Etiket arşivi: Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat)

ÇOCUKLARIMIZI KARANLIĞA TESLİM ETMEYECEĞİZ!

ÇOCUKLARIMIZI KARANLIĞA
TESLİM ETMEYECEĞİZ!

10 Aralık 2022

ÇOCUKLARIMIZI KARANLIĞA TESLİM ETMEYECEĞİZ! – İlerici Kadınlar Derneği (ilericikadinlardernegi.org.tr)

TARİKAT VE CEMAATLER DAĞITILSIN!

Geçtiğimiz günlerde İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G. 6 yaşındayken dini nikâhla “evlendirildiğini” ve yıllarca istismara uğradığını anlatarak şikâyetçi oldu. İstismarın basına yansıyan detayları (ayrıntıları) ve yargıya taşınan iddialar ülkemizin içine sürüklendiği karanlığın açık göstergesidir.

Ne yazık ki yaşanan bu istismar vakası ne münferittir (tekildir) ne de ilktir. Çocuk istismarı çok boyutlu ele alınması gereken hassas bir toplumsal sorundur. Öte yandan tarikat ve cemaat yapılanmalarında, bu yapılanmaların uzantısı olan okul ve kurslar ile yurtlarda çok sayıda cinsel istismar ve şiddet vakasının gündeme gelmesi tesadüf değildir. Karaman’da Ensar Vakfı yurtlarında, İzmir Dikili’de, İstanbul Ümraniye’de, Erzurum’da, Sakarya’da ve daha pek çok ilde tarikat okulları ve yurtlarında yaşanan istismar vakaları ortadadır. Basına yansıyan vakaların buz dağının görünen yüzü olduğunu tahmin etmek güç değildir.

Yaşananları pedofili olarak değerlendirmek ise gerçek sorunun üzerini örtmektir. Tarikat ve cemaatlerin sözde liderlerinin çocuk yaşta “evlilikleri” teşvik eden, kız çocuklarının eğitimden mahrum (yoksun) bırakılmasını öğütleyerek onları ‘tahrik’ unsuru, kadınları ‘et’ olarak nitelendiren vaazları ortadadır.

  • AKP iktidarı ile birlikte bu gerici zihniyet güç kazanmış bugün tarikat ve cemaatler
    devletin bütün kademelerine yerleşmiş, holdingleşmiş ve iktidar ortağı haline gelmiştir.

Laikliğin adım adım tasfiye edildiği, Anayasa’nın laiklik ilkesinin yok sayıldığı ülkemizde tarikat ve cemaatler kendi hukukunu icra etmektedir. Medeni Yasa yok sayılarak “dini nikâh” kılıfı altında şer-i hukuka zemin hazırlanmaktadır.

Bugün milyonlarca çocuk tarikat ve cemaatlere teslim edilmiş, her türlü gericiliğin pompalandığı bu yapılanmalar devletin yetkilerini de devralmıştır.

Çocuklarımızın geleceğinin tarikat ve cemaatlerin insafına terkedilmesine izin verilemez.

  • Hiranur Vakfı’nda yaşananları kınamak yetmez. Yapılması gerekenler bellidir :
  1. Devletin bütün kademelerine yerleşmiş, sosyal yaşamı adeta paralel hukuk ile tahakküm altına alan tarikat ve cemaatlerin egemenliğine son verilmeli, faaliyetleri yasaklanmalı, mal varlıklarına el konmalıdır.
  2. Özel kurum ve vakıflara bağlı “yatılı din eğitimi” yasaklanmalı, bütün “yatılı Kuran kursları” ve Anayasa’ya aykırı biçimde açılan ve faaliyet yürüten medreseler ile sıbyan mektepleri kapatılmalıdır.
  3. Hizmet ve yardımlaşma adı altında bütün özel kurum ve vakıfların kurduğu çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, dershaneler, sevgi evleri vb. devletleştirilmelidir. Yardım ve koruma hizmeti devlet tarafından konunun uzmanları ve eğitimcilerce sağlanmalıdır.
  4. Cemaat okulları, cemaat evleri, cemaat dershaneleri gibi bütün yasadışı ve gayri meşru “eğitim kurumları” devletleştirilmelidir. Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) sağlanarak parasız, laik ve bilimsel eğitim sistemi kurulmalıdır.
  5. Cemaat ve tarikatların “sivil toplum kuruluşları” olarak adlandırılan uzantılarının belediyeler ve hükümetler aracılığıyla topluma ve özellikle kadınlara yönelik “projeleri” ile “sosyal yardımlar” adı altındaki müdahaleleri sonlandırılmalıdır.
  6. Tarikat ve cemaat uzantısı kurumların Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı bütün protokoller iptal edilmelidir.
  7. Tarikat ve cemaat uzantısı olan kurumlara merkezi bütçeden ya da yerel yönetimler eliyle kaynak aktarılmasına son verilmelidir.
  8. Anayasa’nın laiklik ilkesini yok sayan bütün uygulamalara son verilmeli, laiklik amasız fakatsız tesis edilmelidir.

Adil Salih, Ressam
Afşin Burak Umar, Avukat
Ahmet Müfit Bayram, Yazar
Ahmet Saltık, Prof. Dr.
Akasya Kansu Karadağ, Dr., Hukukçu, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Alev Doğan, Gazeteci
Ali Güler, Tüm Yerel Sen Ankara Şube Mali Sekreteri
Ali Özgür Dedeoğlu, Eğitimci
Arzu Becerik, Avukat, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Danışma Kurulu Üyesi
Aslı Tanta, Avukatlar Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi
Ataol Behramoğlu, Şair
Aysel Tekerek, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Genel Başkanı
Ayşe Sarısu Pehlivan, Yargıçlar Sendikası Başkanı
Ayşegül İbici Oruçkaptan, Peyzaj Mimarı
Bengisu İçten, Avukat
Berkay Çelen, Avukat, Yeni Ülke Dergisi Yayın Kurulu Üyesi
Bilgütay Hakkı Durna, Avukat
Can Kayabal, Dr.
Candan Badem, Akademisyen
Cengiz Kılçer, Şair, Yeni Ülke Dergisi Yayın Kurulu Üyesi
Ceyda Cimilli, Avukat
Deniz Aslan Şenkal, Genel Sağlık-İş Denetleme Kurulu Üyesi
Deniz Çelik, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi – İzmir Temsilcisi
Deniz Hakan, Yazar
Derya Ulkat, Müzisyen
Ece Ataer, Yazar
Ekim İsmi – Yeni Ülke Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Ekrem Ataer, Sanatçı, Yazar
Emine Yıldırım, Avukat
Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek Genel Yayın Yönetmeni
Engin Ayça, Sinema Yönetmeni
Erendiz Sayron Atasü, Yazar
Ezgi Oral, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Fulya Durak, Avukat
Güldeste Dedeoğlu, Genel Sağlık-İş Denetleme Kurulu Sekreteri
Gülsen Tuncer, Sinema ve Tiyatro Sanatçısı, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Danışma Kurulu Üyesi
Gülser Han, Yazar
Gürseli Kara, Diş Hekimi, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Güvenç Dağüstün, Müzisyen
Haluk Tolga İlhan, Müzisyen
Hamide Rencüzoğulları, Gazeteci, Yazar
Hasan Aktaş, Eğitimci
Hasan Kırlangıç, İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası (İYİ-SEN) Genel Başkanı
Hülya Behramoğlu, Yazar
Hüseyin Çorlu, Bilses Vakfı ve SODEV Kurucu Üyesi
İbrahim Fikri Talman, Emekli Yargıç, Avukat
İlke Kızmaz, Müzisyen
İlker Cenan Bıçakçı, Prof. Dr.
İzge Günal, Prof. Dr.
Kemal Parlak – Sınıf Tavrı Sözcüsü
Korkut Boratav, Prof. Dr.
Kurtuluş Kılçer, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi
Mahmut Aslan, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Genel Sekreteri
Murtaza Demir, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Kurucu Başkanı
Nimet Çakılkaya, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi – Antalya Temsilcisi
Nuray Yenil, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Sekreteri
Onur Parlak, Avukat
Rıfat Okçabol, Prof. Dr.
Saadet Ülker, Prof. Dr., Türk Hemşireler Derneği Yönetim Kurulu Eski Başkanı
Savaş Karabulut, Dr., Mühendis
Selin Aksoy, Avukatlar Sendikası Başkanı
Semiha Özalp Günal, Yrd. Doç. Dr., İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Semra Pektopal, Birleşik Kamu İş 3. Dönem MYK üyesi
Serdar Şahinkaya, Yazar, 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu Koordinatörü
Serpil Güvenç, Yazar
Sertaç Canbolat, Çevirmen, Yazar
Sibel Altıntaş İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi – Gaziantep Temsilcisi
Sibel Özbudun, Yazar
Sinan Kaya, Ressam
Ş. Serap Çatalpınar, İTÜ Birlik Başkanı
Şükran Eroğlu, Avukat
Şükran Soner, Gazeteci, Yazar
Tansu Özcan, Akademisyen
Tülin Tankut, Yazar, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Danışma Kurulu Üyesi
Umut Kuruç, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı
Yaşar Yamaç, Tüm Emekli Sen Tunceli Şube Temsilcisi
Yeliz Toy, Eğitimci, Sendikacı, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Yeter Türkeş, Avukat
Yurdan Kaya, Sağlık Emekçisi, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Zülal Kalkandelen, Gazeteci, Yazar

​ZİYA SELÇUK BAKAN OLUNCA… EVDE BİR BAYRAM HAVASI! 

ZİYA SELÇUK BAKAN OLUNCA…
EVDE BİR BAYRAM HAVASI!
 

Konuk yazar : Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği – Öğretmen Dünyası Dergisi adına
Ankara, 12.07.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

8 Temmuz günü “yeni” dönemin “yeni” bakanları açıklanıp Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı yapıldığı öğrenilince nedenini biraz anlayabileceğimiz ılık rüzgârlar esmeye başladı ortalıkta, eğitimin dincileştirilmesinden, sistemin keşmekeşe dönmesinden canı yananlar için. 16 yıldır adım adım ders programlarının din odaklı bir çizgiye gelişi, yandaş kadrolaşma, özellikle 2012’deki 4+4+4 darbesiyle şahlanan imamhatipçilik furyasıyla gelen “dindar-kindar” amaçlı insan yetiştirme programı, eğitim iklimine epeyce kara bulutlar indirdi. İktidar kadrolarının pervasız söz ve eylemleriyle canı burnuna gelen laik ve bilimsel eğitim yanlısı Cumhuriyetçi-Atatürkçü-ilerici-liberal-sağ çizgideki yurttaşların içlerine bir ferahlık gelmesini belki bir an için anlamak gerekir. Çünkü cidden çok bunaltıcı bir ortam yaratıldı.

Ama böyle bir atamayla rehavete kapılmak için vakit çok erken. Çünkü…

Gemi azıya almış bir dinci-Osmanlıcı rüzgârın dört bir yanı kuşattığı ortamda, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer gibi AKP ideolojisinin prototipi sayılabilecek kişiliklerle, öyle olmasalar da “otomatiğe bağlanan” “dindar-kindar” fırtınası içinde fazla ses çıkarmadan suyun akışına uyan, bir sürü velvele koparken evrak imzacısı olma işlevlerini layıkıyla tamamlayan Nimet Çubukçu, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz gibi “evet efendimci” figürlerin üstüne “din”le ilgili bakışında ılımlı tutumlarından örnekler verilen Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı yapılması, ev sahibinin baskısı ya da hatırına yenmek zorunda kalınan tatsız tuzsuz yemeklerin üstüne nasıl olduysa en lezzetlisi sunulan kaymaklı kadayıf etkisi yarattı, beri tarafta.  Selçuk’un, göz önünde değilken çok az kimsenin dikkatini çeken, ama bakan olunca şimdi piyasaya sürülen Cumhuriyet-Atatürk çizgisine olumlu bakışı, Gezi sürecine ilişkin yaklaşımı, siyasal İslam’a karşı demokrasi vurgusu gibi öne çıkarılan kimi tutumları üstünden adeta bir bahar havası esmeye başladı.

Böyle olunca 24 Haziran seçimleri sonrası doğan “Külliye” odaklı “yeni”liğin içinde adeta bir kurtarıcı beklentisiyle karşılanan Prof. Selçuk’un kim olduğundan biraz söz etme gereği doğdu ister istemez. Çünkü bizdeki “balık hafızalı”lık da arada bir ve pek yüksünmeden başvurduğumuz biricik özeleştirimizdir.

Toplumu yakından ilgilendiren görevlerin başındaki kişileri, çoğu kez dünya görüşlerinden ayrı tutularak ille de mesleğin içinden gelip gelmediğine göre terazinin “iyi-kötü” kefelerine koyma, ona göre sonuca gitme davranışı çok olur, nedense. Örneğin eğitimin başındaki bir bakan öğretmen kökenliyse sorun yoktur, iyidir! Eğitimci değilse, yani en yakın örneklerden Nabi Avcı gibi iletişimci ya da İsmet Yılmaz gibi denizci, hukukçu filansa, yandık! Oysa bu inanışa uymayan sayısız örnek var eğitim tarihimizde. Cumhuriyetin öncü üç büyük eğitim bakanlarından biri, Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasasının çıkmasında büyük emekleri olan, Millet Mekteplerini yaşama geçiren Mustafa Necati, hukukçudur. Görevde bulunduğu kısa süre içinde açtığı okullar yanında 1933’teki Üniversite Reformunda imzası bulunan Reşit Galip, hekimdir. Millet Mekteplerinin, Eğitmen Kurslarının mimarı, kız ve erkek teknik öğretmen okullarının kurucusu Saffet Arıkan ise subaydır.

Meslekten geliyor olmak, ülke geleceğini aydınlatmaya yarayacak bir dünya görüşüyle kaynaşmamışsa, mesleğin içinden gelmiş olması neyi değiştirir!

Bugünlerde Prof. Dr. Ziya Selçuk’la estirilen bahar havasının gerekçelerinden biri olarak bu söyleniyor: Öğretim görevlisi, öğretmen yetiştiren bir üniversitede akademisyen olması.

Selçuk Kimdir?

Öğretmenliğiyle, akademisyenliğiyle ilgili bir araştırma ya da gözlemimiz yok. Alanının iyi hocalarından olabilir elbette. Konulara yaklaşımı, onları ele alışı, anlatım biçimi… çok iyi olabilir. Bunlar, eğitim sorunlarına/konularına bütüncül yaklaşım, çözümler geliştirmek için avantajdır elbette, iyi değerlendirilirse.

Ancak bizler Ziya Selçuk’u yeni tanıyor, onun eğitimle ilgili neleri yapıp neleri yapmadığını tümden bilmiyor değiliz ki… Bilenler bilir, Sayın Selçuk, mevcut iktidarın ilk Talim Terbiye Kurulu Başkanıdır. Mustafa Necati’nin Bakanlığı sırasında kurulan (1926) ve “eğitimin beyni” olarak bilinen bu birimde 2003-2006 arasında Başkanlık görevini yürüten Selçuk, anımsanacağı gibi o yıllarda “eğitimde devrim”(!) olarak sunulan “müfredat reformu”nun başındaki kişidir. 2005’te ilköğretim, 2006’da da ortaöğretim ders programlarını “ezbercilik bitiyor, yapılandırmacı eğitim geliyor, çoklu zekâ kuramına göre hazırlanıp uygulamaya konacak yeni ders programlarıyla artık araştıran, merak eden, sorgulayan, irdeleyen insan yetiştireceğiz” gibi bir dolu propagandayla piyasaya süren… Bunu da “küreselleşmenin ihtiyaçları” doğrultusunda yapmakla övünen, o süreçte Cumhuriyetin eğitim devrimleri için “Küreselleşmeye demode arabayla gidemeyiz” (Yeni Şafak, 26.09.2018) diyen kişidir.

Gerek Öğretmen Dünyası dergisinin 2005, 2006 ve 2007 yıllarına ait çeşitli sayılarında, gerekse Ulusal Eğitim Derneği yayını olarak çıkan Zeki Sarıhan imzalı Emperyalizm Ulusal Eğitime Meydan Okuyor (Mayıs 2005) ve Hüseyin Canerik imzalı Küreselleşmenin Eğitim Programı (Haziran 2005) adlı kitapçıklarda ayrıntılarıyla belgelendiği gibi, Selçuk, emperyalizmin “küreselleşme” ambalajlı, yeryüzünde Soros eliyle sürdürülen ulus-devlet yıkıcılığının Türkiye ayağını oluşturan türlü “sivil toplum kuruluşları”yla (ya da ünlü NGO’larıyla) el ele, kol kola, AB’den alınan hibeleri yabancı uzmanlara maaş olarak ödeyip “eğitimde devrim”(!) yapan bürokratımızdır!

Selçuk’un başını çektiği ve hatta onun eğitim ayağındaki büyük çabalarıyla 2007 sonbaharında “Avrupa Birliğine girişimizi” Ankara-Kızılay’da 101 pare havai fişek atışıyla kutladığımız günleri de anarak bir küçük ayrıntıya daha değinelim:

2006’da hazırlanan ortaöğretim ders programlarından biri olan; ne amaçla bölündüğü hâlâ bilinmeyen, geçen yıl ve bu kez yeniden neden birleştirildiği de bilinmeyen Türk Dili ve Edebiyatı derslerinin Türk Edebiyatı ve Türk Dili programlarını hazırlayan ekibin, gündüzleri programlar için, geceleri de aynı derslerin kitaplarını yeni döneme yetiştirmek için nasıl yoğun mesai harcadıklarını, okullar açıldığında da yasal gereklilikleri tamamlanmadan, ayrıca başka yayınevlerinin hazırlamasına fırsat verilmeden piyasaya sürülen bu kitaplarla kaldırılan hasadın hesabı o günden bugüne verilmeden, en azından bir özeleştiri bile yapılmadan, Selçuk’la ilgili olumlu değerlendirmeler gerçekçi olmaz.

Verilmek İstenen Mesaj Ne Olabilir?

Elbette o yıllardan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Okullardan Atatürk köşelerinin kaldırılmasını, “sınıfların duvarlarından o resimlerin indirilmesini” üyelik koşullarına ekleyen Avrupa Birliği fırtınası dindi. Küreselleşmenin uygarlaşmak için tek seçenek olduğunu ekranlardan, gazete köşelerinden toplumun beynine boca eden iç’li – dış’lı koronun sesi kesildi; o dalganın kuramcılarıyla avukatları bile yalanlarını itirafa durdular bir süredir. Yani takke düştü, kel göründü ve halkımızın AB ile ABD’ye bakışında ibrenin yönü değişti.

Durum böyleyken, var olan toplumsal iklimde, liberal eğilimleri ağır basan yeni Bakan üzerinden içeriye-dışarıya verilmek istenen mesaj ne olabilir?

Bir daha vurgulayalım      Kabul, Selçuk, iktidarın yarattığı İslâmcı imajla birebir örtüşen bir kişilik değildir. Ama en az bir o kadar göz ardı edilmemesi gereken bir olgu daha var ki, o da iktidarın özelleştirmeci yanıdır. 2002’lerde genel eğitim içindeki payı %2-3 dolaylarında olan özel okulların payı bugün %15’leri bulmuştur. Özellikle 4+4+4 yasasıyla “kolej” ambalajlı özel okullar hızlı bir artışa geçti ve bu artış, hızını kesmiş değil. Sayın Selçuk’un, sıkı kadrolaşmayla konumlanışını tamamlamış din odaklı içerik yapılanmasına yeni ayarlar vermek için değil, neredeyse başıboş yürüyen ve bir anda şişen özelleştirmeye daha planlı programlı bir düzen vermek için tercih edildiği kanısındayız. Buna, 16 yıldır liyakat yoksunu kadrolar elinde yerlerde sürünen eğitimi, bundan böyle, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen, öncekiler gibi İslamcı kimlik taşımayan, üstelik mesleğin içinden gelen bir bakan eliyle yürütüleceği izlenimi yaratma amacını ekleyebiliriz. Çünkü seçmenleri de içinde olmak üzere iktidara yönelen eleştirilerin başında eğitimdeki çöküş vardır.

Dileriz yanılırız, ama unutulmasın ki uzun süredir zaten evrak imzalamaktan öte yetkileri olmayan, bir gün sonra bile yukarıdan gelen hangi kararla karşı karşıya kalacaklarını kendileri de bilmeyen bakan örneklerini gördükten sonra, üstelik bütün yetkilerin tek kişide toplandığı bir sistem kurgusu içinde, bütün alanlarda olduğu gibi, eğitimde de bugüne kadar izlenen politikalardan farklı bir uygulama beklemek, boş bir avunma olur.

Bu metinle Sayın Selçuk’un geçmişteki uygulamalarından örnekler vererek bellekleri tazeleme gereği duyduk. Daha fazla bilgi için yazının başında sözü edilen kaynakların da içinde bulunduğu yayınlara bakılabilir. Sayın Selçuk, her şeye karşın, yine de bizleri şaşırtacak işler yapar mı?…  Bekleyip göreceğiz.
===================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneğinin genel başkanı ama bu sanını (unvanını) Derneği adına yazdığı makalesinde bile kullanmayan alçakgönüllü bir insan Sayın Nazım Mutlu’dan bu önemli yazıyı paylaşıyoruz… Sayın Mutlu, bizim de sürdürümcüsü (abonesi) olduğumuz 36 yıllık dergi (kurucusu Sn. Zeki Sarıhan dostumuz..) Öğretmen Dünyasının da yükünü omuzluyor son yıllarda..

Eğitim politikalarında gericileştirme – dincileştirme ve sonunda baklayı ağzından çıkaran Erdoğan’ın itirafıyla “DİNDAR ve KİNDAR”, “dinini ve kinini eksik etmeyen” kuşaklar yetiştirmek, AKP’nin en temel stratejilerinden bir olagelmiştir 16 yıldır.

  • Denebilir ki, ekonomi ile atbaşı giden, belki daha da ağır yıkım ulusal eğitimde yaşanmaktadır.

Zorla imamhatipleştirme, “4+4+4” denen dünyada örneği olmayan ucube sistemin dayatılması, tüm üniversite öncesi okullarda yetişek (müfredat) ile oynanarak ağır dinci içerik yükleme..
Liselere ve üniversiteye geçişte sınavlarda yaygın hileler ve sistemi alt üst etme;
Eğitimi dincileştirip – gericileştirerek yandaşları pekiştirme (tahkim, konsolidasyon) sürdürülürken, bu kuşatmadan kurtulmak isteyen laik – çağdaş kesimin salt özel okullar seçeneğine mahkum edilmesi ve bu yolla eğitimde ciddi oranda dolaylı özelleş(tir)me..

Ve Uluslararası PISA yarışmalarında dibe vurma, üniversitelerin de gerile(til)mesi..

16 yılda bilerek ve isteyerek özellikle yükseköğrenimde olmak üzere ve öncesinde öğrenci yurdu gereksinimini karşılamayarak çocukları – gençleri tarikat / cemaat yurtlarına ve medreselerine.. teslim etmek..

Ama TOKİ ve beton sektörüyle 15 yılda 500 milyar Dolar serveti betona gömerek 2,2 milyon dolayında giderek lüksleşen konut fazlası yaratmak!

Bu yapılanların 1/1000’i vatana ihanet suçunun içini doldurabilir..

Sitemizde bu gün (17.7.18) Sayın Ayşe Kulin’in partili CB Erdoğan’a eğitim temalı açık mektubunu da yayınladık..

Bizlerin karşıtlığı (muhalefeti), tüm bilimsel dayanaklarına karşın, AKP = Erdoğan açısından bir değer taşımayabilir; görüyoruz ki taşımıyor da.. “4+4+4” ucubesi TBMM’de anamuhalefet CHP milletvekilleri dövülerek – tartaklanarak.. sopa zoruyla geçirildi.. Utanç belgeleri bunlar..

Ne var ki; bir de yaşananların öğrettiği acı gerçekler olmalı. AKP = Erdoğan‘ın hiç olmazsa onlardan ders çıkarmalarını diliyor ve hala umuyoruz..  Tersi durumda, genç kuşakları Küreselleşme cangılında rekabet edemeyecek bir Türkiye’de Erdoğan Sultan / İmparator  / Başkan ve de Halife… olsa ne yazar, olmasa ne yazar.. Elde kalan kağıttan kaplan ise.. Ülke içten işgal edilmiş ve tam sömürgeleştirilmiş ise, Osmanlı’nın son onyıllarında olduğu gibi..

Sevgi ve saygı ile. 17 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

EĞİTİM İŞ : CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR!

Dostlar,

Cumhuriyet ve ATATÜRK’ü ANMA haftamız sürüyor..

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM İŞ’in açıklamasını sunalım..

Bütünüyle paylaşıyoruz içeriğini..
Eklemelerimiz de var..

10 Kasım 2013 sabahı Yüce ATATÜRK’ümüzü ANITKABİR’inde ziyaret edeceğiz.

29 Ekim 2013 günü, Cumhuriyetimizin 90. yıldönümünde, Tandoğan’daki milyonluk mitingin ardından, tüm zamanların rekoru kırılarak, Anıtkabir Komutanlığı‘nın açıklaması ile

  • 438 bini aşkın yurtsever ATA’yı ziyaret etti,

manevi huzurunda saygı duruşu yaptı, İstiklal Marşımızı okudu,
ANDIMIZI kezlerce okudu..

Güller, karanfiller mozoleye sunuldu..
Kararlılık savsözleri (sloganları) atıldı.
Tam bir izdiham yaşandı mozole salonunda; çın çın çınlıyordu koca salon!
Böylesine bir çoşku seline, sanırız 14 Nisan 2007 mitinginden sonra
2 kez tanık oluyor.

  • Cumhuriyet ve devrimler asla sahipsiz değil!

Amaç, Cumhuriyeti yaşatma azim ve kararlılığını tüm dünyaya haykırmaktı!

Umarız duyulmuştur; duyulduğundan – görüldüğünden eminiz..

Mustafa Kemal Paşa‘nın 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi‘nde saptadığı üzere:

  • 1. Ülke ve ulusun bağımsızlığı ve geleceği tehlikededir.
  • 2 Kurtuluş, ulusun azim ve kararlığındadır..

Tarihsel ileti – buyruk alınmış; kutsal görev – nöbet üstlenilmiştir!

Duyurulur..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 6.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR!

CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR

 

  • “Türk milleti! 
  • Ebediyete akıp giden her 10 senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlulamanı, gönülden dilerim. 
  • Ne mutlu Türküm diyene! (AS: 10. Yıl Söylevi, 29.10.1933)

diyen büyük önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün vasiyetine sahip çıkarak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. Yıldönümünü tüm ülkemizde
coşkuyla kutluyoruz.

Çağdaş, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti,
Türk ulusunun birliği, beraberliği, mücadele azmi ve bağımsızlığına düşkünlüğüyle, yokluklar içinde verilen bağımsızlık savaşının sonucunda kurulmuştur.

Türk ulusu; ümmetçilik yerine ulusçuluğu, kulluk yerine yurttaşlığı,
gericilik yerine çağdaşlığı
seçmiştir. Ancak bugün demokrasiyi amaç değil,
kendi ümmetçi anlayışlarını gerçekleştirmek için araç olarak gören zihniyet işbaşındadır. Bu zihniyet, emperyalist güçlerin de desteğiyle, Lozan Antlaşması’yla
elde edilen kazanımları bugün pervasızca yok etmeye çalışmaktadır.

– Cumhuriyetin temel nitelikleri tartışmaya açılmakta;
– tekil (üniter) devlet yapısı hedef alınmakta;
– başta Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) ilkesi olmak üzere
– Devrim Yasaları çiğnenmekte;
Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda oluşturulan
çağdaş bilim ve eğitim hedefi terk edilmekte;
– Türkiye, bir karanlığa doğru sürüklenmektedir.

90 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu içlerine sindiremeyen emperyalist güçler, bugün taşeron terör örgütleriyle ülkemizi bölmeye çalışmaktadır.

Emperyalizmin bir dediğini iki etmeyen siyasal iktidar ise, ülkeyi bölmeye çalışan
terör örgütüyle müzakere masasına oturmakta, mutabakatlar imzalanmaktadır.

Ülkemiz, başta Ortadoğu olmak üzere her yandan ateş çemberiyle kuşatılmıştır.

Komşularımızla “sıfır sorun” diye yola çıkan siyasal iktidar, emperyalist güçler ve onların dünyayı paylaşma hırslarının taşeronluğunu yaparak ülkemizi büyük bir savaşın eşiğine getirmiştir.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla emperyalizme diz çöktürmüş olan bu topraklar, emperyalizmin üssüne dönüştürülmüştür.

  • Bugün özgürlüğümüz ve bağımsızlığımız, birlik ve bütünlüğümüz
    tehdit altındadır.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “en büyük devrimim” dediği laik Türkiye Cumhuriyeti’ne içten ve dıştan yönelebilecek tehditlere karşı, bugün her zamankinden daha dikkatli ve uyanık olmak zorundayız.

İçten ve dıştan gelen gerici, bölücü ve yıkıcı tehlikelere karşı
Ulusumuz, bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da birlik ve beraberlik içinde olacaktır.

Eğitim-İş, tam bağımsızlık ve ulus egemenliğine dayanan; laik, demokratik,
sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; tekil (üniter) devlet yapısı içinde korumaya ve sonsuza dek yaşatmaya kararlıdır.

Atatürk’ün ve O’nun kurduğu Cumhuriyetin eğitim çalışanları olarak biz,
her türlü tehlikenin farkındayız.

Yetiştirdiğimiz Türk gençliğini de bu konuda uyanık tutmak başlıca görevlerimizden biridir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyor,
tüm ulusumuzun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz.

MERKEZ YÖNETİM KURULU

AKP Nasıl Durdurulmalı?


AKP Nasıl Durdurulmalı?

Dostlar,

AKP’nin “4+4+4 ucubesi” ile Eğitimde kritik bir köşe dönülmüş (RG’de 11 Nisan 2012’de yayımlanan “İLKÖĞRETİM ve EĞİTİM KANUNU ile BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN, yasa no 6287), Türk eğitim sisteminin
laik yapısı büyük ölçüde zedelenerek
ÖĞRETİM BİRLİĞİ (Tevhid-i Tedrisat)
Devrim Yasası’na esalı bir saldırı gerçekleştirilmişti.
Bu konuda sitemizde epey yazı yayımlandı.

Söz konusu düzenleme, Başkanını AKP’li Nabi Avcı‘nın yatığı TBMM Milli Eğitim Komisyonunda “CHP’li vekiller dövülerek” ve salonda yok varsayılarak geçirilmişti. Gözükara mücahit Komisyon Başkanı Prof. Avcı, daha sonra Milli Eğitim Bakanı yapılarak ödüllendirilmişti (24 Ocak 2013).

4+4+4 dayatması, başta Anayasa’nın 174. maddesi ile korunan 8 adet Devrim Yasası olmak üzere Anayasa’nın pek çok maddesine aykırı olmasına karşın
(ilk 3 madde, 24, 42, 174 başta olmak üzere), AKP tarafından yeniden yapılandırılan Anayasa Mahkemesince CHP’nin iptal istemleri reddedilmişti.

07 Ekim 2013 günü yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Genelgesi ile ANDIMIZ ilkokullarda da yasaklandığı gibi, Bakanlar Kurulu Kararı ile türbana kamuda da
izin
verilerek, Türk seküler-laik eğitim düzenine ağır bir darbe daha indirilmiştir.

Bu Karar, “2/9/1925 tarihli ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik” yapmaktadır. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve Başbakan İsmet İnönü’nün
imzası olan Bakanlar Kurulu kararı değitirilmektedir!.

  • Hemen belirtelim ki, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı açıkça hukuka aykırıdır.

Bu idari düzenlemeler için aşağıdaki pdf metnine bakılmalıdır :
ANDIMIZ_kalkti_kamuda_basortusu_serbest_7.10.13

Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargı organlarının kararına,
AİHM Büyük Daire (Temyiz Dairesi) kararlarına apaçık ters düşmektedir.

Siyasal iktidar bunları bilerek ve isteyerek yapmaktadır..
Hukuk cebren ayaklar altındadır.

  • AKP artık fiilen / de facto karşı devrimi gözü kara 
    ve hızlandırarak yürütmektedir.

Zaman daralmıştır AKP için, artık geriye sayım söz konusudur en azından
30 Mart 2014 yerel seçimleri bakımından. Bu seçim, durdurulamayan bir düşüşü tetikleyebilecektir. Bu bakımdan, AKP’nin risk alması söz konusu değildir.

Seçmen tabanına ve dış aleme ne verilecekse, artık ertelenmeden ve olabildiğince bonkörlükle verilmelidir. Sözde “açılım” paketiyle 11 yıldır sakız edilen “türban istismarı” mutlu sona (!) erdirilmiştir?

Üstelik Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz davası temyiz kararını açıklamasından
2 gün önceye denk düşürülerek, gündemde ikincilleştirilmeye çalışılmıştır.

Artık laik Türk Milli Eğitim Sistemi devri, büyük ölçüde -şimdilik- kapanmıştır.

AKP’nin gayrı milli yarı şeriatçı eğitim sistemi, aşağıdaki çizimdeki gibi insan tipi yetiştirmeye kurgulanmış görünüyor..

Fotoğraf: Büyük dönüşüm devam ediyor...

(https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-b.ak/hphotos-ak-prn2/p480x480/1393977_593394267363667_1816906724_n.jpg, 10.11.13)

Çünkü şeriatçı rejimler;

– aydın ve özgür düşünen,
– pozitif bilim ışığında sorgulayan yurttaşlar değil;

* biat kültürüne körü körüne boyun eğen,
* sadakacı ve sadakatlı ümmet ve tebaa ile sürdürülebilir ancak.

******

AKP son atışlarını da yaptı..
Sadakta artık başka ok kalmamış (?) görünüyor.
Ekonomi de iyice duvara dayandı.
Bundan sonra “HALİFELİĞİ GETİRİYORUZ..” diyecek durumu kalmadı sanırız.

Dolayısıyla zaman, sanıldığının tersine AKP aleyhine akmaktadır.

Bundan böyle başlıca araç

– POLİS DEVLETİ FAŞİZMİ ve
seçim sistemi oyunları – hileleri ile ne yapıp edip iktidarı bırakmamaktır.

Yapılacaklar                                :

1. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ANDIMIZ’ı kaldıran gelengesi derhal Yönetsel Yargıya götürülmelidir. Danıştay’da açılacak bir YD (Yürütmeyi Durdurma) istemli iptal davası önemenmelidir. Bu gün basından öğrendiğimize göre EĞİTİM SEN
bu girişimi başlatmıştır. Bizim de üyesi olduğumu EĞİTİM İŞ benzer yolu izleyecektir. Türk Hukuk Kurumu ve Baroların hatta Hukuk ve Eğitim Fakültelerinin bu davanın dilekçesinin hazırlanmasına yeter destek vermesi dileğimizdir. (Milli Eğitim Bakanlığı’nın İlköğretim Kurumları Yönetmeliği‘nde değişiklik yapılarak
“öğrenci andı” başlıklı 12’nci madde yürürlükten kaldırıldı.)

2. Türbanı kamuya da sokan Bakanlar Kurulu Kararı da (Yönetmelik değişikliği) Danıştay’da dava konsusu edilmeli, YD istemli iptal davası açılmalıdır. Yargı, bir kez daha kendisinin daha önceki kararları ile yüzleştirilmelidir. Bu sonucu görmek de başlı başına önemlidir. (07.10.13 günü Resmi Gazete’de yayınlanan Başbakanlık Genelgesi ile 1982 tarihli ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’in 5. maddesinde değişiklik yapıldı..)

3. Asıl önemli olan, TBMM’deki partilerin AKP karşısında ortak eylemidir.
CHP ve MHP mutlaka ama mutlaka seçim işbirliğine gitmek zorundadır.

Siyasal Partiler – Seçim mevzuatı yasal olarak elvermiyorsa bu halka anlatılmalı ve halkın tabanda bu sorunu çözmesi istenmelidir. En güçlü adayı bu 2 parti birbiri lehine destekleyebilmelidir.

Bu arada yaygın mitinglerle gerçekler, AKP’nin tüm yolsuzlukları ve içyüzü belgelerle halka anlatılmalıdır.

SEÇİM GÜVENLİĞİ en kritik konulardandır.

Hükümet bu konuda ödün vermeksizin sıkıştırılmalıdır.
Bu sorun çözülmezse, seçimlerin boykotu dahil olmak üzere tüm seçenekler
gündeme alınmalıdır.

  • Tek çare BİRLEŞMEKTİR!

Büyük ATATÜRK reçeteyi net olarak vermiştir :

  • “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için,
    bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
    Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.”

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Kim Hitlere Benziyor?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Mahmut Adem, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin
emekli öğretim üyelerindendir. Ülkemizin eğitim tarihini iyi bilenlerdendir. Bu yazısında salt eğitim tarihimizden örneklerle Başbakan RTE’nin nasıl gerici adımlar dayattığını ve Anayasa’yı, Devrim Yasalarını (md. 174) çiğneyerek eğitimi dincileştirdiğini işliyor.
Bir yanda Yüce Atatürk ve en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet İnönü’nün devrimci ve ilerici adımları, bir yandan RTE’nin despot – dinci dayatmaları..
Hitler’e kim benziyor??

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Kim Hitlere Benziyor?

portresi
Prof. Dr. Mahmut Adem
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Gezi Parkı direnişi konusunda Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımına, Almanya’nın önde gelen bir haftalık gazetesi, RTE’ye Hitler bıyığı takıp saçlarını da onunki gibi taranmış bir fotoğraf yayınlamış, “yeni diktatör” başlığını atmış. Benzer bir karikatür de Fransa’da

Le Monde gazetesinde yayınlanmış.

Hiç kuşku yok, bunun yorumunu okuyucu yapacaktır.

CHP genel başkanı ve öbür yöneticiler Başbakan’a “diktatör” deyince onlara yüklenmek, hatta belki de Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü halkın gözünden düşürmek için zaman zaman tek parti dönemini kötülemeye girişir. Çoğuna söylediği “diktatör mü arıyorlar, aynaya baksınlar, sizin geçmişiniz belli, genel başkanınız İsmet İnönü’nün bıyığı da Hitler’in bıyığına benziyordu..” vb.

  • “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”
Bizce burada önemli olan kişinin ne yaptığıdır. Bu bağlamda ben şu konu üzerinde durmak istiyorum:
Eğitimde, özellikle yükseköğretimde İsmet Paşa ne yaptı? RTE ne yapıyor?Bu bağlamda geçmişten ve günümüzden kimi kesitler sunacağım. Amacım, kesinlikle İsmet İnönü ile RTE’yi karşılaştırmak değildir.Çünkü;
Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
– Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi komutanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı,
Lozan barış görüşmelerinin Başdelegesi,
– 2. Cumhurbaşkanı,
– ülkemizi 2. Dünya Savaşı dışında tutan büyük devlet adamı,
– çok partili demokratik düzene geçişi büyük bir özen ve başarı ile gerçekleştiren,
– daha açık deyişle ülkemizin çok partili demokrasiye geçişini gerçekleştiren
(hiç kuşku yok, RTE’nın başbakan olmasının önünü açan) devlet başkanı…
1972 yılında kurultayca partisinin genel başkanlığına seçilen Bülent Ecevit’i, demokrasiye olan inancı ve ulusal iradeye saygısı gereği ceketini düğmeleyip kutlayarak bir demokrasi destanı yazmış, dolayısıyla tarihe mal olmuş
İsmet Paşa ile RTE hiçbir biçimde karşılaştırılamaz.
Eskilerin deyişi ile RTE, İsmet Paşa’nın eline su bile dökemez.
  • Bir ulus bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir.
    Bir ülkede iki türlü eğitim, iki tür insan yetiştirir.
    Bu ise; duygu ve düşünce birliğini ve dayanışma amaçlarını
    bütünüyle yok eder.”
İşte bu gerekçe ile Büyük Önder’in öncülüğünde İnönü Hükümeti, ulusal birliği güçlendirmek ve pekiştirmek amacıyla 1924’te Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasasını çıkarmıştır.RTE hükümeti;
– ulusu dindar-kindar / laik,
– türbanlı/ çağdaş,
– alevi/ sünni vb.
ayrıştırmak ve hayal kurduğu İslam devletine uygun insan yetiştirmek için
4+4+4 gece yarısı yasasını dayatmıştır.
Böylece 89 yıl önceki iki kanallı eğitime dönülmüş,
iki tür insan yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bununla da yetinilmemiş, “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum.” demesiyle
RTE, 10,5 yıldır yaptıklarının üstüne tuz biber ekmiş, ulusal birliği temelinden sarsmıştır.İnönü Hükümeti;- başta Öğretim Birliği,
– hukuk devrimi,
– harf devrimi,
– dil devrimi,
– üniversite reformu…
olmak üzere gerçekleştirdiği devrimlerle, çağdaş uygarlığın yapı taşlarını birer birer örmüştür. Devrimlere karşı çıkan, hatta büyük taarruzdan birkaç ay önce Konya’da bir medrese talebelerinin askere alınmamalarını bizzat Başkomutan Mustafa Kemal’den isteyen Osmanlı medresesi kapatılmıştır. Ve evrensel ölçülerde bilim ve araştırma kurumu olan yeni bir üniversite kurulmuştur. İşte bugünkü AKP kadroları, anılan bu cumhuriyet okullarında yetişmiştir!Din eğitimi vermek için okullarda
anayasal olarak zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutuluyor.RTE iktidarında resmi ve kaçak Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı denetiminden çıkarılmış ve
Kuran kurslarına gitmek isteyenlerin yaş sınırını kaldırılmıştır.

Buna karşın okullara

– “zorunlu” seçmeli Kuranı kerim,
– Hz. Muhammet’in hayatı,
– temel dini bilgiler,
– Arapça… vb. dersler konulmuştur.

  • Böylece bir tür herkese Arap alfabesi öğrenme zorunluluğu getirilmiş,
    Harf Devrimi yok sayılmıştır!
Kendi kendime soruyorum:
Hangi Arap ülkesinde Türkçe, okullarda ders olarak okutuluyor?
  • RTE hükümeti,
    Abdullah Gül’ün de koşulsuz onayı ile bilim yuvası çağcıl üniversiteyi
    yeniden “medreseleştirmiştir”.
– Bir üniversite, 33 yıl Osmanlı’yı gaddarca yöneten “Abdülhamit”e “fahri doktora” unvanı vermiştir.
Başka bir rektör de, mensubu olduğu tıp fakültesi için “ben buranın kimyasını değiştireceğim..” diyebiliyor.
Bu gücü kimden alıyor?
  • İslami eğitim veren sibyan medreseleri kaçak olarak kurulabiliyor.
Denetleyen var mı? Bir sonraki hedefleri, var olan İslam üniversitelerine ek olarak, yoğun şeriat eğitimi verilen ve Mısır’daki “Müslüman kardeşlerin” yetiştirildiği
El Ezher Medresesini Türkiye’de açmak mı?
Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde;
– ulusal,
– bilimsel,
– laik,
– karma ve
– uygulamalıeğitim verilen Eğitmen Kursları açılmış ve Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Bu kurumlarda Cumhuriyetin öğretmenleri yetiştiriliyordu. Hedef ülke nüfusunun
% 80’inin yaşadığı 40 bin dolayındaki köyde yaygın olan bilisizliği (cehaleti) tümüyle ortadan kaldırmaktı. O günlerde ilköğretim sorununu şöyle değerlendiriyor Cumhurbaşkanı İnönü:

  • “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekilleriyle sürer. Bilmeyen, siyasi güç sahiplerinin elinde, Ortaçağ”da olduğu gibi köle hayatı sürer. Hür vatandaşlardan birleşik bir millet olmanın çarelerinin başında, ilköğretim çaresi vardır. Davayı bu kadar geniş ve derin görmeliyiz.
    İlköğretim davası insan olmak, millet olmak davasıdır…” 

Oysa RTE yönetimi, temel yurttaşlık eğitiminin verildiği 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimi 4+4+4 ucube yasası ile kesintili duruma getirmiş, böylece
imam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmıştır.

Burada amaç, imam-hatiplerin gözde okullar olmasını sağlamaktır.
Ayrıca bu okul mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine girmeleri sağlanmıştır.

Bu, Anayasa’nın 174. maddesine göre korunacak devrim yasalarının ilki olan
Öğretim Birliği yasasını yok saymaktır.

Çünkü bu yasada imam-hatip okullarının amacı, “imamlık ve hatiplik gibi dinsel hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli memurlar yetiştirmektir”.Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde 1946’da çıkarılan üniversiteler yasası ile,
ilk kez üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik verilmiştir (A. S. 4936 sayılı yasa). Üniversite öğretim üyelerine, rektör-dekan vb. yöneticilerini seçme hakkı tanınmıştır.1956’da Demokrat Parti iktidarının üniversite özerkliğine müdahalesi üzerine
ana muhalefet lideri İnönü şöyle diyor:
  • “Özerk üniversiteyi rejimin temel öğelerinden biri sayarız.
    İktidar (DP), özerk üniversiteyi dili olmayan, işe yaramayan bir unsur haline getirmek istiyor. Bu yanlıştır, zararlıdır. ”

Bugün üniversitelerde rektör olmanın en önemli ölçütleri, AKP’den milletvekili aday adayı olmak, türbana yandaş olmak vb. Bu, RTE iktidarının amacı, üniversiteyi işe yaramayan bir kurum haline getirmek değil de nedir?

1960 askeri yönetimi Milli Birlik Komitesince çıkarılan bir yasa ile görevden alınan 147 öğretim üyesi, İsmet İnönü hükümetince çıkarılan başka bir yasa ile 1962’de yeniden eski görevlerine dönmüşlerdir.

12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra başta Genel Kurmay Başkanı Tağmaç olmak üzere askerler üniversite özerkliğini kaldırmak istiyor. Ancak CHP lideri İnönü
şu gerekçe ile karşı çıkıyor:

“Üniversitedeki elemanlar Türkiye’nin en iyi eğitim görmüş, en iyi yetişmiş insanlarıdır. Oların kendilerini yönetemeyeceklerini nasıl kabul edebiliriz?”12 Eylül 1980 darbesini yapan generallerden yaşayan ikisinden yargıda darbenin hesabını sormak isteyen RTE iktidarı, darbe yasası YÖK’ü kullanarak üniversiteyi medreseleştiriyor.
Rektörler, Profesörler düzmece iddialarla 5 yıldır Silivri zindanında tutuklular.
  • RTE iktidarı, 11 yıldır adım adım ulusal, bilimsel, laik ve karma eğitimi dinselleştiriyor.

Buna karşı olan bilim insanları, aydınlar, gazeteciler, askerler Silivri zindanında.
Neden?
Çünkü onlar yurtsever, demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü.

Bu örnekler, bu yazının boyutu aşacak biçimde çoğaltılabilir.
Sonuçta eğitimde izlediği politikalara ve yaptığı uygulara bakıldığında İsmet Paşa mı diktatör Hitlere benziyor, Başbakan Erdoğan mı?

Buna okuyucu karar verecek. Bizden söylemesi.