Nazım Alpman
https://www.nazimalpman.com.tr/
Güncel
BİRGÜN
Türkiye’nin 1960-2000 yılları arasında en önemli siyasi portresi Süleyman Demirel altıncı kez geldiği başbakanlıktan 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle devrilmiş, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra yedinci başbakanlığına hazırlanıyordu.
Eski lakabı “Çoban Sülü” gitmiş demokrasinin “Baba”sı gelmişti. Siyasi yasaklı döneminden (1980-1986) itibaren hürriyetleri savunur olmuştu. Yavaş ve zahmetli de olsa gelişiyor ve değişiyordu. Aziz Nesin ondaki bu tekâmülü şöyle “takdir” ediyordu:
-Bir askeri darbe daha görürse komünist olabilir!
Doğru Yol Partisi (DYP) taraftarları meydanları inletiyorlardı:
-Kurtar bizi Baba!
Süleyman Demirel arkasında bıraktığı yıllarda hararetle savunduğu “zararlı fikirler” meselesinin üzerinden tek adımda atlayarak solcu aydınlara selam çakıyordu:
-Konuşan Türkiye istiyoruz!
Baba’nın iktidar yıllarında ifade özgürlüğü kurbanları olarak hapishaneleri mesken tutmuş aydınlar, yazarlar, sendikacılar, gazeteciler bile “helal olsun” demekten kendilerini alamıyorlardı.
Sonunda 1991 Seçimleri yapıldı, DYP birinci parti olarak TBMM’ye girdi. Demirel, başbakanlık koltuğuna yedinci defa (kez) oturdu. Hızlıca icraata girişti, bazı yasaları değiştirdi. Solcu aydınlar için her şey yerli yerindeydi. Akademisyen Fikret Başkaya, Haluk Gerger gazeteci Işık Yurtçu, Ragıp Duran, sendikacı Münir Ceylan ve İnsan Hakları savunucusu Akın Birdal gibi daha pek çok isim “Konuşan Türkiye gazileri” olarak hapishanelere konuldular. Bütün akademik hayatını (yaşamını) Kürtlere vakfeden Doç. Dr. İsmail Beşikçi’nin konuşmasına bile gerek yoktu, bilimsel çalışmaları yüzünden yatmadığı cezaevi kalmamıştı. Yine hapishanedeydi.
Hani “Konuşan Türkiye” olacaktık?
Olmasına olduk ama “Konuşan Türkiye” de sadece (yalnızca) tek ses çıkıyordu:
-Susun ulan!
O zamanlardan bu zamanlara geldik. İfade özgürlüğü mağduriyeti katmerlendi. Ama “Konuşan Türkiye” yine var! Hatta “Çok Konuşan Türkiye” de var. “Gereksiz konuşan” yok mu? Üzülmeyin onlardan bol bereket mevcut. Çeşit çeşit akademisyen, türlü türlü televizyoncu, sürüsüne bereket uzman, dur durak bilmeden konuşuyorlar. Hepsi hep birlikte “emir tekrarı” yaparcasına aynı makamdan çalıp söylüyorlar:
-Susun ulan!
Bugünlerde “Çok Konuşan Türkiye”nin yeni gündemi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki “değişim” süreci… Parti içinde neler oluyor, kim kiminle ittifak halinde, lider kim olmalı, kurultay ne zaman yapılmalı, yoksa yapılmamalı mı?
İktidar partisi için hepsi “dut yemiş bülbül” misali (örneği) hiç sesleri çıkmıyor. CHP içinde en geniş demokrasiyi savunurlarken iktidar partisinde toz kondurmuyorlar. Eğer toz kondurmak gerekiyorsa tepeye bakıyorlar. Oradan “işaret” alırlarsa üzerine çıkıp tepinmek dahil her şeyi yapıyorlar. Hayır, negatif bir bakış hissetmiyorlarsa o zaman olayı görmeden geçip gidiyorlar.
Mesela (Örneğin) aşağıdaki haber demokrasiyi çok seven iktidar partisinde son derece sevilesi bir uygulamayı ortaya koyuyor:
“AKP Teşkilat Başkanlığının sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 7 il başkanlığına atama yapıldığı duyuruldu.”
Ne kadar güzel bir uygulama değil mi? Atıyorsun oluyor!
Bizim memlekette siyasetin sağ kanadı ile demokrasi arasındaki bağlantı, deniz kumu ile karılmış inşaat harcına benziyor. Bir türlü arzu edilen sağlamlığa ulaşamıyor. Ama haklarını teslim etmek de lazım (gerek), her konuda sabit fikirleri, “muktedirimiz bilir” ilkesinden şaşmıyorlar. Uzaktan bakanlar ise halimizi (durumumuzu) görüyorlar:
-Çok konuşanlar ülkesi!