Etiket arşivi: Prof. Ahmet İnam

Parçalanma tehlikesi karşısında toplum bilinci

Parçalanma tehlikesi karşısında
toplum bilinci

Sevgili okuyucular,

Parçalanmış bir toplum bilinci, Türkiye’yi tehdit eden iç ve dış odakların elini güçlendirir.
Ülke halkına, ülke bütünlüğünün bize kazandırdığı jeopolitik güç ve uluslarası konjonktürdeki yeri ötesinde, yapısal varlığının şikayet ettiğimiz fiziksel nitelikleri ile bile,
dünyada önemli bir yeri olduğunu anlatmak zorundayız.

Cumhuriyet Bilim – Teknik eki, 25 Aralık 2015

Etilerde bir kahveye girdim. Bütün dünyanın gençleri gibi canlı ve neşeli üniversiteli gençler kendi güncel sorunlarından, havadan sudan konuşuyorlardı. Yarım saat önce evde
Güneydoğu Anadolu’da acı verici ve huzur bozucu savaş haberlerini okumuş,
boş kentlerin harap sokaklarının fotoğraflarını görmüş, iç karartan yorumlar okumuştum.

Yarım saat farkla iki ayrı ülkede yaşıyordum.

Kahvedeki gençlerin ülkenin öbür ucundaki insanlık dramından haberi olmaması söz konusu olamazdı. Onları suçlamak da aklımın köşesinden geçmedi. Çünkü yalnızca bu gençler değil, bütün dünyanın insanları da, kaygıları kendi boyunlarına dolanmış olarak yaşıyorlar.

Fakat değişik ortamlarda yaşayan bu insanların ve onların davranışlarının
ülkenin parçalanmışlığını simgelediklerini düşündüm.
İnsanlar kendi sorunlarının yükünü ancak taşıyabiliyorlar.
Barış kavramı ile yanyana gelemeyecek dehşet verici cinayet haberleri insanları
etkilemiyor mu?

OLAN BİTENİ KADER GİBİ GÖRMEK

Gerçi yalnızca yol kazalarında (AS: Karayolları denen kanyollarında!) yılda onbin kişinin öldüğü bu ülkede, halkın ülkenin öbür ucundaki cinayetlere kaygısız, az okumuş ve beyni yıkanmış şizofren kesimler olabilir. Dünyanın hali, olan biteni bir kader gibi görenlerin sayısını artırıyor. Bu yaşam düzeninde, gününü kurtaranlar kendilerini mutlu bile sayabilirler.
Ne var ki bu tutum, toplumların ortak davranışına dönüşürse insanlığın geleceği güven altında olamaz. Türkiye gibi ülkelerin sorunu da budur.

Benim gibi çok uzun yaşamış insanların öğrendiklerine ve duyarlıklarına bu tavır uymuyor.
Biz bütünleşmiş bir toplum ideali ile yetiştirildik. Ülkenin nüfusu daha 20.000.000 olmamıştı. Acıda ve neşede bütünleşmek istiyorduk. Ulusu yaratmağa çalışıyorduk.

Bugün bütünleşmek için bütün araçlara sahibiz. Telefon, bilgisayar, internet akıl almaz bir
bilgi ağı oluşturuyor. Ulaşım, ülkenin iki ucunu birkaç saatte yanyana getiriyor.
Ama güncel yaşamda bu olanaklar, insanları bölmeye yarıyor gibi görünüyor.
İletişim ve ulaşım, sanki parçalanma aracı olmuş.

  • Dışarıdan ve içerden kimi güçler, insanlar arasındaki doğal farklılıkları
    onları ayrıştırmak için kullanıyorlar.

Ülkeyi ayakta tutacak sağduyu ve bilinç yerine dayanışmayı yok eden tarihi ayrıştırma yöntemi, Filistin, Lübnan, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye’den sonra Türkiye’de de çalışıyor. Bütün İslam ülkelerini saymayalım.

  • Aklı başında bir insan Diyarbakır, Mardin, Hakkari’den ve doğuda yaşayan
    Kürt vatandaşlardan çok daha büyük Kürt nüfusunun Adana, Mersin, Ankara,
    Ege kıyıları ve İstanbul’da oturduğunu unutabilir mi?

Biz kendi kendimize harakiri mi yapıyoruz?

Emperyalizmin Irak ve Suriye’yi bizim ülkenin dengesini bozmak için araç olarak kullandığını düşünmek zor değil. Batı’nın elinde politik, ekonomik ve fiziksel çok araç olduğu meydanda. Doğrusu istenirse Rusya da, Türkiye için, Batı’nın parçasıdır.

BATININ BARBARLIĞI

Hobsbawm, Batı’nın en barbar olduğu yüzyılın 20-21. yüzyıllar olduğunu söyler.
Batı’nın egemenliğinde yeni bir dünya strüktürü (AS: yapısı) planladığını düşünün!
Türkiye politikacıları ve gazetecileri, sorunu kör bir iktidar ve muhalefet kavgasına indirgediler. Pratik sorunların boyutlarını sanki yabancı basından dinliyoruz.

Türkiye’deki 2.2 milyon Suriyeliyi Arap petrolcülere sattığımız yapılarda mı konuk edeceğiz? Bunların bir yıl karınlarını doyurmak için Angela Merkel’in vereceği paranın 1/3’ü, ikametleri, gerisi sağlıkları, eğitimleri için gider. Bu giderin ne denlisini Suriyelileri karın tokluğına çalıştırarak geri alırız? O sırada işsiz kalacak Türk halkı ne olacak?

Amerika ve Avrupa’nın ve şimdi de Rusya’nın burnunu soktuğu ve bir yanınArapları, öbürlerinin İran’ı kullandığı Irak ve Suriye savaşları, Libya’nın yok edilmesi, hatta
Yemen ve Sudan, Kuzey Afrika Müslüman ülkelerde olanlar.. Türkiye’ye de bulaşmadı mı?
Bu artık bir varsayım değil. Hint’ten Mali’ye kadar İslam dünyasına bir göz atın.
Bunlar demokrasi için mi oluyor!? Rusya’da, Çin’de, Amerika’da Hıristiyan dünyası içinde
öyle bir mücadele var mı? Oralar demokrasi içinde mi yaşıyor?

– Batı Müslümanlara kendi kendilerine acımamalarını ve birbirlerinin boğazını, Müslümanlık için kesmeyi öğretti!

Bunun için onlara silah verip para bile kazanıyor!

Petrolcüler ve Mısır, Batı ile, İran ve Asya’nın eski Rus sömürgeleri Rusya ile ortaklık ediyorlar. Biz de Yakın zamana kadar Rusya ile flört edip, Amerika ve Avrupa ile kırıştırdık.
Arap ve İranlılar Türkiye’nin parçalanmasından memnun.

Osmanlı ve Türkiye, Cumhuriyeti yalnızca Avrupa için değil, İran ve Araplar için de
bir baş ağrısıdır. Bunu aklınızdan çıkarmayın! 1. Dünya Savaşı’nda Arapların Türklere
nasıl davrandıklarını okuya okuya bitiremedik. En aptal Türk bile, Arapların Lawrence’ini anımsayabilir. Gerçi bilmeyecek denli cahilimiz de, çok şükür var. Bunlar iktidar kozu bile olsa, Türkiyeyi tehdit eder. Devletin sağladığı iletişim kendi içine kapalı gruplar arasında oluyor. Kimse bilişimi bilgisini artırmak, dünyanı köşesini bucağını ya da kendi tarihini öğrenmek için kullanmıyor. Tatlı reklamlarla uyutuluyor. İletişim araçlarını telefon yarenliği, internet oyunu için açıyor. Daha ciddi olanlar azınlık. Bilinçsiz, afyonlanmış bir yaşamın saptadığı bir iletişim düzeni içinde yaşıyoruz. Üyeleri eski kasabalardaki bir mahallenin sakinleri gibi.
Şimdi evden eve seslenmiyor ya da bakkalda buluşmuyorlar. İstanbul’la Van ya da İzmir’le
Los Angeles arasında telefonda buluşuyorlar. Bu düşünsel bir ilişki değildir.
Birbiriyle koklaşan hayvanlarınki gibi, fakat çağdaş ve elektronik bir koklaşma oluyor.

Kuşkusuz insanı hayvandan ayıran kimi özellikler kaldı. Bunlar insana özgü pozitif empatiler olabilir. Eskiden toplum üyelerini, cemaatleri, ulusu birleştiren dinsel ya da ulusal ideolojiler, bugün basit çıkar ve ihtiyatlı dayanışma ilişkilerine dönüştü. Bunun adına da uygarlık diyoruz.

Sevgili okuyucular,

İnsanların bu özelleşmiş sevgisi, tıpkı doğada olduğu gibi sırtlanlaşmış, tilkileşmiş, çakallaşmış, onları yalnız yakalayıp yemek isteyenlerin işine geliyor. Dünya politikası da böyle çalışıyor.

Yalnız kalanları, parçalananları tehdit ederek kontrol etmek kolaydır.
Aslan ve kaplanlar bile sürüden biraz ayrılan yalnız hayvanları parçalarlar.
Toplumların kendi içlerinde dağıtılmaları da benzer bir yöntemdir.

GÖÇ EDEN ANTİLOP SÜRÜLERİ

Politikacılar, yardım pozlarında, çıkar dağıtarak boş kafaları yönlendirirler.

Yalan, insanın korunma içgüdüsüne bağlı genetik bir özelliktir.
İnsan kendini korumak için, aldatmak için yalan söyleyebilir.

Bugün var gibi görünse de eski ideolojiler yok. Gerçekte milliyet, din, demokrasi, insan hakları, birkaç yalnız adamın dilinde kaldı. Bugün ayakta kalmak zor. Dünya çok kalabalık.
Her şey kapanın elinde kalıyor. Geri alacak vakit yok.

Ortalıkta fırsat kollayan, aslanlar ya da emperyalist ülkeler, uluslarası şirketler var.

Bütün aradıkları açlar, aptallar, afyon yutmuşlar. Anadolu kıyılarında, Yunan adaları için lastik bot sıralayan çakallar, bütün dünya sularında boy boy, av bekliyorlar.

İnsanlar güneye göç eden zebra, antilop sürülerine benziyor.

Saman alevi gibi yanan sönen cilalı, yavan sözler söyleyen bu adamlar,
toplum yararına ne konuşuyor? Gazeteler ne işe yarıyor? Partiler ne işe yarıyor?
Devlet ne için çalışıyor?

Seneca,

  • Bugünü yaşa, onu yarına feda etme!’ der.

    Bu ‘elindekinin değerini bil!’ demek.

    ==========================================

    Evet Dostlar,

    Gündelik haberlerin, tıp derslerinin arasında bunalarak FELSEFE’yi ihmal ediyoruz..
    Olmaaaazz..

    İşte Doğan Kuban bilgenin yazısı..
    Onlarsız kalamayız, kalmamalıyız..
    Ne çok ufuk açıyor Bilge adam Doğan Kuban birkaç dakikanızı ayırırsanız değil mi??
    O’nu hep okumalı Cumhuriyet Bilim – Teknik ekinde..
    Kendisi gibi bilge eşdeğeri Prof. Bozkurt Güvenç hoca ile diyalog ya da “yazı düetleri” ni de.
    Sağolsun Cumhuriyet, sağolasın Orhan Bursalı..
    Bu her hafta beyine – gönüle ziyafet 1500 sayıyı geçti!
    52 haftaya bölün, 30 yılı bitirmek üzere..
    Tam bir AYDINLANMA maratonu..
    Bir kez daha sağolsun Cumhuriyet, sağolsun Orhan Bursalı..

    Türkiye’miz, bu karanlık AKP fetretini de,
    epey güç olsa da tarihsel birikimi ile yenecek, yenmeli..

    AYDIN umutsuz olamaz; bu emperyalizmin ve işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürer!

    Daha da ileri gidelim ve ODTÜ Felsefe’den Prof. Ahmet İnam hocamızdan alıntılayalım :

    Mutsuzluk ahlaksızlıktır!

    Mutsuzluk_Ahlaksizliktir

    Sevgi ve saygı ile.
    27 Aralık 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMİNDE NELER SÖYLEDİK??


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Dostlar,

Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük.
Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı!
Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak
ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu…
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik ama
en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle “sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor; fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !?

Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüzü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

*******************

Pablo_Neruda_Halkin_gercek_gucu

Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı ve şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız.

Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır. Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar.
Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette
(dBA) ve tizdir ki duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte. İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyunun gereği, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu. Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince, hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

– 5 insanımız öldü,
– 13 insan gözünü yitirdi,
– çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak
(Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser)..
– 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar,
halen yoğun bakımda olanlar..
– 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..

Bir de milyonlarca gönlü kırıklar..
Yani psişik travma alanlar ki olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa (mental konfüzyon)!
İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte.
Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır :

TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ!
Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS‘dir ve
Türkiye bu Sözleşme’ye taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)!

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamam olmuştur.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de
1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte,
Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır.
Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi. Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini
arkadan kelepçeleyerek
gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı? Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir.. Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez,
tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi!
Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle
suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı
(Başkan, tıbbiyeden sınıf arkadışımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

 

Sessiz_ciglik_konusmamiz_30.6.13

 

 

 

 

 

 

 

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddiyaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelince.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırtedemeyecek durumda! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her araç mübah olarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyet olarak görmekte ve Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da RTE bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak benim bunları bilmem gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebileyim, varsa özgül antidotunu kullanayım. TTB İçişleri Bakanlığından sordu ancak yanıt yok.. Oysa Anayasa md. 74 “gecikmeden” yanıt yükümlüğü yüklüyor İdareye!

Kapalı mekanlara asla sıkılmamalıdır, kitleler uyarılmadan kullanılmamalıdır.
Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve
Devletin zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır.

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (İng. mood) ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.

  • Başbakan zorunlu bir “mola” almalıdır.

Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği,
Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği.. bu bağlamda baskı grubu olmalıdır.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın buna yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir.  Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek
gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli
bir dissosyasyona neden olabiliir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır,
kişilerin hak (ve fiil) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebiir. Ayrıca ruhsal kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde çooook durulması gereken
bir abartılı duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz.
Gerçek durum bu ise, RT Erdoğan’ın tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir.
Durumun ortaya konması 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz.

Bu arada; Devletin başı olan kişi, neden bu denli atıldır neden, neden?

Sonuç olarak :  İktidar panik içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır.
Sağduyu herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir.
Bürokrasi de, yasaya aykırı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayate erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine
benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır.
Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur.
Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve
kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır.

Adnan Binyazar‘ın söylemiyle

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu..
Ama mahkeme, katil polis Ahmet Şahbaz’ı “nefsi müdafa” bağlamında salverdi!?
Dayan yüreğim dayan..

Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de
mutlaka yırtacağız
.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

Umutsuzluk ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnam, “Umutsuzluk Ahlaksızlıktır” diyor bu adı taşıyan kitabında!

Adnan_Binyazar_son_sozu_hep_direnenler_soyler

Önümüzde 3 D modeli duruyor..

Diren Türkiye!

Dik dur Türkiye!

Dev-ri-le-cek-ler !!!

Yazımız pdf olarak da okunabilir :

 

HALK_AYAKLANMASININ_SOSYAL_PSIKOLOJIK_IRDELEMESI

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net