Etiket arşivi: Özlem YÜZAK

‘Artık normale dönelim’ istiyoruz… Peki, normal ne?

Özlem Yüzak
ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr
03 Nisan 2020 Cumhuriyet

‘Artık normale dönelim’ istiyoruz…
Peki, normal ne?

Herkesin dilinde: Artık normal hayatımıza bir dönsek… Ama “Normal olan neydi” sorusunu soran pek yok. Sahi şu yıllardır sürdürülen düzen normal miydi peki?

Hesapsız üretim ve tüketim mi normaldi? Doğanın amansızca katliamı mı? Zengin ve yoksul arasındaki devasa uçurum mu? Adaletsiz rejimler mi? Yanı başımızdaki hukuksuzluklara seyirci kalmak mı?

Bir yandan yeni teknolojilerle doludizgin ilerlemeler kaydedilirken, bir yandan ortaçağ karanlığı benzeri bir cehaletin artması mı?

Neydi o normal? Sağlıktaki o özelleştirmeler mi? Araştırma hastanelerinin, devlet hastanelerinin insan ve finans kaynaklarını özel hastanelere yöneltmek mi? Her hastaya gerek olsun olmasın tomografi, MR, tahlil vs. çektirterek bir avuç şirkete para kazandırmak mıydı o normal? Kendi yerli tohumumuzun bile yasaklanması ve çokuluslu bir iki şirketten satın alma zorunluluğu mu normaldi? Sadece düşüncelerini söylediler ya da yazdılar diye gazetecilerin, siyasetçilerin, sivil toplum önderlerinin hapiste çürümesi mi normaldi? Yoksa tüm bunları kabulleniş mi normaldi.. Neydi o normal? Her gün bir kadının eşi, sevgilisi, eski kocası tarafından katledilmesi mi?

Köylerin bomboş olması mıydı? Ekilecek arazilerin betona, madenlere peş keş çekilmesi miydi? Çocuk işçiler mi? Hiçbir sigortası, gelecek güvencesi olmadan kayıtsız çalıştırılan milyonlar mı? Satın aldığımız, tükettiğimiz her ürün her eşya için ödediğimiz paranın içinde emeğin payının her yıl ne kadar düştüğünün bilincinde olmamak mı, umursamamak mı normal?

Sanki bir asteroid çarptı…

Sanki bir asteroid çarptı gezegene ve bir anda her şey değişti. COVID-19 ile başlayan küresel sağlık krizi, ekonomileri, sivil toplumu, günlük yaşamı alaşağı etti. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İpi çekildi eski düzenin… En azından uzun bir süre… Büyük savaşlar, salgınlar insanların yaşadıkları dünyanın anlamına ya da sağlamlığına olan inançlarını da azaltır. Ve tarih sayfalarında geçmişin deneyimleri bu tür büyük krizlerin siyasi sistemlerin de tahtlarının sarstığını göstermiştir. Korona sonrası nasıl bir dünya olacağını şimdiden öngörmek olanaksız…

Ülkeler şimdilik kendi can dertlerinde; çöken sağlık sistemleri ile, büyük yara alan ekonomileri, işsizlikle uğraşıyorlar. Total bir çöküşü önlemek için büyükannenin sandığının diplerine atılıp sonra unutulan sosyal devleti” yeniden hatırladılar zorunlu olarak

Ve bu yüzden dünyanın en kırılgan en yoksul bölgelerinde ya da mülteci kamplarında koronavirüsün nasıl seyrettiğini, neler olup bittiğini bile bilmiyoruz daha. Ama artık şunu biliyoruz: Bir bumerang gibi bize herkese geri döneceğini…

Öyleyse…

– Daha kapsayıcı, daha sürdürülebilir temelleri olan bir ekonominin inşası artık yaşamsal. Bunun için hâlâ içinde bulunduğumuz ve faturanın daha da ağırlaşacağı koronavirüs günlerinde yapılması gereken en önemli ekonomik adım “Kimse işten çıkarılmayacak yasası”. Devlet kaynaklarının buna ayrılması.

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmemesi gerektiğinin anlaşılması. Halk sağlığı temel bir kamu yararı ve stratejik güvenlik için kritik bir faktör. Sağlık çalışanları için her şeyin seferber edilmesi..

– Dayanışmanın tekelleştirilmemesi.. COVID-19 krizidaha da yakın” ve daha derin bir dayanışma gerektiğini gösterdi. Bu dayanışmada ideolojik savaşın yeri yok. Bu da bumerang gibi geri teper. Bu bir gönüllü hareket. Dünyanın her yerinde korona ile mücadelede merkezi hükümet kadar yerel yönetimlere de büyük görev düşer…

COVID-19 salgını, 21. yüzyılın tüm insanlığı gerçekten etkileyen ilk krizi. Ve ne yazık ki son olmayacak. Bunu daha fazla kriz takip edecek ve hepsi bir virüs şeklinde gelmeyecek. Bunlara hazırlıklı olmanın, krizleri önleyebilmenin hatta azaltmanın yolu ise önce hepimizin normal üzerinde durup düşünmemizden geçiyor..

Sıcak Eylül: Ekonomik Kriz, Protestolar, Kürt Açılımı ve Kapıdaki Savaş


Sıcak Eylül: Ekonomik Kriz, Protestolar, Kürt Açılımı ve Kapıdaki Savaş

Özlem YÜZAK
ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr

Büyük oyunda sona gelindi ve bütün çanlar aynı anda çalmaya başladı.
Farklı sesler… Tonları ise giderek yükseliyor.
Anlayacağınız, AKP iktidarının etrafındaki çember giderek daralıyor.
Nasıl mı?
– Önce ekonomi ile başlayalım:
Dolar 2.015, benzinin fiyatı 5 liraya ulaşmış durumda. Faizler 20 ay aradan sonra tekrar 2 haneye çıktı. Piyasalar müthiş tedirginlik içinde. Aslında ekonomide bozulma aylar önce başlamıştı. Üzeri örtülmeye çalışılıyordu. Şimdi örtü açıldı.

2 milyona yakın insan kredi kartı borcunu ödeyemez durumda.
Borcun borçla ödenme dönemi bile tıkandı. AKP’nin ekonomiyi ayakta tutma politikasının dinamosu konut ve emlak sektöründe giderek şişen balon patlama noktasında. Bozulmanın baş sorumlusu ise hem küresel konjonktürü iyi okuyup buna göre önlem alamayan, hem de iç ve dış siyasette yaptığı hatalarla, faturanın ekonomiye çıkmasına neden olan hükümet.
(Erdal Sağlam, 26 Ağustos 2013)Evet, küresel ekonomideki gelişmeler AKP iktidarının gündeminde pek yer alamadı. Çünkü o kendi ekonomisini zaten sıcak para, kentsel dönüşüm, rant ve tüketim üzerine oluşturmuştu. Dünya ekonomisinde likidite muslukları kapandı. Daha kapanmadan çok önce bundan en çok etkilenecek ülkeler arasında Türkiye’nin de adı geçiyordu. Elimde 23 Ağustos tarihli Le Monde gazetesinin Ekonomi eki var.

ABD Merkez Bankası FED’in faiz politikalarında değişikliğe gitmesinin baş kurbanlarının gelişmekte olan ülkeler olduğunu vurguluyor. Özellikle de Brezilya, Türkiye, Güney Afrika, Endonezya ve Hindistan’ın en fazla etkileneceğini belirtiyor.

Önceki gün de IMF Başkanı Lagarde, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, küresel bazda yeni bir kriz tehlikesi bulunduğuna dikkat çekmişti.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın saptamaları son derece önemli: “Hükümet ve ekonomi yönetimi yıllardır yaptığımız uyarılara rağmen küresel likiditeyi yönetme becerisini gösteremeyip, TL’nin suni şekilde şişmesine
kayıtsız kaldı. Hızla artan borçlara ve döviz açık pozisyonuna da göz yumdu.
Bu ortamda şirketler de döviz cinsinden borçlarını hızla artırdı.

AKP iktidara geldiğinde 85.5 milyar $ olan ülkemizin döviz açık pozisyonu,
2012’de 420 milyar dolara çıktı. Başbakan’ın sevdiği şekliyle, milli gelire oran olarak, %37.1 olan ülke döviz açık pozisyonu, 2012 itibarıyla % 53.3’e sıçradı.

Türkiye G-20 içinde döviz açık pozisyonu en yüksek ikinci, bize benzer ekonomiler içinde ise en yüksek döviz açık pozisyonuna sahip ülke haline geldi. Bu kırılganlıklar neticesinde Türkiye, ABD Merkez Bankası’nın para musluklarını kapatma sinyalini verdiği 22 Mayıs’tan bu yana güneş görmüş kar gibi erimeye başladı. 
Dolar kuru 1.84 TL’den 2.03 TL’ye kadar çıktı, faizler 20 ay sonra yeniden çift haneye sıçradı, şirketlerimizin piyasa değeri 150 milyar TL eridi.”

– Ülke içinde muhalefet ve AKP iktidarının icraatlarına tepki giderek artıyor:
Haziran ayındaki patlak veren Gezi Olayları AKP’nin toplumu dini kurallara göre şekillendirmesine, demokrasiden giderek uzaklaşarak otoriter bir rejimin oluşmasına tepki olarak doğdu. Ve büyüdü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve şürekâsı ise bu tepkilerden ders almak yerine taviz vermez üslubu ile gerginliği daha da artırdı. “Bizim yüzde 50’miz” vurgusu ile toplumu daha da kutuplaştırdı.

Bugün AKP’nin kadına biçtiği role, eğitim politikalarına, yargı bağımsızlığının
yok edilmesine, muhalif seslerin susturulmasına, doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesine karşı oluşan tepkiler sadece fişlemelerle, gözaltılarla, polis terörüyle bastırılmaya çalışılıyor.

Kürt açılımında süreç çöküşe gidiyor:

AKP’nin özellikle seçimlerin yaklaştığı bu dönemde en büyük başağrılarından biri de Kürt açılımının geldiği nokta. Bunu bizzat KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, BBC Türkçe’ye verdiği röportajında “hükümetin barış sürecinin nasıl ilerleyeceği konusunda bir planı ve programı yok, hatta büyük bir savaşa hazırlanıyor” diyerek ifade ediyor. Ancak açılım öyle “şimdi olmadı, ama seçimlerden sonra bakarız” diyerek ya da oyalayarak geçiştirilecek noktada değil.

“Tabanımızı tutmakta zorlanıyoruz” diyen Bayık, hükümete adım atması için 1 Eylül’e kadar süre verdiklerini, adım atılmazsa bu tarihten başlayarak geri çekilmeyi durduracaklarını belirtiyor.

Ve savaş çanları…
Büyük resmi ortaya koyduktan sonra gelelim savaş çanlarına. Diğerlerinden farklı olarak savaş çanlarını çalan bu kez AKP hükümeti. Hem de aylardan beri. Hem de ısrarla. Ekonomik krizin her kesimde hissedilmeye başlaması, AKP politikalarına tepkinin artması ve Kürt açılımının tıkanması, bugün hükümetin artık baş etmekte zorlandığı konular. Halının altına süpürme dönemi ise sona erdi. Oysa Suriye’ye müdahale bu 3 önemli gündemi bir anda aşağıya çeker. Ne dersiniz? Suriye ile olası bir savaşa bir de bu gözle bakalım mı? (Cumhuriyet, 28.8.13)