Etiket arşivi: Oval Ofis

19 MAYIS TÜRK’ÜN EMPERYALİZME BAŞKALDIRISIDIR

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

(40 yıldır Kur’an araştırmaları yapan Değerli Yazar ve DOĞRU Parti Gen. Bşk. Yrd. Sayın Sedat Şenermen’e teşekkür ve saygılarımla.)

(AS: Kısa bir katılmama notumuz yazının sonundadır…)

Türk’ün vicdanındaki Milli Sır, Emperyalizme karşı çıkmaktır. Bu karşı çıkış, Kur’ani’dir. Kur’an, emperyalizmi “Küresel şer ve şeytanlık, düşmanlık” anlamında “Tağut” olarak tanımlamaktadır.

Nutuk’ta, “Milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiği büyük gelişme kabiliyetini “Milli Sır” olarak belirleyen Atatürk, onun “Milli Egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk Devleti kurabilmek” olduğunu ifade eder.

Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantığı da Atatürk “Nutuk sh. 9-10” da açıklamaktadır:

  • “Temel ilke, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. O halde, ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.”

Peki, Atatürk’ün dediklerine Türk Milleti olarak uyduk mu? Hiç düşündünüz mü?
Atatürk’e ve annesi Zübeyde Hanıma en aşağılık hakaretleri yapan yobazları, devlet sofrasında konuk etmekten utanmayan siyasetçileri kim seçti?

  • T.C. Başbakanı olabilme yetkisini, ABD Oval Ofiste alan biri, sizin Başbakanınız olabilir mi?
  • ABD Başkanından, BOP Eşbaşkanı diplomasını alan zavallılar, Türkiye’nin bağımsızlığını sağlayabilir mi?
  • 1,5 milyon insanın katledilmesine, 150 binden fazla Müslüman kadının tecavüze uğramasına yol açan bir istilanın uygulayıcılarının Eşbaşkanı olan bir iktidardan, Türk Milletinin yararına ve bağımsızlık adına bir şeyler beklemek mümkün mü?
  • Diploması ve serveti şaibeli, hırsızlığı uluslararası kuruluşlarca tespit edilmiş bir İhvancı-Ümmetçi kafa Türk Milletini hangi çağdaş-medeni seviyeye getirebilir?

Peki, Atatürk ve çağdaşlık düşmanı soyguncuların zulmüne son verecekleri iddiasıyla, İşadamlarımız ve İBB destekli basınımız tarafından desteklenmek üzere, muhalefet olarak kimleri Türk Milletinin huzuruna çıkardık?

Yönünü Atatürk’e değil de, Seyit Rıza’ya ve Şeyh Said’e dönenleri mi?

Türkiye’yi eyaletlere bölecek, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartını kabul edenleri mi?
Kürtçeyi ikinci resmi dil olarak kabul etmeyi söz verenleri mi?
Atatürk’ü “Dersim Katliamcısı” ilan edenleri mi?
FETÖ’nun Prensesi olarak, toplantılarda FETÖ’ya övgü düzenleri mi?
Türk Ordusunun Amirallerine “Zevzek” diyenleri mi?
Said-i Nursi’yi ÖNDER olarak kabul edenleri mi?
Suriye politikasının mimarlarını mı?
Telekom’u, Cumhuriyetin eserlerini satan İngiliz Tefecilerinin elemanlarını mı?
Sivas Katliamının organizatörlerini mi?

Bunlarla çağdaş-bağımsız-onurlu Türk Devletini yeniden kuracağınızı düşünüyorsanız, buyrun meydan sizin! Kurun sizi tebrik edelim.

Yalnız şunu hiçbir zaman unutmayın!

Tek sermayesi, Türk Milletini ve Atatürk’ü sevmek olan bizler, yanıldığınız ve ağladığınızda size merhamet göstermeyeceğiz.

Herkesin kaderini kendi tercihi belirleyecek…

“Ne Mutlu Türküm diyene” ve sözünden dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 19 Mayıs 2022
==============================================
Dostlar,

Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başardığımız şanlı ulusal kurtuluş savaşımız,
yalın bir tarihsel – eytişimsel (diyalektik) gerçekliktir.
Bu ulusal bağımsızlık savaşının son derece zorlama birtakım yorumlarla Kuran’a bağlanması, orada bağlantılar gösterilmesi hem olanaksız hem de gereksizdir.
Yazının bu bölümüne katılmıyoruz.
Yurtsever yazar Sn. R. Serdaroğlu’na bu düşüncemizi ilettik.
Bu sınırlama ile makaleyi web sitemizde paylaşmış oluyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 20.05.22
Dr. Ahmet SALTIK

 

ÇOKLU İHANET

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Dünyanın en güçlü eşkıyası tarafından “Eşbaşkanlık” madalyası (!) Oval Ofis’te eline verilen AKP (Arapçı-Kürtçü Parti), Türkiye’yi bir defa (kez) daha Sevr öncesi “Hasta Adam” durumuna getirdi!

  • Çevremiz leş yiyicileriyle doldu, hepsi saldırmak için iyice düşmemizi bekliyor.

Cumhuriyeti korumakla görevli kurumlarımızın başındakiler ve muhalefet partileri ya AKP ile aynı düşüncede olduklarından ya korktuklarından ya da bilgisizliklerinden, ihanete ortak oluyor.

HDP Milletvekili Ermenistan Ajanı bir pislik, Kurtuluş Savaşımızı yönetmiş Gazi TBMM’ye, sözde Ermeni Soykırımının tanınması ve Türk Komutanların adlarının vatan sathından silinmesi için kanun teklifi (yasa önerisi) verebiliyor!

ABD’li tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’e göre, Osmanlı-Rusya savaşı sırasında 3 milyon Türk katledildi. Savaşta, Ruslarla beraber olan Ermenilerden de 600 bin kişi öldü! 3 milyon Türk’ü katleden Ermenilere bile, Türk’ün öz benliğinde bulunan hoşgörüyü esirgemeyen Türk Milletine ve ülkemizde kardeşlerimiz olarak yaşayan Ermeni kökenli vatandaşlarımıza yapılabilecek en büyük hakareti yapmaktan çekinmiyor!

Milli Bayramlarımıza katılmamaya özen gösteren, Türk Devletinin Kurucu Önderi Atatürk’e her fırsatta hakaret eden, minberden hakaret edilmesine izin veren AKP Genel Başkanından bu pisliğe üç gündür söylenmiş tek söz yok!

Ya Türk Milliyetçiliğini Saraya paspas yapan Püskevitçi’den ses var mı?

TBMM çoğunluğu AKP-MHP ikilisinin elinde değil mi? Ekmek yediği kaba pisleyen bu Türk düşmanının dokunulmazlığını kaldırmak için ne bekleniyor?

Ya sizler, Cumhuriyetimizin Cumhuriyet Savcıları?

Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanına “Terör Örgütü Yöneticisi” diye soruşturma açmayı, emekli Türk Komutanlarını, FETÖ’cü savcıların yarattığı yalan yanlış sahte bilgilerle zindana atmayı biliyorsunuz da, bu pisliğe neden dava açmıyorsunuz?

  • Türk Tarihine ve Türk Milletine yapılan bu ağır hakaret, sizin onurunuza dokunmuyor mu?

Pes be arkadaş!
Her gün ve her gece bu pisliği ekranlarına çıkaran CHP’nin Halk TV’si-Tele1’i-KRT’si, aynen böyle devam edin! Ne kadar Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı varsa hepsine ekranlarınızı açın. Cumhuriyet yıkıldıktan sonra, sanki televizyonlarınız elinizde kalacak!
AKP-MHP’yi Türk Milleti artık tanıdı, ne yaparlarsa yapsınlar ikisinin oyu %30’u geçmeyecek. İnanmayan bu yazıyı saklasın, seçimden sonra görüşürüz.

  • Tamam da, Bremen mızıkacıları gibi sürekli kakofoni yapan Millet İttifakı ne yapıyor?

İngiliz Bankerlerinin adamı ve Telekom dahil Cumhuriyetin tüm eserlerinin satıcısı, Millet İttifakının ekonomik kaptanı Ali Babacan Diyarbakır’da konuştu :

“Biz kuru kardeşlik sloganları atmıyoruz. Biz, eşitlik diyoruz. EŞİT VATANDAŞLIĞIN altını kalın bir çizgi ile çiziyoruz. Eşit Vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı” dedi!

Aziz Türk Milleti, izninizle, PKK Narko-Terör örgütünün tüm kongrelerinde T.C. Devletinden talep ettiği ve HDP’nin sürekli kullandığı “Eşit Vatandaşlık” ne demektir ve bundan ne istenir? Açıklayalım :

“Türk Vatandaşlığından vazgeçilmesi ve halkın etnik topluluklara bölünme isteğidir. Eşit Vatandaşlık, bireyler arasında eşitlik, yurttaşların eşitliği demek değildir. İstenen, etnik toplulukların Anayasamızda kimlik olarak tanınması, etnik anadillerin ulusal ve bölgesel RESMİ DİL haline gelmesi, tüm devlet ve toplum hizmetlerinde (ÇOKLU RESMİ DİL) kullanılması, seçimlerde parlamentonun ve belediye meclislerinin etnik topluluk kotaları temelinde oluşturulmasıdır.

Bosna-Hersek’te Dayton Antlaşmasıyla kurulmuş olan “Milliyetler Sistemine” geçilsin demektir. Elbette bu talebin olmazsa olmaz şartı, Anayasamızdan Türk Vatandaşlığının silinmesidir.”
İyi de, Türkiye’de herkes zaten eşit değil mi? Anayasamızın 10’ncu maddesi; “Herkes dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Yetmez mi?

Babacan denen şapşik bir de tweet attı:

  • “Geçmişte yaşanan acıların faili biz değiliz. Hepimiz, karşılıklı anlayış çerçevesinde, birbirinin yarasını sarmaya çalışan Anadolu insanları olmalıyız. Bu vesileyle, Ermeni halkının bugün derinden hissettiği acıyı anlıyor, 1915’te hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini anıyorum.”

Şimdi sorulması gereken soru şudur :

Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener; Sizler de Babacan gibi mi düşünüyorsunuz?
“Hayır, düşünmüyoruz” diyorsanız, PKK ağzı ile konuşan AKP Larvalarıyla ne işiniz var?

  • “Türkiye’ye Said-i Nursi gibi bir önder gerek” diyen Gültekin Uysal ile ne işiniz var?

Hem bizim önderimiz Atatürk’tür diyeceksiniz, hem PKK ve Tarikat artıklarıyla iş tutacaksınız! İşte bunu Türk Milleti yemez. DOĞRU Parti olarak biz buna izin vermeyiz. Açıklamanızı bekliyoruz! Yoksa hepinizi üst üste koyup, bir seferde sandığa gömeceğiz!

FOX TV’nin Sayın Yöneticileri;
Televizyonunuzun sahibi “İngiliz Sermayesi” bunu biliyoruz. Ama siz Türkiye’de yayın yapıyorsunuz. Sabah akşam Babacan ve Davutoğlu’nu çıkartıyorsunuz. Yürürlükteki Anayasamız sizi bağlamaz mı? Kendinizi Anayasamızın üstünde mi görüyorsunuz?
DOĞRU Parti, Cumhuriyete, Demokrasiye ve Atatürk’e bağlı Büyük Türk Milletiyle birlikte bu emperyalist oyunu mutlaka bozacaktır. Göreceksiniz.

Sağlık ve başarı dileklerimle, 25 Nisan 2022

Erdoğan mektubu nasıl iade edecek?

Erdoğan mektubu nasıl iade edecek?

Yılmaz Polat
10 Kasım 2019, ABC Gazetesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’da Washington’a yapacağı ziyaretin iki önemli yanı var. Birincisi, skandal mektubun hangi yolla iade edileceği, ikincisi de güvenlik konusu..

Erdoğan, mektubu Trump’a vereceğini söylediğine göre, iadesi kesinleşmiş görünüyor. Belli ki, görüşme konularının önüne geçecek bir durum söz konusu. Haber değeri çok yüksek. Hem ABD hemde Türk Medyası için. (gerçi havuz medyası başlıkları çoktan hazırlamıştır)

Daha önce diplomaside örneği olmayan ‘skandal’ bir mektup ve iadesiyle karşı karşıyayız. Peki iade nasıl gerçekleşecek? Erdoğan, mektubu görüşmenin yapılacağı Oval Ofis’te elden mi verecek? Yoksa zarf Trump’ın Sekreterine mi bırakılacak?

Bu arada Erdoğan’ın Trump’a ziyaret anısına nasıl bir hediye götürdüğünü bilmiyoruz.
(Erdoğan Başkan Obama’ya iki pamuklu bornoz, ‘A Vision of Global Peace – Küresel barış vizyonu ’ başlıklı kitabını ve Türk lokumu hediye olarak götürdü (2015)

İade sırasında mektubun bir cevabı olacak mı? Olursa sözlü mü, yazılı mı yapılacak?

Ya da mektubun gelişi ABD’nin Ankara Büyükelçiliği yoluyla olduğuna göre, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği tarafından zarfın üzerine “return” damgası basılıp mı iade edilecek? Gerçekten haber değeri çok yüksek bir ziyaretle karşı karşıyayız. Tabii bu arada Trump’ın ne yapacağını da kestirmek çok zor!

Protesto- güvenlik

ABD medyasının da dikkatini çekecek öteki önemli konu da ‘güvenlikle’ ilgili. Erdoğan’ın 2017 yılında Washington’a yaptığı ziyaret sırasında Türkiye Büyükelçiliği’nin önünde korumalarla göstericiler arasında çıkan ‘arbede’ ABD medyasında günlerce tartışılmış, mahkemeye aksetmişti. Washington’da bir grup protestocu Trump-Erdoğan görüşmesinin yapılacağı gün Beyaz Saray karşısındaki Lafayette Park’ta gösteri yapacak. Washington Polisi’nin gösteriye izin verdiği bildirildi.

D.C. Polis Müdürü Peter Newsham, 2017’deki gibi bir durum olmaması için geniş güvenlik önlemi alacaklarını söyledi. Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığıyla temasta olduklarını bildirdi.

Ziyaretten nasıl bir sonuç çıkar?

Görüşmenin yapılacağı önümüzdeki Çarşamba Trump için önemli bir gün. Kongre’de azil süreciyle ilgili halka açık oturumlar başlayacak. Trump’ın dikkati bir yandan da Kongre’de olacak.

YPG lideri Mazlum Kobani’yi Beyaz Saray’a davet eden Trump, Suriye’deki petrol kuyularını işgal ederek gelirini hibe edeceğini söylediği ‘YPG-PYD’den vazgeçmeyeceklerini kezlerce açıkladı.

Erdoğan, ‘bize verilen sözler tutulmadı, güvenli gölgeyi 120 km’den 490 km’ye yayacağız, operasyona devam edeceğiz’ deyip bunu yapabilir mi?

Trump, Kongre’deki yaptırım ve sözde soykırım tasarısını önlerim merak etmeyin diyebilir mi? Trump ‘Halkbank davası bende, merak etmeyin’ diyebilir mi?

‘Siz S-400 sistemini monte edin. Önemli değil. Bizden de Patriot füzesi alırsınız, F-35’in satışını da merak etmeyin’ sözü verebilir mi? CAATSA yaptırımlarını önleyebilir mi?

İki ülke arasında ticaret hacmini ne ölçüde artırabilir?

Erdoğan sonucu belli bir görüşme için geliyor.
Bu arada Trump’ın tam bir yıl sonra Başkan olup olmayacağı da belli değil.

Prof. Dr. Ali Demirsoy : PARALEL YAPI


Prof. Dr. Ali Demirsoy : PARALEL YAPI

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy, dünya genelinde tanınan çok başarılı bir
Evrim Biyoloğu‘dur.

Politik – sosyal olayları irdelemede Doğa modelini başarıyla kullanır.

Aşağıdaki yazısında da böyle yapıyor. Fizikten örneklerle “PARALEL YAPI” denen ülkemizin baş belasını çözümlüyor.

Çok öğretici..
Özenle okunmasını dileriz.

Sevgi ve saygıyla.
7.9.2014, Muğla

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

PARALEL YAPI..

  • Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma, siyaseten ortadan kaldırılmalıdır; çünkü 2 cambaz bir ipte oynayamaz.
  • Ancak toplumun da öbür cambazın bir gün ayaklarını yere bastırması gerekir. O gün geldi…

Ali_Demirsoy_portresi2

 

Prof. Dr. Ali Demirsoy

 

 

 

Fizikte dalgalar anlatılırken dalgaların aynı frekansta bir biri üzerine bindirildiğinde oluşturdukları yıkıcı gücü açıklayabilmek için çoğunluk şöyle bir örnek verilir:

Bir asma köprüde, birçok kemanın aynı zamanda aynı frekansta ses çıkaracak biçimde yayları çekilirse, bir zaman sonra köprü yıkılır. Çünkü aynı frekansta oluşturulan dalgalar her nota vuruşunda belirli bir itme gücü meydana getireceği ve bir diğeri ile
üst üste binerek güçleneceği için, köprü neden yapılı olursa olsun yıkılır. Eğer farklı sesler çıkarılırsa, dalgaların bir bölümü öbür dalgalarla girişime uğrayarak söner ve yıkım önlenir. Bu fiziğin temel kurallarından biridir.

Aslında daha iyi anlayacağımız bir örnek daha var: Lazer, aynı kaynaktan çıkan ışın demetlerinin paralel bir konuma getirilmesiyle oluşturulur. Doğal ışın kaynaklarında çıkan ışınların bir bölümü biraz erken ya da biraz geç çıktıkları için dalgaların şişkin oldukları yerlerde birbirlerini söndürürler. Böylece bu tip ışınlar çok uzaklara gidemez; yıkıcı etki de gösteremez. Eğer ışınlar aynı kaynaktan çıkıyorsa ve birbirine paralel bir düzenleme ile bir araya getiriliyorsa, bu ışınlar buradan Ay’a dek saçılmadan gidebilirler; yalnızca birkaç kalem pilden enerjilerini alsalar bile, bir noktaya o denli yoğunlaştırılabilirler ki, kalın demiri dahi kesebilirler. Yakarlar, yıkarlar; bu nedenle lazer göstergeçlerini (AS: “pointer” yerine!) retinamızı tahrip etmesin diye gözümüze tutmaktan kaçınırız. Lazer ışınları iyi işlerde de yıkıcı işlerde de başarıyla kullanılabilir. Bu niyete bağlıdır.

Paralel ışınların fiziğin bir kuralı olarak aynı kaynaktan çıkması gerektiğini söyledik. Paralel yapılanmanın en önemli özelliği şu ya da bu biçimde ortak bir noktadan besleniyor ya da beslenmiş olmalarıdır. Şu anda Türkiye’de paralel bir yapılanmanın olduğu yetkililerce akşam-sabah söylenmektedir. Bu yapının koruyucusu ve akıl babası olarak da malum ülke gösterilmektedir. Doğru olmaması için bir neden gözükmüyor. Ancak şu anda yönetimin başında bulunanların, daha yönetime gelmeden, ayaklarının altına kırmızı halı serilerek Oval Ofis’te ülkesinin yetkililerinden uzak, emperyalist olarak bilinen bu ülkenin başkanı ile baş başa görüşmeler yapmış olması (AS: RTE’nin 10.12.2002’de daha milletvekili bile değilken Başkan oğul Bush tarafından kabulü), şu anda gündemde olan paralel yapının öbür bileşeninin hazırlanması olarak akla gelmektedir. Çünkü paralel yapıda iki bileşen yan yana olmak zorundadır.
Belli ki iki bileşen bir yerlerde senkronize edildi (uyumlu hale getirildi) ve belirli çevreler ve emperyalist ülkeler için tehdit olarak algılanan kuruluşların üzerine tutuldu.

Hiç kimsenin daha önce tahmin edemeyeceği bir biçimde, yıkılmaz, yanaşılmaz, eleştirilemez, kolay kolay alt edilemez kurum ve kişilerin üzerine tutularak yakıldı ve yıkıldı. Bunun siyaset tarihimizdeki ismi, başta bağımsız ülke özlemi içinde olan, terör için bizzat emek vermiş askeri zevata, kişilikli bilim adamlarına, yazarlara, sanatkârlara yönlendirildi. Bunlara çeşitli adlar takıldı: Balyoz, Ergenekon, Casusluk
Bu kurumların ve kişilerin belleri kırıldı. Bu yıkım için yasal zeminin hazırlanması yöneticilere, belge ve kanıt yaratılması ile yargılama süreçlerinin yürütülmesi öbür bileşene bırakıldı. Çok uyumlu bir çift olarak gerekli yıkımı yaptılar. Bunu tarih çok daha açık bir biçimde yazacaktır.

Ancak yüzyıllar ötesinden gelen bir atasözümüzün gereği olarak bu paralellik uzun süremedi: İki cambaz bir ipte oynamaz. Sıcak kestaneler maşa kullanılarak sahneden uzaklaştırılmıştı. Öbür bileşen bu aşamadan sonra tehlikeli olabilirdi. Çünkü öbür bileşenin oluşturulma nedenini ve nasıl kullanılabileceğini en iyi kendisi (paralelin öbür bileşeni) bilebilirdi. Ne de olsa aynı memeden süt emmişlerdi. Bunun için öbür bileşenin düzeninin bozulması gerekiyordu. Dershanelerden başlayarak, atamalar, okullara baskınlar, işyerlerinin sürekli denetimleri, cezalar, bu bileşenin içinde olduğu bilinen ya da varsayılan kişilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve en üst yönetimin kürsülerden açık açık bu teşkilatın okullarına öğrenci verenleri tehdit etme, bankalarına devlet kaynaklarının esirgenmesi, yayın organlarına devlet reklam desteğinin kaldırılması ve onlarca önlem ile saldırı başlatıldı. Paralel bileşenin birinin cumhurbaşkanı, başbakanı, komutanı ve devleti oluşturan belirli makamlarda temsilcileri yoktu. Dolayısıyla gücü, sadece organizasyonu ile sınırlıydı; öbürünün gücü yasal konumu ve yetkili yerleri elinde bulundurmasından kaynaklanıyordu. Sancılı süreç böylece başladı…

Paralel yapılar oluşturma, sanatta, ticarette, askeriyede, sosyal organizasyonda yararlı sonuçlar doğurduğu Batı dünyasının kol kola girmiş ülkelerinde gözleniyor. Çünkü dinde yapmış oldukları reformlar ile bilimi ve analitik düşünceyi eğitimlerinin vazgeçilmez ögesi yaptılar. Ancak dogma ile yoğrulmuş, korkularla yetiştirilmiş ve her şeyi tehdit olarak gören toplumlarda bu paralellik -en çok ortak kısa vadeli- çıkarları sürdükçe bir arada tutulabiliyor. Bu nedenle İslam ülkelerinin hiçbirinde tüm çabalara karşın ortak bir strateji belirlenemiyor.

Aslında böyle bir paralel yapının oluşturulmasına izin veren ve bu oluşuma yıllarca göz yuman hatta destek veren yönetimlerin ihaneti unutulur gibi değildir. Nitekim 27.07.2014 tarihinde bir zamanların Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamasına göre, “Paralel yapıdan bahsederek bugün bize yarın size” diyerek başbakanı uyarmasına karşın, paralel yapının savcısı olduğunu övünerek kürsülerde haykıran başbakan, ordunun değerli subaylarının, onurlu rektörlerin, parti başkanlarının, yazarların bir çeşit linç edilmesine ve feryatlara seyirci kalmış; ta ki paralel yapı başbakanın oğluna uzanana kadar. Bir yıl önce, yönetimin tam kadro katıldığı törenlerde bu yapılanmaya övgüler dizilirken, bir yıl sonra nefret kusulması çoğu kişi için anlaşılabilir değildir. Birçoğu, bu nefretin, yönetimin başındakilerin ve çocuklarının söylenen ve görüntülenen yolsuzluklarını, bir zamanlar Balyoz ve Ergenekon davalarındaki yöntemlerle servis edilmeye başlanmasına tepki olduğu söylense de, iki cambaz bir ipte oynayamadığı için bu paralellik bozulmuştur. Geçmişte devlet kadrolarını ve kritik makamları ele geçirmek için aralarında su sızmayan bir ortaklık kurulmuştu. Eğitimde başarısıyla öne çıkan, siyasi bir yapılanma göstermeden devletin kadrolarını sinsi sinsi ele geçiren bir bileşen öbürünün işine çok yarayabilirdi; ne de olsa aynı ananın çocuklarıydı. Türbana özgürlük diye ortak bir sloganları da vardı. Ancak devlet gücünü ele geçiren siyasi bileşenin (kanadının) bu kadrolaşmadaki bu ortaklığa gereksinmesi kalmamıştı; bu ortaklığı bir tehdit olarak görmeye başlamıştı. Türban devletin resmi giysisi durumuna geçince etkinliğini yitirmiş oldu; bunun üzerine taraflar hizmet sloganı ile gemiyi yürütmeye çalıştıysalar da. İki cambaz bir ipte oynayamadığı için, birinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Paralel yapılanma tanımı böyle ortaya çıktı. İşin ilginci bu ortaklığın ikizinden biri bu tanımı yaparak öbürünü yok etmeye çalışmasıdır. Çeşitli itham ve suçlamalarla, devlet baskısıyla bu birliktelikteki bir kesimin ışınlarının demet oluşturma gücü söndürülmüş olabilir; ancak öbürü hala tüm diriliğiyle, üstelik devlet olanaklarını arkasına almış olarak devam etmektedir.

Biz tekrar ışınlarımıza dönersek, lazer ışınlarının paralellik (ortaklık) bozulmadığı sürece sonsuza kadar aynı güçle iletildiğini biliyoruz. Ancak dalgaların birinde meydana gelen bir frekans farklılığı sönmelere neden olur. En önemlisi ise paralel olduklarında farklı bir ortamdan geçerken ya da bir kristal üzerine düştüklerinden aynen yollarına devam ederken, paralel ışınların birinde meydana gelen bir frekans değişikliği, onların yolunun ayırımına neden olur. Örneğin üçgen şeklindeki bir kristal üzerine düşen beyaz ışınların farklı renklere ayrılması gibi. Açıkça birlikte seyir eden bu ışınlar yolsuzluk ve rüşvet denen tarihi bir hesaplaşmaya rastlatılmasaydı yıkım yoluna devam edecekti. Ancak başbakana yakın kristalin üzerine düşmesiyle tayflarına ayrıldı. Renkler ortaya çıktı. Bu aşamada kim kimin paraleledir yorumu ya da tartışması yapmak da anlamsızdır. Paralel yapı olabilmesi için bir birinin aynı olan iki dalganın aynı zamanda aynı ortamda bulunması gereklidir. Durum öyleydi. Buradaki en önemli araştırılması ve açığa çıkarılması gereken, bu paralel yapının frekanslarını farklılaştıran güç neydi? Hükümet ve devlet olamazdı. Çünkü zaten kol kola yıkıcı eylemlerini gerçekleştirdiler (idamla yargılanan yüzlerce insanın bugün dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesi bunun çok açık kanıtıdır). Bu ışınlardan birinin ortadan kaldırılması gerekirdi; çünkü ikisi aynı ortamda sürseydi, fizikte girişim olarak bilinen sönme olayı ile her ikisi de ortadan kalkacaktı. Biri şu anda devletin olanaklarını kullandığı ve devletin resmi hükümeti olduğu için ayakta kalmalıydı. Dolayısıyla geçmişiyle, yaşanan ahlak, hukuk ve insanlık dışı uygulamalarıyla bu paralelliğin ortadan kalkması gerekirdi;  ölüm kalım savaşı böylece başlatılmış oldu. Ancak, bu paralel yapıyı (her iki ışını) tasarlayan, ülkemize musallat eden gücün kim olduğunu belli ki yalnızca Başbakanımız bilebilir. Hiç kimse bu bakımdan muhalefetten bir açıklama bekleyemez ve onları da sorumlu tutamaz. Geçmişte talimatların Pennsylvania ya da Oval Ofis’ten alınmış olması durumun ahlaki ya da hukuki anlamını değiştirmez.

Dünya siyaset tarihine geçecek eylemleri de bu paralel yapı hengâmesinde öğrendik. Bir zamanlar hukuka, ahlaka, insanlığa, demokrasiye aykırı eylemler yaptığı söylenen insanlar; kaderin cilvesine bakın ki aynı yöntemlerle gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, aynı hukuksal işlemlerden geçiriliyorlar. O gün çığlıkları ve yakınmaları duymayanlar;
bugün aynı çığlıkları kendileri atıyor. Paralellik en az bu eylem benzerliğinde sürüyor. Ne yazık ki hukukun, demokrasinin, insani değerlerin, vatan millet kavramlarının zayıflatıldığı bir ülkede insanlar sağır olurlar; haklıyla haksızı ayıracak erdemlerini yitirirler.

Cumhurbaşkanı seçimlerinde, adaylardan birinin, Anayasamızda yazılı olmayan yetkilerin dışındaki yetkileri kullanacağını ve Anayasa gereği tarafsız olması gerektiği halde taraflı olacağını beyan etmesi, filtreleri yerle bir edilmiş eldeki senkronize gücün bugüne dek olduğu gibi, bundan sonra da nasıl kullanacağının ipuçlarını vermektedir.

Elinize bir lazer tüpü alın ve karanlığa tutun, yalnızca size yol gösterecek, yalnızca size yarar sağlayacak ince uzun bir ışık demetinin oluştuğunu    göreceksiniz. Etkilidir; ancak çevresi hep karanlıktır. Tüm yetkileri hep elinde utmak isteyenlerin durumu böyledir. Elinize bir mum alın, ışığının uzağa gitmediğini görseniz de çevrenizin aydınlandığını göreceksiniz. Bu ışık yalnızca size değil herkese yol gösterecektir.

Dilerim bu ülkenin Atatürk’le başlayan, bilime, uygarlığa doğru yöneldiğimiz yolu, laik, bilgili, akılcı ve munis yöneticiler aydınlatır…

Prof. Dr. Ali Demirsoy : Paralel yapı


Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma,
siyaseten ortadan kaldırılmalıdır;
çünkü iki cambaz bir ipte oynayamaz


Prof. Dr. Ali Demirsoy

Fizikte dalgalar anlatılırken dalgaların aynı frekansta bir biri üzerine bindirildiğinde oluşturdukları yıkıcı gücü açıklayabilmek için çoğunluk şöyle bir örnek verilir:

Bir asma köprüde, birçok kemanın aynı zamanda aynı frekansta ses çıkaracak biçimde yayları çekilirse, bir zaman sonra köprü yıkılır. Çünkü aynı frekansta oluşturulan dalgalar her nota vuruşunda belirli bir itme gücü meydana getireceği ve bir öbürü ile üst üste binerek güçleneceği için, köprü neden yapılı olursa olsun yıkılır. Eğer farklı sesler çıkarılırsa, dalgaların bir bölümü öbür dalgalarla girişime uğrayarak söner ve yıkım önlenir. Bu fiziğin temel kurallarından biridir.

Aslında daha iyi anlayacağımız bir örnek daha var: Lazer, aynı kaynaktan çıkan ışın demetlerinin paralel bir konuma getirilmesiyle oluşturulur. Doğal ışın kaynaklarından çıkan ışınların bir bölümü biraz erken ya da biraz geç çıktıkları için dalgaların şişkin oldukları yerlerde birbirlerini söndürürler. Böylece bu tip ışınlar çok uzaklara gidemez; yıkıcı etki de gösteremez. Eğer ışınlar aynı kaynaktan çıkıyorsa ve birbirine paralel bir düzenleme ile bir araya getiriliyorsa, bu ışınlar buradan Ay’a dek saçılmadan gidebilirler; yalnızca birkaç kalem pilden enerjilerini alsalar bile, bir noktaya o denli yoğunlaştırılabilirler ki, kalın demiri bile kesebilirler. Yakarlar, yıkarlar;
bu nedenle lazer göstergeçlerini retinamızı tahrip etmesin diye gözümüze tutmaktan kaçınırız. Lazer ışınları iyi işlerde de yıkıcı işlerde de başarıyla kullanılabilir. Bu niyete bağlıdır.

Paralel ışınların fiziğin bir kuralı olarak aynı kaynaktan çıkması gerektiğini söyledik. Paralel yapılanmanın en önemli özelliği şu ya da bu şekilde ortak bir noktadan besleniyor ya da beslenmiş olmalarıdır. Şu anda Türkiye’de paralel bir yapılanmanın olduğu yetkililerce akşam-sabah söylenmektedir. Bu yapının koruyucusu ve akıl babası olarak da malum ülke gösterilmektedir. Doğru olmaması için bir neden gözükmüyor. Ancak şu anda yönetimin başında bulunanların, daha yönetime gelmeden, ayaklarının altına kırmızı halı serilerek Oval Ofis’te ülkesinin yetkililerinden uzak, emperyalist olarak bilinen bu ülkenin başkanı ile baş başa görüşmeler yapmış olması, şu anda gündemde olan paralel yapının öbür bileşeninin hazırlanması olarak akla gelmektedir. Çünkü paralel yapıda iki bileşen
yan yana olmak zorundadır. Belli ki iki bileşen bir yerlerde senkronize (AS: eş zamanlı kılındı) edildi (uyumlu hale getirildi) ve belirli çevreler ve emperyalist ülkeler için tehdit olarak algılanan kuruluşların üzerine tutuldu.

Hiç kimsenin daha önce kestiremeyeceği bir biçimde, yıkılmaz, yanaşılmaz, eleştirilemez, kolay kolay alt edilemez kurum ve kişilerin üzerine tutularak yakıldı ve yıkıldı. Bunun siyaset tarihimizdeki ismi, başta bağımsız ülke özlemi içinde olan, terör için bizzat emek vermiş askeri zevata, kişilikli bilim adamlarına, yazarlara, sanatkârlara yönlendirildi. Bunlara çeşitli adlar takıldı:

Balyoz, Ergenekon, Casusluk…

Bu kurumların ve kişilerin belleri kırıldı. Bu yıkım için yasal zeminin hazırlanması yöneticilere, belge ve delil yaratılması ile yargılama süreçlerinin yürütülmesi öbür bileşene bırakıldı. Çok uyumlu bir çift olarak gerekli yıkımı yaptılar. Bunu tarih çok daha açık bir şekilde yazacaktır.
Ancak yüzyıllar ötesinden gelen bir atasözümüzün gereği olarak bu paralellik uzun süremedi: İki cambaz bir ipte oynamaz. Sıcak kestaneler maşa kullanılarak sahneden uzaklaştırılmıştı. Öbür bileşen bu aşamadan sonra tehlikeli olabilirdi. Çünkü öbür bileşenin oluşturulma nedenini ve nasıl kullanılabileceğini en iyi kendisi (paralelin öbür bileşeni) bilebilirdi. Ne de olsa aynı memeden süt emmişlerdi. Bunun için öbür bileşenin düzeninin bozulması gerekiyordu. Dershanelerden başlayarak, atamalar, okullara baskınlar, iş yerlerinin sürekli denetimleri, cezalar, bu bileşenin içinde olduğu bilinen ya da varsayılan kişilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve
en üst yönetimin kürsülerden açık açık bu teşkilatın okullarına öğrenci verenleri tehdit etme, bankalarına devlet kaynaklarının esirgenmesi,
yayın organlarına devlet reklam desteğinin kaldırılması ve onlarca önlem ile saldırı başlatıldı. Paralel bileşenin birinin cumhurbaşkanı, başbakanı, komutanı ve devleti oluşturan belirli makamlarda temsilcileri yoktu. Dolayısıyla gücü, yalnızca organizasyonu ile sınırlıydı; öbürünün gücü yasal konumu ve yetkili yerleri elinde bulundurmasından kaynaklanıyordu.
Sancılı süreç böylece başladı…

Paralel yapılar oluşturma, sanatta, ticarette, askeriyede, sosyal organizasyonda yararlı sonuçlar doğurduğu batı dünyasının kol kola girmiş ülkelerinde gözleniyor. Çünkü dinde yapmış oldukları reformlar ile bilimi ve analitik düşünceyi eğitimlerinin vazgeçilmez unsuru yaptılar. Ancak,
dogma ile yoğrulmuş, korkularla yetiştirilmiş ve her şeyi tehdit olarak gören toplumlarda bu paralellik -en çok ortak kısa erimli- çıkarları sürdükçe bir arada tutulabiliyor. Bu nedenle İslam ülkelerinin hiçbirinde tüm çabalara karşın ortak bir strateji belirlenemiyor.

Aslında böyle bir paralel yapının oluşturulmasına izin veren ve bu oluşuma yıllarca göz yuman hatta destek veren yönetimlerin ihaneti unutulur gibi değildir. Nitekim 27.07.2014 tarihinde bir zamanların Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamasına göre, “Paralel yapıdan bahsederek bugün bize yarın size” diyerek Başbakanı uyarmasına karşın, paralel yapının savcısı olduğunu övünerek kürsülerde haykıran Başbakan, Ordu’nun değerli subaylarının, onurlu rektörlerin, parti başkanlarının, yazarların bir çeşit linç edilmesine ve feryatlara seyirci kalmış;
ta ki paralel yapı başbakanın oğluna uzanana dek.

Bir yıl önce, yönetimin tam kadro katıldığı törenlerde bu yapılanmaya övgüler dizilirken, bir yıl sonra nefret kusulması çoğu kişi için anlaşılabilir değildir. Birçoğu, bu nefretin, yönetimin başındakilerin ve çocuklarının söylenen ve görüntülenen yolsuzluklarını, bir zamanlar Balyoz ve Ergenekon davalarındaki yöntemlerle servis edilmeye başlanmasına tepki olduğu söylense de, iki cambaz bir ipte oynayamadığı için bu paralellik bozulmuştur. Geçmişte devlet kadrolarını ve kritik makamları ele geçirmek için aralarında su sızmayan bir ortaklık kurulmuştu. Eğitimde başarısıyla öne çıkan, siyasi bir yapılanma göstermeden devletin kadrolarını sinsi sinsi ele geçiren bir bileşen öbürünün işine çok yarayabilirdi; ne de olsa aynı ananın çocuklarıydı.

Türbana özgürlük diye ortak bir sloganları da vardı. Ancak devlet gücünü ele geçiren siyasi bileşenin (kanadının) bu kadrolaşmadaki bu ortaklığa gereksinmesi kalmamıştı; bu ortaklığı bir tehdit olarak görmeye başlamıştı. Türban devletin resmi giysisi durumuna geçince etkinliğini yitirmiş oldu; bunun üzerine taraflar hizmet sloganı ile gemiyi yürütmeye çalıştıysalar da. İki cambaz bir ipte oynayamadığı için, birinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Paralel yapılanma tanımı böyle ortaya çıktı. İşin ilginci bu ortaklığın ikizinden biri bu tanımı yaparak öbürünü yok etmeye çalışmasıdır. Çeşitli itham ve suçlamalarla, devlet baskısıyla bu birliktelikteki bir kesimin ışınlarının demet oluşturma gücü söndürülmüş olabilir; ancak öbürü hala tüm diriliğiyle, üstelik devlet olanaklarını arkasına almış olarak devam etmektedir.

Biz yeniden ışınlarımıza dönersek, lazer ışınlarının paralellik (ortaklık) bozulmadığı sürece sonsuza dek aynı güçle iletildiğini biliyoruz. Ancak dalgaların birinde meydana gelen bir frekans farklılığı sönmelere neden olur. En önemlisi ise paralel olduklarında farklı bir ortamdan geçerken ya da bir kristal üzerine düştüklerinden aynen yollarına devam ederken, paralel ışınların birinde meydana gelen bir frekans değişikliği, onların yolunun ayırımına neden olur. Örneğin üçgen şeklindeki bir kristal üzerine düşen beyaz ışınların farklı renklere ayrılması gibi. Açıkça birlikte seyir eden bu ışınlar yolsuzluk ve rüşvet denen tarihi bir hesaplaşmaya rastlatılmasaydı yıkım yoluna devam edecekti.

Ancak başbakana yakın kristalin üzerine düşmesiyle tayflarına ayrıldı. Renkler ortaya çıktı. Bu aşamada kim kimin paraleledir yorumu ya da tartışması yapmak da anlamsızdır. Paralel yapı olabilmesi için bir birinin aynı olan iki dalganın aynı zamanda aynı ortamda bulunması gereklidir. Durum öyleydi. Buradaki en önemli araştırılması ve açığa çıkarılması gereken, bu paralel yapının frekanslarını farklılaştıran güç neydi? Hükümet ve devlet olamazdı. Çünkü zaten kol kola yıkıcı eylemlerini gerçekleştirdiler (idamla yargılanan yüzlerce insanın bugün dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesi bunun çok açık kanıtıdır). Bu ışınlardan birinin ortadan kaldırılması gerekirdi; çünkü ikisi aynı ortamda sürseydi, fizikte girişim olarak bilinen sönme olayı ile her ikisi de ortadan kalkacaktı. Biri şu anda devletin olanaklarını kullandığı ve devletin resmi hükümeti olduğu için ayakta kalmalıydı.

Dolayısıyla geçmişiyle, yaşanan ahlak, hukuk ve insanlık dışı uygulamalarıyla bu paralelliğin ortadan kalkması gerekirdi; ölüm kalım savaşı böylece başlatılmış oldu. Ancak, bu paralel yapıyı (her iki ışını) tasarlayan, ülkemize musallat eden gücün kim olduğunu belli ki sadece başbakanımız bilebilir. Hiç kimse bu bakımdan muhalefetten bir açıklama bekleyemez ve onları da sorumlu tutamaz. Geçmişte talimatların Pennsylvania ya da Oval Ofisten alınmış olması durumun ahlaki ya da hukuki anlamını değiştirmez.

Dünya siyaset tarihine geçecek eylemleri de bu paralel yapı hengâmesinde öğrendik. Bir zamanlar hukuka, ahlaka, insanlığa, demokrasiye aykırı eylemler yaptığı söylenen insanlar; kaderin cilvesine bakın ki aynı yöntemlerle gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, aynı hukuksal işlemlerden geçiriliyorlar. O gün çığlıkları ve yakınmaları duymayanlar; bu gün aynı çığlıkları kendileri atıyor. Paralellik en az bu eylem benzerliğinde sürüyor. Ne yazık ki hukukun, demokrasinin, insani değerlerin, vatan millet kavramlarının zayıflatıldığı bir ülkede insanlar sağır olurlar; haklıyla haksızı ayıracak erdemlerini yitirirler.

Cumhurbaşkanı seçimlerinde, adaylardan birinin, Anayasamızda yazılı olmayan yetkilerin dışındaki yetkileri kullanacağını ve Anayasa gereği tarafsız olması gerektiği halde taraflı olacağını beyan etmesi, filtreleri yerle bir edilmiş eldeki senkronize (AS: eşanlı) gücün bu güne kadar olduğu gibi, bundan sonra da nasıl kullanacağının ipuçlarını vermektedir.

Elinize bir lazer tüpü alın ve karanlığa tutun, yalnızca size yol gösterecek, yalnızca size yarar sağlayacak ince uzun bir ışık demetinin oluştuğunu göreceksiniz. Etkilidir; ancak çevresi hep karanlıktır. Tüm yetkileri hep elinde utmak isteyenlerin durumu böyledir. Elinize bir mum alın, ışığının uzağa gitmediğini görseniz de çevrenizin aydınlandığını göreceksiniz.
Bu ışık yalnızca size değil herkese yol gösterecektir.

Dilerim bu ülkenin Atatürk’le başlayan, bilime, uygarlığa doğru yöneldiğimiz yolu, laik, bilgili, akılcı ve munis yöneticiler aydınlatır…

  • Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma, siyaseten ortadan kaldırılmalıdır; çünkü iki cambaz bir ipte oynayamaz.

Ancak toplumun da öbür cambazın bir gün ayaklarını yere bastırması gerekir. O gün geldi… (31.7.2014)