Etiket arşivi: politika faizi

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacak

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacakTELE1 İzleyici Hattı
24 Haziran 2023, www.tele1.com.tr  

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, Merkez Bankası’nın faiz kararını değerlendirdi; yerel seçimlerden sonra ‘AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi’ yaşanacağını belirtti.

Merkez Bankası (TCMB) önceki gün imza attığı faiz artışı kararı ile parasal sıkılaştırma sürecini başlattı. 27 aylık aranın ardından ilk kez faiz artışına giden banka, önümüzdeki toplantılarda faiz artışlarına kademeli olarak devam edeceği mesajını da verdi.

Politika faizinin 650 baz puanlık rekor artışla yükseltildiği %15 seviyesi (düzeyi), %20 ve üzerinde olan yabancı ve yerli piyasa oyuncularının beklentilerinin altında kaldı.

Yabancı banka analistlerinin bir bölümünün “hayal kırıklığı” olarak değerlendirdiği karar sonrasında dolar/TL, %9’un üzerinde artışla 23,50’den 25,73’e kadar yükseldi ve bu gün 25,24 düzeyinde bulunuyor.

‘ÖNÜMÜZDEKİ AYLAR İÇİN BİR İŞARET’

Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Dr. Korkut Boratav, faiz kararını sozcu.com.tr’ye değerlendirdi.

Dış finans çevrelerinin %20’yi aşan beklentilerinin altında bir faiz oranı belirlendiğini
ve bu durumun TL aleyhine kuvvetli (güçlü) bir dalga yarattığını belirten Boratav, perşembe günü alınan kararın, önümüzdeki aylarda alınacak faiz kararları için de bir işaret olduğunu, TCMB’den bir iki faiz artışı daha gelmesinin bekleneceğini söyledi.

‘SARAY’IN BASKISINA UYGUN HAREKET EDECEKLER’

TCMB açıklamasında, hem faiz artışında hem de makro ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasında kademeli bir süreç izleneceğine işaret edildiğini aktaran Boratav “Belli ki Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Gaye Erkan, Saray’ın ‘yerel seçimlere kadar ağır tempoyla ilerleyin’ baskısına uygun hareket edecekler” dedi.

Yabancı finans çevrelerinin istediği kadar yüksek faiz artışının dış piyasalarda rahatlaması ancak bankaların ve Türkiye ekonomisinin gerilime sürüklenmesi anlamına geleceğini, ellerindeki düşük faizli tahviller nedeniyle yüksek faiz artışının bankaları gerileme sürükleyebileceğini dile getiren Boratav, yerel seçimlerin hesaba katılarak hareket edildiğini vurguladı.

‘ŞİMŞEK VE ERKAN’IN ELLERİ SERBEST DEĞİL’

Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin bile değiştirilmediğine, ekonomi bürokrasisinde eski kadronun büyük oranda görevine devam ettiğine dikkat çeken Boratav “Şimşek ve Erkan’ın ellerinin serbest olmadığı belli” dedi.

‘O PARA KRİZİ ÇÖZMEZ’

Dış finans çevrelerinin faizin enflasyon düzeyine, yani %40’a yükseltilmesini ve makro ihtiyati tedbirlerin de hızla kaldırılarak liberalizasyona gidilmesini istediğini belirten Boratav “Bu yolla döviz kurlarının hızla zirve yapmasını ve Türkiye’ye sıcak para sokmak için Türk varlıklarının ucuzlamasını bekliyorlar ancak Türkiye’ye sokacakları para, ödemeler dengesi krizini çözecek kadar değil, en fazla 15-20 milyar Dolar düzeyinde” dedi.

‘BÜYÜK SORUN YARATIR’

Hükümetin ise yabancıların istediği hızda bir liberalizasyonun döviz kurlarında çok daha sert artış anlamına geldiğini ve bunun da yerel seçimlerde özellikle büyük kentlerde sorun yaratacağını bildiğini belirten Boratav, “Kur korumalı mevduatta 100 milyar Doları aşan potansiyel döviz talebi (istemi) var, bu ürünün hızlı biçimde kaldırılması büyük sorun yaratır” ifadelerine yer verdi.

‘KÖRFEZ’DEN PARA GİRİŞİ SAĞLAMAYA ÇALIŞIYORLAR’

Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın faiz kararının alındığı gün Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğuna da dikkat çeken Boratav, “Uluslararası piyasaların itibar etmedikleri ve Şimşek’in de aslında yatkın olmadığı bir yola gidiyorlar. Seçim öncesinde olduğu gibi zaman kazanmak için Körfez’den para girişi sağlamaya çalışıyorlar” dedi.

‘AKP’LİLERİ DE PİŞMAN EDEBİLECEK BİR DÖNEM’

Yerel seçimlerden sonra ise yabancı finans çevrelerinin istediği biçimde daha hızlı adımlar atılacağını belirten Boratav sözlerini şöyle noktaladı:

  • AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi olacak.
  • Vergiler artacak.
  • Bazı şirketlerin batmasına göz yumulacak.
  • Önemli varlıklar yabancılara satılacak.
  • Sonrasında ise Türkiye muhtemelen %3’lük düşük büyüme temposuyla ve az gelişmişliğe mahkum olarak yola devam edecek.”

Finans kapital partisi: AKP

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 20.8.22


AKP bir halk partisi değildir, mali sermaye (finans kapital) partisidir.

Yani AKP fiilen kapitalizmin en sömürücü kanadının siyasetteki temsilcisidir.

14 Ekim 2021’de bu köşede, “Mali sermaye partisi: AKP” başlığıyla konuyu incelemiştik. Önceki gün Merkez Bankası’nın politika faizini bir puan daha düşürerek % 13’e indirmesiyle, AKP’nin bu özelliği daha da netleşti.

KUR KORUMALI MEVDUAT SOYGUNU

AKP’nin kur korumalı mevduat projesi, pratikte Hazine’den bankacılık sistemine para transferiydi (aktarimiydi). % 17 faiz getirili sistem özetle şöyleydi: Parası olan bankaya para yatıracak, o paraya % 14 faizi banka, kalan % 3’ü Hazine verecekti. Eğer dövizin yükselişi bunun üzerindeyse o fark da Hazine’den ödenecekti.

Hazine kim? Hazine’nin esas omurgasını “ücretli çalışanlar” oluşturuyor. Ücretli çalışanların da yarısı asgari ücretli. Yani bankaya yatıracak parası olanın faizini, bankaya yatıracak parası olmayan ödüyor özetle. Robin Hood’un fakirden alıp zengine vermesi kısaca…

Saray faizi 1 puan düşürünce kur korumalı mevduatta tablo şöyle olacak: Bankanın vereceği faiz %14’ten %13’e düşecek, ücretli çalışanın vergisiyle oluşan Hazine’nin ekleyeceği faiz %3’ten %4’e yükselecek. Yani Hazine’den para transferi artacak.

%13’LE PARA TOPLA, %40’LA SAT

Mali sermaye (finans kapital), yani bankalar salt böyle mi kazanıyor? Hayır.

Asıl vurgun şöyle işliyor: Bankalar AKP’nin kur korumalı mevduat kıyağıyla, ağırlıklı olarak orta sınıftan paraları %13 faizle topluyor. Sonra o paraları sanayiciye % 40-45 faizle kredi olarak veriyor. Aradaki farkla da bankalar, yani mali sermaye, daha da büyüyor.

Bu arada bankalar yurtdışından, Londra’dan, New York’tan kredi alıp Türk sanayicisine yine yüksek faizle veriyor. Böylece Türkiye’deki bankacılığın topladığı sermaye, fiilen uluslararası sermayeye kazanca dönüşüyor.

  • Nitekim Türkiye bankacılık sektörünün yarısından fazlası artık yabancı.

Dolayısıyla AKP’nin ekonomi-politiği, bankacılığı, New York bankerlerini, Londra tefecilerini beslemiş oluyor.

BANKALAR KÂR REKORU KIRIYOR

Sayılarla anlatalım: Şu anda bankacılık sektörünün yaklaşık 3.3 trilyon liralık “TL mevduatı” var. Bunun yaklaşık %36’sı AKP’nin kur korumalı mevduatlarından oluşuyor. Yani 1 trilyon liradan fazlası. Dolayısıyla bu büyüklükteki paraya faizi Hazine, yani ücretli çalışanlar ödüyor.

Bankaların ise ağzı kulaklarında. Kârlılık rekoru üstüne rekor kırıyorlar. Bankalar birleşip parti kursa AKP’nin kazandırdığından daha fazlasını kazandıramaz!

Kur korumalı mevduatın ilan edildiği 21 Aralık 2021’den 18 Ağustos 2022’ye kadar olan dönemde sınai endeksi %42, BIST100 %58 artarken bankacılık endeksi %82 yükselmiş (Yalçın Karatepe, “İktidar kimi sübvanse ediyor?”, BirGün, 19.8.2022).

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıklamasına göre bankalar kur korumalı mevduat ile kârlarını katlıyor:

Örneğin “Bankacılık sektörü net kârı nisan ayı sonu itibarıyla (AS : nisan ayı sonunda), geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık 5’e katlanarak 98.2 milyar TL oldu. Geçen yıl bankaların net karı 20.7 milyar TL idi.” (Dünya, 3.6.2022).

Örneğin “bankacılık sektörünün haziran sonu itibarıyla (AS:haziran sonunda) ilk 6 ay dönem net kârı 169 milyar 145 milyon lira oldu”. (Cumhuriyet, 4.8.2022)

ASGARİ ÜCRETLİDEN SANAYİCİYE HERKES KAYBEDİYOR

Kısacası, AKP ile bankalar yani mali sermaye / finans kapital çok mutlu. Finans kapital kârına bakar; parlamenter rejim yıkılmış mı, tek adam rejimi mi var, eğitim imam hatipleşmiş mi, pazarda domates kaç lira olmuş, işçi ücreti ne kadar yükselmiş, işsizlik artmış mı, umurunda olmaz…

Sonuç olarak                 :

  • Finans kapital ve onun siyasal temsilcisi AKP karşısında,
    asgari ücretliden sanayiciye dek tüm sınıflar yitiriyor.
  • Kuşkusuz en çok yitiren en alttakiler.

PARANIN DEĞERİ, EFLASYON ve MERKEZ BANKASININ GÜCÜ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaşlar, “Hocam insanlar bu denli ekonomik sıkıntı çekerken niye ekonomi ve özellikle de para ve enflasyon konusunda hiç yazmıyorsunuz?” diye sitem ediyorlar. Bu tür soru soranlar için kısa bir özet sunmaya çalışayım.

Türkiye, özellikle 2022 yılı ile birlikte hızlı bir enflasyonist sürecin içine girdi. Hem mal ve hizmet fiyatları ve hem de döviz kurları hızla artmaya başladı. Resmi verilere göre yıllık enflasyon oranı Nisan 2022’de % 70’ler, Dolar – TL kuru ise 16.00 TL düzeyine dayandı. TL’nin değeri hızla erimeye başladı. Bu durum, başta petrol, doğalgaz elektrik v.b. temel girdilere yapılan sürekli zamlar yoluyla halkın vazgeçilemez geçimlik ürün fiyatlarının hızla tırmanmasına ve dar gelirlilerin gönenç (refah) düzeyinin de aynı hızla azalmasına neden oldu. Verili (mevcut) durum aynı nedenlerle ve aynı hızla sürüyor…

ULUSAL PARANIN DEĞERİ NASIL OLUŞUR?

Günümüzdeki tüm ülke paraları karşılıksızdır. Devlet kâğıda “para ol der” kağıt para olur. Alltın ya da gümüş karşılıkları yoktur. Paraların değeri piyasada satın alabildiği mal, hizmet ve döviz miktarı ile ölçülür. Devletin mal, hizmet ve döviz fiyatlarına müdahale etmediği (karışmadığı), fiyatların piyasadaki arz ve talep (sunu ve istem) dengesiyle belirlendiği dışa açık ekonomilerde ulusal paranın iç ve dış değerinin oluşumu için şunlar söylenebilir:

A- Ulusal Paranın İç Değeri

Eğer sabit bir para miktarı ile beli zamanda giderek daha çok mal ve hizmet satın alınabiliyorsa ulusal paranın değeri artmış olur. Tersine aynı miktar para ile, giderek daha az mal ve hizmet alınabiliyorsa o zaman da ulusal paranın değeri düşmüş olur.

B- Ulusal Paranın Dış Değeri

Eğer sabit miktardaki ulusal para ile zaman içinde giderek daha çok yabancı para alınabiliyorsa, döviz kuru düşmüş, ulusal paranın değeri yükselmiş olur. Tersine yine aynı para miktarı ile zaman içinde giderek daha az yabancı para alınabiliyorsa döviz kuru yükselmiş, ulusal paranın değeri düşmüş olur.

Bir tümce ile şöyle denilebilir: Bir ülkenin ulusal parasının iç değeri ülkedeki fiyatlar genel düzeyinin düşmesi ya da yükselişine bağlı olarak artar ya da azalır. Dış değeri ise döviz bolluğunda artar, döviz kılığında ise düşer.

ENFLASYON NEDİR?

Genel anlamda enflasyon, zaman dilimleri itibarıyla (bakımından), bir dönemden öbürüne, bir ülkedeki mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının sürekli artış eğilimi içinde olmasıdır. Enflasyon, halkın ya da tüketicilerin satın aldıkları mal ve hizmet fiyatlarına bir eklenme yani zam olarak ortaya çıkar.

Zam ya da enflasyon, tüketiciler açısından dolaylı ve gizli bir vergi etkisi oluşturur. Tüketicilerin gelirlerini kemirerek halkın gönenç (refah) düzeyinin düşmesine, yani yoksullaşmaya neden olur. Enflasyonun neden olduğu gelir ya da satın alma gücü yerine konmazsa halk yoksullaşır.

  • Bir ülkede enflasyon oranı ne denli yüksekse, toplumsal gönenç yitimi o ölçüde çok olacaktır.

Genelde denilir ki; sabit gelirlilerin ücretlerine yapılan zamlar, onların gelir yitiklerini hiçbir zaman tam olarak karşılamaz. Çünkü,

  • Enflasyonist dönemlerde ücretler merdivenle, fiyat ise asansörle yükselir.

Gelişmiş ülkelerdeki enflasyon oranları % 2-3 olarak normal kabul edilebilir. Günümüzde gelişmiş ülkelerin enflasyon oranlar ortalama % 7-8 aralığındadır. Genel olarak % 50 sınırını aşan enflasyon ise hiperenflasyon (çok aşırı) olarak değerlendirilir.

Türkiye’deki %69.7 enflasyon düzeyi, hiper ya da dörtnala enflasyon olarak kabul edilmelidir.

ENFLASYONLA SAVAŞIM

Enflasyonla savaşımın 2 ana yolu vardır :

1- Sunuyu (arzı), yani ekonomide dolaşımda olan piyasadaki mal ve hizmet miktarını artırmak.

Arzı artırmak 2 yolla olur. İç üretimi teşvik ve dışalım. Gerçekte dışalım zorunluluktan doğar. Gerçek olan yerli üretimi, ekonominin gereklerine göre, olabildiğince çeşitlendirmek ve çoğaltmaktır.

Türkiye ekonomisi teknolojik ürünler, kimi aramallar ve enerji girdileri bakımından büyük oranda dışa bağımlıdır. Son yıllarda yanlış tarım politikaları nedeniyle dışalım kervanına tarımsal girdiler ve tarım ürünlerine dayalı temel gıda maddeleri de eklenmiştir. Sunu (arz) yönlü olarak enflasyonla savaşımda Türkiye’nin eli büyük oranda zayıflamıştır.

2- İstemi (talebi) yani satın alma gücünü baskılamak.

Ünlü ABD’li parasal (moneter) iktisatçı Milton Friedmen, enflasyonu her zaman parasal bir olay olarak kabul etmiştir. Enflasyonu denetleyebilmek için mutlaka piyasadaki toplam para miktarını, yani toplam satınalma gücünü denetlemek gerekir. Bu görev Merkez Bankalarının işidir. Ancak merkez bankaları da her anlamda özerk olmalıdır.

MERKEZ BANKALARI

Merkez Bankalarına “bankaların bankası” denilir. Piyasadaki tüm bankalar, merkez bankalarının yönlendirmesi ve denetimi altında çalışır.

Dünyanın her ülkesinde para basma ve enflasyonla mücadele görevi merkez bankalarına verilmiştir. Bir ülkedeki toplam para arzının denetimi ve gösterge faizi merkez bankasının bağımsız kararı ile belirlenir.

Merkez bankaları genelde özerktir. Bu özerlik yönetsel, politik, akçalı (mali) ve bilimsel alanları kapsar.

Bir ülkedeki fiyatların ve döviz kurlarının denetimi ve istenen düzeye indirilmesinde merkez bankasının 3 ana silahı vardır. İç piyasa için piyasadaki para miktarının denetimi yani emisyon tutarının denetimi, etkin faiz politikası, gösterge faizinin gereksinime göre değiştirilmesi ve döviz kurlarını tutabilmek içinde güçlü bir döviz birikimi (rezervi)

TÜRKİYE DE DURUM NEDİR ??

– Türkiye ekonomisi üretken ve döviz üreten bir yapıdan giderek uzaklaşmıştır. Arz yönlü olarak güçlü bir biçimde enflasyonla savaşımda zayıf durumdadır.
Merkez Bankası bağımsız değildir. Enflasyona karşı en önemli silahı olan gösterge faizi (politika faizi) bilimsel bir yanlış olarak % 14’te dondurulmuştur. Halbuki para arzını sıkılaştırmak için gösterge faizinin büyük oranda yükseltilmesi gerekir. Bu açıdan Merkez Bankası yönetimi silahsız savaşçı gibi olmuştur.
– Döviz kurlarını istenen düzeyde tutabilmek ve TL’nin değerini koruyabilmek için Merkez Bankası’nın güçlü bir döviz birikimine (rezervine) sahip olması gerekir. Ne yazık ki böyle bir birikim (rezerv) de yoktur.

Son söz                    :

  • Sorumlu siyasal iktidarın yukarıda sayılan temel yanlışlarını düzeltebilecek
  • Kısa, Orta ve Uzun erimli (vadeli) çözüm önerileri yoktur
  • Ya da olanlar yüzeyseldir (palyatiftir), günü kurtarmaya yöneliktir.

Hisarcıklıoğlu günaydın

Alev CoşkunAlev Coşkun
Cumhuriyet, 19 Aralık 2021

 

Türk ekonomisi Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmeyen büyük bir sarsıntının etkisi altına girmiş bulunuyor… Türk Lirası sadece (AS: yalnızca) son 45 günde yaklaşık %50 oranında değer kaybına uğradı. Böylesi büyük bir çalkantı daha önce görülmedi ve ekonomi henüz durulmadı…

Geçen cuma günü, inatla politika faizini indiren Merkez Bankasının bu kararından sonra dolar 17.60 düzeyini gördü. Bütün ekonomik sistem sarsıntı geçirdi. Geleceğin ne olacağı beklentisi altına girildi. Bu durum karşısında, Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Hisarcıklıoğlu, feryat ederek “acil önlem çağrısında” bulundu…

Geç kalan Hisarcıklıoğlu

Hisarcıklıoğlu,

  • “Piyasalarda yaşanan çalkantı ve döviz kurlarının geldiği seviye birçok şirketimizi endişelendiriyor… Acil önlemler alınmasını, öngörülebilirliğin temin edilmesini bekliyoruz” dedi…

Hisarcıklıoğlu’nun bu çıkışına verilecek en doğru yanıt “GÜNAYDIN” olacaktır. Hisarcıklıoğlu her zaman olduğu gibi geç kalmıştır. Uzun yıllar işgal ettiği TOBB Başkanlığı makamı için de tarihe bu geç kalışla geçecektir… Salt Hisarcıklıoğlu değil; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kayseri gibi büyük ticaret merkezlerimizin ticaret ve sanayi odaları başkanları da geç kalmışlardır…

Özellikle son beş yıldır olan bitenleri görmüyorlar mı? Kısa bir sürede Merkez Bankası Başkanı’nın beş kez değişmesinin ekonomiye vereceği zararı göremediniz mi?
Ekonomi dünyasında yeni olmayan “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi kuram ve sloganlarla Türk iş dünyasının ve Türk halkının aldatıldığını, uyutulduğunu görmediniz mi?

Korkuyorlar

Yalnızca TOBB, yalnızca ticaret ve sanayi odaları başkanları değil, Türk ekonomisine yön veren büyük holdinglerin sahipleri, CEO’ları, yöneticileri de tüm ticaret burjuvazisi de sınıfta kaldılar… Eksi ve olumsuz puan aldılar…

Peki iş adamları, ticaret burjuvazisi, sanayiciler bu büyük çalkantıyı görmüyorlar mıydı?

Olur mu, “mükemmel” görüyorlardı. Gelen fırtınayı açık bir biçimde duyumsuyorlardı… Ama korkuyorlardı… Korkularından konuşamıyorlardı… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın politikası güdüyorlardı… İktidarı alkışlıyorlardı… Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Bakanım siz haklısınız diyorlardı… Kötü gidişi gördükleri halde tersini söylüyorlar, ekonomi çok iyi gidiyor diyorlar, alkışlıyorlardı. Olayın “vahametini” herkesten önce ve iyice gördükleri halde ses çıkarmıyorlardı…

Şimdi, en sonunda konuşmaya başladılar… Ama artık çok geç… Sayın Hisarcıklıoğlu ve sayın ticaret ve sanayi odaları başkanları artık çok geç.. Önce kendi çıkarlarınızı düşündüğünüz için, ülke çıkarlarını ikinci plana attığınız için ve zamanında uyarılarda bulunmadığınız için hepiniz suçlusunuz…

Katılımcı demokrasi

Demokrasi denilince kimse mangalda kül bırakmıyor… Herkes en büyük demokrat, herkes en ileri demokrat… Ama demokrasinin kuralları vardır… Günümüz demokrasisi dört yılda bir yapılan genel seçim değildir… Elini taşın altına koyabilmektir. Katılımcı demokrasiyi yaratmaktır… Demokrasi, insan aklının bulduğu bir yönetim sistemidir. Ayrıca, her sistemde olduğu gibi “mükemmel” değildir… Dünya ölçeğinde kabul edilen bir söylemle “demokrasi, daha iyisi bulununcaya kadar, en az hatalı yönetim modelidir.”

Son yüz yıldır, denetlenmeyen demokratik sistem kimi ülkelerde büyük çöküntüler, “travmalar” yaratmıştır. En açık örneği Almanya’da seçimle iktidara gelen Hitler’in Nazi, İtalya’da seçimle iktidara gelen Mussolini’nin faşişt diktatörlüklerini kurmalarıdır.

Bu nedenlerle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı dünyasında yeni anayasalar yapılmış, insan haklarını temel alan, hukuk devletinin gerçekleşmesi sağlanmış, hukukun üstünlüğünün gerçekleşmesi için anayasa mahkemeleri kurulmuştur.

İktidarın denetlenmesi

Böylece, temel olarak hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde siyasal iktidarın gücü sınırlandırılmıştır… Bunlar yetmez… Asıl önemli olan katılımcı demokrasinin gerçekleşmesidir. Katılımcı demokrasi, en temel tanımıyla aşağıdan yukarıya, çevreden merkeze karar mekanizmalarına halkın, sivil örgütlerin, sendikaların, işçilerin ve işverenlerin katılmalarının sağlanmasıdır.

Nazi Almanyası’nda, Mussolini İtalyası’nda tek adam yönetimine sendikalar, işverenler, işadamları aman bana dokunmasınlar diye ses çıkarmıyorlardı… Ama gelen kötülükler herkesi derece derece etkiledi… Bu nedenle bugün tüm Batı dünyasında işçi işveren örgütleri susmuyorlar… Konuşuyor, uyarıyorlar… Katılımcı demokrasinin gereklerini yerine getiriyorlar.

TOBB genel başkanı, ticaret ve sanayi odaları başkanları, barolar, sendikalar, işveren örgütleri basın örgütleri ve tüm demokratik kitle örgütleri konuşmalıdırlar. Gerektiği zaman iktidarlara karşı korkmadan uyarılarda bulunmalıdırlar.

Faiz inadının ağır bedeli

Alev CoşkunAlev Coşkun
Cumhuriyet,
27 Kasım 2020 

Faiz inadının ağır bedeli

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Dünkü yazımızda genel olarak AKP’nin ekonomi politikaları üzerinde duruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon neticedir” cümlesiyle formüle ettiği ekonomi politikası nedeniyle Merkez Bankası başkanları değiştirildi. Bu değişimler ve Merkez Bankası politika faizi ile oynamalar ekonomiyi çok etkiledi. Bugün bu etkiler, rakamsal tablolar verilerek açıklanacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi ekonomi teorilerine dayanarak özerk olması gereken kurumlara müdahale etmesi, Merkez Bankası başkanlarını keyfi bir şekilde değiştirmesi, Türk Lirası’nda ciddi bir değer kaybı, rezervlerde de kriz yaratacak bir erimeye yol açtı.

Tablo 1 ve Tablo 2’de gösterilen durum şudur: Haziran 2019’da Merkez Bankası politika faizi %24 iken dolar 5.83 TL düzeyinde bulunuyordu.

Erdoğan’ın müdahaleleri sonucu, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, görevden alındı ve yerine 6 Temmuz 2019’da Murat Uysal geldi. Bu dönemde Merkez Bankası, politika faizinin Aralık 2019’a kadar her ay düşürüldüğünü ve Aralık 2019’da %12 düzeyine geldiğini görüyoruz. Bunun anlamı 6 ay içinde politika faizi yarı yarıya düşürülmüş oluyordu.

Bu süreçte dolarda büyük bir oynama görülmüyor.

Ocak 2020’de politika faizi 0.75 daha azaltılarak % 11.25 düzeyine çekilince, dolar da ilk kez 6 TL’nin üstüne çıktı. Politika faizi nisan ayında %8.25’e çekilince, dolar 6.17’ye fırladı.

Merkez Bankası bu yükselişe aldırmadan mayıs, haziran, temmuz, ağustos 2020 ayarında politika faizini %8.25 üzerinde yürütmeye devam etti. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı öyle istiyordu. Dolar da paralel olarak yükselişe geçti ve 7.27’yi buldu. Ekim 2020’de 7.90, Kasım 2020’de 8.44’e ulaştı. Kasım 2018’de 5.71 olan dolar, 8.44’e çıkıyor. Aradaki fark 2.73 liradır. Liradaki değer kaybı %47’yi aşmıştır.

İşte Murat Uysal’ın görevden alınışı, Naci Ağbal’ın 7 Kasım 2020’de Merkez Bankası Başkanlığı’na getirilmesi, Berat Albayrak’ın “At izi, it izine karıştı” diyerek bakanlıktan istifa edişi, bu ortamda gerçekleşti. Bir hafta içinde Ağbal başkanlığındaki kurul, politika faizini %5 düzeyinde artırarak %15’e çıkardı.

İşsiz sayısı

2002 yılında 2 milyon 464 bin olan işsiz sayısı, 2019 yılında 4 milyon 596 bine yükselirken, işsizlik oranıysa %’ten %13.9’a çıkıyordu. Bu rakamlar, TÜİK’in rakamlarıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yönetimini baz (AS: temel) alarak hesaplayan sendikalar, rakamların ve yüzdelerin daha büyük olduğunu belirtmektedirler. Bu hesaplamalara göre ülkedeki iş ve istihdam kaybı 10 milyonu aşmaktadır. Genç işsizlik oranı ise %25’e varmıştır.

Her yerden eleştiri

Bu rakamlar karşısında ekonomik durum ekonomistler ve yazarlar tarafından yorumlanıyor, yanlışlar ortaya konuyordu. Örneğin yazarımız Orhan Bursalı,

  • “…125 milyar dolarını sattılar ülkenin, durmadan yükselen dövizi tutmak için… Bu kadar büyük bir ülke batırma politikası olur mu, olur. (…) 125 milyar doların hesabını birileri vermeli…” diyordu. (Cumhuriyet, 22.10.2020)

İç ve dış borç artıyor

Ekonomiye olan güvensizlik borçların vadesine de yansıdı. İç borçlarda vadeye kalan süre 2.8 yıl, dış borçlarda ise 8.3 yıla düştü. Son 5 yılda borç tutarı 3 katına çıkarken vadenin kısalması kuşkusuz tedirginlik yaratıyor.

Tablo 3’teki borç tablosu bu durumu açıkça gösteriyor. 2015 yılında toplam 678 milyar TL olan borç, 2020 yılında beş yılda üç misli (AS: kat) artarak 1 trilyon 934 milyar TL’ye fırlamış bulunmaktadır. Üstelik vadesi de azalmıştır.

Ağbal’ın kararı

Yukarıda belirtildiği gibi Merkez Bankası Başkanlığı’na Naci Ağbal’ın getirilmesiyle, bir hafta içinde, 19 Kasım 2020’de yapılan ilk toplantıda, politika faizi 4.75 baz puan artırılarak 10.25’ten %15’e çıkarılmıştır. Merkez Bankası, politika faizi iki ayda %6.75 artmış oldu. Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Bunun anlamı şudur :

Parasal sıkılaştırma, faiz artırma demektir. Böylece Merkez Bankası faizi yükseltmiştir. Ancak enflasyonla orantılı olarak yüksek tutmaya devam edeceğini gösteriyor. Faiz %15’e çıktı, şimdi Erdoğan’a sormak gerekiyor:

Siz, yüksek faize karşıydınız, “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyordunuz. Siz, yüksek faiz politikası vatanı satmak, ülkenin, milletin kaynaklarını yok etmek diyordunuz. Şimdi faiz yükseldi. Sizin temel söylemlerinize karşı gelindi. Faiz yeniden %15’e çıkarıldı. Neden bu yanlışta ısrar edildi? Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi neden iki yılda eritildi
ve uzmanların son rakamlarına göre neden eksi 46 milyar dolara kadar düştü?

Bu sorular soruluyor ve sorulmaya devam edecektir.

Türkiye’de borçların milli gelire oranı %137.6’dan 167.2’ye, toplam borç 1.24 trilyon dolara ulaştı. Bu borcun %50.9’u TL, %49.1’i döviz cinsinden.

Uluslararası Finans Enstitüsü, ülke borcunun milli gelire (GSYH) oranları dikkate alındığında, en büyük artış olan üç ülkenin Çin, Malezya ve Türkiye olduğunu açıkladı.

Türkiye’de borçların milli gelire (GSYH) oranları dikkate alındığında, 2020’nin 3. çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre hanehalkı borçları %14.7’den %18’e, finansal olmayan şirket borçları % 65’ten %77.5’e, banka gibi finansal şirketlere ait borçlar %25.2’den % 28.7’ye ve kamu borçları %32.3’ten %43’e yükseldi.

Sormak gerek :

Bu noktada muhalefet ekonomi politikalarını sert bir biçimde eleştirdi. Bu eleştiriler salt siyasetçi değil, aslında özgeçmişleri nedeniyle konuyu derinlemesine bilen iki siyasetçiden, Faik Öztrak ve Ali Babacan’dan gelmesi dikkat çekici ve önemlidir.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, bilindiği gibi uzun yıllar maliye bürokrasisinde çalışmış ve Maliye Bakanlığı Hazine Müsteşarlığı görevini yapmıştır. Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ise uzun süre AKP’nin ekonomi politikasını yönetmiş başbakan yardımcısıdır. Her ikisinin eleştirilerinin temeli şudur:

1) Bu faiz tartışmaları nedeniyle Merkez Bankası’nın, 130 milyar dolarlık rezervi erimiştir.
2) Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin borç miktarı 1 trilyon 860 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Maceranın özeti

Bu maceranın özeti şöyle: “Faiz sebep, enflasyon netice” derken, Haziran 2019’da %24 olan politika faizi %8.25’e kadar düşürülmüş, yükselen döviz kurları nedeniyle ve zorunlu olarak Kasım 2020’de tekrar %15’e yükseltilmiştir. Ancak bu dönemde Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi erimiştir.

Madem indirdiniz, neden yükselttiniz?
Madem yükseltecektiniz, neden indirdiniz?

Halkın yerleşmiş bir söylemi vardır: Madem durum aynı olacaktı o zaman biz bu işi (!) neden yaptık?
==============================
Dostlar,

Sayın Alev Coşkun’un bu irdelemesi son derece nitelikli ve tarihsel değerdedir. 2 gün önce de Sn. Coşkun, “Politika, ekonomi ve duvara toslama” başlığı altında kapsamlı bir irdeleme daha yapmıştı. O yazı ile birlikte okunması çok uygun olacak, pdf olarak ekliyoruz..

Politika,_ekonomi_ve_duvara_toslama_ALEV_COSKUN

Dr. Alev Coşkun, Turizm Bakanlığına dek uzanan parlak siyasal kariyerinin yanı sıra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bitireni (mezunu) ve New York Üniversitesi’nde siyasal bilimler konusunda master, kamu yönetimi alanında doktora yapmış bir akademisyendir. ABD ve Türk üniversitelerinde alanında hocalık yapmıştır.. 1935 doğumlu olup, hala Aydın (entellektüel) çabalarını verimli ve nitelikli biçimde Cumhuriyet Gazetemiz ve ülkemiz için azimle sürdürmektedir.

Umalım ve dileyelim ki, bu 2 tarihsel saptama, uyarı ve çokanlamlı yol gösteriden AKP iktidarı = RTE yararlansın ve çıkmaz sokaktan ülkemizi geri çevirecek adımlara yönelsinler.. Bu dileğimizde çok umutlu olmadığımızı da belirtmek zorundayız. Nitekim önceki gün ülkemizin çok değerli varlıkları 11 uzlaşı metni (mutabakat zaptı) ile  TEK ADAM Bay RTE tarafından sorgusuz sualsiz Katar’a satılmıştır. Satış için hiçbir yerden onay / izin almayan kadir-i mutlak AKP Genel başkanı, satış koşullarını ve bedeli de açıklamayarak, koca ülkeye adeta meydan okumaktadır. Satılanlar bu ülkenin kanı canıdır, alın teri, göz nurudur. 18 yıldır sürdürülen TALAN EKONOMİSİ Türkiye’yi müflis tüccara, “moratoryum eşiğine” sürüklemiştir!

Bu politikaların daha fazla sürdürülme ve halka dayatılma olanağı kalmamıştır.

AKP geri adım atmak zorundadır. Dönemlerinde ülkemizden net 2 trilyon dolar ulusal kaynak yurt dışına çık(arıl)mıştır..  Çok yönlü yitiklerin giderimi (telafisi) çoook uzun yıllar alacaktır.

  • Muhalefet, stratejilerini köktenci biçimde gözden geçirmek ve ülkemizi bu ceberrut yönetimden hızla kurtarmanın yollarını bulmak zorundadır.

    Ahmet SALTIK
    Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Mülkiye)

 

 

30 milyar dolarlık hata!

30 milyar dolarlık hata!

Bankacı Kerim Rota, mevduat faizi siyasi baskıyla düşük tutulduğu için dolarizasyonun arttığını, “TL’yi savunmak” adına TCMB’nin 30 milyar dolarlık rezervinin kamu bankalarına kullandırıldığını söyledi. (Cumhuriyet, 15.8.19)
[Haber görseli]
2010-2018 arasında Akbank’ta Hazine’den Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Rota, yılın ilk 6 ayında Merkez Bankası’nın (TCMB) 30 milyar dolarlık döviz rezervinin kamu bankaları eliyle kullanıldığını ancak hataların başka bir hatayla telafi edilmeye çalışılması sonucunda yurttaşların dövize yöneldiğini dile getirdi.

Rota, mevduat faizlerinin siyasi talimatla düşük tutulmasının dolarizasyona neden olduğunu, TL fonlamada yaşanan sıkıntının bankaların türev işlemlerden büyük zarar etmesine neden olduğunu, bankaların zararları komisyon ücretlerini artırarak telafi etmeye çalıştığını belirtti.

– TCMB rezervleri haziran sonunda olması gerekenin 30 milyar $ altında. Bu durum neden kaynaklanıyor, bu para nereye gitti? Biraz mekanizmayı ve sonuçlarını anlatabilir misiniz?

Yılın başında TCMB politika faizi % 24 iken ekonomi yönetimi hem faizi hem kuru kontrol etme hevesiyle Bankalara mevduat faizini % 20.5’ten daha yüksek vermemelerini tavsiye ederek uygulanmasını yakın takip etti. Böylece yabancı yatırımcıların gördüğü TL faizi % 24 iken, TL mevduat sahibi vergi sonrası % 17.5 net alabildi. Yılın ilk 3 ayında enflasyon beklentileri bunun üzerinde olduğu için de, negatif reel faize razı olmayan mevduat yatırımcısı dövize yöneldi. Bu yönelme ilk 3 ayda 20 milyar $’ın üzerinde bir tutara ulaştı. Mart sonunda bu dengesiz faiz politikası yabancı banka raporlarına da yansıyınca hem yabancı hem yerli yatırımcı alımları kurların daha da yükselmesine neden oldu. En başta yapılan hata başka bir hata ile giderilmeye çalışılarak bu kez Londra’da oluşan TL piyasasına yerli bankaların fon sağlamaması tavsiye edildi. Böylece Londra’da TL faizlerinin % 1000’leri görmesi sağlandı. Ardından TCMB rezervleri “arka kapı” tabir ettiğimiz şeffaflıktan uzak bir biçimde kimi kamu bankalarına kullandırıldı. Bu bankaların “TL’yi savunmak” adı altında bu rezervleri satarak kuru kontrol altına almaya çalıştıkları görüldü. Tüm bu hataların rezerv ve itibar kaybından başka bir sonuç vermediği deneme yanılma yolu ile görüldükten sonra TL mevduatlardaki % 20.5 sınırı kaldırıldı. Bunun ardından dolarizasyon durdu ve TL değer kazanmaya başladı. Bu hatalar sonucunda TCMB rezervlerinden 30 milyar $ eksildiğini gördük. Tabii ki bu kadar büyük bir yitiği gizlemek adına TCMB bankalarla haftalık swap açarak bu kaybı en azından kağıt üzerinde azalttı. Ancak sonuçta TCMB kendine ait rezervlerden vazgeçerek “borç rezerv” biriktirdiği için bu rezervlerin yeterliliği ve sağlığı da sorgulanır oldu.

– TCMB swap yoluyla politika faizinden daha düşük faizden fonlama sağlamaya başladı. 3 aylık swap’ta faiz % 15.5 düzeyine dek düştü. Londra yerine TCMB’ nin swap aracını kullanması ve politika faizinden daha düşük faizle fonlama yapılmasının getirisi ya da götürüsü ne olur? Londra ile TCMB fonlaması arasındaki farklar nedir?

Londra’da oluşan TL piyasası 5 yıl vadeye dek TL likidite sağlayan bir piyasa idi. Bu piyasanın ana kaynağı yüksek kredi derecesine sahip Avrupalı bankaların ihraç ettiği TL tahvillerdir. Bireysel ve kurumsal yatırımcılara satılan bu tahvillerden elde edilen TL kaynak, swap yoluyla Türk bankalarına aktarılıyordu. Bu da Türk bankalarının uzun vadeli TL kredi verebilmesine olanak sağlıyordu. Türk bankaları borç verdiği her 1 TL’ye karşılık bu piyasadan 10 TL uzun vadeli borç alabiliyordu.

Maalesef ekonomi yönetimi tarafından Londra’da oluşan bu piyasa da tümüyle TL spekülasyonu yapan bir piyasa olarak görüldü ve likiditesi kısıtlandı. Bu piyasanın likiditesi ve geçişkenliğin azalması nedeniyle bankaların uzun vadeli TL yaratma olanağı ortadan kalktı. İşte bu nedenle TCMB kredi hacminin artması amacıyla bankalara vadeli swap da sağlamaya başladı. Aslen bir Merkez Bankasının vadeli para sağlayarak getiri eğrisine müdahil olması yerine, politika faizi ile piyasalara yön vermesi gerekir. Vadeli faizler politika faizinden düşük olduğu için bu kez TCMB kendi faizinden düşük faizle fon sağlar hale geldi. Sonuçta sağlıklı çalışan bir swap piyasasına müdahale edilince TCMB o piyasanın yerine geçmeye çalıştı. Ancak TCMB’nin maksimum 6 ay vadede ve kısıtlı tutarda bu olanağı sağladığı göz önüne alınırsa, bankalar olanakları olduğunda daha uzun vadeli ve derin Londra swap piyasasında işlem yapmayı tercih edeceklerdir.

– Bankalarının bilançolarnda türev işlem zararları dikkat çekiyor. Örneğin Ziraat Bankası’nın 6 aylık türev işlem zararı 4.5 milyar TL. Bu ne anlama geliyor ve nedenleri ne olabilir?

Yukarıda anlattığımız nedenlerden Türkiye’de 2019’da önemli bir dolarizasyon oluştu. Yabancı para mevduatlar artarken, TL mevduatlar artmadı. Buna karşın kredilerde önemli bir artış olmazken, artan kredi miktarı tümüyle TL’den oluştu. Bu da bankalarda yabancı para likiditesi artışına karşın TL ihtiyacı ortaya çıkardı. Bankalar bilançolarındaki bu çarpıklığı yüklü çapraz para swapları yaparak dengelediler. Bu swapların doğası gereği ödenen faiz “türev zararı” kalemine gider. Dolayısıyla yüklü türev zararı olması her zaman spekülatif bir işlem yapılarak zarar edildiği anlamına gelmez. Ancak şunu da gözardı etmemek gerekir; bu şekilde ortaya çıkan türev zararları aslen “net faiz gelirinde” o ölçüde bozulma anlamına gelir. Dolayısıyla geçtiğimiz yıla göre net faiz gelirlerindeki bozulma görünenden daha fazladır. Bankalar komisyonlar ve gider denetimleri ile ilk 6 ayda bu kayıpları telafi etmeye çalıştılar.

– Dünyada merkez bankaları tekrar parasal gevşeme adımları atmaya başladı. 2008-2009 krizi sonrası olduğu gibi tekrar Türkiye’ye para yağar mı? Yılın ilk 7 ayında portföy girişlerinde pozitif bir tablo yok, gelecek aylarda durum değişir mi?

Parasal gevşeme gelişen ülkeler için çok büyük bir şans. Ancak bu kez parasal gevşeme 2009’dakinden çok farklı. O dönem bir likidite ve bankacılık krizini bastırma amaçlı parasal gevşeme yapılmıştı. Gelişmekte olan ülkeler ise düzgün mali politikalar, kredibilitesi olan para politikaları ve düşük borçlulukları ile bir çekim alanı oluşturmuştu. Bu kez ticaret savaşları ve korumacı politikalar nedeniyle oluşan tepkisel bir parasal gevşeme var. Bu kez Türkiye maalesef Merkez Bankası bağımsızlığını tartışan, yüksek borçlu, kamu mali disiplinini yitirmiş, liyakatı gözetmemiş ve özerk olması gereken kurumların bağımlı olduğu bir durumda. Zaten ülke risk primi CDS’in Arjantin’den sonra en yüksek olması bunu gösteriyor. Bu nedenle ticaret savaşlarından oluşacak kaotik durumun bize yarayacağı hayalinden uzaklaşıp ülke risk primini düşürmeye odaklanmak gerekiyor.

– Kamu bankaları mevduat faizlerinin çok altında yaklaşık % 12 faizle konut kredisi kampanyası başlattı. Gerçi uzun vadeli ama bu faiz oranları görev zararına neden olur mu?

Türkiye’de bir bankanın bugünkü koşullarda vadeli mevduatı, zorunlu karşılık ve TMSF giderini de düşününce ortalama % 18’den aşağı mal etmesi çok zor. Bu koşullarda bunun 6 puan altından uzun vadeli de olsa kredi teklifi sunması ancak siyasi ve sektörel nedenlerle olanaklı. Bu tür bir konut kredisinin sunulması, kısıtlı ve pahalı kaynakların seçici bir şekilde belli kişi ve kurumlara aktarılması anlamına gelmekte.

Bu kredilerin çiftçi ve esnafın desteklendiği ve yasal çerçevesi bulunan “görev zararı” kapsamına alınacağını düşünmüyorum. Siyaset kurumunun talebi ile ortaya çıkan bu zararı bankaların üstlenmek zorunda kalacağını düşünüyorum.
Bankalardaki sorunlu kredilerle ilgili yapılandırma yasası çıktı ancak özellikle inşaat ve enerji için kurulması planlanan fonlarda bir ilerleme sağlanamadı. Sizce bunun nedeni nedir?

Bankalarda oluşan sorunlu kredilerde henüz hem kredi kullananlar, hem de kredi verenler açısından “kabullenme” aşamasının tamamlandığını düşünmüyorum. Seçici kimi sektörlerde sorunu belirlemek önemli olsa da, gerçekte genel bir sermayelendirme ve kuşkulu alacaklara talep gösterecek yatırımcının güvenini sağlamak gerekmekte. Aksi takdirde yeni likidite ve sermaye girişi olmadan yapılacak her aksiyon zaman kazanmaya dönük olacaktır.

– TCMB’de başkan değişimi ve sonrasında gelen üst düzey görevden almaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle görev süresi dolmadan bir Merkez Bankası başkanının görevden alınabilmesi kurumun bağımsızlığının olmadığını tüm yatırımcılara gösteren bir durum oldu. Bu, en önemli sermayesi itibarı olan bir kurum için çok ağır bir travma anlamına geldi. Yeni başkan ve yönetimin çok dezavantajlı bir başlangıç yapmasına da neden oldu.

Her yeni yöneticinin kendi kadrosu ile çalışma hakkı olduğu muhakkak. Ancak merkez bankaları gibi itibarı göz önünde olan kurumlarda kurumsal belleğin çok önemi var. Dolayısıyla bu tür görevden alma ve atamaların kurumsal kimliğe zarar vermeyecek bir iletişim planı içinde olması beklenirdi. Son görevden almalar maalesef toplu bir kadrolaşma eğilimi görüntüsü vererek o görevlere yeni atanacak belki de gerçekten liyakati yüksek kişilere de çok dezavantajlı bir başlangıç yaptırdı.

Dolar TL Kurunun Yükselişi ve Düşüşü

Dolar TL Kurunun Yükselişi ve Düşüşü

Dr. Mahfi Eğilmez
http://www.mahfiegilmez.com/ 12.5.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Son birkaç haftada, özellikle İstanbul seçimleriyle ilgili olarak yaşanan kriz sonrasında, USD/TL kuru önce hızlı bir yükseliş yaşadı ve gün içinde 6,25’e dek yükseldi, sonra hızlı bir düşüşle haftayı 5,98 ile kapattı.

Hızlı yükselmenin nedenleri belli, onlar üzerinde çok duruldu: Türkiye’de hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının giderek kaybolması, TBMM’nin yalnızca süs olarak kalması, ekonomide doğru adımların atılamamasına ek olarak son dönemde yaşanan İstanbul seçimleri krizi kuru hızla yukarılara taşıdı. Birçok kişi eskiden işin siyasal yönüyle ilgilenmeyip ekonomik yönüyle ilgilenirken şimdilerde önce hukuk demeye başladı.

USD/TL kuru bu kaygılarla Perşembe günü zirve yapmışken Cuma günü düşmeye başladı. Bunda iki etki var:

(1) Merkez Bankası’nın faizi artırması. Görünüşe bakılırsa Merkez Bankası’nın bankaları fonlamakta kullandığı temel araç olan haftalık repo ihalesi faizi (politika faizi) %24. Ve buna hiç dokunulmadı. Dünya, hala Merkez Bankası faizi olarak bu oranı geçerli sanıyor.

Buna karşılık Merkez Bankası, haftalık repo ihalesi yöntemiyle borç vermeyi (süresi belli olmayan) bir süre için uygulamadan kaldırdığını açıkladı. Bunun anlamı bankaları faiz oranı %25,5 olan gecelik faiz oranıyla fonlayacağı idi. Yani Merkez Bankası faizi gerçekte 1,5 puan artırmış oldu. Bu artışın USD/TL kuru üzerinde baskı yaratması normaldir. Ama bu baskı 6,20’lerde oluşmuş bir kuru 5,98’e düşürmeye yetecek bir etki yaratmaz.

(2) Önceleri Türk bankalarının 1 milyar $ satarak TL’nin değer kazanmasının sağlandığı haberi her tarafta çıktı. Sonra hafta biterken Reuters, BBC Türkçe ve Bloomberg, bu satışların bu hafta içinde 4,5 milyar Doları bulduğunu yazdılar. İşte kuru asıl düşüren hamle budur. Şimdi bu hamleleri irdeleyelim.

Merkez Bankası, kurda artış başladığında niçin toplanıp faizi artırma kararı almadı da bu şekilde örtülü faiz artırmaya gitti? Bunun ilk nedeni faiz artırımına gitse yani %24’lük faizi mesela % 25,5’e yükseltse, dünya listelerinde faizi %24 yerine %25,5 olarak gözükecekti. Oysa bu hamleyle faizi artırdı ama dünya listelerinde faizi hala %24 olarak gözükmeye devam ediyor (bakınız: http://www.cbrates.com/). Bu, son yıllarda ekonomide çok kez tanık olduğumuz örtülü uygulamalardan birisi. Merkez Bankası bunu daha önce de birkaç kez yaptı. Dünya listesinde nasıl görünürse görünsün, faizin arttığını bankalar da piyasalar da bildiği için, bu karar kur üzerinde baskı yarattı.

Asıl etkinin, çeşitli yabancı ve yerli medya organlarında yer alan son bir haftada kamu bankalarının yaptığı 4,5 milyar dolarlık satıştan geldiği anlaşılıyor. Dünya piyasaları, saat farklarının yarattığı durum nedeniyle 24 saat açık. Bizde piyasalar kapandığında Asya piyasaları açılıyor. Ne var ki bu piyasalarda her isteyen işlem yapamıyor. Bu piyasalarda işlem yapabilmek için orada forex hesabı bulunması gerekiyor. Bankaların doğal olarak forex hesapları var. Kamu bankaları aldıkları talimat gereğince bu piyasalarda Dolar satıp TL talep edince TL değer kazanmaya başlıyor (talep artışı, talep yasası gereği fiyatı yükseltir.) Böylece 4,5 milyar Dolar satıp da TL talep edilince TL değer kazandı yani kur hızla düştü.

Cuma günü bunlara eklenen bir başka gelişme daha oldu. O da S-400’lerin alımından vazgeçildiği iddiasıydı. Sonradan yalanlanmış olsa da, bu iddia da gün boyunca TL’nin güçlenmesinde etkili oldu.

  • İstanbul seçimlerinde yaşanan krizin yükselttiği USD/TL kurunu düşürmenin bedeli Merkez Bankası’nın faizi artırması ve kamu bankalarının 4,5 milyar $ satması oldu.

Herhangi bir ekonomik karar alınıp uygulanırken İktisatçının ilk sorması gereken soru şudur:

  • Maliyeti ne?

Bu soruyu göz ardı ederseniz yapamayacağınız iş yoktur.

Ama bu soruyu göz ardı etmenin faturası ileride önünüze konur.
=======================================================
Evet dostlar,

AKP = RTE’nin Türkiye’ye Kaldırılamaz ve Sürdürülemez Maliyeti

AKP = RTE‘nin ülkemize maliyeti her geçen gün daha da ağırlaşıyor..
Artık kaldırılamaz ve dayanılmaz bir kerteye erişti.

3 Kasım 2002 seçimiyle iktidar olduklarında 1 Dolar = 1,6 TL idi.. Günümüzde 6 TL’yi aşmış durumda ve elde – avuçta ne varsa savrularak ancak 6 TL’nin altında tutulmaya çalışılıyor. İstanbul’da 23 Haziran’da –hukuk paspas yapılarak– yenilenecek seçime dek seferberlik hatta -Anayasadan hukuksal olarak kaldırılmış olsa da- ekonomide sıkıyönetim var..

1 Doların 45 kuruş aşağıya çekilebilmesi, kamu bankalarının 4,5 milyar Dolar satmaları ile ancak sağlanabildi! 1 kuruş daha “ucuz” Dolar için Ulusal rezervlerden feda edilen 100 milyon Dolar!

Oysa 2019’da ödenecek borç faizleri ve anaparası için 200 milyar Dolar dolayında sıcak para girdisine gereksinim var.. Toplam ülke borcu yarım trilyon Dolara dayanmış durumda.

Damat Bakan bey yaylana yaylana birşeyler söylerken, inanın biz hiçbir şey anlayamıyoruz sözlerinden.. Soyut, kopuk, bağlantısız, temelsiz, irrasyonel şeyler.. Somur – berrak – açık ve anlaşılır hiçbir söz, plan, program yok!

Damat Bakan ne söylese yanılıyor, bu büyük başarı(!)

Erdoğan Ekonomideki yangını siyasal polemiklerle örtme telaşında. Taksim meydanı 1 Mayıs’ta işçilere ve Yeryüzü Sofrası kurmak isteyen anti – kapitalist müslümanlara yasak ama AKP’ye açık. İstanbul seçimlerinde CHP’yi PKK – dağ – terörizm ile yan yana koymaya çabalıyor.. Başkaca nevale kalmadı.

Ancak Merkez Bankasında da, birkaç kamu bankasında da Dolar satışlarına mecal kalmadı..

Vatandaşta tencereyi kaynatacak takat kalmadı..

Döviz çoooooooooooooooooook pahalı, ithalat zorunlu düşüyor, içeride mal – hizmet üretimi düşüyor; yaşam sürekli pahalılaşıyor ama AKP = Erdoğan dış ticaret açığının ve cari açığın azaldığını anlatıyor TOBB konuşmasında! Resesyona girmiş bir ekonomide başka ne olabilir ki?
Üstelik enflasyon içinde durgunluk = Resesyon! Acaba kimlerin bu masalları yutacağını sanıyor? İşin korkuncu, eğer kendisi inanıyorsa, yandı gülüm keten helva!

TBMM uzun tatilde, süs! 600 vekile m,lyarlar ödüyoruz??..
Oysa CBK ile ülke yönetilmeye çalışılıyor!? AYM tatilde, önüne getirilen CBK’lerini görüşmüyor!
YSK, 7 asıl üye le toplanıp karar alacak iken, sıradan bir dernekte bile yapılmayan hatayı (!) yapıyor ve 4 yedeği ile toplanıp İstanbul seçimini iptal ediyor 4/7 oy ile. Oysa 7 kişi toplansa belki de 3/4 iptali reddedecekti!? Bu bir kurgu mudur, nasıl açıklanabilir??

Vergi gelirleri düşüyor, çarşı – pazarda sebze – meyve fiyatları artık 2 rakamlı.. 10 TL altında ne kaldı? Ay sonunda 12,5 milyar TL bayram ikramiyesi verilecek 12,5 milyon emekliye.. Sonra? 2019’un tümü için öngörülen bütçe açığı neredeyse ilk 4 ayda verildi!

Erdoğan önüne geleni tehdit ediyor.. Spor kulüpleri, sanatçılar, TÜSİAD.. Ağzını açan “haddini aşmış oluyor” Erdoğan’a göre.. Bu artık AÇIK FAŞİZM aşamasıdır, başka birşey değil!

AKP = RTE‘nin örtülü ödeneği devasa hızla şişiyor.. Hiçbir denetim, sorgu yok, yok!
(Bkz. Örtülü Ödenekte 16 Yıl, Çiğdem Toker, SÖZCÜ, 10.5.19)

Yarım yüzyıllık iktisat hocası Prof. Esfendar Korkmaz SÖZCÜ‘de yazdı 2 gün önce :
(İflas riskimiz arttı – Esfender KORKMAZ, 10.5.19)

  • İFLAS RİSKİMİZ ARTTI!
    *******
    Geçen yıl 30 Temmuz’da web sitemizde yazmış ve sormuştuk :

AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?

Aradan 8,5 yıl geçti ve İktisat hocası Prof. Korkmaz benzer saptamayı yapıyor..
Ama bu kez soru yok; açık – net uyarı ve felaket haberi var!
***
Merhum Kadir Mısıroğlu, “Şeriat gelsin de Türkiye batarsa batsın..” buyurmuştu.
(Kendisiyle KTV’de programımız için tıklayın : https://www.youtube.com/watch?v=Z_dNl4oEXY4)
AKP = RTE aynı yolun yolcusu mu?!

Türkiye’nin bu cendereden bir an önce kurtulması gerek, bir an önce!

Sevgi ve saygı ile. 12 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Kısa vadeli faiz silahıyla ülkenin uzun vadeli yapısal sorunları çözülemez


Kısa vadeli faiz silahıyla
ülkenin uzun vadeli yapısal sorunları çözülemez

Eski Başkan'dan çok çarpıcı sözler

Merkez Bakası’nın eski Başkanı Durmuş Yılmaz,
siyasilerin faiz politikasına yönelik eleştirilerinin
fayda sağlamayacağını ifade ederek,

“Merkez Bankası’nın gücü abartılıyor. Kısa vadeli faiz silahıyla ülkenin uzun vadeli
yapısal sorunları çözülemez.”
dedi.

BBC Türkçe’den Enis Şenerdem’e konuşan Durmuş Yılmaz, Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranının %5 dolayında olduğunu anımsattı ve son birkaç yılda büyümenin % 3-3,5 düzeyinde kalmasının siyasal otoriteyi rahatsız etmesinin anlaşılabilir bir durum olduğunu
ifade etti. Ancak Yılmaz, ekonomideki tüm sorunların çözümünün de para politikasında aranmaması gerektiğini söyledi ve “Düşük faiz ekonomik büyümenin yegane sebebi olsaydı bugün Avrupa’da ekonominin hızlı büyümesi gerekirdi, Amerika’nın hızlı büyümesi gerekirdi.” dedi.

ENFLASYON %7.24’E İNDİ

ABD Merkez Bankası FED, 2008 küresel krizinden bu yana politika faizini %0-0,25 aralığında tutuyor. Avrupa Merkez Bankası‘nın politika faizi ise %0,05 düzeyinde.

MERKEZ BANKASI NE KADAR GÜÇLÜ?

Sürdürülebilir ekonomik büyüme için düşük faizin tek başına yeterli olmadığını vurgulayan Yılmaz, “Merkez Bankası’nın gücü kuvveti biraz fazla abartılıyor… elindeki aygıt belli.
Kısa vadeli faiz ve makro ihtiyati tedbir dışında bir şey yok. Merkez Bankası kısa vadeli faiz politikasıyla ülkenin verimliliğini artıracak eğitim reformunu gerçekleştiremez.” diye konuştu.

Geçtiğimiz hafta hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘dan, hem de hükümet yetkililerinden Merkez Bankası’nın faiz indirmesi gerektiği yönünde açıklamalar gelmişti.

Merkez Bankası’nın politika faizini yarım puan düşürüp %8,25’ten %7,75’e çektiği
Para Politikası Kurulu toplantısı sonrasında konuşan Erdoğan, bu indirimin yeterli olmadığını ifade ederek “İnsanı böyle adeta çıldırtacaklar. Enflasyon düşerse, faizi düşüreceklermiş. Bu anlayış anlayış değil, bu yanlış bir mantık. Şu anda bağımsız bir kurul olarak Merkez Bankamızın özellikle Avrupa’da, dünyada faiz oranları düşerken hala bu faiz oranında direnmesini doğru bulmuyorum. Düşürmesi lazım” demişti.

‘KURUMLAR YIPRATILMAMALI

Durmuş Yılmaz 2008’de yeni Türk Lirası banknotlarının tanıtımını Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte yapmıştı.

Merkez Bankası Başkanlığı görevini tamamladıktan sonra Abdullah Gül‘e Cumhurbaşkanlığı döneminde danışmanlık da yapmış olan Durmuş Yılmaz, siyasi kanattan gelen eleştirilerin ekonomiye yansımasının da olumsuz olabileceği görüşünde.

Ekonomiyi yöneten karar alıcı kurumların büyüme denklemi içerisinde bir değişken olduğunu söyleyen Yılmaz, “Eğer siyasiler yapılması gereken reformları yapmazlar, hep para politikasının etrafında dönüp dururlarsa, uzun vadede Merkez Bankası’nın çok fazla eleştirilmesi bir şey getirmez” dedi.

Yılmaz, “Kurumlara olan güvenin zayıflamaması lazım. Kurumlara güven zayıfladığında elde edilen başarılarda bir gerileme oluyor” diyerek devam etti.

ARA TOPLANTILAR İSTİSNA

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın geçtiğimiz hafta “Ocak ayı enflasyonu beklentinin çok altında kalırsa ara bir toplantı ile faiz indirebiliriz” açıklamasını da değerlendiren Durmuş Yılmaz, “Bunlar ağrı vereci şeyler. Normal işleyen bir sistemde bu tür şeylere tevessül edilmemesi lazım” dedi.

Merkez Bankası Başkanlığı döneminde kendisinin de acil Para Politikası Kurulu toplantısı yaptığını hatırlatan Yılmaz, “O dönemde faizi bayağı yükseltmemiz gerekmişti.
Ancak olağanüstü bir durum vardı.” diyerek ekledi.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nda (TEPAV) Direktörler Kurulu Üyesi olarak görev yapan Yılmaz, , “Olağanüstü toplanıp 25 baz puan düşürmek çok olağanüstü bir durum gibi gelmiyor bana” yorumunu yaptı.

Ocak ayında yıllık enflasyonun yüzde 7,24’e gerilemesinin ardından Merkez Bankası, acil Para Politikası Kurulu toplantısının yapılmayacağını ifade etti.

Merkez Bankası’Nın bu son açıklamasıyla birlikte Türk Lirası da Dolar karşısında değer kazandı.

BRİFİNG AYKIRI DEĞİL

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da hükümete yapılan sunumlara benzer sunumlar yapabileceği konusunu da değerlendiren Yılmaz,

“Herhangi bir Cumhurbaşkanı’na seçildikten sonra nezaket ziyareti dışında herhangi bir ziyarette bulunmadım. Benden de bir brifing istenmedi. Ama bir Cumhurbaşkanı’nın ekonominin
genel gidişatı ile ilgili olarak Merkez Bankası’ndan bilgi istemesi bence çok yadırganacak
bir durum değil.” dedi.