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri : Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi, Kamu Personel Rejimi, 10.04.2015).
Toplantının gerçekleşmesi için bütün hazırlıkları özenle yürütmüştü ama hiç ortada yoktu!

Bu gün Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 5 öğrencilerimizle işlediğimiz
Sağlık Ekonomisi dersimizde Mustafa Kemal Paşa‘nın bu Kongrenin (İzmir – Türkiye
İktisat Kongresi) açılışında yaptığı 1,5 saat süreli önemli konuşmasından alıntılarla başladık :

Slide1 Slide2 Slide3

Lozan görüşmelerinde Batılı emperyalistler ille de KAPİTÜLASYON diye tutturmuşlardı.
Sıcak savaşlarda meydanlarda ilk kez yenildiklerini unutmuş görünüyorlardı.
Lord Courson İsmet Paşa’ya (İnönü) dayatıyordu. Bu istem kurucuların kırmızı çizgisi idi.
Kesin olarak reddedildi ve İnönü döndü. Courson kendisinin ve ABD’nin parasına ve de yıkık – harap Türkiye’nin yoksulluğuna güveniyordu. İsmet Paşa’nın reddettiği kapitülasyonları ve Türkiye’yi sömürgeleştirecek dayatmaları cebine koymuştu. Türk Temsilciliği (Delegasyonu) Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’ya;

Bunları şimdilik cebime koyuyorum.. ama yarın gelip bizden para isteyeceksin,
o zaman teker teker önüne koyacağım…
demişti.

Cumhuriyet kurucuları bunu hiç unutmadılar. Mustafa Kemal Paşa, İzmir’de 15 gün süren
bu Kongreyi toplarken asıl amacı Bat’ya şu iletiyi vermek idi :

  • Biz, her şeye karşın var olacağız.. size boyun eğmeyeceğiz.. İktisaden de ayağa kalkacağız…

    Batı’dan borç almadılar. Bütçe açığı vermediler.. 1923-38 arası ülke ekonomisini 2’ye katladılar. 15 yılda ortalama %6,6 ekonomik büyüme sağladılar. Sırtlarında Lozan borçları vardı.
    Bütçe gelirlerinin 1/4’üne varan Aşar’ı (Öşür, Ondalık vergisi) kaldırmışlardı yoksul köylünün sırtından. Merkez Bankaları yoktu 1930’a dek. 1929’de Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı başlamıştı. 1935’ler sonrasında 2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı’nın tamtamları
    çalmaya başlamıştı. İç isyanlardan da bunalıyorlardı..

    Sevgili Dr. Serdar Şahinkaya, konferansının alt başlığını nasıl da isabetle seçmiş :

  • Yollar Dikensiz Gül Bahçesi Değildi

    Batılılar bu inanılmaz başarıyı “Mustafa Kemal’in EKONOMİ MUCİZESİ” olarak niteledi.
    Prof. Mustafa Aysan, Prof. Bilsay Kuruç ve Dr. Serdar Şahinkaya bu dönemi anlamamızı sağlayan değerli kitaplar yazdılar..

*****

Günümüzde ise Türkiye, özellikle AKP iktidarı eliyle Kasım 2002’den bu yana 13+ yılda tam bir post-modern sömürgeye dönüştürüldü! 80 yılda biriken 221 milyar Dolar olan toplam borç,
13 yılda 2 katı daha alınarak 600 milyar Doları aştı..
Ülkemiz borçla teslim alınarak bağımsızlığı ciddi ölçüde ipotek altına alındı.

Bu durum sürdürülemez…
Mutlaka ve hızla durdurulması gerek.
Ülkemizin üretim ekonomisine geçmesi ve Türkiye’den yönetilmesi gerekiyor..
Milli iktidarlar eliyle..
Daha fazla gecikmeye dayanç (tahammül) kalmadı..
Yarın, belki yarından da yakın..

“Nasıl” ını yarın, 2 Mart 2016 Çarşamba günü Dr. Serdar Şahinkaya‘dan öğreneceğiz.

Bu önemli konferansa ilginizi bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
01 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

21nci Yüzyılda Türkiye’nin Denizcileşmesi Durum Saptaması ve Denizcileşme Modeli


Dostlar,

17 Nisan 2015 günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve
Mülkiyeliler Birliğince birlikte düzenlenen

“21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri – 2015 Bahar -II”

toplantısına katıldık. Geçtiğimiz hafta da bu bağlamda ilk Planlama Seminerine katılmıştık.

21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri 2015 Bahar I :
Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi, Kamu Personel Rejimi

“Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz; Nasıl Planlamalı?”
başlıklı bir sunu yapmıştık. (yakl. 12 dk.)

Yine aynı yerde, şimdi olduğu gibi, Sayın Prof. Bilsay Kuruç öncülüğünde yapılan
Planlama Seminerinde

“Sağlık, Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Eğitim Bağlamında Bunaltan
Dış Güdümlü Planlama”
 başlıklı sözel sunumumuz olmuştu (30 dk.)

Bu gün dinleyici idik.. Konu teknik idi ve bizim uzmanlık alanımız dışındaydı :

“21. Yüzyılda Denizcilik Gücü ve Türkiye”
ana başlıktı. Bu başlık altında ilk oturumda söz alan E. Amiral Cem Gürdeniz‘in,

portresi_Deniz_Kuvvetleri_neden _hedefte

– “Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl” başlıklı bir sunumunu sitemizde yaımlamıştık. 69 yansıdan oluşan coşkulu sunum çok öğretici ve düşündürücü idi. Türkiye Denizcilik alanında apaçık ileri derecede engellenmişti. Türkiye “Denizcileşmeli” idi.
Amiral Gürdeniz, tüm yansılarını mavi deniz arka fonu üzerinde oluşturmuştu..
Bu başarılı sunumun erişkesi (linki) aşağıdaki gibi :

Jeopolitik_Savunma_ve_Guvenlik_Perspektifinde_Turk_Deniz_Gucu_ve_21._Yuzyil_Cem_Gurdeniz

*******

Seminerin öğleden sonraki oturumunda Amiral Gürdeniz bir sunum daha yaptı :

“21. Yüzyülda Türkiye’nin Denizcileşmesi : Durum Saptaması ve Denizcileşme Modeli”

Amiral Gürdeniz, özellikle şu temaya vurgu yapıyor :

  • TÜRKİYE’nin DENİZCİLEŞMESİNİN ve MAVİ UYGARLIK ALANINA GEÇMESİNİN  ENGELLENMESİ..

    Bu önemli sunuma (93 yansı) aşağıdaki erişkeden ulaşılabilir :

    21._Yuzyılda_Turkiye’nin_Denizcilesmesi

Amiral Gürdeniz’in bir de aşağıda kapağı sunulan kitabı var söz konusu sorunu derinlemesine işleyen : Mavi Uygarlık : Türkiye Denizcileşmelidir..

İlk kitap ise HEDEFTEKİ DONANMA başlığını taşıyordu..


Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl

Dostlar,

17 Nisan 2015 günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve
Mülkiyeliler Birliğince birlikte düzenlenen

“21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri – 2015 Bahar -II”

toplantısına katıldık. Geçtiğimiz hafta da bu bağlamda ilk Planlama Seminerine katılmıştık.

21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri 2015 Bahar I :
Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi, Kamu Personel Rejimi

“Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz; Nasıl Planlamalı?”
başlıklı bir sunu yapmıştık. (yakl. 12 dk.)

Yine aynı yerde, şimdi olduğu gibi, Sayın Prof. Bilsay Kuruç öncülüğünde yapılan
Planlama Seminerinde

“Sağlık, Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Eğitim Bağlamında Bunaltan
Dış Güdümlü Planlama”
 başlıklı sözel sunumumuz olmuştu (30 dk.)

Bu gün dinleyici idik.. Konu teknik idi ve bizim uzmanlık alanımız dışındaydı :

“21. Yüzyılda Denizcilik Gücü ve Türkiye”
ana başlıktı. Bu başlık altında ilk oturumda söz alan E. Amiral Cem Gürdeniz,

portresi_Deniz_Kuvvetleri_neden _hedefte

– “Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl” başlıklı bir sunum yaptı. 69 yansıdan oluşan coşkulu sunum
çok öğretici ve düşündürücü idi. Türkiye Denizcilik alanında apaçık ileri derecede engellenmişti.
Türkiye “Denizcileşmeli” idi. Amiral Gürdeniz,
tüm yansılarını mavi deniz arka fonu üzerinde oluşturmuştu..

Bu başarılı sunumu, –kendilerinin izni ile- siz site okurlarımız ile paylaşmak istiyoruz..

Jeopolitik_Savunma_ve_Guvenlik_Perspektifinde_Turk_Deniz_Gucu_ve_21._Yuzyil_Cem_Gurdeniz

Amiral Gürdeniz, özellikle şu temaya vurgu yapıyor :

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP Hükümetinin ekonomide 2015 yılı hedefleri ve çağrışımlarımız


Hükümetin ekonomide 2015 yılı hedefleri ve çağrışımlarımız

Dostlar,

Güngör hoca hiç yorum yapmaksızın AKP hükümetinin 2015 yıl ekonomik hedeflerini geçen hafta köşesinde işledi. Biz yoğunluğumuz nedeniyle şimdi zaman ayırabildik bu yazıya. Değinecek çok husus olmakla birlikte, 4 noktayı paylaşmak istiyoruz :

1.
Bay RTE pek çok konuşmasında 2014 içinde Toplam Ulusal Gelirin (TUG – GSMH)
823 milyar $ olduğunu ve 17. büyük ekonomi olduğumuzu şişinerek belirtmişti. Görüyoruz ki, 2015 sonunda 810 milyar $ olması bekleniyor TUG’in.. %4 büyüme gerçekleşirse eğer.. Döviz kurları ciddi dalgalanmazsa.. Veee rap rap rap diye yaklaşan büyük ekonomik yangın çıkmazsa..

Dolayısıyla kişi başına gelir, 2015 yıl ortası nüfusuna göre 10 bin $ ancak olabilecek.
Bu da Dünya ortalamasına denk.. (72+ trilyon $ küresel gelir ve 7.3 milyar nüfus).
2014 sonu nüfusu yaklaşık 76,7 milyon TÜİK’e göre.. 2015’te yaklaşık 1 milyon eklenmeyle 77,7 milyon.. Bunlara ek, CIA verileriyle yaklaşık 3-4 milyon kayıt dışı nüfus ve yaklaşık 2 milyona varan Suriyeli sığınmacılar…

Ve Türkiye 16,3 milyonluk Hollanda’nın (Temmuz 2014, Türkiye’nin 1/5 nüfusu!), yüzölçümü olarak da (783,562 / 41,543 km2) ülkemizin yaklaşık 1/19’u olan bir ülkenin altına düşerek, başkaca olumsuz sürpriz olmazsa (olumlu sürprizi siz bekliyor musunuz? Neyi örneğin??) 18. sırada yer alacak.. TUG (GSMH) toplamında 2 sıra daha aşağı inerse, G-20’den de dışlanmış olacak.. (Kişi başına gelirde, devasa eşitsizliğe karşın 60. sırada oluşumuz bir yana!)

2.
27 Mayıs Devrimcilerinin ülkemize armağanlarından DPT (Devlet Planlama Teşkilatı; 1960 Eylülünde 91 sayılı yasa ile kurulmuştu), DPT, IMF – DB buyruğuyla Bay RTE tarafından kapatılarak, Kalkınma Bakanlığına dönüştürülmüştür. Bu bakanlığın performansı da gözler önündedir. DPT’nin ilk müsteşarı saygın bilim insanı
Prof. Bilsay Kuruç, SBF’den emekli olmasına karşın 2011’den bu yana her yıl
Planlı Kalkınma – Planlama kurultayları düzenliyor… Kitaplaştırılıp yayımlanıyor..
İlgililer keşke izlese.. [ Biz de sağlık planlamasına katkı vermiştik (21.Yüzyıl İçin Planlama Sempozyumu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi “Sağlık,
Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Eğitim Bağlamında Bunaltan Dış Güdümlü Planlama (!?)”
başlıklı 30 dakika süreli sözel sunu, 05.12.12) ].

3.
Toplam yatırım 399 milyar TL olacak (1/4’ü kamu, 3/4’ü özel kesim). 1 kişiye istihdam yaratma maliyeti 50 bin $. Türkiye’nin kayıtlı 3 milyona yakın işsizi var. Bunları eritmek için toplam 150 milyar $ tutarında istihdam da yaratan yatırım gerekiyor. 2015’te en az
1 milyon dolayında yeni istihdam gereksinimi doğacağından (kışkırtılan nüfus artışı!), 2015 sonunda işsizliği sıfırlamak (!) için toplam 200 milyar $ yatırım gerekli. Bu rakam, 2015 yıl ortası Dolar kuru tüm iyimserliğimizle 2,45 TL alınırsa 500 milyar TL toplam yatırım gerektiriyor. Yapılacak olansa 400 milyar TL.. Eh, fena değil.. 100 milyar TL eksik.
Buna göre 399 milyar TL / 2,45 TL = 163 milyar dolarlık yatırımla, 3,26 milyon kişilik istihdam yaratacağız demektir. İşsizlere müjde! Sıraya koyarsak, 2014 işsizlerinin tümünü ve 2015’te işgücüne katılacakların 1/4’ünü istihdam edebileceğiz demektir.

Yaşasın AKP ve hayalci kestirimleri! (“hayalci kestirim” diye bir bilimsel kategori
var mı?) Soylu halkımız 21 milyon dolayında oyu booool kepçe AKP’ye yağdırmayı sürdürsün..

Utanç verici Kaç-ak Saray ve uzantıları resmen 1,5 milyar TL’ye (örtük maliyet??) yakın kaynak yuttu. 2014 Dolar kuru ile yaklaşık 0,75 milyar Dolar.. 1 kişi için
istihdam bedeli 50 bin Dolara böldüğümüzde 150 bin kişiye iş yaratacak bir
ulusal kaynak, son derece gereksiz yere, olasılıkla, korkarız ki; bay RTE’nin
iflah olmaz ciddi inferiorite kompleksi
nin dışa vurumuna kurban edilerek,
o kompleksi doyurmak adına çarçur edilmiştir.

Daha açık söyleyelim, 1000 odalı yeryüzünün en şaşaalı ve büyük başkanlık binası Kaç-AK Saray, 150 bin işsizin nedenidir! Bu harcama istihdama dönük bir yatırıma yöneltilseydi, 150 bin işsizimiz iş bulacaktı. Kayıtlı 3 milyon işsizden 1/20’si işe kavuşacaktı. Ama onlar sadaka kültürüne mahkum kalmayı ve belki de oylarını satmayı sürdürecekler. AKP belki gene seçim kazanacak (!?) ve ileri (!) demokrasicilik oyunumuz sürecek..

4.

Bir hekim olarak söyleyelim : Beklenen ulusal gelirin ancak %16’sına erişebilen
toplam yatırımlar içinde sıralama şöyle..

İmalat sanayisi %27,
Ulaştırma yatırımları %21 ve
Konut yatırımları %13

Siz ilk 3’te eğitim ve özellikle kamunun sağlık yatırımlarını mı bekliyordunuz yoksa??
Varın, bu 2 temel sektörün paylarını ve sıralamasını siz inceleyin..
Ancak bu şu demektir : 2015 içinde sağlık ve eğitim için cebinizden daha çok harcayacak; GSS (genel sağlık sigortası) için SGK’ya ödediğiniz Prim = Ek vergi karşısında giderek daha az hizmet alacaksınız..

SGK hiç utanıp sıkılmadan, sizi, “özel sağlık sigortası da olan genel sağlık sigortalımız” diye tuhaf ve dünyada örneği zor bulunur absürd bir sıfatla niteleyerek sömürmeyi sürdürecek..

SGK; Sermayenin Devlet adına sopalı tahsildarı rolünü yürütecek!

Daha söylenecek çok şey var ama kalanını uzman iktisatçılara bırakalım..
Dostumuz, İktisat Profesörü Aziz Konukman, Kalkınma iktisatçısı Dr. Halit Suiçmez
ve diğeleri.. 
bakalım bu yazdıklarımıza ne diyecekler??

Sevgi ve saygı ile.
14 Kasım 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

portresi

Güngör Uras
guras@milliyet.com.tr

 

 

2015 Yılı Programı Genel Ekonomik Hedefleri ve yıl içinde yapılacak yatırım harcamalarıyla ilgili tablolar Kalkınma Bakanlığı tarafından yayımlandı.

1962’den sonra 50 yıl boyunca Devlet Planlama Teşkilatı(DPT)  tarafından hazırlanan
yıllık programlar, şimdilerde Kalkınma Bakanlığı’nca hazırlanıyor.

Bakanlık tarafından açıklanan hedefler ve ekonomik büyüklüklere ilişkin rakamlar,
2015 yılı programının çatısını oluşturuyor.

Yıllık programlarla hükümetlerin yıllık hedefleri belirlenir, açıklanır.

2015 yılı için belirlenen %4.0 oranındaki büyüme hedefi doğrultusunda,
2014 yılında 1.7 trilyon TL (810 milyar $) olan milli gelirin (GSYH),
2015 yılında 1.9 trilyon TL’ye (850 milyar $) yükseleceği varsayımına dayalı olarak milli gelirin harcama tablosu veriliyor.

 

Tüketimin payı fazla

 

2015 yılı programının temel büyüklüklerine göre;

–  GSYH’ye (milli gelire) eklenecek %4.6 oranındaki net dış kaynakla
toplam kaynak 104.6 olacak.

–  Yıl içinde GSYH’nin % 84’ü oranında tüketim harcaması,
%20.6’sı oranında yatırım harcaması 
yapılacak.

–  Özel sektör GSYH’nin %16’sı, kamu kesimi %4.6’sı oranında yatırım yapacak.

–  GSYH’nin %84.0’ü büyüklüğündeki tüketim harcamasında özel tüketim harcamalarının ağırlığı %72.4, kamunun tüketiminin ağırlığı %11.6 oranında gerçekleşecek.

Sürekli olarak tüketim harcamalarının yüksekliğinden yakınırız.
Toplam tüketim harcamalarının GSYH’deki payı 2013’te %84.2 idi.
2015’te bu oranın %84’e inmesi bekleniyor.

 

Üretimin payı düşük

 

2015 için cari fiyatlarla yatırım kestirimi 399 milyar TL.
Bu toplam yatırımın 1/4’ünü kamu, 3/4’ünü özel sektör yapacak.

Özel sektör yatırımlarının sabit fiyatlarda 2014 yılında 2.1 oranında azaldığına
işaret ediliyor, 2015 yılında özel sektör yatırımlarında % 6.1 artış bekleniyor.

2015 yılında özel sektör yatırımlarının %35’i imalat sanayisi sektöründe,
%20’si ulaştırma sektöründe, %16’sı konut sektöründe
olacak.

Kamunun yatırım harcamalarından en büyük payı %30 ile ulaştırma yatırımları, %15 ile eğitim ve %10 ile tarım yatırımları alacak.

Toplam kamu ve özel sektör yatırımlarında ise imalat sanayisinin payının %27, ulaştırma yatırımlarının payının %21 ve konut yatırımlarının payının %13 olacağı kestiriliyor. (06.11.14)