Etiket arşivi: Özgecan Aslan cinayeti

Mülkiye’den (AÜ – SBF) ÖĞRETİM ELEMANLARIMIZA AÇILAN SORUŞTURMALARLA İLGİLİ AÇIKLAMA

Mulkiye_Mektebi
Mülkiye’den (AÜ – SBF)

ÖĞRETİM ELEMANLARIMIZA AÇILAN SORUŞTURMALARLA İLGİLİ AÇIKLAMA

 

26.06.2015 9 Ekim 2014 Perşembe günü, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü‟ne, Rektörlüğün yazılı izni ile giren polis, çok sayıda öğrencinin yanı sıra o esnada okulda olup öğrencilerini korumaya çalışan öğretim elemanlarını darp ederek gözaltına almış, bu konu hakkında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi 17 Ekim 2014 tarihinde toplanarak bir açıklama metni yayınlamıştı. 4 Haziran 2015’te kendilerine tebliğ edilen evraktan anlaşıldığı üzere,
A. Ü. Rektörlüğü tarafından işyerlerinden gözaltına alınan Fakültemiz öğretim elemanları
Nail Dertli, Onur Can Taştan, Aysun Gezen, Celil Kaya ve İletişim Fakültesi öğretim elemanı İlkay Kara ile SBF lisansüstü öğrencisi Bedri Sinan Güneş hakkında;

1. Emniyet‟in talebiyle, gözaltına alınma durumuna istinaden, yolu kapatma ve polise saldıran grup içinde yer alma iddiasıyla,

2. Ankara Valiliği talebiyle, twitter hesaplarından “Cumhurbaşkanlığı makamına hakaret, devletin düzenini, siyasi, hukuki düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak […] amacıyla hareket eden yasadışı terör örgütlerinin eylemlerini
meşru göstermek, teşvik etmek ve övmekten” iki ayrı soruşturma;

Siyasal Bilgiler Fakültesi araştırma görevlisi Ozan Değer’e ise twitter hesabından paylaştığı iletileri nedeniyle Cumhurbaşkanlığı makamına hakaret ve izleyen diğer nedenlerden
bir soruşturma açılmıştır.

Bu soruşturmalar aşağıda açıklanan gerekçelerle hukuksuzdur:

– Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü‟nün (UNESCO) yükseköğretim akademik personelinin durumuna ilişkin tavsiyesi (11.11.1997) gereği olarak akademik personelin vatandaşlık haklarını kullanmasından dolayı herhangi bir ceza almaması;
ayrıca “keyfi bir şekilde yakalanmama(sı) ve gözaltına alınmama(sı), işkenceye, zalim, insanlık dışı ve haysiyet kırıcı muameleye tabi tutulmama(sı)” gerektiği halde darp edilerek gözaltına alınmışlar, üstelik bir de haklarında soruşturma açılmıştır.

– Öğretim elemanlarımıza tebliğ edilen soruşturma belgelerinde, hangi eylemin ve ifadenin
suç oluşturduğuna, yönetmeliğin hangi maddesine göre suç isnat edildiğine ve bu isnatlara karşı başvurulabilecek itiraz mekanizmalarının neler olduğuna dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Hukuk devletinde suç ve cezaların yasallığı ilkesi gereği soruşturma kapsamında suç unsuru teşkil eden ifadelerin neler olduğu açıkça belirtilmeli ve bu
ifadelerin hangi düzenlemelere aykırılık teşkil ettiği de gerekçeleri ile açıklanmalıdır. Soruşturma dosyasının bu ciddiyetten uzak ve keyfi niteliği nedeniyle öğretim elemanları, savunma haklarının en temel gereklerini bile kullanmaktan mahrum bırakılmaktadır.
Bu da hem adil yargılanma hakkına hem de ceza usul hukukunun ilkelerine aykırıdır.

-Ankara Valiliği‟nin öğretim elemanlarımızın twitter hesaplarını neye istinaden izlediği ve soruşturma açılması için neden Ankara Üniversitesi Rektörlüğü‟ne talepte bulunduğu belli değildir. Valiliğin böyle bir görevi olmadığı gibi Ankara Üniversitesi Rektörlüğünün de kendisine iletilen bu tür soruşturma taleplerini işleme koymaması gerekmektedir.
A. Ü. Rektörlüğü bu gerekliliğe rağmen Valilikten gelen yazıya istinaden aynı gün soruşturma başlatmıştır.

– Soruşturma dosyasından suç unsuru teşkil eden ifadelerin hangileri olduğu anlaşılmamaktadır. Hesaplardan alınan bir dizi ileti rastgele sıralanmış ve hangi iletinin suç unsuru teşkil ettiği belirtilmeden suç isnat edilmiştir. Soruşturma dosyasında yer alan tweetler incelendiğinde nefret söylemi ya da şiddete çağrı niteliği taşımadıkları, bu nedenle de ifade özgürlüğünün koruması altında oldukları görülmektedir. Örneğin, soruşturma dosyasına konulan ifadeler arasında yer alan Özgecan Aslan cinayeti sonrası on binlerce kişinin paylaştığı “yasta değil isyandayız‟ paylaşımı ya da sendikalar tarafından yapılan açıklamalar tamüyle ifade özgürlüğü kapsamında yapılan paylaşımlar olup suç ögesi
içermedikleri açıktır.

– Üniversitenin insanların özel yaşamına siyasal görüşlerine müdahale etme hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır. Üniversitenin çalışma düzeni, üniversite çalışan ve öğrencilerinin hak ve özgürlükleri üzerinde hiçbir etkisi olmayan, öğretim elemanlarının Anayasa’da korunan ifade özgürlüklerini sınırlamaya yönelik bir siyasi disiplin soruşturması asla kabul edilemez. İfade özgürlüğünün bugün en çok kullanıldığı ve geniş yorumlandığı
sosyal medyada kişilerin ifade özgürlüğünün ceza tehdidi ile sınırlandırılması
demokratik bir toplumda kabul edilemez.

– Üniversitede kişilerin twitter hesapları üzerinden ifade ettikleri kişisel görüşleri nedeniyle soruşturulması açıkça düşünce ve ifade özgürlüğüne idare eliyle müdahale demektir.
Bu müdahale yukarıda ifade edildiği gibi suçtur ve görevi kötüye kullanmak anlamına gelir.
Bu soruşturmalar ceza tehdidi nedeniyle aynı zamanda dolaylı yoldan hem üniversitemizin akademik ve idari personeline hem de diğer üniversitelerin öğretim elemanlarına
gözdağı niteliği taşımakta ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir baskı unsuru oluşturmaktadır. Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü;

 Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından açılan soruşturmaların en kısa sürede
    geri çekilmesini talep ediyor,
Eleştirel düşüncenin yeşerebilmesinin ön koşulu olan düşünce ve ifade özgürlüğü ile         toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasını engellemeye yönelik her türlü
girişimin karşısında olduğumuzu bildiriyor,
 Bu talebimiz gerçekleştirilmediği takdirde gerekli yasal girişimlerde bulunacağımızı,
ulusal ve uluslararası kamuoyunu seferber ederek bu hukuksuzluğun karşısında
durmaya devam edeceğimizi beyan ediyoruz.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Akademik Kurulu
http://www.politics.ankara.edu.tr/dosyalar/26.06.15-Akademik-Kurul-Karari.pdf

=============================================

Dostlar,

Bu talihsiz gelişmede elbette biz de A.Ü. Yönetiminin demokrasi ve hukuktan yana
tutum benimsemesini dileriz.

Mülkiye’nin açıklaması tümüyle hukuka uygundur.
Dolayısıyla bunun tersi de doğrudur.
Dolayısıyla böylesi bir demokrasi ve hukuk dışı davranış Ankara Üniversitesi’nin
kurumsal kimliği ve tarihsel ağırlığı ile da asla bağdaşmıyor..

Önemli olan, konjonktürel itkilerle gündelik politikalar gütmek değil;
kalıcı, istikrarlı ve topluma ışık saçacak aydınlık ve yürekli eylemlere özne olmaktır.

Ankara Üniversitesi’nin 70 yıllık şanlı kimliği ile bu son kişisel girişim yan yana uyumsuzdur.
Eminiz zaman, bu utandıracak eylemlerin kurumsal ve gerçek kişi öznelerini ayıracaktır.
Ve korkarız, bu ayıptan kurumsal kimlik kendisini ayıkladığında, geriye adları unutulacak
-ya da bu tür “stigma“lar nedeniyle unutulmayacak- gerçek kişiler kalacaktır.

Her ikisi de uygar, adil ve dolayısıyla hukuk içi değildir.

A.Ü. Yönetimi, hızla hatasından dönme erdemini göstermeli,
“uygun” bir yolla geri adım atmalıdır.

Bir Ankara Üniversiteli ve Sayın Rektörle Tıp Fakültesinden meslektaş
ve O’ndan 5 yıl kadar daha kıdemli bir tıbbiyeli olarak
bizim düşünce ve dileğimiz yukarıda yazdığımız kapsamdadır.

Son not : Mülkiye, “Sarı öküz” ü vermeyecekti..
Önceki Dekanının arkasında gereğince durduğu söylenebilir mi??
Teşbihte hata olmazmış; Pro-Dekan Sn. Prof. Dr. Yalçın Karatepe için
Mülkiye’nin paratoneri yeterince açılmadı mı, açıldı da koruyamadı mı??
Hangisi, hangisi, üzerinde düşünmenin ve yanıt vermenin tam da zamanıdır.

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dosyanın pdf biçimi : Asistanlara_sorusturma_Mulkiye_aciklamasi_bizim_yazimiz

TOPLUMUN DİRENME HAKKI


TOPLUMUN DİRENME HAKKI

Portresi

 

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ
Cumhuriyet
, 25.2.15

 

Bir tarafta ciddi bir hukuk sorunu olarak karşımızda duran “İç Güvenlik Paketi”,
öbür yanda Özgecan Aslan Cinayeti. Toplum, “Direnme Hakkı”nı kabul ediyor ama toplumun nasıl direneceği belli değil. Medya çelişik söylemler peşinde…
Peki, tüm bu gündemle beraber Türkiye nereye gidiyor?

Özgecan Aslan cinayeti ülke gündemine yerleşti ama ciddi bir hukuk sorunu olarak Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Yasası Tasarısı’nı gündemden düşüremedi. Bir yanda CHP lideri Kılıçdaroğlu uyarıyor, “Bu tasarı Meclis’ten geçerse, toplumun ‘direnme hakkı’ doğar”;
öte yanda, Başkan Erdoğan yanıtlıyor, “Tasarı geçmezse gelecek seçimleri silahlı güçlerin gölgesinde yaparız.” Yani, tasarının tamamı geçse de geçmese de, koşulları ve biçemi
12 Eylül müdahalesini anımsatan bir seçim senaryosu bekliyor toplumu:

“Dediğimi yapmazsanız sıkıyönetim sürer gider. Karar sizin!”

Bir uzlaşma belirtisi yok görünürde. “Direnme hakkı” genellikle kabul ve teslim ediliyor da, toplumun nasıl direneceği belli değil. Egemenliğin sahibi yurttaşlar tartışmaları izliyor ama
ne yapacağını, “direnme hakkı”nın nereye varacağını tam kestiremiyor. Durumu tartışan medya uzmanları da bölünmüş durumda. Tasarı geçse de geçmese de toplum,
kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelecek.

Sokaktaki toplantı ve gösteri yürüyüşleri siyasal sınır ve süreçleri çoktan aştı.
Türkiye nereye?..
Belki belli; ama “direnme hakkı”nın ülkeyi nerelere sürükleyeceği belirsiz.
Seçim öncesinde, ertelenen çözüm süreci ve hükümet sözcülerinin çelişik açıklamaları belirsizliğin yol açtığı sorunları besliyor, kaygıları pekiştiriyor: Türkiye nereye?..

Medyada çelişik söylemler

Medyadaki söylemler çelişiyor. İç Güvenlik Yasa Tasarısı, hukuk devletinin sonu olur,
görüşü yanında, MİT’e ve polise verilecek yeni yetkiler zaten uygulanıyor, diyenler var.
Tasarıyı bırakıp uygulamalara bakınca, hükümetin ve yargının haber, grev ve boykot yasakları uygulanamıyor.

Yeni olan, polis ve jandarma yetkileri değil, Silahlı Kuvvetler’in seçim ortamına düşüreceği gölge uyarısı! Yabancı gözlemciler, ordu ile polisin olası çatışmasından söz ederken;
medyada, kışlasına çekilmiş ordu sözcülerinin komuta yetkisinin dağıtılmasıyla ilgili kaygılarına yer veriliyor.

Milli iradeyi temsil eden ya da ettiğine inanan Başkan Erdoğan’ın, “Tek başıma kalsam da mücadeleye devam edeceğim” sözleri, iktidar ortaklığının sona erdiğini düşündürüyor.
Rüşvet ve yolsuzlukla suçlanan bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi şimdilik önlendi
ya bedeli ağır oldu.

Muhalefet liderleriyle sözcüleri, iktidarı kıyasıya eleştirirken, Meclis’teki vicdanlı vekillerle gerçek müminleri ayırıp sakınmaya özen gösteriyor.

Durum ciddi ama umutsuz değil!
Sağduyunun er geç egemen olacağı izlenimi sanki güçleniyor.

Milyonları sokaklara dökmeden ya da teslim bayrağını çekmeden biraz daha beklemekte yarar var. “Sabrın sonu selamet” olabilir.

Sorun kadının yaşama hakkı

Özgecan cinayeti, yıllardır tartışılan ama çözülemeyen kadın hakları ve özgürlüğü sorununu gündeme taşıdı. Sorun eşitlik değil, kadının yaşama ve yurttaşlık hakkıdır.
Cumhuriyet devriminin temeli olan laiklik ilkesinin gerekçesi ve hedefi, din ile devletin ayrılmasından ya da devletin bütün din ve mezhepleri eşit tutmasından önce,
kadının “insanlığı”dır. Müslüman kadın insan haklarına sahip midir?
Yüzyıl önce, Meclisi Mebusanda, oylanan bu yasa kadınlara da uygulanacak mı sorusuna,
Reis Bey, “Ne münasebet, sadece insanlara” buyurmuştur. Daha yakın geçmişte
Devlet İstatistik Enstitüsü kurulurken (1927), “Kadınların sayılıp sayılmayacağı”sorulmuştur.

Devletin Diyanet İşleri Başkanlığı, “şeytan kadın” vaazlarına müdahale etmiyor, edemiyor.

Şeytan taşlayan toplumda, “kadın cinayetlerini, çok da abartmayın” yorumları yapılıyor.
Bir “Türk Mesnevisi” olan Kutat Kubilig’de: “Ne mutlu o kızlara ki doğmamışlardır; kadını eve kapatın, kapısını da kilitli tutun” deniyordu. Doğmuş kadınlara da
hayat hakkı yoktu. Otursunlar oturdukları yerlerde, ortalıkta pek görünmesinler.

Kadına yönelik şiddet nasıl dizginlenebilir?

Sanatçı Juan Goytisolo şöyle yazmış:

“Osmanlı kadını görünmezliği ile vardır.” Bugün biz görünenleri örtüp bir yerlere kapatmaya çabalıyor, direnenleri öldürüyoruz. Kadına yönelik şiddetin temelinde egemen erkeklerin öfkesi yatıyorsa bu şiddet ve öfke, yasalarla değil, ancak demokratik ve laik eğitimle dizginlenebilir. Ardından toplumca ağladığımız Özgecan’ımız, benim yaşlanan kuşağıma, demokrasi öncesi 40’lı yıllarda dilimizden düşmeyen “Leyla bir özge candır” bestesini hatırlatıyor.

Sevgili Türkiyemiz nereden nereye geldi!

Hayali cihan değil, utanç veriyor.

TÜRKİYE AKP-RTE’nin CEHENNEMİ KISIR DÖNGÜSÜDEN ÇIKARILMALIDIR..


TÜRKİYE AKP-RTE’nin
CEHENNEMİ KISIR DÖNGÜSÜDEN ÇIKARILMALIDIR.. 


Dostlar
,

Saygıdeğer okurumuz – yazarımız Prof. Dr. D. Ali Ercan Hocamız,
Özgecan Aslan cinayeti üzerine sitemizde yer verdiğimiz

Özgecan Aslan‘ın katil zanlılarından baba Necmettin Altındöken’in
dehşet dolu ifadesinde, kan donduran ayrıntılar ortaya çıktı..
(http://ahmetsaltik.net/2015/02/18/ozgecan-aslanin-katil-zanlilarindan-baba-necmettin-altindokenin-dehset-dolu-ifadesi/başlıklı yazımıza bir yorum getirmiş :

***

Özgecan cinayetinin, 2015 Türkiye toplumu için beklenmeyen, çok sürpriz bir olaymış gibi algılanmasını garipsiyorum. Ortalama zekası 90 olan ve kadını 2. sınıf gören bir dinin etkisinde henüz bir Ortaçağ’ı yaşayan geri bir (Ortadoğu) toplumunda, örneğin 7 yaşındaki çocukların eline bıçak verilip Kurban Bayramında kuzu kesmeleri teşvik ediliyorsa,
yani genç erkekler potansiyel birer katil olarak yetişiyorsa,
hangi insancıl değerlerden bahsedebiliriz ki?

Bence Türkiye’deki 30±10 yaş aralığındaki ergen erkeklerin en az yarısı psikopattır
ve bunların en az binde 5’i derhal bıçağa sarılacak yapıdadır.
Yani en az 100 bin katil adayı serseri mayın gibi aramızda dolaşıyor.æ

*****
Sayın Prof. Ercan’ın öngörüleri dehşet verici..

..“30±10 yaş aralığındaki ergen erkeklerin en az yarısı psikopattır..” saptaması
umarız epey abartılıdır. Çünkü “Psikopati” ağır bir ruhsal bozukluk kategorisidir.

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001’de yıllık Raporunu (World Health Report 2011)
“World Mental Health” olarak yayımlamıştı. Verdiği rakamlar ürkütücü idi :

The world health report – 2001 Mental health : new understanding, new hope

  • ” The 2001 report focuses on the fact that mental health -neglected for far too long- is crucial
    to the overall well-being of individuals, societies and countries. 
    The report advocates policies that are urgently needed to ensure that stigma and discrimination
    are broken down and that effective prevention and treatment are put in place.”

Bir alıntı daha :

Dünya nüfusunun ¼’ü ruhsal olarak rahatsız!
450 milyon insan ruhsal açıdan sıkıntı içinde..
Depresif bozukluklar 4. sırada hastalık nedeni (15-44 üretken yaş diliminde)
Dünyada her yıl 1 milyon insan intihar ediyor!
– Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının nedendir…

****
Burada kullanılan terminolojiye dikkat; altını çizdik :
– ruhsal olarak rahatsız
– ruhsal açıdan sıkıntı içinde

***
10 Ekim 2007 Dünya Ruh Sağlığı Günü açıklaması özetle şöyle :
10 Ekim 2007 : DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ Türkiye’nin ruh sağlığı bozuk !

  • “Türkiye’de 18+ yaş kişilerde ruhsal bozukluk görülme sıklığı % 17.2 !
    Her 5 kişiden birinin de ruhsal sağlık sorunu yaşadığı ortaya çıktı. Bu durum, Avrupa’da
    her 4 kişiden birinin ruh sağlığı sorunu olduğunu gösteriyor. Ruh Sağlığı Platformu üyeleri, Türkiye’de Ruh Sağlığı Yasası‘nın en geç 2008 yılına dek çıkarılması gerektiğini belirterek,
    ruh sağlığının koruyucu sağlık hizmetleri ile entegre edilmesi gerektiğini söylediler.
    (
    Cumhuriyet, 11.10.07)

*********
Şimdi yapılması gereken belli :

  • “Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
    GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
    yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının neden..”
  • DSÖ saptamasının gereklerini yapmak.. =
    Türkiye özelinde AKP ve RTE’den kurtulmak!

Ama Yüce TBMM ne ile meşgul??
İÇ GÜVENLİK YASA TASARISI (!)..
Meclis’te kafa göz kırarak, nerdeyse CHP’lileri – HDP’lileri öldürecek kadar…

Ve bu gün 3-4 kadın cinayeti – şiddeti – ırza geçme daha var ülke genelinde…

Biz de itiraf edelim, hiç bu denli gerilmemiş ve kaygılanmamıştık..

12. CB – Yarıbaşkan RTE Elazığ’da bu gün da Anayasayı bir kez daha çiğneyerek
Başkanlık rejimi için halktan “partisine” oy istedi. “Partisine” diyoruz çünkü ilişkisini kesmiş değil. Anayasa gereği CB görevine başlarken ettiği yemini ayaklar altına almış durumda..
Yarın da Malatya’da benzer çağrıyı yapacak.. Halkın %70’i Başkanlık sistemine yandaş imiş..
Tam bir algı yönetimi.. Oysa gerçek veriler tam da tersi..

Ayrıca Bay RTE TBMM’deki sözde “İç Güvenlik Yasa Tasarısı” nın da er ya da geç geçeceğini söyleyerek bir kez daha yansızlığını yitirdi.. “Partisine” kamuoyu önünde apaçık talimat verdi..
Ek olaraki bu Tasarı TBMM’den geçerek önüne geldiğinde hiç sorun çıkarmadan, yayımlanmak üzere hemen Resmi Gazete’ye yollayacağını da açıklamış oldu..
İhsas-ı rey oldu Anayasa gene çiğnenerek..

***

Yurt genelinde şiddet, yoksulluk, ağır kış koşullarında iflas eden yerel yönetimler ve
ulaşım hizmetleri sorunu sürüyor.  İŞSİZLİK artık saklanamıyor..
Resmen % 10,7 ve son 4 yılın en yüksek rakamı..
Son 1 ayda TL 1 Dolar = 2,27 TL’den 2,47’ye değer yitirerek % 9 dolayında enflasyon yaşanmış ve insanımız – ülkemiz yoksullaştırılmıştır. Bu hazin tablodan da Bay RTE, TCMB Başkanı’na “çatarak”, “faiz indirimi dayatarak” -ama bunu da başaramadan- doğrudan sorumludur.
(Bu konuyu sitemizde kapsamlı yazdık (http://ahmetsaltik.net/2015/02/09/29809/):

RTE’nin TCMB’na Çatmasının Arka Yüzü ve Ülkeye Muazzam Maliyeti..

*****
Bay RTE’nin ödü patlıyor 2013 Haziran Gezi eylemleri benzeri bir direniş olur mu diye!
O yüzden daha şimdiden gözdağı ve polis devleti uygulaması ile faşizme kayıyor..
Hem 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarından kaygılı hem de öncesinde sivil itaatsizlik eylemlerinden, meşru direniş hakkını kullanarak sokaklara inecek kitlesel eylemlerden..

On milyonlarca insanımız ise ay – nen Dünya Sağlık Örgütü’nün çizdiği ağır tablo içinde..

  • “Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar,
    GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,
    yoksulların daha çok ruhsal sorun yaşamasının nedendir…”

Bu tablodan AKP’ye iktidar çıkmaz!
Herkes, öncelikle de AKP ve Erdoğan derhal aklını başına almalıdır.

11. CB Abdullah Gül bile bu gün verdiği demeçte söz konusu yasa tasarısının düzeltilmesi gereken yanları olduğunu, bunu tavsiye ettiğini, geçmişte polisin kimi yetkileri istismar ettiğini gördüklerini, yasal düzenlemelerin konjonktürel (duruma göre..) olmaması gerektiğini vurguladı.

AKP ve Erdoğan Türkiye’de fiili bir sivil darbe yapmışlardır.
ANAYASA ASKIDADIR ve Bay Erdoğan mutlak – tek egemendir.
Bu durum Türkiye’yi neredeyse 1. Meşrutiyet öncesine savurmuştur.

  • Erdoğan, 2. Abdülhamit kadar / belki daha fazla yetki kullanmaktadır!

  • Ülkemiz, artık “meşruluğunu yitirmiş” bir siyasal iktidarca yönetilmektedir.

    Tarih bize bu dönemlerin çok uzun sürmediğini – sürdürülemediğini,
    HALKLARIN HAKLARINI ER YA DA GEÇ ALDIKLARINI öğretiyor..
    Despotlaşan – Neronlaşanlardan – Hitlerleşenlerden… de hesabını mutlaka
    ve acı biçimde sorarak!

    Bir kez daha çağrımızdır : Ülke hızla normalleştirilmelidir.
    Başbakan Davutoğlu yaşamının kumarını oynamaktadır.
    Üstüne düşen tarihsel görevden, sorumluluktan kaçmamalı ve bu cehennmi kısır döngüyü durduracak tüm çabaları hem de ivedilikle sergilemelidir.

    Sevgi ve saygı ile.
    20 Şubat 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net