Etiket arşivi: Nilgün Cerrahoğlu

Hac faciasına Vahhabi bakışı

Nilgün Cerrahoğlu

Cumhuriyet, 26.9.2015

Takdiri ilahi”…
Güzel öldüler”…
Fıtrat
Sorumluluk (disiplinsizlikten) ölenlerin!
Son 25 yılın en feci “hac faciasına yapılan Suudi yorumlarda; Vahhabi İslamın fotoğrafını dört dörtlük çekmek mümkün.
800’e yakın insanın yaşamını yitirdiği, bir o kadar insanın yaralandığı faciada Suudiler, sorumluluğu kendilerinden başka herkese ve her şeyin üzerine atmaya hazırlar.
İnsan yaşamına karşı vurdumduymazlığın tavan yaptığı nokta “Vahhabilik”miş… demeden edemiyor insan.
Konuya ilişkin en aydınlatıcı yazılardan birini dün New York Times’da okudum.
Şeytan Taşlama”daki izdiham ve ilkel itiş kakış ölümlerini irdeleyen NYT; Suudi Arabistan devlet TV’sinin “fıtrat” kontenjanından konuyu “Bu muazzam kalabalıkların toplandığı her yerde, böyle kazalar olur” diye topladığını ve “güzel öldüler” makamından “zaten ölenlerin cennete gittiğini” ilave ettiğini yazıyor.
Nasıl, tanıdık değil mi?

Sırf ‘para’ baştacı
Takdiri ilahi”nin bu en “bağnaz”, “akıl fukarası”, “gerici” yorumuna ek olarak ABD yayın organı; Suudi Kraliyeti’nin, mevcut güvenlik organizasyonunu iyileştirmeye çalışmak yerine “hacılarla” ceplerini doldurduğunu anlatıyor.
Gazete, Dr. Al Raşid isimli bir kadın antropologdan görüş almış…
Suudi Arabistanlı antropolog kadın; hacılara sözüm ona daha çok yer açmak için Mekke’yi sürekli inşaa ettiklerini ama bunun hacılara değil yalnız Kral’ın ailesine yararı olduğunu;
bu amaçla yapılan yapım faaliyetleri ve toprak istimlaklerinden sadece Suudi prenslerin kazançlı çıktığını, servetlerine servet kattıklarını anlatıyor.

Sorumluların arkadan “merhum hacıları cennete havale etmek suretiyle” hesap vermekten kaçındığını bildiriyor.
NYT, Sami Angawi adında bir mimarla da konuşmuş.
Hac” konusunda ihtisaslaşan mimar da şunu ekliyor:
Hacıları karşılamaya çok para harcanıyor. Ama çözüm (Suudilerin başvurduğu gibi!) hep daha çok köprü ve yollar yapmak değil. Kalabalıkları yönetebilmek ve yönlendirebilmekte…
İmkân içinde yüzen Suudiler, Amerikalıların “crowd control / kalabalık yönetimi” dedikleri şey yerine sade yağlı ballı ihaleler, “inşaatlara” para harcıyorlarmış.
Niye?
Vahhabi bakışın temelinde çünkü zaten “insan” hiç yok ki. Sade “güç” var.
O güç kâh “kara altın” petrolden elde edilen “gelirler” oluyor.
Kâh “ümmet”e endeksli “siyasi etki” ve “nüfuz”.
Bir “ümmetin yüceltilmesi” ibadeti olarak da yaşanan hac”da 800 hacı ölmüş ne yazar… diye bakılıyor soruna.
Koca İslam ümmeti yanında 800 hacının lafı mı edilir?
Allah rahmet eylesin deyip konu kapatılıyor. Öyle kapatılıyor ki, cenazeler bile geri alınamıyor. Ölen hacılar, bilinmeyen mezarlara defnediliyor.

Bir de IŞİD’e şaşıyoruz…
Mezar taşına” bile güya “put” diye geçit vermeyen Vahhabi anlayış, şeytan taşlama” ritüelini beri yandan hoş görüyor…
Soru yok…
Sorgulamak yok…
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” demek yok.
Başlı başına değer olan “insan yaşamı” asla, hiç yok.
Mina’da yüzlerce hacının böyle dünyanın gözleri önünde can verdiği sırada tam, Suudiler, rejime başkaldıran 21 yaşındaki genç bir aktivisti de idama hazırlanıyor.
Riyad, suçu, üç yıl önce Arap Baharı’na destek vermekten ibaret olan Ali Muhammet el Nimr isimli muhalifi en vahşi biçimde yok edecek ve kafasından kopardığı Ali’nin bedenini çarmıha gerip kurda kuşa bırakacak…
Sonra da IŞİD’e şaşıyoruz…
Bu zihniyetten, hacdaki “izdiham ölümlerine” duyarlılık beklemek mümkün mü?

==============================

Dostlar,

Cumhuriyet‘in çok nitelikli ve Kemalist – Ulusalcı yazarlarından biri
Sayın Nilgün Cerrahoğlu.. Bu yazısı için teşekkür ediyoruz O’na..

Bay RTE‘nin alelacele, ayaküstü verdiği demeçte Suudi Yönetimini aklaması dehşet ve
ibret vericidir.. Erdoğan, Mina’da “kurban edilen” Türk hacılarının hakkını korumak zorunda olan görevli ilk kişidir. Hal böyle iken, Erdoğan’ın koşulsuz – gözükapalı Suudi yandaşlığı
çok düşündürücü ve öğreticidir, acı vericidir..

Gelişmeler Suudi Yönetiminin sorumluluğunu ortaya koymaktadır. Kral, göstermelik de olsa (?) Hac Bakanını, Mekke Belediye Başkanını ve Emniyet Müdürünü görevden almış ve soruşturma kurulu oluşturulması buyruğu vermiştir. 12. CB Erdoğan’a bakarsak, Kralın bu girişimi göstermelik midir, yanlış mıdır??

En doğruyu her zaman ve yerde her nasılsa, ne hikmetse hep Erdoğan mı bilmektedir?

Bay Erdoğan bu kez de mi “bizi aldattılar..” diyecektir?

Erdoğan’ı ve gönül bağı olduğunu belirttiği AKP’sini sürekli aldatanlar kimlerdir?
FG terör örgütünden tutunuz.. kimler, niçin ve nasıl RTE – AKP’yi aldatnayı becerebilmektedir? Hukuk karşısında bu durumda AKP – RTE’nin yasal sorumluluğu doğmayacak mıdır?
AKP – RTE’nin, Medeni Yasada geçen akıl zayıflığı vb. bir hastalığı mı vardır ki;
ha bire aldatılmaktadırlar?? Böylesi bir saçmalığı bu halk yutacak mıdır 1 Kasım’da??
;Önüne gelen sizi aldatıyorsa, bu “becerinizle” ülke yönetemediğinizi görür, istifa edersiniz.

Başta İran, yas ilan ederek, ciddi çevreler S. Arabistan’ın uluslararası mahkemelerde yargılanmasını istemektedirler. Olay günü biz de, ilk saatlerde sorunun bu boyutunu gündeme getirmiştik.

*****
Bu birkaç gün önce sitede yer verdiğimiz “HACCIN MATEMATİĞİ” adlı yazıya
bakar mısınız lütfen ??

http://ahmetsaltik.net/2015/09/24/haccin-matematigi-2/

Bir de Hac ölümleri… hekim gözüyle bakış

http://ahmetsaltik.net/2015/09/25/hac-olumleri-hekim-gozyle-bakis/

  • Yakınlarını yitiren hacı adayları uluslararası mahkemelerde maddi ve manevi tazminat davası açmalı mutlaka…

Acaba BM de bir girişim yapar (insiyatif alır) ve yargı kararı aramadan Hac’da ölenlerin yakınlarına Suudi Arabistan’ın maddi – manevi tazminat ödemesine aracı olur mu?
ABD’nin, sevgili “maşası” – üssü bu ilkel ülkeye yaptırım uygulanmasına BM Güvenlik Konseyi‘nden karar çıkarılabilir mi acaba? Yoksa ABD – İngiltere veto mu eder??

*****

Bir kez daha soruyoruz bu soruları..
Türkiye, Hac’da yaralanan ve ölen yurttaşlarının tüm haklarını S. Arabistan devletinden almalıdır.

Görev budur, iğrenç – vahhabi krallığın toplu cinayetini aklamak değil!
Erdoğan halktan 550 “milli – yerli” vekil istiyor..
Bu vahim Hac kırımında neden Türk hacıların haklarını savunmuyor,
“milli” davranmıyor da “Arabi” davranıyor??

Sevgi ve saygı ile.
27 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Büyük koalisyon mu? Büyük entrika mı?

Büyük koalisyon mu? Büyük entrika mı?

Nilgün Cerrahoğlu

Cumhuriyet, 13 Haziran 2015


B
aykalErdoğan görüşmesinden sonra kendimizi birden AKP-CHP büyük koalisyon senaryosunda bulduk. “Büyük koalisyon” dendiğinde ilk referans olarak akla tabii… Almanya’daki itibarlı, disiplinli Merkel-SPD ortaklığı geliyor.

Geçen gece Şirin Payzın’da izlediğim HDP’nin Almanya deneyimli milletvekili Turgut Öker; “grosse koalition”un Berlin’de maksimum şeffaflıkla oluşturulduğunu, koalisyon partilerinin ilkelerini açıkça betimlemesinin yanında, oluşturulan hükümet programı ve yol haritasını da ayrıntılandıran yüzlerce sayfalık protokoller yapıldığını anlattı.
Böyle bir protokolü oluşturmak için, tarafların günler süren sistemli, uzun görüşmeler gerçekleştirdiklerini belirtti.
Disiplin”, “şeffaflık” ve “sistemlilik”ten başlamak üzere…
Türk siyasal kültürü ile benzeşen en ufak yan var mı? Yok…

O halde gelin “grosse koalition”u bir yana bırakalım ve İtalyanların “büyük entrika” diye çevirebileceğim; “grande inciucio”sundan bahsedelim…

‘Şeytanla inçuço’

İtalya’da da haliyle “büyük koalisyon” dendiğinde adres olarak hemen Almanya gösteriliyor…
Ama Çizme’de oluşturulan şey seçmenleri tümden devre dışı bırakan bir büyük plan (okunuşuyla ‘inçuço’) “inciucio”ya dönüşüyor.
İnçuço” Napoliten dilinde “fısır fısır gizli saklı konuşmak” demek.
Şeffaflığın tam tersi” olan bu kavram zamanla… seçmenlerin sırtından iş kotararak
kurulan hükümet koalisyonlarını tanımlamak için kullanılan bir siyaset jargonuna dönüşmüş.

Büyük Bizans oyunlarını” içeren İtalya’nın “büyük koalisyonlarına” şeffaflıktan uzak olması nedeniyle “büyük entrika” bağlamında “büyük inçuço” deniyor.
Çizme’nin son dönemde en çok konuşulan “inçuço”su, 2013-2014 arasındaki
Letta hükümeti oldu.

Merkez soldaki Demokratik Parti’yle Berlusconi’nin Özgürlük Partisi’ni bir araya getiren İtalya’nın bu ilk büyük koalisyonu, bir Almanya modeli olarak lanse edilmiş ama
hızla İtalyan usulü bir “inçuço” ya dönüşmüştü.


2013 seçimlerinde kıl payı farkla kazanan sosyal demokratlar tek başlarına hükümet kuramamış; sandıkta sürpriz deprem yaratan Grillo’nun yükselen yeni muhalefet hareketi 5 Yıldız ile
iktidar kuramamış; yeniden seçime gitmektense “inçuço”yu yeğlemişlerdi.


Berlusconi’nin yolsuzluk davalarından yırtmaması için “demokratik sola” oy veren seçmenler
bu oldu bitti karşısında şoke oldular.

Ne ki… AB ve Avrupa Merkez Bankası’nın ağır pres ve koşullamaları; kriz İtalyası’nın
hızla hükümet çıkarmasını gerektiriyor; seçmeni “şeytanla yapılan inçuço”ya zorluyordu…

Sultan parça parça gitti

Öykünün gerisi şöyle geldi: Uluslararası düzenin Merkel ve Sarkozy gibi aktörlerince
üstü çizilen Berlusconi, “Letta’nın inçuço hükümeti”nde doğrudan yer almadı…

Ama “Berlusconi’nin en yakın prensiAngelino Alfano, patronun davalarını takip etmek ve koruma zırhını özellikle deldirmemek için “inçuço hükümeti”nin en kilit konumundaki
adalet bakanı” oldu.

Medya patronu politikacının bir sonraki hedefi,
olabilecek en uygun zamanda Letta hükümetinin ipini çekerek erken seçim istemekti.

Ama Berlusconi tam bu “cinliği” devreye sokup Letta’yı al aşağı edeceği sırada
evdeki hesap çarşıya uymadı ve -şok… şok… şok!- büyük medya patronunun “partisi” bölündü.


İnçuço”nun iplerini dışardan yönetmeye kalkan İtalya’nın Sultanı’nın en yakın adamlarından Alfano bu sırada isyan bayrağını çekti ve merkez sağda yeni partinin başına geçerek Berlusconi’yi etkisizleştirdi.


İtalya’nın sultanı parça parça gidiyor” diye bu parmak ısırttıran “Brütüs hamlesini
vaktiyle burada anlatmıştım…

Berlusconi’nin sonra senatörlüğünün düşürülmesi ve düşkünler evinde
yaşlılara sosyal hizmet cezası almasıyla süren uzun düşüşünü eminim hatırlarsınız.

Bugün yeniden “Forza Italia” adını alan Berlusconi’nin partisi artık %10’u bulmuyor
İnçuço” son kertede Berlusconi’yi İtalyan usulü taksitle tasfiye etti…
Ama merkez solda da bu meyanda Bersani’den Renzi’ye “değişim” yaşatan iri sarsıntılar ve depremler de oldu. Onlar da yarına.

======================================

Dostlar,

Ne diyelim??

Cumhuriyet‘in ve Türkiye’nin yüzakı aydın ve yazarlarından çok değerli Nilgün Cerrahoğlu
çok düşündürücü ve çözümleyici (analitik) bir makale yazmış..

Birkaç adı yerli yerine koyun, alın size olayın Türkiye sürümü (versiyonu).

Darısı ülkemizin başına diyelim…

Sevgi ve saygı ile.
13 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bölünmeye sürüklenen Türkiye ve Ergenekon davasında savcının istemleri


Dostlar,

Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu, İspanya’da yerinde gözlemlerle bu ülkenin tekil (üniter) yapısının nasıl bozulduğunu gözledi. Ayrılıkçı ETA gerillalarının Bask bölgesinin özerkliği için yılarca çarpıştığını biliyoruz. Sonunda dileklerine kavuştular Katalanlar ve özerklikten de öte Bask ülkesini kurdular..

Olup biten hazin gelişmeleri Sayın Cerrahoğlu ardışık (seri) yazılarında dile getirdi.
İspanyollar ve de Basklılar İnsanlar çook pişmanlar.. Özerk bölgelerin aşırı yetkilerini daraltma peşindeler ama cin şişeden çıkmış bir kez..

Türkiye’deki özerklik ve / veya federasyon özlemi içinde olan “içtenlikli” arkadaşlarımızın dikkatine getirmek isteriz. İş işten geçmeden, Sayın Cerrahoğlu’nun uyarılarının ve
Sayın Gürkut Acar‘ın vurguladığı hususların ülkemizde dikkate alınması gerekiyor.

Ne var ki, 18.3.2013 günü, ne rastlantıdır ki Çanakkale deniz utkusunun 98. yılında Ergenekon davası savcısının davanın esası hakkında görüşünü – istemlerini açıkladığını izliyoruz. Savcı Pekgüzel, 64 sanık için son derece ağır cezalar (müebbet hapis!) istemekte..

Türkiye; İpanya’dan bin beter bölünmeye sürüklenirken, bu ölüm kalım saldırısına direnecek yurtsever ilerici güçler hapislerde tutuluyor ve yaşam boyu hapse mahkum ediliyor.

“Hukuk çözer” diyenlerin de kulaklarını çınlatmak isteriz.

Karar duruşması 8 Nisan’da..

Yargı heyetinin şimdiye dek olan tutumu bütün güveni yıktı, hukuku ayaklar altına aldı. Kamuoyu vicdanı isyanlarda.. Avukatlar duruşmadan çıkarılıyor, 38 avukat hapiste..

Türkiye bu vahim hatadan dönmeli..

Birşey yapmalı, birşeyler yapılmalı, sağduyu egemen olmalı.

Türkiye, kökü dışarıda bu tertiplere yenilmemeli..

Halkımız, bu çok kritik gidişe el koymalı.. Cumhuriyetine sahip çıkmalı; Atatürk’ün emaneti demokratik Türkiye Cumhuriyeti yeniden kurulmalı..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Nilgün Cerrahoğlu’na Açık Mektup

GÜRKUT ACAR

7 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin “SAĞNAK” Köşenizdeki yazınızı okuduğumda, “Türkiye’de fırtına yaratacak bir yazı” demiştim.
Aradan iki hafta geçti. Ne basında, ne televizyonlarda ve ne de siyasetçilerin konuşmalarında bir yansımasını görmedim. Acaba diyorum, “yüreklerin kulakları sağır” mı?
İspanya’daki özerk bölge uygulamasının acıklı durumunu, olanları yaşayan filozof FERNANDO SAVATER ile yaptığınız söyleşiyle bizlere aktardığınız için binlerce teşekkür ediyoruz.

“Ayrılıkçılık”, “bölgecilik” ve “bölgesel milliyetçilik” konusunda yaşanmış gerçekleri ortaya sermeniz, sanki parçalanmış ülkelerin tek örneği gibi görünen Yugoslavya’dan başka diğer ülkelerin bütünmüş gibi görünen yapılarının aslında nasıl dehşet verici bir bölünmeye uğradığını göstermiştir.

FERNANDO SAVATER’in “fırsatçı bir hastalık” tanımı tam da Türkiye’deki durumu özetliyor. Yabancı desteğiyle ülkemizde egemen hale getirilen “gerici-yağmacı” iktidarın zayıflattığı bünyemize musallat olan bu hastalığı atlatmanın bir yolu var mı?

Bence var. Hastalığa hiç yakalanmamak!…

Yazınızın beni etkileyen bölümünü izninizle buraya aynen geçmek istiyorum:

“Örneğin eğitim sistemi problem oldu. Bugün İspanya’nın 17 özerk bölgesinde
17 tedrisat
var. Her bölgenin tedrisatı ayrı. Bazı bölgelerde ‘resmi dil İspanyolca’ ile
eğitim yapılamıyor. Avrupa’da başka böyle bir ülke yok.”

Katalonya’da İspanyolca tedrisat yapılamıyor galiba!

“Katalonya’da yapılamıyor. Bask’ta, (Portekiz’in kuzeyi) Galisya’da, (Akdeniz adaları) Balear’da zorlukla yapılıyor. Çocuklarının İspanyolca öğrenmesi isteyen velinin, bu hizmeti alabilmesi için paralı okul seçmesi lazım. İngilizceyi orada çocuk nasıl öğreniyorsa; İspanyolcayı da öyle öğreniyor. (Özerk) Kamu okulları bu hizmeti vermiyor.”

– İspanyolcayı çocuk nerede öğreniyor bu durumda?

“TV ve sokakta! Aynı şey değil tabii. Ama ‘İspanyolca nasılsa hâkim dil. Okulda yerel dili öğrenecek!’ diye diretiyorlar. O zaman aritmetiği de öğretmeyelim. Alışveriş yaparken
nasıl olsa aritmetik öğrenilmiyor mu? Böyle mantık olur mu? Ama işte oluyor.”

Yukarıdaki “İspanyolca” sözcüklerinin yerine “Türkçe” yazınız.
On yıl sonraki Türkiye’yi göreceksiniz! AKP’nin bizi götürdüğü yer budur!

Karadenizli’nin idam edilirken dediği gibi;
“Bundan sonra bu bana bir ders olsun” demeyelim.

İş işten geçtikten sonra dövünmenin bir faydası olmaz.
Bunu ne güzel anlatmışsınız yazınızda;

“Hedef 17 devlet yaratmak değildi. Biz yalnızca daha iyi bir yönetim istiyorduk.
Özerklikten çıkarılan dersle bugün söylenecek şey, bazı yetkilerin geri alınmasıdır…”

“…Ne var ki milliyetçilik tüm özerk bölgelere yayıldığında, geri dönüş olanaksız oluyor…”

FERNANDO SAVATER, AKP’nin Türkiye’yi götürdüğü yeri göstermiş!
Ülkemizi paramparça edecek bu gözü kara ihanet,
Türk Halkı tarafından mutlaka önlenecektir!

Doğru düşündüğümüzü anladığımız yazınız için yürekten kutluyorum. (4.3.13)

============================================

SAĞNAK
Nilgün Cerrahoğlu
 nilgun@cumhuriyet.com.tr, 7.2.13 

Düşünür Fernando Savater:

‘Özerklikle Milliyetçilik Yumuşamadı, Bilendi’Fernando Savater’i Vikipedi; “İspanya’nın yaşayan en popüler filozofu ve deneme yazarı” olarak tanımlıyor.

Ayrılıkçılık sorunları ile özerklik meselesine harcadığı özel mesai ile tanınan Savater’i, Cumhuriyet için Madrid’de bulduk. Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik konularını “fırsatçı bir hastalık” olarak tanımlayan tanınmış yazar; bu hastalığın “zayıflayan organizmalara saldırdığını”, İspanyol devletinin de “zayıflayan bir organizma olarak şu anda saldırı altında” olduğunu söylüyor.
Ülkesi İspanya’da kitapları satış rekorları kıran, Türkçeye de “Oğluma Ahlak Üzerine Öğütler” isimli bir eseri ile çevrilen İspanyol solunun ünlü düşünürüyle Madrid’de kitapları ile çevrili evinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle:
– Geçen 30 yılın sonunda, demokrasiye geçiş sürecinde kurulan özerklik sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özerklikler yenilgi mi oldu, başarı mı?
“Bir bilanço yapmak mümkün ama bu siyah-beyaz bir bilanço değil. Özerklikler her şeyden önce milliyetçilik ateşini söndüremedi. Bir ‘özerklikler devleti’ oluşacağına, ortaya çıkan devlet; ‘milliyetçilikler devleti’ oldu. Murcia ile (Portekiz sınırındaki) Ekstramadura gibi milliyetçiliğin esamesinin olmadığı yerlere bile milliyeçilik bulaştı. Bask, Katalonya gibi özerk bölgelerin, ‘milliyetçilik tehdidi’ ile ayrıcalıklar aldığını gören öteki bölgeler de; ‘Bizim de özelliklerimiz var. Biz de ayrıcalık isteriz’ demeye başladılar. Etkin olmayan merkezi devleti, özerklikler, ademi merkeziyetçileştirdi. Yerel hükümetlerin devreye girmesiyle unutulan köşelerin de ilerlemesini sağladı. Ancak bu çok pahalı bir sistem oldu ve krizde bize ağır bilanço çıkardı. Almanya dahi ‘eyalet/lander’leri sorgularsa, gerisini siz düşünün.” 

Özerklikler problem oldu

– Almanya’da böyle bir tartışma mı var?
“Eski Alman Cumhurbaşkanlarından Johannes Rau, son konuşmalardan birine, ‘lander’leri idame ettirmenin güçlüğünden söz etmişti. Sistemin ekonomik yükü ve federal yasaların farklı eyaletlerce sürekli veto edilmesinden yakınmıştı. Almanya ki zengin ve çok örgütlü bir ülke, yakınırsa; İspanya gibi kötü örgütlenmiş ve etkin olmayan bir ülkeyi varın siz düşünün. Özerklikler problem haline geldi.” 

Resmi dil ‘out’, tedrisat bölündü

– Nasıl problem?
“Örneğin eğitim sistemi problem oldu. Bugün İspanya’nın 17 özerk bölgesinde 17 tedrisat var. Her bölgenin tedrisatı ayrı. Bazı bölgelerde ‘resmi dil İspanyolca’ ile eğitim yapılamıyor. Avrupa’da başka böyle bir ülke yok.”
– Katalonya’da İspanyolca tedrisat yapılamıyor galiba!
“Katalonya’da yapılamıyor. Bask’ta, (Portekiz’in kuzeyi) Galisya’da, (Akdeniz adaları) Balear’da zorlukla yapılıyor. Çocuklarının İspanyolca öğrenmesi isteyen velinin, bu hizmeti alabilmesi için paralı okul seçmesi lazım. İngilizceyi orada çocuk nasıl öğreniyorsa; İspanyolcayı da öyle öğreniyor. (Özerk) Kamu okulları bu hizmeti vermiyor.”
– İspanyolcayı çocuk nerede öğreniyor bu durumda?
“TV ve sokakta! Aynı şey değil tabii. Ama ‘İspanyolca nasılsa hâkim dil. Okulda yerel dili öğrenecek!’ diye diretiyorlar. O zaman aritmetiği de öğretmeyelim. Alışveriş yaparken nasıl olsa aritmetik öğrenilmiyor mu? Böyle mantık olur mu? Ama işte oluyor.”

Yetkiyi geri almak mücadelesi

– Geriye dönseniz, özerklikte nereye dek giderdiniz?
“(Sosyalistlerden kopan) İlerleme ve Demokrasi Birliği adlı partiyi (2007’de) kurduğumuzda, isteklerimizden biri devletin, özerkliklere devrettiği yetkilerin bazılarını geri almasıydı. Özerk bölgeler, devletin ademi merkeziyetçilikle daha iyi çalışması için kurulmamış mıydı? Bu neticeye ulaşılmadığına göre mantıklı olan eğitim gibi bazı yetkilerin geri alınması…” 

Geri dönüş zor

“Ne var ki milliyetçilik tüm özerk bölgelere yayıldığında, geri dönüş olanaksız oluyor. Tavizler, alanın yanında kalıyor. Üstüne hep daha çok isteniyor. Bunun geri dönüşü yok. Hiçbir yolcunun olmadığı, kervan geçmez yerlere hızlı tren istasyonu yapıyorlar. Uçakların inmediği kuş uçmaz yerlere havaalanı konduruyorlar. Profesör ya da öğrencinin bulunmadığı, beş bin nüfuslu kente üniversite yapıyorlar. Milyarlar havaya gidiyor. Niye? ‘O özerk bölgede var. Bende de olacak!’ deniyor. Mantık bu.” 

– Merkezi devlet etkin olmadığı için özerklik yeğlendi, dediniz başta. Ama ademi merkeziyetçilikte de benzer şekilde etkinlik sorunu çıkıyor demek…

“Evet değişmeyen tek gerçek, etkin olmamak… Bazılarının rüyası özerkliklerle bu sorunu aşmaktı. Ama ‘İspanya devletini’ de korumak istiyorlardı. Hedef 17 devlet yaratmak değildi. Biz yalnızca daha iyi bir yönetim istiyorduk. Özerklikten çıkarılan dersle bugün söylenecek şey, bazı yetkilerin geri alınmasıdır.” (Sürecek…)