Etiket arşivi: Öner Yağcı

Bugünün sanatçısı

Öner Yağcı
Öner Yağcı
04 Şubat 2023 Cumhuriyet

 

Bugünün dünyası iç açıcı değil.

Toprağıyla, havasıyla, deniziyle, ormanıyla, ırmağıyla, gölüyle, sokağıyla, binasıyla kirletilen, çöplüğe dönüştürülen dünyaya kan, vahşet, saldırganlık, zorbalık, savaşlar ekleniyor.

Canlıların yaşam alanı kalmıyor.

Bu çöplükten insan da duyguları, düşünceleri, düşleri, inançları ile payını alıyor.

Her şeyin alınıp satıldığı, değerinin parayla ölçüldüğü bir dünyada insani olan ne varsa kültür, sanat, aşk, sevgi, dostluk tüketiliyor.

“Çocuklarımızdan ödünç aldığımız” geleceğimiz karartılıyor, oysa onların hakkı böyle karanlık bir dünya değil.

Sabahattin Ali, “İnsan olmak dokunuyor haysiyetime” demişti.

Yaşar Kemal, “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa…” diye tanımlamıştı bu gerçeği.

YARALAYAN TABLO

Korkutan, yaralayan, kanayan bu utanç tablosunu gören sanatçı ne yapar?

Bunu görmek, sanatçının yüreğini burkup onu allak bullak etse de o, çöpün, kanın üzerinde uygarlığını sürdüren insanlığın her şeye karşın dünyayı güzelleştirebileceğini düşünür.

Dünyaya bakınca gördüğü bu tüketilme ve savaş görüntüleri, sanatçıya aşması gereken zorluğun ne denli büyük olduğunu gösterir.

Karşı karşıya olduğu gerçeklik, insanın dünden getirdiği bir sorumluluk olarak kapısını çalmaktadır.

  • Bir sanatçının,
    insanlığın temellerinin bombalamasını görmesinin verdiği hüzün korkunçtur.

Ve insanlık ve “insanın doğaya eklediği bir şey” (Alain) olan sanat bunu hak etmedi.

YENİ BİR GERÇEK YARATMAK

Bu utançla yaşamak istemez sanatçı.

Bu gerçeği insanlığın kaçınılmaz yazgısı olmaktan çıkarmak ister.

Çünkü özgürlük savaşımı bitmez, insan da sanat da tükenmez.

Sanatçı, yeni bir gerçek yaratabilmek için, çaresizliğe aman vermeyen düş gücünün sınırsızlığından alır gıdasını.

“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk, kardeş olarak yaşamayı” diyen Martin Luther King, “…Şu anın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir hayalim var benim” der.

“İnsan soyunun, müspet bilimler doğrultusundaki, en bağımsız koşullar içinde, en mutlu olmasını isteme çabası… İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat…” der Orhan Kemal.

SANATÇININ GÖREVİ

Sanat, özgürlüğün kardeşi, zamanı aşan bir ölümsüzlük arayışı, insandan, yaşamdan yola çıkıp insanlığa ulaşmanın değerli silahıdır.

Aziz Nesin,

  • “Benim zenaatim yazmak…/ Benim zenaatim kavga / Ekmek için / Barış için” demişti.

Yaşamın ve zamanın dayattığı görevi “yeni bir dünya yaratmak” (Charlie Chaplin) olan sanatçı, yeryüzünden kötülüğün silinmesine katkıda bulunmak için günün yanlışlarını cesurca ortaya koymak, çirkinliklerden arınmış bir yarın arayışının düşçüsü, çağrıcısı olmak zorundadır.

“Anadolu” adlı şiirinde ne demişti Ahmed Arif :

… Dayan kitap ile
Dayan iş ile,
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile…

Türkçeyle özdeşleşme

Öner Yağcı
Öner Yağcı
12 Kasım 2022 Cumhuriyet

 

Tıp fakültesi öğrenciliğini bırakıp Antep savunmasına katıldı Ömer Asım Aksoy (1898-30 Ekim 1993).

Cumhuriyet’ten sonra İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirip Cumhuriyet savcılığı, avukatlık, öğretmenlik, Halkevi ve CHP il başkanlığı, milletvekilliği yaptıktan sonra Türk Dil Kurumu’na girdiği 1941’den başlayarak yaşamı Türkçeyle, Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi’yle dolu düşünsel üretimle geçti.

DİL GERÇEĞİ VE ÖZLEŞTİRME DURDURULAMAZ

26 Eylül Dil Bayramı’nı 

  • “Türk dili üzerinde egemenlik kurmuş olan yabancı dil ordularını, ulusal dilimizin sınırları dışına çıkarma atılımımızın başladığı gündür.”

diyerek Kurtuluş Savaşımızın vazgeçilmez parçası olarak gören Aksoy, Dil Devrimimizin ustasıydı.

Adına, ailesiyle birlikte Dil Derneği’nce 1995’ten beri verilen “Ömer Asım Aksoy Ödülü”nü bu yıl Sırça Kanatlar (Sel Yayınları) adlı öykü kitabıyla Derya Sönmez aldı.

Aksoy’un, alanındaki en değerli yapıtlardan olan Atasözleri Sözlüğü ile Deyimler Sözlüğünü yeniden sunan İnkılâp Kitabevi, iki klasik yapıtını daha yayımladı:

  • Dil Gerçeği ve Özleştirme Durdurulamaz.

Aksoy, bu kitaplarda dilin yaşamdaki yerini ve önemini, Türkçemizin erdemini ve gücünü, dil sevdasını, Dil Devrimi’nin niçin zorunlu olduğunu bilimsel ve yaşamsal gerçekler ışığında anlatıyor.

DİL SAVAŞIMI

“Bireysel ve toplumsal kimliğimizin kumaşı, içine doğduğumuz dilin tezgâhında dokunur…” diyen yakın dostu Emin Özdemir’in “Türkçeyi vatanı kabul edip yaşamı boyunca onun sınırlarında nöbet tuttuğunu” söylediği Aksoy, TDK Genel Yazmanı olarak sürdürdüğü ömrünü Dil Devrimimizin anlatılmasına, dil savaşımına adadı.

  • “Sen, öz dilini yüzyıllar boyunca hor gör, işletme, unuttur; sonra da suç onunmuş gibi, ‘ne yapalım, dilimiz fakirdir, yetersizdir, yabancı sözcükler kullanmak zorundayız; şu yabancı sözcüğün Türkçesi var mı?’ diye bir savunma yap ve kendi dilini geliştirmeye çalışacak yerde, yabancı sözcükler kullanmayı sürdür. Ulusçuluk bunun neresinde?” 

diyen Aksoy, özleştirmenin niçin durdurulamayacağını açıkladı.

DİLİN YOLUNU AÇMAK

Dilin gelişmesi konusunda çok tartışılan konuyu noktaladı:

  • “Dil kendi haline mi bırakılmalı, onun gelişmesine yön ve hız mı verilmeli? İnsanlar, yaşayışlarında yeri olan hangi olayı ‘tabii şekilde gelişme’sine bırakmıştır? Toprağı gübrelemeye, ağacı aşılamaya, çocuğu eğitmeye, hastaya ilaç vermeye, toplumu yönetmeye ne için gereklik görüyorsak dile yön ve hız vermeye de onun için gereklik görüyoruz.” 

Dil savunmasız bırakılamaz, bozulmalara açık hale getirilemez diyen Aksoy’a göre, dilin gelişmesi, tıpkı bir hastanın iyileşmesinin gözlenmesi gibi izlenmeli, dile zarar verebilecek her türlü yaklaşım özenle dilden ayrıştırılmalıdır.

Yeni bir kavramı karşılayacak sözcükler dilin kurallarına uygun biçimde seçilmeli, yabancı dillerin saldırısına uğramış olan dilimize yeni yabancı sözcüklerin girmesi engellenmelidir.

TÜRKÇE BİR HAYAT

Dilimize Tarama Kolu başkanı olarak Halk Ağzından Söz Derleme Sözlüğü (12 cilt) ve Tarama Sözlüğünü (8 cilt) armağan eden Aksoy, yaşamını adadığı Dil Devrimi’ni çoğu klasikleşen ve sayısı 60’ı bulan yapıtında anlattı:

Dil Yazıları, Gelişen ve Özleşen Dilimiz, Atatürk ve Dil Devrimi, Dil Yanlışları, Yine Dil Yanlışları, Halkevi Konuşmaları, Anayasa Sözlüğü

TDK’nin Ömer Asım Aksoy Armağanı (1978) adlı bir kitap çıkardığı Aksoy’un “Yaşadığım çağın ve yaşamımın bilançosu” diye sunduğu Türkçe Bir Hayat (YKY), onun (AS: O’nun) saydamlık, özveri, çalışkanlık, titizlik, yalınlık gibi değerlerle örülmüş anlamlı savaşımının özyaşamöyküsü ve 95 yıllık bir çağ tanıklığıdır.

Sağlık emekçileri deyince…

Öner Yağcı
08 Ağustos 2020 Cumhuriyet

Geçen hafta adlarını yazmadığım için, TTB’de 1995-96’da başkan olan Doç. Dr. Özen Aşut ile 2010-12 yıllarının başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu’ndan hoşgörü dileyerek sağlıkçılarımızın dur durak bilmeyen savaşımını anımsadım.

Yaşamın her alanında, toplumsal savaşımımızın tarihinde, coğrafyamızın her yerinde vardı onlar. Ceyhun Atuf Kansu’yu, işyeri hekimliğinin öncüsü Engin Tonguç’u, Sivas katliamında canı alınan arkadaşım Behçet Aysan’ı düşündüm. Gençliğimin Ankarası’nda Tabip Odası başkanlığı yapan, asistanken ÜNAS (Üniv. Asist. Send.) ve TÜMAS’ın (Üniv., Akad. ve Yüksekokul Asist. Bir.) kurucularından Dr. Ergin Atasü ile Milliyet’te yazılarını okuduğumuz Dr. Turhan Temuçin geldi aklıma. Aramızda değiller şimdi. Okumaya devam et

Hekime saldırı yaşama saldırıdır

Hekime saldırı yaşama saldırıdır

Öner Yağcı
Cumhuriyet, 01 Ağustos 2020

Koronayı ve virüsü fırsat bilen baskıcı düzencilerin gemi azıya aldığı günlerde tüm sağlıkçılar zorlu bir savaşım veriyor. Mesleklerinin gereği insanları, sağlığı korumak için uğraşırken yaşamı özgürleştirme savaşımının da ön cephesinde özverileriyle yer alıyorlar.

Bu, tıp tarihimizin özünden gelen bir nöbetin devralınışıdır.

Yakın tarihimizde hekimler

Hekimler, özgürlükler konusunda her zaman öncü oldu.

1897’de Abdülhamit, kendisine başkaldıran birçok hekim ve tıbbiye öğrencisini Fizan’a sürdü. Tıbbiyeliler, okullarının odunluğunda kurduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti (1892) ile padişahlığı sarstı, 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanını sağladı.

Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde adını duyuran bir askeri tıbbiye öğrencisiydi (Tıbbiyeli Hikmet-B. Suat Çağlayan-2019).

Balkan ve Çanakkale savaşlarının Tabip Yüzbaşı, 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) kurucusu, 1920’de TKP Merkez Komitesi üyesi, 1945’te Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kurucusu, 1951’de TKP Genel Sekreteri olan Dr. Şefik Hüsnü (Aydınlık İçinde Dr. Şefik HüsnüGökhan Atılgan, 2020) ile “Eski tüfek” Dr. Hikmet Kıvılcımlı (Hikmet Kıvılcımlı Hayatı ve Eserleri, Tarkan Tufan, 2008, Dr. Hikmet: Savaşçı Bir Hayat 1902-1971, Cenk Ağcabay, 2015) ülkemizde sol muhalefetin önemli önderleriydi.

Türk Tabipleri Birliği (TTB)

Hekimleri temsil eden, hekimlerin haklarını ve hekimlik ahlakını korumayı, tıp eğitimine katkıda bulunmayı, halk sağlığını geliştirip yaygınlaştırmayı amaç edinen meslek örgütü TTB, 1953’te İstanbul’da kuruldu. Doç. Dr. Ahmet Rasim Onat’ın başkanlığında (1953- 61) DP hükümetinin baskılarına karşı koydu.

(Dr. A. Saltık : İstanbul Tabip Odası, 11 Nisan 1928 tarihli Tababet ve Şubatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 14. maddesine dayanarak 6 Mart 1929’da kabul edilen Etıbba Odaları Nizamnamesiyle kuruldu. O dönem 9 Etibba Odası kuruluyor, bunlardan 3. Mıntıka Etıbba Odası da İstanbul‘da… 1953’te 6023 sayılı yasa ile kurulan, üst ya da çatı örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’dir..)

TTB’nin 1966’dan 12 Eylül 1980’e dek uzun bir dönemine damgasını vuran başkanı, seçildiği kongredeki konuşmasında “Hekimlik gerçeği ile memleket gerçeklerini birlikte değerlendirerek başarıya ulaşılacağını, hekim özlük hakları ve halk sağlığının tam sağlanmasına çalışacaklarını” belirten Dr. Erdal Atabek’ti.

Birlik, genel sağlık sigortası, grevli toplusözleşmeli sendika, insan hakları, demokratik üniversite, silahlanma karşıtlığı, 1 Mayıs hakkı konularında başarıyla savaşım verdi. 1979’daki kongrede, “günümüzün en yakın sorunu olarak tüm demokrasi güçlerinin faşizme, emperyalizme, şovenizme karşı güç ve eylem birliğinin sağlanmasının ertelenmez bir görev olduğu”, demokratik haklar ve özgürlükler, halk sağlığı, hekim hakları, tıp eğitimi ve sağlık hizmetinin denetiminin öncelikli olduğu belirlendi. (23 Mayıs 1980 günü sayman Dr. Sevinç Özgüner evinde faşistlerce öldürüldü.)

  • 12 Eylül döneminde TTB kapatıldı, yönetim 141-142’ye muhalefetten Diyarbakır’da yargılandı.

1980’lerden bugüne

1983’te Ankara’ya taşınan TTB’de ertesi yıl Prof. Nusret Fişek başkan oldu. 1985’te ölüm cezasına, 1986’da işkenceye, 1991’de Körfez Savaşı’na karşı açıklama yapan yönetimler hakkında dava açıldı. 1987-88 yıllarında yoğun hekim eylemleri oldu.

1990’lı ve 2000’li yıllarda Dr. Selim Ölçer, Dr. Füsun Sayek, Dr. Gençay Gürsoy dönemlerinde TTB, demokratik, etik ve bilimsel değerlere uygun, her zaman emek güçleriyle birlikte hareket eden, insan hakları konusunda aktif tutum izleyen bir çizgi izledi. “Herkese eşit, ücretsiz sağlık ve iş güvencesi” istedikleri için yargılanırlarken Dr. Sayek, “Dünyanın en güzel suçlularıyız” dedi.

TTB, Dr. Özdemir Aktan, Dr. Beyazıt İlhan, Prof. Dr. Raşit Tükel ve şimdiki başkan Prof. Dr. Sinan Adıyaman yönetimleriyle direnmeyi sürdürürken inatla halk sağlığını öne çıkarıyor.
***
Prof. Dr. Kayıhan Pala, insan sağlığını ve yaşamı her şeyin üstünde tutan bu tarihsel özün nöbetini devralmış gerçek bir hekimdir.

Tıbbiyeli Hikmet

Tıbbiyeli Hikmet

Öner Yağcı
Cumhuriyet
, 16.3.19

Tıbbiyeli Hikmet, Askeri Tıbbiye delegesi olarak gittiği Sivas Kongresi’ndeki bağımsızlıkçı tavrıyla tarihe geçen, öğrenciyken Kurtuluş Savaşı’na katılan, Ankara’da tifüs aşısının ilk üretimlerine katılıp aşıyı kendisinde deneyen, gençliğin, hekimliğin kıvancı Dr. Hikmet Boran’dı (1901-1945).
Geçen yıl Balıkesir Tabip Odası’nın düzenlediği Atatürk’ten Tıbbiyeli Hikmet’e: Bir Ulusun Kurtuluş Destanı konulu toplantıya birlikte gittiğimiz dostum Dr. Nedim İnce, Savaştepe’de 2017 Tıp Bayramı’nda Sıtkı Akkay ve Tıbbiyeli Hikmet Parkı açıldığını söyledi. Bu, anlamlı bir sahiplenme örneğiydi. Hikmet’in kongredeki konuşmasının ve Mustafa Kemal’in yanıtının kaidede yer aldığı bir büstün de Tabip Odası’nın çabasıyla açıldığını öğrenmiştim. Açılışta, Oda Başkanı Dr. Necdet Uçan, “Tıbbiyeli Hikmet Savaştepelidir. Hepimizin bildiği sunucu Orhan Boran’ın babasıdır” demişti.
“Savaştepe” deyince aklıma oradaki Köy Enstitüsünün müdürü, Büyük Oğul Efsanesi’nde “Çanakkale ve Suriye cephelerinde savaşan, ateşi ve ihaneti gören delikanlı” diye yazdığım Sıtkı Akkay gelirdi.

Tıbbiyeli Hikmet’in romanı

B. Suat Çağlayan’ın Tıbbiyeli Hikmet romanını merakla, coşkuyla okudum.
Posta-Telgraf memuru, Kafkasya göçmeni Safer’le Melahat’ın çocuğu Hikmet, Kilesun’da (Savaştepe) ortaokulu bitirince Balıkesir Lisesi’ne kaydolur. Orada “Özgürlüğün Kâbesi” Selanik’ten gelen sınıf arkadaşlarından Balkan bozgunuyla ilgili birçok şeyi öğrenir. En iyi arkadaşı Tahir’i görmeye gelen kız kardeşi Zeliha ile tanışır ve aralarında sıcaklık başlar. (Hemşire Zehra’yla inişli çıkışlı ilişkileri roman boyunca sürer.) Çanakkale’ye giden, aralarında Tahir’in de olduğu Balıkesir Liseli 16 çocuğun şehit olduğu haberi gelir. Hikmet, Askeri Tıbbiye’ye girer, orada en iyi arkadaşı (ileride kız kardeşi Nimet’le evlenecek olan) Yusuf olur.
İşgal altındaki İstanbul’da yurtsever edebiyatçı Hayriye Melek’le Hikmet’in sohbetleri roman boyunca sürer. Askeri Tıbbiye Müdürü Doktor Yarbay Hulusi Bey (Parmaksız Talat) ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Akil Muhtar Bey’in, Tıbbiye’deki yurtsever çalışmaları da roman boyunca aktarılır.
Okulun en etkin öğrencisi Hikmet, delege seçilir ve resmi üniformasıyla gittiği Sivas Kongresi’ndeki sözleriyle iz bırakır:

  • Paşam, delegesi bulunduğun Tıbbiyeliler, beni buraya bağımsızlık davamızı başarma yolundaki çalışmaya katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, her kim olursa olsun karşı koyar ve onları kınarız. Olmayacak şey ama… manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi bile reddeder, ‘Mustafa Kemal vatan kurtarıcısı değildir’ deriz.”

Mustafa Kemal’in yanıtı kongrenin noktasıdır: 

“Evlat müsterih ol… Gençlikle kıvanç duyuyor, gençliğe güveniyorum.
Biz azınlıkta
 kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez:
Ya bağımsızlık
 ya ölüm!”

Hikmet’in sonraki yaşamında İbrahim Tali, Sakallı Celal, yurtsever sanatçı Münevver Sedar’ la ilişkilerinin izleri derindir. Mazhar Müfit’in, savaştan sonra Tıbbiyeli Hikmet’i soran Mustafa Kemal’in, “öldü” yanıtını alınca, “Ne! O çocuk öldü ha!.. Çok üzgünüm arkadaşlar. Aldığım kötü bir haber nedeniyle yemeğe devam edemeyeceğim…” diyerek sofrayı terk etmesini anlattığı tanıklığı da tarihten bir izdüşüm…
***
Sağlığa gönül verenlerin Tıp Bayramı kutlu olsun.
Bugün saat 14.00’te Niyazi Altunya ve Mustafa Gazalcı’yla Manisa’da, Eğitim-İş, Eğitim Sen ve YKKED şubelerinin düzenlediği İlköğretmen Okullarından Eğitim Fakültelerine konulu toplantıda olacağız.