Etiket arşivi: Nazi hukuku

Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan ve Gezi tutuklularından mesaj: Bu kumpas da bozulacak

CHP’li Utku Çakırözer’in ziyaret ettiği TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, gazeteci Barış Pehlivan ile Gezi davası tutukluları cezaevinden mesaj yolladı. Yanardağ bu kumpasın da bozulacağını söyledi.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, İstanbul Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Gezi Parkı davası tutukluları yaklaşık 6 yıldır cezaevinde tutulan Osman Kavala ve 500 gündür cezaevinde bulunan Ali Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile gazeteciler Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan’la görüşen Çakırözer, ziyareti sonrasında cezaevi önünde ANKA Haber Ajansı’na konuştu.

‘BÜYÜK HUKUKSUZLUK’

Ziyaret ettiği isimlerin cezaevinde kalıyor olmasının; Türkiye’nin demokrasisinin, Türkiye’de hukuk devletinin, adaletsizliğin ölçüsünü göstermekte olduğunu belirten Çakırözer, şunları söyledi:

“Gazeteci Barış Pehlivan 3 haftadır burada; hem de bu cezaevinden, yani açık cezaevinden sürekli insanlar tahliye olurken. Hangi insanlar, hükümlüler; uyuşturucu, tecavüz, çocuk tacizi, mafya gibi suçlardan hüküm giymiş insanlar erken tahliye olurlarken İnfaz Yasası’nda yapılan düzenlemeyle, Barış Pehlivan içeriye girmek zorunda kaldı ve daha da yaklaşık 8 ay burada, açık cezaevinde yatmak zorunda bırakılıyor, Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına karşın infaz düzenlemesinden faydalandırılmayarak. Kendisinin mesajı da var. Onları da okuyacağım. Öte yandan, kapalı cezaevinde Osman Kavala yaklaşık kasım ayı başında eğer burada tutulmaya devam ederse 6’ncı yılını cezaevinde doldurmuş olacak. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin haksız tutukluluk uygulandığına dair bir kararı var. Kendi mahkemelerimizin beraat kararları, tahliye kararları var. Buna rağmen 6 yıldır cezaevinde tutuluyor büyük bir hukuksuzluk ile.

‘TÜRKİYE’NİN AYIBI’

Yine konuştuğum Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman, 7 Eylül’de 500’üncü günleri olacak, 500 gündür içeride olacaklar. Baktığınızda henüz davaları Yargıtay’da, kesinleşmemiş durumda. Haklarındaki karar kesinleşmemiş durumdayken ve iddianameleri bomboşken maalesef burada tutulmaktalar. Gazeteci Merdan Yanardağ da yine kapalı cezaevinde haksız, hukuksuz tutulmakta. Türkiye’nin büyük ayıbı. İşte iki gazeteci, işte bir milletvekili, seçilmiş milletvekili olmasına karşın, seçimlerin üzerinden mayıstan bu yana 4 aya yakın bir süre geçmiş olmasına karşın cezaevinde tutuluyor. Türkiye’nin en iyi şehir plancılarından, yine Türkiye’nin en iyi düşünürlerinden, isimlerinden Tayfun Kahraman, Hakan Altınay cezaevinde. Türkiye’nin ayıbı, demokrasinin ayıbı ve adalet ve hukuk devleti noktasındaki eksiğimizi en iyi gösteren durum. Onların mesajları var. Onları bir bir okumak istiyorum aracılığınızla.”

YANARDAĞ: TÜRKİYE’NİN BİRİKİMİ BU KUMPASI BOZACAK

Merdan Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında Avrupa şampiyonu olan Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nı kutladı. Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla şu görüşlerini dile getirdi:

“Kadın voleybolcularımızın şampiyonluğuna gösterilen gerici tepki bile Cumhuriyetimizin kazanımlarının bu ülke insanları için ne büyük bir erdem olduğunu ortaya koydu. Voleybol takımımızın başarısı Cumhuriyet’in bir zaferidir. Cumhuriyet kazanımları ve ilerici birikimi olmasa böyle kadın bir voleybol takımına sahip olamayacaktık. Aynısı adalet sistemimiz ve basın özgürlüğü için de geçerlidir. Türkiye, Cumhuriyetin 100’üncü yılında onun hedeflediği özgürlük ve demokrasiden her gün daha fazla uzaklaşarak karanlık, totaliter bir rejime sürükleniyor; basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, adeta Nazi hukukunun uygulandığı bir ülke hâline geliyor.

Anayasa’nın güvence altına aldığı, hak ve özgürlüklerin ihlal edilerek benim hukuk dışı yöntemlerle tutuklanmam, hakkı olmasına karşın Barış Pehlivan’ın infaz indiriminden yararlandırılmaması, yine seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın hâlâ hapiste tutulması, işaret ettiğim gerici, faşizan, totaliter rejimin önemli göstergeleridir.

  • Türkiye’nin ve bu toprakların aydınlanma ve demokratik birikimi bu ablukayı kıracak, bu kumpası da bozacaktır.
  • Demokratik ve cumhuriyetçi güçlerin birliği bunun için gereklidir,
    olmazsa olmazdır.

Basın ve ifade özgürlüğünün kararlı bir şekilde savunulması bunun ilk adımını oluşturacaktır.

  • Türkiye’nin, hukukun üstünlüğüne inanan cumhuriyetçi güçleri
    kendi evlatlarına sahip çıkmalıdır. Benim de buna inancım tamdır.”

PEHLİVAN: TECAVÜZCÜLER, ÇOCUK İSTİSMARCILARI HER GÜN ÇIKIYORLAR

Barış Pehlivan, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında şunları kaydetti:

“Ben bu cezaevinde düzenli olarak her akşam sayımdayım ve bu sayımda her gün birkaç kişinin firar ettiğini öğreniyorum. Ben, hiçbir şekilde bunu aklımdan bile geçirmeden, yani oradan firar ederim vesaireyi aklımdan geçirmeden teslim oldum. Tecavüzcüler, çocuk istismarcıları çıkıyorlar, çıkarmışlar, hâlâ her gün çıkıyorlar ancak ben hakkım olan bir yasadan faydalanmak için hâlâ infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Yani haklılığımın, bana karşı yapılan hukuksuzluğun bitmesi, haklılığımın onaylanması için, hakkım olan yasadan faydalanmak için infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Meclis’te çıkan bir yasadan ben faydalanamıyorum ama işte tecavüzcüler, tacizciler çıkıyor. Onlara tanınan bu hakkın bana tanınmıyor olması bu ülkenin bir ayıbıdır.”

KAHRAMAN: BU ÜLKENİN İNSANLARININ VİCDANLARINA GÜVENİYORUZ

Tayfun Kahraman da yaklaşık 500 gündür cezaevinde olduklarına dikkat çekerek “500 gündür bu hukuksuzlukla yaşıyor olsak da umudumuzu asla yitirmedik. Bu ülkenin insanlarının vicdanlarına güveniyoruz. Bizleri 500 gündür hukuksuz bir şekilde burada tutanlara karşı en güçlü ses olacaklarına insanlarımızın inanıyoruz, biliyoruz. Güzel günler çok yakında” mesajını iletti.

ALTINAY: ADALETSİZLİĞE TOPLUM KARŞI AMA…

Utku Çakırözer, Hakan Altınay’ın da sözlerini ise şöyle aktardı:

“Gezi davasında kendilerine yapılan adaletsizliğe, hukuksuzluğa aslında toplumun büyük çoğunluğunun, % 60’tan çoğunun karşı olduğunun bilindiğini ama bu adaletsizlikte ısrar edildiğini söyledi. ‘Adaletsizliğe toplum karşı ama adaletsizlikte maalesef ısrar ediyorlar’ dedi. Bu hatadan ne kadar çabuk dönülürse o kadar aslında Türkiye’nin ve kendi milletimizin yararına, çıkarına olduğunu söyledi. İddianamede haklarında hiçbir delil olmadığını bir kez daha ifade etti ve Yargıtay’dan bir an önce haklarındaki bu ilk derece mahkemesinin verdiği kararın bozulması kararını beklediklerini ifade etti.”

ATALAY: HATAY’DAKİ SU İHTİYACININ GİDERİLMESİNE YOĞUNLAŞILMALI

TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın mesajıyla ilgili de Çakırözer, şöyle konuştu:

“Benden önce İYİ Parti Milletvekili (Selçuk Türkoğlu) kendisini ziyaret etmişti. Öncelikle Meclis’te temsil edilen diğer partilerin de kendisine yönelik bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa karşı olduğunu görmekten memnuniyetini ifade etti. Yani bu konunun, dayanışmanın belki de bu adaletsizliklerin aşılmasında en önemli öge olacağını söyledi. Kendisi Hatay Milletvekili, 4 aydır kendisini seçen Hataylılarla kavuşamamış durumda ama Hatay’daki gelişmeleri yakından izliyor. O yüzden de iki mesajından birincisi Hatay’la ilgili. Hatay’da başta su olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanmasında, karşılanamıyor olmasında sıkıntı gördüğünü ve bu konunun, yani bu ihtiyaçların giderilmesine yoğunlaşılması gerektiğini ifade etti. Seçim hesaplarıyla hızlıca yapılanların ya da yapılıyor görülenlerin maalesef Hataylıların acil sorunlarına çare olamadığını ifade etti.

‘ERİNÇ SAĞKAN’I SELAMLIYORUM’

Adli yıl açılışını ve orada verilen mesajları yakından izlediğini söyledi. Birinci konuşma olan avukatları ve onları temsilen Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı konuşma için Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’a selamlarını iletti. 2022’de başlayan ve maalesef 2023’te de süren Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adaletsizlik krizine ilişkin sözlerinin sansürlenmesini yanlış bulduğunu, kınadığını ifade etti ve şu mesajı verdi.

‘Değil yeni Anayasa; asgari, hukuki tartışma için bile bir demokratik tartışma zemini olması gerekir Türkiye’de. Bu koşullarda bile görüşlerini, eleştirilerini ifade eden avukat Erinç Sağkan’ı Silivri’den selamlıyorum’ dedi.”

Cezaevinde bulunanların mesajlarını okuduktan sonra Çakırözer,

“Ben size de ANKA’ya da ve sizin şahsınızda Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, tabii bunların başında yer alan basın özgürlüğü için mücadele veren tüm meslektaşlarımıza, basın kuruluşlarına, gazetecilere teşekkür ediyorum. Burada özgürlükleri kısıtlanan gazetecilerin, sivil toplum savunucularının, hak savunucularının, iş insanlarının, aktivistlerin hakkını savunduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

Yanardağ neden tutuklandığını anlattı: İktidarın silahını elinden aldım

36 gündür hukuksuz olarak tutuklu..

Sözleri bağlamından kopartılarak tutuklana TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklanma gerekçesini anlattı. Yanardağ AKP’nin İmralı ile siyaseti yeniden dizayn etmek istediğini açığa çıkarttığını belirterek, “İktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” sözleriyle anlattı.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, AKP ile Abdullah Öcalan’ın yeniden görüşerek tekrar çözüm sürecine başlayabileceklerini anlatmak için söylediği sözler nedeniyle trollerin hedefi oldu. Yanardağ’ın sözleri bağlamından kopartılarak sosyal medyada montajlanmış bir video ile servis edildi. Yanardağ, trollerin çarpıtması nedeniyle tutuklanarak eski adı Silivri Cezaevi olan Marmara Cezaevi’ne gönderildi. Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevinde Evrensel’in sorularını yanıtladı. Yanardağ tutuklanmasının sebebiyle ile ilgili soruya, “Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim” yanıtını verdi.

SİLİVRİ YURTSEVERLERİN KADERİ

Yanardağ, Silivri Cezaevi şartlarıyla ilgili gelen soruya yaşamsal malzemelere geç ulaştığını söyleyerek yanıt verdi. Yanardağ’ın açıklaması şöyle:

Silivri bu rejimin simgesidir. Özellikle 2008 yılından başlayarak iktidarın tehdit değerlendirmesine göre “misafirleri” kısmen değişse de; rejimin simgesi olma özelliği değişmedi. Misafirleri arasında da değişmeyen tek kesim solcular, sosyalistler, cumhuriyetçiler ve ilerici kesimler oldu. Silivri zulmün, baskının, kumpas davalarının, cumhuriyetin ilerici birikimlerine, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın kazanımlarına karşı saldırının simgesi.

Silivri’den geçmek, yolu buraya düşmek de neredeyse, bu ülkenin yurtseverlerinin, aydınlarının, demokratlarının, sosyalistlerinin bağımsız ve toplumsal sorumluluklarını inceleyen gazetecilerin adeta kaderi oldu.

Benim tutuklanmam kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildi. Çünkü ortalık Kerbela gibiydi. Bütün yetkililer izindeydi. En temel ihtiyaçlarımı bile gidermekte zorluk çektim. Cezaevindeki personelin ve yönetimin özel bir kastı yoktu. Tam tersine iyi niyetli bir yaklaşımla sorunları çözmeye çalıştılar. Ancak, gazete, televizyon, tuvalet kağıdı ve saat gibi yaşamsal diyebileceğim ihtiyaç malzemeleri bile yoktu. Temizlik malzemelerine bile güçlükle ulaştım. Temel ihtiyaçları personelin iyi niyetli yaklaşımı ve buradaki tutuklu ve hükümlü dostlarımızın desteği ile giderdim. Arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ancak apar topar 9 günlük bayram tatilimin ilk günü (arife günü) tutuklama kararı vermek, art niyetli bir tutum diye düşünüyorum.

Artık bu tip sorunları tamamen (tümüyle) aştık. Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve diğer dostlarımızın dayanışması çok değerli idi. Burada bir kez daha anmak isterim. Cezaevinde özel bir kötü tutum yok.”

“BAĞIMSIZ MEDYAYA GÖZDAĞI”

Yanardağ tutuklanmasının bağımsız medyaya bir gözdağı olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı:

“Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli nedeni; benim üzerimden bağımsız ve muhalif medyaya gözdağı vererek ve geri çekilmeye zorlamak hatta susturmaktır. Bunu hiçbir şekilde başaramayacaklar. Yine bu hedefle bağlantılı olarak seçim sonrasında içine girilen yeni dönemde topluma korku salarak büyük muhalefet potansiyelini -ki %48’lik çok büyük bu ülkenin geleceğini kuracak önemli bir kitledir- sindirmektir. Bunu başarıp başaramayacakları büyük ölçüde bize bağlıdır.

Yönettiğim ve günlük yorum programları yaptığım haber televizyonu TELE1’in çok geniş bir toplum kesimine ulaşması siyasal ve toplumsal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenleri arasındadır. Özellikle seçim öncesinde ve hemen sonrasındaki yayınlarımızın bu konuda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.

Cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin, yurtseverlerin yoktan var ettikleri ve “büyük medya” alanına taşıdıkları bir basın kuruluşunun başarılı olmasını hazmedemedikleri anlaşılıyor.

Bu operasyonun en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz tutuklamaya gerekçe yapılan 20 Haziran 2023 tarihli programda iktidarın iki yüzlü ve siyasal sahtekarlığa dayalı Kürt siyasetini eleştirmem ve bazı hesaplarını deşifre etmemdi. Bu nedenle 14-15 dakika süren değerlendirme ve yorumlarımı bağlamından kopararak, 62 saniyelik bir montaj video hazırlayıp sosyal medya üzerinden servis edip bir linç kampanyası başlattılar. Hem de programdan tam 5 gün sonra. Sonra da savcılık devreye girdi.”

“SİLAHLARINI ELLERİNDEN ALDIM”

Yanardağ tutuklanmasının sebebini,  “İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” cümleleriyle açıkladı. Yanardağ’ın açıklaması söyle:

“Ben söz konusu programda\ AKP’nin İmralı üzerinden yaptığı hesapları ortaya koyarak izlediği politikaları eleştirdim. İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım ya da almaya kalktım diyebilirim. Bu “silah” siyasal alanda da tartışılan ve tecrit diye ifade edilen durumdu. Ben AKP’nin yeni bir açılım hesabı yaptığı ya da yerel seçim öncesinde Kürt yurttaşlarımıza yönelik yeni bir manipülasyon hazırlığı yürüttüğü öngörüsüyle bu konuyu ele aldım. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bu konuya ilişkin olarak verdiği mülakattaki görüşlerini tartıştım.

Ensarioğlu yeni bir açılım sürecine ihtiyaç duyulursa, böyle bir girişimi başlatabileceklerini belirtiyor ve Öcalan’a uygulanan “tecrit” nedeniyle de Selahattin Demirtaş’ı suçluyordu. Konuyu programda ele almamın nedeni Ensarioğlu’nun bu sözleriydi. AKP Milletvekili daha önceki açılım sürecinin başarısızlığını da yine Demirtaş’a bağlıyordu. Bana AKP’nin böyle bir çıkışı neden yaptığı sorulunca; “İki olasılık var” dedim, “Ya Ensarioğlu Apocu oldu ya da yine iki yüzlü bir açılım süreci için zemin hazırlıyorlar” diye yanıt verdim. Bu işin ironi kısmıdır. Ensarioğlu, Öcalan için “anlayışlıydı” diyor ve bir af olasılığından da söz ediyordu. Ben de AKP’nin iki yüzlülüğüne örnek vererek, seçim öncesinde muhalefete yönelik “Apo’ya af çıkaracaklar” şeklindeki propagandalarını anımsattım.

Bunun üzerine iktidarın, devletin infaz kanunu adil bir şekilde herkese uygulayarak, Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşme hakkının verilmesinin hukukun gereği olduğunu söyledim. O zaman, “Kamuoyu Öcalan’ın ne söylediğini öğrenir ve böylece spekülasyonların önüne geçilir, iktidar tarafından bir tehdit ve siyasal araç olarak kullanılmaz” dedim.

Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim.

Programdaki diğer ifadeler yer yer ironiyle söylenmiş, deyim uygunsa olayın “magazin tarafı”dır. Asıl mesele infaz hukukunun herkese adil şekilde uygulanması gerektiği gerçeğini hatırlatmış olmaktır.

Şimdi sormak gerekiyor : Bir iktidara “Devletin infaz kanununu herkese adil şekilde uygula” demek ne zamandan beri suç oldu? Dahası böyle bir suç olabilir mi? İktidar kendi yasalarını bile çiğneyerek “Nazi hukuku” uyguluyor. Yani fiile (suç) bakarak karar veriyor. Eğer bir kişi kendileri için bir tehlike veya tehdit oluşturuyorsa ve yasal bakımdan bir suçu yoksa bile, icat ediliyor. Amaç kendileri için tehlikeli olan ya da olma potansiyeli taşıyan kişiyi bertaraf etmek, susturmak ve etkisizleştirmektir.

Ortada tutuklanmayı gerektiren bir suç bulunmuyor

Asıl sorun, iktidarı ve muhalefeti ile kurulan sessiz ya da fiili mutabakatı bozmuş olmam ve yasak bir tartışmayı geniş bir kesimin ve kamuoyunun gündemine getirmemdir. İddianamede bu nedenle benim “işin magazini” dediğim konu yani “Filozof, zeki, siyaseti iyi okumak” gibi sözler öne çıkarılmak ve asıl mesele gizlenmek isteniyor. Oysa bu sözler AKP’liler ve yandaşların daha önce söylediklerine bir göndermeyle söylenmiş ve olayın deyim uygunsa magazinini oluşturan kısmıdır.

Asıl dert başkadır. Suç icat etmeye ve bütün demokrasi güçlerini, bağımsız gazetecileri tehdit etmeye çalışıyorlar.

  • Ama, hukuksuzluğa ve zorbalıklara karşı boyun eğmeyeceğim. Demokrasi ve hukuk mücadelesini her koşulda sürdüreceğim.”

CEZANIN NEDENİ HALKÇI YAYIN

İktidarın baskı ve sansür aracı RTÜK Yanardağ’ın sözlerinin ardından TELE1’e 7 gün ekran karartma cezası verdi. Yanardağ bu cezanın nedenini TELE1’in halktan yana ve toplumcu yayınlarından kaynaklandığını söyleyerek, “RTÜK, iktidarın bağımsız medya üzerindeki baskı ve sansür aygıtlarının en önemlisidir. TELE1’e yönelik neredeyse her hafta bir para ve yayın durdurma cezası veriyorlar. Nedeni belli. Yukarıda da söylediğim gibi TELE1’in halktan yana bağımsız ve toplumcu yayınları bu ceza ve saldırıların nedenidir. Biz de RTÜK’e karşı ceza iptal davaları açıyoruz. Bu davaların bir bölümünü kazanıyoruz. Çünkü, gizlenemeyecek kadar keyfi ve hukuk dışı cezalar veriyorlar. En ağır olanı benim söz konusu programım nedeniyle verilen son cezaydı. Üç ayrı ceza verildi. Mahkeme, bizim başvurumuz üzerine; yürütmeyi durdurma kararı verdi. RTÜK itiraz edecektir ama önemli bir kazanımdır hukuk adına.” ifadelerini kullandı.

TUTUKLU GAZETECİLER AÇIKLAMASI

Tutuklu gazetecilere ilişkin de konuşan Yanardağ şunları söyledi:

“Gazetecilerin mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanması; iktidarın ve Cumhurbaşkanının eleştirilemez, itiraz edilemez ve sorgulanamaz bir konuma yerleştirilmek istenmesidir. Bir tür “kutsallık” ihdas etme girişimidir. Bağımsız ve muhalif medyayı geri çekilmeye zorlamaktır. Denetlenemez bir patrimonyal sultanizm rejimi yaratmaktır. Demokrasiye yönelik asıl tehdit budur.

Bu girişimi önlemenin yolu, her iki kişiden birinin “hayır” dediği iktidara karşı oluşan demokratik muhalefeti emek eksenli bir perspektifle birleştirmektir. Bağımsız medya kuruluşlarına sahip çıkmak ve yaşatmaktır. İdeolojik derinliği olmayan, felsefi arka planı kurulmamış “değişim” tartışmalarıyla % 48’lik büyük ve çok önemli toplumsal muhalefet potansiyelinin değersizleştirilmesini önlemektir.”

Silivri’de de hayat sürüyor

Merdan Yanardağ

 

Silivri’de hayat kendine özgü ritmi, kuralları, sınırlılıkları ve her şeye karşın bütün canlılığı ile cıvıl cıvıl devam ediyor.

  • Haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir tutukluluğa karşı direniyoruz.

Günler geçiyor ve biz buradan bütün dikkatimizle dışarıdaki yaşamı izlemeye çalışıyoruz. Aklımızda ise sevdiklerimiz, yakınlarımız, dostlarımız ve yarım kalan işlerimiz var. Deyim uygunsa yaşamlarımıza ilişkin bir ana bilanço çıkarıyoruz ister istemez. Dışarıdaki mücadeleye ve yaşama katılmaya kendimizi yenileyerek hazırlamaya çalışıyoruz.

Burada zamanı en verimli şekilde geçirmek önem taşıyor. Örneğin sistemli şekilde okumak, spor yapmak ve sağlığını korumak gibi. Kimsenin ne okuduğunu ne okumadığını bilmiyorum; ama belki biz ‘’filozof’’ oluruz! Şaka bir yana, buradaki en değerli etkinlik okumak desem abartmış olmam. Kendini salmamak en yaşamsal tutumdur. Yazma ve üretmek de böyledir.

Avukatlarımız ile görüşürken -ki açık görüş yapıyorlar- bu iş için ayrılan bölümde buradaki dostlarımızla görüşme şansımız oluyor. Aramızda fiziksel bir uzaklık olsa da iletişim kurabiliyoruz. Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay ve diğer arkadaşlarımızla ayaküstü de olsa konuşuyoruz. Sağ olsunlar, buraya geldiğim günlerde -ki bayram tatiline denk geldiği için kantin kapalı ve bütün yetkililer izinliydi- en temel ihtiyaçlarımı onların desteğiyle giderdim. Önemlidir, teşekkür ediyorum.

Can Atalay, bildiğiniz gibi Soma’lı madencilerin hakkını savunurken nasılsa, kaçak tarikat Kuran kursu yatakhanesinde yanarak ölen yoksul çocuklara nasıl sahip çıktıysa, Çorlu tren faciasının sorumlularının yakasına nasıl yapıştıysa burada da uğradığı haksızlık ve hukuksuzluklara karşı aynı heyecanla mücadele ediyor. Diğer arkadaşlarımız da aynı tutumu sürdürüyor. Tutuklanmadan bir gün önce Tayfun Kahraman’ın cezaevinde, uzmanlık alanından hareketle yazdığı depreme karşı alınacak önlemler ve bu bağlamda iktidara yönelttiği eleştirilerden oluşan kitabını TELE1 ekranlarında tanıtmıştım. Buluşmak buraya kısmetmiş!

Can, çıkana dek -ki çıkacak- bizim milletvekilimiz. Hatay’lılar belki biraz bekleyecek ama Silivri milletvekilliği de önemlidir diye düşünmek gerek. Can’ı uzun süredir tanıyorum, birlikte birçok oluşumda yer aldık. TELE1’e sık sık davet ettik, görüşlerimizin zamanla birbirine yaklaşması, aynı saflarda olmak mutluluk verici. Öbürr dostlarımızla da öyle.
***
Silivri’de bir ayımı doldurmayı iple çekiyorum; çünkü bir ayı doldurunca buradaki halı sahada başka arkadaşlarla birlikte spor yapma, top oynama ve sohbet etme hakkını kazanacağım. Gerçi sporumu her sabah havalandırma avlusunda yapıyorum ama arkadaşlarla birlikte olmak görüşmek burada çok değerli. Özellikle tek kalanlar için. Bakalım, Canlar ve öbür Gezi‘ci arkadaşlarla birlikte spora çıkmak için dilekçe vereceğim. Umarım bir aksilik çıkmaz.

Bu arkadaşlar heyecanlı maçlar yapıyormuş, avukat arkadaşlarımızın söylediğine göre. Haftada bir de olsa keyifli bir durum. Osman Kavala sıkı top oynuyormuş. Hırslı ve sıkı… Eğer avukat arkadaşlarımız hoş bir ‘’dedikodu’’ yapmadılarsa -bu olasılık var- ne yalan söyleyeyim bu durum beni şaşırttı; çünkü adeta bir tevekkül, için için sessiz fakat kararlı ve soylu bir direniş sergileyen o sakin Osman Kavala’nın sıkı bir topçu olması güzel bir sürpriz. Ben böyle hırslı bir maç yapacak kişinin Can olabileceğini düşünürdüm. Haksız mıyım? Bakalım heyecanla halı sahada buluşacağımız günleri (birkaç gün kaldı) bekliyorum. Bir aksilik olmazsa göreceğiz kimin nasıl oynadığını.

Ayrıca Osman Kavala’nın bana avukatı aracılığıyla gönderdiği kitap hakkında da konuşabilmeyi umuyorum. Sebastian Haffner’in ‘’Hitler Üzerine Notlar’’ kitabı, alanındaki en önemli çalışma denilebilir (İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2021).

‘’Görülmüştür’’ damgalı kitabı bitirmek üzereyim. Birkaç kitabı birlikte okuyunca biraz zaman alıyor. Benim dikkatimi ‘’Nazi Hukuku’’ konusuna çeken de Osman Kavala oldu. Yani suça değil, kişiye bakan (fiili değil, faili esas alan) hukuk anlayışı. Bu hukuk, suçun işlenip işlenmediğine bakmaz, kendisine muhalif olan, tehdit olarak gördüğü kişilere yönelir. Onları hedef alır. Suç bulamaz ise icat eder. Yoruma ve varsayıma dayalı suçlama yöneltir. Kumpas kurar. İktidarın FETÖ’den devraldığı ve fiilen uygulamaya çalıştığı faşist bir hukuk anlayışıdır. Hepimiz hakkında açılan davaların temelinde bu anlayış yatıyor. Osman Kavala savunmasında bu duruma çok haklı olarak işaret etmiş. Bana iletti, okudum. Önemli saptamadır.

Silivri’de maç günlerini heyecanla bekliyorum. Yıllardır, hatta on yılı aşkın süredir halı saha maçı yapmayan biri olarak kendime de şaşırıyorum. Maç bahane galiba.

TIKLAYIN | BU YAZI İLK OLARAK BİRGÜN’DE YAYINLANDI 

İslamcıların Batıyla dansı-2: Hukuksuzluğa boyun eğmeyiz

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ

Savcılık benimle ilgili iddianameyi beklenmedik bir hızla hazırlamış. İşin magazini olan tarafını öne çıkararak “suç” üretmeye çalışmış. Bu kumpası da bozacağız. Hukuksuzluğa ve zorbalığa boyun eğmeyeceğiz.

Siyaset 17.07.2023, BİRGÜN 
İslamcıların batıyla dansı-2: Hukuksuzluğa boyun eğmeyiz

Erdoğan-AKP iktidarının daha önceki Batı karşıtı söyleminin tamamen mizansen (tümüyle kurgu) olduğunu ileri sürmek doğru olmayacaktır. İslamcı hareket, kendisini iktidara getiren ve bölgedeki bütün kirli işlerini gördüren Batılı emperyalist güçlerle itişiyordu; çünkü yeterince güçlendiğine ve devleti ele geçirdiğine inanıyor -özellikle 15-20 Temmuz darbe sürecinden sonra- böylece kendi şeriatçı programını hayata geçirmeye yöneliyordu. Bu amaçla Rusya’ya yaslanarak Batı’dan gelen baskıları karşılamaya ve dengelemeye çalışıyordu.

AKP, iktidara geldiği 2003-2004 yıllarında henüz çok zayıf olduğu için, bu açığı Batı’ya ve AB’ye yaslayarak kapatmaya çalışıyordu. Batı’ya sahte bir “demokratikleşme” retoriğiyle dayanan Erdoğan, böylece içeride iktidar alanını genişletmek istiyordu. Bunda başarılı da oldu.

İktidar kudretindeki açığı Batı’ya dayanarak kapatan Erdoğan, adım adım büyük cumhuriyetçi, laik ve bu anlamda sol muhalefet dalgasını kırdı. Erdoğan, Batı’nın sopasıyla iç siyaset alanını yeniden düzenledi. Anımsanacağı gibi cumhurbaşkanlığında Ahmet Necdet Sezer vardı. Yüksek yargı, üniversiteler ve başta TSK olmak üzere özerk kuruluşlar yerinde duruyordu. Ülke Cumhuriyet Mitingleri ile sarsılıyordu. AKP iktidarı bu yükselen demokratik ve seküler muhalefeti Batı’nın desteğiyle tasfiye etti. Amacına ulaşınca da AB hedefi rafa kaldırıldı. “Laikçi teyzeler” haklı çıkmıştı.

Erdoğan’ın Vilnius Zirvesi’nde İsveç’in NATO üyeliği konusundaki veto yetkisini yine aynı amaçlı kullandığı anlaşılıyor; çünkü AKP iktidarı en zayıf ve kırılgan olduğu dönemlerden birini yaşıyor. Öyle ki ancak radikal İslamcı (hatta terörist olduğu belirtilen) örgütlerin desteğiyle; o da adil olmayan koşullarda hile, iftira ve kara propagandayla alınan bir seçim söz konusu. Üstelik “kıl payıyla” denilebilecek küçük bir farkla alınan bir iktidar söz konusu.

  • Toplumun yarısı ise bu iktidara ve islamo-faşist harekete karşı direniyor.

Her iki kişiden biri O’na “hayır” demiş durumda.

  • Gerici-faşist hareket, aslında yitirdiği bir seçimi deyim uygunsa çaldı.

Muhalefetin değerini bilmediği, yönü ve kapsamı belirsiz bir “değişim” tartışması ile iktidarı bir yana bırakarak değersizleştirdiği %48’lik büyük bir potansiyelin anlamını iktidar görmüştü. Bu nedenle Erdoğan yönetimi, tüccar kurnazlığıyla yeni bir manevra yaparak rotayı tekrar Batıya çevirdi. Yıkıcı bir karakter kazanan ekonomik kriz de böyle bir manevrayı zorluyordu. Bu krizden yalnızca Rusya’ya ve Körfez Emirliklerine yaslanarak çıkılmazdı.

Üstelik bu dönüşü ya da rota değişikliğini ise “yeni bir dönemin başlangıcı” diye nitelendirir. Görece doğru bir nitelendirmedir. Gerçekte Amerikancı ve NATO’cu çizgisinden hiçbir zaman kopmayan Erdoğan yönetimi, siyasal sıkışıklığın ve ekonomik iflasın zorlandığı bu dönüşü yapmak durumundaydı.

Peki, bu dönüş iç siyasette bir yumuşamaya yol açar mı? Esas olarak hayır! Ancak göstermelik kimi adımlar atılabilir. İnfaz yasasında bir değişiklik ile kısmi ve örtülü bir af çıkarmak bunlardan biri olabilir. NATO’yu doğuya doğru genişletmek, Rusya’nın yanı sıra İran ve Çin’i de kıskaca almaya çalışan Batı, yeni dönemde jeopolitik önemi yeniden artan Türkiye’nin İslamcı iktidarını “demokratik” nedenlere fazla sıkıştırmayacaktır. Kimi şımarıklık ve aşırılıklarına ise göz yumacaktır.

SİLİVRİ’NİN HALLERİ

Savcılık benimle ilgili iddianameyi beklenmedik bir hızla hazırlamış. İki ayrı suçlama yönelterek 1 yıl 6 aydan 10,5 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Suçlama ise “terör örgütü propagandası” ve “suç ile suçluyu övmek”, iyi mi! Kanıt olarak da PKK yöneticisi Duran Kalkan’ın yaklaşık bir yıl önceki bir konuşmasını koyup benim sözlerim ile paralellik kurmuşlar. Şaka gibi ama gerçek. Tam bir Nazi hukuku oluşturma denemesi. Bu yöntemle toplumun yarısı yargılanabilir. Kanıta bakar mısınız?

İddianamede, ne benim AKP’nin Kürt politikasının eleştirisi var ne de bu partinin Diyarbakır Milletvekilinin sözleri… Bağlamından koparılan 62 saniyelik montaj video esas alınmış. Üstelik bu montaj videoda da “suç” yok; ama ortaya şöyle bir tablo çıkmış: Bayram öncesinde ben durduk yere “Gündem boş, şöyle Öcalan’ı öven bir program yapayım” demişim! Durduk yere. Gündem de değil, bağlamı yok, öylesine… Tam bir deli saçması!

Oysa gündeme de gelmiş, bağlamı da var. AKP Diyarbakır Milletvekili, 19 Haziran’da yeni bir “çözüm sürecini” ima eden ve Selahattin Demirtaş’ı suçlayan, Öcalan’ı ise öven bir röportaj verince biz de konuyu 20 Haziran’da yani bir gün sonra ele aldık. Ancak iddianamede programın esasını oluşturan bölüm adeta gizlenmiş. O bölüm benim, devletin infaz yasasının herkese adil ve eşit şekilde uygulanmasını istediğim sözlerimden oluşuyor; çünkü Ensarioğlu, Öcalan’ın “anlayışlı” olduğunu da söylediği röportajında, “tecrit” uygulamasının da Kandil ve Demirtaş yüzünden olduğunu öne sürüyordu.

Bunun üzerine ben de “O halde tecriti kaldırın, ailesi ve avukatlarıyla görüşsün, kamuoyunda ne söylendiğini öğrensin. İmralı’yı siyasal bir araç olarak kullanmaktan vazgeçin” dedim. Belli ki iktidarın elinden bir oyuncağı almış oldum. Bu tartışmayı da ilk kez geniş bir kesime yaydım. İktidarıyla, muhalefetiyle kurulan bir mutabakatı (uzlaşıyı) bozdum. Kıyamet buradan koptu. Ancak savcılık, asıl konuyu bir yana bırakarak biraz da ironiyle söylediğim ve deyim uygunsa işin magazini olan tarafını önere çıkararak “suç” üretmeye çalışmış; çünkü bir iktidara “devletin infaz yasasını herkese adil şekilde uygula” demek suç değil ama gürültünün asıl nedeni bu!

Bu kumpası da bozacağız. Hukuksuzluk ve zorbalık karşısında boyun eğmeyeceğiz.

==================================
Dostlar,

Aşağıdaki görseli biz ekledik.. 25 gündür haksız ve hukuksuz, tuzakla tutsak..
AKP iktidarının hukuk ve adalet anlayışı için turnusol kağıdı..
HAK – HUKUK – ADALET  er ya da geç yerini bulacak ve suçlular hesap verecek..

Image