Etiket arşivi: Necmettin Erbakan

Hukuk cinayeti

Av. Erol Ertuğrul (@av_ertugrul) / TwitterAv. Erol ERTUĞRUL
03 Ocak 2023, Cumhuriyet

28 Şubat hükümlüsü emekli Hava Korgeneral Vural Avar 20 Aralık 2022 günü cezaevinde yaşamını yitirdi. Adli Tıp Kurumu bir ay önce, demans, kalp gibi bir yığın ölümcül hastalığı bulunan 85 yaşındaki Avar için “cezaevinde kalabilir” demişti.

Bu olay cezaevinde cinayettir.

13 emekli general 28 Şubat’ta postmodern darbe yaptılar gerekçesi ile FETÖ’cü savcıların açtıkları bir davada FETÖ’cü yargıçlar tarafından yargılanmışlar ve yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı.

Bu hukuksuzluğa, bu insanlık duygusundan yoksunluğa TSK de susuyor!

TSK’nin komuta kademesinde bulunanlar, bulundukları makamlar ellerinden gitmesin diye susuyorlar. 28 Şubat kararları bugünler gelmesin diye alınmış kararlardı. Tarikatlar kapatılsın, Kuran kursları MEB’in denetimine alınsın, Devrim Yasaları uygulansın içerikli bu kararlar anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınmıştı. Kararların altında dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzası vardı. (AS: Hatta uygulanması için genelge bile çıkardı!)
Bu kararlar nedeniyle Cumhuriyetin ordusunun kahraman 10 emekli generali yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevindeler.

AYMAZLIK

Yaş ortalamaları 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları bulunan bu kahraman subaylar cezaevinde aslında ölüme mahkûm edilmişlerdir.

  • Onların tek tek Vural Avar gibi cezaevinde ölmeleri mi bekleniyor?
  • Herkes bu kadar mı AKP’nin öç alma duygusu karşısında suskunlaştı?

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz yargılanıp ceza alması ve siyasal haklarının elinden alınması nedeni ile İstanbul Saraçhane’de yapılan eyleme CHP ve öteki muhalefet liderleri katıldılar. Bu genel başkanlar 28 Şubat’ı kötülediler. Ne aymazlık!

  • 28 Şubat kararları gericiliğe, tekke ve tarikatlara karşı alınmış kararlardı.
  • Kuran kurslarında, tarikatlarda küçük kız çocuklarına, küçük erkek çocuklarına tecavüz ediliyor. Bunların çoğu örtbas ediliyor.
  • Siyasal parti liderleri bu tarikatlardan gelecek üç beş oy için mi bu eylemleri görmezden geliyorlar?
  • Devrim yasaları ile tarikatlar, medreseler kapatılmıştı. Bu yasalar yürürlükte olduğu halde, bu yasaları yok mu sayıyorsunuz?

28 Şubat kararları Cumhuriyete,
Aydınlanmaya karşı hareketlere engel olunması için alınmıştı

O kararları alanları haksız yere yargılayıp cezaevine koyanlar ya yurtdışına kaçtılar ya da FETÖ’cülükten cezaevindeler.

ÖLMELERİ BEKLENİYOR!

28 Şubat kararları engellendi, bu kararları alanlar yargılanıp mahkûm edildi.

  • Türban Ordu içine sokuldu.
  • Kamu kurumlarında türban ile görev yapılamayacağına ilişkin Yargıtay, Danıştay, AYM ve AİHM’nin kesinleşmiş kararları yok sayıldı.
  • Artık başları lahana gibi sarılı kadın subaylarımız, astsubaylarımız var.

Bu durum içinize siniyor mu?
Bu durum Atatürk’ün ordusuna yakışıyor mu?

Bu yetmiyor, AKP türbanı anayasaya sokmaya çalışıyor, sesiniz çıkmıyor.

Cumhuriyetin ordusunun kahraman subaylarının rütbelerini de söktünüz.
O rütbeleri onlar, emek vererek, alın teri ile kazanmışlardı.
Şimdi onların cezaevinde tek tek ölmelerini bekliyorsunuz.
Devleti yönetenler bunca haksızlığa karşı sessiz!

  • Anayasa Mahkemesi emekli generaller yok olunca mı karar verecek?

Hükümlü emekli generaller hemen serbest bırakılmalıdır

Gün gelecek bu haksızlıkları yapanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

28 Şubat kumpası

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 22 Ağustos 2022

 

Yaklaşık bir yıl önce, emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar, hukuka aykırı bir biçimde tutuklandılar.

Böylece, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” ve “Gezi” adıyla anılan sahte yargı süreçlerine ve kumpaslara bir yenisi daha eklendi, yargı bağımsızlığını güvence altına alan anayasanın 138. maddesi, AKP hükümeti tarafından bir kez daha ihlal edildi.
***
1990’lı yıllarda Türkiye’de, laiklik karşıtı siyasal örgütlenmeler ve laiklik karşıtı terör örgütlenmeleri, paralel biçimde yükselişe geçti.

Refah Partisi, 1991 genel seçimlerinde %17 oy aldı ve 1995 genel seçimlerinde %21 oy alarak 1. parti oldu.

1990 yılında, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu genel başkanı-hukukçu Muammer Aksoy, ilahiyatçı-yazar, SHP parti meclisi üyesi Bahriye Üçok, yazar-araştırmacı Turan Dursun, gazeteci-yazar Çetin Emeç; 1993 yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu; 1999 yılında siyaset bilimci-yazar Ahmet Taner Kışlalı katledildi.

1993 yılında yazar Aziz Nesin’in ve Alevi sanatçıların hedef alındığı Sivas’taki olaylarda, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Edibe Sulari, Asaf Koçak, Behçet Aysan, Mehmet Atay, Uğur Kaynar, Muammer Çiçek’in de bulunduğu 33 sanatçı ve Pir Sultan Abdal Derneği üyesi yakılarak katledildi.

Söz konusu aydınlar katledilmeden önce, yıllarca RP’li siyasetçiler ve onları destekleyen yayın organları tarafından hedef gösterildi!

Laiklik karşıtı kesimin, üniversitelerdeki başörtüsü (AS: Türban!) yasağından dolayı kendisini mağdur ilan ettiği yıllarda, laikliği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini savunanların can güvenlikleri bile yoktu!

Bu yıllarda en büyük mağduriyeti yaşayanlar, üniversitede başörtüsü yasağına maruz kalanlar değil, laiklik karşıtı teröristler tarafından katledilenler, laikliği ve Cumhuriyet Devrimlerini savunanlardı.
***
28 Şubat 1997’de, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın başbakan, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakan yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti döneminde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, laiklik karşıtı örgütlenmelerin önlenmesine yönelik kimi somut önerilerde bulunan bir bildiri yayımladı.

Bu gelişmeden sonra hükümet ile cumhurbaşkanı, hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında gerginlikler yaşandı, DYP’den birçok milletvekili, RP ile koalisyon ortaklığına karşı çıktı, birçok DYP milletvekili istifa etti ve RP-DYP koalisyon ortaklığı için gerekli çoğunluk ortadan kalktı, hükümet düştü.
***
Bunun üzerine, “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ile birlikte, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi RP’li siyasetçiler, “postmodern darbe” söylemine başvurdular. Oysa ortada ne bir darbe vardı ne de bir darbe girişimi.

ABD destekli 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri konusunda yeterince sesini çıkarmayan laiklik karşıtı siyasetçiler, teokrasiyi demokrasi olarak pazarladılar. Üniversiteler ve medya da bu kirli oyuna alet oldu!

Erdoğan, Gül ve Arınç daha sonra AKP’yi kurdu; AKP iktidar oldu ve 2008 yılından itibaren (AS: başlayarak)

  • AKP demokratik, laik, hukuk devletini ortadan kaldırarak anayasal düzeni yıktı ve sivil darbe yaptı!

1997’de anayasal düzen hatırlatması yapan, bugün 70 yaşın üzerinde ve ciddi sağlık sorunları olan komutanlar ise darbe yaptıkları iddiasıyla hapishaneye yollandı!

İşadamı Osman Kavala’nın ve eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın hukuka aykırı biçimde hapishanede tutulmasını eleştirenlerin, 28 Şubat kumpasından dolayı hapiste yatan komutanlara ve askerlere sahip çıkmamaları, büyük bir çelişki ve ikiyüzlülüktür.

ABD ve Avrupa Birliği emperyalizmi, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV” ve “Casusluk” kumpaslarında nasıl üç maymunu oynadıysa, 28 Şubat kumpasında da aynı tavrı sergilemektedir!

  • Muhalefetin, bu konuda ABD’nin ve AB’nin gölgesinde kalması ise utanç vericidir!

Sancak’ın sözleri gerçeğin itirafıdır!

authorMERDAN YANARDAĞ

Türkiye’nin son 20 yılında en çok büyüyen sermaye gruplarından birinin patronu olan, eski Aydınlıkçı, AKP Üyesi Ethem Sancak’ın, Marmara Üniversitesi’nde 31 Mart Perşembe günü katıldığı bir söyleşideki sözleri ortalığı karıştırdı. Nasıl karıştırmasın? Sancak’ın sözleri, tam bir itiraf niteliğindeydi. Sancak,

  • “AKP’yi iktidara ABD getirdi, ne var bunda, biz de vesayet rejimine karşı mücadele ettik” diyordu.

Aslında Sancak’ın bu sözlerinin bizim açımızdan yeni bir tarafı yok. Ancak, Erdoğan’a çok yakın olan AKP üyesi bir işinsanı tarafından, gerçeğin bu açıklıkla itiraf edilmesi önemliydi. Çünkü, Erdoğan-AKP iktidarının önde gelen sözcülerinin, sıkıştıkları her aşamada sorumlu olarak” dış güçleri” gösterdiği, muhalefet partileri ve Gezi direnişi de dahil, neredeyse muhalif her toplumsal eylemi “dış güçlere” bağladığı bir dönemde söylenmişti.

İslamcı partinin pilot kabininden birinin, “Bizi Amerika iktidara getirdi” demesi, kaçınılmaz olarak parti içinde de bir karışıklık yaratacaktı. Nitekim öyle de oldu. Ethem Sancak, AKP İstanbul İl Yönetimi tarafından, kesin ihraç istemiyle Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Bu kararın, Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu gelişme üzerine, önce sözlerinin çarpıtıldığı ileri süren Ethem Sancak, ses kayıtları ortaya çıkınca önceki gün (1 Nisan) AKP’den istifa ettiğini açıkladı.

Daha önce katıldığı bir programda, Tayyip Erdoğan ile ilişkisini Tebrizli Şems ile Mevlana arasındaki dostluğa benzeterek, “Demek ki iki erkek arasında da aşk olabiliyormuş” diyen Sancak, AKP’den istifa ederken, “Erdoğan’a bağlılığını koruyacağını” da ilan ediyordu. Nasıl etmesin ki, daha birkaç yıl önce, yine trans/aşkın vaziyette olduğu bir sırada, Erdoğan için ailesini bile feda edeceğini söyleyen kendisiydi.

YANDAŞ MEDYANIN SANCAĞI!

Ethem Sancak, Erdoğan ile ilişki kurduktan sonra yandaş medya gruplarını fonlayan işinsanlarından biriydi. İçinde Star, Akşam ve Güneş gazeteleri ile Kanal 24, Sky-Turk 360 ve Show gibi televizyon kanallarının, radyo ve bir dizi derginin bulunduğu Türk Medya Grubu’nun patronuydu. İktidar tarafından yerli tank üretmesi için BMC gibi önemli bir sanayi kuruluşu verilen, yerli otomobil için kurulan konsorsiyuma alınan, Tank Palet Fabrikası’na ortak edilen Ethem Sancak, AKP’den ayrılsa bile Erdoğan’dan kopması pek mümkün değildi.

Ethem Sancak’ın Aydınlık hareketiyle ilişkileri de ilginçti. İlişkileri 1960’lı yılların sonlarına dayanıyordu. Aydınlık çevresinden AKP iktidarından önce kopan Sancak, Erdoğan’a çok yakın konumdayken, eski eşi de Doğu Perinçek’in Ergenekon davasındaki avukatlarından biriydi. Perinçek liderliğindeki İşçi/ Vatan Partisi’nin, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bastırılmasından sonra AKP iktidarına destek vermeye başlamasıyla, eski dostlar arasındaki ilişki de yeniden kurulmuştu. Sancak, Perinçek’in Rusya seyahatine eşlik ederken, Vatan Partisi’nin ilişkileri üzerinden Çin ile ticari bağlar da kuruyordu. Sancak, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne de Vatan Partisi’ne yakın bir öğrenci kulübü tarafından davet edilmişti.

Aslında Sancak’ın sözleri, benim ilk baskısı 2007 yılında yapılan ve Eylül 2016 tarihinde ise hayli genişlettiğim, “Bir ABD Projesi Olarak AKP” adlı kitabımda ortaya koyduğum gerçeği, bir kez aha doğuruluyordu. Daha önce de AKP’nin kuruluşuna katılan kimi siyasetçi ve yazarlardan benzer itiraflar, hatta somut tanıklıklar gelmişti. Bunları kitabımda ayrıntılı olarak değerlendirmiştim.*

ÇARPICI BAŞKA TANIKLIKLAR DA VAR

Benim söz konusu kitapta AKP’nin kuruluşuna ve iktidara taşınmasına ilişkin ortaya attığım görüşler, kitabın çıkmasından birkaç yıl sonra, tanınmış bazı İslamcı yazarların “içerden” tanıklığıyla da doğrulanacaktı. Türkiye’nin önde gelen İslamcı yazarlarından Ali Bulaç –ki 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra tutuklandı- AKP yanlısı Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ve AKP kurucuları arasında yer alan, daha sonra Merkez Partisi’ni kuran Prof. Dr. Abdurrahim Karslı,

  • “AKP’nin bir ABD projesi olarak kurulduğunu” söyleyecek ve yazacaklardı.

Ali Bulaç, 22 Aralık 2014’te dönemin Zaman gazetesinde şaşırtıcı bir yazı kaleme almıştı. Şaşırtıcıydı çünkü, AKP’nin kuruluş şifrelerini açığa vuran beklenmedik bir itiraf niteliğindeydi. Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?” başlıklı yazısında, bu partinin nasıl kurulduğuna ilişkin yaptığı tanıklıklardan ayrıntılar veriyordu. Bulaç, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın, bir televizyon kanalına verdiği röportajda, kendisine ve Abdurrahman Dilipak’a atfen söylediği, “AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğu” şeklindeki sözlerini doğruluyordu. Ali Bulaç’ın tarihi belge niteliğindeki o yazısının ilgili bölümü –biraz uzun olacak ama önemli- şöyleydi:

“Geçenlerde Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı, ‘+1 TV’ye verdiği röportajda, Abdurrahman Dilipak’ın, ‘AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini’, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu 3 şeyi talep ettiğini söyledi:

1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.

AK Parti’den istenenler de şunlardı                                :

a. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
b. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesini destekleyeceksiniz.
c. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.

Bu konuyu yazmamın iki sebebi var: İlki, Sayın Karslı beni de şahit gösteriyor. Konu sosyal medyada yer aldıktan sonra doğru olup olmadığını soran onlarca e-mail aldım. Yine yazmayacaktım, ama Dilipak, Rota Haber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyit edince yazmaya karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda ben de vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:

1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” (…) Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin bazı değişiklikler ile AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!”

AHLAKSIZ TEKLİFE ‘EVET’ DİYENLER!

İşte böyle… Ama bitmedi, Ali Bulaç, projenin önce Necmettin Erbakan’a getirildiğini, ancak onun kabul etmediğini de anlatıyor. Böylece, AKP’yi kuran “Yeni Oluşumcular”ın neden ayrıldığı da ortaya çıkıyor.

  • AKP, emperyalizmle işbirliği yaparak iktidara gelebileceklerini gören İslamcıların partisidir.

Ali Bulaç bunu şöyle anlatıyor:

“Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca, vefatından önceki son görüşmemizde AK Parti’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir. (…)

“M. Ali Bulut’un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: ‘Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasette millete hizmet edilemiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.’ Tayyip Bey de ona, Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz. deyince rahmetli, ‘Amerika dirsek vurulacak bir güç değil’ diyerek, teklifi nazikçe reddetmiş.

“Sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra “Ben yokum” deyip diklen! Arkasından Saddam’ın Batı adına İran’la savaştıktan sonra Kuveyt’i işgal etmesini andırırcasına Suriye “Bizim iç meselemizdir, birkaç hafta sonra Beni Ümeyye Camii’nde namaz kılacağız’ diye silahla rejim devirme arzularını açığa vur. Bu ilk günden yanlıştı. Bugün faturası hepimize kesiliyor!” (Ali Bulaç, Zaman Gazetesi, 22 Aralık 2014)

Ali Bulaç’ın itiraf niteliğindeki yazısından sonra, Abdurrahman Dilipak da söz konusu toplantılara katıldığını ve ilk projeyi kendisinin hazırladığını, bir televizyon programında açıklayacak, kimi küçük düzeltmeler yaparak Bulaç ve Karslı’yı doğrulayacaktı.

Söz konusu kitabımın Eylül 2016 ve sonrasında yapılan baskılarında, yukarıda değindiğim tanıklıklara da ayrıntılı şekilde yer verdim. Bu itirafların ve kitabın söz konusu baskısının üzerinden 8 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde, -ki hala yeni baskıları yapılıyor- kimse tarafından yalanlamadı. Daha ilginç bir şey oldu; Suriye Enformasyon Bakanlığı, Mart 2017’de bu kitabımı Arapçaya çevirerek bir yayınevi aracılığıyla Şam ve Beyrut’ta eş zamanlı olarak yayınladı. Bu çeviri için izin alınmadı, sadece çevirmen bana bilgi verdi. Bu kitabın Arapçaya çevrilmesi manidardı.

* (Merdan Yanardağ, Bir ABD Projesi Olarak AKP / Operasyon Partisi, 17 Baskı, Kırmızı Kedi Yayınları, 2021, İstanbul.)

Yargı tarihinin en utanç verici infazlarından biri

Memduh Bayraktaroğlu - Sözcü Gazetesi
Memduh Bayraktaroğlu

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hemen hepiniz biliyorsunuz ki İktidar, 2013 yılından sonra 28 Şubat 1997 MGK toplantısının bir tür “askeri darbe” olduğuna hükmetti…
Ve Yönlendirilmiş daha doğrusu talimatlı bir savcı, Emekli generaller hakkında soruşturma başlattı…

Komutanlar FETÖ’cülerin yaptığını yapmadı… Yani: Kaçmadılar
YÖK Başkanı Kemal Gürüz ise… Taaa Amerika’dan kalktı geldi…
İfade verdi… Savcılık, hukuk kuralları ve hatta kanun gereği “takipsizlik” kararı vermek gerekirken… Kovuşturma talebinde bulundu. İlgili mahkeme savcılığın talebini kabul etti. Adil olmayan bir yargılama sonunda: Emekli generaller “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak” suçundan “Ağırlaştırılmış müebbet” cezasına çarptırıldı. Yargıtay da yerel mahkemenin kararını onayladı…

Dün gelen bir habere göre: Emekli generaller (En genci 80 yaşında) tutuklanarak… Cezaevine konulacaklar… (AS: Kondular!!!)
Bu… Bir ülkenin başına gelebilecek “en utanç verici” infaz olacak… Neden mi?.. Savcının “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakanı Necmettin Erbakan“28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…  Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Adalet Bakanı Şevket Kazan: “28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…

Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Çiller“Askerlerin amacı darbe yapmak değil sekiz yıllık kesintisiz öğrenimi kabul ettirmekti… Batı Çalışma Grubu’ndan da tabii ki haberim vardı” dedi… Hatta… 28 Şubat 1997 MGK toplantısından sonra Kurulda alınan kararları imzalaması için… “Başbakan Necmettin Erbakan’ın arkasından koştuğunu…” Çillerin Baş Basın Danışmanı Mehmet Bican: “28 Şubat’ta Devrilmek” adlı kitabında yazdı… Generalleri mahkûm eden davalar sırasında duruşma salonunda da söyledi…

Sözün özü canlarım… Savcının ve kararı açıklayan mahkeme başkanının “Kesin delil” olarak ileri sürdüklerinin hiçbiri: Somut delil niteliğinde değil. En somut deliller ise: “Generallerin lehine” olduğu için midir nedir… “Delil olarak kabul edilmedi…”.

Öncelikle belirtmek isterim ki… Hukuk, kanun demek olmadığı gibi…Kanunların da mutlaka hukukî oldukları ileri sürülemez… Kanunlar ülkelerin yasama organları tarafından yapılır… Yasama organları tarafından değiştirilebilir… Ama Hukuk normlarının değişmesini sağlayan kurum yasama organları değil: Zamanın şartlarıdır…

Sözün özü: Hukukilikten uzak kanunlar… Sadece despotların ve… Totaliter yöneticilerin işine yarar…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Adalet Bakanlığı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yargısı
Hukukilikten uzak… Kanuna aykırı bir hüküm ve Adalet yerine nefretin kullanıldığı bir yargılama sonucu: Hiçbir suçları olmayan (Kusur da mı yok?.. Var idiyse ve kusurlar da yargılanıyorsa neden darbeye iştirak suçu?)…

80 yaş üstü emekli generaller Cezaevinde ölümü beklerken, memleketi soyup soğana çevirenSiyasetçi… Bürokrat… Ve… Sözde iş insanları ise çaldıkları paraların keyfini sürecekler…

Vicdanı bu kadar yaralanmış bir toplum bu adaletsizliklere bakalım daha ne kadar dayanacak? Bana göre dayanmalı… 2023 yılı haziran ayında da bu defa hükmü: Halk vermeli. Bendeniz, tarihimize “28 Şubat Süreci” olarak geçen o günlerde… “Romantik bir liberal demokrat” olarak…Refahyol Hükümeti’nin yanında yer aldım. Pişman mıyım? Hem de nasıl? Hem de nasıl… Neden? Çünkü gerçekten de Demokrasiyi, Rejimi, İnsan haklarını Bireylerin: İnanç… Ve… Yaşam tarzı tercihine ilişkin özgürlüklerini koruduğumu: Zannediyordum… Oysa…

  • Devleti işgal etme hazırlığı yapan Siyasal İslam kadrolarını koruyormuşum

Oysa Siyasal İslam’ın Atatürk ilke ve inkılaplarını ve Demokratik laik hukuk rejimini yıkacağı yola: Taş döşemesine yardımcı oluyormuşum.

Evet, pişmanım… Hem de çok pişmanım. Bir ülkenin demokratik hukuk devleti olabilmesi için… Kanunların: Hukukun temel ilkelerine ve…Anayasaya uygun olması şarttır… Anayasaya ve Hukukun temel ilkelerine uymayan… Yasama organlarında… Diktacı bir çoğunluk tarafından kabul edilen kanunlar… Aynı zamanda, tamamının değilse de… Toplumun çok büyük bir kesiminin Vicdanını yaralar… 

NE TUHAF DEĞİL Mİ?..

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı Merhum Org. İsmail Hakkı Karadayı “Darbe” yapma suçundan Müebbet hapse mahkûm edildi. O günkü Özel Kalem Müdürü ise halen Milli Savunma Bakanı…
=====================================
Dostlar,

Konuya ilişkin tweet iletimiz aşağıda ve  şu adresten görülebilir :

75-80 yaş üstü komutanları hapse atmak AKP hanesine yazılan son övünç madalyası; sağolsun yüksek yargı(!) Hem gündem oyunu hem acımasız gözdağı. Sürdürülemez ve işe yaramaz, geri teper. AKP kökten sağduyusunu yitirdi, frenleyecek büyük abi kalmadı mı?! Efendiler derhal geri adim!

Em. Org. Çetin Doğan, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece ağır ceza mahkemesinin kararını onarken, tümüyle çürütülmüş sözde kanıtlara dayandığını belirtmişti. Bu karar hukuk tarihine, uygarlık tarihine geçecek ve gereğince irdelenecektir zamanla. Ancak, özneleri açısından bu hususa önem verilmediği söylenebilir çünkü son derece tıkanmış durumda “günü kurtarma” telaşı en öne çıkmıştır.

İktidara “yepyeni” gündemler gereklidir..
İktidarın karşıt (muhalif) kamuoyuna gözdağı verme gereksinimi vardır. Çünkü son zamanlarda AKP = RTE güle güle, sepet havası ağırlık kazanmıştır. İnisiyatif ele alınmalı ve gündeme egemen olunmalıdır.

Bir eklememiz daha olacak : Ciddi biçimde azalan AKP oylarını ne pahasına olursa olsun “toparlamak” vazgeçilmez zorunluktur bu Parti için;  dolayısıyla, 2010 Anayasa halkoylaması için “ölülerin bile oy kullanması gerekir” buyuran malum ilkokul mezunu ABD konuğu / tutsağı emekli vaizin ve örgütünün oylarına gereksinim ortadadır ve bu kişiden benzer bir fetva yayınlaması için istenen diyetler mi ödenmektedir? İlahlar gazapta ve kurban mı istemektedirler??

Öyle ya, FETÖ’nün siyasal ayağı bir türlü, tüm devlet güçlerini tek başına 19+ yıldır elimde tutan bir iktidar tarafından ortaya çıkarıl(a)maktadır. TBMM 15 Temmuz Darbesi Raporu yok edilmiştir.

AKP / RTE “40 katır mı 40 satır mı” ikilemi kıskacındadır. Gelinen yerde atılan her hatalı adım için 3. seçenek yoktur; ya 40 satırdır ya da 40 adım.. Erken seçime razı olarak hiç olmazsa TBMM’de anamuhalefet olmayı da düşünmelidirler; seçimden kaçtıkça daha ağır bir seçim yenilgisiyle ANAP, DSP gibi kökten silinmek yerine..
***
AYM, bu dava ile ilgili bireysel başvurulara kararını geciktirmemelidir. Korkarız AYM bile böylesine hızlı bir infazı beklemiyordu.

Ve de umarız AİHM bu çok özel / kritik davada elini daha da çabuk tutacaktır.

UNUTULMASIN                             :

  • 28 Şubat 1997’de TSK Komuta kurulunca Cumhuriyetin korunması için İç Hizmet Yasası md. 35 uyarınca Hükümetten istenen girişimler, MGK tarafından kabul görmüş hukuksal, meşru bir resmi belge niteliğinde Devletin arşivindedir.

AKP’ye bir soru daha : Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bu 75-80 yaş üstü insanlara “hücrede” mi çektirilecektir??

Hukuk Fakülteleri öğretim üyelerinden bir hoş sada işitebilecek miyiz??

Yargıtay C. Başsavcılığı “yasa yararına bozma” isteminde bulunmayı düşünür mü?? Bilindiği gibi yasa yararına bozma, olağanüstü bir denetim muhakemesi yoludur ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309, 310. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, yasa yararına bozma isteminde bulunma yetkisi ilkesel olarak Adalet Bakanlığınındır. Fakat ayrıksı (istisnai) örneklerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da  kendiliğinden yasa yararına bozma yolunu kullanabilir. Bozma nedeni hükümlünün cezasının kaldırılmasını ya da daha hafif cezaya hükmedilmesini gerektiriyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yasa yararına bozma yoluna gidilebilir..

Anımsatmış olalım.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 21 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı,
Siyaset Bilimci – Kamu Yönetimci (Mülkiye)
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

 

12 Mart ve 12 Eylül

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 19 Temmuz 2021

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan’da TBMM’ye gelmeyerek konuşma yapmamayı alışkanlık haline getiren ve kurduğu padişahlık düzeniyle TBMM’nin yetkilerini kısıtlayan “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde TBMM’yi hatırladı ve burada yaptığı konuşmada, 15 Temmuz’u gölgelemeye çalışanların, ülkesine, milletine ve bu darbe girişiminde yaşamını yitirenlere ihanet ettiğini söyledi.

Acaba bu durumda, TBMM’nin kuruluşunu temsil eden 23 Nisan’ı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını temsil eden 19 Mayıs’ı, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasını temsil eden 30 Ağustos’u, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu temsil eden 29 Ekim’i yıllardır gölgeleyen Erdoğan’a ve AKP hükümetine ne demek gerekir?!

Vatanseverliği, vatanın kuruluşunun temelleri yerine, kendi şahsına ve hükümetine yönelik bir darbe girişimiyle ölçen bir siyasetçinin, vatanseverlik söylemlerinin bir samimiyeti olabilir mi?!
***
Erdoğan ve AKP, söylemleriyle ve eylemleriyle, bu devletin ve vatanın temellerini yıllardır gölgelediği gibi, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini de yıllardır gölgelemektedir. Erdoğan’a ve AKP’ye yönelik bir darbe girişimi ulusal anma günü haline getirilirken, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri için aynı uygulamaya gidilmemektedir!

Neden? Çünkü Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara taşıyan ortamın altyapısını 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri hazırlamıştır! ABD emperyalizmi tarafından desteklenen bu darbeler, Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren (AS: başlayarak) yükselişe geçen sosyalist, komünist, demokratik sol ve sosyal demokrat akımları, hareketleri ve örgütlenmeleri yerle bir etmiş, onun yerine, bir yandan laiklik karşıtı İslamcı, dinci, köktendinci, bir yandan da ırkçı, faşist, şovenist örgütlenmelerin gelişmesine yol açmıştır.

15 Temmuz askeri darbe girişimi elbette eleştirilmelidir ve bu darbe girişimine karşı kesin bir tavır alınmalıdır. Ancak bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ulusal bayramları gölgeleyenlerin, bir yandan da 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerine negatif ayrımcılık yaparak onları halka unutturmaya çalışanların, 15 Temmuz darbe girişimine yönelik eleştirileri hukuken de, siyaseten de, ahlaken de yok hükmündedir.
***
2017 yılından beri her 15 Temmuz’da, bu darbe girişiminde yaşamını yitiren yüzlerce vatandaş haklı olarak anılmaktadır. Pekiyi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde yaşamını yitiren, öldürülen, haksız yere hapishanelere atılan, işkence gören binlerce vatandaş neden anılmamaktadır? Onların çoğunluğu sosyalist, komünist, solcu, demokratik solcu, sosyal demokrat olduğu için mi?!

12 Eylül askeri darbesinde Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi kapatıldılar, bu siyasi partilerin yöneticilerine siyaset yasağı getirildi.

Pekiyi, bu siyasi partilerin liderleri arasında yer alan Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, daha sonraki yıllarda iktidar olduklarında, 12 Eylül’ü darbelere karşı bir ulusal anma günü ve resmi tatil olarak ilan ettiler mi? Hayır!

Bu durumda 15 Temmuz’un tek başına “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak anılmasının ne anlamı bulunmaktadır?! Demokrasi ve milli birlik, sadece (AS: yalnızca) Erdoğan’a ve AKP hükümetine yönelik bir darbe girişimi yapılınca mı önemli bir hale gelmektedir?! Türkiye’de devlet, vatan, ülke, millet Erdoğan’dan, onun yandaşlarından ve AKP’den mi ibarettir?!
***
Her şeyden önemlisi, muhalefet partileri neden bu konuda bir eleştiri getirmekten acizdirler?! Cumhuriyet Halk Partisi’nde, İYİ Parti’de, Halkların Demokratik Partisi’nde, Saadet Partisi’nde, Demokrasi ve Atılım Partisi’nde, Gelecek Partisi’nde bu görüşler parti liderleri tarafından neden gündeme getirilmemektedir ve neden hepsi AKP’nin 15 Temmuz korosunda yer almaktadır?!

Bu acı gerçek, iktidarın içinde bulunduğu durumdan daha da vahimdir!

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

“Sabahattin Önkibar : İşte ihanet listesi” ve Bize Çağrıştırdıkları..


“Sabahattin Önkibar : İşte ihanet listesi” ve Bize Çağrıştırdıkları..


Dostlar
,

25 Ağustos 2014 akşamı başladığımız “kısa” dinlencemizin sonuna geldik..
Manavgat, Kumluca, Mut, Gaziantep, Elazığ, Tunceli (Hozat ve köyümüz Karaca),
Tokat, Amasya ve dün geceden bu saatlere dek Kastamonu..
4 bin km dolayında bir tur.. Dünyanın çevresinin 1/10’u! Türkiye büyük bir ülke!

Uğurlu Konaklarında geceledik. Minik bir havuzun fıskıyesinden şırıl şırıl dökülen sular, hafif bir sözsüz (enstrumental) müzik eşliğinde cennet gibi bir bahçe..

Kastamonu konaklar kenti..

Büyük Atatürk’ün ŞAPKA DEVRİMİ‘ni başlattığı yer.. (1925)

Birazdan kalkmak ve Ankara’nın kasvetli yoğun politik ortamına dönmek durumundayız..
Safranbolu’ya da uğramayı düşünüyoruz..

*****

Yarın, 10 Ağustos 2014..

Türkiye için önemli bir gün.. 12. Cumhurbaşkanı seçilecek.

Gerçekte ortaya sandık konunca o kişi artık Cumhurbaşkanı olmaz!
Sandıktan çıkan, Devlet Başkanı değilse de yarı-başkandır.
Türkiye’nin 1876’dan bu yana (1. Meşrutiyet ve Anayasa) parlamenter rejim adına çabaları için bir kırılma günüdür.
ABD’ye öykünme ve benzetilme adına bir başkalaş(tırılma) dönemindeyiz..

İçimize siner sinmez, düşüncelerimizi ve önerilerimizi 3 madde olarak
öteden beri paylaşıyoruz.. Bir kez daha sunalım izninizle…

10_Agostos_2014'te_Yasamsal_Gorev


 

********

Bu arada, Sayın Sabahattin Önkibar‘ın yakın tarihimize not düşen nitelikte
değerli bir derlemesini paylaşalım..

Dileriz bunlar ders olur ve tarih -aptallar için olduğu gibi- yinelenmez (tekerrür etmez)..

Türkiye’mizin aydınlık ve devrimci bilinç ve birikimi,
uğursuz AKP – RTE ayracını da (parantezini) de kapatacak güç ve azimdedir.

Üstelik her dönemde olduğu gibi sorumlularından hesap da sorarak..

Sevgi ve saygıyla
9.8.2014, Kastamonu

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

============================================

İşte ihanet listesi!

Sabahattin Önkibar

POLİTİKA GÜNLÜĞÜ – AYDINLIK, 8 Ağustos 2014
sonkibar@gmail.com 

Bu gün size varlıkları ile İslama türlü zararlar verenlerden kesitler sunacağız:

1) İslamı siyasallaştırıp politik araç yapan Milli Görüş hareketi…

Prof. Necmettin Erbakan son döneminde her ne kadar milli duruşlar sergilediyse de İslamı politize edenlerin başında gelmesinden ötürü son tahlilde Müslümanlığa zararlar vermiş ve inancımızın ideoloji haline gelmesinin öncülüğünü yapmıştır.
Erbakan’ın “Bize oy verenler Müslüman, vermeyenler patates dininden” ifadesi gaflet ve dalaletin ötesidir.

2) AKP kadroları…

İslamı emperyalizmin hizmetine sunan bu ekip, siyasal fayda adına toplumu
inanç ekseninde cepheleştirerek inanan insanları bile siyasal saiklerle (AS: dürtülerle) karşı cepheye iterek gerçekte Müslümanlığı hedefe oturtmuştur.

3) Risale-i Nur talebeleri…

Emperyal İslamın yerli ilk tezahürü (AS: yansıması) olan Nurculuk hareketi,
İslamı temel yörüngesinden çıkarma amaçlıdır ve risalelerle Kur’an’a karşı
seçenek önermeyi amaçlar. Dinde ilk bölücülük Said’i Kürdi‘nin bu girişimi ile başlamıştır.

4) Diyanet İşleri Başkanlığı…

Çok samimi gayelerle kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı özellikle son dönem
AKP iktidarının yan kuruluşu
 gibi hareket ederek AKP’li olmayan Müslümanları dinden soğutuyor…

Keza Diyanet’in Alevi kardeşlerimize hitap etmemesi bir başka olumsuzluk.

5) İmam Hatip Okulları…

Münevver imam yetiştirmek amacı ile samimi duygularla kurulan bu Cumhuriyet okulu maalesef bildik siyasal partilerin arka bahçesi yapılarak İslama hizmet yerine ihanetin göbeğine oturmuştur.

6) F tipi örgüt…

İslam ambalajı ile afyonlanan bu örgütün haşhaşi kadroları, Ergenekon ve Balyoz davalarında görüldüğü gibi NATO ve Pentagon’a hizmet adına
her türlü rezilliğe imza atmışlardır ki; bu alçaklıkları
 pek çok mümin insanı İslamdan soğutmuştur.

7) İslamcı mafya örgütleri ya da bazı cemaatler…

Tamamı olmasa da,

  • Türkiye’deki pek çok cemaat örgütlenmesi gerçekte
    İslamcı mafya örgütlenmeleridir.

İslama hizmet adı ile örgütlenen bu yapılar aslında
din baronlarının saltanatı demektir.

Hangi cemaate gitseniz, kendi şeyhleri ya Mehdi ya da Allah’ın veya Peygamber’in yeryüzündeki vekilidir.

Öbür cemaatlerin mensupları ise onlara göre cehennemliktir…

Evet, cemaat olayı inancımızın bünyesine giren kanserdir.

  • Atatürk’ün bu ülkeye yaptığı büyük hizmetlerinden biri de Tekke ve Zaviyeleri kaldırmasıydı. Eğer kaldırmasaydı bugün Türkiye’de İslam adı ile yüzlerce ayrı din olurdu ki, son 40 yıldaki esnemeler ve sayıları katlanan cemaatlerle beraber bu durum ortadadır.

8) İslamcı holdingler…

İhlas Finans, Kombassan, Yimpaş ve benzeri onlarca sözde İslamcı holdingin dolandırıcılıkları İslam inancının böğrüne saplanan hançerdir; çünkü bu holdinglerin temel sermayesi Müslümanlıktı.

9) Deniz Feneri benzeri yardım kuruluşları…

Yine İslam ve onun kuralı zekât kullanılarak yardım maskesi ile inançlı insanları dolandıran bu yapılar Müslümanlığı kirleten öbür kuruluşlardır.

10) Dinci medya…

İslam ambalajı ile okurlarına ulaşan bu mevkuteler aslında inancın değil,
köle oldukları iç ve dış siyasal dinamiklerin istemlerini yerine getirdikleri için
gerçek müminleri Müslümanlıktan soğumaya itmiştir.

Gazete Vatan Emek
Twitter@GazeteVatanEmek
Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek

AYDINLIK BİR GELECEK, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…

http://www.gazetevatanemek.com/

Prof. Dr. Öztin AKGÜÇ : Seçim Sonucu Çözümlemesi


Seçim Sonucu Çözümlemesi

portresi
Prof. Dr. Öztin AKGÜÇ
Cumhuriyet, 6.4.14

 

Yerel seçim sonuçları farklı yorumlara, analizlere yol açtı. AKP’nin aldığı oy oranını ekometrik modelle açıklamaktan tutun, halkın ekonomik durumunun iyi olmasına, Sayın RTE’nin karizmatik liderliğine, muhalefetin seçim stratejisine, seçimi yönetmekteki başarısızlığına, halkın yolsuzluklara inanmadığına dek uzanan yorumlar, değerlendirmeler yapıldı.

Kişisel kestirimim, AKP’nin son genel seçimine göre oy yitireceği, oy oranının %40’a, hatta biraz altına gerileyeceği yönünde idi. Kestirimim iyimsermiş. AKP’nin oy oranı kestirimimin 4-5 puan üstünde gerçekleşti.

  • Niçin AKP vb. türden bir partinin oy oranı %40’ın altına, kısa dönemde belirgin biçimde inmez?

Açıklamaya çalışayım                    :

Benimsenmese, taraftar bulmasa da, hatalı görülse de benim görüşüm ortaya atılan modellerden, nedenlerden, çözümlemelerden farklı.

Türkiye’de temelde bir ayrışma var.

Cumhuriyeti benimseyenler bir taraf;
Cumhuriyete, bağımsızlık savaşına karşı, açık ya da gizli Atatürk düşmanları
demeye dilim varmıyor ama en azından aleyhtarları o bir taraf.
Bu ayrışmanın kökeni bağımsızlık savaşına değin uzanıyor.

Atatürk’ün ‘Nutku’nun önemli bir bölümü iç isyanlara ayrılmıştır.
Ankara Hükümeti, dış güçlerden çok iç isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.
Sayı konusunda yanılgım olabilir. Savaş sırasında 16, savaştan sonra da 2 büyük isyan. Nedeni? Savaş daha bitmemiş, yeni düzen kurulmamış ki, düzene karşı bir başkaldırı oldu diyelim. Ülkede bağımsızlık savaşına, Ankara Hükümeti’ne, Mustafa Kemal’e karşı olan bir kitlenin, silahlı eylemleri bunlar.

Savaş ertesi, Cumhuriyet Halk Fırkası kuruluyor, tek partili bir düzen olmaması için de 1924 yılında Mustafa Kemal’in arkadaşlarının katılımı, önderliklerinde
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası oluşturuluyor. Halkın önemli bir bölümü
bu karşıt görünümlü partiye yöneliyor. Burada önyargılı bir davranış var.
Cumhuriyet kurulalı bir yıl olmamış, icraatı konusunda iyi ya da kötü yargısına varılabilecek bir süre geçmemişken, bu davranış bir önyargıyı, bir karşıtlığı yansıtıyor. Çok partili siyasal yaşam, herhalde yeni kurulmakta olan Cumhuriyetin varlığı açısından tehlikeli görülüyor ki, bu denemeden kısa süre sonra vazgeçiliyor.
Bu kitle, argo deyimle araziye uyuyor.

Yıl 1930, dünya belki de tarihinin en derin ekonomik krizini yaşıyor.
Hitler düzeni güçleniyor, Avrupa’da nasyonel sosyalizm yaygınlaşıyor.
Türkiye böyle bir dönemde, çok partili siyasal yaşam denemesine bir kez daha girişiyor. Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından Fethi Okyar önderliğinde Serbest Fırka kuruluyor. Halkın önemli bir bölümü yine Serbest Fırka’ya yöneliyor.
O günkü dünya koşullarında bu deneme de sürdürülemiyor.

Yıl 1946, Demokrat Parti kuruluyor. Parti daha örgütlenmeden Cumhuriyete, Atatürk’e karşıt kitle DP’nin arkasında yerini alıyor. DP iktidarı ile birlikte Atatürk düşmanlığı dışavuruluyor. Büstlerine, heykellerine eylemli saldırılar başlıyor. DP’nin ilk çıkardığı yasalardan biri “Atatürk’ü Koruma Kanunu” oluyor1960 askeri darbesinden
sonra da bu kitle Adalet Partisi’ni destekleyerek iktidara taşıyor. Yıl 1970, Konya’dan bağımsız milletvekili seçilen, Prof. Dr. Necmettin Erbakan sağ partilere gizli koalisyon ortağı olmak, orta-sağ partilerin ardına saklanmak yerine, kendi partilerini kurmanın zamanı geldiği düşüncesiyle Milli Nizam Partisini kuruyor. Artık Cumhuriyete, devrimlere onun simgesi Atatürk karşıtları açıkça siyasal arenada yerini almıştır.
Kitle, 1980 sonrası ANAP kisvesi altında iktidar ortağıdır. ANAP her ne denli 4 eğilimi birleştirdiğini savunduysa da, omurgasını bu kitle oluşturmuştur. ANAP’ın dağılma sürecine girmesi üzerine Necmettin Erbakan bu kez Refah Partisi adı altında iktidar ortağıdır. 28 Şubat süreci (AS: 1997) ile kitle AKP şemsiyesi altında toplanır.
Artık Saadet Partisi yalnızca tabela partisidir. DP ve ANAP’ınsa isimleri yadigâr olarak kalmıştır.

Kişisel kanım, bu kitle, sayısal olarak Cumhuriyeti benimseyenlerden daha çoktur. %40’a yakındır. Geçmiş deneyimler gösteriyor ki, adı ne olursa olsun, lider kim olursa olsun, bu kitlenin politikada sayısal ağırlığı vardır. Kestirimler, yorumlar yapılırken
bu gerçek göz önünde tutulmalıdır.

AKP’den Düşük Profilli 20 Temmuz Kutlaması / Low profile celebration for July the 20th by AKP-JDP

20 Temmuz 1974.. 28. yıl.. AKP, MUTLU BARIŞ HARKATI kutlamalarına salt 1 TBMM Katip üyesi gönderdi.. Ulusal davalara sahip çıkma anlayışı bu düzeyde.. Çok yazık..

Orhan Birgit
obirgit@e-kolay.net
20 Temmuz 2012 – Cumhuriyet

Düşük Profilli 20 Temmuz Kutlaması

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü, Başbakanı Bülent Ecevit’i, Başbakan Yardımcıları Necmettin Erbakan’ı, Orhan Eyüpoğlu’nu, Dışişleri Bakanı Turan Güneş’i, Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’ı, Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar’ı, Kara Kuvvetler Komutanı Nurettin Ersin’i,
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan’ı ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Emin Alpkaya’yı kaybedeli yıllar olmuş. Kıbrıs Türklerinin efsane lideri Denktaş’ı da geçen yıl sonsuzluğa uğurladık. Soykırıma uğrayan Türkleri kurtarmak için 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıkan
Silahlı Kuvvetlerimizde görev yapan kaç subay, astsubay ve Mehmetçik hayattadır?

Bilen var mı?

68 general ve amirali Silivri yargılaması gerekçesiyle, üstelik ucu açık bir şekilde tutuklanmış olan Ordumuzun Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki ilk denizaşırı görevi için, oybirliği ile karar alan Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendisini 20 Temmuz Kurtuluş Bayramı’nda bir tek kâtip üye ile temsil ettiriyor!

Dün KKTC internet sitelerinde AKP Milletvekili Mustafa Hamarat’ı KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun konutunda gösteren fotoğraf karesini izlerken burnumun direğinin sızladığını fark ettim.

Anavatan Türkiye, “Mutlu Barış Harekâtı”nın 37. yıldönümü kutlamalarına böyle düşük profilli
bir temsil ile mi katılacaktı?

37 yıl önce, 19 Temmuz’u 20 Temmuz Cuma’ya bağlayan gece yarısında Silahlı Kuvvetlerimizin Girne’den yapacağı çıkarmada rahmetli Rauf Denktaş’ın çektiği heyecanlı bekleyişi, London Daily News’in Ortadoğu muhabiri Harry Scok Gibson “Kıbrıs’ta Soykırım” adlı kitabında nasıl anlattığına bir iki ay içinde yayımlamayı umduğum “Kalbur Saman İçinde” adlı kitabımda şöyle değiniyorum:

… Ama büyükelçimiz ve Denktaş, yerel saate göre hareket etmişler ve 06.30 olarak hesap edilen çıkarmanın başlangıç saatinden bir saat önce alarma geçilmiş. Kulağı Ankara radyosunda olan
Rauf Bey, beklediği haberi alamayınca da haklı olarak telaşlanmış, “anavatan bu kez de caydı” diye düşünmüş.

O sırada da ada üstünde gecenin sessizliğini delen uçaklarımızın sesi duyulmuş Denktaş’ın 19 Temmuz 1974’te yaşadığı o saatleri, Kıbrıs Türk toplum yönetiminin dışilişkilerinden sorumlu Nail Atalay, şöyle anlatır:*

“O gece saat 22.30 sularında ofise gelen Türkiye Büyükelçisi (Asaf İnan) ve eşi, Denktaş’la
kahve içtiler ve sonra ayrıldılar. Daha sonra, evime giderken, Denktaş’ın BM Genel Sekreteri’ne gönderilmek üzere hazırladığı bir mektubu teleksle iletmesi ricasıyla büyükelçinin evine götürdüm. Büyükelçi robdöşambrını giymiş, elinde purosu kapıda belirdi.

‘Bu nedir?’ diye sordu. BM’ye yeni atanan Kıbrıs Rum temsilcisinin Türkleri temsil etmediğini bildiren bir yazı olduğunu söyledim. Sonra hemen yanındaki kapıdan bürosuna geçti.
Kısa bir süre sonra tekrar geldi.

‘Oku bana’ dedi. Okuduğumda titrediğini fark ettim. Mektubu elimden aldı.
Buruşturdu. ‘Şimdi buna gerek yok’ dedi.
Türk Ordusunu kastederek ‘Niçin, geliyorlar mı?’ diye sordum. Cevap vermedi.
Bunun yerine bana bir soru sordu:
‘Denktaş nerede?’
‘Uyuyor.’
‘Ona kendisini görmeye gelebileceğimi söyle’ dedi.
……….
Denktaş’ın ikametgâhına döndüm ve hizmetçiye O’nu uyandırmasını söyledim.
Aşağıya mayo giymiş olarak geldi. Büyükelçinin söylediklerini kendisine aktardım.
Sırrın bana da açıklanacağını umarak ‘Şifreli bir mesaj olabilir’ dedim.
Ama Denktaş, yanımdan ayrıldı ve yandaki kapıdan bürosuna geçti.
Kısa bir süre sonra, büyükelçi telefonla Denktaş Bey’i aradı ve bir görüşme gerçekleşti.

Konuşulanlara kulak misafiri olmak için ölüp bitiyordum, fakat dinleyebilmem imkânsızdı.

Sonra Denktaş, yüzünde büyük bir gülümseme ile parmaklarını şaklatarak ve dans ederek
bürosundan çıktı. Çok neşeliydi.

‘Neler oluyor?’ diye patladım.

‘Lütfen yolumdan çekil. Çok sıkıştım!’ Bu, ondan alabildiğim tek şeydi.
Sonra, bana ‘Türk Büyükelçiliği’ne gidiyorum. Ben dönene kadar burada kal.’ dedi.
15 dakika sonra elinde bir viski şişesi ile döndü. Bekleme odasında, benimle beraber,
yürütme kurulundan üç üye vardı. Bizleri, bürosuna davet etti. Şişeyi, masasına koydu,
o zamanlarda yanında taşıdığı tabancasını çıkardı ve viskinin yanına sürdü.
Saat gece yarısını geçmişti ve tarih 20 Temmuz’du.”
***
Ne yazık ki birçoğumuz için günümüzde bir şey ifade etmeyen; hatta Ertuğrul Kürkçü gibi
kimi BDP milletvekillerinin “Türkiye Kıbrıs’ta ne arıyor?” diye sormasına
yol açan 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’ndan küçük bir anı demeti…
Ne yazık ki, bugünkü AKP iktidarı, Kıbrıs Türk’ü ile ilişkisini her bakımdan gevşetmektedir.

2012’de Londra’da yapılacak olimpiyatlarda, KKTC’nin değilse, Kıbrıslı Türk sporcuların olsun katılmalarını sağlamak üzere, Britanya Kıbrıslı Türkler Derneği Başkanı Çetin Ramadan,
Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Jacques Rogg’e bir mektup yazarak

“Bize yardımcı olunuz..” çağrısını yapmış.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı
Prof. Uğur Erdener, gecikerek de olsa üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeliler.

ÖRTÜLÜ FAŞİZMDEN AÇIK İSLAMİ FAŞİZME : NAM-I DİĞER “ILIMLI İSLAM” REJİMİNE Mİ ??

ortulu_fasizmden_acik_islami_fasizme_24.09.08