Etiket arşivi: Pentagon

Yeni, yepyeni, en yeni dünya düzeni

author

Bundan 35 yıl kadar önceydi. ABD’nin başkenti Washington’da, (o zamanki üyesi sayısı ile) 16 NATO üyesi ülkeden davet edilmiş 16 gazeteciden biri olarak Savunma Bakanlığı (Pentagon)’un bir brifing salonunda bir Amerikalı generali dinliyordum. Doğu Berlin – Batı Berlin sınırındaki “Çelik Hattın” nasıl güçlendirilmesi gerektiği ve Batı İttifakı’nın hiç taviz vermeden (nükleer dahil) nasıl “silahlanmaya devam etmesi gerektiğini” anlatıyordu. Suratı kıpkırmızı, iştah ve heyecanı doruktaydı. Gözlerinden ateş ve barut fışkırıyordu adeta.

Ertesi gün programda başka bir eyalette, başka bir askeri brifinge geçmeden önce otelin kahvaltı salonunda kafiledeki herkes bir gazetenin başına üşüşmüş (o zaman internet, sosyal medya, digital bilmem neler yok tabii), manşetteki ve haberi ve fotoğrafı konuşmaya koyulmuştu. Daha dün gibi aklımda… Haber, Berlin Duvarı’nın yıkılmakta olduğunu ve insanların, ellerinde kazmalarla çekiçlerle duvarı delip kafileler halinde nasıl “çift taraflı” geçişlerle, yepyeni bir çağın açılışını kutladıklarını anlatmaktaydı. Dünya değişiyordu. Hatta değişmişti bile. Haberi de, o gazetenin manşetinden Washington’a ulaşmıştı.

Basın turunun o durağındaki kafilede, bir gün önce bize o “vecd ve huşu içinde silahlanma brifingini” veren Amerikalı generalle göz göze geldim bir an. Suratını tarif edebilmek için kalınca bir kitap yazmak, uzunca bir film çekmek gerekebilir. Dünya değişmiş, “Yeni Dünya Düzeni” kuruluyordu.

Hemen ardından emperyalist ülkelerin medyası, zafer çığlıkları arasında bir “Peace Dividend” masalı yazıp, yönetip oynamaya başlamışlardı. Soğuk Savaş ve baş döndürücü silahlanma dönemi bitecek, bundan tasarruf edilen muazzam miktarlarda para da, “insanlığın refahı ve toplumların iyiliği” için harcanacaktı. Barış Bonusu!
***

Aradan yıllar geçti. Ne silahlanma yarışı durdu, ne de emperyalist paylaşımlar için alan kazanma mücadelesi. Sovyetler’in ve ona bağlı peyklerin çözülüp dağılmasını fırsat bilen Batı Bloku, kendi peykleri ile kol kola “miras paylaşımı” için kendi saldırgan paktlarını genişletme yarışına giriştiler. 2000’li yılların ilk 20 senesi, ABD ve müttefiklerinin “terörle mücadele” adı altında bir “sınırötesi saldırganlık” senaryosu ile gelişti.

Her aşamasında “yeni, yepyeni, en yeni, daha da yeni dünya düzeni” adı altında, hiç bitmeyen bir dizi filmin senaryosu, güncellenerek yazılmaya ve oynanmaya başlandı. Dağılan Sovyet Bloku, önce “Bağımsız Devletler Topluluğu”, sonra da “Çar, Oligarkları ve diğerleri” gibi sürekli başkalaşıma uğrar bir mahiyette varolma savaşı içine girdi. “Perifer” yani çevre ülkeler de bu kıtalar arası bitmeyen paylaşım düzeninin rüzgarında bir oraya bir buraya savrulmaya devam etti ve ediyor.
***

Bugün gelinen noktada, Rusya – Ukrayna çatışması, daha doğrusu Rusya’nın, “NATO’nun yeni ileri karakolu yapılmaya çalışılan” Ukrayna’ya saldırısı henüz yeni başlamışken, önümüzdeki 3 hafta, 3 ay veya 3 yıl için erkenden yorumlar – tahminler yapmak ve çıkarımlarda bulunmak için henüz çok erken. TV ekranlarında ve gazete sütunlarında bu işe soyunanları, müstehzi bir gülümseme ile izliyorum. Daha dün bir bugün iki. İddialı öngörülerden kaçınmak lazım. Köprülerin altından daha çok sular akar. Ama, bir tek konuda kesin konuşabilmek mümkün.

Emperyalizmin, aç gözlü kapitalizmin, faşizmin asla nitelik değiştirmeden, dünyaya egemen olma iştahını hiç yitirmediğini görerek, bu “hırslı, canhıraş ve can alan, vahşi paylaşım kavgasının”, öngörülebilir bir gelecekte de süreceğini tahmin etmek kehânet olmaz. Bereket ki; çare, reçete, çözüm de bellidir. Bu iştaha ve felaketin çarklarının dönmesine son verecek olan, gezegenin dört bir köşesindeki halkların, demokratik yönetimleri işbaşına getirme iradesidir.

Tek adamların, “çarların, reislerin, despotların, diktatörlerin” değil, halkını dinleyen, demokratik iştişare ve denetim mekanizmalarına değer verip çalıştıran siyasetçilerin işbaşına gelmesi için mücadele edecek halklar, son sözü söyleyecektir. Asıl “gönlümüzden geçen Yeni Dünya Düzeni” bu olmalıdır.

Asıl “Peace Dividend” o olacaktır.

GÜVENLİK, VERGİLER VE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Konuya başlamadan önce 2 önemli tarihsel saptamayı dikkatinize sunmak isterim :

1- 1953 – 61 yıllarında 2 dönem ABD devlet başkanlığı yapmış Dwight D. Eisenhower (1890 – 1969) son başkanlığına veda iletisinde diyor ki :

“ABD’nin ulusal güvenliği için asıl tehlike Rusya değil PENTAGON, MEDYA ve ENDÜSTRİ üçlüsüdür.” (1)

Fakat o yılların ABD basını Eisenhover‘in bu çok önemli açıklamasını fazla üzerinde durmadan geçiştirmişti.

2- ABD kurulurken (1776) devlette adil temsil edilme yetkisi isteyen New York ve Maryland kolonileri çok haklı olarak, TEMSİL EDİLMEYEN VERGİ DE ÖDEMEZ görüşünü savunmuş ve oluşacak ABD devlet yönetimine ortak olmak istemişlerdi (2).

Peki bu sözlerin günümüzde bir önemi önemi var mı, eğer varsa ne? Kısaca özetlemeye çalışalım.

Pentagon, ABD’nin Ulusal Savunma Bakanlığı binasının adı. Ülkenin güvenlik merkezi. Sayın Eisenhower demek istiyor ki; ülkeye ihanet edenler ABD ordusunun içinden de çıkabilir. Medya ise kendi patronlarının çıkarları, siyasal iktidara yaranma vb. çeşitli nedenlerle, bilerek ya da bilmeyerek düşmana yardım edebilir. Endüstri ise büyük sermaye sahiplerinin güdümündedir. Onlar da kendi çıkarları için devletin güvenliğini tehlikeye atabilirler. En tehlikelisi de üçünün işbirliği ile hareket edip devletin ve halkın güvenlik ve özgürlüklerinin dışlanmasıdır.

İkinci durum ise, vergi alma hakkının yurttaşların eşitliğini sağlama ve devletten eşit temsil ve eşit hizmet bekleme hakkını doğuran en önemli olay olmasıdır. Vergi ödemek, haklar ve görevlerde devletten eşitlik / hakkaniyet istemek demektir.

  • Devlet, vergi topladığı yurttaşlar arasında ayrımcılık yapamaz.

Kamusal görevleri dağıtmada da göreve yaraşırlık (liyakat) dışında ırk, din, mezhep, tarikat, cemaat, yandaşlık vb. ölçütler arayamaz. Çünkü devlet yurttaşlardan aldığı vergilerle varlığını ve hizmetlerini sürdürebilen, insanın yarattığı bir kurumdur. Yurttaşlardan alınan vergiler, devletin yurttaşlara eşit davranma yükümlülüğü getirir. Ayrıca yurttaşların, devlete ödenen vergileri nerelere ve hangi ölçütlerle harcandığını sorma hakkı, yönetenlerin de hesap verme zorunlulukları vardır.

Kıssadan Hissse                                     :

a- Bir ülkenin ulusal güvenlik politikalarına tehdit salt  dış güçlerden gelmez.
Basın, sermaye ve hatta güvenlik güçleri içinden de önemli tehditler gelebilir. Devlet aygıtını kullananlar da kamu gelirlerini kendilerine kanalize edebilir (akıtabilir, yönlendirebilir), düşmanlarla ve dış güçlerle işbirliği yapabilirler. Hukuk, adalet ve demokrasiden ayrılmamak koşuluyla, devlet ve kamu güvenliği ülke içinden başlamalıdır. Bir ülke öncelikle kendi içinde adalete ve hukuka dayalı bir kaynaşma, birlik ve güvenlik sağlayamamışsa, dışa karşı da güvende olamaz. İç güvenlik, dış güvenlikten daha öncelikli ve önemlidir.

b- Çağımızın demokratik yönetim sistemlerinde devletle yurttaş ilişkilerinde hukuka ve adalete uymak kaçınılmazdır. Yöneticilerin hukuk ilkeleri içinde daima (sürgit) adil olma zorunluluğu vardır. Devlet vergi aldığı her yurttaşına hem kamu hizmetleri götürmede ve hem de kamu kurumlarında görevlendirmelerde kişilerden göreve liyakat (yaraşırlık) dışında, din, ırk, bölge, mezhep, tarikat, yandaşlık… gibi ölçütler arayamaz. Liyakatli (yaraşır) yurttaşlarını da liyakat (yaraşırlık) dışı ölçütleri temel alarak dışlayamaz. Eğer dışlarsa hukuku, adaleti ve ve yurttaşların eşitliğini devre dışı bırakmış ve başta Anayasa olmak üzere, yasalara aykırı davranmış olur.

Somut iki örnek               :

  • Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi – AİHM, kararların kendi iç hukukundan daha üstün tutmayı kabul ettiği halde, bu kararlara niçin uyulmaz!? Elde AİHM kararları olduğu halde halen tutuklu – hükümlüler niçin bırakılmaz??
  • Lâik bir devlette, anayasadaki laiklik ilkesi neden göz ardı edilir?
  • Neden din dersi zorunludur?
  • Alevilerin ve öbür dinsel azınlıkların, örneğin Bahailerin, din ve vicdan özgürlükleri ve hakları niçin sünnilerle eşitlenmez??
  • Cemevleri niçin ibadethane (tapınç evi)  olarak kabul edilmez.
  • Aleviler niçin vali, kaymakam, üst düzey kamu yöneticisi kadrolarına atanmazlar?
  • Aleviler de vergi verdiğine göre, niçin eşit temsil ve yurttaşlık hakkına sahip değiller?!

(1)- Güvenç, Bozkurt. Demokrasi Din Devlet, Efil yayınevi syf. 31
(2)- Adı geçen eser, syf. 26.

Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu


Türker Ertürk
Em. Tuğamiral
Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu – Türker Ertürk (bizimtv.com.tr)

 

Uzun bir hazırlık ve karar verme sürecinden sonra ABD Başkanı Biden Türkiye’yi aradı ve sözde Ermeni soykırımını tanıyacağını tebliğ etti. Türkiye’yi felakete sürükleyen, ekonomisini iflas ettiren, yaptığı yanlışlar yüzünden Covid-19 salgınının bile kontrolden çıkmasına neden olan, Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada yalnızlaştıran, Ortadoğu bataklığına batıran ve her geçen gün halkın desteğini kaybeden iktidarın ABD ile bozulmuş olan ilişkileri düzeltmek için ve beyaz sayfa açabilmek adına Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları hilafına olsa bile veremeyeceği ödün yoktu. Özellikle Halkbank davasından kurtulabilmek, iktidar için hayati bir öneme haizdi ve adeta bir beka sorunuydu.

Dış politika hamleleri açısından ABD devlet aklının iki başat gücü olan Pentagon (Savunma Bakanlığı) ve Dışişleri Bakanlığı birçok konuda olduğu gibi tabii ki Türkiye ve özellikle 24 Nisan için de harıl harıl çalışıyordu. Çünkü 20 Ocak 2021’de göreve başlayan Biden, seçim kampanyası sırasında sözde Ermeni soykırımını tanıyacağı konusunda söz vermişti, göreve başladıktan sonra da arkasında durmuş ve hazırlıkları yapması konusunda bu iki kuruma direktif vermişti.

Büyük Felaket

Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nda ağırlıklı olarak iki fikir çatışıyordu. Birincisi; Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminden, ABD ve NATO çıkarları açısından vazgeçilmezliğinden hareketle sözde Ermeni soykırımının Biden tarafından tanınması halinde bunun zaten kötü olan ABD-Türkiye ilişkilerini daha da kötüleştireceğini, Türkiye’yi Rusya’nın kucağına daha çok iteceğini ve tamamen kaybedileceğini, bu yüzden geçmiş dönemlerdeki gibi Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” gibi her iki tarafı da memnun edecek bir açıklamayla geçiştirilmesini istiyordu.

İkinci görüşün sahipleri ise Türkiye’nin ABD ve NATO açısından vazgeçilmezliğini kabul etmekle birlikte, Türkiye’deki iktidarın pazarlık gücünün kalmadığını, Halkbank davası ile esir edildiğini, Türkiye ekonomisinin bitik durumda olduğunu, iktidarın ABD ve AB ile beyaz bir sayfa açabilmek ve ilişkileri düzeltmek adına her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu, S-400 konusunda ve Doğu Akdeniz’de geri adım attığını, Suriye’de ve Libya’da geri adım atmaya ve Ukrayna üzerinden Rusya ile yeniden cepheleşmeye hazır olduğunu gösterdiğini, bu yüzden de sözde Ermeni soykırımını tanıma kararına tepki vermesinin mümkün olmadığını değerlendiriyordu.

Darbelere Sözde Değil Özde Karşı Olmak

ABD’deki bu karar verme sürecinde ve özellikle 24 Nisan’a yaklaşan terminal safhasında belirleyici olan ise Türkiye’de amirallere yapılanlardı. ABD mesajı almıştı; artık Biden sözde Ermeni soykırımını tanıyabilirdi, bu husus ABD ile Türkiye’nin arasında sorun yaratmayacaktı.

  • Hatta Biden’ın yapacağı soykırımı tanıma açıklaması Türkiye ile koordine edilebilirdi.
  • Ve öyle de yapıldı!

Türkiye’de 104 Emekli Amiralin imzaladığı duyuru iki hassasiyet üzerine bina edilmişti. Birincisi Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için yaşamsal önemde olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, ikincisi ise “bir daha darbeler olmasın” idi. Emekli Amiraller, Anayasadan aldıkları vatandaşlık hakları olan ifade özgürlüklerini kullanarak deneyimlerini, bilgi birikimlerini ve öngörülerini bir duyuru ile halkla paylaşmışlardı. Bu duyurudaki hassasiyetlere karşıtlık yapıyorsanız ve hatta düşmanlık; ya Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sahibiyet konusunda duyarlılığınız ve farkındalığınız yoktur ya da darbelere gerçekten özde karşı değilsiniz demektir. Oysaki 15 Temmuz’da yaşadıklarımızın, dökülen kardeş kanının, şehit olan insanlarımızın acısı bizim içimizde hale taze!

Askerler Muhtıra Verdi

Geçtiğimiz Nisan ayı içinde Fransa’da, Türkiye’deki Emekli Amiraller duyurusu ile benzerlik olduğu ima edilen ama gerçekte taban tabana zıt olan başka bir gelişme yaşandı. Fransa’da askerler “Eğer bir şey yapılmazsa toplumda patlamaya neden olacak ve aktif görevdeki askerlerin yurttaşlarımızı ve uygarlık değerlerimizi korumaya yönelik müdahalesini tetikleyecektir” açıklamasını yaptılar. Bu açıklama alenen siyasi iktidara karşı bir darbe uyarısı ve muhtırasıydı. Asla kabul edilemezdi ve antidemokratik bir girişimdi. Açıklamayı ifade özgürlüğü bağlamından çıkaran ve antidemokratik yapan en önemli husus ise imzalayanlar arasında aktif ve yedek görevde olan askerlerin olması ve müdahale edileceğini bildirmeleriydi. Hatta imzacılar arasında bulunan Jandarma Komutanı General Jean-Pierre Fabre-Bernadac, basına verdiği röportajda “halk siyasetçilere değil, bize güveniyor” dedi ve darbe tehdidini yineledi.

Tabii ki demokrasilerde asker, jandarma ve polis gibi güvenlik alanında çalışmakta olanlar siyasi iktidar aleyhine açıklama yapamazlar ve bu konuda tolerans da gösterilemez. Ama bu kurumlar aynı zamanda siyasi iktidarı destekleyecek açıklamalar da yapamazlar. Ne yazık ki 104 Emekli Amiralin demokratik duyurusundan sonra Türkiye’de bu yapıldı. Bu tartışmasız antidemokratikliktir! Geçen yıl ABD’de bu duruma örnek olabilecek bir başka durum gelişmiş ve ABD Genelkurmay Başkanı, zamanın Başkanı Trump’ın iç politikaya yönelik bir konuşması sırasında yanında fotoğraf verdiği için halktan özür dilemiş ve “Amerikan askerleri anayasaya sadakat yemini etmiştir, başkana değil’’ diyerek konuya açıklık getirmişti.

Türkiye ve Fransa’da Yaşananlar

Geçtiğimiz Nisan’da Türkiye ve Fransa’da yaşananlar demokrasi, insan hak ve özgürlükleri açısından gerçekten ibretlik. Türkiye’de Montrö’ye sahibiyet gösteren ve “bir daha darbeler olmasın” diyen, emrinde hiçbir kamu gücü ve silahı olmayan Emekli Amirallerin demokratik duyurusuna iktidar kıyameti kopardı, hedef gösterdi ve ertesi gün bir bölümünün evlerine şafak baskını yapıldı. Daha sonraki gelişmeleri tekrar etmiyorum, zaten biliyorsunuz.

Fransa’da ise görevdeki ve bir kısmı emekli olan general ve askerlerin yanlış anlamaya mahal bırakmayacak şekilde siyasi iktidara darbe uyarısı yapan ve bizce de asla kabul edilemez olan muhtırasından sonra Fransa iktidarı tarafından hedef gösterilmedikleri gibi evlere baskın da, gözaltı da, tutuklama ve suç uydurulup yargılama da yaşanmadı! Sorunun çözümünü yine demokrasinin kurumlarına, yasalarına, bağımsız yargısına ve kurallara bıraktılar.

Montrö’yü Tartışabiliriz

Esasında Emekli Amirallerin duyurusunun darbeyle, darbe iması ile uzaktan yakından bir ilgisinin, alakasının olmadığını iktidar başta olmak üzere tüm dünya biliyordu. Sorun Montrö idi! Öncesinde TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir” demişti. Montrö, tesadüfen söylenmiş değildi. Montrö’nün dünyada değişmesini en çok isteyen ABD’ye mesaj gönderilmişti. Emekli Amiraller ise pişmiş aşa su kattılar ve iktidarı sinirlendirdiler. Montrö hassasiyetlerini sorun yapmaları zor olduğundan, zerre kadar alakası olmadığı halde duyuruyu darbe iması üzerinden ötekileştirmeye çalıştılar ve vatanına, milletine, devletine sıtkı sadakatle bağlı Emekli Amiralleri hedef gösterdiler. Duyuru geniş halk kesimlerinin desteğini alınca ve darbe işine kimse inanmayınca Montrö konusunda geri adım attılar ama yine de “daha iyisini bulana kadar Montrö’ye bağlıyız” diyerek ama bilinçli ama bilinçsiz ABD’ye “Montrö’yü tartışabiliriz” mesajını verdiler.

ABD mesajı almıştı. Türkiye’deki iktidarın çok zor durumda olduğu, kendisi ile ilişkileri düzeltmek, beyaz bir sayfa açabilmek ve Halkbank davasını durdurabilmek için Montrö de dâhil veremeyeceği ödünün bulunmadığı, karşı çıkanları hapse atabileceği ve bu kapsamda sözde Ermeni soykırımının tanınmasına bile sessiz kalabileceği görüldü ve karar verildi; “Başkan Biden ‘soykırımı’ tanıyabilir”.

Bir İyi, Bir de Kötü Mesajım Var!

Geçen gün Pentagon Sözcüsü Kirby, 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması ile ilgili “Türkiye ile askeri ilişkilerimizde bir değişiklik olmasını beklemiyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Sözcü iki yönden haklı. Birincisi; İktidar teslim olmuş durumda, reaksiyon gösterecek gücü ve niyeti yok. İkincisi; Türkiye’deki iktidarla durumu ve açıklamayı koordine etmişler.

İktidar zevahiri kurtarmak ve halkı kandırabilmek için alt tondan tepkiler veriyor ve soykırımın olmadığına dair hukuki ve tarihi açıklamalarda bulunuyor. Bu bile samimi olmadığını ve durumu kurtarmaya çalıştığını gösteriyor. ABD, Türkiye’ye karşı siyasi bir hamle yapmıştır. Siyasi hamlelere siyasi hamlelerle yanıt verilir, hukuki ve tarihi söylemlerle değil. Yoksa ABD Başkanı Biden da biliyor sözde “soykırımın” tarihi ve hukuki bir arka planının olmadığını!

Sonuç olarak ABD Başkanı Biden telefonla aramış ve bir iyi, bir de kötü mesaj vermiştir. İyi olanı iktidar, kötü olanı ise Türkiye için olmuştur!

ELEKTRİK ENERJİSİ DAĞITIMI DEVLET’İN İÇİNDEKİ HANGİ DEVLET’İN ELİNDE?


ELEKTRİK ENERJİSİ DAĞITIMI
DEVLET’İN  İÇİNDEKİ
HANGİ DEVLET’İN ELİNDE?

 Portresi_Ali_Nejat_Olcen

Dr. Ali Nejat Ölçen

 

Siyasal partilerin tümü, aydın geçinenler, hatta öğretim üyelerinin çoğunluğu ve de MEDYA yazarlarının hemen tümü, ayrıntıların çıkmazında geneli görmekten her zaman uzaklara düşmüştür.

31 Mart 2015 günü tüm ülke coğrafyasında bütün gün süren elektrik kesintisinin nedenini AKP iktidarının ilgili ve sorumlu Bakanı bilmediği gibi, karşıtları tarafından kolay yol seçilmiş, elektrik kesintisi özelleştirilme sonucu ya da sabotaj olarak yorumlanmıştır. Ayrıca yanlış olan budur ve olayı basite indirgemek, temelde yatan nedeni görmezden gelmek demektir..

Elektrik enerjisi dağıtımı devletin elinde kalıp özelleştirilmeseydi, 10 saat süren böylesi elektrik kesintisi olmayacak mıydı? Olacaktı. Görünürdeki devlet ile kayıt dışı devlet arasında ne tür bir anlaşmazlık ortaya çıktı ki, kayıt dışı devletin denetiminde olan
elektrik enerjisi dağıtımına el konuldu! Bu gerçek apaçık ortadadır:

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti (AKP) iktidarı, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusalcı
ulus devletini ve devletin Cumhuriyetini yok etmeye kalkışırken, devlet içinde kayıt dışı devletin oluşumuna neden olmuştur.

O kayıt dışı devlet, AKP iktidarını teslim almaya başlamıştır.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti göstermelik olarak vardır ve fakat,
yasama dışındaki “yargı + yürütme erkleri” artık kayıt dışı iktidarın eline geçmiştir.
O kayıt dışı iktidar, kendisini yaratan AKP’yi tarihin çöplüğüne süpürmeye başlamıştır. Açıkçası:

Kayıt dışı devletin yönetim kadroları artık AKP hükümetine karşı çıkmaya başlamıştır.
31 Mart (yakın tarihimizde bir gerici ayaklanma günüdür), 10 saat elektrik kesintisinin
tüm ülkeyi kapsamına alması, kayıt dışı devletin özerkliğini ilan ettiği gündür
31 Mart 2015 tarihi. Ve AKP’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ise, kesintinin niçin, nasıl ne amaçla ortaya çıktığını bilmeyen ve bilmesi olanaksızlaşan yetkisiz biridir artık. Görevinden ayrılarak onurunu koruması sorunuyla karşı karşıyadır.

Ülkemiz coğrafyasında interkonnekte enerji nakil hatlarının genel durum planı Bakanlığın elinden alınmış, kayıt dışı devletin eline geçmiş olmalı. Bakanın ve ilgili bakanlığın müsteşar ve daire başkanlarının konuya açıklık getiremeyişleri ve engel olacak karara sahip olmayışları bu olgunun  nesnel kanıtlardır. TEK olarak anılan Türkiye Elektrik Kurumu yok edilmiş olmasaydı, enerji nakil ağının genel durum planını da korunmuş olur ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kesintisinin kaynağını bir iki dakika içinde bulabilir, etkisizleştirdi.

R.T. Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına karşın halâ AKP’nin genel başkanı ve Başbakan olduğunu sanmaktadır. Açılım ile saçılımı kendisinin kandırılmasının
sonucu kabul ediyor; eğer bu gerçek ise, yakında ya da 7 Haziran’da birkaç gün süren elektrik kesintisi olasılığını düşünüyor olmalıdır. Kayıt dışı devlet; R.T. Erdoğan’ın egemenliğindeki devleti işgal etmiştir. 31 Mart günkü elektrik kesintisinin bir uyarı
kabul olduğu kesinleşecek, eğer önümüzdeki günlerde olağanüstü yadırganır kararlar gündeme girerse ve de şaşmamak gerekecek.

Özetle:

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti AKP iktidarı ömrünü doldurmuş görünüyor.
Onun yok oluşu sonucunda ülkemizde nasıl bir devletin ne amaçla kurulacağını
bugün hiç kimse bilemez. Acaba Pentagon, CIA ve Beyazsaray biliyor mu, bilemiyoruz. Yalnız bir gerçeği iyice biliyoruz ki, Kaç-ak Saray hiçbir şeyi bilmiyor,
sadece laf üretiyor.

Dr. Ölçen

==================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 1922 doğumlu üstadımız Sayın Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN yukarıdaki yazıyı paylaştı e-ileti ile..

Biz de size sunuyoruz..
Sağolun Sayın Ölçen..

Yarın, 4 Nisan 2015 günü Ulusal Eğitim Derneğinde sizin konferansınızı dinleyeceğiz..

AKP SONRASI TÜRKİYE…

Necatibey Cad. 13/13, saat 14: 00

Sevgi ve saygı ile.
03 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli : ‘Tezkere’li sorti


‘Tezkere’li sorti

 

Portresi

 

Hüsnü Mahalli
hmahalli@hotmail.com
YURT, 02 Ekim 2014

 

 

ABD liderliğindeki Koalisyon ‘IŞİD’i yok edeceğiz’ diyor.
ABD askeri yetkilileri bu savaşın 10 yıl sürebileceğini söylüyor.
Böyle devam ederlerse 10 değil 20 yıl da sürer.

Neden mi?

ABD Savunma Bakanlığı önceki gün bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre,
Amerikan uçakları Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı 4100 görev uçuşu yapmış.
Açıklamada bu uçuşların kaçının gözetleme, havada ikmal ya da hedefleri vurma olduğu anlatılmıyor. Amerikan medyası Irak’taki IŞİD hedeflerine yönelik bombardımanın başladığı 8 Ağustos’tan bu güne dek yani 52 günde Amerikan
ve Koalisyon uçaklarının 300 kadar saldırı görevi yani bombardıman sortisi gerçekleştirdiğini yazıyor.

Oysa ABD ve Koalisyon uçakları 1991’de Kuveyt Savaşı‘nda Irak hedeflerine karşı 109.867 sorti yapmıştı. Hem de 43 gün süren savaş boyunca.

Libya işgal sürecinde NATO uçakları 26326 kez bu ülkeyi bombaladı.

7 Ekim 2001’de başlayan ve halen devam eden Afganistan işgalinde
Amerikan ve NATO uçaklarının nereyi kaç bin kez bombaladığını bilen yok.

Peki Irak işgalinde durum neydi?
Irak’ta savaş 20 Mart’ta başladı ve 9 Nisan’da Bağdat’ın düşmesi ile son buldu.
Bu 19 günde ABD ve Koalisyon uçaklarının sorti sayısı 47300.
Yani Iraklılar ve özellikle Bağdatlılar 24 saat içinde tepelerinde ortalama 2200 uçak görüyordu.

Peki IŞİD’çiler ne görüyor?

52 günde yani 1248 saatte 300 kadar uçak.
Yani saatte 1.5 uçak.
Ama nerede?
IŞİD’in işgali altındaki Suriye ve Irak topraklar üzerinde.
Bu topraklar Ürdün ya da Danimarka büyüklüğünde.
Yani bir uçak Kobani üzerinde iken bir diğeri 300 kilometre uzaklıkta Musul’da.
Sinek vızıltısı gibi bir şey.
Pentagon‘a göre, bu sortilerde şimdiye kadar IŞİD’in 10-15 zırhlı aracı yok edildi.
Bağımsız kaynaklara göre, IŞİD şimdiye kadar 200 kadar kayıp verdi.
Tam bir eğlence!
Her ne hikmetse ABD ve Koalisyon uçakları Aynelarab

(Kobani) kasabasını kuşatan IŞİD’i yok edemiyorlar. IŞİD’in orada 8 tankı, az sayıda top ve zırhlı aracı var. ABD isterse bunları 5 dakikada yok eder. ABD isterse Erdoğan’dan rica eder ve Türk uçakları ya da topçusu bunları bir dakikada ortadan kaldırır.
Türk askeri Obama’nın ricasına gerek kalmadan Süleyman Şah Türbesi’ni tehdit eden IŞİD’çileri de 5 dakikada temizler.

Bunun için de yeni tezkere gerekmiyor. Var olan eski tezkereler fazla bile.
Yok Türkiye topraklarını işgalci NATO ordularına açacaksa o zaman iş başka.

Yeni bir 1 Mart Tezkeresi hikayesi.

Anlaşılan Ankara’nın derdi PKK ve IŞİD değil, yine Esad olacaktır.

Gündemimizde yeniden üç yıldır konuşulan ve Suriyeli muhalifleri korumaya yönelik tampon bölge ve Suriye’nin kuzeyine yönelik uçuşa yasak bölge de var.

Obama ‘olmaz’ diyor ama Ankara yeniden Suriye’de savaşın peşinde.

Ankara’ya göre önemli olan, ‘Sünni’ IŞİD değil ‘Alevi’ Esad’tır.

Ortada garip bir durum var.
Onlarca ülke toplanmış ve IŞİD için ‘ Dünya’nın en tehlikeli terör örgütü’ demiş ve yok edilmesi için Koalisyon kurmuş ama yok edilmesi için hiç kimse ciddi adım atmıyor.

Üstelik BM Güvenlik Konseyi IŞİD ile savaşmak için de 2170 ve 2178 sayılı iki önemli karar almış durumda.

Tam bir şamata.
İnsanları aptal sanıyorlar.
İnsanların kan, göz yaşı ve acıları onlar için sonsuz haz.
Herkes kendine göre gizli bir hesap peşinde.
Arap Baharı denilen kanlı tezgâhtan bu yana.
Sonra Obama çıkıp ‘ IŞİD’in bu denli tehlikeli olacağını kestiremedik’ diyor.
Peki ya kestiren, önceden bilen ve öyle olması için özel çaba harcayanlara ne demeli?
Onları da Allah’a havale edelim.
Tabi Allah’a inanıyorlarsa!

91. YILINDA LOZAN


Dostlar
,

ADD İzmit Şubesi Başkanı sevgin (aziz) ve saygın dostumuz
Sayın Ahmet KAVAZ, görkemli Lozan Barış Antlaşması‘nın
Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk katında bir tür tapu senedi olan bu çok değerli Antlaşma’nın 91. yılını anmak için aşağıdaki özlü yazısını paylaşıyor..

Biz de kendisine teşekkür ederken, Lozan Barış Antlaşması’na emek veren herkesi, Kurtuluş Savaşımızın şehit ve gazilerini ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK önderimiz ile O’nun en yakın dava ve silah arkadaşı,
çoooook zorlu Lozan görüşmelerinin efsane kahramanı İsmet İNÖNÜ‘nün
saygın anıları ve emekleri önünde derin bir minnet ve şükranla eğiliriz.

Lozan’ın kazanımlarını korumak boynumuzun borcudur.
Ancak böyle yaparak o görkemli Antlaşmayı bize kazandıranlara yaraşır olabiliriz.

Sevgi ve saygıyla23.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

91. YILINDA LOZAN

Satır içi resim 1
Ahmet KAVAZ
ADD İZMİT ŞUBESİ BAŞKANI  

EMPERYALİZMİN Anadolu topraklarını yutmasına yönelik işgal ve saldırılar, 1. Paylaşım Savaşı’nın sonuna doğru daha da hız kazanmıştır.  İngiltere , Fransa
ve İtalya tarafından Anadolu topraklarının işgal edilmiş olması, Batı’dan da Yunanların işgaline zemin hazırlamıştır. Anadolu’nun işgaliyle, Türklerin yok edileceği veya dar bir alanda denetlenebileceğine yönelik emperyalist planlar, Mustafa Kemal’in 1919’da Samsun’a çıkışıyla değişmiş, ezberler bozulmuştur.

Emperyalist ittifak parçalanmış, Yunanlar ve içerdeki yerli işbirlikçileri büyük bir yenilgiye uğratılmışlardır. Tüm bu zaferler ve başarılar son olarak 24 Temmuz 1923’te Lozan’da uluslararası bir Antlaşmayla onaylanmıştır.

Lozan Antlaşması, özgür ve bağımsız bir ülkenin uluslararası onay belgesi olduğu ölçüde; emperyalizmin işgali ve zulmü altındaki tüm dünya halklarına ve uluslarına cesaret ve başarı belgesi olarak da tarihteki yerini almıştır.

Lozan  inancın, cesaretin, umutların, zaferlerin bir bileşkesidir.
Lozan, Emperyalizmin yanı sıra onların içerdeki işbirlikçilerine,
kılavuzlarına karşı da kazanılmış bir zaferdir.

Bağımsız, her türlü hukuksal haklara sahip,  yeni bir ulus devlet olarak Ülkemizin tarih sahnesindeki yerini alışı LOZAN kazanımlarıyla olanaklı olmuştur. Aynı yılın son çeyreğinde Cumhuriyetin ilanı (AS: 29 Ekim 1923) ve onun devamında da çeşitli ekonomik ve sosyal atılımlar ve olanaksızı başaran büyük Devrimler LOZAN’IN kazanımları üzerine inşa edilmiştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün eşsiz dehası, yaratıcılığı ve ulusuna olan güveni, parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden yeni ve modern bir ulus devlet yaratmasının
itici gücü olmuştur.

Lozan denince, yine bir askeri deha olan İsmet İNÖNÜ‘nün ilkeli ve kararlı duruşunun da bu zaferde büyük payı olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Onca ihanete ve erozyona karşı bugün hala başı dik, alnı açık modern bir toplum olarak yaşıyorsak ve bulunduğumuz coğrafyadaki pek çok ülkede yaşandığı gibi kan gölünde yüzmüyorsak, bunu, yalnızca ve yalnızca
Kurtuluş Savaşı’nın, Lozan’ın, Cumhuriyetin ve büyük devrimlerin MİMARI, BÜYÜK ve EŞSİZ İNSAN, BAŞKOMUTAN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E BORÇLUYUZ.  

Şu da bir gerçek ki; Lozan’dan günümüze dek her zaman ülkemizin üniter
(AS: tekil) yapısını,  çağdaş laik, demokratik hukuk devlet düzenini yıkmaya yeminli pek çok etnik ve dinsel temelde örgütlenmiş, işbirlikçi örgütler bulunmaktadır. Öyle ki, Emperyalizmin bağrında serpilip gelişen ve oradan ülkemizdeki aydınlanmayı ve devrimleri sekteye uğratacak biçimde örgütlenen
ve hatta LOZAN’ı var eden Ordumuzun kalbi niteliğindeki, kozmik odalarına dek girmeyi başarıp, oradaki askeri belgeleri ve sırları çuvallarla Pentagon’a kaçıranların, yine bu hain ve işbirlikçi örgütler olduğu çok iyi bilinmektedir.

Arkadaşlar,

Onca ihanete, isyana, karşı devrime karşın hala ayakta ve dimdik duran Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bundan sonra da her türlü gerici saldırı ve başkaldırılar, isyanlar olacaktır. Yapılması gereken 1919 – 23 yılları arasında  olduğu gibi inançlı, cesaretli ve devrimci duruşumuzu sürdürmektir.

ATATÜRK‘ümüzün aşağıdaki söylemine sadık kalarak alacağımız tavır,
her türlü tehlikenin savuşturulmasında anahtar rol oynayacaktır. (SÖYLEV)

  • “…. Dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!”

Lozan Antlaşması’nın 91. yılında bu toprakları bize yurt yapan başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve İsmet İNÖNÜ olmak üzere tüm kahramanlarımızın önünde saygı ve minnetle eğiliriz. 

Sevgi ve saygılarımla. 23/07/2014

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den maaş alıyor!

 

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den maaş alıyor!

Yorumların dayandığı kaynaklar, yorumların hemen yanındadır.
Yorumların sahiplerini bilmiyorum.
Ancak söylenenlerin doğru olduğunu biliyorum.

Oraj POYRAZ 

 

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den Maaş alıyor!

Said-i Nursi müritliğiyle Erzurum’dan yola çıkan gezici vaiz Fethullah Gülen’i,
New York-Vatikan-Kudüs’e uçuran süpürgenin bir CIA imalatı olduğunu saptıyoruz.
Said-i Nursi, Yüzyılın başında İngiliz emperyalizminin İslam coğrafyasında
egemenlik kurmak için kurduğu Nakşibendî tarikatının bir şeyhiydi.

  • Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında işgalci güçlerle işbirliği nedeniyle
    mahkûm oldu,
  • Atatürk döneminde yasaklıydı ama Türkiye NATO’ya girdikten sonra
    Nur tarikatını kurdu.

ABD yönetimi, NATO vasıtasıyla, üye ülkelerde ve çevre ülkelerde “komünizmle mücadele” adı altında doğrudan kendisinin hükmettiği paralel örgütler kurdu.
1991 yılında İtalya’da bütün NATO üyesi ülkelerde kurulduğu açığa çıkan örgüte
Gladyo adı verildi. Oysa kendi kaynaklarında bu örgütlere “SüperNATO” adı veriliyor.
Türkiye’deki SüperNATO örgütlenmesi, istihbarat örgütleri içinden doğdu,
sonra Türkiye’nin bütün yönetimine egemen hale getirildi.

  • 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980′deki Amerikancı askeri darbeleri
    Türkiye’deki SüperNATO örgütü yaptı ve iktidara geldi.
  • Türkiye’deki parlamenter yapı da tümüyle SüperNATO’nun güdümüne girdi.

Fethullah Süper NATO’nun Çocuğu

Fethullah Gülen, bugün dört kıtada faaliyet yürüten şeriatçı örgütünün temelini, SüperNATO’nun ilk sivil örgütlenmelerinden olan Komünizmle Mücadele Derneği sayesinde atıyor. İlk şubesini 1954′te İzmir’de açan bu dernek, Türkiye’de şeriatçı sağcı militanların eğitim üssü. Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği’nin ikinci şubesini de memleketi Erzurum’da açtırdığını “Küçük Dünyam” isimli kitapta övünerek açıklıyor.

“Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne dek yalnızca İzmir’de vardı. İkincisi Erzurum’da bizim çabalarımızla açıldı. Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık.
Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençleri Caferiye Camii önünde topladık.
Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti.”
 (Latif Erdoğan, Küçük Dünyam, AD Yayınları, İstanbul, 1995, s. 78.)

Gülen, örgütünün inşasına Nurcu kamplarıyla başladı

Burada sahip olduğu en önemli araç, İzmir Kestanepazarı’nda kurduğu
“İmam Hatip ve İlahiyat’a Öğrenci Yetiştirme Derneği”ydi.
O sırada, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden yetişenler de
“komando kamplarını” kuruyordu.
İlginç olan, her iki kampın da aynı mekânlarda düzenlenmesidir.
Eğitmenleri de aynıdır; ABD’nin Türkiye’nin NATO üyeliği için koşul olarak kurdurduğu, parasını verdiği, eğitici yolladığı Gladyo.
Şeriatçı Nur şakirtlerinin de, faşist ideolojiyi takip eden “Komandolar”ın da
efendileri aynıdır: SüperNATO.

Belletmen olduğu Kestanepazarı yurdunda, gündüz yaramazlık yapanları akşam falakaya çeken Gülen’in bugün hükmettiği güç, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1998 başında hazırlanan bir raporda şöyle sıralanmaktadır:

  • Yurtiçinde

    85 vakıf,
    18 dernek,
    89 özel okul,
    207 şirket,
    373 dershane,
    yaklaşık 500 öğrenci yurdu ve
    biri İngilizce yayımlanan 14 dergi,
    15 ülkede yayımlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi,
    ulusal düzeyde yayın yapan iki radyo
    ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu;

    yurtdışında6 üniversite ve yüksekokul,
    236 lise,
    2 ilkokul,
    8 dil ve bilgisayar merkezi,
    6 üniversiteye hazırlık kursu ve
    21 öğrenci yurdu olmak üzere

    toplam 279 eğitim kuruluşu” bulunmaktadır.

(Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Bilgi Notu, syf. 4 ve 5.)

Amerikancı Liderler sayesinde Fethullah Gülen’in ABD ile kurduğu köprü hep işlektir.
Gülen, yükselişindeki büyük basamakları Amerikancı liderlere borçludur.
Örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960′lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel’dir.

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD’nin Türkiye’de en güçlü olduğu yılda, 1980′de başlatmıştır. Devletin içindeki kaynakları o denli sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül’den bir gün sonra 13 Eylül 1980′de, hakkındaki operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir.

12 Eylül yönetimi, bir yandan aranıyor iken
O’nu Çanakkale Merkez Vaizliği’ne atamıştır.

12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir.
Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986′da yakalanmışken O’nu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal’dır.
Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay
Askeri Mahkemesi’nce soruşturulan Tansu Çiller’in başbakan olduğu 1993-97 arasında yaptı.

Gülen, Çiller iktidarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. Fethullah Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995′te
basın toplantısında açıklamıştı.

Reagan’ın Demokrasi Projesi ve Ulusal Demokrasi Vakfı

Fethullah Gülen örgütünün sıçrama yapmasıyla, ABD’nin dünyadaki etkinliğinin artması arasında bir paralellik bulunuyor.
Gülen örgütü, ABD’de Reagan iktidarında, Sovyetler’i çözmek amacıyla yürütülen
ve 1981′de resmileşen “Demokrasi” projesinin bir ürünü olarak serpiliyor.
Demokrasi projesi, 1970′li yıllarda, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin belirlediği
Yeşil Kuşak politikasının bir üst aşamaya çıkarılmış hali.
ABD’nin Çelik Çekirdeği, bir yandan en katı Amerikancı askeri diktatörlükleri ayakta tutarken, bir yandan da örgütlediği CIA muhalefetine “insan hakları ve demokrasi” görevi veriyordu.

“İnsan hakları”ndan kasıt, tabii ki etnik, dinsel ve kültürel haklardı.

Dünyanın her yanını saran din ve mezhep savaşları, mikro milliyetçiliğin kışkırtılmasıyla milyonların canına mal olan milli boğazlaşmalar, bu projenin eseridir.
Bu projeyi yürütmek için bir de örgüt kuruldu.

  • National Endowment for Democracy. (NED)
  • Yani Demokrasi Vakfı.

Kısa adıyla NED diye anılan vakfın, CIA’dan daha etkin bir örgüt olduğu
Newsweek dergisi tarafından teslim ediliyor.

ABD’nin “Project Democracy” si İslam ülkelerinde “ılımlı İslam”ın geliştirilmesi olarak piyasaya sürüldü.
Ilımlı İslam ideolojisiyle, hem “dinler arası diyalog” için zemin oluşturuluyordu,
hem de ABD’nin laiklik zemininde yükselen ulusal devletleri tahrip etmesinin aracı olarak işlev görüyordu.

“Ilımlı” sözcüğü, İslam fundemantalizminde bir ılımlılık değildi. Şeriatın koyu iktidarı için mücadele eden Ilımlı İslamcı örgütler, ABD yönetimine ve politikalarına karşı  “ılımlı” olmalıydı!

Pentagon tarafından İslam coğrafyasında “ılımlı İslam” hareketinin önderi olarak sayılan Gülen, kendi cemaatine ait Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında yayımlanan açıklamalarında, Batı ile ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yaptı:

“İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı’yla entegrasyon karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez” (Zaman gazetesi, 4 Eylül 1997)

Gladyo’nun Rolü

Gülen örgütü, 12 Eylül Amerikancı askeri darbesinin “Türk İslam sentezi”ni
resmi kültür politikası olarak benimsediği, tarikatların”sivil toplum örgütü” olarak kutsandığı, yeşil sermayenin önünün dizginsiz açıldığı koşullarda gelişti.

Gülen örgütünün gelişmesi, yalnızca bu iklimin dolaysız sonucu değil.
Devlet içinde örgütlenen Amerikancı paralel devletin doğrudan bir müdahalesi var.
Gülen’in Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yakalanmasına karşın aynı gün serbest bırakılmasıyla, cezaevindeki ülkücü gençlerin gruplar halinde Fethullah Gülen örgütüne intisap etmeleri aynı döneme rastlıyor.

Gülen’in, Gladyo’nun tetikçileri Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’larla ilişkisi de 1980′li yılların sonunda örülüyor. 1980 öncesinde MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları Derneği’nin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı’nın 1996 yılında Türkiye’de
büyük yankılara yol açan bir trafik kazasında üst düzey bir emniyet mensubuyla birlikte ölmesiyle, Özel Harp Dairesi’nin yetiştirdiği Gladyo tetikçilerini kamuoyu önüne çıkarmıştı.

Gülen, bu yıllarda cezaevinde mağdur durumdaki sahipsiz ülkücülere
büyük maddi yardımlarda bulunuyor. Komünizmle Mücadele Derneği’yle
Fethullah Gülen’in ikinci kucaklaşması bu döneme denk düşüyor.
MHP’nin ikiye bölünmesi, Muhsin Yazıcıoğlu’ni kurmasında da Fethullah Gülen’in belirleyici rolü saptanıyor.

Büyük Birlik Partisi’nin militanları 1990 sonrasındaki bütün uluslararası etnik terör eylemlerinde rol alıyor: Bosna’da, Çeçenistan’da, Gürcistan’da, Azerbaycan’da, Keşmir’de ve Sincian’daki şeriatçı terör militanlarının kaynağı Büyük Birlik Partisi oluyor.

Moon Tarikatı ve Fethullah Gülen

Fethullah Gülen’in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri,
Dinlerarası Diyalog oldu. Bu örtü de bir ABD üretimi. 1950′lerden başlayarak
dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için,
her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi.
Bu tarikatların hepsinin söylemi aynı: Dinlerarası diyalog.

CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatı.
1951′de Kore’yi işgal eden ABD, Güney Kore’yi sömürgeleştirirken
bir de Hıristiyan tarikatı kurdu ve

  • Güney Kore nüfusunun % 40′ı Budistlikten vazgeçip Hıristiyan oldu. 

Bu başarıdaki en önemli pay, bilinen adıyla Moon tarikatının.
Resmi adıyla anarsak; Birleştirme Kilisesi.

CIA’nın kurduğu Kore CIA’nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da,
Moon tarikatının en güçlü adı. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi’ni örgütledi. Türkiye’de kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri de,
Dünya Anti Komünist Ligi’nin uzantıları.

Moon tarikatı, 1978′de, ABD’de bir Kongre soruşturmasına uğradıysa da
etkisini yitirmedi. Reagan döneminde Irangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz.
George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Times gazetesi, neo-konservatizm ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu.

Fethullah Gülen’in Türkiye’de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor.

İsrail ile İlişkinin Ayırt Ediciliği

  • Moon tarikatının, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle,
    İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici.

Fethullah Gülen’in İsrail ile yakın ilişkisi de O’nun en ayırt edici özelliği.
Körfez Savaşı’nda, Irak yönetiminin İsrail’e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul’da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından
elden ele dolaştırılıyor.

İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip.

Graham Fuller’in İslamcı hareketi konu alan Kuşatılanlar kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor.
(G. Fuller, I.O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, syf.126.)

Gülen’in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve Fethullahçıların işadamları derneği İŞHAD’ın İsrail’le bağları,
bu politikanın gereği olarak kuruluyor.

“Abramowitz’le Beni Kasım Gülek Tanıştırdı”

Moon tarikatı ile Fethullah Örgütü arasındaki bağ, hedef benzerliğinden ibaret değil.
Organik ilişki var. Moon tarikatının Türkiye halifesi, Cumhuriyet Halk Partisi eski
Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile Fethullah Gülen’in dostluğu artık saklanmıyor Gülen’in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut,
21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl’da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor:

“Kasım Gülek, Fethullah Gülen’le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu.
Gülen, Kasım Gülek’le sık sık görüşürdü.
Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı.
Fethullah Gülen’e sorduk:

‘Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek’ten mi aldı?’
Gülen bu konuda şunları söyledi: ‘Kasım Gülek beyin baldızı Amerika’daydı.
Yani Pentagon’la irtibatları vardı.
Eğer kendisine değişik patformlardan, Beyaz Saray’dan sormuşlarsa
‘Bunlar nedir?’ diye, o da ‘Endişe edilecek bir şey yoktur’ demiştir, referans vermiştir”
(Yeni Yüzyıl gazetesi, 21 Ocak 1998)

Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di.
O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı.
Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı.
O’nun vasıtasıyla gıyaben O’nu tanıyorduk…

Türkiye, şimdiye dek çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır.
Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim.
Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar, Pentagon’a kadar götürülmeli dedim” (Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)

Gülen, 1992 yılında ABD’ye gittiğinde, Kasım Gülek’in, Pentagon’da albay olarak görev yapan, sonra şüpheli bir şekilde ölen baldızı aracılığıyla Pentagon ve CIA yönetimi ile ilişkiye geçtiğini de anlatıyor.

Moon tarikatı ile Fethullah Gülen’i birleştiren bir başka ad; Gladyo’nun tetikçisi
Abdullah Çatlı. Çatlı, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi’nin toplantısına katılıyor.
1992′de Gülen’i ABD’de havaalanında karşılayan da Abdullah Çatlı.

====================================

Dostlar,

Sayın Oraj Poyraz‘a bu önemli yazı için teşekkür ederiz..

Türkiye’nin bu iğrenç ilişkileri tasfiye etmesi, saydam bir demokratik rejim olması gerek.
Temel insan hak ve özgürlükleri ekseninde,
Kemalist bir çağdaşlaşma ideolojisiyle..

İlk adım ise NATO’dan çekilmek..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türker ETRÜRK : AMERİKAN HALKINA MEKTUBUMDUR

 

AMERİKAN HALKINA MEKTUBUMDUR

portresi_sade

 

Türker ETRÜRK

 

 

Bu mektubu size yazmamı çok sevdiğim ve fikirlerine değer verdiğim bir büyüğüm istedi. Kendisi yıllarca ülkenizle iş yapan ve siz Amerikan halkına karşı olumlu duygulara sahip bir iş adamıdır. Büyüğüm, halen Obama yönetimi tarafından sürdürülen Türkiye ve Ortadoğu politikalarının çok yanlış olduğunu, bunun gelecek nesilleri travmalı hale getireceğini ve birbirlerini düşman olarak görmesine neden olacağı konusunda
sizleri bilgilendirmemi istedi.

Büyüğüm haklıydı, çünkü siyasetçiler ve yöneticiler geçiciydi ama halklar bakiydi.
Evet, doğruydu ama bu mesajı niçin ben vermeliydim? Hangi Amerikalı okurdu beni!
Bu endişemi dile getirdiğimde bana “Senin yazılarını okuyorum ve ABD’nin
Ankara Büyükelçiliği tarafından okunduğunu biliyorum.“
dedi.

Haklı olabilirdi çünkü yaklaşık bir yıl önce yazılarımı yayınlayan internet sitelerinden birisinin sahibi beni arayarak “Yazınızı sitemde paylaşalı sadece 4 saat oldu, şu anda çok yüksek tıklama seviyesine ulaştık. Çoğunluğu Avrupa, Körfez ülkeleri, İran ve Suriye, işin ilginci 2 tık da Pentagon’dan“ demişti.

Belli ki siyasetçileriniz, askerleriniz ve istihbaratçılarınız benim gibi insanların
ABD’nin politikalarını eleştiren yazılarını ve değerlendirmelerini okuyor ve izliyorlar
ama siz Amerikan halkının sanırım bu durumdan haberiniz yeterince yok.

İç savaşı tetikleme peşindeler

Bugün Obama yönetimi, yanlış yolda olup ülkenizin kısa vadeli çıkarları için
uzun soluklu menfaatlerinizi, evrensel değerleri, etik ilkeleri, demokrasi ve insan hakları prensiplerini, ABD’nin kuruluş ideallerini ve gelecek nesillerinizin güvenliğini
yok etmektedir.

  • Ankara Büyükelçiniz Francis Ricciardone, Türkiye’nin hassas bölgelerinde dolaşarak ve hassasiyetlerini kaşıyarak bir iç savaşı tetikleme peşindedir.

Basından kısmen izlediğiniz gibi, Türkiye’deki halk hareketi çevre duyarlılığı için yapılan eyleme karşı polisin yaptığı hunharca ve vahşice saldırı sonucunda başlamış, tüm ülkeye yayılmış, Erdoğan ve AKP’ye karşı bir isyana dönüşmüştür. Artık sorun ağaçların kesilmemesini ve köktendinciliğin sembolü olan Topçu Kışlası’nın inşasını engellemenin ötesine geçmiştir.

Türkiye’de halen devam eden isyanın ana nedeni 11 yıllık Erdoğan ve AKP iktidarlarının icraatlarıdır. Ama Türk halkı, Erdoğan ve AKP’yi iktidara getirenin, destekleyenin ve isyana neden olan projelerin % 75’inin arkasında ABD yönetimleri olduğunu bilmektedir.

Türkiye’de tarihte hiç olmadığı kadar Amerikan düşmanlığının yayıldığını
biliyor musunuz?

Eskiden Siyasal İslamcılar ve Sosyalistler Amerikan düşmanlığı yapardı,
şimdi bu nefret toplumun her kesimini kapsıyor.

Erdoğan ve AKP iktidarı Atatürk’ü yok etmeye ve O’nun izlerini Türkiye’den silmeye çalışmaktadır. Siz Amerikalılar Atatürk’ü tam olarak nasıl tanıyorsunuz bilmiyorum ama

  • Atatürk Batı’nın uzun dönemde acı çekerek gerçekleştirdiği Rönesans – Reform ve Aydınlanmadır. Bunlar giderse geriye ortaçağ kalır.

Obama yönetiminin Türkiye’nin komşusu Suriye’ye müdahale edebilmek için Erdoğan ve bazı çağdışı Körfez ülkeleri ile birlikte Suriye’ye terör ihraç ettiğini biliyor musunuz?

ABD yönetiminin Suriye’de desteklediği El Kaide bağlantılı canilerin insanları
canlı canlı kesip kalplerini ve ciğerlerini yediklerinin farkında mısınız?

Thomas Harris’in yarattığı Sir Anthony Hopkins’in canlandırdığı yamyam
(İnsan eti yiyen) kurgu karakteri Hannibal Lecter’ın ve hem de yüzlercesinin
Suriye’de ABD politikaları ile yaşama geçirildiğini size anlatıyorlar mı?

Bunları biliyor musunuz?

Türkiye’de rejim değişikliği yapabilmek maksadıyla Erdoğan eliyle sürdürülen politikaların önünü açabilmek için Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonların yapıldığını, bunların arkasında CIA’nın olduğunu ve ülkemizin aydınlık yüzü olan siyasetçilerinin, bilim insanlarının, gazetecilerinin ve askerlerinin zindanlara atıldığını biliyor musunuz? Artık Türkiye’de hukuk ve adalet yoktur. Askerlerin içinden geldiğim ve iletişim içinde olduğum için biliyorum Türk Silahlı Kuvvetleri, istisnasız
en kıdemsizinden en kıdemli komutanına kadar Amerika’dan nefret ediyor.
Bu sonucu yaratan ABD yöneticilerinin ufuksuz ve yarınını görmeyen siyasetidir.

ABD yönetiminin arkasında olduğu Erdoğan ve AKP iktidarının yürürlüğe soktuğu
4+4+4 adındaki ortaçağ karanlığının eğitim ve öğretim sistemini biliyor musunuz? Bu eğitim sisteminden yetişse yetişse köktendinci bombacı yetişir. Yarın dünyanın herhangi bir yerinde evlatlarınızı veya torunlarınızı din adına patlatılan bombalar ile kaybederseniz, bu bombacıyı yetiştiren iklime ülkenizin sağladığı bu katkı nedeniyle vicdan azabı duymayacak mısınız?

Ben Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde yapılan Türk Devrimlerinin oluşturduğu laik eğitim kurumlarında yetiştim. Hiçbir ırka, millete, dine ve mezhebe karşı nefret bir yana olumsuz bir önyargıya bile sahip değilim.

Geçen ay bir konferans için Londra’daydım. Konferans sonrasında yapılan yemekte karşıma oturan bayan, 30 yıl önce Türkiye’den İngiltere’ye göç etmiş bir
Musevi olduğunu ve beni dinlemek için geldiğini söyledi. Konuşmam sırasında Ortadoğu’da olanları anlattığımdan İsrail’in ülkemize karşı tehdit oluşturan politikalarından bahsetmiştim.

Yanlış anlamaması için tekrar anlattım. Benim İsrail’i tehdit olarak değerlendirmem sürdürülen politikalara bağlıdır ve konjonktür ile ilgilidir. Yoksa benim antisemitik (Yahudi aleyhtarı) olmadığımı ama Erdoğan ve AKP iktidarının güce tapınma ve
hedefe ulaşana dek takiye yapma ilkelerine uygun olarak İsrail ile işbirliği yaptıklarını ama antisemitik olduklarını delilleri ile anlattım.

Yaşasın dünya barışı!

Sevgili Amerikan halkı;

Mektubuma son verirken bilmenizi isterim ki, Obama yönetimi tarafından sürdürülen politikalar Türk ve Amerikan halkları arasında düşmanlığa neden olmakta,
bölge ve dünya barışını tehdit etmektedir.

Geçtiğimiz Pazar Mısır’ın Tahrir meydanında yapılan gösterilerde “Obama Terörü destekliyor“ dövizi dikkatimi çekti. Bu çok doğru! Gerçekten ABD yönetimi
dünyanın her yerinde kısa vadeli hedeflerine ulaşmak için Türkiye de dahil,
terörü desteklemektedir.

Sanırım demokrasi bu olmasa gerek!

  • Yaşasın Türk ve Amerikan halklarını kardeşliği,
    yaşasın dünya barışı!

Saygılar sunarım.
02.07.13

21. YÜZYIL TÜRKİYE’sinde AYDIN SORUMLULUĞU / Intelligentia’s Responsibility in the 21st Century of Turkey

Aydin_sorumlulugu_1.6.12